29 Ekim 2015 Perşembe

TÜRKİYE, KÜRDİSTAN VE ORTADOĞU II



TÜRKİYE, KÜRDİSTAN VE ORTADOĞU
                            II
Ön hazırlığı 7 Haziran genel seçimlerinden önce yapılan ve seçimlerin ardından başlatılan topyekün savaş saldırısı, salt AKP’nin tek başına hükümet kuracak parti konumunu kaybetmesiyle ve böylece Erdoğan’ın fiili başkanlığını yeni bir anayasal ve yasal çerçeveye oturma hayallerinin suya düşesiyle ilgili değildir. Sorunu dinci faşist elebaşının başkanlık hedefinin darbe almasıyla, onun megaloman kimliğiyle, savaşçı ihtiraslarıyla vb. izah etmek son derece yüzeysel liberal bir bakış açısını ve değerlendirmeyi ifade etmektedir. Kaldı ki bu doğrultuda sistematik bir şekilde geliştirilen propaganda ve ajitasyon, “iyi niyetli”, “saf” küçük burjuva demokratlarını, liberal aydınları bir yana koyarak söyleyecek olursak, bilinçli bir tarzda proletarya ve halkları aldatmaya, manipüle etmeye dönüktür. Amaç, düzeni, egemen sınıfı, devleti, rejimi aklamak, hatta sorumluluğu elebaşına yıkarak dinci faşist partiyi de aklamaktır. Sosyal reformizmin, burjuva liberalizminin işlevi ise bu bağlamda söz konusu demagoji ve manipülasyona yedeklenmek, köprü olmak, daha etkin yanıltıcı bir rol oynamakta somutlaşmaktadır. Ki sınıflı toplum gerçeğini yadsıyan, devleti sınıflar üstü ya da dışı gören ve gösteren liberal burjuva bakış açısı zaten iflah olmaz bir bakış açısıdır…
Başlatılmış olan topyekün savaş, gerici-faşist iç savaşı kışkırtan kirli, haksız, sömürgeci savaş karakterine sahiptir. Ulusal ve toplumsal mücadeleyi ezmeyi hedeflemektedir. Türkiye ve Kürdistan’da gelişen ve birleşmeye başlayan politik özgürlük talebi etrafında şekillenen demokratik halkçı mücadeleyi tasfiye amacını taşımaktadır. Kürt ulusal demokratik mücadelesinin halkların kardeşleşmesi çizgisinde (Gezi, cephesel bir birlik olan HDP gerçeği, 7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan eğilim, Türk halkı içinde gelişmeye başlamış olan barış talebi) yükselmesine karşı örgütlenmiş, bu “cepheleşme”yi dağıtmayı, etkisizleştirmeyi hedeflemektedir. Bu gelişmelerin batıda yeni bir devrimci yükselişin önünü, devrimci-demokratik ve komünist hareketin önünü açmasından korkuluyor ve kirli topyekün savaş ve terör politikasıyla önüne “erkenden” geçilmek isteniyor. Dahası bu savaş, Kürt hareketinin Ortadoğu çapında mevziler kazanarak yükselmesine, Ortadoğu’da devrimci-demokratik bir dinamik olarak yarattığı “demokratik modele”, çözüm gücüne ve bunun Türkiye çapında yarattığı demokratik devrimci etkiyi askeri ve siyasal saldırılarla önleme, etkisizleştirme, olanaklıysa ezme hedefiyle bağlıdır. Diktatörlüğün ve cunta başının her ağzını açtığında PKK, PYD, Rojava düşmanlığı, Rojava’yı işgal etmekle tehdit etmesi vb. tesadüfi değil yani.
Açık ve kesin bir şekilde vurgulanmalıdır: Savaş, emperyalizme bağımlılık ilişkileriyle biçimlenmiş olan Türk egemen sınıflarına dayanmakta ve bu sınıfın egemenlik aracı olan devletin kararıyla yürütülmektedir. Topyekün savaşı başlatma ve geliştirme sorumluluğunu tek başına Saray cuntasına ve partisine yıkmak gerçekleri sisle boğmak demektir. Topyekün savaşın başlatılmasında dinci faşist elebaşının ve AKP’sinin aldığı ağır yenilginin etkisini, bozulan planlarının rolünü ve böylece dinci faşist kliğin özel rolünün altı elbette ki çizilmelidir. Fakat söz konusu karar ve saldırı, devlet ve “sivil” cunta tarafından birlikte alınmış ve uygulanmaktadır. Böyle bir kararın alınmasında Amerikancı, NATO’cu ordunun da çok önemli bir rolü vardır. Kararlaşmanın merkezi de MGK’dır. Türk burjuva devletinin, asker ve sivil bürokrasinin devlet politikasında belirleyici yerde duran kategorisi ile dinci faşist kliğin ortak kararıdır burada söz konusu olan. Bu bağlamda “devlet aklı” ile “AKP aklı” “üst akıl”, “kolektif akıl” olarak savaşa karar vermiştir.
İç, bölgesel ve uluslararası kapsam ve derinliği olan siyasi krizden çıkmak, krizin yükünü başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye ve Ortadoğu halklarının üstüne yıkmak için savaşa karar verilmiştir. CHP’nin savaş tezkeresine oy vermiş olması, keza CHP liderinin genelkurmay başkanı ile görüşmesi de özel olarak kaydedilmelidir. “Büyük Ortadoğu”da emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesi kıran kırana sürmektedir. Rusya’nın özellikle Suriye üzerinden daha aktif devreye girmesiyle söz konusu mücadele daha da sertleşerek, çetrefilleşmeye başladı. Tamda burada, Rusya’nın kendi emperyalist iddiaları temelinde, Rusya-Çin-İran etrafında bloklaşan kuvvetlere de dayanarak Ortadoğu’da güç dengeleri üzerinde önemli değişiklikler yaratan ve yaratacak olan Suriye hamlesinin altı çizilmelidir. AB’yi de katarak söyleyecek olursak, ABD ve bölgesel işbirlikçi rejimlerin “Büyük Ortadoğu”da, Yemen, Irak ve Suriye’de yarattıkları tüm yıkımlara karşın istedikleri sonuçları büyük bir oranda alamayarak teşhir olduklarını biliyoruz. Ve o arada, “Stratejik derinlik” politikası; “küresel aktör”, “bölgesel oyun kurucu”, “Osmanlı bakiyesi” topraklarda “neo-Osmanlıcı” politikaları da çöken AKP’nin ve T.C.nin, kendi etrafındaki kuşatmanın ve tecrit sürecinin büyüdüğünü, güç dengelerinin aleyhine bozulduğunu görüyoruz. İşte topyekün savaş bu vb. tüm faktörlerin baskısı altında başlatılmış ve geliştirilen bir savaştır. Tüm bu vb. faktörleri görmeden olan biteni RTE’nin hırslarıyla açıklamaya çalışmak ya da meseleyi bu sınırlara hapsederek lanse etmek son derece tek yanlı bir analiz olduğu gibi, daha da önemlisi bilinç ve hedef şaşırtmak amacını taşımaktadır. Topyekün savaşa karşı verilen ve geliştirilen mücadelenin merkezine işbirlikçi egemen sınıfı ve devleti (sömürgeci faşist diktatörlüğü) oturmak gerekir.
Geliştirilen topyekün savaşın kapsam ve sınırları, kimi hedefleri vb. konusunda işbirlikçi Türk burjuva devleti ve AKP iktidarıyla, belki de daha belirgin olarak Saray cuntasıyla aralarında önemli ayrılıklara ve aykırılıklara karşın, savaş kararının arkasında ABD ve önderliğindeki emperyalist kamp da bulunmaktadır. Yani bu savaş, Amerikan emperyalizmine ve NATO’ya rağmen alınmamıştır. Tarafların arasında asgari müştereklerle şekillenen bir anlaşma, uzlaşma vb. bulunmaktadır. Patriotların çekilmesiyle vb. birkaç önemli girişimle de Türk devleti ve Saray uyarılmış ya da gözdağı da denebilecek gerekli mesajlar da verilmiştir. Bu gerçeğin de altı çizilmelidir. Bu bağlamda eşitlik, adalet, barış, özgürlük mücadelesinin anti- emperyalist, anti-faşist bir devrimci politik perspektifle ele alınması ve geliştirilmesi gerekmektedir. Tıpkı savaşı salt RTE’nin kişisel iktidar hırslarıyla vs. izah etmek gibi, salt işbirlikçi devletle sınırlamak da gerçeğin tahrifidir, sınıfı ve halkları yanıltır, gerici, dinci faşist psikolojik harekâtın ve ideolojik saldırı sadece. Elbette ki bu bağlamda topyekün savaşa karşı halkların topyekün haklı direniş ve devrimci saldırısında, vuruş gücü zayıf halka olan RTE cuntası üzerinden geliştirilmelidir ama yukarıda çizilen tablonun bütünsel kavranışı ve uygulanışıyla birlikte…
Altını çizmek gerekiyor: Devlet, bir sınıfın diğer sınıf ve sınıflar üzerindeki diktatörlüğüdür. Devletin özü zordur. Ve bu zorun örgütlenme biçimi politik rejimin (devlet biçimi) karakterini verir. Devlet, bir sermaye kliğinin, somutumuzda dinci sermayenin devleti değil, bir bütün olarak işbirlikçi sermayenin devletidir ve başlıca olarak onların çıkarlarını korur; sömürüye, zulme, toplumsal adaletsizliğe dayanan sistemin/düzenin korunması ve sürdürülmesi onun başlıca amacıdır. Ve Türkiye’de, AB ve AKP sayesinde faşizmi çözen ve son veren reformist ve liberal teori-tez ve analizlerin aksine, devletin politik biçimi faşizmdir; AKP’nin önce hükümet, daha sonra adım adım iktidar ortağı haline gelmesinden sonra giderek dinci faşist bir politik rejim olarak yapılanmıştır… Dinci faşist cunta, devlete rağmen değil, devletle birlikte bu savaşı yürütmektedir. Devleti, sadece sermayenin bir kliğinin devleti, AKP’nin devleti, RTE’nin devleti olarak lanse etmek temel sınıfsal ve tarihsel gerçekleri işçi sınıfından ve halklardan gizlemek, bilinçleri çarpıtmak, devrimci-demokratik ve sosyalist mücadeleyi yolundan saptırmak demektir. Dolayısıyla bu devlet ne “bizim” devletimizdir ne de sadece Saray cuntasının devletidir.
AKP ise, burjuva politik bir partidir. Dinci sermayenin çıkarlarını temsil eden öncü politik bir güçtür, Türk burjuva devleti ise işbirlikçi sermayenin temsilcisidir; onun kolektif çıkarlarının ifadesidir. Dolayısıyla “devletin AKP’lileşmesi”, “AKP’nin devletleşmesi” devlet eşittir AKP anlamına gelmez; bu sadece, AKP’nin iktidar ortağı haline gelebildiğini gösterir. Gün gelir AKP, DP, AP, DYP, ANAP gibi gider ama devlet, sermayenin devleti olarak yoluna devam eder… Tabii ki burada amacımız başlı başına devleti tahlil etmek değildir ama bunca reformist, liberal, gerici, faşist ideolojik saldırı, demagojik ve manipülatif propaganda, “analiz” karşısında bazı gerçekleri hatırlatmak ve vurgulamak istedik.
Devletin ve topyekün savaşın başında Saray cuntası, AKP iktidarı bulunmaktadır. Batıda faşist iç savaş, Kürdistan’da kirli savaş, Ortadoğu’ya, özellikle de Suriye’ye karşı yürütülen yıkıcı yayılmacı saldırgan savaş gerçeği iç içedir ve topyekün savaş karakteri taşımaktadır. Rojava devrimini ve Kobani’yi ezme savaşının Türk burjuva devleti ve AKP iktidarının IŞİD’le birlikte yenilgisiyle sonuçlanan birleşik, ortak gerici bir savaş olduğunu; yenilgilerine rağmen bu ortak savaşı sürdürmeye çalıştıklarını biliyoruz. Keza IŞİD isimli İslamcı faşist çetenin aynı “kolektif” barbarlıkla Türkiye’de de, devlet ve Saray gladyosu ile birlikte Kürtlere, demokratik ve sosyalist güçlere, HDP’ye saldırmaya veya saldırılarda kullanılmaya devam ettiğini ise hatırlatmak bile gereksiz. Şurada Suruç ve Ankara katliamlarının üzerinden henüz fazla bir zaman da geçmedi… İç ve uluslararası alanda teşhir olmanın baskısıyla Saray cuntasının ve hükümetinin IŞİD’e karşı başlatmak zorunda kaldığı bazı operasyonlar ise, tamda 1 Kasım seçimlerine birkaç gün kala, “iftiraya uğradık”, “bakın işte biz IŞİD’i terör örgütü görüyoruz ve operasyon yapıyoruz, aslında asıl mağdur biziz” manevrası ve propagandasıyla seçimlere yapılan bir yatırımdır. Hiç olmazsa bugün için tablo bu.
Sanırız hatırlatmak gereksiz olmaz: Devlet, 28-29 Ekim günü IŞİD’in Türkiye’deki “Dokumacılar Grubu”ndan 30 kişilik “canlı bomba” listesini yayınladı. Devletin istihbarat kuruluşlarının listeyi, “PKK/KCK Suriye uzantısı PYD örgütüne yönelik aşırı tepkisi bulunan Dokumacılar Grubu listesidir.” notuyla göndermesi son derece “manidar”dır. Fiziksel imha ve psikolojik savaş aleti olan ve devlet ve Saray gladyosunun denetiminde olan bu “grup”  (IŞİD vb. gibi radikal İslami çeteler de), “bilgi notu”ndaki vurgulamadan da görülebileceği, gibi açıkça korunuyor. Sözde bunlar “terörist ve canlı bomba” ama özellikle de Kürtlere ve onun temsilcisi PYD’ye düşman oldukları vurgusuyla denilmek isteniyor ki,  bunlar bizim için tehlikeli değil, tehlikeli olan, “milli güvenliği”mizi tehdit eden PYD’dir, aman dikkatli olun ve koruyun onları. Bu açıkça “güvenlik güçleri”ne verilen dolaylı, örtülü bir mesajdır; yani onları koruyun, bizden habersiz onlara dokunmayın talimatıdır. Öyle ya tehlikeli olan PKK-KCK-PYD’dir, IŞİD ise dostumuzdur! Ankara katliamının (Suruç katliamı da dahil) IŞİD eliyle gerçekleştirildiği savcılık soruşturmasında da ayan beyan ortaya çıktığı halde katillerin başı cunta şefinin ve diğer temsilcilerinin ağzından zevahiri kurtarmak için bile olsun bu açık gerçek ucundan da olsa ifade edilmiyor, aksine, kendi katliamlarının suçunu PKK’ye, MLKP’ye vb. vb. güçlere yüklemeye, kafa karıştırmaya, IŞİD’i korumaya, “kokteyl terör” vs. demagojisinde ısrar edilmeye devam ediliyor. Onların, ağır suçlarının açığa çıkma korkusu ve IŞİD sevdası ve halklara düşmanlığı bu kadar derindir işte.  
Egemen sınıflar ve diktatörlük, içerde ve dışarıda gerek halklardan, gerekse de emperyalist hegemonya ve rekabet savaşının orta yerinde yedikleri darbelerin etkisini, yaşadıkları ağır siyasi krizi, faşist iç savaş taktikleriyle, sömürgeci ve yayılmacı politikalarla aşmaya çalışmaktadırlar. Dinci faşist cunta ve partisi ile sermaye devletinin çıkarları burada buluşmaktadır. Cunta iktidarı bu ortak çıkar ve politikaya dayanarak kendi özgün çıkarlarını ve hesaplarını da egemen sınıfın ve devletin hesaplarıyla birleştirerek uygulamaktadır savaşı. RTE’nin devlete rağmen topyekün savaşı başlatıp geliştirdiği propagandası sermayeyi, devleti, orduyu aklama oyununun ifadesidir. Kendi çıkar ve hesaplarını “oyunun” içine yediren sadece cunta başı değil ki, aksine, sırası gelince işbirlikçi sermaye, emperyalistler, burjuva gerici ve faşist partiler, devlet aygıtı, savaşın sorumluluk ve suçunu savaşçı politikalarla yıpranan, zayıflayan, gerileyen cunta başına ve partisine fatura edecek plan ve hesaplarla davranmaktadırlar. Buna göre olan bitenden sorumlu olan işbirlikçi egemen sınıflar, devlet değil Erdoğan’dır, AKP’dir vs. Keza sürece yayılmış bir biçimde “Erdoğansız AKP”, “Erdoğan vesayetinden kurtulmuş AKP”, “fabrika ayarlarına dönmüş AKP” operasyonu için de bu süreçten yararlanılacaktır. Dinci faşist elebaşı da bunu görmektedir. RTE ve cuntası ise savaş sürecini azami derecede kullanarak iktidarını korumaya, sözgelimi seçimler sürecinde olduğu gibi tek başına iktidarda kalabilmek için bu süreç ve fırsatı sınır tanımaz bir küstahlıkla ve saldırganlıkla kullanmaktadır. Eh, politika aynı zamanda fırsatları kendi lehine değerlendirme sanatıdır. Yani burada “taraflar” birbirini de kullanmaktadır… Kısacası, ortak çıkar ve hesapların yanı sıra hesap içinde hesap, oyun içinde oyun bulunmaktadır. Mesela, burada, bu bağlamda CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun bu gerçekleri göremediği için topyekün savaşın günahını ve vebalini Erdoğan’a yıkıp, Davutoğlu’nu suçladığını düşünen bir kafanın burjuva politikaya tutsak bir kafa olduğunu hatırlatmak bile gereksizdir kanımızca.
Yaşadığımız süreç karmaşık bir süreç. Devrim ve sosyalizm davası için avantajlar kadar dezavantajlar da mevcuttur. Gerici ve faşist iç savaş tehlikesi büyüyor. Askeri darbe tehlikesi büyüyor. “Terörizmle mücadele” adına Suriye’ye olası bir askeri müdahale tehlikesi büyüyor. Ama devrimci imkânlar da büyüyor. Halkların ayaklanma olasılığı da büyüyor.
DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder