TÜRKİYE, KÜRDİSTAN VE ORTADOĞU
II
Ön
hazırlığı 7 Haziran genel seçimlerinden önce yapılan ve seçimlerin ardından
başlatılan topyekün savaş saldırısı, salt AKP’nin tek başına hükümet kuracak
parti konumunu kaybetmesiyle ve böylece Erdoğan’ın fiili başkanlığını yeni bir
anayasal ve yasal çerçeveye oturma hayallerinin suya düşesiyle ilgili değildir.
Sorunu dinci faşist elebaşının başkanlık hedefinin darbe almasıyla, onun megaloman
kimliğiyle, savaşçı ihtiraslarıyla vb. izah etmek son derece yüzeysel liberal
bir bakış açısını ve değerlendirmeyi ifade etmektedir. Kaldı ki bu doğrultuda
sistematik bir şekilde geliştirilen propaganda ve ajitasyon, “iyi niyetli”,
“saf” küçük burjuva demokratlarını, liberal aydınları bir yana koyarak söyleyecek
olursak, bilinçli bir tarzda proletarya ve halkları aldatmaya, manipüle etmeye
dönüktür. Amaç, düzeni, egemen sınıfı, devleti, rejimi aklamak, hatta
sorumluluğu elebaşına yıkarak dinci faşist partiyi de aklamaktır. Sosyal
reformizmin, burjuva liberalizminin işlevi ise bu bağlamda söz konusu demagoji
ve manipülasyona yedeklenmek, köprü olmak, daha etkin yanıltıcı bir rol oynamakta
somutlaşmaktadır. Ki sınıflı toplum gerçeğini yadsıyan, devleti sınıflar üstü
ya da dışı gören ve gösteren liberal burjuva bakış açısı zaten iflah olmaz bir
bakış açısıdır…
Başlatılmış
olan topyekün savaş, gerici-faşist iç savaşı kışkırtan kirli, haksız, sömürgeci
savaş karakterine sahiptir. Ulusal ve toplumsal mücadeleyi ezmeyi
hedeflemektedir. Türkiye ve Kürdistan’da gelişen ve birleşmeye başlayan politik özgürlük talebi etrafında
şekillenen demokratik halkçı mücadeleyi tasfiye amacını taşımaktadır. Kürt
ulusal demokratik mücadelesinin halkların kardeşleşmesi çizgisinde (Gezi,
cephesel bir birlik olan HDP gerçeği, 7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan
eğilim, Türk halkı içinde gelişmeye başlamış olan barış talebi) yükselmesine
karşı örgütlenmiş, bu “cepheleşme”yi dağıtmayı, etkisizleştirmeyi
hedeflemektedir. Bu gelişmelerin batıda yeni bir devrimci yükselişin önünü,
devrimci-demokratik ve komünist hareketin önünü açmasından korkuluyor ve kirli
topyekün savaş ve terör politikasıyla önüne “erkenden” geçilmek isteniyor.
Dahası bu savaş, Kürt hareketinin Ortadoğu çapında mevziler kazanarak
yükselmesine, Ortadoğu’da devrimci-demokratik bir dinamik olarak yarattığı
“demokratik modele”, çözüm gücüne ve bunun Türkiye çapında yarattığı demokratik
devrimci etkiyi askeri ve siyasal saldırılarla önleme, etkisizleştirme, olanaklıysa
ezme hedefiyle bağlıdır. Diktatörlüğün ve cunta başının her ağzını açtığında
PKK, PYD, Rojava düşmanlığı, Rojava’yı işgal etmekle tehdit etmesi vb. tesadüfi
değil yani.
Açık
ve kesin bir şekilde vurgulanmalıdır: Savaş, emperyalizme bağımlılık
ilişkileriyle biçimlenmiş olan Türk egemen sınıflarına dayanmakta ve bu sınıfın
egemenlik aracı olan devletin
kararıyla yürütülmektedir. Topyekün savaşı başlatma ve geliştirme sorumluluğunu
tek başına Saray cuntasına ve partisine yıkmak gerçekleri sisle boğmak
demektir. Topyekün savaşın başlatılmasında dinci faşist elebaşının ve AKP’sinin
aldığı ağır yenilginin etkisini, bozulan planlarının rolünü ve böylece dinci
faşist kliğin özel rolünün altı elbette ki çizilmelidir. Fakat söz konusu karar
ve saldırı, devlet ve “sivil” cunta tarafından birlikte alınmış ve uygulanmaktadır. Böyle bir kararın alınmasında
Amerikancı, NATO’cu ordunun da çok önemli bir rolü vardır. Kararlaşmanın
merkezi de MGK’dır. Türk burjuva
devletinin, asker ve sivil bürokrasinin devlet politikasında belirleyici yerde
duran kategorisi ile dinci faşist kliğin ortak kararıdır burada söz konusu
olan. Bu bağlamda “devlet aklı” ile “AKP
aklı” “üst akıl”, “kolektif akıl” olarak savaşa karar vermiştir.
İç,
bölgesel ve uluslararası kapsam ve derinliği olan siyasi krizden çıkmak,
krizin yükünü başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye ve Ortadoğu halklarının
üstüne yıkmak için savaşa karar verilmiştir. CHP’nin savaş tezkeresine oy
vermiş olması, keza CHP liderinin genelkurmay başkanı ile görüşmesi de özel
olarak kaydedilmelidir. “Büyük Ortadoğu”da emperyalist hegemonya ve rekabet
mücadelesi kıran kırana sürmektedir. Rusya’nın özellikle Suriye üzerinden daha
aktif devreye girmesiyle söz konusu mücadele daha da sertleşerek,
çetrefilleşmeye başladı. Tamda burada, Rusya’nın kendi emperyalist iddiaları
temelinde, Rusya-Çin-İran etrafında bloklaşan kuvvetlere de dayanarak Ortadoğu’da
güç dengeleri üzerinde önemli değişiklikler yaratan ve yaratacak olan Suriye
hamlesinin altı çizilmelidir. AB’yi de katarak söyleyecek olursak, ABD ve
bölgesel işbirlikçi rejimlerin “Büyük Ortadoğu”da, Yemen, Irak ve Suriye’de yarattıkları
tüm yıkımlara karşın istedikleri sonuçları büyük bir oranda alamayarak teşhir
olduklarını biliyoruz. Ve o arada, “Stratejik derinlik” politikası; “küresel
aktör”, “bölgesel oyun kurucu”, “Osmanlı bakiyesi” topraklarda “neo-Osmanlıcı”
politikaları da çöken AKP’nin ve T.C.nin, kendi etrafındaki kuşatmanın ve
tecrit sürecinin büyüdüğünü, güç dengelerinin aleyhine bozulduğunu görüyoruz.
İşte topyekün savaş bu vb. tüm faktörlerin baskısı altında başlatılmış ve
geliştirilen bir savaştır. Tüm bu vb. faktörleri görmeden olan biteni RTE’nin
hırslarıyla açıklamaya çalışmak ya da meseleyi bu sınırlara hapsederek lanse
etmek son derece tek yanlı bir analiz olduğu gibi, daha da önemlisi bilinç ve
hedef şaşırtmak amacını taşımaktadır. Topyekün savaşa karşı verilen ve
geliştirilen mücadelenin merkezine işbirlikçi egemen sınıfı ve devleti
(sömürgeci faşist diktatörlüğü) oturmak gerekir.
Geliştirilen
topyekün savaşın kapsam ve sınırları, kimi hedefleri vb. konusunda işbirlikçi
Türk burjuva devleti ve AKP iktidarıyla, belki de daha belirgin olarak Saray
cuntasıyla aralarında önemli ayrılıklara ve aykırılıklara karşın, savaş
kararının arkasında ABD ve önderliğindeki emperyalist kamp da bulunmaktadır.
Yani bu savaş, Amerikan emperyalizmine ve NATO’ya rağmen alınmamıştır. Tarafların
arasında asgari müştereklerle şekillenen bir anlaşma, uzlaşma vb.
bulunmaktadır. Patriotların çekilmesiyle vb. birkaç önemli girişimle de Türk
devleti ve Saray uyarılmış ya da gözdağı da denebilecek gerekli mesajlar da verilmiştir.
Bu gerçeğin de altı çizilmelidir. Bu bağlamda eşitlik, adalet, barış, özgürlük
mücadelesinin anti- emperyalist, anti-faşist bir devrimci politik perspektifle
ele alınması ve geliştirilmesi gerekmektedir. Tıpkı savaşı salt RTE’nin kişisel
iktidar hırslarıyla vs. izah etmek gibi, salt işbirlikçi devletle sınırlamak da
gerçeğin tahrifidir, sınıfı ve halkları yanıltır, gerici, dinci faşist
psikolojik harekâtın ve ideolojik saldırı sadece. Elbette ki bu bağlamda
topyekün savaşa karşı halkların topyekün haklı direniş ve devrimci
saldırısında, vuruş gücü zayıf halka olan RTE cuntası üzerinden
geliştirilmelidir ama yukarıda çizilen tablonun bütünsel kavranışı ve
uygulanışıyla birlikte…
Altını
çizmek gerekiyor: Devlet, bir sınıfın diğer sınıf ve sınıflar üzerindeki
diktatörlüğüdür. Devletin özü zordur. Ve bu zorun örgütlenme biçimi politik
rejimin (devlet biçimi) karakterini verir. Devlet, bir sermaye kliğinin,
somutumuzda dinci sermayenin devleti değil, bir bütün olarak işbirlikçi
sermayenin devletidir ve başlıca olarak onların çıkarlarını korur; sömürüye,
zulme, toplumsal adaletsizliğe dayanan sistemin/düzenin korunması ve
sürdürülmesi onun başlıca amacıdır. Ve Türkiye’de, AB ve AKP sayesinde faşizmi
çözen ve son veren reformist ve liberal teori-tez ve analizlerin aksine,
devletin politik biçimi faşizmdir; AKP’nin önce hükümet, daha sonra adım adım
iktidar ortağı haline gelmesinden sonra giderek dinci faşist bir politik rejim
olarak yapılanmıştır… Dinci faşist cunta, devlete rağmen değil, devletle
birlikte bu savaşı yürütmektedir. Devleti, sadece sermayenin bir kliğinin
devleti, AKP’nin devleti, RTE’nin devleti olarak lanse etmek temel sınıfsal ve
tarihsel gerçekleri işçi sınıfından ve halklardan gizlemek, bilinçleri
çarpıtmak, devrimci-demokratik ve sosyalist mücadeleyi yolundan saptırmak
demektir. Dolayısıyla bu devlet ne “bizim” devletimizdir ne de sadece Saray
cuntasının devletidir.
AKP
ise, burjuva politik bir partidir. Dinci sermayenin çıkarlarını temsil eden
öncü politik bir güçtür, Türk burjuva devleti ise işbirlikçi sermayenin
temsilcisidir; onun kolektif çıkarlarının ifadesidir. Dolayısıyla “devletin
AKP’lileşmesi”, “AKP’nin devletleşmesi” devlet eşittir AKP anlamına gelmez; bu
sadece, AKP’nin iktidar ortağı haline gelebildiğini gösterir. Gün gelir AKP,
DP, AP, DYP, ANAP gibi gider ama devlet, sermayenin devleti olarak yoluna devam
eder… Tabii ki burada amacımız başlı başına devleti tahlil etmek değildir ama
bunca reformist, liberal, gerici, faşist ideolojik saldırı, demagojik ve
manipülatif propaganda, “analiz” karşısında bazı gerçekleri hatırlatmak ve
vurgulamak istedik.
Devletin
ve topyekün savaşın başında Saray cuntası, AKP iktidarı bulunmaktadır. Batıda
faşist iç savaş, Kürdistan’da kirli savaş, Ortadoğu’ya, özellikle de Suriye’ye
karşı yürütülen yıkıcı yayılmacı saldırgan savaş gerçeği iç içedir ve topyekün
savaş karakteri taşımaktadır. Rojava devrimini ve Kobani’yi ezme savaşının Türk
burjuva devleti ve AKP iktidarının IŞİD’le birlikte yenilgisiyle sonuçlanan
birleşik, ortak gerici bir savaş olduğunu; yenilgilerine rağmen bu ortak savaşı
sürdürmeye çalıştıklarını biliyoruz. Keza IŞİD isimli İslamcı faşist çetenin
aynı “kolektif” barbarlıkla Türkiye’de de, devlet ve Saray gladyosu ile
birlikte Kürtlere, demokratik ve sosyalist güçlere, HDP’ye saldırmaya veya
saldırılarda kullanılmaya devam ettiğini ise hatırlatmak bile gereksiz. Şurada
Suruç ve Ankara katliamlarının üzerinden henüz fazla bir zaman da geçmedi… İç
ve uluslararası alanda teşhir olmanın baskısıyla Saray cuntasının ve
hükümetinin IŞİD’e karşı başlatmak zorunda kaldığı bazı operasyonlar ise, tamda
1 Kasım seçimlerine birkaç gün kala, “iftiraya uğradık”, “bakın işte biz IŞİD’i
terör örgütü görüyoruz ve operasyon yapıyoruz, aslında asıl mağdur biziz”
manevrası ve propagandasıyla seçimlere yapılan bir yatırımdır. Hiç olmazsa
bugün için tablo bu.
Sanırız
hatırlatmak gereksiz olmaz: Devlet, 28-29 Ekim günü IŞİD’in Türkiye’deki
“Dokumacılar Grubu”ndan 30 kişilik “canlı bomba” listesini yayınladı. Devletin
istihbarat kuruluşlarının listeyi, “PKK/KCK Suriye uzantısı PYD örgütüne
yönelik aşırı tepkisi bulunan Dokumacılar Grubu listesidir.” notuyla göndermesi son derece
“manidar”dır. Fiziksel imha ve psikolojik savaş aleti olan ve devlet ve Saray
gladyosunun denetiminde olan bu “grup” (IŞİD
vb. gibi radikal İslami çeteler de), “bilgi notu”ndaki vurgulamadan da görülebileceği,
gibi açıkça korunuyor. Sözde bunlar “terörist ve canlı bomba” ama özellikle de Kürtlere
ve onun temsilcisi PYD’ye düşman oldukları vurgusuyla denilmek isteniyor
ki, bunlar bizim için tehlikeli değil,
tehlikeli olan, “milli güvenliği”mizi tehdit eden PYD’dir, aman dikkatli olun
ve koruyun onları. Bu açıkça “güvenlik güçleri”ne verilen dolaylı, örtülü bir
mesajdır; yani onları koruyun, bizden habersiz onlara dokunmayın talimatıdır.
Öyle ya tehlikeli olan PKK-KCK-PYD’dir, IŞİD ise dostumuzdur! Ankara
katliamının (Suruç katliamı da dahil) IŞİD eliyle gerçekleştirildiği savcılık
soruşturmasında da ayan beyan ortaya çıktığı halde katillerin başı cunta
şefinin ve diğer temsilcilerinin ağzından zevahiri kurtarmak için bile olsun bu
açık gerçek ucundan da olsa ifade edilmiyor, aksine, kendi katliamlarının suçunu
PKK’ye, MLKP’ye vb. vb. güçlere yüklemeye, kafa karıştırmaya, IŞİD’i korumaya,
“kokteyl terör” vs. demagojisinde ısrar edilmeye devam ediliyor. Onların, ağır
suçlarının açığa çıkma korkusu ve IŞİD sevdası ve halklara düşmanlığı bu kadar
derindir işte.
Egemen
sınıflar ve diktatörlük, içerde ve dışarıda gerek halklardan, gerekse de
emperyalist hegemonya ve rekabet savaşının orta yerinde yedikleri darbelerin
etkisini, yaşadıkları ağır siyasi krizi, faşist iç savaş taktikleriyle,
sömürgeci ve yayılmacı politikalarla aşmaya çalışmaktadırlar. Dinci faşist
cunta ve partisi ile sermaye devletinin çıkarları burada buluşmaktadır. Cunta
iktidarı bu ortak çıkar ve politikaya dayanarak kendi özgün çıkarlarını ve
hesaplarını da egemen sınıfın ve devletin hesaplarıyla birleştirerek
uygulamaktadır savaşı. RTE’nin devlete rağmen topyekün savaşı başlatıp geliştirdiği
propagandası sermayeyi, devleti, orduyu aklama oyununun ifadesidir. Kendi çıkar
ve hesaplarını “oyunun” içine yediren sadece cunta başı değil ki, aksine, sırası
gelince işbirlikçi sermaye, emperyalistler, burjuva gerici ve faşist partiler,
devlet aygıtı, savaşın sorumluluk ve suçunu savaşçı politikalarla yıpranan,
zayıflayan, gerileyen cunta başına ve partisine fatura edecek plan ve
hesaplarla davranmaktadırlar. Buna göre olan bitenden sorumlu olan işbirlikçi
egemen sınıflar, devlet değil Erdoğan’dır, AKP’dir vs. Keza sürece yayılmış bir
biçimde “Erdoğansız AKP”, “Erdoğan vesayetinden kurtulmuş AKP”, “fabrika
ayarlarına dönmüş AKP” operasyonu için de bu süreçten yararlanılacaktır. Dinci
faşist elebaşı da bunu görmektedir. RTE ve cuntası ise savaş sürecini azami
derecede kullanarak iktidarını korumaya, sözgelimi seçimler sürecinde olduğu
gibi tek başına iktidarda kalabilmek için bu süreç ve fırsatı sınır tanımaz bir
küstahlıkla ve saldırganlıkla kullanmaktadır. Eh, politika aynı zamanda
fırsatları kendi lehine değerlendirme sanatıdır. Yani burada “taraflar”
birbirini de kullanmaktadır… Kısacası, ortak çıkar ve hesapların yanı sıra
hesap içinde hesap, oyun içinde oyun bulunmaktadır. Mesela, burada, bu bağlamda
CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun bu gerçekleri göremediği için topyekün savaşın
günahını ve vebalini Erdoğan’a yıkıp, Davutoğlu’nu suçladığını düşünen bir
kafanın burjuva politikaya tutsak bir kafa olduğunu hatırlatmak bile
gereksizdir kanımızca.
Yaşadığımız
süreç karmaşık bir süreç. Devrim ve sosyalizm davası için avantajlar kadar
dezavantajlar da mevcuttur. Gerici ve faşist iç savaş tehlikesi büyüyor. Askeri
darbe tehlikesi büyüyor. “Terörizmle mücadele” adına Suriye’ye olası bir askeri
müdahale tehlikesi büyüyor. Ama devrimci imkânlar da büyüyor. Halkların ayaklanma
olasılığı da büyüyor.
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder