26 Ekim 2015 Pazartesi

TÜRKİYE, KÜRDİSTAN VE ORTADOĞU



TÜRKİYE, KÜRDİSTAN VE ORTADOĞU
                                  I
Türkiye ve Kürdistan olağanüstü zamanlardan geçiyor… Siyasal kriz daha da derinleşerek keskinleşiyor. Türkiye, olağanüstü hal rejimi ile yönetiliyor. Amerikancı Türk egemen sınıfları, onların egemenlik aracı işbirlikçi burjuva devlet, devletin başında olan AKP iktidarı olağanüstü hal ilan etmeden olağanüstü halle Türkiye’yi yönetiyorlar. Açık terörcü bir rejim iş başında. Dinci faşist terör rejiminin tepesinde darbeci bir elebaşı oturuyor. “Her zaman zalimlerin arkasında olacağız” diye haykıran ve “Beyaz toroslar”la Kürt halkını tehdit eden Saray cuntasının başbakanı Davutoğlu’nun, “iç ve dış düşmanlarımız sanki Türkiye’de olağanüstü bir hal varmış gibi haince propaganda yapıyorlar” sözleri, yalnızca gerçeği örtme, “görünmez” hale getirme hedefini taşımıyor, daha da önemlisi, olağanüstü hal rejimini olağanlaştırmayı hedefliyor. Geniş kitlelerin, proletarya ve halkların terörize edilmesi söz konusu hedefin aracı olarak kullanılıyor.
Evet, fiili bir darbe rejiminde yaşıyoruz. Bu gerçek, dinci faşist lumpen elebaşı tarafından “Rejim fiilen değişmiştir!” açıklamasıyla da çarpıcı bir şekilde dile getirilmişti. Darbeciliğin doğasında vardır: Önce fiilen darbe yapılır; yasal-hukuki çerçeve ondan sonra gelir ve inşa edilir… “Tek ayak üzerinde bin yalan savuran” zalimlerin başı megaloman da bunu açıklıkla ifade etmişti açıklamasının devamında. Dinci faşist politik rejimin başında RTE liderliğinde bir Saray cuntası bulunuyor...
20 Temmuz 2015 tarihinde 33 canımıza mal olan kanlı Suruç katliamının üzerinden çok da fazla bir zaman geçmeden, 10 Ekim 2015 tarihinde gerçekleştirilen Ankara Barış Mitingi’nde, 102 barış savaşçısının toplu olarak alçakça katledilmesi 7 Haziran seçimlerinin hemen ardı sıra geliştirilen topyekün kirli savaşın çarpıcı bir görünümüdür. Ankara’nın göbeğinde dinci faşist iktidar ve elebaşısı tarafından gerçekleştirilen bu toplu katliam, bir yandan faşizm ve sermaye tarafından Türkiye halklarının ekmek, barış, adalet, özgürlük mücadelesinin ortaklaşmasına izin verilmeyeceğini, diğer yandan da AKP’nin iktidarını gönüllü olarak bırakmayacağını çarpıcı bir açıklıkla göstermektedir. Ankara katliamıyla dinci faşist terör rejimi gelişmesinin yeni bir evresine girmiştir. Ve üstelik başkentte, işbirlikçi egemen sınıfların devletinin tam merkezinde, Türkiye’nin siyasal tarihinin en büyük toplu katliamı aracılığıyla, tüm topluma ve halklara söz konusu mesajlar açıkça verilmiştir. Açık ve kesindir, halklara, arkasında MGK’nın bulunduğu topyekun savaşla dinci faşist terör rejimine tam bir teslimiyet dayatılıyor. İslami dinci faşist çeteler de birer alet olarak kullanılıyor. İşçi sınıfına, halklara dayatılan şey açıktır: Ya kırk katır ya da kırk satır! Burada, ölümü gösterip sıtmaya razı etme saldırı hilesi dikkat çekiyor. Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç katliamlarında olduğu gibi, Ankara katliamı da devlet ve saray cuntasının kolektif katliamıdır. Ancak söz konusu vb. saldırı ve katliamların halkların mücadele direncini, iradesini kıramadığı ise açıktır. Ama bilinir: Rüzgâr eken fırtına biçer!
Kürdistan’ın dağları, kentleri savaş uçaklarıyla, tanklarla, toplarla, özel savaş birlikleriyle, yasak bölgelerle vb. kuşatılıp yakılıp yıkılıyor. HDP, kapsamlı tutuklamalarla, bombalı saldırılarla, canlı bombalarla, tehdit ve katliamlarla geçtik seçim çalışmalarını, faaliyet yürütemez hale getirilmeye çalışılıyor. Suruç ve Ankara katliamlarıyla Kürdistan ve Türkiye’nin buluşması, halkların kardeşleşmesi engellenmeye çalışılıyor. Çünkü dinsel faşist diktatörlük biliyor ki, Türk ve Kürt halklarının, Doğu ve Batıdaki mücadelelerin birleşmesi, Gezi ayaklanmasıyla ortaya çıkan dinamiğin, 7 Haziran genel seçimlerinde ortaya çıkan barış, adalet, özgürlük tablosunun Batıda büyümesi kendi sonlarını getirecek. İşte aynı zamanda bundan dolayı çığırından çıkmış bir toplumsal demagoji ve terörle saldırıyorlar. Fakat bilinir: Korkunun ecele faydası yoktur!
Toplumsal desteğini ciddi bir şekilde yitirmeye başlamış, yayılmacı, maceracı dış politikası çökmüş, ipliği pazara çıkmış, her alanda ağır suçlara batmış, iç çelişki ve çatışmaları büyüyen, iç ve uluslararası alanda destekleri zayıflamış bir AKP iktidarı ile karşı karşıyayız. Canhıraş, 13 yıllık iktidarı döneminde elde ettiği ekonomik, politik, sosyal kazanımlarını yitirmemek için her türlü saldırganlığı kullanan ve iktidardan gitmemek için zorbaca direnen ve direnmeye devam edecek bir iktidarla karşı karşıyayız. 7 Haziran seçimlerini zorbaca iptal eden Saray cuntası, 1 Kasım genel seçimlerinden sonra da aynı direnişini ve zorbalığını sergilemeye devam edecektir. İliklerine dek çürümüş, itibarsız ve manyak mafya şeflerinin eline bakacak kadar yozlaşmış ve düşmüş bir AKP iktidarıdır söz konusu olan…  1946-50’lerden beri, yani “Demokrasiye” geçilmesinden sonra, Türkiye’de böyle bir iktidar bir ilktir. Bu parti ve iktidarı, Amerikancı megolaman ve zalim Mendres’e ve DP’sine rahmet okutacak bir parti ve iktidar! Korkunç suçların altına imzasını atmış, yargılanacağını ve hesap vermekten kaçamayacağını da iyi bilen bir iktidar… Ne demişler: Keser döner sap döner gün gelir devran döner.
Sınır tanımayan bir siyasi ve toplumsal demagoji, proletarya ve halkları, onların öncü kuvvetlerini, dahası kendi zihniyet, politika ve çıkarlarına her aykırı sesi “vatan haini”, “terörist”, “dış güçlerin uzantısı”, “bölücü”, “paralelci”, “milli irade düşmanı” vs. ilan ederek ezmeye, susturmaya çalışan bir terörcü rejimle karşı karşıyayız.
Yasama, yürütme, yargı erklerini, politik iktidar tekeline dayanarak ve açık zorbalıkla, tek yanlı olarak merkezileştiren ve bu merkezileştirme, tekleştirme eylemini de sürekli yetkinleştiren bir partinin yönettiği dinci faşist bir terör rejimiyle karşı karşıyayız. 12 Eylülcü askeri faşist karşı devrimin ürünü olan anayasaya, her ihtiyaç duyduğunda onu da fütursuzca çiğneyen, “neoliberal” kapitalist politikalara, dinsel gericiliğe, dinle, ırkçı milliyetçi, şoven, soykırımcı bir tarih zihniyetiyle ve politikayla zehirlenmiş kitlelere, toplumsal gericiliğe dayanarak iktidar gücünü elde tutmaya çalışan ve gitmemek için açıkça meydan okuyan bir güçle karşı karşıyayız. Bu güç, İslamcı sermayeyi temsil eden, siyasal İslamcı bir gelenekten gelen ve sözde “ılımlı İslam”ı temsil eden bir politik güç. Bir zamanlar liberallerin “demokratik devrim” yaptığını ilan ettikleri, bugün ise arkasından “aldatıldık!”  çığlıkları attıkları bir siyasi parti ve cuntasıyla karşı karşıyayız.
Kitleleri etkilemek için ümmetçilik, ırkçı milliyetçilik, “Neo-Osmanlı”cılık, komşu devletler ve bölge halklarına düşmanlıkla belirlenen yayılmacılık kartlarını elden bırakmadan, çelişkili, eklektik, siyasal güç dengelerine göre şu veya bu “kartı” kullanan, tek ilkesi iktidar olan yozlaşmış bir cunta ve rejimle karşı karşıyayız. Saray cuntasının/AKP iktidarının aşırı saçmalığa varan, mantıksız ve son derece ilkel gözüken çelişkili ideolojik ve kültürel saldırısının toplumsal bir karşılığı vardır ve bu desteğin, gerilemekle birlikte, hala % 40’lara ulaşabilen bir kitle desteği sağlayabildiği gerçeği unutulmamalıdır. Saray cuntası ulusal, toplumsal, tarihsel, konjoktürel faktörleri hesaba katmaktadır. Son derece pragmatik ve tüm etkenleri bir “duygusal vampir” gibi sömürmektedir. Propaganda ve ajitasyonunu, sloganlarını buna göre kurmaktadır. Sofraya sonradan gelmiştir. Ve kendisi dışında başka herhangi bir partinin başaramadığını gerçekleştirerek tek başına 13 yıl kesintisiz iktidar olmayı başarmış olmasından kaynaklanan baş dönmesine de tutulmuş aç kurtlar ordusu olarak dinci sermayenin bu ana politik gücü, çürüyüp gerilemekle birlikte hala küçümsememesi gereken tehlikeli bir güçtür. Ancak dinci faşist partinin ya da cuntanın bu gözü dönük saldırganlığı öz güveninden değil, aksine, gerileyen, güçten düşen, kendi tarihinin en zayıf dönemini yaşayan, kazanımlarını çok ciddi ölçüde yitireceğini gören ve bundan da ölesiye korku duyan bir politik gücün saldırganlığıdır. Bu gerçeği de asla unutmamamız gerekir.
AKP gerçeğinde faşist önder ilkesini ve hiyerarşik yapıyı dinsel tarih ve kutsiyetle de kutsanmış olarak RTE şahsında çarpıcı bir şekilde görmekteyiz. (“Şeytan bir günah işleteceği zaman, işe, bu günahı kutsallık zırhına sarmakla başlar.” –William SHAKESPARE)  O ve partisi, Ortaçağ kafasını modern kapitalist ilişkiler sistemi içerisinde birleştirerek, din sosuna bulanmış tarzda iktidar tekelini şekillendiriyor.  Dinsel gericilik ve milliyetçi gericilikle, “neo-Osmanlıcılık”la ideolojik ve siyasal hegemonyasını ve politik iktidar tekelini güçlendirmeye ya da korumaya çalışıyor. Kutsal devlet, kutsal lider, kutsal parti ve bunların cisimleşmiş iradesi olan kutsal “milli irade”; devletten ve lider RTE’den, AKP iktidarından bağımsız her türlü siyasal ve toplumsal gelişmeye karşı amansız düşmanlık ve saldırı dinsel faşist rejimi belirliyor. Siyasal ve toplumsal yaşamda dinsel gericiliği sürekli geliştirmeye önem veriyor. O israf saray da boşuna kurulmadı. Osmanlı Ocakları da boşuna kurulmadı. Keza, “dindar, kindar”, fetihçi “bir gençlik” yetiştirme olgusundan da görülebileceği gibi, bir de bu yoldan tarihten ve eski kültürden beslenerek kitleleri motive edebilecek yayılmacı, savaşçı, hegemonyacı bireşimler kurup kullanmaktadır… Burada şovenist, savaşçı, hegemonyacı, yayılmacı politika çarpıcıdır. Bu politika ve ideolojik manipülasyon kitlelerin dikkatini iç sorunlardan dış sorunlara kaydırmada, Suriye örneğinde olduğu gibi, provokatif ve demagojik bir şekilde kullanılmaktadır. Ancak 13 yıllık iktidarı sürecinde ideolojik ve siyasi olarak deşifrasyona uğrayan, geniş kitlelerde yeni bir dinamizm uyandıramayan, yeni umutlar vererek kitlesel temelini koruyup genişletecek talep ve hedefler koyamayan bir AKP gerçeğiyle de karşı karşıyayız. Nokta dergisi tarafından yayınlaşmış olan “AKP Günlükleri” bu bakımdan da yararlı veriler sunmaktadır…
Dinci faşist iktidarın topyekün savaşı başlatması, “kamplaştırma” politikasında sistematik ısrarı, açık zorbalıkla her aykırı sesi boğmaya yönelmesi, ırkçı, şoven, milliyetçi slogan ve ajitasyonu öne çıkarmasının gösterdiği gibi Saray cuntası ve partisi bugün kendi tarihlerinin en zayıf dönemini yaşamakta ve “daha fazla devletleşme”, “daha fazla devlet refleksi” göstermenin dışında tutunabileceği bir şey kalmamıştır. Bu bağlamda “Fabrika ayarlarına dönüş” tartışması ve propagandası da ölmüş atı kamçılamaya benzemekte ve bir de geleceğe dönük olarak AKP’ye çekilecek “balans ayarı”nı, Erdoğansız AKP projesine yapılan yatırımı ifade etmektedir, o kadar! Bu bakımdan Arınç’ın son açıklamaları da “manidardır”. 
Saray cuntasının “istikrar” adına, “kamu güvenliği” adınas tek başına kendi iktidarını açık zorbalıkla dayatması, bu amaçla “yaratıcı kaos” politikasını uygulaması, “terörizme karşı mücadele” demagojisiyle zorla tek başına iktidar istemesi, cunta ve partisini iç, bölgesel ve uluslararası arenada yıpratmaya, çevresindeki tecrit çemberini büyütmeye, kitlesel temelini daraltmaya devam etmektedir. Irkçı şoven demagojinin, “şehit cenazeleri”nin, faşist iç savaş kışkırtıcılığının, kirli ve haksız savaşın, başkentin merkezinde 100’ü aşkın işçi ve emekçinin bombalarla katledilmesinin AKP iktidarının beklentisinin aksine, onu daha fazla gözden düşürdüğünü ve düşürmeye de devam edeceğini gösteriyor. Topyekün savaşın devlet ve cunta iktidarının istediği sonucu vermediği, geniş kitleleri, halkları terörize edemediği, esasen başarısızlığa uğradığı açıktır. Devlet ve AKP iktidarının açık terörü, dizginsiz toplumsal demagojisi, her geçen gün daha fazla açığa çıkıyor, daha ziyade de antifaşist mücadele dinamiklerini bileyerek karşı koyma eğilimini güçlendiriyor. Halkların siyasal ve toplumsal nefreti daha da büyüyor. Çünkü hem deveye binip hem de çalı arkasına gizlenilemiyor. “Sosyal patlama” için bardağı taşıracak son damlanın hangi gelişme olacağını ise hiç kimse bilmiyor.
Diktatörlüğün ve AKP iktidarının evdeki hesabının çarşıya uymaması, daha da saldırganlaşmalarına, böylece daha fazla açık vererek daha fazla zaaf göstermelerine yol açmaktadır. Katledilen onurlu ve yiğit bir gerilla kadının çıplak bedeninin sokaklara atılması, HDP’li bir gencin katledilip cenazesinin panzere bağlanıp kent ortasında sürüklenmesi, 35 günlük bir bebenin terörist ilan edilerek kurşunlanıp katledilmesi, cenazesinin günlerce buzdolabında saklanmak zorunda kalınması, mezarların, mezarlarla birlikte cami ve cem evlerinin bombalanarak yıkılması, Ankara’nın merkezinde, devletin 100’zü aşkın barış diyen insanımızı havaya uçurması, IŞİD ile devlet ve Saray cuntasının işbirliğinin çıplak bir şekilde açığa çıkarak artan oranda deşifre olması, baro başkanının zorbaca gözaltına alınması, Hürriyet gibi özel misyon üstlendiği bilinen bir gazetenin bilakis RTE’nin talimatıyla dinci faşist AKP’li paramiliter çeteler tarafından basılıp yakılmak istenmesi,  gazeteci ve aydınların sözde gazeteci ve köşe yazarı görünen Saray cuntasının satılık kalemşörlerinin “havuz medyası”nda fütursuzca ölümle tehdit edilmeleri ya da Ahmet Hakan örneğinde olduğu gibi fiziksel teröre maruz kalmaları, sayısız örnekte görüldüğü gibi, var olan anayasal ve yasal sistemin de hiçe sayılarak TV kanallarının, holdinglerin basılması vb. vb. Ekonomik sıkıntıların, durgunluğun, kırılganlığın gitgide büyümesi, siyasal krizin keskinleşerek büyümesi; Kürt hareketinin her düzeyde kazanımlarının ve uluslararası meşruiyetinin büyümesi, Türkiye ve Kürdistan’ın ve Ortadoğu’nun temel politik sorunu olan politik özgürlük sorununun çözümünü kendini artan oranda dayatması; Rusya’nın Suriye rejiminin çağrısıyla Suriye’de doğrudan askeri operasyonlara başlaması, Rusya-Çin-İran ekseninin aktif olarak öne çıkışı, bu toprakların bir barut fıçısına dönüştürülmüş olması T.C. ve Saray cuntası etrafındaki kuşatmanın arttığını ve daha da artacağını gösteriyor. Emperyalizmin ve bölgesel işbirlikçilerinin eliyle tutuşmuş yanan bir Ortadoğu ve bu yangına bol bol benzin döken Türk egemen sınıfları-devleti-cuntası. Ve kan ve ateşle sınanan kaotik Ortadoğu’nun tam da içinde duran ve bir barut fıçısına dönmüş olan Türkiye!
DEVAM EDECEK     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder