TÜRKİYE, KÜRDİSTAN VE ORTADOĞU
I
Türkiye ve
Kürdistan olağanüstü zamanlardan geçiyor… Siyasal kriz daha da derinleşerek
keskinleşiyor. Türkiye, olağanüstü hal
rejimi ile yönetiliyor. Amerikancı Türk egemen sınıfları, onların egemenlik
aracı işbirlikçi burjuva devlet, devletin başında olan AKP iktidarı olağanüstü
hal ilan etmeden olağanüstü halle Türkiye’yi yönetiyorlar. Açık terörcü bir
rejim iş başında. Dinci faşist terör rejiminin tepesinde darbeci bir elebaşı
oturuyor. “Her zaman zalimlerin arkasında olacağız” diye haykıran ve “Beyaz
toroslar”la Kürt
halkını tehdit eden Saray cuntasının başbakanı Davutoğlu’nun, “iç ve dış
düşmanlarımız sanki Türkiye’de olağanüstü bir hal varmış gibi haince propaganda
yapıyorlar” sözleri, yalnızca gerçeği örtme, “görünmez” hale getirme hedefini
taşımıyor, daha da önemlisi, olağanüstü hal rejimini olağanlaştırmayı hedefliyor. Geniş kitlelerin, proletarya ve halkların
terörize edilmesi söz konusu hedefin aracı olarak kullanılıyor.
Evet, fiili bir darbe rejiminde yaşıyoruz. Bu
gerçek, dinci faşist lumpen elebaşı tarafından “Rejim fiilen değişmiştir!”
açıklamasıyla da çarpıcı bir şekilde dile getirilmişti. Darbeciliğin doğasında
vardır: Önce fiilen darbe yapılır; yasal-hukuki çerçeve ondan sonra gelir ve
inşa edilir… “Tek ayak üzerinde bin yalan savuran” zalimlerin başı megaloman da
bunu açıklıkla ifade etmişti açıklamasının devamında. Dinci faşist politik
rejimin başında RTE liderliğinde bir Saray cuntası bulunuyor...
20 Temmuz
2015 tarihinde 33 canımıza mal olan kanlı Suruç katliamının üzerinden çok da
fazla bir zaman geçmeden, 10 Ekim 2015 tarihinde gerçekleştirilen Ankara Barış
Mitingi’nde, 102 barış savaşçısının toplu olarak alçakça katledilmesi 7 Haziran
seçimlerinin hemen ardı sıra geliştirilen topyekün kirli savaşın çarpıcı bir
görünümüdür. Ankara’nın göbeğinde dinci faşist iktidar ve elebaşısı tarafından
gerçekleştirilen bu toplu katliam, bir yandan faşizm ve sermaye tarafından
Türkiye halklarının ekmek, barış, adalet, özgürlük mücadelesinin ortaklaşmasına izin verilmeyeceğini,
diğer yandan da AKP’nin iktidarını gönüllü olarak bırakmayacağını çarpıcı bir açıklıkla göstermektedir. Ankara katliamıyla dinci faşist terör
rejimi gelişmesinin yeni bir evresine girmiştir. Ve üstelik başkentte,
işbirlikçi egemen sınıfların devletinin tam merkezinde, Türkiye’nin siyasal
tarihinin en büyük toplu katliamı aracılığıyla, tüm topluma ve halklara söz
konusu mesajlar açıkça verilmiştir. Açık ve kesindir, halklara, arkasında MGK’nın bulunduğu topyekun savaşla
dinci faşist terör rejimine tam bir teslimiyet dayatılıyor. İslami dinci faşist
çeteler de birer alet olarak kullanılıyor. İşçi sınıfına, halklara dayatılan
şey açıktır: Ya kırk katır ya da kırk satır! Burada, ölümü gösterip sıtmaya
razı etme saldırı hilesi dikkat çekiyor. Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç
katliamlarında olduğu gibi, Ankara katliamı da devlet ve saray cuntasının kolektif katliamıdır. Ancak söz konusu
vb. saldırı ve katliamların halkların mücadele direncini, iradesini kıramadığı
ise açıktır. Ama bilinir: Rüzgâr eken fırtına biçer!
Kürdistan’ın
dağları, kentleri savaş uçaklarıyla, tanklarla, toplarla, özel savaş
birlikleriyle, yasak bölgelerle vb. kuşatılıp yakılıp yıkılıyor. HDP, kapsamlı
tutuklamalarla, bombalı saldırılarla, canlı bombalarla, tehdit ve katliamlarla
geçtik seçim çalışmalarını, faaliyet yürütemez hale getirilmeye çalışılıyor.
Suruç ve Ankara katliamlarıyla Kürdistan ve Türkiye’nin buluşması, halkların
kardeşleşmesi engellenmeye çalışılıyor. Çünkü dinsel faşist diktatörlük biliyor
ki, Türk ve Kürt halklarının, Doğu ve Batıdaki mücadelelerin birleşmesi, Gezi
ayaklanmasıyla ortaya çıkan dinamiğin, 7 Haziran genel seçimlerinde ortaya
çıkan barış, adalet, özgürlük tablosunun Batıda büyümesi kendi sonlarını
getirecek. İşte aynı zamanda bundan dolayı çığırından çıkmış bir toplumsal
demagoji ve terörle saldırıyorlar. Fakat bilinir: Korkunun ecele faydası
yoktur!
Toplumsal
desteğini ciddi bir şekilde yitirmeye başlamış, yayılmacı, maceracı dış
politikası çökmüş, ipliği pazara çıkmış, her alanda ağır suçlara batmış, iç
çelişki ve çatışmaları büyüyen, iç ve uluslararası alanda destekleri zayıflamış
bir AKP iktidarı ile karşı karşıyayız. Canhıraş, 13 yıllık iktidarı döneminde
elde ettiği ekonomik, politik, sosyal kazanımlarını yitirmemek için her türlü
saldırganlığı kullanan ve iktidardan gitmemek için zorbaca direnen ve direnmeye
devam edecek bir iktidarla karşı karşıyayız. 7 Haziran seçimlerini zorbaca
iptal eden Saray cuntası, 1 Kasım genel seçimlerinden sonra da aynı direnişini
ve zorbalığını sergilemeye devam edecektir. İliklerine dek çürümüş, itibarsız ve
manyak mafya şeflerinin eline bakacak kadar yozlaşmış ve düşmüş bir AKP
iktidarıdır söz konusu olan… 1946-50’lerden
beri, yani “Demokrasiye” geçilmesinden sonra, Türkiye’de böyle bir iktidar bir
ilktir. Bu parti ve iktidarı, Amerikancı megolaman ve zalim Mendres’e ve
DP’sine rahmet okutacak bir parti ve iktidar! Korkunç suçların altına imzasını
atmış, yargılanacağını ve hesap vermekten kaçamayacağını da iyi bilen bir
iktidar… Ne demişler: Keser döner sap döner gün gelir devran döner.
Sınır
tanımayan bir siyasi ve toplumsal demagoji, proletarya ve halkları, onların
öncü kuvvetlerini, dahası kendi zihniyet, politika ve çıkarlarına her aykırı
sesi “vatan haini”, “terörist”, “dış güçlerin uzantısı”, “bölücü”, “paralelci”,
“milli irade düşmanı” vs. ilan ederek ezmeye, susturmaya çalışan bir terörcü
rejimle karşı karşıyayız.
Yasama,
yürütme, yargı erklerini, politik iktidar tekeline dayanarak ve açık
zorbalıkla, tek yanlı olarak merkezileştiren
ve bu merkezileştirme, tekleştirme eylemini de sürekli yetkinleştiren bir
partinin yönettiği dinci faşist bir terör rejimiyle karşı karşıyayız. 12
Eylülcü askeri faşist karşı devrimin ürünü olan anayasaya, her ihtiyaç
duyduğunda onu da fütursuzca çiğneyen, “neoliberal” kapitalist politikalara,
dinsel gericiliğe, dinle, ırkçı milliyetçi, şoven, soykırımcı bir tarih zihniyetiyle
ve politikayla zehirlenmiş kitlelere, toplumsal gericiliğe dayanarak iktidar
gücünü elde tutmaya çalışan ve gitmemek için açıkça meydan okuyan bir güçle
karşı karşıyayız. Bu güç, İslamcı sermayeyi temsil eden, siyasal İslamcı bir
gelenekten gelen ve sözde “ılımlı İslam”ı temsil eden bir politik güç. Bir
zamanlar liberallerin “demokratik devrim” yaptığını ilan ettikleri, bugün ise arkasından
“aldatıldık!” çığlıkları attıkları bir
siyasi parti ve cuntasıyla karşı karşıyayız.
Kitleleri
etkilemek için ümmetçilik, ırkçı milliyetçilik, “Neo-Osmanlı”cılık, komşu devletler
ve bölge halklarına düşmanlıkla belirlenen yayılmacılık kartlarını elden
bırakmadan, çelişkili, eklektik, siyasal güç dengelerine göre şu veya bu
“kartı” kullanan, tek ilkesi iktidar olan yozlaşmış bir cunta ve rejimle karşı
karşıyayız. Saray cuntasının/AKP iktidarının aşırı saçmalığa varan, mantıksız
ve son derece ilkel gözüken çelişkili ideolojik ve kültürel saldırısının
toplumsal bir karşılığı vardır ve bu desteğin, gerilemekle birlikte, hala %
40’lara ulaşabilen bir kitle desteği sağlayabildiği gerçeği unutulmamalıdır. Saray
cuntası ulusal, toplumsal, tarihsel, konjoktürel faktörleri hesaba katmaktadır.
Son derece pragmatik ve tüm etkenleri bir “duygusal vampir” gibi sömürmektedir.
Propaganda ve ajitasyonunu, sloganlarını buna göre kurmaktadır. Sofraya sonradan
gelmiştir. Ve kendisi dışında başka herhangi bir partinin başaramadığını
gerçekleştirerek tek başına 13 yıl kesintisiz iktidar olmayı başarmış
olmasından kaynaklanan baş dönmesine de tutulmuş aç kurtlar ordusu olarak dinci
sermayenin bu ana politik gücü, çürüyüp gerilemekle birlikte hala küçümsememesi
gereken tehlikeli bir güçtür. Ancak dinci faşist partinin ya da cuntanın bu
gözü dönük saldırganlığı öz güveninden değil, aksine, gerileyen, güçten düşen,
kendi tarihinin en zayıf dönemini yaşayan, kazanımlarını çok ciddi ölçüde yitireceğini
gören ve bundan da ölesiye korku duyan bir politik gücün saldırganlığıdır. Bu
gerçeği de asla unutmamamız gerekir.
AKP
gerçeğinde faşist önder ilkesini ve
hiyerarşik yapıyı dinsel tarih ve kutsiyetle de kutsanmış olarak RTE şahsında
çarpıcı bir şekilde görmekteyiz. (“Şeytan bir günah işleteceği zaman, işe, bu
günahı kutsallık zırhına sarmakla başlar.” –William SHAKESPARE) O ve partisi, Ortaçağ kafasını modern
kapitalist ilişkiler sistemi içerisinde birleştirerek, din sosuna bulanmış tarzda
iktidar tekelini şekillendiriyor. Dinsel
gericilik ve milliyetçi gericilikle, “neo-Osmanlıcılık”la ideolojik ve siyasal
hegemonyasını ve politik iktidar tekelini güçlendirmeye ya da korumaya
çalışıyor. Kutsal devlet, kutsal lider, kutsal parti ve bunların cisimleşmiş
iradesi olan kutsal “milli irade”; devletten ve lider RTE’den, AKP iktidarından
bağımsız her türlü siyasal ve
toplumsal gelişmeye karşı amansız düşmanlık ve saldırı dinsel faşist rejimi
belirliyor. Siyasal ve toplumsal yaşamda dinsel gericiliği sürekli geliştirmeye
önem veriyor. O israf saray da boşuna kurulmadı. Osmanlı Ocakları da boşuna
kurulmadı. Keza, “dindar, kindar”, fetihçi “bir gençlik” yetiştirme olgusundan
da görülebileceği gibi, bir de bu yoldan tarihten ve eski kültürden beslenerek kitleleri
motive edebilecek yayılmacı, savaşçı, hegemonyacı bireşimler kurup kullanmaktadır…
Burada şovenist, savaşçı, hegemonyacı, yayılmacı politika çarpıcıdır. Bu
politika ve ideolojik manipülasyon kitlelerin dikkatini iç sorunlardan dış
sorunlara kaydırmada, Suriye örneğinde olduğu gibi, provokatif ve demagojik bir
şekilde kullanılmaktadır. Ancak 13 yıllık iktidarı sürecinde ideolojik ve
siyasi olarak deşifrasyona uğrayan, geniş kitlelerde yeni bir dinamizm
uyandıramayan, yeni umutlar vererek kitlesel temelini koruyup genişletecek
talep ve hedefler koyamayan bir AKP gerçeğiyle de karşı karşıyayız. Nokta
dergisi tarafından yayınlaşmış olan “AKP Günlükleri” bu bakımdan da yararlı
veriler sunmaktadır…
Dinci faşist
iktidarın topyekün savaşı başlatması, “kamplaştırma” politikasında sistematik ısrarı,
açık zorbalıkla her aykırı sesi boğmaya yönelmesi, ırkçı, şoven, milliyetçi
slogan ve ajitasyonu öne çıkarmasının gösterdiği gibi Saray cuntası ve partisi
bugün kendi tarihlerinin en zayıf dönemini yaşamakta ve “daha fazla
devletleşme”, “daha fazla devlet refleksi” göstermenin dışında tutunabileceği
bir şey kalmamıştır. Bu bağlamda “Fabrika ayarlarına dönüş” tartışması ve propagandası
da ölmüş atı kamçılamaya benzemekte ve bir de geleceğe dönük olarak AKP’ye
çekilecek “balans ayarı”nı, Erdoğansız AKP projesine yapılan yatırımı ifade
etmektedir, o kadar! Bu bakımdan Arınç’ın son açıklamaları da “manidardır”.
Saray
cuntasının “istikrar” adına, “kamu güvenliği” adınas tek başına kendi
iktidarını açık zorbalıkla dayatması, bu amaçla “yaratıcı kaos” politikasını
uygulaması, “terörizme karşı mücadele” demagojisiyle zorla tek başına iktidar
istemesi, cunta ve partisini iç, bölgesel ve uluslararası arenada yıpratmaya, çevresindeki
tecrit çemberini büyütmeye, kitlesel temelini daraltmaya devam etmektedir.
Irkçı şoven demagojinin, “şehit cenazeleri”nin, faşist iç savaş
kışkırtıcılığının, kirli ve haksız savaşın, başkentin merkezinde 100’ü aşkın
işçi ve emekçinin bombalarla katledilmesinin AKP iktidarının beklentisinin
aksine, onu daha fazla gözden düşürdüğünü ve düşürmeye de devam edeceğini
gösteriyor. Topyekün savaşın devlet ve cunta iktidarının istediği sonucu
vermediği, geniş kitleleri, halkları terörize edemediği, esasen başarısızlığa
uğradığı açıktır. Devlet ve AKP iktidarının açık terörü, dizginsiz toplumsal demagojisi,
her geçen gün daha fazla açığa çıkıyor, daha ziyade de antifaşist mücadele
dinamiklerini bileyerek karşı koyma eğilimini güçlendiriyor. Halkların siyasal
ve toplumsal nefreti daha da büyüyor. Çünkü hem deveye binip hem de çalı
arkasına gizlenilemiyor. “Sosyal patlama” için bardağı taşıracak son damlanın
hangi gelişme olacağını ise hiç kimse bilmiyor.
Diktatörlüğün
ve AKP iktidarının evdeki hesabının çarşıya uymaması, daha da
saldırganlaşmalarına, böylece daha fazla açık vererek daha fazla zaaf
göstermelerine yol açmaktadır. Katledilen onurlu ve yiğit bir gerilla kadının
çıplak bedeninin sokaklara atılması, HDP’li bir gencin katledilip cenazesinin
panzere bağlanıp kent ortasında sürüklenmesi, 35 günlük bir bebenin terörist
ilan edilerek kurşunlanıp katledilmesi, cenazesinin günlerce buzdolabında
saklanmak zorunda kalınması, mezarların, mezarlarla birlikte cami ve cem
evlerinin bombalanarak yıkılması, Ankara’nın merkezinde, devletin 100’zü aşkın
barış diyen insanımızı havaya uçurması, IŞİD ile devlet ve Saray cuntasının
işbirliğinin çıplak bir şekilde açığa çıkarak artan oranda deşifre olması, baro
başkanının zorbaca gözaltına alınması, Hürriyet gibi özel misyon üstlendiği
bilinen bir gazetenin bilakis RTE’nin talimatıyla dinci faşist AKP’li paramiliter
çeteler tarafından basılıp yakılmak istenmesi, gazeteci ve aydınların sözde gazeteci ve köşe
yazarı görünen Saray cuntasının satılık kalemşörlerinin “havuz medyası”nda
fütursuzca ölümle tehdit edilmeleri ya da Ahmet Hakan örneğinde olduğu gibi
fiziksel teröre maruz kalmaları, sayısız örnekte görüldüğü gibi, var olan
anayasal ve yasal sistemin de hiçe sayılarak TV kanallarının, holdinglerin
basılması vb. vb. Ekonomik sıkıntıların, durgunluğun, kırılganlığın gitgide
büyümesi, siyasal krizin keskinleşerek büyümesi; Kürt hareketinin her düzeyde
kazanımlarının ve uluslararası meşruiyetinin büyümesi, Türkiye ve Kürdistan’ın
ve Ortadoğu’nun temel politik sorunu olan politik özgürlük sorununun çözümünü
kendini artan oranda dayatması; Rusya’nın Suriye rejiminin çağrısıyla Suriye’de
doğrudan askeri operasyonlara başlaması, Rusya-Çin-İran ekseninin aktif olarak
öne çıkışı, bu toprakların bir barut fıçısına dönüştürülmüş olması T.C. ve
Saray cuntası etrafındaki kuşatmanın arttığını ve daha da artacağını
gösteriyor. Emperyalizmin ve bölgesel işbirlikçilerinin eliyle tutuşmuş yanan
bir Ortadoğu ve bu yangına bol bol benzin döken Türk egemen
sınıfları-devleti-cuntası. Ve kan ve ateşle sınanan kaotik Ortadoğu’nun tam da
içinde duran ve bir barut fıçısına dönmüş olan Türkiye!
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder