5)Yeni
Tipte Ayrıcalıklı Küçük Burjuva Tabakanın Doğuşunda Yeni
Ücret Politikasının Rolü
SSCB’de
1920’li yıllar sosyalist sanayileşme politikasının zafer
kazandığı yıllar oldu. 1930’lu yıllar kırda kulak sınıfının
tasfiye edildiği, Rusya kırına egemen olan küçük meta
ekonomisinin ezici bir şekilde son bulduğu, tarımın sosyalist
temelde büyük bir başarıyla örgütlendiği yıllar oldu. Yeni
bir proletarya şekillenmişti. Yeni bir köylülük doğmuştu.
Yeni, eskinin bağrında sınıf mücadelesi ekseninde dal budak
salıyordu. Sosyalizm, geri bir köylü ülkesinde, emperyalist
kuşatma altında inşa ediliyordu.
Rusya’da
devrimin zaferi ve sosyalist inşa yoluna giriş, tarihin olağan
gelişme yolunda bir sapma, istisnai bir olgu değildi. Aksine,
çağımızın karakterinden kaynaklanan olağan tarihsel gelişmenin,
tipik olanın yansımasıydı. Rusya somutunda ortaya çıkan
olağanüstü zorluklar, Rusya’nın devrimci olağan gelişme
yolunda ortaya çıkan olgulardı.
Geri
bir ülkede, tarihte ilk defa ve tek başına sosyalizm yolunda
yürümenin ve karşılaşılan olağanüstü zorlukların, inşa
sürecinde belirlenen ve uygulanan politikalar üzerinde doğrudan
etkisi olmaması düşünülemezdi ve düşünülemez de.
Gerçek
durumdan kopmadan hızlı bir tarzda sanayileşmek, hızlı bir
tempoda tarımda ikinci bir Ekim Devrimi’ni örgütlemek
gerekiyordu.* Üstelik 30’lu yıllarda yeni bir emperyalist
genel savaş tehlikesi ve faşizm hızla yükseliyordu. SSCB
proletaryası, emperyalist ve faşist canavarların savaştan
yararlanarak sosyalizmi yıkma strateji ve taktiklerinin de somut
olarak bilincindeydi. Bu tablo içerisinde yeni, Stalin ve
Parti önderliğinde, hızla yaşamın dört bir yanında başarıyla
inşa ediliyordu. Ama tarihten devralınan eskinin etkileri özellikle
de ideolojik- kültürel alanda, zihinlerde, alışkanlıklarda hala
canlıydı. SSCB devasa bir sanayi ülkesi haline geliyordu, ama
mujikliğin etkisi hala canlıydı ve eskinin kalıntıları
bin bir biçimde direniyordu.
Yeninin
inşası sürecinde ortaya çıkan maddi teşvik, parça başına
ücret, yüksek ücret ve prim ödemeleri uygulamalarında da bunu
görmek tümüyle mümkündür.
Bu
yöntemler, Rusya gibi üretici güçlerin ve kültürün geri
olduğu, I. Emperyalist Savaşın yıkımından, iç savaşlar
sürecinden geçmiş, ekonomisi mahvolmuş, bin bir zorluk ve yokluk
altında sosyalizmi kurmaya çalışan bir ülkede kaçınılmazdı.
Dahası, 30’lu yılların gerçekleri içerisinde de bu vb.
yöntemler bir ölçüde kaçınılmazdı.
Önce
Lenin’i hep birlikte dinleyelim:
“Sorunun
özünü ele aldığımızda ise-tarihte hiçbir yeni
üretim tarzının, uzun bir başarısızlıklar, hatalar, geri
tepmeler dizisi olmadan bir çırpıda kök saldığı
görülmüş müdür…
“Fakat
biz ütopist değiliz ve burjuva ‘argümanlar’ın gerçek
değerini biliyoruz, geleneklerde eskinin izlerinin devrimden sonra
belli bir süre yeninin embriyoları karşısında ağır basacağını
da biliyoruz. Yeni henüz ortaya çıkmışsa, belli bir süre eski
hep daha güçlü kalır, bu hep böyledir, gerek doğada gerekse de
toplumsal yaşamda. Yeninin embriyolarının zayıf olmasıyla alay
etmek, ucuz entelektüel kuşkuculuğu vb. şeyler, bütün bunlar
aslında burjuvazinin proletaryaya karşı sınıf mücadelesinin
yöntemleridir, sosyalizme karşı kapitalizmi savunmasıdır. Yenin
embriyonlarını özenle incelemeli, onlara en büyük itinayı
göstermeli, gelişimini tüm olanaklarla teşvik etmeli ve bu zayıf
embriyonları ‘beslemeliyiz’.”(Seçme Eserler, Cilt 9, s.
474-475, iba.)
Lenin
bu açıklamaları “komünist cumartesiler” deneyimini incelerken
yapar.
Eski
ve yeni ilişkisinde diyalektik böyle işliyor. Demek ki bazı
durumlarda “Sosyalist dönüşümleri gerçekleştirme
yöntemlerinin seçiminde tavizler verilmesi bilinmeliydi”
(Stalin, Eserler Cilt 15, s. 267, ika.-İtalikler kitaba ait-); bunun
tek koşulu, eskiye ait bazı yöntem ve biçimlerin kullanılmasının
zorunlu olduğu durumlarda en temel şey, proletaryanın önderlik
rolünün sıkı sıkıya korunmasıdır.
1921-28
arası dönemde uygulanan NEP (“Yeni Ekonomik Politika”),
proletarya diktatörlüğü altında devlet
kapitalizmi uygulamasıydı. Yanı sıra, eski burjuva aydın
tabakanın yüksek ücret ve ayrıcalıklarla satın alınarak
kullanılması gereksinimi de zorunlu bir uygulamaydı. Parça başına
ücret, yüksek ücretler, maddi teşvikler gibi yöntemler de
kapitalizmden alınan yöntemlerdi. Tüm bunların temelinde yatan
şey ise, üretici güçlerin geriliğiydi, bu temele bağlı
olarak da kültürel gerilikti. Tüm bunların
temelinde geri bir ülkede, emperyalist kuşatma altında, tek başına
ve tarihte ilk kez sosyalizmi kurmanın doğal ve kaçınılmaz
zorlukları, çözülmesi gereken zorlukları duruyordu. Eğer Rusya
gibi geri bir ülkede sosyalizm inşa edilecekse, ilk dönemlerde,
kalıcı olmayacak (geçici) tedbirler bağlamında, bu
uygulamalar kaçınılmaz ve anlaşılır uygulamalardır. Bu vb.
meseleler ucuz ajitasyonla, sol gevezeliklerle, masa başı üretilmiş
hayali senaryolar ve sözde fikirlerle çözülemez(di). Lenin ve
Stalin etrafında kenetlenmiş olan Bolşevikler bunu bilecek kadar
da donanımlıydılar.
Proletarya,
sosyalizmi ancak nesnel koşulları dikkate alarak
kurabilirdi. İstekler, temenniler ve hedefler, nesnel koşullar, iç
ve uluslararası politik durum görmezden gelinerek
pratikleştirilemezdi. Yeni, beyaz bir sayfa açılmıştı. Ama
eskinin doğum izleri, lekeleri, eşitsizlik ve gerilikleri hemen ve
doğrudan yok edilemezdi. En nihayetinde proletarya, eskiden
devraldığı malzemeden yola koyularak yeniyi kuracaktı(r). Sınıf
mücadelesinde, lekesiz, idealize edilmiş, ütopik gelişme yolu
tarihsel gerçeklere, maddi-toplumsal gerçeklere, hareketin
diyalektiğine aykırıdır. Aksini ancak dar kafalı aydınlar,
aklını hijyenle bozmuş ya da bilimsel sosyalizmi içselleştirememiş
bireyler, akımlar savunabilir. Açık ki, kapitalizmden komünizme
geçiş sürecinde, geçmişten devralınmış eskinin kir ve pasını,
eşitsizlik ve geriliklerini bir dokunuşta yok edecek sihirli bir
asa ise ne icat edilmiştir ne de icat edilecektir. Yeniden
hatırlatalım:
“Sorunun
özünü ele aldığımızda ise- tarihte hiç yeni bir üretim
tarzının, uzun bir başarısızlıklar, hatalar, geri tepmeler
dizisi olmadan bir çırpıda kök saldığı görülmüş müdür?”
(Lenin)
SSCB’de
inşa ve restorasyon sürecine ve sorunlarına Lenin’in bu
perspektifinden bakmak lazım. Keza ücretler politikası için de bu
perspektif geçerlidir.
1928
yılına gelindiğinde NEP politikası işlevini tükettiği için
son buldu.
1930’larda
proleter ve emekçilerden gelme yeni bir aydın kuşağı,
teknik ve kültürel seviyesi yüksek bir aydın tabakası
yetiştirilmiştir. Bu süreç aynı zamanda eski burjuva aydın ve
uzmanlar tabakasına duyulan gereksinimin ortadan kalktığı bir
süreç oldu. Böylece bu kesime zorunlu olarak
ödenen bedeli oluşturan yüksek ücret ve ayrıcalıklara da son
verildi. Sosyalizmin ürünü olan yeni aydın kuşağın
yetiştirilmesi, sosyalist inşa sürecinin dev kazanımlarından
birisiydi.** Bu başarı, sosyalizmin gücünün,
dinamizminin, yeni bir hayatı kurmadaki yeteneğinin en çarpıcı
ve tarihte de ilk örneğidir.
Bu
hatırlatmalardan sonra SSCB’de ücret politikasına eğilirken
öncelikle birkaç olguyu incelememiz gerekmektedir.
Birinci
nokta: Ekim Devrimi’nin hemen ardından eşitlikçi bir ücret
politikasına geçilemezdi. Koşullar buna uygun değildi; “Burada,
kendi temelleri üzerinde gelişmiş değil,
tersine kapitalist toplumdan çıkmış komünist bir toplum
söz konusudur; dolayısıyla, ekonomik, ahlaki, entelektüel olarak,
her bakımdan, hala bağrından çıktığı eski toplumun damgasını
taşır.” (Marks-Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının
Eleştirisi, s. 28, italikler Marks’a ait, Sol Yay.) Bu gerçeği
unutmamak gerekir.
Olgunlaşmamış
komünizm olan sosyalizm aşamasında bölüşüm alanında
geçerli ilke “herkesten yeteneğine herkese emeğine göre”
ilkesidir. Ve burada söz konusu olan “eşit hak, hala -
ilke olarak - burjuva bir haktır”, “bu eşit
hak, hala burjuva sınırlar içerisinde kalmaktadır.
Üreticilerin hakkı, sağladıkları emekle orantılıdır;
gerçekte, ölçümün aynı ölçütte, emek ile yapılmasından
ileri gelmektedir.” (age, s. 29, iMa.)
Sosyalizmde
(komünist toplumun 1. aşamasında) sömürü ortadan
kaldırılmıştır. Temel üretim araçları toplumsal mülkiyet
(tüm halkın mülkiyeti) haline getirilmiştir. İşgücü meta
olmaktan çıkmıştır. Parasız sosyal hizmetlerden herkes eşit
bir şekilde yararlanmaktadır. Eşitlik bu bağlamda ve bu ölçüde
tüm halk nezdinde gerçek bir eşitliktir. Ama kafa emeği ile kol
emeği, kalifiye emek ile kalifiye olmayan emek, fiziksel ve zihinsel
olarak üstün olanla olmayan arasındaki vb. farklılıklar ve
eşitsizlikler henüz devam etmektedir.
Evet,
herkes yetenek ve emeği oranında ücret almaktadır, eşit işe
eşit ücret politikası uygulanmaktadır, herkesin çalışma hakkı
güvence altına alınmıştır. Ama bu henüz hukuki eşitliktir ve
gerçekte henüz fiili eşitsizlikler sürmektedir.
Dolayısıyla, komünizmin ilk aşamasında hemen ve doğrudan
ücretlerin eşitliği uygulanamaz. Bu kusur, kapitalizmden alınmış
olumsuz bir mirastır. “Gerçekte yaşam bize her adımda, doğada
olduğu kadar toplumda da, yeninin içinde eskinin de kalıntılarını
gösterir. Ve Marx keyfi biçimde komünizmin içine bir parça
‘burjuva’ hukuku sokmadı aksine kapitalizmin bağrından
çıkan bir toplumda ekonomik ve politik olarak kaçınılmaz
olanı aldı.” (Lenin, Devlet ve Devrim, s. 118, italikler Lenin’e
ait.)
Üretici
güçlerin ve kültürün gelişmesi komünizmin üst aşamasına
geçmeye elverince, “herkesten yeteneğine, herkese emeğine göre”
ilkesi aşılmış, böylece, “herkesten yeteneğine, herkese
gereksinimine göre” ilkesi yaşam bulmuş olacaktır. Bu
bağlamda, her türden fiili toplumsal-ekonomik eşitsizlikler
ortadan kalkacağı için, paylaşım ve tüketim alanında da
eskinin yeni dönemdeki kalıntısı olan dar burjuva eşitlik hukuku
da asar-ı atika müzesine atılmış olacaktır.
Marks
şöyle der:
“Komünist
toplumun daha yüksek bir aşamasında, bireylerin iş bölümüne
köleleştirici bağımlılıkları ve bu arada zihinsel emekle
bedensel emek arasındaki karşıtlık sona erdiği zaman; emek artık
yalnızca bir geçim aracı değil, ama kendisi yaşamsal gereksinim
olduğu zaman; bireylerin çok yönlü gelişmeleri, üretken
güçlerini de arttırdığı ve kooperatif zenginliğin bütün
kaynakları gürül gürül fışkırdığı zaman- ancak o zaman
burjuva hukukunun dar ufukları tümüyle aşılabilir ve toplum,
bayraklarının üstüne şunu yazabilir: ‘Herkesten yeteneğine
göre, herkese gereksinimine göre!’”(Gotha ve Erfurt
Programlarının Eleştirisi, s. 30, Sol Yay.)
SSCB,
sosyalist bir ülkedir. Komünizmin ilk aşaması olan sosyalizm
evresindedir. Sosyalizmin de ilk deneyimdir. Üstelik en ideali
olduğunu ya da daima en idealini oluşturacağını
da kimse ileri süremez. SSCB’de herkesten yeteneğine, herkese
emeğine göre ilkesi yürürlüktedir. Bu ilke, 1936 anayasasında
da yer almaktadır. Ama biliyoruz ki, söz konusu ilke, burjuvasız
burjuva hukukunu ifade etmektedir. Hukuki eşitsizlik fiili
eşitsizliği de içermektedir. Dolayısıyla kapitalizmden
komünizme geçiş süreci, genel olarak toplumsal nitelikteki fiili
eşitsizliklerin, o arada, ücret politikası alanındaki her türlü
eşitsizliğin de giderek azaldığı, giderek silinmeye yüz tuttuğu
ve son tahlilde silindiği süreci ifade etmektedir.
SSCB’de
yanlış olan şey ücret makasının sürekli açılması,
gelir dağılımındaki farklılaşmanın büyümesi,
aristokratik, teknokratik, bürokratik, entelektüel ayrıcalıklı
bir tabakanın doğması ve bu ayrıcalıklı tabakanın giderek yeni
tip burjuva karşı devrimi örgütlemesidir.
20’li
ve 30’lu yıllarda anlaşılır olabilen bu uygulamalar, geçicilik
perspektifiyle ele alınmalıydı. Sosyalist insan, işçi ve
emekçiler böylesine bir perspektiften ideolojik ve
kültürel olarak hazırlanmalı ve özellikle
45’ler sonrası ücret ve gelir dağılımı
alanındaki farklılıkları azaltan bir politikayla
yürünmeliydi.
Bu
olgu da ideolojik ve kültürel devrimin dolaysız konusu olmalıydı.
Ama ne yazık ki, geçici gözüken şey SSCB’de giderek
kalıcılaşmış, genelleştirilmiş, teori, ilke, strateji
katına çıkartılmıştır. 1954 yılında çıkarılan
“Politik Ekonomi Ders Kitabı, C. II” de bunun kanıtıdır.
İkinci
nokta: Sömürücü toplumlarda çalışma, toplumun onda dokuzunu
oluşturan emekçilerin sömürülmesinin, kültürsüzleşmesinin,
aşağılanmasının, sefalet koşulları içerisinde
yabancılaşmasının aracı olmuştur. Emek ve emekçilik, fiziki
çalışma hep aşağılanmıştır. Bundan dolayı çalışma
–sömürüye dayalı toplum biçimlerinin doğuşundan beri-
emekçiler için kölelik, toprak köleliği ve ücretli kölelik
demek olagelmiştir. Emekçilerin saflarında bir yandan da çalışmaya
karşı bir nefret duygusu gelişmiştir.
Oysa
sosyalizm, sömürüyü, özel mülkiyeti ortadan kaldırarak,
“yüzlerce yıldır başkaları için çalışmanın, sömürücüler
için zoraki çalışmanın ardından kendisi için çalışma
olanağı”nı yaratıyor, “hem de modern tekniğin ve kültürün
tüm kazanımlarına dayanan bir çalışma” (Lenin) olarak.
Sosyalizmde çalışma, bilimsel, teknik ve kültürel yetenekleri
geliştirmenin, yeni bir toplum ve insan tipi yaratmanın, toplumsal
ve bireysel ilerlemenin, güven dolu ve zevkli bir yaşam tarzının,
özgürleşmenin aracıdır.
Tarihte
ilk kez SSCB’de emek ve çalışma onurlu bir
yaşam tarzı ve bir kahramanlık derekesine yükseltilmiş ve
toplumsal bakımdan saygınlığını kazanmıştır. Sosyalizm işi,
emeği bir kahramanlık, ortak onurlu toplumsal bir değer haline
yükseltmiştir. Böylece çalışma, giderek adım adım, bilinçli,
gönüllü, zevkli hale gelmeye başlamıştır. Emek üretkenliğini
kapitalizmle kıyaslanmayacak kadar yükselterek (kapitalizmin birkaç
asırda yaratabildiği emek üretkenliğinin SSCB’de birkaç on
yılda yaratıldığını hatırlayalım), yeni tipten bir iş
disiplini yaratmayı da başarmıştır. Bu kazanım dev bir tarihsel
ve toplumsal kazanımdı(r). Devrimci proletaryanın unutulmaz ve yol
gösterici kazanımlarından birisidir.
Çalışmaya
karşı emekçi kitlelerde tarihsel ve toplumsal olarak oluşmuş
olan önyargı ve zaafları, kuşkusuz ki, bir çırpıda aşmak
mümkün değildi. Bu sorunun çözümü tüm bir tarihsel ve
toplumsal geçiş sürecinin sorunudur. SSCB deneyimi de bunu
kanıtlıyor.
Her
üretim tarzı, kendi karakterine uygun bir emek üretkenliği ve iş
disiplini yaratmıştır. Sosyalizm-Komünizm de bu tarihsel gelişme
yasasına bağlı şekillenecektir. Lenin, komünist çalışmayı
şöyle açıklar:
“Sözcüğün
dar, tam anlamında komünist çalışma, toplum için, belirli bir
görevi yerine getirmek için, belirli ürünler üzerinde hak
kazanmak amacıyla yerine getirilmeyen ücretsiz çalışmadır,
önceden saptanmış, yasal normlara göre değil, normsuz, ücret
beklemeksizin, ücret üzerine bir anlaşma olmaksızın gönüllü
çalışmadır, kamu yararı için çalışma alışkanlığıyla ve
kamu yararı için çalışma gerekliliğiyle ilgili (alışkanlık
haline gelmiş) anlayışla yerine getirilen çalışmadır, sağlıklı
bir organizmanın gereksinimi olarak çalışmadır.” (Seçme
Eserler Cilt 9, s. 485)
Sınıf
mücadelesinin, sosyalizmin, toplumsal gelişmenin çıkarları için
karşılık beklenmeden, bilinçli ve gönüllü yapılan
çalışmadır komünist çalışma ve iş disiplini. Bu bakımdan
Lenin, 10 Mayıs 1919 da Moskova-Kazan Hattı Demiryolu İşçileri
tarafından düzenlenen ilk komünist Sbotniki son derece önemser.
O, şöyle yazar:
“…
İşçilerin kendi inisiyatifleriyle düzenledikleri komünist
sbotnikler bu bakımdan neredeyse dev bir öneme sahiptir.
Anlaşılan bu sadece bir başlangıçtır, ama bu başlangıcın
önemi olağanüstü büyüktür. Bu burjuvaziyi devirmekten daha
zor, daha önemli, daha radikal, daha tayin edici bir devrimin
başlangıcıdır, çünkü bu, kendi ataleti ve dizginsizliği
üzerinde, küçük burjuva egoizmi üzerinde, lanet olası
kapitalizmin işçilerle köylülere miras bıraktığı bu
alışkanlıklar üzerinde bir zaferdir. Bu zafer sağlamlaştığında,
yeni toplumsal disiplin, sosyalist disiplin o zaman ve ancak o zaman
yaratılmış olacaktır, o zaman ve ancak o zaman kapitalizme
geri dönüş olanaksız olacaktır, komünizm gerçekten
yenilmez olacaktır.” (age., s. 459-460, italikler bana ait.)
“Daha
önce bir çok kez … dikkat çektiğim gibi, proletarya
diktatörlüğü sömürücülere karşı sadece şiddet değildir,
hatta esas olarak bile şiddet değildir. Bu devrimci şiddetin
ekonomik temeli, hayatiyetinin ve başarısının garantisi,
proletaryanın, kapitalizmle karşılaştırıldığında, emeğin
toplumsal örgütlenişinin daha üst tipini temsil etmesi ve
gerçekleştirmesidir. Önemli olan budur. Komünizmin kaçınılmaz
tam zaferinin güç kaynağı ve güvencesi budur.” (age., s. 468)
“
‘Komünist sbotnikler’ tam da, emek üretkenliğini geliştirmede,
yeni bir çalışma disiplinine geçişte, sosyalist ekonomik
koşulların ve yaşam koşullarını yaratmada işçilerin bilinçli
ve gönüllü inisiyatifini bize gösterdikleri için büyük
tarihsel öneme sahiptir.” (age., s. 473)
“
‘Komünist sbotnikler’ , kesinlikle özellikle iyi koşullarda
bulunmayan işçiler tarafından, aralarında uzman olmayan vasıfsız
işçilerin de bulunduğu, alışılmış, yani en zor
koşullarda yaşayan çeşitli mesleklerden işçiler tarafından
başlatıldığı için çok önemlidir.” (age., s. 475, iLa.)
“
Ve şimdi bu açlık çeken işçiler burjuvazinin Menşeviklerin ve
Sosyal Devrimcilerin karşı devrimci ajitasyonu atmosferi altında
‘komünist sbotnikler’i örgütlüyor, hiç ödemesiz
fazla mesai yapıyor ve yorgun, yıpranmış ve yetersiz beslenmeden
dolayı bitkin olmalarına rağmen emek üretkenliğinde müthiş
bir artış sağlıyorlar. Bu en büyük kahramanlık değil
midir? Bu dünya çapında öneme sahip bir değişikliğin
başlangıcı değil midir?” (age., s. 476, iLa.)
Konunun
öneminden dolayı yukarıdaki alıntıları aktardık.
Yeni
bir dünya kurmada proletaryanın sınıf mücadelesinin somut bir
biçimi olan, komünizme doğru yürüyüş ve geçişte belirleyici
olan şey tam da “komünist cumartesiler” ruhudur.
1919’da patlak veren bu ruh ve eylem, Lenin tarafından derinden
kavranmıştır. Bu bilinç ve psikoloji giderek SSCB tarafından
geliştirilmeye çalışılmış ve bu doğrultuda yüz binleri,
milyonları etkileyen bir hareket yaratılmıştır. Kapitalist
toplumla kıyaslanması bile abes olacak yeni tarz ve tipte emek
üretkenliği ve iş disiplinini SSCB proletaryasının pratiği
yaratmış ve enternasyonal proletaryanın hazinesine katmıştır.
Kentlerin
ve kırların sosyalist inşası, yüksek teknik ve kültür, on
milyonların parti önderliğindeki kitlesel seferberliğinin ürünü
olmuştur. Atasözünde denildiği gibi: “Yiğidi öldür ama
hakkını yeme.”
SSCB’de
sosyalist inşa süreci içerisinde ekonomik bakımdan ayrıcalıklı
bir tabakanın doğuşu ve yükselişi ise bu tablonun öteki yüzünü
oluşturuyordu.
Sosyalist
inşa sürecinin temel gereksinimi “komünist cumartesiler”
ruhudur; ancak SSCB’de bu bilinç ve ruhun giderek
durağanlaşıp sönmeye yüz tuttuğunu, bu olgunun da
ayrıcalıklı yeni tip küçük burjuva bürokratik katmanın
yükselişiyle ve bürokratik çürümeyle bağlı
olduğunu vurgulamak isteriz.
Üçüncü
nokta: Stalin, “1929 Kapitalizmin Büyük Bunalımı ve Sovyet
Ekonomisi” isimli yapıtında , “işçi ücretleri”
sorununu ele alır. 23 Haziran 1931 yılında “Yeni Bir Durum, Yeni
Ekonomik Kuruluş Çabaları Sanayi Yöneticileri Konferansında
Verilen Söylev”inde sosyalist sanayinin yeni sorunlarını inceler
ve çözümler önerir. Stalin bu konuşmasında haklı olarak küçük
burjuva eşitlikçi anlayış ve uygulamaları eleştirir.
İşletmelerdeki “işgücü dalgalanması”nın ekonomik gelişmeyi
ve ekonomik planlamayı olumsuz yönde etkilediğini vurgular. Bu
durumun işletmelerde değişmez kadrolar oluşturmayı
engellediğini, oysa “bu yönetici işçi toplulukları üretimin
ana zincirini oluştur”duğunu dolayısıyla bu istikrarsızlığa
bir son vermek gerektiğine dikkat çeker. İşsizlik yok edildiği
için işgücü gereksinimini karşılamak amacıyla “kolhozlarla
sözleşme yapma” uygulamasına geçmek gerektiğini saptar. Ücret
eşitliği politikasının nitelikli iş ile niteliksiz iş, zor işle
kolay iş arasındaki farklılığı önemsemediği, böylece
nitelikli kalifiye işgücünün ilerlemek için istek duymadığını,
niteliksiz işgücünün de ilerlemek için istek göstermediğinin
altını çizer.
Stalin’inin
söylediklerini hep birlikte okuyalım:
“
‘Eşitlik’ bizi öyle bir duruma getirmiştir ki, nitelikli
olmayan bir işçinin nitelikli bir işçi düzeyine yükselmesinde
hiçbir çıkarı yoktur.
“İşçi,
o zaman ilerleme isteğini duymamaktadır. İşçi bundan dolayı
çalışırken kendini göçebe gibi hisseder, geçici bir zaman
‘harçlığını çıkarmak’ için çalışır; sonra da ‘şansını
denemek’ için başka bir yere çekip gider.
“Eşitlik,
nitelikli bir işçiyi, nitelikli işi en uygun biçimde
değerlendiren işletmeyi bulabilmesi için bir işletmeden ötekine
geçmeye zorlar.
“Bunun
sonucu olarak, işçilerin bir işletmeden ötekine atlamaları gibi
bir durum sürekli bir işgücü dalgalanması ortaya çıkarır.
“Bu
hastalığın kökünü kazımak için, nitelikli iş ile nitelikli
olmayan ve zor işle kolay iş arasındaki farkı göz önüne alan
bir tarife sistemi gerekir.”
“Sonuçta
tarife sistemini, işin niteliğini hesaba katmadan eşitlik ilkesi
üzerine kuranlar Marksizm Leninizmden sapmış oluyorlar.
“İşletmelerimizde
değişmez kadrolar oluşturmak istiyorsak, önce her işletmede her
atölyede bulunan yönetici işçileri üretime bağlamamız gerekir.
“Bu
yönetici işçi toplulukları, üretimin ana zincirini
oluşturmaktadırlar. Bunları işletmeye, atölyeye bağlamak, işçi
personelinin dondurulmasını sağlayacak ve iş gücü
dalgalanmalarına son verecektir.
“Fakat
bunları işletmeye nasıl bağlamalı? Onların işlerinde
ilerlemeleri, ücretlerin yükseltilmesi, ücretlerinin yeteneklerine
göre düzenlenmesiyle…
“İlerleme
ve ücretlerinin arttırılmasından ne anlatılmak istenmektedir?
“Bunun
anlamı nitelikli olmayan işçilere yeni ufuklar açmak, onları
harekete geçirmek ve nitelikli işçiler düzeyine çıkmalarını
sağlamak için itmektir.
“Bugün
yüz binlerce, milyonlarca nitelikli işçiye gerek duyduğumuzu
hepiniz biliyorsunuz.
“Nitelikli
işçiler yaratmak için, nitelikli olmayan işçilere ilerleme
ufukları açmak ve onları harekete geçirmek gerekir. Bu yola
cesaretle girmeliyiz. Çünkü, işgücü dalgalanmalarını ortadan
kaldırmanın tek yolu budur.”(1929 Kapitalizmin Büyük Bunalımı
ve Sovyet Ekonomisi, s.127-128, Birinci Baskı: Nisan 1976, Çağrı
Yayınevi)
Görüldüğü
gibi, 1931 yılına kadar işçi ücretleri arasında büyük
farklılıklar “hemen hemen yok gibidir”.
Dikkat
çeken bir diğer olgu “eşitlik” fikrine karşı açık bir
mücadelenin geliştirilmesine karar verilmiş olmasına karşın
ciddi bir karşı direnişin varlığıdır:
“Fakat
‘eşitlik’ yanlısı ekonomist ve sendika yöneticilerimiz aynı
görüşü paylaşmamaktadırlar ve bu farkın Sovyet yönetimimizde
ortadan kalktığını sanmaktadırlar.” (age., s.128)
“Politik
Ekonomi Ders Kitabı, Cilt II”de, “devletin ücret politikası,
ücret ödenmesinde her yönlü bir ayrım gözetilmesinden
yola çıkmaktadır. Ücretlendirmedeki kalifiye ve kalifiye olmayan
emek arasındaki; ağır işle kolay iş arasındaki farkları inkar
eden eşitlikçilik sosyalist iktisadi sisteme derinden
düşmandır.” (s. 181, iba.) denmektedir.
SSCB
proletaryası, sorunun tartışıldığı koşullarda, köylülükle
beslenmiş mujik damgalı bir işçi sınıfıdır.
Ayrıca
karşılıksız komünist çalışma bilinç ve eylemi, SSCB’de,
bir yandan harikalar yaratırken, öte yandan da somut duruma
yanıt veren yeni ücret politikasına karşı çıkan çok ciddi bir
direnişin/eğilimin olduğunu görüyoruz. Ama bir de üretimde
sürekliliği güvence altına almak, keza niteliksiz iş
gücünü nitelikli işgücü düzeyine çıkarmak gibi gerçek
bir sorun vardır Partinin önünde. Ki, artan oranda hazırlanan
koşullarla her emekçinin nitelikli-kalifiye işçi olma olanağı
da SSCB’de kesiksiz örgütlenmektedir. Bu tablo içerisinde
Stalin, söz konusu konuşmasında, temelde haklı denebilecek somut
sorunlardan yola çıkıyor ve gerçekçi çözümler öneriyor.
Fakat
“eşitliğe” karşı açılan bu savaşta, çubuk önce fazla
bükülmüş, sonra da giderek ücretler ve gelirler arası
farklılıkların azaltılmasına karşı, bir karşı mücadelenin
aracı olacak tarzda, bir teori ve yasa katına
çıkartılmıştır. Yanlış olan da budur. Bu bağlamda, yeni
ücret politikasına karşı o dönem sergilenen direnişin salt
yeni durumun dayattığı somut gereksinimleri kavrayamamakla ilgili
olduğunu sanmıyoruz; anlaşılıyor ki, bu direnişi sergileyen
çevrelerin bir de haklı oldukları kaygıları ve korkuları
bulunmaktadır.
1930’larda
oluşmaya başlayan yeni tipten aristokratik ve bürokratik
ayrıcalıklı tabaka, eşitlik fikrine karşı mücadele zırhına
bürünerek, eşitsizlikleri kalıcılaştırmanın ve büyütmenin,
kazanılmış ayrıcalıklarını korumanın, cepheyi genişletmenin,
mevzilerini pekiştirmenin, bu mücadeleyi yolundan saptırarak
palazlanmanın aracı haline getirmiştir. Böylece “burjuvasız
burjuva hukuku” hakkına dayanarak ve ücret eşitliği fikrine
karşı mücadele zırhıyla, fiili burjuva ilişkiler/değerler
yaratmada da hızlı bir yürüyüş hattı-cephesi yaratmıştır.
1930’ların
1. yarısında “teknik imkan kıtlığına” son vermek, sosyalist
ekonomiyi daha üstün bir teknik temelde kurmak acil bir gereksinim
haline gelir. Tekniği küçümseyen eğilimlere karşı mücadele
edilerek bu alanda sıçramalar yaratılır. “Stahanov hareketi”
sosyalist emek üretkenliğini üstün bir teknik temelde örgütleyen,
alışılagelen tüm yöntemleri parçalayan bir hareket olarak
doğar. Konuyla ilgili Stalin, 1935 yılında yaptığı bir
konuşmada şöyle der:
“
‘Stahanov hareketi’, diyordu Stalin yoldaş konuşmasında,
‘sosyalist yarışmada yeni bir dalganın, sosyalist yarışmanın
yeni ve daha yüksek bir aşamasının ifadesidir… Geçmişte, üç
yıl kadar önce, sosyalist yarışmanın ilk döneminde, sosyalist
yarışma ile modern teknik arasında zorunlu bir bağlantı yoktu.
Hatta aslında o zamanlar, hemen hiç modern tekniğimiz yoktu. Öte
yandan, sosyalist yarışmanın bugünkü aşaması Stahanov
hareketi, zorunlu olarak modern teknikle bağlantılıdır. Yeni ve
daha yüksek bir teknik olmadan Stahanov hareketi düşünülemezdi…
Stahanov hareketinin önemi, eski teknik standartları yetersiz
oldukları için yıkan, birçok durumda ileri kapitalist ülkelerin
emek üretkenliğini aşan ve böylelikle, ülkemizde sosyalizmin
daha da sağlamlaşmasının pratik temelini, ülkemizi bütün
ülkeler içinde en müreffeh olanı haline getirme imkanı yaratan
bir hareket olmasında yatar.”
“Stahanovcu
yoldaşlarımıza yakından bir bakalım. Stahanovcular ne çeşit
insanlardır? Onlar esas olarak genç yada orta yaşlı, kültürlü
ve teknik bilgiye sahip çalışmada dikkat ve özen örnekleri
veren, çalışmada zaman unsurunun değerini bilen ve sadece
dakikaları değil saniyeleri de saymasını öğrenmiş olan erkek
ve kadın emekçilerdir. Çoğu teknik alanda asgari eğitim
görmüştür ve teknik eğitimlerini devam ettirmektedir. Bunlar,
bazı mühendislerde, teknisyenlerde ve idarecilerde görülen
tutuculuk ve ataletten kurtulmuşlardır; eskimiş teknik
standartları yıkıp yeni ve daha yüksek standartlar yaratarak
cesaretle ilerliyorlar… bugün stahanovcular sayıca azdır ama
yarın sayılarının bunun on katına çıkacağından kim şüphe
edebilir? Stahanovcuların sanayimize yenilik getirenler olduğu,
Stahanov hareketinin sanayimizin geleceğini temsil ettiği, işçi
sınıfının teknik ve kültür düzeyinin yükselişinin tohumunu
içinde taşıdığı, bize sosyalizmden komünizme geçiş ve kafa
ve kol emeği arasındaki ayrımın ortadan kaldırılması için
zorunlu olan yüksek emek üretkenliğini sağlayacak tek yolu açtığı
aşikar değil midir?” (Eserler Cilt 15, s. 384)
Öncü
işçilerin önderliğinde doğan sosyalist yarışı yeni bir teknik
temelde geliştiren Stahanovcu hareket, giderek hızla ülkeye
yayılır… Vurgulamak gerekir: “Komünist cumartesiler”,
“Stahanov hareketi” gibi devrimci atılımları yaratan ve
kazanan proletaryaydı. Hareket, doğal olarak kırlara da yayılır.
Milyonları kapsayan kitlesel harekete dönüşür. Kuşkusuz ki, tüm
bunlar, sosyalizmin devasa kazanımlarıydı ve tarihte de bir ilkti.
Fakat
burada üzerinde durulması ve dikkat çekilmesi gereken bir diğer
olgu daha bulunmaktadır. 30’ların başarıları ve atılımları
süreci içerisinde, ücret politikasında köklü değişiklikler,
yüksek ücret ve primler, maddi teşvikler, parça başına ücret
gibi yöntemler, mujiklik psikolojisi ve alışkanlıklarının güçlü
baskısı ve hızlı tempoda sanayileşme ve tarımda sosyalist inşa,
ücret ve gelir farklılıklarını da derinleştirip geliştirmeye
başladı.
Bir
yanda proleter ve emekçi kitlelerin maddi ve kültürel yaşam
koşulları başarılı bir şekilde yükselirken, öte yandan da
ücret ve gelir farklılaşması artıyor, küçük burjuva
eşitlikçiliğine karşı mücadele adı altında doğmakta ve
gelişmekte olan aristokratik, bürokratik, teknokratik bir tabaka
şekilleniyordu. Oluşan bu tabakalaşma henüz kitlelerin, halkın
ezici bir çoğunluğunun yoksullaşması pahasına şekillenmiyordu.
Başarılı genel ekonomik atılımlar ve emekçilerin hızla
iyileşen maddi ve kültürel yaşam tarzı ve ilerlemesiyle birlikte
söz konusu tabakalaşma gelişiyordu; bu olgu, söz konusu tabakanın
gerçek durumunun kavranmasını, olası tehlikeli
sonuçların yeterince görülmesini zorlaştıran somut bir örtü
rolü oynuyordu. Stahanovist hareket, bir yandan sosyalizmin başarılı
ve cüretli, yaratıcı atılımını ifade ederken, öte yandan da
aristokratik ayrıcalıklı bir tabakanın oluşum sürecini de
ivmeleyen bir hareket rolü oynuyordu. Bu farklılaşma,
eşyanın doğası gereği, kendi değerler sistemini de
üretiyor ve yeniden daha üst düzeyde üretiyordu.
Gerçekte
Stahanovcu harekete tümüyle gerekli olan ruh ve bilinç komünist
cumartesiler ruh ve bilinciydi. Bu bilinç ve ruh Stahanovcu
harekette tabii ki bir ölçüde içerilmişti. Ama hareket giderek
farklı roller de oynamaya başladı. Süreç içerisinde, nesnel
olarak, sosyalist yarış, yeni insan tipi, sosyalizm adına yeni
tipten bir burjuva bireyciliği, burjuva rekabeti, burjuva
yabancılaşması, daha fazla bireysel kazanç ve köşe başlarını
kapma, suyun başını tutma gibi anti-sosyalist duygular,
düşünceler, özlemler, istekler, kaygılar da gelişmeye başladı.
Maskelenmiş burjuva bireyciliği ve rekabeti, bir dizi faktörle de
birleşerek çok dinli, ilkesiz, dejenere yeni bir burjuva tipini,
yeni tipten bir yabancılaşmayı, bir kişilik parçalanmasını
geliştirmeye, devrimci ruhu dipten aşındırmaya başladı. Ve bu
tip, süreç içerisinde, hem modern revizyonist ihanetin aracı, hem
de toplumsal ve sınıfsal dayanağı haline geldi. Eski, yeninin
içinde, yeni zırhına bürünerek, yeni koşullar içerisinde
boy verip gelişti.
Özgürlük
Dünyası dergisinin 93. sayısında, “SSCB’de Yaşam Koşulları”
başlıklı bir çeviri belgesi yayımlandı. Belge, 1948 tarihli
olması itibariyle özel bir ilgiyi hak ediyor.
Belge,
burjuva bir iftiranın kapitalist dünyanın gerçekleriyle SSCB’nin
gerçeklerinin karşılaştırılarak incelenmesini ve teşhirini
içeriyor. Demagojik burjuva kara çalma çok canlı ve vurucu bir
şekilde teşhir ediliyor. Biz burada kendimizi belgede ele alınan
ücret politikası ile ilgili verilerle sınırlayacağız. Uzunca
olmakla birlikte belgeden aşağıdaki bölümü aktarmanın yararlı
olacağını düşündük***:
“SSCB’deki
ücret farklılığı sadece ve sadece çalışmadaki ustalık
derecesine bağlıdır…
“SSCB’de
üretimin ve üretkenliğin artışı, ücret farklılığının
kalifikasyonuna bağlı olduğunu yeterince kanıtlıyor.
Kalifikasyona bağlı ücret farklılığı üretimde insan emeğine
olan ihtiyacı azaltacak biçimde çalışma metodlarının
geliştirilmesini ve neticede insanın özgürleşmesini teşvik
ediyor.
“Stahanovculuk,
teknik ilerleme çabasını, atölye ve işletmelerin tamamını
saracak biçimde genişletti. Her bir işçi diğerlerine
deneyimlerini aktarıyor, bu deneyim birikiminin sonucunda
gerçekleşen her teknik ilerleme işçinin kalifikasyon
basamaklarının tırmanmasına ve dolayısıyla ücretinin artışına
müsaade etmektedir. Elbette bütün teknik buluşlar zaman
geçirmeden ülke çapında uygulamaya konulmaktadır.
“Sovyet
düşmanı propagandacılar işte tam da bu noktada yeni bir burjuva
sınıfın doğacağına inanıyor. Burjuva sınıfın sınırları
belirsiz değildir, kavga kaçkını birkaç hainden
başkasının bu sınıfa dahil olması mümkün değildir. Öte
yandan burjuva sınıf elindeki imtiyazları koruma çabası içinde
birbirini yemektedir.
“Üç
bin yada beş bin ruble ücret alanlar bin ruble ücret alanlara
oranla ayrı bir toplumsal sınıf oluşturmuyorlar. Nasıl ki ünlü
yazarlar henüz yazar olmayan yada ünlü olmayan insanlara karşı
ayrı bir toplumsal sınıf oluşturmuyorlarsa. SSCB’de hiç kimse
yönetici yada müdür olarak doğmaz, fakat olma şansı her zaman
vardır. Yada diğer deyişle hiç kimse alnında ‘düz işçi’
yada ‘hizmetçi’ etiketi ile doğmamıştır. Yöneticilerinden
daha fazla ücret alan çok sayıda işçi var ülkemizde (kapitalist
ülkede ise bunun hayali bile mümkün değildir). Sosyalist toplumda
yönetici alınan büyük bir maaş sayesinde edinilen toplumsal bir
mevki değildir. Ücreti belirleyen sadece yapılan işin miktarı ve
kalitesidir. Herkes kendini ücretindeki ilerlemeyle değerlendirir.
Ücret basamaklarından çıkmak için ne özel bir yeteneğe ne de
torpile ihtiyaç vardır. Bunun için devletin ve fabrikaların
işçilerin hizmetine sunduğu geniş araştırma imkanlarından
yararlanmayı istemek yeterlidir.
“Ücretlerin
ustalığa göre derecelendirilmesi elbette sektörden sektöre
farklılık göstermektedir. Örneğin Moskova’daki transformatör
fabrikasındaki tesfiyecilerin ortalama ücretleri 3 bin ruble
civarında dalgalanmaktadır (‘dalgalanıyor’ diyoruz çünkü
ücretlerin üzerine eklenen primler yüzünden aydan aya alınan
ücretler değişmektedir). Ülke ekonomisinin bel kemiğini
oluşturan maden üretiminde çalışan madenciler sadece çok zor
bir iş gerçekleştirmekle kalmıyorlar, ekonomide önemli bir rol
oynamanın da getirdiği bir sorumluluktan dolayı en yüksek ücreti
alıyorlar. Ortalama kalifikasyonu olan bir maden işçisi 3000-4000
ruble arasında ücret alırken, bu ücretler işçinin ustalık
derecesine göre 5000-6000 rubleye çıkmaktadır ve böylesi
örnekler az değildir. Sıkça rastlanan biçimin aksine ülkemizde
aile bütçesi sadece erkeğin kazancına bağlı değildir. Karı ve
kocanın birlikte kazandıkları aile bütçesinin oluşturur ve çoğu
durumda kadın erkekten daha fazla kazanır. Örneğin bir ailede
erkek kuafördür ve ayda bin ruble kazanırken kadın tekstil
fabrikasında çalışıyor ve ustalık derecesine göre 1000-2000
ruble kazanıyor, hele bir de Stahanovcu ise daha da fazla kazanması
mümkündür.” (agd., Sayı 93, s. 79-80-81)
Makaleden
de görülebileceği gibi, 1940’larda SSCB’de ücret ve gelir
farklılaşması çok ciddidir; “Hele bir de Stahanovcu ise daha
fazla” kazanılıyor.
Tablo
parti ve devletin üst katmanları için veriler içermiyor. Elimizde
bu bakımdan genel tabloyu kıyaslamalı açığa çıkaracak veriler
de bulunmamaktadır.
Ama
SSCB lehine ya da aleyhine konuşan ya da yazan bir dizi teoriysen ve
siyasi akımın üzerinde belirgin bir şekilde birleştiği nokta
30’lardan başlayarak 40-50’li yıllarda ücret ve gelir
makasının bir hayli açıldığı üzerinedir.
Sosyalizm
ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’nde konuyla ilgili söylenen
şudur:
“Önde
gelen başarılı işçilerle diğerleri arasındaki ücret farkının
on ile yirmi misli arasında açıldığı durumlar ortaya çıktı”
(C. 3, s. 733)
Stalin,
17. parti kongresinde “Sanayi işçilerinin yıllık ortalama
ücreti 1930 yılında 991 rubleden 1933 yılında 1519 rubleye
çıktı”, 18. parti kongresinde ise “Endüstri işçilerinin
ortalama yıllık ücretleri 1933 yılında 1513 ruble iken 1938
yılında 3447 rubleye çıkmıştır.” der.
“Stalin
ve Söylenceler” başlıklı makalesinde İngiliz komünist Wıllıam
Bıll Bland, 30’larda yürürlülüğe konulan yeni ücret
politikası ile, süreç içerisinde, yüksek bir devlet görevlisi
ile bir işçinin aldığı ücret arasındaki farkın 40 misli bir
farklılık oluştuğunu, bir fabrika menacerinin aylık ve primlerle
birlikte, fabrikasında çalışan işçinin ücretinin 30 katı
kadar para kazandığını yazar.
Antonıo
Carlo ise şu bilgiyi verir:
“…Sovyet
profesörü Liberman İtalya’daki bir konferanslar dizisinde,
Sovyetler Birliği’ndeki ücret kademelendirmesindeki, en düşük
ve en yüksek ücret arasındaki oranın 1/10 olarak
hesaplanabileceğini itiraf etmek zorunda kaldı. Üstelik bu oran
1965 reformlarıyla daha da düşme eğilimindedir.
“Gerçekte,
Sovyet gelir merdivenlerinin alt ve üst basamakları arasındaki
açıklık şüphesiz daha fazladır …. Sovyet bakanları şimdiden
bir kol işçisinin nominal olarak aşağı yukarı 100 katını
kazanıyorlar… Doğal biçimdeki ayrıcalıklar bu hesaba
katılmamıştır bile.” (Sovyetler Birliği’nin Sosyo- Ekonomik
Karakteri, s. 16, Kaynak Yay.)
TKP
İşçinin Sesi lideri Yürükoğlu ise şu aydınlatıcı
değerlendirmeyi yapar:
“Savaş
sonrası (2. Dünya Savaşı kastediliyor-bn.) Sovyet toplumunda
yüksek rütbeli subaylar, üst düzey parti ve Sovyet görevlileri,
fabrika müdürleri, profesörler, yazarlar, sanatçılar en
ayrıcalıklı katmanlardı. Bunların maddi yaşam koşulları
sıradan halkın birkaç katıydı. Onların geniş evleri, kırsalda
ikinci konutları, makam arabaları, yüksek aylıkları, özel
klinik ve dinlenme tesisleri vardı. Tüketim mallarını devletin
genel perakende satış ağının dışındaki ‘özel’
kanallardan elde ediyorlardı. Parti ve devlet eliti savaştan önce
de vardı. Ama savaştan sonra bu elitin hacmi büyüdü ve öteki
toplumsal kesimlerle aradaki fark daha da çarpıcı bir hal aldı.
Bu nedenle öteki kesimlerle arası iyice açılan bu toplumsal
katmanın oluşumu münhasıran savaş sonrası yıllara bağlıdır.”
(Sosyalizm- İkinci Kitap, Sovyetler Birliği Deneyinin Dersleri,
Ütopik ve Bilim-Dışı Sosyalizm, Rıza Yürükoğlu, s. 89-90,
Alev Yay.)
Yalçın
Küçük’ün “Sovyetler Birliğinde Sosyalizmin Çözülüşü”
kitabında verdiği bir tabloya göre;
“Teknik
eleman ücretlerinin üretim işçileri ücretleri oranı”, 1950’de
sanayide 175.8; inşaatta 212.0; devlet çiftliklerinde 234.2;
sırasıyla büro çalışanlarının ücretlerinin üretim işçileri
ücretlerine oranı, sanayide, 92.6; inşaatta 127.1; devlet
çiftliklerinde 142.8; yine sırasıyla, teknik eleman ücretlerinin
büro çalışanları ücretlerine oranı, sanayide 189.9; inşaatta
166.9; devlet çiftliklerinde 164.0’dır.” (age, s. 154, Tekin
Yayınevi)
“Politik Ekonomi Ders Kitabı”nda şunları okumak bize konu
hakkında daha açık bir fikir verecektir:
“İşçilerin,
mühendislerin ve teknikerlerin ücretlendirilmesindeki doğru
ilişkilere aykırılıklar, mühendislerin ve teknikerlerin
ücretlendirilmesinin tek tek işletmelerde yada tam bir iktisat
dalında kalifiye işçilerin ücretlendirilmesinin altına düşmesine
yol açar. İktisadi olarak önder konumda bulunmayan tek tek sanayi
dalları ve iktisadi bölgelerde iş ücretinin ekonomik olarak
gerekçelendirilmiş yükselmesi, iktisatta anahtar konumda bulunan
dallardaki ve bölgelerdeki teşvik edici ücret önlemlerinin
yürütülmesini zorlaştırır.” (age., C. II., s. 182, İnter
Yay.)
“Sosyalist
işletmelerdeki ücretlendirmenin temel biçimi, verim ücretidir.
1953 yılında SSCB’de sanayide çalışan işçilerin yüzde 77’si
verim ücretine tabi bulunmaktaydı”
“Verim
ücreti sosyalist yarışmanın gelişmesini teşvik etmektedir;
çünkü, yüksek emek üretkenliği beraberinde daha yüksek kazancı
getirmektedir.” (age., s. 183)
Burada
sorun şudur; bir döneme özgü olması gereken geçici bir ücret
politikası kalıcı hale getiriliyor, getirilmiştir. “Daha çok
ve daha iyi çalışan daha fazla elde eder.”, “iyi verim
gösteren çalışanların maddi teşvik ilkesi”, özellikle de
“belirli bir zaman birimi içerisinde üretilecek parça sayısının
saptanması (emek normu)”, ücretlendirmedeki eşitçiliğin
aşılması ve eşitçiliğin sosyalizme “düşman” ilan edilmesi
ve bunun bir yasa katına yükseltilmesi ekonomik bakımdan
ayrıcalıklı, aristokratik, bürokratik, aydın bir tabakanın
doğuşuna ve güçlenmesine yol açmıştır.
Bazı
gereksinimlerden dolayı bir dönem çubuğu şu veya bu doğrultuda
aşırı bükmek kaçınılmaz olabilir ve bu anlaşılır. Ancak
geçici ilişki ve yöntemler ne kalıcı hale
getirilebilir ne de ilke ve teori katına çıkarılabilir.
Ders kitabında, Rusya’da sosyalizmin inşasının özgünlükleri,
yöntemleri yanlış olarak genelleştirilip teorileştiriliyor. Yıl
1954 ve hala ücret eşitliği fikri sosyalizme düşman ilan edilip
yerden yere vuruluyor. Kuşkusuz ki bu, sosyalizme aykırı temel bir
zaafı ifade etmektedir.
Özgürlük
Dünyası dergisinde yayınlanmış olan söz konusu belgede
Sovyet düşmanı propagandacılara yanıt verilirken haklı olarak
SSCB’de burjuva bir sınıfın olmadığı vurgulanıyor. SSCB’de
o dönem için bir sınıf olarak yeni tip burjuvaziden
elbetteki söz edilemez. Ama gerçek olan şudur ki, ayrıcalıklı
bürokratik bir tabaka o koşullarda vardı ve gelişiyordu. Bu
tabaka, emperyalizmin ülke üzerindeki baskısının etkili olmasını
sağlayan 1956 dönemeciyle küçük burjuva olmaktan burjuva
olmaya sıçrayan, kapitalist restorasyonu örgütleyen modern
revizyonizmin öncül tabakasıydı. Ama Sovyet düşmanı
propagandacıların “yeni bir burjuva sınıfı oluşacağına
inan”ma beklentilerinin hiç de boş olmadığını ne yazık ki,
tarih kanıtladı.
Aslında
Lenin’in vurguladığı gibi proletarya, çoğu kez politikada
düşmanlarından öğrenir. Sınıf düşmanının beklentisi
ciddiye alınmalıydı. Ne yazık ki, bürokratik paslanma ve çürüme,
komünistlerin ve proletaryanın politik bilinç ve reflekslerini
köreltmiş olmalı ki, sınıf düşmanının gerçekten de değerli
uyarısından gerekli ders çıkarılamamıştır.
Rusya
gibi geri bir köylüler ülkesinde uygulanan ücret politikası
olduğu gibi alınıp her sosyalist devrim yapan ülke için
uygulanamaz. Kuşkusuz ki deneyin eleştirel incelenmesiyle
öğreneceğimiz sayısız şey vardır. Sosyalizmin deneylerini
incelemeden, öğrenmeden, silahlanmadan elbette ki yeni bir
sosyalizm kuruculuğu önerilemez. Böyle bir yaklaşımın daha
baştan tasfiyeci, inkarcı ve mükemmeliyetçi olacağı ise
açıktır. Ama her devrimde özgül olanla genel olan arasındaki
farklılıkları görmek, bilince çıkarmak daima önem taşıyan ve
taşıyacak bir görevdir. Keza geçici olması gereken bir takım
tedbirlerin kalıcılaştırılması, genelleştirilip teorize
edilmesi de aynı ölçüde kabul edilemezdir.
Sosyalizmin
temel ekonomik yasası, Stalin yoldaşın da vurguladığı
gibi emekçilerin artan maddi ve kültürel gereksinimlerini azami
derecede tatmin etme yasasıdır. Bu bağlamda, sosyalist inşa
süreci ilerlediği oranda emekçilerin ücretleri de yükselecektir.
Ama olgunlaşmamış komünizmden olgunlaşmış komünizme geçiş
sürecinde, temel olan ve olması gereken şey, toplumun
kolektif maddi ve kültürel zenginliğini azami derecede
arttırarak emekçilerin söz konusu gereksinimlerinin
doyurulmasıdır. Ücret politikası burada sadece bir araçtır
ve SSCB’de yapıldığı gibi yüksek ücret politikası idealize
edilmemelidir; çünkü uzun vadede yüksek ücret
politikasının değeri geçiş sürecinin ilerlemesiyle birlikte
giderek anlamını yitirecek ve önemi azalarak zaten ortadan
kalkacaktır.
Asıl
olan toplumsal gelişmedir, toplum üyelerinin bu bilinçle teorik ve
pratik eğitimidir. Bireysel çıkarlarını toplumsal gelişmenin
çıkarlarına tabi kılacak bir yaşam tarzı ve kültürle
yetiştirilmesidir. Bireyci karşılık beklemeksizin topluma
yapılacak niceliksel ve niteliksel katkıdır. Daha çok
bireysel kazanma hırsını körükleyerek, sistematik maddi teşvik
vb. yöntemlerle temelinde özel mülkiyetin durduğu değerleri
sosyalizm adına yükseltmemektir.
Bencilce
bir beklenti içerisine girmeden karşılıksız komünist emek ve
çalışma teori ve pratiği elbette bir çırpıda kök
salmayacaktır. Bu, uzun bir süreci ve mücadeleyi gerektirecektir.
Ama idealize edilmiş yüksek ücret, bireysel bakımdan daha çok
kazanma, maddi teşvikler, parça başına ücret vb. gibi yol ve
yöntemler zorunluluktan kullanılırken bile bunun geçiciliği
fikri tüm emekçi kitlelerin beynine ve yüreğine derinden
işlenmelidir. Taktiksel adımlar strateji ve ilke
düzeyine asla çıkarılmamalı; kadrolar, suyun başında
olanlar, sıradan kitleler, geçici, taktiksel, dönemsel olanla,
stratejik ve ilkesel olanın bilinciyle; birincilerin ikincilere tabi
olduğu ve olacağı bilinciyle yetiştirilmelidir.
SSCB
deneyinde eleştirilecek şeylerin başında komünistlerin ve
partililerin değişen ücret politikasının nimetlerinden
yararlanmayı kabul etmiş ve uygulamış olmaları
gelmelidir.
Teoride
Doğrultu’nun verdiği bilgilere göre 1930’lara kadar partide en
yüksek ücret, kırsal alan için 180 ruble, büyük şehirler için
250 rubleydi. Ama bu uygulama, sınırlama 1931 yılında benimsenen
yeni ücret politikasıyla, ücretlerdeki sınırlamaların
kaldırılmasıyla ortadan kalkar ve komünistler de bu gelişmeye
uyum sağlar.
Komünistler
için doğru olan, karşılıksız komünist emek ve yeni insan
tipinin öncü, örnek, önder, sürükleyici dinamiği olarak
toplumun her bir kesitinde bir güneş gibi parlamaktı. Doğru olan
ortalama bir işçinin ücretini aşmayacak, kitlelerin
ortalama yaşam standardını temel alan bir ücretle ve
yaşam standardıyla yetinmekti. Kim ne derse desin, eğer
komünistler ve parti, süreç içerisinde sosyalist sistemin
nimetlerinden en başta ve en fazla
yararlanır duruma gelirse deformasyondan çürümeye dek
uzanan evrimde, eğer önlenemezse, boğulması kaçınılmazdır.
Artan
toplumsal zenginlik ve emekçi kitlelerin ortalama yaşam tarzı ve
geliri komünistlerin artan “refah”ının sınırları olmalıdır.
Dönemsel, taktiksel ayrıcalıklardan kitlelerin şu veya bu
kesimleri yararlanabilir ama parti ve kadroları bunu kesin tarzda
reddetmeli ve hukuki olarak da yasaklamalıdır.
Ayrıca geçici bir dönem geçici bir zorunluluk olabilecek yüksek
ücret taktiksel politikası, sosyalist devlet görevlileri
için de bir dönem zorunlu görülebilir, ama adı üstünde
“geçici”; devlet görevlileri için de temel duruş Paris
Komünü, komün tipi devlet örneğinde olduğu gibi, bir devlet
görevlisinin ücreti, ortalama bir işçinin ya da en iyi işçilerin
ücretinden daha yüksek olmamalıdır. Lenin’in belirttiği gibi,
SSCB’de, başlangıçta, bu alanda zorunlu geçici bir sapma ortaya
çıkmıştı. Lenin, açıkça zorunluluktan dolayı uygulanan
yüksek ücret politikasının, “Bu önlemin, bir uzlaşma, Paris
Komünü ile her proleter iktidarın, tüm ücretlerin ileri
işçilerin ücretleri düzeyine indirilmesi”ne aykırı düştüğünü,
bunun “bir sapma”, “geri bir adım” olduğunu; “Yüksek
ücretlerin, gerek Sovyet makamları üzerinde, gerekse de işçi
kitleleri üzerinde yozlaştırıcı etkisi olduğu tartışmaz”,
diyor; ama ne yazık ki , NEP dönemi de bir yana, sonraki
politikalarla, bu geçici uygulama ya da geçici olması gereken
politikalar giderek geliştirilip kalıcı hale getirildi. Bu konuda
SSCB’nin olumsuz deneyi değil, Paris Komünü’nün
devrimci perspektifi ve uygulaması bizlere yol göstermelidir,
Lenin’in savunduğu perspektif bizi aydınlatmalı ve yol
göstermelidir.
SSCB
deneyinde eleştirilecek diğer bir nokta da 30’lu yıllarda
izlenen ücret ve gelir farklılıklarını büyüten politikanın,
1945’ten sonra, bilinçli ve örgütlü bir tarzda gözden
geçirilmemesi ve ideolojik-kültürel devrimin
derinleştirilmesi ekseninde, on milyonların seferber edilmesi
eşliğinde terk edilerek fazlasıyla açılmış ücret makasını
ve gelir farklılıklarını adım adım azaltan bir
politikaya geçilmemiş olmasıdır.
2.
Dünya Savaşı’nda proletarya ile kolhozcu köylülük ve
proletarya diktatörlüğü altında birleşmiş olan sosyalist
uluslar ailesi arasındaki sınıfsal ve enternasyonalist birlik ve
ittifak amansız bir sınavdan geçerek sağlamlığını
kanıtlamıştı.
Keza,
sosyalist sistemin kapitalist sisteme her bakımdan niteliksel
üstünlüğü ve askeri yeteneği de berrak tarzda ortaya çıkmıştı.
Sosyalist
kampın doğuş ve gelişme süreci de dahil uluslararası güçler
dengesi devrim ve sosyalizm lehine derin değişikliklerle yeniden
biçimlenmişti. Kahraman Sovyet halkı yirmi milyon evladını
toprağa gömmüştü. Sosyalizme, partiye sınırsız sadakat,
sosyalist yurtseverlik, sınırsız feda ruhu vb. görkemli bir
şekilde (bir avuç hain hariç) tüm toplumun hücrelerine nüfuz
etmişti.
Böylesine
tarihsel bir eşik ve dönemeçte eğer parti yeni bir ücretlendirme
politikasına da yönelseydi, hiç kuşku yok ki, işçi ve emekçiler
büyük Stalin’i ve Partiyi seve seve izleyecekti.
Herkes
yeteneği ve emeğine göre alır ilkesi, komünizmin alt aşamasının
bir ilkesidir. Ama biliyoruz ki sosyalizm bağımsız
bir ekonomik ve toplumsal formasyon değil, bir geçiş
toplumudur. Bu bağlamda sosyalizmden komünizme doğru her ciddi
ilerleyiş ve atılımla yetenek ve emeğine göre ilkesi de önemini
yitirmeye, ücretler önemsizleşmeye, ücret farklılaşması
azalarak silinmeye doğru gider. Çünkü toplumsal zenginlik arttığı
ve eğitim, sağlık, sosyal ve kültürel gereksinmeler (vb.)
parasız ve eşit olarak karşılandığı
oranda yüksek ücretin bir değeri kalmayacaktır.
Geçiş sürecinde orta ve uzun vadede önemli olan şey, yüksek
ücret, ücretlerin daha da yükseltilmesi değil, aksine artan
toplumsal zenginlikten tüm toplum bireylerinin eşit, özgür ve
kalıcı olarak gitgide artan, derinleşen, gelişen, kapsamlılaşan
oranda tüm sosyal gereksinimlerin parasız olarak, hiçbir ücrete
gerek kalmadan karşılanabilmesidir. Bu seviyeye yaklaşıldığı
oranda, bu seviyeye ulaşıldığı oranda yüksek ücret
politikasının zaten bir anlamı kalmayacak ve kimse de yüksek
ücret gibi saçma bir beklenti içerisinde olmayacaktır. Çünkü
biliyoruz ki, “Ne ekersen onu biçersin!”.
Komünizm
sınıfsız toplumdur. İnsanlık komünizme ulaştığında sınıflar
arasındaki, uluslar arasındaki, iki cins arasındaki, kentle kır,
kafa emeğiyle kol emeği arasındaki tarihten devralınmak zorunda
kalınan her türlü eşitsizlik son bulacak ve o arada uluslar da
ömrünü tamamlayarak tarihe karışmış olacaktır. Böylece
üretim yetersizliğinin aşılmasıyla, toplumsal üretici güçlerin
gelişme düzeyi tüketilenden daha çok ve bol üretecek ve topluma
karşılıksız sunacak düzeye ulaşınca, çalışma yaşamın
başta gelen zevki haline gelince sosyalizmin söz konusu ilkesi de
asar-ı atika müzesinde yerini alacak ve “herkesten yeteneğine,
herkese gereksinmesine göre” ilkesi gerçekleşmiş olacaktır.
Sosyalist
toplumda, ücret farklılığının ortaya çıkmasında, kalifiye
emekle (karmaşık emek) kalifiye olmayan emek (basit emek)
arasındaki farklılık önemli bir faktördür. İki emek türü
arasındaki çelişkinin çözümü, basit emeğin devlet imkanlarına
dayalı bir şekilde eğitimi yoluyla kalifiye emek düzeyine
çıkarılmasıdır. Zaten sosyalizm, doğal ve kaçınılmaz olarak,
toplumsal yaşamın her alanında emeğin kalifikasyonunu niteliksel
olarak yükseltme, tüm toplum bireylerini kalifiye hale getirme
göreviyle yükümlüdür. Sosyalizmden komünizme doğru
ilerleyebilmek, yeni insan tipi yaratabilmek, emek üretkenliğini
kesintisiz daha üst düzeylerde örgütleyebilmek için bu
gereklidir. SSCB deneyinde söz konusu farklılık ücret
politikasında çok önemli bir sorun olarak ortaya çıkmıştır.
Aslında Stalin’in bu sorunu inceler ve çözümler üretirken
önerdiği ücretler politikası, önerildiği koşullarda
gerçekçiydi. Sosyalist inşanın ekonomik gereksinmeleri böyle bir
ekonomik ve politik karar alınmasını gerektiriyordu. Ama bu
politikanın geçiciliğiyle ilgili yol açıcı değildi. Daha sonra
da bu politika devam ettirilmiş ve ilke düzeyine yükseltilmişti.
Kalifiye emekle kalifiye olmayan emek söz konusu olduğunda, ücret
politikasında temel alınacak teori ve perspektif Engelsin şu
saptamalarıdır:
“Peki,
bütün o bileşik emeğe daha yüksek ücret ödenmesi önemli
sorunu nasıl çözümlenir? Özel üreticiler toplumunda, nitelikli
işçinin yetişme giderlerini özel kişiler ya da aileleri
yüklenirler; öyleyse nitelikli emek-gücünün daha yüksek fiyatı
önce özel kişilere ödenir: usta köle daha pahalıya satılır,
usta işçiye daha yüksek ücret ödenir. Sosyalist örgütlenmeli
toplumda, bu giderleri toplum yüklenir. Öyleyse meyveler bir kez
üretildikten sonra, bileşik emeğin daha yüksek değerleri
toplumundur. İşçinin kendisinin ek bir hakkı yoktur.”
(Anti-Dühring, s. 294, Sol Yay.)
Buradan
yola çıkacak olduğumuzda görmekteyiz ki, SSCB’de, uygulama
tersi yönde olmuş ve yerleşmiştir. SSCB’de geçici ve taktiksel
olarak öngörülmesi gereken kalifiye emekle kalifiye olmayan emek
arasında ücret eşitsizliği, taktiksel olmaktan çıkarak kalıcı
bir uygulamaya dönüşmüştür. Oysa biliyoruz ki, SSCB’de emeğin
kalifikasyonu her bakımdan sürekli geliştiriliyordu. Her işçi ve
emekçiye kalifiye eleman düzeyine yükselebilme imkanı sunuluyor
ve bu amaçla özelikle teşvik ediliyordu. Sunulan bu imkan,
toplumsal bir yükümlülük olarak sosyalist birikim fonundan devlet
tarafından karşılanıyordu. Böylece tek tek bireylerin kalifiye
eleman haline gelmek için ailesine ya da kendi cebine yük olması
önleniyordu.
Ama
buna karşın, kalifiye elemanın-işçinin toplumsal üretim
sürecine kattığı değer, toplum için emek kategorisine değil,
kendisi için emek kategorisine sayılıyor ve bunun karşılığında,
kalifiye işçi, daha yüksek ücret vb. alıyordu. Bu tablonun
Engels’in ortaya koyduğu teori ile çeliştiği (geçici çelişki
zaten göze alınabilir ama sorun bu değil) açık ve nettir.
Engels'in uyarısına bağlı kalmamanın SSCB’de ortaya çıkan
felakette çok temel bir rol oynadığı açıktır. Elbetteki
Engels’in yukarıdaki saptamasından, örneğin geri bir ülkede,
başlangıçta SSCB örneğinde olduğu gibi, geçici ters
uygulamaların olmayacağı sonucuna varmıyoruz. Ama adı üstünde
geçici bir uygulama ve asla kalıcı hale getirilmemesi gereken bir
uygulama olarak. Yanı sıra, bilinmelidir ki, kolay işle ağır iş
arasında, göreli olarak kalifiye emekle basit emek arasında
ücretlerde belli farkların olması başlangıçta kaçınılmazdır.
Yani Engels’in açıklamasını doğru kavramak, temel uygulama ve
yönelimi doğru anlamak bakımından önemlidir. Yoksa herkesin
mutlak olarak aynı ücreti (örneğin ayda 1 milyar) alması
anlamında Engels’i yorumlamak, O’nu karikatürize etmek
olacaktır. Engels, söz konusu açıklamayı yaparken, komünizmin
alt evresinde geçerli ilkenin, “herkesten yeteneğine göre,
herkese emeğine göre” ilkesi olduğunu elbette biliyordu ve bu
konuda Engels’i, örneğin bir Y. Küçük gibi, Marks’ın
karşısına koymak kuşkusuz ki, doğru değildir.
*Örneğin,
devrim, Rusya gibi geri bir köylü ülkesinde değil de Almanya’da
zafere erişmiş olsaydı tablo bambaşka olacaktı. Fakat tarih,
“eğer”lerle gerçekleşmez ve yazılmaz.
**Geçmeden
belirtmek gerekir ki, bu yeni dönemde, sosyalizme boyun eğmekten ve
sosyalist geçinmekten başka bir seçeneği kalmayan eskinin
kalıntılarını oluşturan eğitimli katman, sosyalizme karşı
kinlerini geniş ölçüde korumaya devam etmiş, ekonomik, siyasal,
toplumsal yaşamın değişik yerlerinde görevler almaya ve
sosyalizmi de baltalamaya devam etmişlerdir.
***Çoğu
zaman uzun alıntılar yöntemini kullanmak tercih edilmeyebilir.
Ancak konunun yaşamsal önemi doğrudan kaynaklara dayalı uzun
alıntılar yöntemini kullanmayı gerekli kılıyor. Ayrıca genel
bir hastalık olan okuma ve incelemeye karşı ilgisizlik ve ayrıca
orijinal kaynakları bulma sıkıntısı gibi faktörleri dikkate
aldığımızda kendimizi uzun alıntılar aktarma yöntemini
kullanmak zorunda hissettik.
DEVAM
EDECEK