SSCB’DE
KAPİTALİZMİN RESTORASYONU: İKTİDAR…
Proletarya,
proleter devrim aracılığıyla hemen ve doğrudan komünizme
sıçrayamaz. Proletarya, ancak olgunlaşmamış komünizm
olan (komünizmin ilk evresini oluşturan ve bir geçiş evresi olan
) sosyalizmden geçerek komünist toplumun üst
evresine (sınıfsız toplum) ulaşabilir. Çünkü üretici
güçlerin gelişme düzeyi, proletaryanın bir çırpıda komünizme
sıçramasına izin vermez ve vermemektedir. Geçiş evresi olarak
sosyalizmi zorunlu kılan da bu nesnel olgudur.
Kapitalizmden
komünizme geçiş süreci, kesintisiz bir devrim
sürecidir. Ve bu devrimci geçiş süreci ya ileriye, komünizme
yürüyüş ya da geriye, kapitalizme dönüş ikilemi dışında
üçüncü bir seçenek tanımaz. Sürecin temel çelişkisi,
kapitalist yolla sosyalist yol arasındaki çelişkidir. Çelişkinin
devrimci çözümü, sosyalizmden komünizme geçiştir.
Kapitalizmden
komünizme geçiş süreci, iç ve uluslararası alanı
kapsayan keskin bir sınıf mücadelesi sürecidir. Sınıf
mücadelesi, geçiş sürecinin temel dinamiğidir. Geçiş
sürecinde sınıf mücadelesinin reddi, sosyalizm ve komünizmin
reddi ve kapitalizme geri dönüşün kutsanmasıdır.
Kapitalizmden
komünizme geçiş süreci, ancak proletaryanın önderliğinde
gerçekleşebilir. Bu önderlik proletaryanın egemen sınıf olarak
örgütlenmesinde ve komünist partisinin önderliğinde somutlaşır.
Dolayısıyla proletaryanın önderliğinin ret ve inkârı,
sosyalizm ve komünizmin yadsınması, kapitalist restorasyonun
yolunun açılması ve kapitalizmin yeniden inşasını ifade eder.
Kuşkusuz
ki, devrimci geçiş süreci, mekanik, şematik bir tarzda
kavranamaz. Bu bağlamda geçiş süreci bir kez başladı mı
otomatik bir çizgide ilerleyen bir süreç olarak kavranamaz.
Aksine, devrimci geçiş süreci, karmaşık, kendi içinde gerileme,
zikzaklar çizme, sapmalara uğrama, yenilgi olasılıklarını da
bağrında taşıyan diyalektik bir süreçtir. SSCB’nin ve
Sosyalist Kamp’ın tarihsel deneyimi de bunu kanıtlıyor.
Kapitalizmden
komünizme geçiş sürecinde, bir geçiş evresini oluşturan
sosyalizm, adı üstünde bir geçiş aşamasıdır; kendi başına
bağımsız, kendi öz varlık koşulları içerisinde gelişen
temel bir toplum değildir. İlkel komünal, köleci,
feodal ve kapitalist toplumlar, temel toplum biçimleridir.
İnsanlığın ve toplumsal gelişmenin tarihsel evriminden bunu
hepimiz biliyoruz. Sosyalizm bu kategoriye girmez, sosyalizm yerini
komünizme bıraktığında, komünizm, temel bir toplum
olarak tarihi bir olguya dönüşecektir.
Temel
toplum biçimlerinden geriye dönüş olanaklı değildir. Örneğin,
feodal toplumun yıkılması ve yerini kapitalizmin almasından
sonra, yıkılmış toplumun kalıntılarının feodal toplumu
yeniden kurma (restorasyon) girişimleri, Fransa deneyiminden de
görülebileceği gibi, hep başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Çünkü üretici güçlerin gelişme düzeyi, toplumsal gelişmenin
ulaştığı nesnel tarihsel düzey, bunu olanaksız
kılmaktadır.
İnsanlık,
komünizme ulaştığında, kapitalizmin restorasyonu olanaklı
olmayacaktır. Çünkü komünizm, sınıfsız toplumdur. Üretici
güçlerin, toplumsal gelişmenin nesnel gelişme düzeyi, zaten buna
olanak tanımayacaktır. Ama aynı şeyi, bir geçiş evresi olan
sosyalizm için söyleyemeyiz. Kapitalizmden komünizme geçiş
sürecinde, kapitalist restorasyon tehlikesi vardır. Tehlike
önlenemezse, bir olguya dönüşür ve kapitalizm yeniden inşa
edilebilir. Deneyler de Marksist- Leninist teorinin bu tahlilini
doğrular; deneylerin ışığında geliştirilmiş olan teori, bunu
kanıtlar.
Sosyalizmin
maddi-nesnel ön koşulları, kapitalizmin bağrında ortaya çıkar
ama sosyalist üretim ilişkileri için bu olanaklı değildir.
Çünkü kapitalist üretim ilişkileri ile sosyalist üretim
ilişkileri uzlaşmaz karşıtlığa tekabül eder ve birbirini
yadsırlar. Örneğin özel mülkiyetçi üretim ilişkileri sömürüye
dayandığı için, biri diğerinin bağrında (kapitalizmin feodal
toplum içinde çıkıp gelişmesi gibi) ortaya çıkar ve gelişir.
Ama sosyalist üretim ilişkileri sömürüyle bağdaşmaz, sömürüden
arınmış üretim ilişkileri karakteri taşır, bu nedenle yeni bir
üretim ilişkisi olarak, eskinin bağrında doğup gelişemez.
Sosyalist
üretim tarzının ve bu üretim tarzının bir bileşeni olan
sosyalist üretim ilişkilerinin örgütlenebilmesinin zorunlu
politik ön koşulu, proletaryanın sosyalist devrim yoluyla
iktidarı ele geçirmesi, egemen sınıf olarak
örgütlenmesidir. Proletarya diktatörlüğü, proletaryanın
egemenliğini bir başka sınıfla paylaşmadığı ve paylaşmayacağı
iktidarıdır. Proletarya, komünizme geçiş evresindeki ekonomik,
politik, kültürel görevlerini ancak proletarya
diktatörlüğü aracılığıyla
gerçekleştirebilir. Ve proletarya diktatörlüğünün
temel yönetici gücü de komünist partisidir.
Her
devrimin temel sorunun iktidar sorunu olduğunu biliyoruz.
Kapitalizmden komünizme geçişin belirleyici temel aracı nasıl
proletarya diktatörlüğü ise, sosyalizmden kapitalizme geçişin
de zorunlu politik ön koşulu, burjuvazinin sosyalist
iktidarı ele geçirerek tasfiye etmesidir. Şu veya bu biçimde
iktidarı ele geçiremeyen burjuvazi, kapitalist restorasyonu
örgütleyemez, sosyalizmi tasfiye edemez.
Demek
ki geçiş sürecinde gerek devrimin, gerekse de
karşı devrimin temel sorunu iktidar sorunudur.
Proletarya, ancak kendi iktidarına dayanarak nihai hedefi olan
komünizme ilerleyebilir, ulaşabilir. Başka yolu yok. Keza burjuva
karşı devrim de ancak iktidarı ele geçirerek, proletarya
diktatörlüğünü tasfiye ederek kapitalizme geri dönebilir. Bunun
da başka yolu yok.
Görüldüğü
gibi, sorunun merkezinde, her halükarda iktidar sorunu
durmaktadır. Bu olgu, sosyalizmin temel bir toplum olmamasıyla, bir
geçiş biçimi olmasıyla bağlıdır.
Demek
ki, SSCB ve Sosyalist Kamp’ta yeni bir yoldan gerçekleşen
kapitalizmin restorasyonu sorununu incelerken, işe, öncelikle
iktidar sorununu inceleyerek ve çözümleyerek başlamamız
gerekmektedir. Bu sorundan kaçınmak, gerçekte asıl sorundan
kaçınmak ve revizyonizme boylu boyunca saplanmak demektir.
Evet,
SSCB’de kapitalizmin restorasyonunun başlangıcı 1956’dır. Bu
başlangıç, “sosyalizmin zafer”, ve “kesin zafer”
kazandığının düşünüldüğü bir tarih kesitinde
gerçekleşmiştir. SBKP’nin 20. Kongresi ile Kruşçev
liderliğindeki modern revizyonist burjuvazi politik iktidarı
ele geçirmiştir. Proletarya partisinin ve proletarya
diktatörlüğünün miadını doldurarak yerini “tüm halkın
partisi”ne ve “tüm halkın devletine” bıraktığı, böylece
yeni bir tarihi aşamaya, sosyalizmden komünizme geçme aşamasına
geçildiğinin ilanı proletarya diktatörlüğünün tasfiye
edildiğinin ilanıdır. Burada söz konusu olan revizyonist bir
sapmanın partide, devlette ve üstyapıda ortaya çıkması değil,
aksine, yeni tip burjuvazinin partiyi, devleti, üstyapıyı ele
geçirerek, sosyalist iktidarı tasfiye ederek, yerine, yeni tip
burjuva iktidarını kurmasıdır. Bu yeni iktidarın çizgisi,
teorisi-programı-stratejisi-taktikleri ile tüm toplumsal yaşamı
kucaklayan, sosyalizmi her cephede tasfiye, kapitalizmi kurma
eylemi olarak kendisini ortaya koyan bütünlüklü bir
çizgidir. Ve bu yeni iktidar, modern revizyonist karşı devrimin
zaferiyle, proletaryanın yenilgisi ile yeni tip burjuvazinin iktidar
tekelini kurması ve yeni bir yoldan, Marksist-Leninist teorinin daha
önce görmediği yoldan, kapitalizmi yeni bir tarzda kurmasıdır.
Bu yeni
tarihsel deneyimin kanıtladığı gibi, sosyalizmin inşa
sürecinde, eğer önlenemezse, yeni tipten bir küçük burjuva
sınıfı doğar, gelişir, ilk elverişli fırsatta da politik
iktidarı gaspeder ve politik iktidar tekeline dayanarak, sosyalizm
ve komünizm adına, yeni tipte kapitalizmi kurar da. SSCB’de önce
iktidar ele geçirilmiştir. Kavranacak halka budur. Sonra, bu
iktidar gücüne dayanılarak sosyalist ekonomi de, adım adım,
tasfiye edilerek yerine kapitalizm geçirilmiştir. Burada, klasik
burjuva devrimlerinin, kapitalizm ve burjuvazinin gelişim çizgisini
arayıp bulamayınca veya kaba ekonomist perspektiflerden yola
çıkarak veya bunlara benzer bakış açılarından hareketle
SSCB’nin 56 sonrasını, ta dağılıncaya dek sosyalist ilan etmek
demek, gerçekte, sosyalizmde ortaya çıkan yeni tarihsel
deneyimi ve bu deneyimden çıkarılacak yeni dersleri
anlayamamayı ifade eder sadece. Ki böyle bir kafayla sosyalizm
kurulamaz veya varsayalım ki kuruldu, bu durumda da sosyalizm
korunamaz. Aynı nehirde iki kez yüzülmez. Yeni bir tarihsel
deneyim ortaya çıkmıştır bir kere. Tarihin tekerliği artık
geriye çevrilemez. Yapılması gereken şey, dogmatiklikten,
muhafazakârlıktan, teorik-ideolojik tutuculuktan kurtularak, yeni
olguyu kavramak, teori ve pratiği zenginleştirecek
yoldan yürüyerek geleceği kurmaktır.
1956
sonrası, uluslararası bir akım olarak ortaya çıkan, modern
revizyonizme, kapitalist restorasyona ve sosyal emperyalizme,
kapitalist/revizyonist sisteme karşı orta yolcu bir konumda
mevzilenen oportünist akımın çarpıttığı ve kavramaktan uzak
olduğu sorunların başında, iktidar sorunu gelmektedir. Bu
bayatlamış ve üstelik tarihsel pratik tarafından ıskartaya
çıkarılmış revizyonist yaklaşım ve duruşun, tüm bunlardan
sonra, komünist hareket saflarında ortaya çıkması ve savunulması
son derece üzücü ve mutlaka mahkum edilmesi gereken
antiMarksist-Leninist bir eğilimdir. Üstelik bu tasfiyeci, inkarcı
oportünist eğilimin, iç ve uluslararası orta yolcu akım
tarafından 1950’lerden bu yana savuna geldiği revizyonist
teori ve tezleri “dogmatizme”, “teori-ideolojik
tutuculuğa” karşı mücadele ve “teorik-ideolojik
yenilenme”, “yaratıcı Marksizm”, “mezhepçi
Marksizme karşı mücadele” kamuflajına bürünerek
ileri sürmesi, tabloyu daha trajik, daha trajikomik bir hale
getirmektedir. Tasfiyeci-inkârcı revizyonizm Marksist Leninist
Komünist Hareketin programının “20. asra” ait olduğu,
ideolojik-teorik çerçevesinin aşıldığı formülasyonu ile de bu
yönelimini ortaya koymuştu uzun yıllar önce.
Ayrıca,
Troçkizm’in tek ülkede sosyalizmi olanaklı görmeyen, bir veya
birkaç ülkede sosyalizmin inşasını yadsıyan teorilerine,
Troçkist sosyalizm anlayışı ve geçiş programına sempati
duymak, propagandasını yapmak, Troçkizm’in ve postMarksizmin
ideolojik bataklığına batmış olarak, Leninizm’i açıkça
yadsımak, Stalin, “Stalinizm” düşmanlığı yapmak ve
kolektifin kürsüsünden ilkesizce propagandasını yapmak, üstüne
üstelik bunları “21. asrın sosyalizmi”, “sosyalizmin
rönensansı”, “sosyalist aydınlanma”, “teorik-ideolojik
yenilenme”, “yaratıcı Marksizm”, yeni (!) teorik açılımlar
vs. ilan etmek tipik bir tasfiyeciliktir. Orta yolcu oportünizmin,
Troçkizm’in, post-Marksizmin, “ezilenlerin Marksizmi”nin,
küçük burjuva bürokratizminin ve elitizminin bataklığındaki
kokuşmuş teorileri, tezleri, analizleri alıp ya da ondan
esinlenerek sözde yenilenme vs. adına açılım(!) yapmak; üstüne
üslük, bu teorilerin gerçek sahiplerini atlayarak, bu
fikirlerin sahibi şunlar, şunlardır, bilmem kaç on yıl sonra bu
teorilerin, fikirlerin değerlerini anlayıp benimsedik,
özeleştirimizi yaparak ilkeli, dürüstçe şimdi de bunların
propagandasını yapıyoruz dememek ayrıca baştan sona son derece
sağlıksız bir tutumdur, düpedüz fikir hırsızlığıdır; bu
tablo, utanç verici bir ideolojik-teorik-siyasi-örgütsel
kirlenmeyi-çürümeyi; ahlaki, vicdani, moral değerlerden kopuşu
yansıtmaktadır çarpıcı bir tarzda.
80’lerden,
özellikle de 90’lardan sonra 100-150 yıllık revizyonist,
oportünist, reformist, Troçkist vb. teori ve tezlerin “dogmatizme,
teorik-ideolojik tutuculuğa” karşı mücadele, “yenilenme”,
“21. asrın sosyalist aydınlanması”, “yaratıcı Marksizm”
vs. adına modaya dönüştürülerek piyasaya sürülmüş
olduğu bilinen bir gerçektir. “Doğu Bloku”nun dağılışıyla
birlikte, Titoculuk ve Kruşçev revizyonizminden sonra ortaya
çıkarak uluslararası bir akıma dönüşen; bir elini revizyonizme
bir elini Marksizm-Leninizm’e uzatan, proletarya ile yeni tip
burjuvazi, kapitalizmle sosyalizm arasında sürekli yalpalayan orta
yolcu akımın teori ve tezlerinin, keza bilinen Troçkist,
postMarksist tasfiyeci kirliliğin ve çürümenin “yaratıcı
Marksizm”, “muhafazakarlığa karşı mücadele” vs. adına
yeniden gündemleştirilerek Marksizm-Leninizm’e karşı mücadele
edilmesi, komünist hareketin teorik ve ideolojik olarak
silahsızlandırılması, kuşkusuz ki mücadele edilmesi
gereken komünist hareketteki tasfiyeci oportünist sapmanın
karakteristikleridir. Sadece hatırlatmakla yetiniyoruz: Ama bu,
aynı zamanda komünist hareketin kendi günahlarının kefaretidir.
DEVAM
EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder