BELGE: “Sovyetler
Birliği Hakkında Söylenen Yalanlar”
İsveç
Komünist Partisi[eski KPML(r)] üyesi Mario Sousa tarafından 1998
yılında yazılmıştır.
1)
Hitler’den Hearst’e, Conquest’ten Soljenitsin’e
Stalin
döneminde, milyonlarca insanın hapsedildiği, Sovyetler Birliği’nin
çalışma kamplarında infaz edildiği ya da açlıktan öldüğü
söyleniyor. Günümüzde, Sovyetler Birliği çalışma kamplarının
kurbanları, gulag kurbanları hakkında korkunç hikâyeler duymayan
var mıdır?
Stalin
döneminde açlıktan ölen milyonlarca insan ya da idam edilen
milyonlarca politik muhalif hikâyelerinden haberdar olmayan var
mıdır? Kapitalist dünyada, bu hikâyeler kitaplar, gazeteler,
radyo, televizyon ve filmlerde temcit pilavı gibi karıştırılıp
karıştırılıp sunulur. Son elli yılda, sosyalizmin kaç milyon
kurban verdiği hakkında sözde hesaplar ölçüsüzce
şişirilmiştir. Fakat, bu hikayeler ve sayılar neyin nesidir,
nereden çıkmaktadır? Tüm bunların arkasında ne var?
Dahası;
bu hikâyeler doğru mudur? Önceleri gizli olan, 1989’da ise
Gorbaçov tarafından tarihsel araştırmaya açılan Sovyetler
Birliği arşivlerinde hangi bilgiler vardır? Sovyetler Birliği
üzerine efsaneler yazanlar, Stalin yönetiminde ölen milyonlar
hakkında bu masalların, arşivler açıldığında kanıtlanacağını
iddia ediyorlardı. Böyle mi oldu? Gerçekte ne kanıtlandı?
Sovyetler
Birliği arşiv araştırmalarının sonuçlarını inceleyen bu
makalenin yazarı, Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği’nde
gerçek mahkûm sayısı, hükümlülük süreleri, ölenlerin ve
idama mahkûm olanların sayıları hakkında somut bilgiler verecek
durumdadır. Gerçek, efsaneden oldukça farklıdır.
Ben
İsveç Komünist Partisi KPML(r) üyesiyim. Makale parti gazetesi
Proletären’de 1998 yılında yayınlanmıştır.
Hitler
ile Hearst, Conquest ve Soljenitsin arasında dolaysız bir bağ
vardır. 1933’de Almanya’da, dünya tarihine on yıllar boyu
damgasını vuracak bir politik değişim yaşanıyordu. 30 Ocak
günü, Hitler başbakan oluyor, vahşi ve yasa tanımaz yeni bir
hükümet biçimi ortaya çıkıyordu. Naziler, iktidarlarını
sağlamlaştırmak için aynı yılın 5 Martında yeniden seçime
gittiler, zafer kazanmak için ellerinde bulunan bütün propaganda
imkânlarını kullandılar. Seçimlerden bir hafta önce, 27
Şubat’ta naziler parlamentoyu kundaklayıp bundan komünistleri
sorumlu tuttular. Seçimde, naziler 17,3 milyon oy aldı ve 288
milletvekilliği kazandı, bu tüm oyların %48’i ediyordu (kasım
1932’de 11,7 milyon oy almış ve 196 milletvekili çıkarmışlardı).
Komünist Parti yasaklandıktan sonra, Naziler sosyal-demokratları
ve sendikal hareketi baskı altına aldılar, solcu erkek ve
kadınlarla dolu ilk toplama kampları ortaya çıktı. Bu sırada,
sağcıların da desteğiyle Hitler’in parlamento üzerinde
ağırlığı artmaya devam etti. 24 Mart’ta Hitler parlamentoya,
ülkeyi dört yıl boyunca parlamentoya danışmadan yönetmesi için
kendisine mutlak iktidar verilmesini içeren bir yasa tasarısı
sundu. Bu andan itibaren, Yahudiler’e karşı açık saldırılar
başladı, komünistlerle solcu sosyal-demokratlardan sonra toplama
kamplarına bunlar alındılar. Hitler mutlak iktidara sahip olmak
için bir darbe yaptı, Almanya’nın silahlanmasına ve askeri
gücüne sınırlama getiren 1918 anlaşmalarını reddetti.
Almanya’nın yeniden silahlanması çok hızlı oldu. İşte
Sovyetler Birliğinde ölen insanlar hakkında efsaneler bu uluslar
arası politik ortamda ortaya çıktı.
2)
Alman toprağı Ukrayna
Alman
hükümetinin başında Hitler’in yanında, Propaganda Bakanı
Goebbels vardı, Alman halkının beynine nazi rüyasını
yerleştirmeyle görevli adam. Bu, geniş bir yaşam alanına
(lebensraum) sahip Büyük Almanya’da saf bir ırk rüyasıydı. Bu
lebensraum’un, Almanya’nın doğusunda yer alan ve ülkenin
kendisinden daha büyük olan bir parçası fethedilmeyi ve Alman
ulusuyla birleşmeyi bekliyordu. 1925’te Mein Kampf’ta, Hitler
Ukrayna’dan Almanya için vazgeçilmez bir bölge olarak
bahsediyordu. Ukrayna ve Doğu Avrupa’nın diğer bölgeleri önce
Almanya’nın olmalı, sonra da “uygun” hale getirilmeliydi.
Nazi propagandasına göre, nazi kılıcı bu bölgeyi
özgürleştirerek Alman ırkına boş alan sağlayacaktı. Alman
teknolojisi ve endüstrisiyle, Ukrayna Almanya’yı besleyecek bir
tarım bölgesine dönüştürülecekti. Fakat Almanlar önce
Ukrayna’yı “aşağı yaratıklar”dan oluşan nüfusundan
kurtarmalı, bunlar da nazi propagandasına göre, Alman evleri,
fabrikaları ve tarlalarında – yani Alman ekonomisinin ihtiyaç
duyduğu yerlerde- köle olarak çalıştırılmalıydılar.
Ukrayna
ve diğer Sovyetler Birliği topraklarının ilhakı, Sovyetler
Birliğiyle savaşılmasını, bu savaş da önceden hazırlık
yapılmasını gerektiriyordu. Bu amaçla, Goebbels yönetimindeki
Nazi propaganda bakanlığı, Ukrayna’da Bolşevikler tarafından
yapıldığı iddia edilen bir soykırım yaygarası başlattı;
köylüleri sosyalizmi kabul etmeye zorlamak için Stalin tarafından
yapay olarak korkunç bir kıtlık yaratıldığı iddia edildi. Nazi
kampanyasının amacı, uluslar arası kamuoyunu Ukrayna’nın Alman
orduları tarafından “kurtarılmasına” hazırlamaktı. Yoğun
çabalara ve İngiliz basınında çok sayıda propaganda metni
yayınlanmasına rağmen, Ukrayna’daki sözde ‘soykırım’
hakkında nazi yaygarası dünya ölçeğinde başarıya ulaşmadı.
Hitler ve Goebbels’in, Sovyetler Birliği hakkında dedikodu ve
iftiralarını yayabilmek için yardıma ihtiyaç duydukları açıktı.
Bu yardımı ABD’de buldular.
3)
William Hearst, Hitler’in arkadaşı
William
Randolph Hearst Sovyetler Birliği’ne karşı psikolojik savaşta
nazilere yardım eden bir mültimilyonerdir. Hearst çok büyük bir
Amerikan basın patronuydu ve “sarı basın” denen şeyin, yani
sansasyonel basının ‘babası’ olarak tanınıyordu. William
Hearst kariyerine 1885 yılında baş redaktör olarak, bir maden
endüstrisi milyoneri, senatör ve gazete sahibi olan babası George
Hearst tarafından San Fransisco Daily Examiner gazetesinin başına
getirilerek başladı.
Bu,
Hearst’ün basın imparatorluğunun da başlangıcı oldu, Kuzey
Amerikalıların gündelik hayatı ve düşüncesinde devasa etkisi
olan bir basın imparatorluğuydu bu. Babasının ölümünden sonra,
kendisine miras kalan tüm maden endüstrisi hisselerini sattı ve
basın dünyasına yatırım yapmaya başladı. İlk satın aldığı
New York Mourning Journal oldu, bu eski gazeteyi Hearst tamamen
değiştirerek bir bulvar gazetesi haline getirdi. Dedikoduları ne
fiyattan olursa olsun satın alıyor, anlatacak vahşet ya da suç
olmadığında da saygıdeğer muhabir ve fotoğrafçıları bir
şeyler ‘düzenliyordu’. “Sarı basını” karakterize eden
budur: yalanlar ve gerçek gibi servis edilmiş “düzmece” vahşet
haberleri.
Bu
yalanlar Hearst’ü bir milyoner ve basın dünyasında çok önemli
bir adam yaptı. 1935’te, dünyanın en zengin adamlarından biri
haline gelmişti, mal varlığının iki yüz milyon doları bulduğu
tahmin ediliyordu. Mourning Journal’ı aldıktan sonra, Hearst
ABD’nin her yanında günlük ve haftalık gazeteler almaya ya da
kurmaya koyuldu. 40’larda 25 günlük, 24 haftalık gazeteye, 12
radyo istasyonuna, 2 basın ajansına, filmlere reklâm sağlayan bir
şirkete, Cosmopolitan sinema şirketine ve daha birçok şeye
sahipti. 1948’de, ilk Amerikan televizyon kanallarından birini,
Baltimore’dan yayın yapan BWAL tv’yi satın aldı. Hearst’ün
gazeteleri günde 13 milyon satıyordu ve 40 milyon okuyucusu vardı.
Amerikan yetişkin nüfusunun üçte birine yakını Hearst’ün bir
gazetesini okuyordu. Dahası, dünyada milyonlarca insan basın
ajansları, filmleri ve tercüme edilip çok miktarda basılan
gazeteleri aracılığıyla Hearst’ten bilgi alıyordu. Bu sayılar
Hearst’ün imparatorluğunun, uzun yıllar boyunca Amerikan
politikasını, hatta dünya politikasını etkileme gücünün ne
kadar büyük olduğunu gösteriyor. Örneğin, onun basını ABD’nin
İkinci Dünya Savaşına Sovyetler Birliğinin yanında girmesine
uzun süre karşı çıktı. Sonra da, 50’lerde McCarthyci
antikomünist cadı avını destekledi.
William
Hearst’ün dünya görüşü aşırı muhafazakâr, milliyetçi ve
antikomünistti. Politikası aşırı sağcıydı. 1934’te
Almanya’ya gitti ve Hitler tarafından bir misafir ve arkadaş
olarak karşılandı. Seyahatinden sonra, Hearst’ün gazeteleri
daha da gericileştiler, sosyalizme, özellikle de Sovyetler Birliği
ve Stalin’e karşı her gün daha fazla makale yayınlamaya
başladılar. Hearst, Hitler’in sağ kolu Goering’in bir dizi
makalesini yayınlayarak Nazi propagandasına doğrudan katılmayı
da denedi. Bununla birlikte, çok sayıda okuyucunun protestosu
sonucu bu makalelerin yayınını durdurmak ve piyasadan çekmek
zorunda bıraktı.
Hitler’i
ziyaret ettikten sonra, Hearst’ün sansasyonel basını Sovyetler
Birliği’nde gerçekleşen korkunç olaylar hakkında “ifşaatlarla”
dolmaya başladı: cinayetler, soykırım, kölelik, yöneticilerin
sefahati ve halkın sefaleti, tüm bunlar büyük puntolarla
manşetten veriliyordu. Malzeme de Nazi politik polisi Gestapo
tarafından sağlanıyordu. Gazetelerin ilk sayfasında sık sık
Sovyetler Birliği hakkında karikatürler ve sahte fotoğraflar yer
alıyordu, elinde bir bıçak olan haydut Stalin karikatürü gibi.
Bu makalelerin her gün ABD’de 40 milyon kişi, dünyada da daha
milyonlarca kişi tarafından okunduğunu unutmayalım.
4)Ukrayna’da
kıtlık efsanesi
Hearst’ün
Sovyetler Birliğine karşı ilk basın kampanyalarından biri
Ukrayna’da sözde açlıktan ölen milyonlarca insan hakkındaydı.
Bu kampanya 18 Şubat 1935’te, Chicago American gazetesinin
‘Sovyetler Birliğinde 6 milyon insan açlıktan öldü’
manşetiyle başladı. Nazi Almanyası’nın sağladığı
malzemeyle, basın baronu ve nazi sempatizanı William Hearst
Bolşevikler tarafından yaratılan ve Ukrayna’da birkaç milyon
kişinin ölümüne yol açan sözde soykırım hakkında hikâyeler
üretmeye başladı. Gerçek ise oldukça farklıydı. Sovyetler
Birliği’nde olan, 30’lu yılların başında, topraksız
köylülerin zengin toprak sahibi kulaklara karşı ayaklandığı,
kollektifleştirme ve kolhozların kurulması için savaştıkları
benzeri görülmemiş bir sınıf savaşıydı.
Doğrudan
ya da dolaylı olarak 120 milyon kadar köylüyü etkileyen bu devasa
sınıf savaşı elbette üretimde sorunlara ve bazı bölgelerde
hasat eksikliğine yol açtı. Daha az beslenen insanlar zayıfladı
ve bu da salgın hastalıkların yayılmasını kolaylaştırdı. Bu
hastalıklar o sırada tüm dünyada yaygındı. 1918-1920 arasında,
bir İspanyol gribi salgını ABD ve Avrupa’da 20 milyon insanın
ölümüne neden olmuş, kimse bu ülkelerin hükümetlerini kendi
yurttaşlarını öldürmekle suçlamamıştı. Böyle bir salgına
karşı bu hükümetler hiçbir şey yapamazdı. Ancak İkinci Dünya
Savaşı sırasında penisilinin bulunmasıyla böyle salgınların
önüne geçilebildi. Bunun yaygınlaşması da 40’lı yılların
sonunu buldu.
Ukrayna’da
milyonlarca insanın açlıktan öldüğünü, bunun da komünistler
tarafından bile bile yaratıldığını anlatan Hearst basınının
makaleleri, inandırıcı ve detaylı bilgiler içeriyor görünüyordu.
Hearst basını, bu yalanları gerçek gibi göstermek için her
türlü aracı kullandı, böylece kapitalist ülkelerin kamuoyunu
etkilemeyi ve bir anda Sovyetler Birliği’ne yüz çevirmesini
sağlamayı başardı. Sovyetler Birliği üzerine belli başlı
efsanelerden birinin kökeni budur. Sözde kıtlık hakkında batı
basınının ifşaatlarına karşı Sovyetler Birliğinin
açıklamalarını ve Hearst basınının yalanlarının nasıl
üretildiğini sergilemelerini kimse dinlemek istemedi ve bu durum
1934’ten 1987’ye kadar sürdü! 50 yıldan uzun süre, her yeni
kuşak Sovyetler Birliği sosyalizmine olumsuz gözle bakmalarına
neden olan bu iftiralarla beslendi.
5)
1988 yılında Hearst’ün medya imparatorluğu
William
Hearst 1951 yılında Kaliforniya Beverley Hills’deki evinde öldü.
Arkasında, halen gerici yazılarını dünyaya yayan bir medya
imparatorluğu bıraktı. Bugün Hearst Corporation, yüzden fazla
dergiye sahip ve on beş bin kişi çalıştıran dünyanın en büyük
şirketlerinden biridir. Hearst imparatorluğu gazeteler, dergiler,
kitaplar, radyolar, televizyon kanalları, kablolu yayınlar, basın
ajansları ve internet yayınlarını içeriyor.
6)
Gerçeğin ortaya çıkması için 52 yıl gerekiyor
Nazi
dezenformasyon kampanyası İkinci Dünya savaşında Almanya’nın
yenilgisiyle son bulmadı. Nazi yalanları CIA ve MI5 (İngiliz gizli
servisi) tarafından devralındı ve Sovyetler Birliğine karşı
soğuk savaş propagandasında önemli bir yer tuttu. İkinci Dünya
Savaşından sonra McCarthyci antikomünist cadı avı, Ukrayna’da
açlıktan ölen milyonlar masalını yaydı. 1953 yılında ABD’de
bu konuyla ilgili bir kitap yayınlandı. Kitabın adı Kremlin’in
Karanlık İşleri’ydi (Black Deeds of the Kremlin). Kitabın
basımı, ABD’de bulunan, İkinci Dünya Savaşı sırasında
nazilerle işbirliği yapmış Ukraynalı göçmenler tarafından
finanse ediliyordu. Amerikan hükümeti bunları “demokrat”
olarak tanıtıp siyasi sığınma hakkı tanımıştı.
80’li
yıllarda Reagan başkan seçilip antikomünist seferine başladığında
Ukrayna’da ölen milyonlar propagandası bir kez daha ortaya çıktı.
1984’te bir Harvard profesörü Rusya’da İnsanların Yaşamı
(Human Life in Russia) adlı bir kitap yazdı ve 1934’te Hearst
basını tarafından üretilen sahte bilgileri aynen tekrar etti.
Böylece 1984’te, 30’lardan kalma nazi yalan ve çarpıtmaları
yeniden ortaya çıktı, fakat bu sefer amerikan üniversitelerinin
“saygınlığı” altında. Ancak bununla bitmedi. 1986’da aynı
konuda Acı Hasat (Harvest of Sorrow) adlı, eski bir İngiliz gizli
servisi üyesi, şimdiyse Kaliforniya’da Stamford Üniversitesi
profesörü olan Robert Conquest tarafından yazılan bir kitap
yayınlandı. Bu “iş” için Conquest Ukrayna Milliyetçi
Ögütü’nden 80.000 dolar aldı. Aynı örgüt 1986’da çekilen
Harvest of Despair (Umutsuz Hasat) filmini finanse etti, bu filmde
Conquest’in yazdıklarından yararlanılmıştı. Bu sırada ABD
basınında, Ukrayna kıtlığının kurbanlarının sayısı 15
milyona çıkmıştı!
Hearst
basınında yazılan ve kitaplarla filmlerde papağan gibi tekrar
edilen Ukrayna’da açlıktan ölen milyonlarla ilgili sayılar
tamamen çarpıtma ürünüdür. Kanadalı gazeteci Douglas Tottle bu
çarpıtmaları 1987’de Toronto’da yayınlanan Fraud, Famine and
Fascism – the Ukrainian genocide myth from Hitler to Harvard
(Sahtekârlık, Kıtlık ve Faşizm – Hitler’den Harvard’a
Ukrayna Soykırımı efsanesi) adlı kitabında ayrıntılı olarak
gösterdi. Tottle, diğer aldatmacaların yanında, özellikle
açlıktan ölen çocukların yer aldığı korkunç sahneleri
gösteren fotoğrafların 1922 yılında yayınlandığını,
bunların 1918-1921 İç Savaşı sırasında Sovyetler Birliği’ne
sekiz yabancı gücün müdahalesi nedeniyle yaşanan kıtlık ve
savaş koşulları nedeniyle milyonlarca insanın öldüğü dönemde
çekildiğini kanıtladı. Douglas Tottle “1934 kıtlığı”
üzerine Hearst basınında yer alan sahte röportajlar hakkında
gerçekleri de ifşa etti. Bu sözde kıtlık bölgelerinden uzun
süre röportaj ve fotoğraflar yollayan muhabirlerden biri olan
Thomas Walker, Ukrayna’ya hayatında hiç ayak basmamış,
Moskova’da da sadece beş gün kalmıştı. Bu olgu, Amerikan
gazetesi The Nation’ın Moskova muhabiri Louis Fischer tarafından
da ifşa edildi. Fischer, Hearst basınının gerçek Moskova
muhabiri M. Parrott’un, 1933 yılında Sovyetler Birliği’nde
mükemmel hasat miktarı ve Ukrayna’da ekonomik kalkınma hakkında
asla yayınlanmayan röportajlar yolladığını ortaya çıkardı.
Tottle ayrıca Ukrayna’da sözde kıtlık hakkında röportajlar
yayınlayan gazeteci “Thomas Walker”ın, gerçekte Colorado
devlet hapishanesinden kaçmış Robert Green adlı biri olduğunu da
kanıtladı. Bu Walker, daha doğrusu Green, ABD’ye dönünce
tutuklanmış ve mahkemede Ukrayna’ya asla gitmediğini itiraf
etmişti. Fakat 30’lu yıllarda Stalin tarafından yaratıldığı
iddia edilen bir kıtlık nedeniyle kurban olan milyonlarca Ukraynalı
hakkında bu yalanlar ancak 1987’de açığa çıktı! Böylece
Hearst, Naziler, ajan Conquest ve diğerleri milyonlarca insanı
yalanlar ve sahte röportajlarla kandırmış oldular. Bugün dahi
Hearst’ün ve Nazilerin hikâyeleri sağcı çevrelerden para alan
yazarlar tarafından yazılan kitaplarda tekrar edilmekte.
Hearst
basını, ABD’nin çoğu eyaletindeki tekeli ve basın ajanslarının
dünyadaki konumu sayesinde Gestapo’nun en büyük sözcüsüydü.
Sermayenin yönettiği bir dünyada, Hearst Gestapo’nun yalanlarını
onlarca gazete, radyo istasyonları, daha sonra da televizyon
kanalları ve kablolu yayınlar tarafından dünyaya yayılan
“gerçekler” haline getirmeyi başardı. Gestapo yok olsa da
Sovyetler Birliği’ndeki sosyalizme karşı savaş propagandası
CIA tarafından aynen devam ettirildi. Amerikan basınının
antikomünist kampanyası şiddetinden hiçbir şey yitirmedi. Önce
Gestapo, sonra CIA himayesinde işler aynen devam etti.
7)
Efsanenin başındaki adam Robert Conquest
Burjuva
basınında son derece sık alıntılanan bu adam, gerçek bir
burjuva düzeni yardakçısıdır. Sözde kıtlıktan ölen
milyonlarca insan hakkında en fazla yazı yazan iki kişiden biri
olduğu için özel bir ilgiyi hak ediyor. Sovyetler Birliği
hakkında İkinci Dünya savaşı sonrası yayılan temel efsane ve
yalanların kökeninde o bulunur. Conquest önce The Great Terror
(Büyük Terör) (1969), sonra da Acı Hasat (1986) adlı
kitaplarıyla tanındı. Conquest Ukrayna kıtlığında, Gulag
çalışma kamplarında ve 1936-38 büyük duruşmalarında
milyonlarca insanın öldüğünü yazdı, bunun için de İkinci
Dünya savaşı sırasında Nazilerle işbirliği yapan, ABD’ye
göçmüş ve sağ partilerde yer bulan Ukraynalıları bilgi kaynağı
olarak gösterdi. Conquest’in birçok kahramanı, 1942’de
Ukraynalı Yahudiler’in katledilmesine katılmış ve yönetmiş
eski savaş suçluları olarak tanınıyor. Bu kişilerden birisi
olan Mykola Lebed, savaştan sonra savaş suçlusu olarak mahkûm
olmuştu. Lebed Nazi işgali sırasında Lvov’da güvenlik şefiydi
ve 1942’de korkunç Yahudi kırımını yönetiyordu. 1949’da,
CIA Lebed’i aldı ve dezenformasyon ajanı olarak çalışacağı
ABD’ye götürdü.
Conquest’in
kitapları korkunç ve ilkel bir antikomünist tarzda yazılmıştır.
1969 tarihli kitabında, 1932 ve 1933 yıllarında açlıktan
ölenlerin 5-6 milyonu bulduğunu, bunların da yarısının
Ukraynalı olduğunu anlatır. 1983’te Reagan’ın antikomünist
seferi sırasında ise, kıtlığı 1937’ye kadar uzatmış ve
kurbanların sayısını 14 milyona çıkarmıştır! Tam zamanında
gelen bu açıklamalar ödülsüz kalmaz: 1986’da Reagan’ın
seçim kampanyası sırasında Amerikan halkını bir Sovyet işgaline
hazırlamak üzere bir broşür yazması için anlaşma yapar.
Yazının başlığı şöyleydi: “Ruslar geldiğinde ne yapmalı –
hayatta kalma kılavuzu”! Bir tarih profesörü için garip bir
çalışma!
Aslında,
hayatını önce gizli servislerin ajanı olarak, sonra yazar ve
Kaliforniya Stamford Üniversitesi profesörü olarak Sovyetler
Birliği ve Stalin üzerine yalanlar ve çarpıtmalarla kazanan bir
kişiden söz ettiğimize göre bunda garip olan hiçbir şey yok.
Conquest’in geçmişi, 27 Ocak 1978 tarihli Guardian’da yer alan,
İngiliz gizli servisinin dezenformasyon bölümünün, yani
Enformasyon Araştırma Kurumu’nun (Information Research Department
– IRD) eski bir üyesi olduğunun açıklandığı bir makalede
anlatıldı. IRD, 1947’de kurulmuş (başlangıçta Komünist
İzleme Bürosu olarak), başlıca görevi politikacılar,
gazeteciler ve kamuoyunu etkileyebilecek diğer kişiler arasında
söylentiler yayarak tüm dünyada komünizmin etkisiyle mücadele
etmek olan bir kurumdu. IRD’nin faaliyetleri, hem İngiltere hem de
dünya çapında oldukça yaygındı. Aşırı sağla ilişkilerinin
ortaya çıkması nedeniyle 1977’de resmi olarak lağvedildiğinde,
sadece Büyük Britanya’da yüzden fazla ünlü gazetecinin IRD’yle
bağlantı halinde olduğu ve makaleleri için düzenli olarak
malzeme aldığı ortaya çıktı. Bu, Financial Times, The Times,
Economist, Daily Mail, Daily Mirror, The Express, The Guardian ve
diğerleri gibi pek çok büyük İngiliz gazetesi için kuraldı.
Guardian tarafından ortaya çıkarılan olgular gizli servislerin
gazeteleri manipüle etme ve geniş bir kitleye ulaşma gücü
hakkında bilgi veriyor.
Robert
Conquest 1956’ya kadar IRD için çalıştı. Onun “çalışmaları”
Sovyetler Birliğinin sözde “kara kitabı”na katkıda bulundu:
gerçek gibi sunulan ve kamuoyunu etkilemek için yayılan sahte
hikâyeler. IRD’yi resmen terk ettikten sonra, IRD yardımıyla
kitaplar yazmaya devam etti. 1937 yılında Sovyetler Birliği’nde
yaşanan iktidar mücadelesi hakkında yavan bir eser olan Büyük
Terör adlı kitabı, gerçekte gizli servisler için çalıştığı
sırada yazdığı yazıların bir derlemesiydi. Kitap IRD’nin
desteğiyle yazıldı ve yayınlandı.
Yayının
üçte biri, genellikle CIA kaynaklı kitapların yayın ve
dağıtımını yapan Praeger Press tarafından dağıtıldı.
Kitabın hedefi üniversitelileri, gazetecileri, radyo ve televizyonu
etkileyip, yalanların halka yayılmasının sürekliliğini
sağlamaktı. Conquest halen sağcı tarihçiler için Sovyetler
Birliği tarihi üzerine en önemli kaynaklardan biri olmaya devam
etmektedir.
8)
Aleksandr Soljenitsin
Bu
isim daima Sovyetler Birliğinde hayatını ya da özgürlüğünü
kaybeden sözde milyonlarca insan üzerine kitaplar ve makalelerle
bağlantılı oldu: Rus yazar Aleksandr Soljenitsin. Soljenitsin
kapitalist dünyada 60’ların sonunda The Gulag Archipelago (Gulag
Takımadaları) adlı kitabıyla ünlendi. Kendisi de 1946 yılında
anti-Sovyet propaganda yaptığı için karşı-devrimci faaliyetten
8 yıl çalışma kampı cezası aldı. Soljenitsin’e göre, Sovyet
hükümeti Hitler’le uzlaşma yolu bulsaydı İkinci Dünya
Savaşında Nazi Almanyası’yla savaş önlenebilirdi. Sovyet
hükümetini ve Stalin’i savaşın Sovyet halkına korkunç
etkileri bakımından Hitler’den daha çok sorumlu olmakla suçladı.
Nazilere duyduğu sempatiyi saklamadı. Bunun üzerine hain olarak
mahkûm oldu.
Soljenitsin’in
kitapları Sovyetler Birliğinde ilk kez Nikita Kruşçev’in izni
ve desteğiyle 1962’de yayınlanmaya başladı. İlk kitabı bir
mahkûmun hayatını anlattığı Ivan Denisoviç’in yaşamından
bir gün oldu. Kruşçev Stalin’in sosyalist mirasıyla savaşmak
için Soljenitsin’in metinlerini kullandı. 1970’te Gulag
Takımadaları kitabıyla Nobel edebiyat ödülünü aldı. Kitabı
kapitalist ülkelerde bolca dağıtılmaya başladı ve yazarı
emperyalizmin Sovyetler Birliği sosyalizmiyle savaşımında en
etkili araçlarından biri haline geldi. Çalışma kampları üzerine
yazıları Sovyetler Birliği’nde ölen milyonlar hakkında
propagandaya eklendi ve kapitalist medyada gerçeğin yansısı gibi
sunuldu. 1974’te, Soljenitsin Sovyet vatandaşlığından ayrıldı
ve önce İsviçre’ye, ardından ABD’ye göçtü. Bu sırada,
kapitalist basın tarafından en büyük özgürlük ve demokrasi
savaşçısı kabul ediliyordu. Nazi sempatisi, sosyalizme karşı
propaganda savaşını engellememesi için saklandı.
ABD’de,
Soljenitsin sık sık önemli konferanslara katıldı. Örneğin,
1975’te AFL-CIO sendikası kongresinin en önemli konuşmacısıydı.
15 Temmuz 1975’te, Amerikan Senatosuna dünyanın durumuyla ilgili
bir sunum yapmaya bile çağırıldı! Konuşmaları büyük şiddet
ve kışkırtma içeriyor, en gerici konumların propagandasını
yapıyordu. Örneğin, ABD’nin Vietnam’a yeniden saldırması
için ajitasyon yapmaktan çekinmemiştir. Dahası: Portekiz’de
kırk yıllık faşizmin ardından ordunun solcu subayları 1974’te
bir halkçı devrim sonucunda iktidarı aldığında Soljenitsin
Portekiz’e Amerikan’ın askeri müdahalesi için yaygaraya
başladı, ona göre ABD müdahale etmezse bu ülke Varşova Paktı’na
katılacaktı! Soljenitsin Potekiz’in Afrika kolonilerinin
bağımsızlıklarının tanınmasına da hep karşı çıktı.
Açık
ki Soljenitsin’in konuşmalarının temeli sosyalizme karşı sonu
gelmez kirli savaştan ibarettir - iddiaları Sovyetler Birliği’nde
idam edilen milyonlardan Kuzey Vietnam’da tutsak edilen ve
köleleştirilen on binlerce Amerikalı hakkında masallara kadar
varıyordu! Kuzey Vietnam’da Amerikalıların zorunlu çalışmaya
tabi tutulduğu hakkında Soljenitsin’in fikirleri Rambo filmlerine
ilham kaynağı oldu. ABD ile Sovyetler Birliği arasında barış
lehinde yazmaya cesaret eden Amerikalı gazeteciler Soljenitsin
tarafından potansiyel hain olarak ilan edildi. “Tank ve uçak
bakımından ABD’den beş ya da yedi kat üstün” olduğunu iddia
ettiği Sovyetler Birliği’yle baş edebilmek için silahlanmanın
hızlandırılması propagandası yaptı. Hatta Sovyetler Birliği’nin
elinde ABD’dekinin iki, üç hatta beş katı kadar atom bombası
olduğunu savunuyordu. Soljenitsin’in Sovyetler Birliği hakkında
sözleri aşırı sağın görüşlerini temsil ediyordu. Fakat
faşizme desteğinde daha da ileri gitti.
9)
Franco faşizmine destek
Franco’nun
1975’te ölümüyle, faşist İspanyol rejimi politik yapı
üzerinde hâkimiyetini kaybetmeye başladı. 1976 başında da
İspanya’da yaşanan olaylar dünya kamuoyunun ilgisini çekmeye
başladı. Demokrasi ve özgürlük için grevler ve gösteriler
oluyordu. Franco’nun ardılı kral Juan Carlos toplumsal kaynaşmayı
yatıştırabilmek için ülkeyi yavaş yavaş liberalleştirmek
zorunda kaldı.
İspanyol
politik tarihinin bu en önemli anında, Aleksandr Soljenitsin
Madrid’de ortaya çıktı ve 20 Mart cumartesi akşamı en çok
televizyon izlenen saatte Directissimo adlı televizyon programında
konuştu). Sorulacak soruları önceden bilen Soljenitsin, gerici
açıklamaların her türlüsünü yapmak için bu kürsüyü
kullandı. Amacı kralın sözde liberalleştirme uygulamalarını
desteklemek değil, aksine demokratik reformlara karşı çıkmaktı.
Televizyondaki röportajında, 110 milyon Rus’un sosyalizm yüzünden
öldüğünü ilan etti ve “Sovyet halkının köleliğiyle
İspanyolların özgürlüğünü” karşılaştırdı. “İlerici
çevreleri”, İspanya’da diktatörlükten başka bir şey
görmeyen “ütopyacıları” da suçladı. “İlerici” derken
demokratik muhalefette yer alan herkesi kastediyordu; liberal,
sosyal-demokrat ya da komünist fark etmeksizin. “Geçen sonbahar”
diyordu Soljenitsin “dünya kamuoyu İspanyol teröristlerin”
[Franco rejiminin idama mahkûm ettiği İspanyol anti-faşistler]
“geleceğinden kaygılandı. İlerici kamuoyu her zaman, bir yandan
terörist eylemlere destek verirken diğer yandan politik reformlar
talep ediyor… Hızlı bir demokratik reform isteyenler yarın ya da
yarından sonra ne olacağını biliyorlar mı? İspanya yarın
demokrasiyle tanışabilir ama yarından sonra demokrasinin
totalitarizme dönüşmesini kim engelleyecek?” Gazeteciler bunun
özgürlük karşıtı bir rejimi desteklediği anlamına gelip
gelmediğini sorduklarında, Soljenitsin şöyle yanıtladı:
“Özgürlüğün olmadığı tek bir yer biliyorum o da Rusya’dır.”
Soljenitsin’in televizyondaki açıklamaları İspanyol Faşizmine
açık bir destekti, ki bu ideolojiyi halen savunmaktadır.
Soljenitsin’in
ABD’de 18 yıllık sürgünden sonra medya sahnesinde görülmemeye
ve kapitalist hükümetlerden daha az destek bulmaya başlamasının
nedenlerinden biri budur. Kapitalistler için Soljenitsin, Sosyalizme
karşı kirli savaşlarında kullanacakları gökten zembille inmiş
bir hediyeydi, fakat her şeyin bir sınırı var. Kapitalist yeni
Rusya’daki politik gruplara Batı’nın desteğini belirleyen, bu
grupların kanatları altında Rusya’da azami kâr getiren tatlı
işlere girişip girişemeyecekleridir. Rusya’nın geleceğinde
politik rejim olarak faşizm iş dünyası için faydalı görünmüyor.
Bu yüzden Soljenitsin’in Rusya için politik programının
Batı’dan destek bulma şansı yok. Soljenitsin’in Rusya’nın
politik geleceği için istediği, basitçe Çarın otokratik
yönetimiyle Rus Ortodoks Kilisesinin tarihi birliğinin geri
gelmesi! Böyle bir politik aptallığa destek vermekte en berbat
emperyalistin bile çıkarı olamaz. Batı’da hâlâ Soljenitsin’e
destek arayanlar bunun için aşırı sağcı taşkafalara bakmak
zorundalar.
10)
Naziler, polis ve faşistler
Böylece,
Sovyetler Birliğinde öldüğü ya da hapsedildiği iddia edilen
milyonlarca kurbanla ilgili efsanelerin en saygın üreticileri
arasında Nazi taraftarı William Hearst, gizli ajan Robert Conquest
ve faşist Aleksandr Soljenitsin’i buluyoruz. Conquest, verdiği
bilgiler dünya kapitalist medyası tarafından yaygın olarak
kullanılmaya başladıktan sonra başrolde yer aldı, bu bilgiler
bazı üniversitelerde derslere konu oldu. Şüphesiz, kitapları
dezenformasyon sanatı bakımından birer şaheserdi. 70’lerde ise,
Soljenitsin’den ve Andrei Sakharov, Roy Medvedev gibi bir dizi bir
dizi ikinci sınıf muhaliften büyük yardım aldı. Buna, şurada
burada Sovyetler Birliğinde ölen ve hapsedilenler üzerine atıp
tutan ve burjuvazi tarafından ödüllendirilen sayısız insan
ekleniyor. Fakat bu tarih çarpıtıcıları ne yaparlarsa yapsınlar,
konu hakkında gerçek sonunda aydınlandı. Gorbaçov’un, partinin
gizli arşivlerinin tarihsel araştırmaya açılması direktifinin
sonucunu hiçbiri tahmin edemezdi.
11)
Milyonlarca ölü tahminini veren sahtekârca yöntemler
Sovyetler
Birliği’nde ölen milyonlar hakkında spekülasyon, kirli
propaganda savaşının bir parçasıydı, işte bu nedenle Sovyet
açıklamaları ne ciddiye alındı, ne de kapitalist basında yer
bulabildi. Sermaye tarafından satın alınan ‘uzmanlar’
kurgularını yaymak için diledikleri kadar yer bulurken, bu
açıklamalar görmezden gelindi. Hem de ne kurgular! Conquest ve
diğer ‘eleştirmenler’ tarafından oraya atılan milyonlarca ölü
ve hükümlü iddialarının ortak yanı, yanlış istatistiksel
kestirimlere ve hiçbir bilimsel temeli olmayan tahmin yöntemlerine
dayalı olmalarıydı.
Conquest,
Soljenitsin, Medvedev ve diğerleri, nüfus bilgilerini Sovyetler
Birliği istatistiklerinden aldılar ve ülkenin tarih boyunca
değişen durumuna bakmadan keyfi nüfus artışı hesapları
yaptılar. Böylece belli bir yılın sonunda şu kadar kişinin
hayatta olması gerektiği, eksik kalanların sosyalizm tarafından
öldürülmüş ya da hapsedilmiş olduğu sonucuna vardılar. Yöntem
basit olduğu kadar sahtekârcaydı.
Eğer
batı ülkeleri söz konusu olsaydı, bu tarz “ifşaat” asla
kabul edilmezdi. Böyle bir çarpıtmayı profesör ve tarihçiler
protesto ederdi. Fakat Sovyetler Birliği söz konusu olunca kabul
edildi. Bunun nedenlerinden birisi bu profesör ve tarihçilerin
mesleki ilerlemelerini mesleki dürüstlüğün önünde tutmasıydı.
Sonuç
olarak, bu “eleştirmenlerin” hesaplamaları neye varıyor?
Robert Conquest’e göre (1961’de yapılan bir hesaplamayla)
30’ların başında altı milyon insan açlıktan ölmüştü.
1986’da, Conquest bu sayıyı şişirerek on dört milyona çıkardı.
Gulag çalışma kamplarında ise 1937 yılında, parti, ordu ve
devlet aygıtı içinde temizlik başlamadan önce beş milyon mahkûm
vardı. 1937-38 yıllarındaki temizlikten sonra buna yedi milyon
mahkum daha eklendi, böylece 1939 yılında çalışma kamplarının
nüfusu on iki milyona çıktı. Üstelik bu 12 milyon sadece siyasi
hükümlülerin sayısıydı! Bu kamplarda adi hükümlüler de
vardı, sayıları ise siyasi hükümlüleri kat kat aşıyordu. Bu
demektir ki Conquest’e göre Sovyetler Birliği çalışma
kamplarında 25-30 milyon mahkum bulunuyordu.
Ölü
sayılarına gelince, Conquest’e göre, 1937 ile 1939 arasında bir
milyon siyasi mahkûm idam edilmiş, 2 milyonu ise açlıktan
ölmüştü. Böylece Conquest’e göre 1937-39 temizliklerinin
toplamı, 3 milyonu hapiste ölen 9 milyon kişiye ulaştı. Bu
hesaplar Conquest tarafından “istatistiksel uyarlamaya” tabi
tutularak 1930-1953 yılları arasında Bolşeviklerin en az 12
milyon siyasi hükümlüyü öldürdüğü sonucuna ulaşıldı.
30’lu yıllarda kıtlık nedeniyle öldükleri hesaplanan 14 milyon
kişi buna eklenince ölü toplamı 26 milyonu buluyordu. En son
istatistik manipülasyonlarından birinde de, 1950 yılında
Sovyetler Birliği’nde 12 milyon siyasi tutuklu olduğunu açıkladı.
Aleksandr
Soljenitsin de Conquest’le hemen hemen aynı istatistik yöntemleri
kullandı. Fakat bu sözde bilimsel yöntemleri farklı başlangıç
değerlerine uygulayarak çok daha uç sayılara ulaştı.
Conquest’in 1932-33 yıllarında açlıktan ölenler hakkında 6
milyonluk hesabını kabul etti. Fakat 1936-39 temizliğinde, her yıl
en az bir milyon kişinin öldüğüne inanıyordu. Buradan yola
çıkarak, tarımda kollektifleştirmenin başlamasıyla Stalin’in
1953’te ölümü arasında geçen sürede komünistlerin 66 milyon
kişiyi öldürdüklerini hesapladı. Sovyet hükümeti İkinci Dünya
Savaşı’nda ölen 44 milyon Rus’tan da sorumluydu.
Soljenitsin’in çıkarımına göre, “sosyalizm 110 milyon Rus’un
canına mal olmuştu”. Hükümlü sayısına gelince, ona göre
1953’te çalışma kamplarında 25 milyon kişi bulunuyordu.
12)
Gorbaçov arşivleri açıyor
Yukarıdaki
fantezi ürünü rakamlar altmışlı yıllarda yayınlandı ve
burjuva basını tarafından bilimsel olduğu iddia edilen
yöntemlerle elde edilen gerçeğe uygun bilgiler gibi sunuldu. Bu
üretimin ardında başta CIA ve MI5 olmak üzere batı gizli
servisleri vardı. Medyanın kamuoyu üzerinde etkisi o kadar büyük
ki bu sayılar batı insanlarının çoğu tarafından kabul edilmiş
durumda. Bu utanılası durum gittikçe kötüleşti. Soljenitsin ve
Andrei Sakharov, Roy Medvedev gibi bilinen “eleştirmenler”
sayıklamalarına Sovyetler Birliği’nde karşılık bulamazken,
durum 1990’da değişti. Gorbaçov yönetiminde ortaya çıkan yeni
“özgür basın” ile birlikte, sosyalizme karşı çıkan her şey
olumlu gibi gösterildi, bunun da yıkıcı sonuçları oldu.
Sosyalizmin öldürdüğü ya da hapsettiği insan sayısı üzerine,
komünizmin milyonlarca “kurbanı” üzerine görülmemiş bir
spekülasyon başladı.
Yeni
özgür basının histerisi Conquest’le Soljenitsin’in
değirmenine su taşıdı. Fakat bu arada Gorbaçov yeni basının
isteği üzerine Merkez Komitesinin arşivlerini tarihsel araştırmaya
açtı. Komünist Parti Merkez Komitesi arşivlerinin açılması
kördüğümün çözülmesinde iki nedenle belirleyici oldu:
Birincisi, arşivler gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlayacak
olguları içeriyordu. Ancak daha önemlisi, ölen ve hapsedilen
insan sayısı üzerine kaygısızca spekülasyon yapanlar yıllarca,
arşivler kamuya açıldığında bu varsayımların kanıtlanacağını
iddia edegelmişlerdi. Conquest, Sakharov, Medvedev ve diğer hepsi
bunu iddia ettiler. Fakat arşivler açılıp araştırmaların
sonuçları yayınlanmaya başlayınca garip bir şey ortaya çıktı.
Bir anda, hem Gorbaçov’un basını hem de ölü ve hükümlüler
üzerine spekülasyon yapanlar arşiv araştırmasına tüm
ilgilerini kaybettiler.
Rus
tarihçiler Zemskov, Dougin ve Kslevjnuk’un Komünist Parti Merkez
Komitesi arşivlerinin araştırılması sonucu ulaştığı bulgular
1990’da bilimsel yayınlarda yayınlandı ama fark edilmedi.
Tarihsel araştırmaların sonuçları “özgür basının” ölüler
ve hükümlüler hakkında tahminlerinin tam tersini gösteriyordu.
Bu nedenle bu çalışmalar yayılmadı. Basının histerisiyle boy
ölçüşemeyen küçük bilimsel çevrelerde dolaştılar. Conquest
ve Soljenitsin’in yalanları ise eski Sovyet nüfusunun geniş
bölümünde yayıldı. Rus araştırmacıların Stalin yönetiminde
ceza sistemi üzerine bulguları batı gazete ve televizyonlarında
da tamamen görmezden gelindi. Neden?
13)
Rus araştırmalarının sonuçları
Sovyet
ceza sistemi üzerine araştırma sonuçları toplam yaklaşık 9.000
sayfa tutuyor. Çok sayıda yazar var ancak en ünlüleri Rus
tarihçiler V. N. Zemskov, A. N. Dougin ve O. V. Kslevjnuk.
Çalışmaları batıda, batılı araştırma arkadaşları sayesinde
yayınlandı. Burada yararlandığımız iki çalışmadan birisi,
1993 Eylülünde Fransa’da Histoire dergisinde yayınlanan CNRS
(Centre National de la Recherche Scientifique - Ulusal Bilimsel
Araştırma Merkezi) araştırma müdürü Nicolas Werth’in
makalesi; diğeri Riverside Kaliforniya Üniversitesi tarih profesörü
J. Arch Getty, CNRS araştırmacısı G. T. Rittersporn ve Rus Tarih
Enstitüsü (Ruya Bilimler Akademisi’ne bağlı bir kurum) üyesi
V. N. Zemskov’un birlikte hazırladıkları ABD’de American
Historical Review’de yayınlanan makaledir. Bugün, konu üzerine
aynı araştırma gruplarına üye başka kişiler tarafından birçok
kitap yayınlanmış durumda. Devam etmeden önce, bu bilim
adamlarının hiçbirinin sosyalist sistemi savunmadıklarını
belirtmek istiyorum. Aksine, burjuva ve anti-sosyalist görüşlere
sahipler, hatta kimisi gerici düşünceleri savunuyor. Okuyucu
aşağıda söylenenlerini bir “komünist komplodan”
kaynaklandığını düşünmesin. Bu araştırmacılar yalnızca
Conquest, Soljenitsin, Medvedev ve diğerlerinin yalanlarını ortaya
çıkarmaya çalıştılar. Mesleki dürüstlüğü her türlü
kaygının önünde tuttuklarını ve propaganda amaçlarına hizmet
etmeyeceklerini gösterdiler.
Rus
araştırmalarının sonuçları Sovyet ceza sistemi hakkında birçok
soruya cevap veriyor. Araştırmacılar özellikle en çok tartışılan
dönem olan Stalin dönemine yoğunlaştılar. Bir dizi basit soru
soracağız ve yanıtlarını Histoire ve American Historical Review
dergilerinde arayacağız. Sovyet ceza sistemi hakkında bilgi
edinmenin en iyi yolu budur.
1.
Sovyet ceza sisteminin yapısı nasıldır?
2. Siyasi ve adi
toplam kaç hükümlü vardı?
3. Çalışma kamplarında kaç
kişi öldü?
4. 1953’ten önce, özellikle de 1937-1938 temizliğinde kaç kişi idama mahkum edildi?
5. Ortalama hükümlülük süresi ne kadardı?
4. 1953’ten önce, özellikle de 1937-1938 temizliğinde kaç kişi idama mahkum edildi?
5. Ortalama hükümlülük süresi ne kadardı?
Bu
sorulara cevap verdikten sonra, Sovyetler Birliği’nde ölü ve
hükümlüler söz konusu olduğunda genellikle ön plana çıkan iki
grubu tartışacağız: 1930’da yargılanan kulaklar ve 1936-38’de
mahkûm olan karşı devrimciler.
14)
Ceza sisteminde çalışma kampının yeri
Sovyet
ceza sisteminin yapısıyla başlayalım. 1930’dan sonra, Sovyet
ceza sistemi hapishane, çalışma kampı (gulag), çalışma
kolonileri (gulag), özel açık alanlarda tutukluluk ve para cezası
uygulamalarının içeriyordu. Tutuklananlar genellikle normal bir
hapishaneye konuluyor ve soruşturma sırasında suçsuz bulunurlarsa
serbest kalıyor, suçlu oldukları düşünülürse
yargılanıyorlardı. Mahkemeye çıkan kişi de suçsuz bulunup
serbest bırakılır ya da hüküm giyerdi. Suçlu bulunan para ya da
hapis cezasına çarptırılır, ya da nadiren idam edilirdi. Para
cezası belirli bir süre alacağı maaştan kesilirdi. Suçun
niteliğine bağlı olarak gidilecek hapishaneler değişik tipteydi.
Gulag
çalışma kamplarına, ciddi suçlar işleyenlerle (cinayet,
hırsızlık, tecavüz, ekonomik suçlar vs.) birlikte karşı
devrimci faaliyetler nedeniyle mahkûm olanların çoğu gidiyordu. 3
yıldan fazla ceza alanlar da bu çalışma kamplarına
gönderilebilirdi. Çalışma kampında bir süre geçirdikten sonra,
hükümlü bir çalışma kolonisi ya da özel açık bölgeye
gönderilebilirdi.
Çalışma
kampları hükümlülerin sıkı gözetim altında yaşayıp
çalıştığı çok geniş bölgelerdi. Çalışmaları ve topluma
yük olmamaları gerekli görülmüştü. Sağlıklı hiçbir insan
aylak kalamazdı. Bugün bazıları bunu sert bulabilir, fakat kural
buydu. 1940’ta böyle 53 çalışma kampı vardı.
Diğer
yandan 425 çalışma kolonisi mevcuttu. Bunlar çalışma
kamplarından çok daha küçük, daha serbest ve daha az gözetlenen
birimlerdi. Daha hafif ceza alanlar ve daha önemsiz siyasi suçlar
işleyenler buralara gönderilirdi. Fabrika ya da tarlalarda çalışır
ve sivil halka iç içe yaşarlardı. Çoğu zaman maaşları diğer
işçilerle aynı olurdu.
Özel
açık alanlar genellikle kollektifleştirme sırasında
mülksüzleştirilmiş kulaklar gibi sürgünlerin yer aldığı
tarım alanlarıydı. Hafif siyasi suçlardan hüküm giyenler de
cezalarını burada çekebilirdi.
15)
9 milyon değil 454.000
İkinci
soru kaç politik, kaç adi hükümlü olduğuydu. Bu soru
hapistekilerle birlikte çalışma kampları ve çalışma
kolonilerinde bulunanları da kapsıyor (kolonilerde kısmi bir
serbestliğin olduğu bilinse de). Aşağıdaki tablo American
Historical Review dergisinde yayınlandı ve ceza sisteminin merkezi
yönetime bağlandığı 1934’ten Stalin’in ölüm yılı olan
1953’e kadar geçen yirmi yılı kapsıyor.
Yıllar
|
Gulag
çalışma kamplarında bulunan hükümlüler
|
Bunların
içinde karşı-devrimci olanlar
|
Hayatını
kaybedenler
|
Serbest
kalanlar
|
Kaçanlar
|
Gulag
çalışma kolonilerinde bulunanlar
|
Hapishane-lerde
mahkum sayısı
|
Her
yıl 1 Ocak tarihi itibariyle toplam rakam
|
||
|
|
Sayı
|
%
|
Sayı
|
%
|
|
|
|
|
|
1934
|
510,307
|
135,19
|
26.May
|
26,295
|
05.Şub
|
147,272
|
83,49
|
|
|
510,307
|
1935
|
725,438
|
118,256
|
16.Mar
|
28,328
|
03.Eyl
|
211.035
|
67,493
|
240,259
|
|
965,697
|
1936
|
839,406
|
105,849
|
12.Haz
|
20,595
|
02.May
|
369,544
|
58,313
|
457,088
|
|
1,298,494
|
1937
|
820,881
|
104,826
|
12.Ağu
|
25,378
|
03.Oca
|
364,437
|
58,264
|
375,488
|
|
1,196,369
|
1938
|
996,367
|
185,324
|
18.Haz
|
90,546
|
09.Oca
|
279.966
|
32,033
|
885,203
|
|
1,881,570
|
1939
|
1,317,195
|
454,432
|
34.5
|
50,502
|
03.Ağu
|
223,622
|
12,333
|
355,243
|
350,538
|
2,022,976
|
1940
|
1,344,408
|
444,999
|
33.1
|
46,665
|
03.May
|
316,825
|
11,813
|
315,584
|
190,266
|
1,850,258
|
1941
|
1,500,524
|
420,293
|
28.Tem
|
100,997
|
06.Tem
|
624,275
|
10,592
|
429,205
|
487,739
|
2,417.468
|
1942
|
1,415,596
|
407,988
|
29.Ağu
|
248,877
|
17.Haz
|
509,538
|
11,822
|
360,447
|
277,992
|
2,054,035
|
1943
|
983,974
|
345,397
|
35.6
|
166,967
|
17.0
|
336,135
|
6,242
|
500,208
|
235,313
|
1,719,495
|
1944
|
663,594
|
268,861
|
40.7
|
60,948
|
09.Şub
|
152,113
|
3,586
|
516,225
|
155,213
|
1,335,032
|
1945
|
715,506
|
283,351
|
41.2
|
43,848
|
08.Oca
|
336,75
|
2,196
|
745,171
|
279,969
|
1,740,646
|
1946
|
600,897
|
333,833
|
59.2
|
18,154
|
3.0
|
115,7
|
2,642
|
956,224
|
261,5
|
1,818,621
|
1947
|
808,839
|
427,653
|
54.3
|
35,668
|
04.Nis
|
194,886
|
3,779
|
912,794
|
306,163
|
2,027,796
|
1948
|
1,108,057
|
416,156
|
38.0
|
27,605
|
02.May
|
261,148
|
4,261
|
1,091,478
|
275,85
|
2,475,385
|
1949
|
1,216,361
|
420,696
|
34.9
|
15,739
|
01.Mar
|
178,449
|
2,583
|
1,140,324
|
|
2,356,685
|
1950
|
1,416,300
|
578,912
|
22.Tem
|
14,703
|
1.0
|
216,21
|
2,577
|
1,145,051
|
|
2,561,351
|
1951
|
1,533,767
|
475,976
|
31.0
|
15,587
|
1.0
|
254,269
|
2,318
|
994,379
|
|
2,528,146
|
1952
|
1,711,202
|
480,766
|
28.Oca
|
10,604
|
0.6
|
329,446
|
1,253
|
793,312
|
|
2,504,514
|
1953
|
1,727,970
|
465,256
|
26.Eyl
|
5,825
|
0.3
|
937,352
|
785
|
740,554
|
|
2,468,524
|
Yukarıdaki
tablodan bir dizi sonuç çıkarılabilir. Öncelikle, bu sayıları
Robert Conquest’inkilerle kıyaslayabiliriz. Bu adam, örneğin
1939’da çalışma kamplarında 9 milyon siyasi hükümlü
bulunduğunu ve ayrıca 3 milyonun da 1937-39 arasında
hapishanelerde öldüğünü yazıyordu. Conquest’in burada sadece
siyasi hükümlülerden bahsettiğini unutmayalım. Bunun yanında,
siyasi hükümlülerden çok daha fazla adi hükümlü olmalıydı.
Conquest’e göre 1950’de 12 milyon siyasi tutuklu vardı!
Gerçek
ortaya çıkınca, Conquest’in sahtekârlığının boyutu ortaya
çıkmış oldu. Söylediği sayılardan hiçbiri gerçeğe
yaklaşmıyordu bile. 1939’de, kamp, hapishane ve kolonilerdekiler
birlikte toplam 2 milyon hükümlü vardı. Conquest’in söylediği
gibi 9 milyon değil, 454.000 siyasi hükümlü vardı. 1937-1939
arasında çalışma kamplarında ölenlerin sayısı 3 milyon değil
160.000’di. 1950’de çalışma kamplarında 12 milyon değil
578.000 siyasi hükümlü vardı! Unutmayalım ki bu Conquest halen
antikomünist sağ propagandanın temel referanslarından birisidir
ve sağcı sözde aydınlar arasında tanrısal bir konumdadır.
Kamplarda 60 milyon kişinin öldüğünü söyleyen Soljenitsin’in
sayıları hakkında ise yorum yapmaya bile gerek yok. Bu zırvaları
ancak bir deli ortaya atabilir.
Bu
dolandırıcıları bırakıp gulag istatistiklerinin somut analizine
yoğunlaşalım. İlk soru, bu hükümlü sayısından hangi sonucun
çıkarılacağıdır. Bu 2,5 milyon sayısı ne ifade eder? Hüküm
giymiş her insan toplumun her yurttaşa tam bir yaşam sağlayacak
kadar gelişmediğini gösteriyor. Bu açıdan, 2,5 milyon hükümlü
toplumun bir eleştirisini temsil ediyor.
16)
İç ve dış tehdit
Bu
ceza sisteminin uygulandığı koşulları iyi açıklamak gerekir.
Sovyetler Birliği feodalizmi yeni devirmişti, bu toplumsal mirasın
bireylere etkisi toplumun sırtında bir yük durumundaydı. Çar
yönetimi gibi geri bir sistemde işçiler aşırı yoksul bir yaşama
mahkûmdu, insan yaşamının pek az bir değeri vardı. Hırsızlık
ve şiddet, sınırsızca cezalandırılıyordu. Monarşiye karşı
isyanlar çoğu zaman katliamlar, idamlar ve aşırı uzun hapis
cezalarıyla bastırılıyordu. Toplumsal ilişkiler ve buna eşlik
eden düşünce alışkanlıklarının evrimi için uzun bir zaman
gerekmesi Sovyetler Birliğinin suçlulara karşı tutumunun
gelişmesini etkiliyordu.
Dikkate
alınması gereken diğer bir faktör, 30’lu yıllarda 160-170
milyon arası nüfusa sahip Sovyetler Birliği’nin, dış güçler
tarafından ciddi olarak tehdit edilmesiydi. 30’lu yıllarda
Avrupa’nın yaşadığı büyük politik değişikliklerin ardından
Nazi Almanya'sının saldırısı tehdidi büyümüştü, Slav halkı
için bir yok olma tehlikesi ortaya çıkmıştı. Batı bloğu da
müdahale hırsıyla yanıyordu. Bu durumu Stalin 1931’de şu
cümlelerle özetledi: “Sanayileşmiş ülkelerin 50 ile 100 yıl
gerisindeyiz. Bu mesafeyi 10 yılda kapatmalıyız. Varlığımızı
sürdürmemiz buna bağlıdır.” On yıl sonra, 22 Haziran 1941’de,
Sovyetler Birliği, Nazi Almanya'sı ve müttefikleri tarafından
işgal edildi.
Sovyet
toplumu 1930 ile 1940 arasında büyük çaba harcadı, kaynakların
çoğu da yaklaşan savaşa karşı savunmayı hazırlamaya harcandı.
İşçiler zor şartlarda çalıştılar, bunu da kişisel
çıkarlarını gözetmeden yaptılar. Günde 7 saate düşmüş olan
çalışma süresi 1937’de uzadı, 1939’da fiilen her cumartesi
normal bir çalışma gününe dönüştü. Bu zor dönemde, yaklaşık
iki on yıl boyunca (30’lar ve 40’lar) toplumun üzerine çöken,
25 milyon insanın ölmesine ve ülkenin yarısının yanıp kül
olmasına neden olan savaş ortamında, insanlar birbirlerine ne
kadar yardım etmeye çalışırlarsa çalışsınlar suçlarda artış
yaşandı.
Son
derece zorlu koşullarda, Sovyetler Birliği en fazla 2,5 milyon
hükümlüye sahip oldu, başka bir ifadeyle yetişkin nüfusun
%2,4’ü kadar. Bu sayı hakkında ne düşünmeliyiz? Az mıdır,
çok mu? Karşılaştıralım.
17)
ABD’de daha fazla hükümlü var
Örnek
olarak, -1996 yılında- 252 milyon nüfusu olan, dünyanın
kaynaklarının %60’ını kullanan dünyanın en zengin ülkesi
ABD’ye bakalım. Kaç mahkûm var? Ne bir savaş ne de ekonomik
dengesini bozan toplumsal bir sarsıntı yaşamayan bu ülkenin
durumu nedir?
Ağustos
1997’de gazetelerde yer alan kısa bir basın bildirisinde, FLT-AP
basın ajansı (Associated Press) 1996 yılı için 5,5 milyon rakamı
verilerek, ABD’de hiçbir zaman bu kadar çok hükümlü olmadığı
belirtiliyordu. Bu 1995’e göre 200.000 kişilik bir artışı
ifade ediyor ve ABD’de hükümlülerin yetişkin nüfusa oranı
%2,8’e varıyor. Bu veriler incelemek isteyenler için ABD adalet
bakanlığında mevcuttur (adalet istatistikleri bürosunun web
sayfası: http://www.ojp.usdoj.gov/bjs).
Bugün ABD’de hükümlü sayısı Sovyetler Birliğinde ulaştığı
en yüksek rakamdan 3 milyon fazladır! Daha önemlisi, yetişkin
nüfusun en fazla %2,4’ü hüküm giymişti, ABD’de bu oran
%2,8’dir ve artmaktadır! Amerikan adalet bakanlığının 18 Ocak
1998 tarihli basın bildirisine göre, 1997 yılında hüküm
giyenlerin sayısı bir önceki yıla göre 96 100 kişi artmıştı.
Sovyetler
Birliği çalışma kamplarına gelince, tutukluluk koşullarının
zor olduğu doğrudur, fakat ya bugün şiddetin, uyuşturucu
trafiğinin, fuhuşun, cinsel saldırıların (her yıl
hapishanelerde 290.000 tecavüz vakası) yayıldığı Amerikan
hapishanelerinin durumu! Üstelik tüm tarihindeki refah seviyesinin
doruğundan olan bir toplumda!
18)
Önemli bir faktör: Tıbbi malzeme eksikliği
Şimdi
üçüncü soruya cevap verelim. Çalışma kamplarında kaç kişi
öldü? Sayı her yıl değişmekte, fakat 1934’teki %5,2 oranının
1953’te %0,3’e düştüğü görülüyor. Çalışma
kamplarındaki ölümlerin nedeni, toplumun tümünü de etkileyen,
özellikle salgın hastalıklara karşı ihtiyaç duyulan genel tıbbi
malzeme eksikliğiydi. Bu sorun çalışma kamplarıyla sınırlı
değil, toplumun tümünü hatta dünyanın büyük kısmını
etkiliyordu. Bu durum ancak, bulunuşu ve yaygın kullanımı İkinci
Dünya savaşı sonrası gerçekleşen antibiyotikler sayesinde
değişti. En kötü yıllar barbar nazilerin tüm Sovyet
vatandaşlarına iğrenç koşullar dayattıkları savaş yıllarıydı.
Bu 4 yıl boyunca, yarım milyondan fazla kişi çalışma
kamplarında öldü, bu sayı incelediğimiz yirmi yıl içinde
ölenlerin toplamının yarısına eşit. Ancak aynı sırada serbest
insanların 25 milyonunun savaş nedeniyle öldüğünü
hatırlayalım. 1950’de Sovyetler Birliği’nde koşullar
düzeldiğinde ve antibiyotik kullanımı başladığında hapiste
ölen hükümlü oranı %0,3’e düştü.
Dördüncü
soruya geçelim. 1953 yılına kadar, özellikle de 1937-38 temizliği
sırada kaç kişi idam edildi? Conquest Bolşeviklerin 1930-1953
arasında çalışma kamplarında 12 milyon hükümlüyü öldürdüğünü
söylüyordu. Bunların bir milyonu da 1937-38 yıllarında
öldürülmüş olacaktı. Soljenitsin çalışma kamplarında ölen
on milyonlardan bahsediyordu, bunun da 3 milyonu sadece 1937-38
arasında öldürülmüştü. Sovyetler Birliğine karşı propaganda
savaşı için bu sayılar imal edildi. Başka bir örnek, yazar Olga
Shatunovskaya, 1937-38 temizliğinde 7 milyon kişinin öldüğünü
söylüyor.
Sovyet
arşivlerinden çıkan belgeler ise başka türlü konuşuyor. Şunu
baştan belirtelim ki idam cezası alanların sayısı hakkında
bilgiler farklı arşivlerde bulunuyordu ve araştırmacılar
yaklaşık bir değere ulaşabilmek için verileri bir araya getirmek
zorunda kaldılar, bu nedenle çift sayma ve gerçekte olandan daha
büyük bir sayıya ulaşma riskini göze almak zorunda kaldılar.
Yeltsin tarafından Sovyet arşivleriyle ilgilenme görevi verilen
Dmitri Volgokonov’a göre, 1 Ekim 1936 ile 30 Eylül 1938 arasında
askeri mahkemelerde 30.514 kişi idama mahkûm edilmişti. Şubat
1990’da basında yer alan bir KGB belgesinde ise, 1930’dan 1953’e
kadar geçen 23 yıllık sürede karşı-devrimcilik suçundan
786.098 kişinin idama mahkûm olduğu yazıyordu. KGB’ye göre bu
mahkûmiyetlerden 681.692’si 1937 ile 1938’de gerçekleşti.
KGB’nin söylediğini kontrol etmek mümkün değil fakat bu bilgi
güvenilir görünmüyor. Yalnız iki yıl içinde bu kadar çok
kişinin idam edilmesi oldukça zor. 1990’ın Kapitalist yanlısı
KGB’sinin sosyalist yanlısı eski KGB ile ilgili verdiği
bilgilere inanılabilir mi? En azından, KGB’nin söz konusu 23
yılla ilgili kullandığı istatistiklerin kapitalist KGB’nin
iddia ettiği gibi sadece karşı-devrimcilerin idamını mı yoksa
hem karşı-devrimcileri hem de adi suçluları mı içerdiğini
kontrol etmek gerekir. Arşivler idama mahkûm adi suçlularla
karşı-devrimcilerin sayısının yaklaşık olarak eşit olduğu
sonucuna götürüyor.
Buradan
çıkarabileceğimiz sonuç, 1937-38 yıllarında idama mahkum
olanların Batı propagandasında yer aldığı gibi milyonlara
değil, yüz bine yakın olduğudur.
Tüm
idam cezalarının uygulanmadığını da eklemek gerekir. Ölüm
cezalarının büyük bölümü çalışma kampı cezasına
çevrilmiştir. Adi suçlularla karşı-devrimciler arasında ayrım
yapmak gerekir. İdama mahkûm olanların çoğu cinayet ya da
hırsızlık gibi büyük suçlar işlemiştir. 60 yıl sonra, çoğu
ülkede bu suçların aynı şekilde cezalandırıldığını
görmekteyiz.
Hapis
cezaları ne kadar sürüyordu? Hapis cezalarının uzunluğu Batı
propagandasında en utanmaz söylentilere konu oldu. Genellikle
Sovyetler Birliğinde insanın tüm yaşamını hapiste geçirdiği
ve asla hapisten çıkamadığı söyleniyordu. Bu tamamen yanlıştır.
Stalin döneminde hapse gidenlerin büyük çoğunluğu için hapis
süresi en fazla beş yıldı. American Historical Review’de yer
alan istatistikler bize gerçekleri gösteriyor. 1936 yılında Rusya
Federasyonunda adi suçluların aldıkları cezalar: beş yıla kadar
%82,4; beş ile on yıl arası %17,6. 1937 öncesi mümkün olan en
yüksek ceza on yıldı. 1936 yılında sivil mahkemelerde mahkûm
olan siyasi suçluların aldığı cezalar: beş yıla kadar %44,2;
beş ile on yıl arası %50,7. En uzun cezaların çekildiği gulag
çalışma kampları için 1940 yılına ait istatistikler beş yıla
kadar olan cezaların %56,8; beş ile on yıl arası cezaların %42,2
olduğunu gösteriyor. On yıldan fazla ceza alanların oranı sadece
%1’dir.
1939
için Sovyet mahkemelerinin istatistiklerine sahibiz. Ceza süreleri
şöyledir: beş yıla kadar, %95,9; beş ile on yıl arası, %4; on
yıldan fazla, %0,1. Görüldüğü gibi Sovyetler Birliğinde
sonsuza kadar süren cezalar, Batı’da sosyalizmle savaşmak için
yayılmış bir masaldır.
19)
Sovyetler Birliği hakkında yalanlar
Kısaca
tarihsel araştırmalardan bahsedelim. Rus tarihçiler tarafından
yapılan araştırmalar kapitalist dünya üniversite ve okullarında
elli yıldır anlatılandan baştan aşağı farklı bir gerçeklik
sunuyor. Bu elli yıllık soğuk savaş boyunca her yeni kuşağa
Sovyetler Birliği hakkında yalanlar aktarıldı ve bu yalanlar
insanları oldukça etkiledi. Bu, Fransız ve Amerikan
araştırmacıların raporlarında da görülebilir. Hükümlü ve
ölü sayısını gösteren tablo ve sayılar bu uzmanlar arasında
yoğun tartışma konusu olagelmiştir. Fakat dikkat edilmesi
gereken, hüküm giyenlerin suçlarının hiç tartışılmadığıdır.
Kapitalist propaganda Sovyet suçlularını hep masum kurbanlar
olarak göstermiş, araştırmacılar da bu düşünceyi sorgulamadan
benimsemiştir. Araştırmacılar istatistik incelemesini bırakıp
yorumlamaya giriştiklerinde burjuva ideolojileri baskın çıkmış,
çoğu zaman da şüpheli sonuçlara götürmüştür. Böylece
Sovyet ceza sisteminin mahkûm ettikleri suçsuz oluverir. Fakat
bunların çoğu hırsız, katil, tecavüzcü ve benzeridir. Böyle
suçlular Avrupa ya da ABD’de olsalar basın tarafından asla masum
sayılmazlardı. Fakat Sovyetler Birliğinde suç işledikleri için,
durum değişiyor. Bir katil ya da sabıkalı bir tecavüzcüyü
masum ilan etmek gerçekten garip bir durum. Sovyet adaleti
incelenirken, en azından şiddet suçları incelenirken birazcık
sağduyuya sahip olmak gerekir. Mahkûmiyetleri tartışırken olmasa
bile, en azından mahkûmların kim olduğunu incelerken buna ihtiyaç
var.
20)
Kulaklar ve karşı-devrim
Karşı-devrimcilere
gelince, bakalım onlar ne ile suçlanmış. Sorunun önemini
gösteren iki örnek alalım: Birincisi 30’ların başında mahkûm
edilen kulaklar, diğeri 1936-37’de mahkûm olan komplocu ve
karşı-devrimciler.
Kulaklardan
(zengin köylüler) bahseden raporlarda, 381.000 aile, yani 1,8
milyon kişinin sürüldüğü söyleniyor. Bunların küçük bir
kısmı çalışma kamplarına ya da çalışma kolonilerine
gönderilmiş. Peki bunlar neden mahkum olmuşlardı?
Zengin
Rus köylüleri, kulaklar, yoksul köylüleri yüzlerce yıl sınırsız
bir baskı ve sömürü altında tuttular. 1927’de 120 milyon
köylüden 110 milyonu yoksulken 10 milyon kulak refah içindeydi.
Yoksul köylüler devrimden önce en sefil şartlarda yaşıyordu.
Kulakların zenginliği yoksul köylülerin ucuz emeğine, ödedikleri
vergiler ve rantlara dayanıyordu. Yoksul köylüler kolektif
çiftliklerde birleşmeye başlayınca, kulakların temel gelir
kaynağı da yok olmaya başladı. Fakat kulaklar yenilgiyi kabul
etmek istemediler. Kıtlık yaratarak sömürülerini devam ettirmek
istediler. Kulak silahlı çeteleri kolektif çiftliklere saldırdı,
yoksul köylüleri ve parti üyelerini katletti, tarlaları ateşe
verdi ve hayvanları öldürdü. Yoksul köylüleri açlık içinde
bırakarak yoksulluğu ve kendi üstünlüklerini kabul ettirmeye
çalışıyorlardı. Sonrasında olaylar bu katillerin istediği gibi
gelişmedi. Yoksul köylüler devrimin desteğine sahiptiler ve
yenilen, hapsedilen, sürülen ve çalışma kampına alınan
kulaklara baskın çıktılar.
10
milyon kulaktan 1,8 milyonu sürüldü ya da hüküm giydi. 120
milyon insanın katıldığı Sovyet kırlarında yaşanan bu
kitlesel sınıf savaşında haksızlıklar yapılmış olabilir. Ama
bunun için, daha iyi bir yaşam ve çocuklarına aç cahiller olarak
kalmayacakları iyi bir hayat sunabilme mücadelesi veren yoksul ve
ezilmişleri suçlayabilir miyiz? Onları yeteri kadar “medeni”
olmamakla ya da acımasız olmakla gerçekten suçlayabilir miyiz?
Yüzlerce yıl medeniyetten hiç faydalanmamış insanları medeni
olmamakla kim suçlayabilir? Yoksul köylüleri sömüren kulaklar
yıllar boyu medenice ya da merhametli mi davrandılar?
21)
1937 temizliği
Partide,
orduda ve devlet aygıtında temizliği takip eden 1936-38 büyük
duruşmalarında mahkum edilen karşı-devrimcilerle ilgili ikinci
örneğimizin kökeni Rus devrim tarihine uzanıyor. Çara ve Rus
burjuvazisine karşı zafere milyonlarca insan katılmış, bunlardan
partiye katılan birçoğu ise bunu proletarya ve sosyalizm uğruna
yapmamıştı. Fakat sınıf savaşının durumu nedeniyle çoğu kez
yeni militanları test etme fırsatı bulunamamıştı. Kendilerine
sosyalist diyen ve Bolşevik partisiyle çatışan kimileri bile
sonradan Komünist Partiye kabul edildi. Bu yeni üyelerden bazıları,
sınıf mücadelesini yürütme becerilerine göre Bolşevik Partisi,
devlet ve silahlı kuvvetlerde önemli konumlara geldiler. Genç
Sovyet devleti için zor bir dönemdi ve kadro eksikliği –hatta
sırf okuryazar insanların azlığı- partiyi yeni kadroları kabul
etmede daha az seçici davranmak zorunda bıraktı. Bu sorun
nedeniyle zamanla partiyi iki kampa bölen bir çelişki doğdu- bir
yanda sosyalist bir toplum kurmak için mücadeleyi ileri götürmek
isteyenler, diğer yanda sosyalizmi inşa etmek için koşulların
olgunlaşmadığını, bu nedenle sosyal-demokrasiyle yetinmek
gerektiğini savunanlar. Bu fikirler, partiye 1917’de katılan ve
zamanla önde gelen bazı Bolşeviklerin desteğini elde eden
Troçki’den doğuyordu. İlk Bolşevik programa karşı birleşik
muhalefet alternatif bir program ortaya attı ve 27 Aralık 1927’de
oylamaya koyuldu. Bu oylamadan önce partide yıllar süren bir
tartışma yaşandı ve hiçbir tartışmaya yer vermeyecek bir sonuç
ortay çıktı. Muhalefet, 725.000 kayıtlı seçmenden 6.000’inin
oyunu aldı, bu partinin %1’inden azının birleşik muhalefeti
desteklediğini ifade ediyordu.
Oylamadan
sonra muhalefet, Komünist Parti ve Merkez Komiteye karşı çalışmaya
başladı. Komite bu bloğun belli başlı liderlerini partiden
uzaklaştırmaya karar verdi. En önde gelen şahsiyet olan Troçki
sınır dışı edildi. Ancak muhalefetin hikâyesi bununla bitmedi.
Piyatakov, Radek, Preobrajenski ve Smirnov gibi troçkist
yöneticilerin birçoğuyla birlikte Zinovyev, Kamanev ve Zvdekin
özeleştiri verdiler. Hepsi partiye geri alındı, parti ve devlette
konumlarına geri döndüler. Sonunda, muhalefetin yaptığı
özeleştirinin gerçeğe uymadığı ortaya çıktı, çünkü
Sovyetler Birliğinde sınıf savaşımının her şiddet kazanışında
eski muhalefetin yöneticilerinin karşı-devrimci tarafa geçtiği
görülüyordu. Bu muhaliflerin çoğu yeniden sürüldüler ve
1937-38 yıllarında durum tamamen netlik kazanmadan önce yeniden
kabul edildiler.
22)
Endüstriyel sabotaj
1934
Aralığında, partinin Leningrad il başkanı ve Merkez Komitesinin
en önemli isimlerinden biri olan Kirov’un öldürülmesi, gizli
bir örgütün varlığını ortaya çıkaran bir soruşturmaya yol
açtı. Bu örgüt partiyi ve hükümeti şiddet yoluyla ele geçirmek
için komplolar hazırlıyordu. Daha açıkçası, 1927’de
kaybettikleri politik mücadeleyi, devlete karşı şiddet
yöntemleriyle kazanmayı umuyorlardı. Temel olarak da endüstriyel
sabotaj, terörizm ve yolsuzluktan yararlanıyorlardı. Muhalefetin
yönlendiricisi Troçki bu eylemleri dışarıdan yönetiyordu.
Endüstriyel sabotaj Sovyet devletine korkunç zararlar verdi, birçok
makineyi tamiri imkânsız bir hale getirdi. Madenler ve fabrikalarda
çok büyük üretim düşüşü yaşandı.
Sorunu
1934 yılında ilk ortaya koyanlardan biri, Sovyetler Birliği’yle
başmühendis olarak çalışmak üzere sözleşme yapan yabancı
uzmanlardan Amerikalı mühendis John Littlepage oldu. Littlepage
1928-1937 arası on yılını maden endüstrisinde, özellikle de
altın madenlerinde çalışmakla geçirdi. 1939 tarihli Sibirya
Altınının Peşinde adlı kitabında şunları yazdı: “Uzak
durabildiğim sürece Rusya’daki politik oyunların inceliklerine
hiç ilgi duymadım, fakat işim gereği Sovyet endüstrisinde ne
olup bittiğini incelemek zorundaydım. Sonunda Stalin ve
arkadaşlarının, en kötü düşmanlarının hiçbir şeyden memnun
olmayan devrimci komünistler olduklarını anlamalarının oldukça
uzun sürdüğüne kesin kanaat getirdim.”
Littlepage
kişisel deneyiminin, hükümeti devirmek için endüstriyel sabotajı
deneyen büyük bir komplonun var olduğunu ortaya koyan resmi
açıklamalarla onaylandığını da yazdı. Daha 1931’de Ural ve
Kazakistan bakır ve kurşun madenlerinde çalışırken sorunun
varlığını hissetmişti. Bu madenler, ağır sanayi ikinci başkanı
Piyatakov’un yönetimindeki büyük bir sanayi kompleksinin
parçasıydı. Madenler hem üretim hem de çalışan işçilerin
güvenliği açısından felaket bir durumdaydı. Littlepage
sabotajın iyi örgütlendiği ve sanayi kompleksinin başından
kaynaklandığı sonucuna vardı.
Littlepage’in
kitabı Troçkist muhalefetin bu karşı-devrimci eylemler için
gerekli parayı nereden bulduğunu da anlatıyor. Gizli muhalefetin
çoğu üyesi yabancı fabrikalara verilen makine siparişlerinde
konumlarını kullanarak, ödenen ücrete göre çok kalitesiz
makinelerin alınmasını sağladılar. Yabancı üreticiler fiyat
farkını Troçki’nin örgütüne veriyor, Troçki ve Sovyetler
Birliği’ndeki komplodaki suç ortakları bu fabrikalara sipariş
vermeye devam ediyorlardı.
23)
Hırsızlık ve yolsuzluk
Bu
iş Littlepage tarafından 1931 ilkbaharında madenlere asansör
almak üzere bulunduğu Berlin’de fark edildi. Piyatakov tarafından
yönetilen Sovyet heyetinde Littlepage asansörlerin kalitesini
kontrol edecek ve alımı onaylayacak uzman olarak bulunuyordu. İşe
yaramaz kalitesiz asansörlerle ilgili bir sahtekârlık tespit etti,
fakat bunu Piyatakov’a ve diğer heyet üyelerine ilettiğinde
soğuk bir şekilde karşılandı, sanki bu olayı gizlemek
istiyorlar hatta bu alımları onaylaması için ısrar ediyorlardı.
Littlepage bunu kabul etmedi. Önce bunun basit bir yolsuzluk
meselesi olduğunu ve heyet üyelerinin asansörleri satan şirketten
rüşvet aldığını düşündü. Fakat büyük 1937 duruşmaları
sırasında Piyatakov troçkist blokla bağlantısı olduğunu
açıklayınca, Berlin’de şahit olduğu bu olayın basit bir
rüşvet meselesi olmadığını anladı. Elde edilen para Sovyetler
Birliği’nde bulunan gizli muhalefetin sabotaj, terörizm,
yolsuzluk ve propagandayı içeren faaliyetlerini finanse etmede
kullanılıyordu.
Böylece
ortaya çıktı ki Batı burjuva basınının çok sevdiği Zinovyev,
Kamanev, Piyatakov, Radek, Tomski, Buharin ve diğerleri Sovyet halkı
ve parti tarafından kendilerine emanet edilen mevkileri, devletin
parasını çalmak ve bu parayı sabotajlar düzenleyip Sovyet
sosyalist toplumuna karşı savaşacak sosyalizmin düşmanlarıyla
işbirliği yapmakta kullanıyorlardı.
24)
Bir darbe planı
Hırsızlık, sabotaj ve yolsuzluk kendi başlarına ciddi suçlardı ama muhaliflerin eylemleri daha da ileri gitti. Komünist Parti Merkez Komitesi’nin en önemli üyelerinin katledilmesiyle başlayan, tüm Sovyet yöneticilerinin ortadan kaldırılmasını hedefleyen bir darbe komplosu hazırlandı. Darbenin askeri işleri Mareşal Tuhaçevski tarafından yönetilen bir grup general tarafında yönetiliyordu.
Hırsızlık, sabotaj ve yolsuzluk kendi başlarına ciddi suçlardı ama muhaliflerin eylemleri daha da ileri gitti. Komünist Parti Merkez Komitesi’nin en önemli üyelerinin katledilmesiyle başlayan, tüm Sovyet yöneticilerinin ortadan kaldırılmasını hedefleyen bir darbe komplosu hazırlandı. Darbenin askeri işleri Mareşal Tuhaçevski tarafından yönetilen bir grup general tarafında yönetiliyordu.
Kendisi
de troçkist olan, hem Stalin hem Sovyetler Birliğine karşı birçok
kitabın yazarı Isaac Deutscher’e göre, darbe Kremlin’e ve
Moskova, Leningrad gibi büyük şehirlerin en önemli karargâhlarına
yönelik bir askeri operasyonla başlayacaktı. Gene Deutscher’e
göre, komplo Tuhaçevskiyle birlikte ordu politik komiseri Gamarnik,
Leningrad komutanı General Yakir, Moskova askeri akademisi komutanı
General Uboreviç ve bir süvari komutanı olan General Primakov
tarafından yönetiliyordu.
Mareşal
Tuhaçevski eski çar ordusunda bir subayken devrimden sonra Kızıl
orduya katılmıştı. 1930’da, subayların %10’u (yaklaşık
4.500 kişi) eski çar subaylarındandı. Birçoğu burjuva
görüşlerini değiştirmemişler ve harekete geçmek için fırsat
kolluyorlardı. Bu fırsat muhalefetin darbe hazırlamasıyla ortaya
çıktı.
Bolşevikler
güçlüydü, ama sivil ve askeri komplocular daha güçlü hale
gelmek için büyük çaba harcadılar. 1938’de kamuya açık
yargılanmasında Buharin’in yaptığı itiraflara göre, troçkist
muhalefetle Nazi Almanyası arasında karşı-devrimci darbe başarılı
olursa Ukrayna’yı kapsayan geniş toprakların Almanya’ya
bırakılmasını içeren bir anlaşma yapıldı. Darbeyi destekleme
karşılığında Nazi Almanyası’nın payı bu olacaktı. Buharin
anlaşmadan, bu konuda Troçki’den direktif alan Radek aracılığıyla
haberdar olmuştu. Sosyalist devleti yönetmek ve savunmak için
yüksek sorumluluk verilen bu komplocular sosyalizmi yıkmaya
çalışıyordu. Her şeyden önce, bu olanların Nazi tehlikesinin
zaman geçtikçe büyüdüğü ve Nazi ordularının Avrupa’yı
tehdit etmeye, Sovyetler Birliği’ni de işgal etmeye hazırlandığı
30’lu yıllarda olduğu akılda tutulmalıdır. Komplocular kamuya
açık bir yargılamanın sonucunda vatana ihanet suçundan ölüme
mahkûm edildiler. Sabotaj, terörizm, yolsuzluk ve cinayetten,
ülkenin bir kısmını Nazilere hediye etmekten suçlu bulunanlar
başka bir şey bekleyemezdi. Bunlara masum kurbanlar olarak demek,
gerçekten abartı olur.
25)
Daha fazla yalan
Batı
propagandasının Robert Conquest aracılığıyla Kızılordu
temizliği üzerine ne yalanlar uydurduğuna bakmak ilginç olur.
Conquest Büyük Terör adlı kitabında, 1937’de Kızılordu’da
70.000 subay ve komiser bulunduğunu, bunların yarısının (15.000
subay ve 20.000 komiser) siyasi polis tarafından tutuklanıp idam
edildiğini ya da ömür boyu çalışma kamplarına gönderildiğini
yazdı. Kitapta yer alan diğer şeyler gibi bu iddianın da gerçekle
bir ilgisi yoktu. Tarihçi Roger Reese, Kızılordu ve Büyük
Temizlik adlı kitabında ordu içindeki 1937-38 temizliğinin gerçek
boyutunu gösterdi. Kızılordu ve hava kuvvetleri subay ve siyasi
komiserlerinin sayısı 1937 yılında 144.300 iken 1939’da
282.300’e yükselmişti. 1937-38 temizliklerinde 34.300 subay ve
siyasi komiser atıldı. Bununla birlikte 1940’ta bu kişilerin
11.596’u geri alındı ve mevkilerine döndü. Demek ki 1937-38
temizliklerinde 22.705 subay ve siyasi komiser atıldı (yaklaşık
13.000’i subay, 4.700 havacı subay ve 5.000 siyasi komiser),
Conquest’in söylediği gibi tüm subay ve siyasi komiserlerin
yarısı değil %7,7’si. Elimizdeki tarihsel verilere göre bu
%7,7’den bir kısmı ihanetten hüküm giymiş fakat büyük
çoğunluğu sivil hayata dönmüştür.
Son
bir soru. 1937-38 büyük duruşmaları bize ne anlatıyor? Örnek
olarak, gizli muhalefette çalışan en üst düzey parti görevlisi
Buharin’in duruşmasını ele alalım. Yargılamanın tamamına
katılan dönemin ABD Moskova büyükelçisi ünlü hukukçu Joseph
Davies, Buharin’in tüm duruşmalar süresince serbestçe
konuştuğunu ve kendini savunabildiğini ifade etmişti. Davies,
Washington’a yazdığı mektupta, duruşmalara katıldıktan sonra
sanığın suçlu olduğuna inandığını, diğer diplomatların da
aynı şekilde, ciddi bir komplonun açığa çıkarıldığını
düşündüğünü yazmıştı.
26)
Tarihten öğrenelim
Üzerine
binlerce yalancı makale ve kitap yazılan, olayları çarpıtan
yüzlerce film çekilen Stalin dönemi Sovyet ceza sistemi
tartışmasından önemli dersler çıkartılabilir. Olgular bir kez
daha burjuva basınında sosyalizm hakkında yayınlanan
söylentilerin büyük çoğunluğunun yanlış olduğunu ortaya
çıkarmıştır. Sağcılar, basın, radyo ve televizyon sayesinde
hayatımızı yönetebilir, kafa karıştırabilir, doğruyu
çarpıtabilir ve birçok insanın bu yalanlara inanmasını
sağlayabilir. Sağcıların yaydığı her hikâye tersi kanıtlanana
kadar yanlış sayılmalıdır. Tedbirli davranmak için sayısız
neden var. Rus araştırma raporlarında yanlışlıkları tamamen
açığa vurulmasına rağmen sağcılar son elli yıldır söylenen
yalanları aynen yeniden üretiyor. Sağ tarihsel mirasını devam
ettiriyor: aynı yalanı doğru kabul edilene kadar defalarca
tekrarlama. Batıda Rus araştırma raporları yayınlanınca,
çeşitli ülkelerde, bu araştırmalara gölge düşürmek ve eski
yalanları yeni doğrularmış gibi halka sunmak için bir sürü
kitap yazıldı. Bunlar baştan sona komünizm ve sosyalizmle ilgili
yalanlarla dolu iyi pazarlanan kitaplardır.
Sağcı
yalanlar bugünkü komünistlerle mücadele edebilmek için
tekrarlanıyor. İşçilerin kapitalizm ve neo-liberalizme alternatif
bulamamaları için tekrarlanıyorlar. Bunlar geleceğe dair bir
hedefi, sosyalist toplumu, gösterebilecek tek grup olan komünistlere
karşı kirli savaşın bir parçasıdır. Eski yalanlarla dolu yeni
kitapların basılmasının nedeni budur.
Tüm
bunlar, sosyalist bakış açısına sahip herkese yeni bir görev
yüklüyor. Komünist gazeteleri burjuvazinin yalanlarına karşı
savaşan işçi sınıfının gerçek gazeteleri haline getirme
sorumluluğunu üstlenmeliyiz! Bu şüphesiz bugünün sınıf
savaşında önemli bir görevdir ve yakın gelecekte yeniden ortaya
çıkacaktır.
Stalin
Arşivi çeviri birimi tarafından
Türkçeleştirilmiştir. (Şubat 2006)
Kaynak:
stalinkaynak.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder