III.
BÖLÜM
ARNAVUTLUK
SOSYALİST HALK CUMHURİYETİ NEDEN YIKILDI?
ASHC’nin
neden yıkıldığı sorusunun yanıtlanması gerekmektedir. Başında
deneyimli ve sınıf mücadelesinin çok değişik alanlarındaki
sınavlarını başarıyla vermiş AEP’in bulunduğu ASHC, neden
yıkıldı? Bu sorunu daha da önemli kılan olgu, SSCB’de ve
Sosyalist Kamp’ta kapitalizmin restorasyonu deneyimlerine sahip, bu
deneyimin ışığında olası kapitalist restorasyon tehlikesine
karşı partiyi, kadroları, sınıfı ve kitleleri eğitmeye önem
vermiş, bu bağlamda da ideolojik-siyasi donanıma sahip bir
partinin iktidarda olduğu ASHC, nasıl oldu da Enver Hoca yoldaşın
kaybından sonra, önce adım adım revizyonizme doğru kaydı, sonra
da yenilerek kapitalist-emperyalizme tutsak düşebildi? Bu bir kader
mi?
Kuşkusuz
kapitalist restorasyon bir kader değildi, değildir. Sorunu, somut
gerçeği, Marksizm-Leninizm’in, diyalektik materyalizmin ışığında,
yeni tarihsel deneyimin eleştirel analiziyle çözümleyebiliriz.
Yenilgilerden
geçmeden, büyük tarihi geri çekilişler yaşamadan, yepyeni
deneyimlerle kuşanmasını bilmeden kapitalizmden komünizme
geçilebileceğini düşünmek bilimsel ve tarihsel gerçeğe
aykırıdır. Yaşadığımız deneyimler bunu kanıtlıyor. Bilinir
ki, kapitalizmden komünizme geçiş süreci, uzun bir tarihsel
süreci gerektirir ve bu süreç, ulusal ve uluslararası arenada
sayısız biçimler alan sert ve karmaşık bir sınıf mücadelesi
dönemidir. Sosyalizm, sınıf mücadelesinin sonu değil, yeni bir
başlangıçtır; sınıf mücadelesinin yeni tarihsel-toplumsal
koşullar altında yeni ve daha üst ve karmaşık biçimler alarak
sürmesidir. Tarihin gelişimi kuşkusuz ki, diyalektik, sarmal bir
gelişimdir. Büyük tarihi geri çekilişler, yenilgiler tarihi
tekerrürden ibaret gören idealist tarih öğretisini doğrulamaz;
tarihin akışı geriye de akmaz, tekrara da dayanmaz; ana doğrultu,
tarihsel ve toplumsal gelişmenin nesnel yasaları temelinde daha
yüksek bir gelişme aşamasına doğrudur. İnsanlığın toplumsal
gelişmesinin tarihsel yasası bunu kanıtlar. Son sömürücü
sınıflı toplum olan kapitalizmin yerini sosyalizme bırakması,
sosyalizmden komünizme geçilmesi, tarihsel bir yasadır;
sınıfların, partilerin, önderlerin iradesi bu tarihsel süreçte
ya gelişmeyi geciktirebilir ya da hızlandırabilir sadece. Tarihi
belirleyen şey, irade değil, tarihsel ve toplumsal gelişmenin
nesnel karaktere sahip olan yasalarıdır. İradenin rolü, tam da
burada, gelişmeyi hızlandırmak veya gelişmeyi geciktirmek
bağlamında aktif bir etken olabilir ancak.
Kapitalizmden
komünizme geçiş sürecini belirleyen şey, nesnel yasaların
dışında soyut bir irade değildir. Aksine, sosyalizmden komünizme
geçiş de belli nesnel hareket yasalarına dayanır. Subjektif
faktör sınıf savaşımının bu nesnel gelişme yasalarının
kavranması temelinde bu geçişe önderlik eder. Burada, sosyalist
toplumun kendi bağımsız nesnel iktisadi temelleri üzerinde
gelişen bir temel toplum biçimi olmadığı, bir geçiş evresi
olduğu için, bu geçiş ancak proletaryanın önderliğinde
gerçekleşebilir ve bu yasa, sosyalizmden komünizme geçişin
yasalarından biri, başta gelenidir. Ama bu önderlik keyfi olarak
belirlenmiş bir önderlik değil, aksine geçişin nesnel
yasalarının bir gereğini ifade eder. Marks, “Sadece varolan
ilkeleri değiştirmek için değil, ama aynı zamanda kendi
kendimizi değiştirmek, siyasal iktidarı sürdürecek yeteneğe
sahip olabilmek için, onbeş, yirmi, elli yıl süren iç savaşlar
ve uluslararası savaşlardan geçeceksiniz” diyerek proletaryaya
seslenir ve uyarır. Lenin, “Sorunun özünü ele aldığımızda
ise -tarihte hiç yeni bir üretim tarzının uzun bir
başarısızlıklar, hatalar, geri tepmeler dizisi olmadan bir
çırpıda kök saldığı görülmüştür mü!” diyerek sorar ve
komünistlerin böyle bir ütopik gelişme yolu tanımadığını
vurgular. Tarihsel gelişmenin deneyimlerine dayanarak bilimsel bir
yanıt verir ve küçük burjuva oportünizminin eleştirisini
yaparak sorusunu yanıtlar.
Sosyalizmden
kapitalizme geri dönüşün deneyimlerine sahip olmasına karşın
AEP ve ASHC, E. Hoca döneminde de kapitalist restorasyon
tehlikesinden ve restorasyon doğrultusundaki her türden
karşı-devrimci girişim örneklerinden uzak kalabilmiş değildi.
Zaten bunu ummak veya beklemek ancak küçük burjuva aydınına ve
oportünizme has bir saflık olacaktı. Nitekim E. Hoca yoldaş, bu
tehlikeye ve bu tehlikenin ideolojik ve siyasi uyanıklığın
zayıflaması koşullarında bir olguya dönüşebileceğine,
Arnavutluğun bundan bağışık olmadığına ısrarla dikkat
çekmiştir. Yani Enver Hoca ve Partisi, Sosyalist Kamp’ın
tasfiyesi olumsuz deneyimlerine sahip olmanın ve bu doğrultuda
geliştirilen eğitim ve uyanıklığın tek başına Arnavutluk’ta
kapitalist restorasyona karşı güvence oluşturmadığının açık
bilincine sahipti. E. Hoca’ya ve AEP’e ait tüm belge ve
değerlendirmelerden bu gerçeği rahatlıkla görebiliriz. Tarihsel
deneyimin gösterdiği gibi, kapitalizmden komünizme geçiş,
sanılandan da karmaşık ve zorlu bir sürecini ifade etmektedir.
ASHC deneyimi de bunu bir kez daha kanıtlamıştır.
Evet,
ASHC’de de kale içten fethedildi. ASHC deneyinin özgün
yanı, SSCB’den farklı olarak, işe Enver Hoca’nın reddiyle
başlanmadı, başlanamadı. Görünüşte, E. Hoca hep yüceltildi.
Aliya ve kliği AEP’in, ASHC’nin Enver Hoca önderliği dönemini
açık bir saldırıyla mahkum edecek kudreti gösteremedi. Böyle
bir yöntemin erken deşifre olmalarına yol açacağını ve
kitlelerin desteğini kaybedeceğinin bilincindeydi bu hainler
şürekası. Kapitalizmin restorasyonu yoluna erken ve hızlı giren
AEP ve ASHC’nin yöneticileri ve önderlerinin, işe hemen ve
doğrudan E. Hoca’ya saldırarak girmeye cüret edememeleri deneyi,
aslında Enver yoldaş döneminde partiye, kadrolara, sınıfa ve
kitlelere verilmiş olan eğitimin etki derecesiyle, kapitalist
restorasyon deneyimlerinin sınıf savaşımında az-çok bir silaha
dönüştürülmüş olması gerçeğiyle bağlıydı. Bu gerçeği
saptamak ve görmek gerekir.
ASHC’deki
kapitalist restorasyonun ikinci özgünlüğü, dünyada ASHC
dışında başka bir sosyalist ülkenin ve sosyalist bir kampın
olmadığı koşullarda gerçekleşmiş olmasıdır. AEP ve ASHC,
kapitalist/emperyalist kamp ve revizyonist/sosyal emperyalist kamp
tarafından acımasız ve amansız bir tarzda kuşatılmış olduğu
koşullarda ve her iki kampın ortak iradeleri ile tasfiye edilmek
istendiği bir tarihi süreçte ve son olarak, kapitalist/revizyonist
kampın çözülmeye başladığı ve giderek dağılmaya başladığı
somut tarihsel koşullarda kapitalist/revizyonist yola girerek
tasfiye edildi.
ASHC’deki
kapitalist restorasyonun üçüncü özgünlüğü,
yeraltı ve yer üstü kaynaklarının, örneğin bir Rusya gibi
zengin olmadığı, Uluslararası Komünist Hareket’in zayıf,
dünya devrim dalgasının güçlü bir şekilde geri çekilmiş
olduğu ve kapitalist/sosyal emperyalist kampın dağılışıyla,
devrim dalgasının dibe vurduğu; Amerikan emperyalizminin
önderliğindeki kapitalist/emperyalist kampın “Soğuk Savaş”ı
açık bir şekilde kazandığı, Amerikan emperyalizminin yer
küremizin tek patronu olarak ortaya çıktığı,
kapitalist/emperyalist kamp içerisindeki çelişki ve çatışmaların
henüz keskinleşmediği, dolaylı yedeklerden yararlanmanın son
derece elverişsiz olduğu; ASHC’yi de tasfiye etmek için
koşulların daha elverişli bir hale geldiği ve ASHC üzerinde,
emperyalizm ve çevre ülkelerin gerici baskı ve ablukasının bir
mengene gibi sıkmaya başladığı bir tarihsel kesitte, küçük
bir ülkede kapitalizmin restorasyonunun gerçekleşmiş olmasıdır.
ASHC’de
kapitalist restorasyonun dördüncü özgünlüğü,
kapitalizmin restorasyonundan çıkarılmış dersler ışığında,
SSCB’den farklı olarak, maddi bakımdan ayrıcalıklı bir küçük
bürokratik burjuva tabakanın gelişmesinin hemen hemen olmadığı
ve böyle bir tabakalaşmaya hemen hemen izin verilmediği bir
tarihsel sürecin ardından; eski sosyalist kamp ülkelerinden farklı
olarak, kapitalist restorasyon için güçlü bir kitle temelinin
olmadığı bir tarihsel kesitte gerçekleşmiş olmasıdır.
ASHC’deki
kapitalist restorasyonun beşinci özgünlüğü, kurtuluştan
önce kapitalizmin ve burjuvazinin, burjuva ideoloji ve kültürünün
çok zayıf geliştiği, cılız burjuvazinin kendini politik bir
parti olarak ifade edemediği, dolayısıyla, burjuvazinin devrimden
önce güçlü olmadığı, ulusal kurtuluşçu bir devrim olarak
patlak veren ve zafere erişen antiemperyalist demokratik halk
devriminde ciddi bir rol ve engel oluşturamadığı ve devrimin
hızla sosyalist devrime dönüşerek ilerleyişinin önünde ciddi
bir engel oluşturamadığı bir ülkede; yanı sıra, küçük
burjuvazinin aynı süreçlerde ciddi bir politik güç oluşturarak
partileşme olanağı olmadığı ve bulamadığı, devrim ve
sosyalizmin tartışmasız bir şekilde Arnavutluk Emek Partisi’nin
önderliğinde gerçekleştiği ve sosyalizmin inşasına girilmiş
olduğu bir ülkede gerçekleşmiş olmasıdır. Bu tablo, bir yandan
devrim ve kurtuluş öncesi dönemde üretici güçlerin geri
gelişmişlik düzeyi, sosyalizmin inşası sürecinin temposunu vb.
olumsuz yönde etkilerken, öte yandan da AEP’in ve işçi
sınıfının güçlü bir hegemonya kurarak sürece önderlik
etmesini kolaylaştıran ve ivmeleyen bir olanak sunmuştu
Arnavutluk’a.
ASHC’de
kapitalizmin restorasyonunun altıncı özgünlüğü, ASHC’de
sosyalizmi yıkma operasyonun kapitalist restorasyonun tarihi
derslerini geliştirme ve uygulama adı altında aşağılık
bir tarzda, iğrenç bir demagojiyle örgütlenmiş olmasıdır. Ve
bu, üzerinde iyi düşünülmesi gereken çok dikkate değer
uyarıcı bir ders olmalıdır komünistler için.
Kruşçev
revizyonizmi, Stalin neyi savunduysa tam tersini savunarak uyguladı.
Alia revizyonizmi ise sözde Enver Hoca’ya sahip çıkar görünürken
tam tersini savundu ve uyguladı.
Aliya
revizyonizmi, kapitalist restorasyonu, “değişen koşullar”,
“dogmatizme karşı mücadele”, “tutuculuğa karşı mücadele”,
“Marksizm-Leninizm’i geliştirme”, “eski ve tutucu zihniyeti
aşma”, “yeni koşulları dikkate alma”, “bürokrasiye,
liberalizme karşı mücadeleyi geliştirme”, “ sosyalist
demokrasiyi geliştirme”, “kitleleri yönetime katma”,
“toplumsal yaşamı demokratikleştirme”, “kapitalist
restorasyonun deneylerini geliştirme ve uygulama”, “bürokratik
yozlaşmaya karşı mücadele” vb. açıklamalar ve şiarlar
altında örgütledi. (Konuyla ilgili bakınız “Ramız Alıa,
PLENUM KONUŞMALARI”, Karınca Yayıncılık.)
1986
yılında toplanan AEP 9. Kongresi ( E. Hoca’nın katıldığı son
kongre 1981 yılında toplanan 8. Kongre’dir), revizyonizmin uç
vererek geliştiği bir kongreydi. Uç veren yeni revizyonist eğilim
giderek daha da geliştirildi; özellikle AEP MK’sının 8., 9.,
10, 11., 12. plenum toplantıları ile (1989-90 yılları)
revizyonizm tırmandırılarak belirleyici teorik ve pratik çizgi
haline getirildi.
Söz
konusu plenum kararları incelendiği zaman görülmektedir ki,
revizyonist ihanet çetesi Aliya kliği, Kruşçev-Brejnev’in
izinde giderek özünde aynı olan, hatta nerdeyse kelime kelimesine
aynı olan bir çizginin eşliğinde kapitalist restorasyonu
örgütlemiştir. Kar için üretim, değer yasası, üretim
araçlarının meta kabul edilişi, özel mülkiyet alanının
geliştirilmesi, merkezi planlamanın tasfiyesi, sözde idari
yöntemlerden, komuta kontrol ekonomisinden “ekonomik” yöntemlere
geçilmesi, işletme özerkliği, maddi teşvikler, fiyat esnekliği,
emperyalist sermayeye kapıların ardına dek açılması; sözde, E.
Hoca ve AEP’in sıkı sıkıya bağlı kaldığı özgücüne
güvenerek ve dayanarak sosyalizmi kurma teori ve pratiğinin “çoğu
zaman dar” kavrandığı eleştirisiyle emperyalistlerle ortak
yatırımlara yönelme, ortak ya da tek başına emperyalist sermaye
yatırımlarının teşvik edilmesi, emperyalist devletlerden, IMF
gibi emperyalist mali kuruluşlardan borç istenmesi ve alınması,
“serbest piyasa” ekonomisinin sistemli övülerek yürürlüğe
konulması; sözde Arnavutluk’un yeni bir aşamaya, “yoğun
gelişme aşamasına girdiği”, ağır sanayinin geliştirilmesine
aşırı önem verildiği, kitlelerin tüketim gereksinmelerinin,
hafif sanayinin ihmal edildiği, “üretim demokrasisinin ihmal
edildiği” vb. politikaları Aliya kliğinin ekonomik
programını oluşturuyordu.
“Demokratikleşme”
vb. adına devrilmiş gericiliğin kalıntılarını, eski değer
yargılarını ve yeni burjuva unsurları cesaretlendirerek
kışkırtma, suçluların serbest bırakılması, burjuva ve burjuva
revizyonist ideoloji ve kültürün önünün açılması, geçmişte
teşhir tahtasına çivilenmiş burjuva revizyonist fikirlerin
kutsanması, giderek Stalin’in heykellerinin kaldırılması ve
anti-Stalinist kampanyanın geliştirilmesi, ardından E. Hoca’nın
heykellerinin yıkılması, burjuva demokrasisi tapıcılığının
geliştirilmesi, anayasal bir madde olan ve ASHC’nin “ateist”
bir devlet olduğunu saptayan maddenin kaldırılması, dinsel
gericiliğin özgürce örgütlenmesini güvence altına alan
değişikliklerin yapılması vb. kapitalist restorasyonun politik
programının tipik unsurlarıydı. Ancak Ramiz Aliya ve çetesi
o dönem Kruşçevlerin, Brejnevlerin cesaret edemediği şeyleri de
yürürlüğe koydu. Burjuva demokrasisi yüceltildi, siyasal yaşam
burjuva demokrasisine göre yapılandırıldı. AEP’in anayasal
olarak da belirlenmiş önderlik rolü ve tartışmasız egemenliği
yasal olarak ortadan kaldırıldı. Burjuva partilerin özgürce
kurulması ve seçimlere katılması güvence altına alındı (yıl
1990).
Dönek
Ramiz Aliya kliği eliyle yürürlüğe konulan kapitalist
restorasyon programı, meyvelerini hızlı bir şekilde verdi.
Gorbaçov önderliğiyle içerisine girilen ve kapitalist/revizyonist
sistem ve kampın çöküşüyle oluşan ya da şekillenen dünya
konjonktüründe AEP’in yürürlüğe koyduğu program, hızlı
bir şekilde sosyalist Arnavutluk’un tasfiyesine yol açtı.
Sosyalist Arnavutluk emperyalizme bağımlı hale gelen yeni sömürge,
geri kapitalist bir Arnavutluk’a dönüştü. Sosyalizmin
kazanımları hızla tasfiye edildi. Yeni burjuva partiler, eski
devrilmiş gericiliğinin kalıntıları hızla örgütlenerek
burjuva partiler olarak ortaya çıktılar. İç ve dış gericilik,
azgın bir gericilik ve karşı devrim dalgası olarak Arnavutluk
komünistlerinin, işçi ve emekçilerinin üstüne bütün gücü
ile çullandı, vb. Böylece, ASHC’nin yenilgisiyle, şanlı Ekim
Devrimi ile açılan tarihsel dönem (yerini, yeni bir Ekim
fırtınasıyla, ama bu kez geçmişin deneyim ve dersleriyle
silahlanmış olarak gelecek ve bir önceki dönemi sertliği,
keskinliği, derinlik ve yaygınlığıyla geçmişi kat be kat
aşacak yeni bir Ekimler fırtınasıyla yeniden açılacak
sosyalizmin yeni bir dönemine bırakmak üzere) kapanmış oldu.
ASHC’de
de kale içerden fethedilerek düşürüldü. Peki, ama neden?
ASHC’de
kapitalist restorasyon, SSCB’deki gibi, içte uzun bir süreçte
oluşan maddi ayrıcalıklarla donanmış ayrıcalıklı küçük
bürokratik bir tabakanın iktidarı ele geçirmesi yoluyla
gerçekleşmedi. ASHC’deki kapitalist restorasyon esas olarak,
tarihsel bakımdan birikmiş AEP ve ASHC’nin sorun, sıkıntı ve
zaaflarını unutmadan ve göz ardı etmeden söylemek gerekirse,
küresel ölçekte köklü bir biçimde değişen ve yeniden
şekillenen yeni güçler dengesinin ürünü olduğunu
söyleyebiliriz. Kuşkusuz ki, eğer AEP ve önderliği yeni
koşulların Marksist-leninist bir tahlilini yaparak, yeni dönemi
göğüsleyecek bir donanımla karşılasaydı, kadroları, işçi
sınıfını ve emekçi kitleleri bu temelde hazırlasaydı, ilke ve
esnekliği birleştiren bir politik duruş sergileseydi; yeni dönemin
baskısı altına girerek teslimiyet yolunu seçmeseydi, ASHC’nin
tasfiyesi kaçınılmaz bir zorunluluk olmayacaktı.
ASHC’de
kapitalist restorasyonun uluslararası kaynağı emperyalist
ve revizyonist dünyanın bin bir biçim alarak ASHC’ye yönelen
baskısıydı; içteki kaynağı ise, devrim ve sosyalizm
aleyhine yeniden şekillenmeye başlayan küresel konjoktürün
baskısına boyun eğerek teslimiyet yolunu tutan AEP yöneticilerinin
ihanet ve teslimiyetiydi.
Görülen
o ki, Arnavut komünistleri ve emekçileri gaflet, delalet ve hıyanet
karşısında gafil avlandılar. İhanet ve döneklik çok sevdikleri
kendi partileri olan AEP’in tepesinden başladı. Büyük
bir sevgi, saygı ve güvenle bağlandıkları ve her zaman ve her
önemli dönemeçte ( kurtuluş döneminde, kesintisiz devrim ve
sosyalist inşa sürecinde, Titoizmin, ardından Kruşçev
revizyonizminin, ardından Çin revizyonizminin azgın baskısı ve
saldırıları döneminde, E. Hoca’nın ölümü sürecinde)
birlikte oldukları ve her çağrısına devrimci atılımlarla
karşılık verdikleri partilerinden gelmişti. Ama partilerinin yeni
önderleri keskin sosyalist demagojiler eşliğinde, görünüşte,
sevgili önderleri bükülmez devrimci komünist Enver Hoca’ya
sahip çıkmaya devam ediyordu. Değişen dünya koşullarının
kendilerine, sevgili ülkelerine getireceği baskıları seziyor ve
bir kez daha partilerinin doğru yolu göstereceğine inanıyorlardı.
Çünkü onlar, her önemli dönemeçte partilerinin her zaman olduğu
gibi, yine doğru yolu kendilerine göstereceğinden emindiler.
Üstelik yeni revizyonist önderlik kendilerine Hoca’nın yolunda
ilerleyecekleri ve kapitalist restorasyonun dersleri ışığında
yeni gelen zor dönemi de aşacakları güvencesini de veriyordu.
Üstelik sözde Hoca’ya sahip çıkmaya devam eden kişi öteden
beri, iyi günde, kötü günde daima Enver’le birlikte olmuş ve
Enver yoldaşın güvenilir silah arkadaşı olan bizim Ramiz değil
miydi zaten!..
Ama
ne yazık ki, Arnavut komünistleri ve halkı bu kez fena halde
yanılmıştı. Bu kez gelen ihanet iyi ve kötü dönemlerde Enver
Hoca yoldaşla omuz omuza savaşmış olan en yakın dostundan,
kendisinden sonra yerine geçeceğini bildiği ve bildiğimiz
kadarıyla güven duyduğu Ramiz Aliya’dan gelecekti…
Peki,
böylesine bir ihaneti az-çok sezdikleri ve anlamaya başladıkları
koşullarda Arnavutluklu komünist yoldaşlar nasıl oldu da ihanet
ve teslimiyete karşı harekete geçerek ve harekete geçtikleri
koşullarda kitlelerin büyük kesimlerinin desteğini alabilecekleri
halde, karşı-devrimin güçlü bir kitle temelini kısa sürede
kazanmasının olanaklı olmadığı koşullarda neden kapitalist
restorasyonu önleyemediler? Elbette ki bu sorunun
sorulması ve yanıtlanması gerekir; bu sorunun üstünden
atlamaya hakkımızın olamayacağı ise tartışma götürmez.
Bizce,
yeni dönem ve baş gösteren tehlikeler ve Ramiz Aliya kliğinin
manevra ve teslimiyeti Arnavutluklu yoldaşlar tarafından zamanında
berrak ve derinlikli bir şekilde kavranamamıştır. Bizce, iktidar
ve düzen hastalığı, evcilleşme, bürokratik
alışkanlıklar, parti ve önder kültü, yasalara bürokratik
bağımlılık, bağımsız komünist eleştirel kimlik ve
inisiyatif yoksunluğu Arnavutlu komünistleri de büyük oranda
teslim almıştır. Bizce, Enver yoldaşın ve AEP’in
kapitalist restorasyonun derslerine karşın ve bu dersler ışığında
partiyi, kadroları ve emekçileri eğitme, sosyalist demokrasiyi
geliştirme ciddi çaba ve yönelimine karşın parti ve devlet
yönetiminde, kitlelerle ilişkilerinde ciddi bir bürokratik
merkeziyetçilik gelişmiş, idari yöntemler giderek öne
çıkmıştır. Bürokratik yönetim tarzı, ciddi bir bürokratik
deformasyon komünistleri de biçimlendirmiş, kitlelerin, başta da
kadroların bağımsız inisiyatifini güçlü bir şekilde
deforme etmiş, komünistler de bürokratik yasallığın uysal
temsilcileri haline gelmişlerdir. Türkiyeli komünistler de
tarihin bu özel dersini asla unutmamalıdırlar. Ve bu bakımdan
komünist hareketi deforme eden zaaflardan özellikle arınmalıdırlar.
Burada
söz konusu olan, örneğin, SSCB’de olduğu gibi bir zafer
sarhoşluğu değildir, burada söz konusu olan bürokratik
alışkanlıkların, iktidar ve düzen hastalıklarının,
süreç içerisinde, öncelikle önderlikten ve giderek
yönetimden başlayarak bağımsız kişilik ve
inisiyatifi dumura uğratmış olması ve
önderlere duyulan eleştirel olmayan bağımlılık,
partiye eleştirel olmayan bağımlılık,
devlete eleştirel olmayan bağımlılık ve her
şeyi üstten bekleme, üstten gelen her karar ve uygulama isteğine
eleştirel olmayan bürokratik bağımlılık alışkanlığıdır.
Bürokratikleşmenin, yasalara bürokratik bağımlılığın felç
edici karakteri, ASHC pratiğinde de, kendisine özgü koşullar
içerisinde, bir kez daha ortaya çıktığını görüyoruz.
Burada,
bu tabloya eklenmesi gereken bir diğer önemli unsur da AEP’in,
bilebildiğimiz kadarıyla, iç yaşamının yeterince dinamik
olmamasıdır. Bir diğer vurgulanması gereken unsur, AEP’in canlı
iç ideolojik mücadeleler içerisinde yeni teorik açılımlar
yapamaması ve kadroları bir de buradan donatarak ve
geliştirerek yeterince donatamamasıdır (eski sosyalist
ülkelerde yaşanan kapitalizmin restorasyonunun tarihi kökleriyle
birlikte derinlikli ortaya konmaması; Kruşçev revizyonizmin
damgasını vurduğu ve Uluslararası Komünist Hareket’in çizgisi
olarak kabul edilen belgelerin daima Marksist-Leninist belgeler
olarak savunulması; Stalin’in hata ve eksikliklerinin eleştirel
olarak değerlendirilmemesi, "Üç Dünya Teorisi”nin ve
Maoizmin, Çin revizyonizminin oldukça geç bir tarihte
eleştirilmesi ve bu bakımından AEP ve Enver Hoca’nın kendi
zaaflarının proleter/Bolşevik eleştiri, öz-eleştiri ruhuyla
değerlendirmemesi, tipik bir tutucu tavır sergilemesi vb.
hatırlansın).
AEP
ve ASHC, kapitalist restorasyon yoluna nispeten hızlı bir
şekilde girdi, bu hızlı giriş ve geçiş bir yandan komünistlerin
ve emekçilerin gafil avlanmasında bir şok etkisi yaratarak
anında harekete geçmelerini önlemek bakımından bir
dezavantajken, öte yandan da şokun ilk etkisinin atlatılmasıyla
hızlı bir devrimci başkaldırıyı örgütlemek bakımından bir
avantaj da sunmalıydı ve bu, ilk anın şokunun dersleri ışığında
da bir avantaja dönüştürülebilmeliydi. Örneğin SSCB’de
kapitalist restorasyon için temkinli bir gidiş, kerte kerte bir
geçişle süreç örgütleniyordu. Bu durum yeni tip bürokrat
revizyonist burjuvazinin lehineydi, çünkü yeni burjuvazi, eğer
bir Arnavutluk’ta olduğu kadar hızlı bir tarzda restorasyonu
örgütleseydi bambaşka bir tabloyla karşılaşabilirdi. O
koşullarda Sovyet modern revizyonizmi zaten böyle de davranamazdı…
Arnavutluk’ta restorasyon daha farklı koşullarda örgütleniyordu…
Ancak yukarıda ifade ettiğimiz birinci olgu, başlangıçta
komünistlerin aleyhine bir durum oluştursa da , ikinci durum eğer
örgütlü komünist bir önderlik militan bir şekilde oluşup öne
çıkabilseydi açık ki açık bir avantaja dönüşecekti; ama
olmadı, yapılmadı, affedilmez bir edilgenlik, aymazlık
sergilendi. Her şeye karşın restorasyondan sonra bir halk
ayaklanmasının gerçekleşmesi ve giderek kendisine komünist
diyen ve E. Hoca’ya sahip çıkan iki ayrı partinin
örgütlenmesi önemli gelişmelerdi ve bu gelişmeler, sosyalizm
döneminde kazanılmış devrimci özelliklerin bir ürünüydü.
Örneğin E. Hoca’nın heykellerinin yıkılmasıyla yaygın bir
tarzda gerçekleşen emekçi kitlelerin protestoları da
böyledir. Ama Ramiz-Çarçani çetesi her iki durumda da reforumcu
bir barikat olmayı ve önderliksiz kalan kitlelerin devrimci
tepkisini boğmayı bildi.
Arnavutluk
deneyi, emperyalist ve revizyonist kuşatmaya karşın tek
ülkede sosyalizmin az-çok başarıyla kurulabileceğini bir kez
daha kanıtladı. Üstelik sosyalist Arnavutluk burjuva okyanusta
sadece bir adacıktı. Ama aynı deneyim, Arnavutluk gibi küçük
bir ülkede kurulan sosyalizmin ancak mütevazi ölçekte
gerçekleşebileceğini de gösterdi. Yani Arnavutluk gibi küçük
ülkelerde sosyalizmin inşasının sınırları vardır; bu
sınırlar, sınırlılıklar örneğin emek üretkenliği gibi en
temel sorunda bir emperyalist dünyayla yarışmaya ve onları
geçmeye elverişli değildir (ama örneğin, SSCB gibi devasa bir
ülkede bunun mümkün olabileceğini de biliyoruz). Ama
gidilebilecek en ileri ufka doğru ilerlemek tümüyle mümkündür.
Bu koşullarda partinin sınıf ve kitlelerle en derinden birleşmesi,
kitle insiyatifinin en ileri devrimci düzeylere yükseltilmesi ve
fedakarlıkta sınır tanımaz bir dayanma, direnme ve gelişme
pratiğinin gösterilmesi şarttır ve olası bir yenilgi durumunda
da enternasyonal proletaryanın hazinesi kahramanca bir çarpışmayla,
örneğin bir Paris Komünü örneğinde olduğu gibi,
proletarya ve halklara yeni bir devrimci atılım ve moral kaynağı
ve üstünlüğü olan bir kahramanlık ve ilham kaynağı
bırakılması gerekir. Ne acı ki Kruşçev revizyonizminin ağır
ekonomik, politik, askeri baskısına karşı “Arnavutluk halkı ve
Emek Partisi gerektiğinde ot yiyerek yaşayacak, ama kendilerini
hiçbir zaman otuz akçaya satmayacaklardır. Onlar diz çöküp
utanç içinde yaşamaktansa ayakta onurluca ölmeyi yeğlerler.”
diyerek meydan okuyan Enver Hoca’nın bu onur ve savaş çığlığını
unuttular; diz çöktüler, onur içerisinde ayakta ölmeyi
beceremediler. Ama kuşkumuz yoktur: Arnavutluk komünistleri bu
zaaflarından da gerekli dersleri çıkaracaktır. Arnavutluk halkı
işçi sınıfının önderliğinde, yere düşürülmüş kızıl
bayrağı eline alarak yeniden kapitalizmin, gericiliğin ve ihanetin
burçlarına onurla dikecekdir.
Arnavutluk
deneyi, kendine özgü koşulları içerisinde, yıkılışın bir
kader olmadığını, ama önderliğin ihanetinin önlenememesi
durumunda kapitalist restorasyonunun gerçekleşebileceğini
gösterdi. Olağanüstü zorluklara karşın AEP ve ASHC, Enver Hoca
liderliğinde başarıyla her türlü zorluk ve saldırıyı
göğüsleyebildi. Burada, önderliğin doğru çizgide kaldığı
koşullarda benzer zorlukların ve yeni ağır dönemeçlerin de
atlatılabileceğini görüyoruz. Aliya dönemi deneyi ise, tersi
yönde duruşun yıkılış ve tasfiyeyi kaçınılmaz kılabileceğini
gösterdi. Bu olgu, kapitalizmden komünizme geçiş döneminin
çetrefilli ve zorlu karakterini göstermektedir bizlere. Ve aynı
olgu, geçiş sürecinde, önderliğin ve kadroların, kitlelerin
devrimci özne olmasının belirleyici karakterini
vurgulamaktadır. Önderliğin bu belirleyici karakteri,
Marksizm-Leninizm’e bağlı kalma, iç ve dış koşulların nesnel
ve bilimsel tahlil edilmesinin ve somut koşullara bağlı sürece
önderlik etme ve sınıf mücadelesini iç ve uluslararası arenada
ilke ve esnekliği birleştiren bir duruşla geliştirmenin önemini;
her bir dönemeçte nihai hedefi asla gözden yitirmeden,
devrimci stratejinin ve nihai amacın yönlendirdiği
günlük, dönemsel, taktiksel politikalar izlemenin önemini,
konjoktürel gelişmelere tek yanlı kapılarak sürüklenmek yerine,
devrimci imkanlara dayanmanın, sürecin bağrında saklı devrimci
olanakları görmenin; öz güce dayalı ve dünya proletaryası ve
halklarının devrimci enternasyonal destek ve dayanışmasına
güvenme ve geliştirmeye azami önem vermenin önemini; devrim ve
sosyalizm aleyhine değişen güçler dengesinin geçici olacağını
görmenin, taktiksel manevralar yapmanın, ilkeleri
sulandırmadan dayanmanın ve direnmenin önemini bizlere
göstermektedir. Burada da, ön görüde pratik materyalistlere özgü
keskin duyunun, hazırlık, güç biriktirme ve manevra yapmanın,
savunma dönemlerini saldırı dönemlerinin izleyebileceği
olgusunun bilince çıkarılmasının büyük önemini bir kez daha
görüyoruz.
Arnavutluk
deneyi bizlere, kapitalist restorasyonun deneylerini daha derinden
çıkarılması gerektiğini, daha sistemli ve yetkin bir kuşanmayı
gerektiğini, kapitalizmin restorasyonu deneyimlerinin, başlangıçta,
yeni bir kapitalist restorasyonu örgütlemenin silahı/kamuflajı
haline getirilebileceğini; restorasyonun dersleriyle silahlanmanın
derinlik ve genişliği bakımından bir de bu ve benzeri
gelişmelerin aracı haline getirilmesine olanak tanımayacak denli
etkin bir silaha çevrilmesi gerektiğinin yaşamsal önemini
bizlere göstermektedir. Kapitalist restorasyona, bürokratizme,
bürokratik yozlaşmaya, liberalizme karşı, tutuculuğa,
dogmatizme, ayrıcalıklı katmanların oluşmasına karşı
kükreyenlerin her zaman için doğru insanlar, izm’ler, partiler,
önderler olmayabileceğini, bir Troçkizm, bir Titoizm, bir
Kruşçevizm, bir Aliya revizyonizmi deneyiminden de
görebilmekteyiz. En büyük ihanet ve dönekliklerin, hizipçi ve
kariyerist nitelikli girişimlerin, bireyci ve oportünist
unsurlardan vb. geldiğini, bu tür girişim ve hareketlerin,
oportünist, kariyerist unsurlar nezdinde en yüce ideal ve
sloganların arkasına gizleyebileceklerinin, küçük insanların
büyük amaçların ardına gizlenerek çamur karakterlerini
örtebileceklerinin vb. vb. ayırdında olmak gerekir.
Bunun
için Marksizm-Leninizm’le donanmanın, derslerle kuşanmanın,
ideolojik-teorik, siyasal ve örgütsel-pratik donanımı, devrimci
dinamizmi sürekli geliştirerek, devrimci eylemin ateşi, örs ve
çekici arasında şekil almanın, sürekli bir yenilik, ama ilkelere
bağlı devrimci yenilik bilinç ve ruhuyla yetkinleşmenin,
bağımsız ideolojik ve siyasi kişiliği geliştirmenin, fırtınalı
devrimci bir parti ve kadro yaşantısına sahip olmanın; önderlerin
ve partilerin de kesiksiz eğitilmesi ve devrimci
yenilenmesinin büyük önemini görmekteyiz.
Arnavutluk
deneyimi bize, komünist bir partinin, proletarya diktatörlüğünün,
sosyalist inşa sürecinde ve günlük devrimci eyleminde
bürokrasiye, bürokratik deformasyona, bürokratik yozlaşmaya,
idari yöntemlerle yönetmeye karşı demokrasiyle merkeziyetçiliğin
sentezi olan demokratik merkeziyetçilik ilkesine bağlı
kalmanın, kadroların bağımsız ideolojik-politik
kişiliğini geliştirmenin yaşamsal önemini, parti iç yaşantısı
bakımından devrimci canlılığa dayanan dinamik bir
yapılanmanın geliştirilmesinin ve sürekli yetkinleştirilmesinin,
sosyalist demokrasinin sürekli geliştirilmesinin, kitlelerin
yönetime katılmasının, kitlelerin yönetilmesinde onların
bağımsız devrimci eyleminin parti önderliğinde
geliştirilmesinin, taban ve kitlelerden gelen
eleştirilerin sürekli teşvik edilmesinin, partiden
kitlelere, kitlelerden kitlelere, kitlelerin öğretmeni ve önderleri
olarak kitlelerin öğrencisi olmanın bir an olsun
unutulmadan uygulanmasının büyük önemini göstermektedir.
Arnavutluk
deneyimi, kitlelerin öncünün seviyesine
yükseltilmesinin, ideolojik-kültürel devrimin ve yeni
insan tipinin geliştirilmesini bir an için bile ihmal etmek bir
yana, en yüksek uyanıklık ve donanımla geliştirilmesi
gerektiğini, bu bakımdan donanım ve sürekli yetkinleşme alanında
Arnavutluk’ta partinin, kadroların, kitlelerin seviyesinin
abartıldığını, bürokratik alışkanlıkların
tahrip edici ve biriktirici rolünün yeterince görülmediğini,
kadroların ve kitlelerin partiye içten sadakatinin tek yanlı
tarzda önderlere, partiye, devlete bir biçimde bürokratik bir
bağımlılığa dönüşebildiğini ve bunu kırmanın güç ama
deneyimler ışığında bu zaafiyetin aşılmasının öneminin
altının çizilmesi gerektiğini gösteriyor. Çünkü tüm bir
tarihsel süreci kapsayan ve geçici de olsa yenilgiyle sonuçlanan
ve geleceğe eşsiz bir dersler hazinesi bırakan sosyalizm
denemeleri, yeni tipte
bürokratik yozlaşma yoluyla restorasyon tehlikesinin
en büyük tehlike olduğunu enternasyonal proletaryaya
göstermiştir.
Sosyalizm
bir ülkede zafer kazanabilir, dahası sosyalizm bir dizi ülkede
zafer kazanabilir, sosyalist bir kamp ortaya çıkabilir, dahası,
sosyalist bir kamp çapında federatif cumhuriyetler birliği
kurulabilir veya sınıf mücadelesi bugünden göremediğimiz yeni
birleşme biçimleri üreterek gündemleştirebilir, tüm bunlara
karşın yine de bürokratik yozlaşma yoluyla, yeni bir burjuva
yozlaşma yoluyla kapitalizme geri dönüş tehlikesi ortadan
kalkmayacaktır ve bu süreçte en büyük tehlike de kalenin içten
çökmesi tehlikesi olmaya devam edecektir.
İşte bürokratik yozlaşma böylesine büyük bir tehlikedir. Ama
bu bir kader değildir aksine, sosyalizm tarihinin bizlere sunduğu
ve geliştirilmesi gereken dersler bir silaha çevrildiği oranda bu
tehlike elbette ki aşılacaktır. Anarşizme, anorko sendikalizme,
sivil toplumculuğa, liberalizme, burjuva demokratizmine, Troçkizm’e,
post-modernizme, postMarksizme vb. kaymak çözüm değil
çözümsüzlüğün itirafı, Marksizm-Leninizm’i terketmenin
tipik bir yansıması ve somutlaşması olacaktır. Tarihsel mirasın
devasa kazanım ve zaferlerini görmek ve özümsemek yerine, sonu
(geçici olması ve yerini daha büyük ve görkemli sosyalizm
zaferlerine bırakması kaçınılmaz ve kesin olan), yenilginin tek
yanlı, idealist ve subjektif bir eksende değerlendirilmesiyle,
umutsuzluk ve irade kırılması, yön kaybı, teslimiyet ve döneklik
tarafından belirlenen bir sözde derslerle kuşanma ve sözde
sosyalizmin yeni dönemine hazırlanma demagojisi ile yalnızca ve
yalnızca kapitalizme, burjuvaziye, burjuva ideolojisine eklenme ve
yedeklenme kaçınılmaz hale gelir ve bu yol komünistlerin ve
enternasyonal proletaryanın yolu değil, ihanet cephesinin yoludur
ve yolu olacaktır yalnızca.
Arnavutluk’ta
kapitalizmin restorasyonu deneyimi, kurtuluş öncesi dönemde ciddi
bir kapitalizm, burjuvazi ve ideolojisinin gelişmediği Arnavutluk
gibi geri ülkeler de bile, yıkılışa gidiş ve yıkılış
koşullarında burjuva gericiliğin hızla ayağa
kalkabileceğini, politik partilerini kurabileceğini, böylesine bir
gücün doğabileceğini bizlere göstermektedir. Tarihin bu dersi
bizlere, sosyalist inşa sürecinde sınıf mücadelesinin
yatışacağı, son bulacağı türünden liberal, reformist,
revizyonist teori ve tezlerin komünistlerin, proletarya ve kitleleri
silahsızlandıracak teori ve tezler olduğunu, sınıf mücadelesini
her cephede amansız bir şekilde yürütmek gerektiğini, asla
gevşemeden tüm adım ve tedbirlerin sınıf mücadelesi eksenin de
ele alınması gerektirdiğini gösteriyor.
Aynı
deneyim, sosyalist ülkelerde kapitalizmin restorasyonu
tehlikesinin küresel ölçekteki kaynağını oluşturan
uluslararası sermayenin mutlak olarak şöyle ya da böyle, şu veya
bu zamanda devrilmiş gericiliğin kalıntılarıyla, ortaya
çıkabilecek yeni burjuva unsurlarla vb. organik bir bağlaşmaya
yöneleceğini ve bunu gerçekleştirebileceğini, sosyalist sistemin
zayıf, güçsüz yönlerini, olası hata, zaaf ve eksikliklerini
sayısız biçimde teşvik edeceğini, bin bir biçim altında
yozlaşmayı kışkırtacağını, vb. bizlere göstermektedir.
Arnavutluk
deneyimi de bizlere, tarihsel ve toplumsal bir kategori olan
bürokrasinin ve sosyalizmden kapitalizme geri dönüşün bir aracı
haline dönüşebilecek bürokrasinin maddi temelleri ortadan
kaybolmadan, yöneten ve yönetilen, kafa emeği ile kol emeği
arasındaki eşitsizlik yok olmadan kapitalizme geri dönüşün bir
aracı olabileceğini gösteriyor.
Sosyalizm
deneyleri ve dersleri bizlere, kapitalizmden komünizme geçiş
sürecinde, bürokratik yozlaşmanın salt idari tedbirlerle
ortadan kaldırılamayacağını veya salt devrimci iradeyle bir
çırpıda yok edilemeyeceğini, bu hastalığın bir yandan eskinin
bir kalıntısı olarak, öte yandan emperyalist dünya sisteminin
varlığı ve baskısı gibi nesnel bir temele ve nesnel bir temelden
kaynaklanan bir güce sahip olduğunu, devrimci subjektif faktörün
bu nesnel gerçekliği inşa sürecinde sınırlandırarak ve gitgide
daha fazla sınırlandırarak zamanla baş edilecek bir olgu olduğunu
göstermektedir.
Bu
bakımdan bürokrasinin, sınıf mücadelesini temelinde, komünizmin
maddi-teknik temelinin sürekli güçlendirilmesiyle,
ideolojik-kültürel devrimin sistemli geliştirilmesiyle, bütüncül
bir kesintisiz devrimin komünizme dek parti ve sınıf
önderliğinde geliştirilmesiyle kaldırılabileceğini kanıtlıyor.
Sorunun devrimci çözümünün bürokratik merkeziyetçilik
olmadığını deneylerden biliyoruz. Aksine, bürokratik
merkeziyetçiliğin söz konusu bürokrasi hastalığının bir ürünü
veya yansıma biçimlerinden birisi olduğunu çok iyi biliyoruz.
Bürokrasiye, bürokratik merkeziyetçiliğe, idari yöntemlerle
yönetmeye karşı sözde çözüm olarak öne sürülen sosyalist
demokrasiyi geliştirme, üretim demokrasisini geliştirme, taban
demokrasisini geliştirme ve yetkilerin, mülkiyetin vb. yerel
yönetimlere, işletmelere vb. devredilmesinin de sorunun devrimci
çözümü olmadığını gerek daha çarpıcı bir deneyim olarak
Titoizm ve Yugoslavya deneyiminden ve gerekse de kapitalizmin
restorasyonu yoluna giren eski sosyalist ülkelerin deneyiminden de
biliyoruz.
Sorunun
çözümü, her halükarda Marksizm-Leninizm’e bağlı kalmaktan,
ekonomik, siyasi, toplumsal yaşamı demokratik merkeziyetçilik
ilkesine bağlı inşa etmekten, geriye dönüşün dersleri ışığında
sosyalist demokrasiyi geliştirmekten, bürokrasiye ve bürokratik
yozlaşma tehlikesine karşı ulusal alandaki mücadeleyi
uluslararası alandaki mücadeleyle sıkı sıkıya birleştirmekten,
maddi temelleriyle birlikte ideolojik-siyasi devrimi kesintisiz
geliştirirken bürokratik hastalığa karşı partinin, devletin,
kitle örgütlerinin, sıradan kitlelerin kolektif aklına
dayanmaktan ve bu kolektif aklın sürekli bir tarzda komünizm
hedefine kilitlenmiş bir şekilde niteliğini yükseltmekten
geçtiğini bilince çıkarmak gerekmektedir. Yalnızca doğru
şiarları ileri sürmekle, görevleri doğru açıklamakla,
kitleleri, kadroları vb. bürokrasiye karşı mücadeleyle
çağırmakla yetinen bürokratik bir biçimciliğin esiri
haline de gelinmemelidir. Sorunun çözümünde asıl olanın, doğru
perspektif, şiar, açıklama ve çağrılar değil, ama vazgeçilmez
bu ön koşulla birlikte, gerçekten de devrimci çizgi temelinde,
günlük devrimci inşa çalışmasının, sınıf mücadelesi
ışığında bürokrasiye karşı mücadeleyi geliştirebilmesinden,
kitlelerle en sıkı bağın, kitlelerin bağımsız devrimci
inisiyatifinin, katılımının, denetiminin yetkinleştirilmesinden;
onların devrimci özne konumuna yükseltilmesinden geçeceği
bilince çıkarılmalıdır.
Arnavutluk
deneyimi bizlere, tek başına devlet yöneticilerin iyi bir işçinin
ya da ortalama bir işçinin ücretini almakla sınırlandırılması,
istendiği an geri çağırma hakkının kullanılmasıyla, ekonomik
bakımdan ücret ve gelirler arasında esaslı bir farklılığın
doğmasını önlemekle, üretimle bağlı ve sadece kaçınılmaz
olan gereksinimlerle bağlı sınırlı profesyonelleşmiş bir ordu
ve halkın genel silahlandırılmasına ve milis örgütlenmesine
dayanan bir tedbirle vb. bürokrasiye karşı başarılı bir
mücadelenin yürütülemeyeceğini, bu vb. tedbirlerin, iktidar,
düzen ve evcilleşme, bürokrasi hastalığına karşı mücadeleyle
en yüksek bilinç ve duyarlılıkla birleştirilmesi gerektiğini
kanıtlamıştır. Örneğin Arnavutluk’ta, ücret ve gelir
farklılaşması zayıftı, esas sorun buradan kaynaklanmadı, ama
yıkılışa karşı komünistlerin bağımsız devrimci
inisiyatif göstererek harekete geçememesinde bürokratik
biçimciliğin, oluşmuş bürokratik alışkanlıkların,
bürokratik yasallığa fazlasıyla teslim olunmuş olmasının,
parti-kadro, önder-kadro ve alt organ ilişkilerinde yerleşmiş
bürokratik yasallığa tek yanlı ve aşırı
bağımlılığın, iktidar ayrıcalıklarına ve idari
yöntemlerle yönetmeye boğulmuş ve alışmış
olmanın, iktidar ve düzen hastalığının en önemli
rolü oynadığı görülüyor.
Enver
Hoca ve AEP, SSCB’de ve Sosyalist Kamp’ta gerçekleşen
kapitalizmin restorasyonu deneyiminin eleştirel çözümlenmesinden,
yukarıda yönelttiğimiz eleştirilere karşın, önemli dersler
çıkarmayı başarmıştı. E. Hoca’nın “Kruşçevciler”,
“Leninist Parti ve Kadrolar” vb. gibi yapıtlarında, “AEP
Tarihi”, “Kongre Raporları” gibi belgelerde bu olguyu
görebilmekteyiz. Sosyalist kampın kapitalist/revizyonist bir kamp
haline gelmesine karşın, sosyalizmin ASHC’de uzun yıllar ayakta
kalması bile söz konusu tarihsel deneyimden çıkarılmış
derslerin az çok bir silaha dönüştürülmüş olmasıyla bağlıydı
aynı zamanda. “Yiğidi öldür ama hakkını yeme!” der bir
atasözü.
Ama
tarihsel pratiğin açığa çıkardığı gibi, sosyalist kampın
kapitalist/revizyonist kampa dönüşmesinden çıkarılan dersler,
Enver yoldaşın ölümünden sonra, AEP önderlerinin
revizyonist/kapitalist yola girmesini, dahası, söz konusu dersleri
uygulama ve geliştirme demagojisi ardına
gizlenen yeni ihanetin örgütlenmesini önleyememiştir. Aslında
burada temel sorun, başlangıçta anlaşılmamış olmasına veya
gecikerek bilince çıkarılmasına karşın, kapitalist restorasyon
olgusunu görebilen komünistlerin Uluslararası Komünist Hareketin,
AEP’in, E. Hoca’nın devrimci gelenek ve ilkelerine militanca
sahip çıkarak ya da bu ilke ve geleneği içselleştirerek feda
ruhuyla öne atılamamış olmasıdır. Eğer böylesine kritik bir
tarihsel dönemeçte, sınıf mücadelesinin gereksinmelerine
militanca yanıt verecek bir önderlik ortaya çıkabilseydi,
kuşkusuz ki, yeni revizyonist burjuva ihanet önlenebilirdi.
Önlenemediği koşullarda ise, büyük bir moral üstünlüğüyle
yeni sürece girilmiş olunacaktı. Bu direniş ve moral üstünlüğü,
yeni bir sosyalist atılımı da hızlı ve derin bir şekilde
mayalayacaktı. Geleceğe unutulmaz bir başkaldırı, görkemli bir
direniş ve ayaklanma temelinde militan dersler bırakacaktı. Ancak
böyle bir çıkışla “onur içinde ayakta” ölebilirdi
Arnavutluklu komünistler, işçi sınıfı ve emekçi kitleler.
Enver
yoldaşın ve AEP’in kapitalizmin restorasyonundan çıkardıkları
derslerin ve bu dersleri pratik-politik bir silaha çevirme çaba ve
yöneliminin özet bir tablosunu aşağıda sunmaya çalışacağız;
bunu sorumluluğumuzun bir gereği, bükülmez devrimci Enver Hoca
yoldaşa karşı bir vefa borcu olarak da görmekteyiz. Kapitalizmin
restorasyonu bağlamında Enver Hoca yoldaşın çıkardığı
tarihsel, teorik, politik dersleri (hata, eksiklik ve zaaflarını
unutmuyoruz), O’nun Marksizm-Leninizm’e katkısı olarak
gördüğümüzü de vurgulamak isteriz.
1)Enver
Hoca yoldaş, SSCB ve Sosyalist Kamp’ta kapitalizmin
restorasyonunun sosyalizmin zafer kazandığı koşullarda, sosyalist
bir kampın doğduğu koşullarda, bürokratik yozlaşma yoluyla
gerçekleştiğini, bu yolun yeni bir yol olduğunu saptamış ve
ortaya koymuştur. Bu gelişmenin içteki bürokratik çürümeyle
bağını ve yeni koşullardaki Amerikan emperyalizmi önderliğinde
örgütlenen “ Soğuk Savaş Stratejisi” ile bağını kurmuş ve
açmıştır.
2)
Restorasyonu örgütleyen sınıfın öncül tabakasının ekonomik
bakımdan ayrıcalıklı küçük burjuva bir tabaka olduğunu, bu
tabakanın sosyalizm koşullarında oluştuğunu saptamıştır.
ASHC’de böyle bir tabakanın oluşmamasına büyük önem
vermiştir. Deneyden çıkardığı dersler ışığında, maddi
teşvik tedbirlerini sistemli azaltarak büyük bir oranda ortadan
kaldırmış, toplumsal çıkarın bireysel çıkarın üzerinde
olduğu bilinç ve pratiğini geliştirmeye özel bir önem
vermiştir. Bunu günlük devrimci çalışmanın dolaysız bir
parçası haline getirmiştir. Kimi zaman da, özellikle 60’lı
yılların ikinci yarısında, başlangıçta toplumsal çıkarı
kişisel çıkarın üstünde tutma çalışmasını kitlesel bir
kampanya biçiminde de örgütleyerek daha ileri çıkış ve
kazanımların aracı haline getirmeye önem vermiştir. ASHC’de en
üst kesimle en alt kesim arasındaki gelir ve ücret farklılığı
bire ikidir. En yüksek ücretleri indirme, en düşük ücret ve
gelir seviyesindeki kesimlerin yaşam standardını yükseltmeye ve
kent ile kır arasındaki gelir dağılımı eşitsizliklerini
azaltmaya önem vermiştir. Yeryüzünde vergileri kaldıran ilk ve
tek ülkedir. Parasız sosyal hizmetleri geliştirerek sosyal refahı
yükseltme yolundan ilerlemeye özel ve temel bir yer verilmiş ve
geliştirilmiştir. Sistemli bir şekilde ücret ve gelir
farklılıklarını azaltma yolundan yürünmüş, herkese emeği ve
yeteneği oranında ücret verme ilkesi uygulanırken gelir ve ücret
farklılıklarının büyütülmesi değil, azaltılması yolundan
yürünmüştür.
3)Kapitalizmden
komünizme geçiş sürecinde, ekonomik, siyasal, ideolojik devrimin
bir iç bütünlük içerisinde kesiksiz geliştirilmesine önem
verilmiş, bu devrimci süreçte birbirine bağlı olan devrimin şu
ya da bu yanının öne çıkabileceği reddedilmeden ideolojik ve
kültürel devrimi sürecin kavranacak halkası olarak sıkı sıkıya
kavramanın önemi özel olarak vurgulanmıştır. Bürokrasiye,
liberalizme, teknokratizme, entelektüalizme vb. karşı mücadele bu
perspektife bağlı ele alınarak geliştirilmiştir. İç ve dış
düşmanların hedeflerine ulaşmak için, “siyasi ve sosyal karşı
devrimin zeminini ideolojik ve kültürel karşı devrim aracılığıyla
hazırladıkları”nı, “ideolojik alanın sınıf mücadelesinin
esas cephesi” olduğu (AEP Tarihi, C. III, s. 106), “emperyalist
ve revizyonist düşmanlar, şiddet tedbirlerinin yanı sıra, aynı
zamanda sosyalist düzeni barışçı yoldan yozlaştırma
taktiklerini de kullanmakta ve ideolojik saldırganlığa özel bir
önem vermektedirler. Sovyetler Birliği ve eskiden sosyalist olan
diğer ülkelerde o kadar verimli sonuçlar vermiş olan
karşı-devrimci yöntem işte budur.” (AEP VII. Kongre Raporu, s.
102) saptamaları ışığında ideolojik-kültürel cephede sınıf
mücadelesini geliştirmeye yüklenilmiştir.
4)Partinin
sınıfsal bileşimini korumak ve işçi ağırlığını geliştirmek
için daima özenli davranılmış, emekçi köylülük ikinci sırada
yer alırken aydınlara üçüncü sırada yer verilmiştir. Enver
Hoca’nın önderliği döneminde partinin saflarını işçi sınıfı
saflarından gelme kadrolarla beslemeye ısrarla özel önem
verilmiştir. Dahası, işçi kadrolar yönetim görevlerinde daima
başköşeye oturtulmuş veya oturtulmaya çalışılmıştır. ASHC
işçi sınıfının nispeten genç, kırsal kökenli ve asıl olarak
sosyalist sanayileşmenin ürünü olduğu da gözden
kaçırılmamıştır. Sürekli bir şekilde, üretimle bağlı
kadrolaşmaya önem verilmiş, üretimde ve özellikle üretimin en
zor sektörlerinde çalışanlardan kadrolaşmaya özel önem
verilmiştir. Örneğin, “Son beş yıl içinde yönetim
görevlerinden üretime ve şehirden köylük bölgelere sevkedilen
Komünist sayısı, geçen herhangi bir beş yıllık döneme göre
daha fazla olmuştur. Bugün toplam Komünist sayısının yüzde
62’si üretim alanında faaliyet göstermekte ve bunların yüzde
82’si fiilen üretimde çalışmaktadır. Tarım kooperatiflerinde,
bilfiil üretimde çalışan Komünistlerin sayısı, toplamın yüzde
87’sine ulaşmaktadır.” (age., yıl 1976, s. 85-86) Yöneticileri
üretime gönderme, kafa emekçilerini işletmelere ve kırlara
gönderme, bütün devlet ve parti yöneticilerinin yılda bir ay
üretime katılma zorunluluğu uygulaması, kadroların devrimci
eğitiminin bir biçimi olarak, “sistemli bir şekilde çeşitli
görevler arasında dolaştırmak, kadroların üretimde çalışmasını
sağlamak” (s. 92) gibi kalıcı tedbirler geliştirilmiştir.
AEP
MK, 1966 yılında komünistlere, işçi sınıfına ve halka açık
bir mektup yayınlar; mektupta Partinin son dönemde aldığı köklü
tedbirler açıklanır ve belirlenen görevlerin ülkenin dört bir
yanında militanca omuzlanması istenir. Hatalar, eksiklikler vb.
açıklanır, parti ve inşa sürecinin deneyimleri özetlenir. Bütün
toplumsal olayların siyasal görüş açısından bakılarak
değerlendirilmesi istenir. Bürokrasiye, bürokratik hatalara,
bürokratik deformasyona özel olarak dikkat çekilir. Yaşamın her
cephede gündelik yaşantı içerisinde devrimcileştirilmesi,
komünistlerin ve emekçilerin bir devrimci gibi düşünmesi,
çalışması ve yaşaması istenir. SSCB’de yaşanan kapitalist
restorasyonun derslerine bağlı kitlesel seferberlik uygulanır vb.
Parti ve devlet aygıtı, merkezi ve yerel düzeyde yeniden
örgütlenir, yönetim işleri basitleştirilir. Bürokratik aygıtlar
çeşitli biçimlerde azaltılır, aygıtlar ve yönetim işleri
kitlelere daha da yakınlaştırılır. Alınan tedbirlere ve yapılan
düzenlemelere bağlı olarak, örneğin şunlar yapılır: “Merkezi
devlet yönetimindeki personelin sayısı yarı yarıya” indirilir.
Yönetim aygıtında çalışan “15, 000 kadar kadro üretime,
özellikle köylülük bölgelerdeki üretime katılmaya”
gönderilir. “Aralarında Parti ve devletin yüksek düzeyindeki
kadroların da bulunduğu çok sayıda kadro merkezden tabana”
yollanır (AEP T. C. III, s. 93), “Zihni çalışmayı bedeni
çalışmayla, üretimle birleştirmek için büyük bir hareket”
başlatılır. “Zihni çalışmayla uğraşan kimseler, gönüllü
olarak ve kitle halinde, köylülere tarım işlerine” (age.,
s.94) yardıma gider. Yalnız partide değil devlet aygıtında,
kültür ve sanat kurumlarında, bilimsel ve entelektüel
kurumlarda, orduda, kooperatiflerde, kitle örgütlerinde işçi
kökenli kadroların öne çıkarılmasına sistemli önem verilir,
bu vb. kurumların toplumsal bileşiminde işçi ağırlığını
geliştirmeye önem verilir. (age., s. 86-87) Bu vb. tedbirler
sürekli uygulanır.
5)Sosyalist
inşa sürecinde yetişen ve asıl olarak sosyalizm döneminin ürünü
olan halk aydınlarının eğitimine, denetimine önem verilir.
Aydınlar, proleter partizanlık ilkesiyle yetiştirilmeye çalışılır.
Aydınların işçi sınıfını değil, işçi sınıfının
aydınları yönetmesi gerektiği bilinciyle davranılır. Aydınların
ayrıcalıklı bir tabaka haline gelmemesi için sıkı bir denetim
örgütlenir. “Sınıfın eğitimi ve ruhuyla donanmış olmayan
bir kadro, eline fırsat geçtiğinde Parti’yi ve yığınları
hiçe saymaya hazırdır.” bilinciyle kadrolar ve aydınlar
eğitilir, yönlendirilir. Aydınlar içerisinde görülen
hastalıklara (bürokratizme, kariyerizme, kibirliliğe, ayrıcalık
ve ün peşinde koşmaya, ilkesizliğe, kitleleri ve kolektivizmi
küçümsemeye, bireyciliğe, entelektüalizme, teknokratizme, rahat
yaşamaya, kol işini, üretimde çalışmayı küçümsemeye,
küçük(!) işlere burun kıvırmaya, kendine tapınmaya, kendinden
memnun olmaya, öttüğü için sabahın geldiğine inanmaya vb.)
karşı mücadelede Parti onların Marksist-Leninist bilinç ve
sorumluluk duygusuyla, üretimle ve kitlelerle sıcak bağını
korumaya, işçi ve emekçi kitlelerin “manevi özellikleri ve
nitelikleriyle gittikçe daha derinlemesine” (age., s. 120)
donanmasına ve kitlelerin yakın denetimi altında yaşamasına,
yaşam tarzı ve standardının kitlelerin ortamından, yaşam
tarzından ve standardından kopuk olmamasına özel önem verilir.
Aydınlardan enerjik bir tarzda yararlanan Parti, parti ve devlet
yaşamında, genel toplumsal yaşantıda aydınları küçümsemeden
ama onların proletarya ve emekçi kitlelerden daha değerli
oldukları türünden bencillik ve kibirliliği geliştirmeden,
halkın ve sınıfın hizmetinde oldukları iradesiyle eğitmeye ve
yetiştirmeye dikkat ve özen gösterir.
6)Sosyalist
sistemin ve kampın olumsuz deneyiminden çıkarılan derslerin
ışığında, kaçınılmaz bir zorunluluk olan düzenli ordunun
üretimle bağının korunmasına önem verilir. Düzenli ordunun
yanı sıra, halkın genel silahlı eğitimine, silahlanmasına,
askeri bakımdan örgütlenmesine de özen gösterilir. Generallerin
ve subayların erlerden ve kitlelerden kopması, kibire kapılması
ve bürokratik yozlaşması tehlikesine karşı mücadeleyi daha
nitelikli hale getirmek için 1960’ların ikinci yarısında
ordudaki rütbe ve işaretler kaldırılır. Orduda siyasi
komiserlikler yeniden kurulur. Parti komiteleri yeniden örgütlenir.
Bürokrasiye, liberalizme, sektarizme, askeri bakış açısına,
teknokrasiye, burjuva ve küçük burjuva etkilere karşı ordunun,
başta da general ve subay kesiminin eğitim ve denetimine özen
gösterilir. (Bkz. AEP T. C. III, s. 87-88-89) Ordu şakşakçılığı
yapılmamasına, ordunun pohpohlanmamasına, ordunun kibir içinde
boğulmamasına (Enver Hoca, Leninist Parti ve Kadrolar, s. 48-49,
Sun Yay.) dikkat edilir.
7)ASHC’de
bürokratik yozlaşma yoluyla kapitalizmin inşasına karşı
anayasal düzeyde de tedbirler alınmıştır. (Bkz. AEP VII.
K. R., s. 18) Partinin, devletin, yöneticilerin, aydınların
bürokratlaşarak çürümemesi için, sosyalist demokrasinin
geliştirilmesi için, sıradan kitlelerin siyasal ve toplumsal
yaşamın her cephesinde katılım inisiyatifinin geliştirilmesi
için bir dizi tedbir uygulanmış, atama yoluyla gelen devlet
görevlileri sürekli azaltılmış, atanmışların da kitle
denetimi altında olması, kitlelere hesap vermesi zorunlu kılınmış,
işçi ve köylü denetim örgütleri kurulup ülke çapında
geliştirilmiş, komünistlerin ve yöneticilerin üretimle bağı,
kitlelerle bağı canlı tutulmaya çalışılmış, tabandan
eleştiri, denetim, kitle baskısı ve katılımı körüklenmiş,
maddi bakımdan ayrıcalıklı tabakaların oluşması önlenmeye
çalışılmıştır. Biçimsel bakımdan parti çizgisine bağlı,
parti ağzıyla konuşan ama parti çizgisinin ve direktiflerinin
ideolojik-siyasi içeriğini kavramaktan uzak ya da yüzeysel,
pratikte bu çizgi ve direktiflerin devrimci ruhunu boşaltan
bürokratik tarza ve insan tipine (“Bürokratın en tehlikelisi
komünist bürokrattır.”-Stalin) karşı ısrarlı bir mücadele
geliştirilmiştir. Kadroların yaşamla canlı bağı diri tutulup
geliştirilmeye, yöneticilerin “önce komünist sonra yönetici”
(s. 95, iba.) olduklarını unutmamaları için ısrar edilmiştir.
Bürokrasiye karşı mücadelenin tek bir kampanyayla, salt idari ve
teknik tedbirlerle, bürokrasiye karşı gürlemekle
sınırlanamayacağı ve başarılı olunamayacağı; bürokrasiye
ve bürokratik yozlaşmaya karşı mücadelenin tüm bir tarihsel
süreci, sosyalizmden komünizme geçiş sürecini kapsayacağı; bu
mücadelenin ideolojik, siyasal, iktisadi cephelerde birleşik bir
şekilde geliştirilmesi gerektiği ısrarla vurgulanmıştır.
Dolayısıyla bürokratizme karşı mücadelenin ancak kitlelere mal
edilmesiyle, onların en geniş temel ve en derin donanımla yönetime
katılmasıyla, kafa emeğiyle kol emeği arasındaki farklılığın
kaldırılmasıyla, yöneten yönetilen ayrımının silinmesiyle
ortadan kalkacağı ısrarla açıklanmıştır.
Yukarıda
açıklaya geldiğimiz, “yapılmıştır”, “edilmiştir”,
“geliştirilmiştir” vb. vurgular kendi özgünlüğü
ve göreli anlamı içerisinde kavranmalıdır. Bu vurgular
göreli anlamından koparıldığında ortaya gerçeklerle bağı
olmayan idealize edilmiş mükemmeliyetçi bir tablo çıkacak ve
doğal olarak şu soru gündeme gelecektir: O halde be kardeşim
neden ASHC’de kapitalizmin restorasyonu önlenemedi! Ama bu
yaklaşım zaten bize ait değildir. Yukarıda, ilgili yer(ler)de de
açıkladığımız gibi, çıkarılmış derslere ve bu dersleri
ideolojik donanımın bir parçasına ve pratik bir silaha çevirme
iradesine karşın ne yazık ki, Ramiz-Çarçani revizyonist kliği
eliyle sosyalizmin tasfiyesi önlenememiştir. Tam da burada temel
sorun olan önderlik sorunu karşımıza çıkmaktadır.
İhanetin önderleri AEP’in önderleridir. İhanete karşı ise
AEP’de de yeni tip önderler ortaya çıkarılamamıştır. Açık
ki, kapitalist restorasyonun tarihi dersleri ve bu derslerin
uygulanma düzeyi ASHC’de bürokratik revizyonist burjuva
karşı-devrimi önleyecek, ortaya çıktığı koşullar da ise bu
ihanete karşı ikircimsiz kendini ortaya koyacak yeni tip önderleri
ortaya çıkaracak denli derinlemesine geliştirilememiştir. Nesnel
koşulların sosyalizmin aleyhine olması, yeni tip burjuva
karşı-devrimi üretme ve geliştirmek bakımından iç ve
uluslararası gericiliğin lehine olması olgusu bu sorunun yanıtı
değildir ve olamaz; böyle bir yaklaşım ve çözümleme tarzı
kendiliğindenci oportünizmi simgeler. Burada asıl olan şey ya da
vurgulanması gereken şey, öznel faktördür, önderlik
sorunudur; bürokratik revizyonist burjuva karşı-devrime karşı
mücadelede kendi tarihsel ve güncel devrimci sorumluluklarının
bilinç ve inisiyatifiyle donanmış savaşçı bir önderliğin
ortaya çıkamamış ve önlenebilecek bir sürecin önlenememiş ve
revizyonist gericiliğin yenilgiye uğratılamamış olmasıdır.
Sonuç
itibari ile ASHC’deki geçici yenilgimiz de, üstelik moral
üstünlüğü kazanmayı becerememiş olarak, enternasyonal
proletaryaya bir yığın ders bırakarak, bu derslerle de
silahlanarak yeni zaferlere yürümemiz bakımından olumlu ve
olumsuz yönleriyle tarihe mal olmuştur. Gerisi “ At binenin,
silah kuşananındır.”
Dünya
komünist hareketinin ve Türkiye komünist hareketinin söz konusu
derslerle donanması ve özel olarak da bürokratik önderlik
anlayışı ve çalışma tarzı ile özel bir
hesaplaşmaya girmesi ve kendini derinlemesine özeleştirel
aşması gerektiği de çok açıktır ve açık olmalıdır. Özelde
SSCB ve ASHC’nin bürokratizme karşı mücadele deneyimlerinin
eleştirel incelenmesinden çıkarılacak derslerin ışığında
hareketimizin de ilkeli, eleştirel, uzlaşmaz ama yapıcı bir
şekilde önderlik anlayışı, çalışma tarzı, kadro politikası
vb. bakımlardan incelenmesi, özeleştirel yeniden yapılanması
gerekmektedir. Bundan kaçınmak olsa olsa oportünizm ve
tasfiyecilikte ısrar anlamına gelir. Tarihsel deneyimin, o arada bu
deneyimin bir parçası olan Türkiye komünist hareketinin
deneyiminin eleştirel aşılmaması, yeni bir donanım ve yeni bir
dinamizm yaratılmaması, sosyalizm tarihinin dersleriyle donanmış
olarak yeni ve daha nitelikli bir Birlik Devrimi zihniyeti atılımı
yapılmaması komünist hareketin kendi misyonunu terk etmesi demek
olacaktır ya da bu, kaçınılmaz bir olguya dönüşecektir.
Kuşkusuz ki komünistler bu yeni atılımı da başaracaktır.
Bürokratik tasfiyeci sapmaya ve taribatlarına da ancak böyle son
verilebilir. Komünistler proletaryanın temsilcileridir. Tek
sorumlulukları Marksizm-Leninizm’e, sınıfa, davaya, kavgaya,
ideallerine karşıdır. Komünist hareketin ve komünist
militanların bunun dışında başka bir ölçütü ya da ölçütleri
yoktur. Konu Marksizm-Leninizm ve dava olunca gerisi teferruattır.
DEVAM
EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder