14 Aralık 2020 Pazartesi

EMPERYALİZMİN NESNEL GELİŞME YASALARI YOK MU? VI. BÖLÜM

 

EMPERYALİZMİN NESNEL GELİŞME YASALARI YOK MU? VI. BÖLÜM




VI. BÖLÜM


Yazar şunları yazmış;


''... Öyle bir an gelir ki birkaç dünya tekeli dünya piyasasına hâkim hale gelir, artık ne fethedilecek yeni pazarlar vardır ne de yeterince mülksüzleştirilecek küçük kapitalist kalmıştır. Böyle bir anda sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi için ya da bir başka deyişle artı kar elde etmek için teknolojik devrimlerle göreli artıdeğeri artırmanın yerini giderek artan oranda mutlak artıdeğer elde etmek yani işçiyi daha çok ve daha yoğun çalıştırmak alır...''


Yazarın, 'Öyle bir an gelir ki birkaç dünya tekeli dünya piyasasına hâkim hale gelir'' sözleri ilginçtir; ilginçliği Hobson'un ''inter emperyalizm'', Kautsky'in ''ultra emperyalizm'', Buharin'in ''örgütlü kapitalizm'', Monthly Review çevresinin Paul Baran ve Paul Sweeyz tarafından teorisi yapılan ''ultra emperyalizm'' teorisinin sol versiyonunu hatırlatmasıdır.


Yazarımız, ''varoluşsal kriz'' döneminde yaşadığımız için zaten nesnel yasalarını yitirmiş ve birkaç darbeyle yıkılması kaçınılmaz olan bir kapitalizm savunusu ile bir de kalkıp bunları hayal etmesi ayrıca dikkate değer bir çelişkidir.


Gelelim yazarın mutlak ve göreli artı-değer sorunu üzerine söylediklerine.


''Emperyalist küreselleşme'', ''varoluşsal kriz'' döneminde, yani daha bugünden kapitalizm artı-değer üretemediğine göre, gerekse de gelecek için söylüyor göründüğü göreli ve mutlak artı-değer üzerine yazdıkları da aslında anlamsızlaşıyor. Artı-değer üretilemeyen bir emperyalist küreselleşme aşamasında ne göreli ne de mutlak artı-değer üretiminden bahsedilebilir. Kapitalizmin bütün nesnel yasaları işlemez hale gelmişse, ortadan kalkmışsa, bu durumda nesnel yasaları olmayan bir dünyada yaşıyoruz ya da yeni bir ekonomik-toplumsal düzende; yani kapitalizm olmaktan çıkmış ama sosyalizm de olmayan ne idüğü belirsiz bir postkapitalizm dünyasında yaşıyor olmalıyız.


Neymiş, ''o an geldiğinde'' küresel emperyalizm, teknolojik devrimler bitmiş olacağı için, göreli artı-değer de üretemeyecekmiş. Peki geriye ne kalıyor? Mutlak artı-değer üretimi. Artı-değer üretemeyen emperyalist kapitalizm teorisiyle bu tartışma zaten anlamsızlaşıyor. Ancak yazar ''açılımlar'' yaparak (ısrarla üzerinde durduğumuz ana fikirlerini yok sayarak) geleceği tasvir eder görünerek, bu yöntemle ve ardısıra ifade edilen düşüncelerle manevra yapıyor. Bu da yazarın zayıflığını göstermektedir. Ve üstelik mutlak ve göreli artı-değer üzerine söyledikleri de ayrıca yenilir yutulur değil.


Sözgelimi, postmodernistlere ve “postmodernizmin doruğu” olarak “Yeni bin yılın teorik sentezi”, “çağımız”ın “Komünist Manifesto”su, “Klasik Marksist yaklaşımdan daha ‘komünist’ bir militanlık ve sınıf mücadelesi öngörüsünde bulun”duğu iddia edilen “İmparatorluk” kitabının yazarlarına ya da Negriciliğe göre, “postkapitalizm” ile proletarya, başta da sanayi proletaryası buharlaşmıştır. Kaldı ki zaten sanayi proletaryası “modernizm” çağında da “kısmi bir uğrağı” temsil etmekteydi. Çağımızın “teknoloji çağı” olduğu, “enformatik tekno-çağ”la birlikte artık proletaryaya gereksinim kalmadığı, artı-değeri yaratanın teknoloji olduğu iddiası da, burjuvazinin proletaryaya ve Marksizm-Leninizm’e karşı ideolojik saldırısının bir biçimini oluşturmaktadır.


Postmodernizmin ve post-Marksizmin ''sol'' kanadı da farklı saiklerden hareketle kapitalist emperyalizmin ('el koyma yoluyla birikim aşamasında'', '''emperyalist küreselleşme aşaması''nda, ''kapitalizmin varoluşsal krizi çağında'') artı-değer üretemediğini ileri sürmektedir.


Ters yönde iki uç; biri teknoloji tapıcılığı ile teknolojiye artı-değer üreterek elveda proletarya derken, diğeri de kapitalizmin ''küreselleşme aşaması''nda artık artı-değer üretilemediğine, teknolojik devrimlerin gerçekleşemediğine, üretici güçlerin gelişmediğine dayanarak bu saçmalığı savunuyor. Her ikisi de elveda proletarya, elveda sanayi proletaryası, elveda Marksizm-Leninizm demede son tahlilde birleşiyor. İkincisi bunu ''sol'' çığırtkanlıkla örtmeye çalışarak, proletaryadan bahsederek manipülasyon yapıyor.


Mutlak artı-değer üretimi, Marx’ın dediği gibi, “Kapitalist sistemin genel dayanağını ve nispi artı-değer üretiminin çıkış noktasını … oluşturur…. Mutlak artıdeğer üretimi, işin teknik sürecini ve toplumun bileşimini kökünden değiştirir. Bu nedenle o, kendisine özgü yöntemle, araçları ve koşullarıyla birlikte, emeğin şeklen sermayenin egemenliği altına girmesiyle sağlanan temel üzerinde kendiliğinden doğup gelişen özgül bir üretim tarzını öngörür. Bu gelişmesi sırasında, emeğin sermayeye bu biçimsel bağımlılığı yerini, zamanla gerçek bağımlılığa bırakır.” (Kapital C. I, s.485)


Emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığı “her kapitalist üretim sürecinin genel biçimidir. Aynı zamanda, özgül kapitalist üretim tarzının gelişmiş biçiminin yanında özel bir biçim olarak varolabilir. Çünkü ikincisi birincisini gerektirse de, bunun tersi doğru değildir (yani, biçimsel tabiyet; özgül kapitalist üretim tarzının olmadığı koşullarda da varolabilir.)” (age., s.85, iMa.)


Emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığı (''tabi olması'') kapitalist üretim tarzının ilk doğuş koşulları ve gelişmesi sürecinin karakteristikleriyle bağlıdır. Bu bağımlılık ve değişim, ''tek başına emek sürecinin yani fiili üretim sürecinin gerçek niteliğinde temel bir dönüşüme yol açmaz. Tersine, sermaye, emek sürecini bulduğu biçimiyle kendine tabi kılar. Yani sermaye, değişik ve daha eski üretim tarzları geliştirilmiş haliyle, varolan emek sürecini devralır. Dolayısıyla sermayenin hazır, kurulu bulunan bie emek sürecini devraldığı açıktır.'' (age., s.86, iMa.)


Emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığı sözkonusu olduğunda ''artı-değer yalnızca iş günün uzatarak, yani mutlak artı-değeri, arttırarak yaratılabilir. Emeğin sermayeye biçimsel olarak tabi olduğu durumda bu, artı-değer üretiminin yegane yoludur.'' (age., s. 87, iMa.)


Peki emeğin sermayeye gerçek bağımlılılığı ne demek, şimdi de buna bakalım.


Şimdi emeğin toplumsal üretim güçleri gelişmiş, büyük ölçekli üretimle birlikte bilim ve teknoloji üretime doğrudan uygulanmaya başlamıştır.” (Kapital’e Ek: Dolaysız Üretim Sürecinin Sonuçları, s.101, iMa.)


Göreli artı-değer, sanayi kapitalizmiyle, sanayi devrimiyle başlar ve gelişir. Burada kapitalizmin teknik-maddi temeli değişime uğrar; bu değişim, makinaleşmeyle ''emeğin üretkenliği''nin yükselmesiyle gerçekleşir. ''Emeğin üretkenliğini yükseltmek, yani bir metaın üretimi için gerekli emek-zamanını kısaltmak için en güçlü araç olan makine, sermayenin elinde, ilk kez elattığı sanayi alanlarında, işgününü, insan doğasının koyduğu bütün sınırların ötesine uzatmak için en güçlü araç haline geldi. Makine, bir yandan, sermayeye, devamlı eğilimini rahatça uygulama olanağını sağlayan koşullar yaratırken, öte yandan da, sermayenin, başkalarının emeğini sömürmek konusundaki iştahını kamçılayacak yeni dürtüler hazırlıyordu.


Her şeyden önce emek araçları, makine biçimine girmekle, işçiden bağımsız hareket eden ve çalışan otomatik şeyler halini almıştır.'' (age., s. 387)


''Genel bir deyişle, nispi artı-değer üretim tarzı, işçinin üretken gücünü, belli bir sürede, aynı miktarda emek harcayarak daha fazla üretimde bulunabilecek hale getirmektedir.'' (age., s. 393)


''Göreli artı-değer üretimiyle birlikte, bir bütün olarak üretimin gerçek biçimi değişir ve özgül kapitalist üretim tarzı (teknolojik düzeyde de) ortaya çıkar.'' (age., s. 89, iMa.)


''Üretim tarzında devrim, manifaktürde emek-gücü ile, bütük sanayide emek araçları ile başlar.'' (Kapital C.I, s. 359)


''Makine biçimine gelen emek araçları, insan kuvveti yerine doğal kuvvetlerin konulmasını, ve el alışkanlığı yerine bilimin bilinçle uygulanmasını gerektirir. Manüfaktürde, toplumsal emek-sürecinin örgütlenmesi tamamen özneldi, ve parça-işçilerin bir birleşimiydi; makine sistemine dayanan büyük sanayide ise, tümüyle nesnel bir üretici organizma vardır ve işçi, zaten varolan maddi üretim koşullarına eklenen bir şey haline gelmiştir. Basit elbirliğinde ve hatta işbölümüne dayanan elbirliğinde, tek başına çalışan işçinin yerini kolektif işçinin alması, azçok raslantıya bağlı bir şey gibi görünür. Oysa makineler, daha sonraki durumlarda, birkaç istisna dışında, yalnızca birleşmiş emek ya da ortaklaşa emekle işletilir. Demek ki, burada, emek-sürecinin ortaklaşa niteliği, emek aracının kendisinin zorladığı teknik bir gerekliliktir.'' (age., s. 372)


Mutlak artı-değer emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığının, göreli artı-değer ise emeğin sermayeye gerçek bağımlılığının maddi ifadesidir. “Artı-değerin iki biçimi, mutlak ve görece artı-değeri ayrı ayrı ele alırsak görürüz ki, mutlak artı-değer her zaman görece artı-değerden önce gelir. Artı-değerin bu iki biçimine, emeğin sermayeye tabi oluşunun iki biçimi ya da kapitalist üretimin iki farklı biçimi denk düşer. Ve burada da bir biçim her zaman diğerinden önce gelir. Ne var ki, ikinci ve daha gelişkin biçim, birinci biçimin sanayinin yeni dallarına girişinin temellerini oluşturur.” (Kapital’e Ek: Dolaysız Üretim Sürecinin Sonuçları, s. 90-91)


Kısacası, göreli artı-değer, sanayi kapitalizmine dayanır, bu aşamayla birlikte emeğin sermayeye gerçek bağımlılığı temel ve genel bir olguya dönüşür ve kendi gerçek temeline oturan özgül kapitalist üretim tarzını yönlendirir. Böylece kapitalizmin emeğin sermayeye biçimsel tabiyeti aşaması aşılır, bireysel işçinin yerini kolektif işçi alır, makineye dayanan sanayi'' birkaç istisna dışında, yalnızca birleşmiş emek ya da ortaklaşa emekle işletilir.''


Demek ki artık kapitalizmin mutlak artı-değer üretimine, iş gününün alabildiğine uzatılmasına dayanan, ilkel teknik temel ve ilkel işbölümüne dayanan tarihsel evresi, tıpkı kapitalizmin ilkel birikim evresi gibi tarihe karışmıştır. Nasıl bugünü sermayenin tarihsel olarak aşılmış ilkel birikim teorisine dayanarak anlayamazsak, mutlak artı-değer üretimine dayanan kapitalizmin aşılmış tarihsel evrelerine dayanarak da anlayamayız. Tarih ve teori bağıntısında yapılacak bir kapitalizm ve emperyalizm çözümlenmesinde kapitalizmin tarihsel köklerine inilirken ilkel birikim, manifüktür kapitalizm ve mutlak artı-değer süreçleri, Marks gibi incelenebilir ama kalkıp o tarihsel evreleri bugüne taşıyarak bugünü açıklayamayız. Tıpkı emperyalizmi mutlak artı-değere dayanan bir kapitalizm olarak açıklayamayacağımız gibi.


Eleştirel incelediğimiz konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, tartışmayla bağlı bazı gerçeklerin altının çizilmesi gerekiyor.


Gerekli emek ile artı-emeğin toplamı işgününü oluşturur. Artı-ürünün, artı-değerin kaynağı artı-emektir. Artı-emek kapitalist için bedava emektir. Gerekli emek zamanın kısaltılması, artı-emek zamanının uzatılması, artı-emeğin azami gaspı kapitalizmin eğilimidir. Sermaye, bir yandan işgününü azami sınırlarına kadar uzatarak veya olanaklı olduğu ölçüde uzatarak mutlak artı-değer gaspını dayatır. Öte yandan emeğin sermayeye karşı mücadelesinin sonucu, işgünün kısaltılması kaçınılmaz hale gelir. Bu durumda gerek işçi direnişini kırmak gerekse de kapitalist rekabetin gereği emek üretkenliğini yükselterek görece artı-değer gaspına yönelir.


Mutlak artı değer ve görece artı-değer gaspı, artı değer gaspının iki biçimidir. Kapitalizm her iki biçimi olanaklı olduğu ölçüde birleştirme eğilimindedir. Marx’ın dediği gibi, “günün 24 saati boyunca emeğe elkoyulması, kapitalist üretimin kaçınılmaz eğilimidir.” İşgününü azami derecede uzatarak, işgünü içinde zorunlu emek zamanını azaltırken artı-emek zamanını uzatarak, emeğin yoğunluğunu arttırarak artı-değer sömürüsünü son sınırına/sınırlarına dek geliştirme kapitalizmin eğilimidir. “Kapitalist üretimin hedefi, belli bir miktardaki zenginlikle, olabilen en geniş ölçüde artı-ürün ya da artı-değer elde etmektir. Bu amaca değişmeyen sermayenin değişen sermayeye göre daha hızlı oranda büyümesiyle ya da olabilen en büyük miktardaki değişmeyen sermayeyi olabilecek en küçük değişen sermayeyle harekete geçirmek suretiyle ulaşılır.” (Artı Değer Teorileri, C. I, s.542, iMa)


Marx’ın dediği gibi, “Hiçbir kapitalist, kar oranını düşürdüğü sürece, yeni bir üretim yöntemini, ne denli üretken olursa olsun, artı-değer oranını ne kadar çok arttırırsa arttırsın, hiçbir zaman gönüllü olarak uygulamaya koymaz.” (Kapital, C. III, s. 233) ve hemen eklemek gerekiyor, kapitalistler, “iyileştirmelere, yeni buluşlara, üretim araçlarından daha fazla tasarrufa vb. fiyatlar ortalamanın üstünde olduğu zaman değil, altına düştüğü zaman baş” vurur (Artı Değer Teorileri, İkinci Kitap, s. 22) Bu olgu, kapitalizmin sınırlı amacıyla, (kar için üretim düzeni ile sınırlı bir sistem olmasıyla) bağlıdır.


Emeğin artan üretkenliği yasası… sermaye için mutlak geçerli değildir. Sermayeyi ilgilendirdiği kadarıyla üretkenlik, genellikle canlı emekten sağlanan tasarrufla artmaz… canlı emeğin karşılığı ödenen kısmında, geçmişte harcanan emeğe kıyasla sağlanan tasarrufla yükselir. Kapitalist üretim tarzı, burada, bir başka çelişkiyle karşılaşır. Onun tarihsel görevi, insan emeğinin üretkenliğini, hiçbir sınır tanımadan geometrik dizi içerisinde geliştirmektir. Burada olduğu gibi üretkenlikteki gelişmesini engellediği her zaman, tarihsel görevine ihanet eder. Böyle o, gittikçe yaşlandığını ve miadını doldurduğunu bir kez daha göstermiş oluyor.” ( Kapital, C. III, s. 232, iMa. )


    Kapitalizm artı-değer, kar, azami kar için üretim düzenidir. Örneğin tam otomasyon canlı emeği gereksiz hale getirerek artı-değeri ve karı olanaksız kılar. Oysa kar için üretim düzeni olan kapitalizm otomasyonu da ancak kar ürettiği, karlı olduğu, kar oranını yükselttiği ölçüde geliştirecektir, daha fazlasını değil! Bu, kapitalizmin tarihsel sınırlarını da gösteren çarpıcı olgulardan birisidir… “Bu apaçık çelişki neyle açıklanabilir? Yalnızca modern kapitalizmin ekonomik temel yasasıyla, yani azami kar sağlama zorunluluğuyla açıklanabilir. Kapitalizm, eğer kendisine en yüksek karı vaat ediyorsa yeni teknikten yanadır. Kapitalizm, eğer yeni teknik ona artık en yüksek karı vaat etmiyorsa yeni tekniğe karşıdır ve el emeğine geçilmesinden yanadır.” (J.V. Stalin, Eserler C.16, s.314, Inter Yay.)

    Bilimin üretime uygulanması, üretimin makinesel teknik temelde yenilenmesi emek üretkenliğini muazzam ölçüde arttırır. Üretimi yoğunlaştırır. Yeni teknik buluşlar genelleşinceye dek yeni tekniği kullanan kapitaliste ekstra kar getirir. Kapitalizmin gelişimini hızlandırır. İşgücünü ucuzlatır. Artı-emek zamanını ve emek yoğunluğunu arttırır. Yedek işsizler ordusunu büyütür. Nitelikli emeği niteliksizleştirir. Kadın ve çocuk emeğini geniş çaplı bir şekilde ucuz işgücü kaynağı olarak üretim sürecine çeker… Böylece “makinede gerçekleşen bilim, işçilere karşı sermaye olarak ortaya çıkar.” (Marx, Artı-Değer Teorileri, 1. Kitap, s. 367) Ki, “Emeğin üretici gücünün artmasının ve zorunlu emeğin minimuma indirilmesinin sermayenin zorunlu bir eğilimi”dir, “iş aracının makineye dönüşmesi, bu eğilimin gerçekleşmesidir.” “Emek aracının gelişerek makineye dönüşmesi sermaye için bir rastlantı değil, devraldığı geleneksel emek araçlarını sermayeyle uyarlı biçime sokan tarihi biçimlendirme sürecidir.” (Marx, Grundrısse, s. 640)


Makine, bilim, bilimsel teknoloji demektir ve “toplumsal gelişmenin genel ürünü olan bilimin dolaysız üretim sürecinde kullanılması ile de birleşince, sermayenin üretici gücü biçimine bürünür” (Marx, Kapital’e Ek: Dolaysız Üretim Sürecinin Sonuçları, s. 90, iMa.) ve proletaryanın karşısına sermayenin gücü olarak dikilir. Teknik sıçrama ve iyileştirmeler üretim maliyetlerini düşürdüğü, artı-değer gaspını büyüttüğü, kar oranlarını yükselttiği, rakip kapitaliste karşı rekabet gücünü geliştirdiği için kapitalistler teknik yeniliklere, bu sınırlar çerçevesinde ilgi duyarlar; kapitalist sınıfın bilime ilgisi kapitalizmin amacı olan kar, en fazla kar yasasıyla bağlıdır; ve onların bilimi teknolojiye indirgeme ilgi ve yönelimi de bu gerçekle bağlıdır.


Demek ki kapitalizmin ilkel birikim ve manüfaktür aşamalarında mutlak artı değer üretimi belirleyicidir. Sanayi kapitalizmi ile birlikte göreli artı değer öne çıkar. İlk aşamalarda emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığı, ikinci (sanayi kapitalizmi) aşamasında ise emeğin sermayeye gerçek bağımlılığı denk düşer. Kapitalist üretim biçimi özellikle sanayi kapitalizmi aşamasıyla birlikte kendi özgül gerçek teknik temeline kavuşur ve sermayenin organik bileşimi yükselir. Bu bağlamda bilimsel teknolojik devrimler başat rol oynar ve kapitalist üretim tarzını yeniden yapılandırır...


    Sermaye birikiminin büyümesi, sermayenin organik bileşiminin yükselmesi, öte yandan da proletaryanın mutlak ve göreli yoksullaşması demektir. Kapitalizmin gelişmesi, bilim ve tekniğin gelişimi, kapitalist genişletilmiş yeniden üretim sürecinin daha da küreselleşmesi, bu süreçte, sermayenin dönüşüm sürecinin daha hızlı bir dönüşüm biçimini alarak gerçekleşmesini de sağlamıştır. Sermayenin dönüşüm zamanı, üretim zamanı ile dolaşım zamanının birliğini ifade eder. “Diğer sözcüklerle, dönüşüm zamanı, sermayenin belirli bir biçimde yatırıldığı andan, sermayenin aynı biçimde, ancak artı-değer miktarında artmış olarak, kapitaliste geri döndüğü ana kadar olan zaman dilimidir.” (Politik Ekonomi Ders Kitabı, C. I, s. 210) Sermayenin dönüşüm devresinin yeni teknolojik atılımlarla kısalmış olması, sermaye bakımından yaşamsal önemdedir; “çünkü sermayenin dönüşüm zamanı ne denli kısa ise, işçiler tarafından yaratılan artı değerin para biçiminde dönüşmesi de o denli hızlı olur ve üretimin genişletilmesi için o denli hızlı kullanılabilir.”(age., C. I, s. 215)


Uluslararası tekellerin hegemonyasını ifade eden emperyalist kapitalizm süreci üretimin ve dolaşımın dönüşüm hızını alabildiğine kısaltmıştır. Kapitalist rekabet, pazar paylaşım kavgası, kar oranlarını yükseltmek için gerçekleşen bilimsel teknolojik sıçramalar üretim araçlarının moral ve fiziksel değer kaybını da hızlandırmıştır.


Bu gerçeklerden yola çıktığımızda, enformasyon, komünikasyon ve ulaştırma teknolojilerinin ve emperyalist küreselleşmenin sermayenin dönüşüm zamanını kısalttığını, kısaltılmış olmasının sermayenin gaspettiği artı değer kitlesinin büyüttüğünü, artı değer oranını yükselttiğini, artı değer oranındaki yükselmenin kar oranlarının eğilimli düşmesine karşı koyan bir etken olduğunu ama söz konusu düşmeyi son kerteden önleyemediğini görmekteyiz. Bu olguyu, üretime değil de mali piyasalara yığılan para sermayenin hareketinden de görmekteyiz. Kapitalist ekonomik kriz döngüsünün gönenç evresine geçememesi, kronik durgunluğa saplanmış olması eğiliminden de bu olguyu görmekteyiz.


Bu olgular, Marks'ın kapitalist üretim tarzının ''tarihsel görevi'' olan ''insan emeğinin üretkenliğini, hiçbir sınır tanımadan geometrik dizi içerisinde geliştirme'' tarihsel görevine artan oranda ihanet ettiğini gösterdiği gibi, ''Böyle o, gittikçe yaşlandığını ve miadını doldurduğunu bir kez daha göstermiş oluyor.” Yukarıdaki paragrafta işaret ettiğimiz gerçekler, ÇUŞ'ların emperyalizm döneminde, toplumsal üretici güçlerle kapitalist üretim ilişkileri arasındaki çelişkinin proleter devrimi daha yoğun ve keskin bir şekilde olgunlaştırdığını ve daha da güncelleştirdiğini göstermektedir.


Dünden bugüne baktığımızda bu tarihsel evrimde bilimsel teknolojik devrimler üzerinde sermayenin organik bileşiminin sürekli geliştiğini, böylece değişmeyen sermayenin değişen sermayeye karşı genel bir yönelim olarak organik bileşiminin sürekli yükseldiğini görüyoruz. Bu göreli artı-değerin sanayi kapitalizmden bu yana taşıdığı büyük önemi gösterir. Değişmeyen sermayenin değişen sermaye aleyhine organik bileşiminin yükselmesi bir yandan artı-değer sömürüsünü derinleştirirken, göreli artı-değer üretimini yükseltirken, diğer yandan da toplam kar yükselse de kar oranlarının eğilimli düşmesine yol açar. Bu, kapitalizmin emperyalizm aşamasında da daha keskinleşerek işleyen yasasıdır. Bu çelişki, kapitalizmin kendi nesnel çelişkisidir ve onulmaz yarasıdır.


Nasıl ki, emperyalist kapitalizmden serbest rekabetçi kapitalizme dönüş olanaklı değilse, kapitalizmin ilkel birikim ve manüfaktür sanayi döneminde temel olan mutlak artı-değer üretimine ve emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığı dönemini de geri dönülemez. Tarihin nesnel akışı geriye çevrilemez. Tarihin tekerliğini geriye çevirmeye çalışan tutucu, romantik, nostaljik karaktere sahip küçük burjuvazidir. Yani kapitalizmin teknolojik devrimler yapamadığı koşullarda mutlak artı-değere geriye döneceği, mutlak artı-değer üretimi ile yetinmek zorunda kalacağı iddiası, boş bir iddiadır. Kapitalist, emperyalist tekeller mutlak artı-değer ile göreli artı-değer üretimini azami derecede birleştirerek kullanırlar. Kapitalist emperyalizm üretici güçlerin özgürce gelişiminin önündeki ana engeldir.


Fakat o, gelişimi sürecinde sosyalist inşanın maddi-teknolojik temelini geliştirerek, olgunlaştırarak, büyüterek hazırlar, hazırlamıştır. Yaşadığımız şey budur.


Mutlak artı-değer üretimine dönen ve dayanan bir kapitalist emperyalizm küçük burjuva bir fantazidir. Mutlak artı-değer temeli üzerinden şekillenen yeni bir kapitalizm teorisi, toplumsal üretici güçlerin, üretimin ve sermayenin küresel ölçekte alabildiğine yoğunlaştığı, merkezileştiği; üretimin alabildiğine uluslararasılaşarak toplumsallaştığı bir tarihsel kesitte subjektivizm üzerinde şekillenmiş ütopik bir ''analiz''dir. Bu teori, nesnel anlamı ve sonuçları itibari ile Marksizm-Leninizm'in yerine geçirilen, geçirilmeye çalışılan revizyonizmden ve kaba ve iradeci bir oportünizmden ibarettir.


Nesnel yasaları olmayan bir kapitalist emperyalizm teorisi, emperyalizmi ekonomik temellerinden kopararak, emperyalizmi siyasal bir görüngüye indirgeyen bir teoridir de. Bu bağlamda kapitalizmin eşitsiz ve sıçramalı gelişme yasası da yadsınmış oluyor.


Leninist emperyalizm teorisinin vurguladığı bir olguya dikkat çekmek isteriz. Özellikle emperyalizm aşamasında şiddetlenmiş olan eşitsiz ve sıçramalı gelişim yasası kapitalizmin mutlak yasasıdır. Azami kar yarışı ve emperyalist rekabet emperyalist dünya sisteminde paylaşılmış dünyanın yeniden paylaşım savaşlarını kaçınılmaz kılar. Bu bağıntıda, kitabının ''Tarihte Emperyalizmin Yeri'' alt başlığı taşıyan bölümünde Lenin'in şu değerlendirmesinden de öğrenmek gerekir;


''Ancak, bu çürüme eğiliminin, kapitalizmin hızlı gelişmesini önleyeceğini sanmak yanlış olur. Önlemez. Emperyalist dönemde, bazı sanayi kolları, burjuvazinin bazı katmanları, bazı ülkeler, bu eğilimlerden birini ya da ötekini, küçük ya da büyük ölçüde gösterirler. Genel olarak, kapitalizm, eskiye göre çok daha büyük bir hızla gelişmektedir. Bu gelişme, yalnızca genellikle gitgide daha eşitsiz hale gelmekle kalmayıp gelişme eşitsizliği, sermaye bakımından en zengin ülkelerin (İngiltere) çürümesinde kendini özellikle göstermektedir.''


Lenin bu olguyu açıklarken Almanya'nın, ABD'nin vb. İngiltere, Japonya'nın Çarlık Rusyası karşısındaki gelişmesini örnek verir.


Lenin, ''Kapitalizmin Asalaklığı ve Çürümesi'' alt başlığında da şunları yazar;


''Daha önce de gördüğümüz gibi, emperyalizimin başlıca ekonomik temeli, tekeldir. Bu tekel, kapitalisttir, yani kapitalizmden doğmuştur, ve kapitalizmin, meta üretiminin, rekabetin genel koşulları içinde, bu genel koşullarla sürekli ve çözülmez bir çelişki halindedir. Bununla birlikte, bütün tekeller gibi, kapitalist tekel de şaşmaz bir biçimde bir durgunluk ve çürüme eğilimine yolaçar. Tekel fiyatlarının, geçici olarak bile sabit tutulması, bir noktaya kadar, ilerlemedeki itici öğeleri yokeder, bunun sonucu olarak da bütün ilerlemeleri frenler. Ayrıca, teknik ilerlemeyi yapay olarak frenleme yolunda ekonomik birtakım olanaklar da doğurur. Bir örnek olarak verelim: Amerika'da, Owens adında biri, bir şişe yapımında devrim yapacak bir makine icat etmişti. Alman şişe fabrikatörleri karteli, Owens'ın patentini satın aldı; ama kullanacağı yerde çekmeceye aıtıp sakladı. Elbette, bir tekel, kapitalist rejimde, dünya pazarındaki rekabeti tümüyle ya da uzun bir süre için ortadan kaldıramaz (ultra-emperyalizm teorisinin saçmalığını kanıtlayan nedenlerden biri de budur). Kuşku yok ki, üretim giderlerini azaltma ve uygulanan teknik düzeltme işlemleriyle kârı artırma olanağı, birtakım değişikliklere yolaçmaktadır. Ancak tekellere özgü o durgunluk ve çürüme eğilimi işlemeye devam etmekte, bazı ülkelerde, bazı sanayi dallarında, bir zaman için üste çıkmaktadır.'' (iLa., bba.)


Alıntılardan da görülebileceği gibi, Lenin, tekelci kapitalizmin asalaklık ve çürümesininin altını çizer ama öte yandan da azami kar yarışının ve emperyalist rekabetin, eşitsiz gelişmesini ve sonuçlarını vurgular. Tekellere ''özgü... durgunluk ve çürüme eğilimi''ne dikkat çekerken bundan bir ''eğilim'' olarak bahseder. Kimi emperyalist ülkeler yaşlanıp güç yitirirken genç ve gelişen emperyalist ülkeler ekonomik, siyasi, askeri atılımlarla dünya pazarına egemen olan emperyalistlere yetişir ve geçer. Böylece emperyalistler arası güç dengeleri değişir ve paylaşılmış dünya pazarının yeniden paylaşılmasının tek yolu olan emperyalist dünya savaşları kaçınılmaz hale gelir... Bu gelişme sürecinde çürüme eğilimi, üretici güçlerdeki durgunluk yaşlanan emperyalist ülkelerde baskın hale gelebilirken, genç, gelişen, yükselen ülkelerde gelişir ve gelişebilir. İkinci katerogideki ilke ya da ülkelerdeki bu gelişme ve sıçrama modern teknik temelde, en ileri teknolojinin hızlı gelişmesi ve sıçramasıyla bağlıdır.


Bu olgu, emperyalizmle birlikte toplumsal üretici güçlerin mutlak durgunluk yaşadığı, burjuva ülkelerde üretici güçlerin mutlak bir gerileme içine girdiği, göreli artı-değer üretimin sonlandığı anlamına gelmediğini gösterir. Yani bu bakımdan da gelişme eşitsizdir. Lenin'in döneminde İngiltere örneğinde olduğu gibi asalaklık ve çürümenin baskın hale geldiği ülkeler olduğu gibi, Almanya, ABD gibi gelişen ülkeler de vardır. Emperyalizmin üretici güçleri geliştirmediği, bu sürecin mutlak olarak bittiği anlayışı ya da bu kapıdan geçen anlayışlar, Leninist emperyalizm teorisiyle de bağdaşmaz. I. ve II. emperyalist savaşlar tarihsel deneyiminden de bu olguları biliyoruz.


Emperyalist kapitalizmin toplumsal üretici güçlerin özgürce gelişiminin önünde başlıca engel olmasından yola çıkarak üretici güçleri geliştirmediğini veya ''emperyalist küreselleşme aşaması''nda geliştiremeyeceğini öne sürmek emperyalist tarihin gerçeklerine de aykırıdır. Ha unutmadan ekleyelim, ister itiraf edilsin isterse edilmesin, mutlak artı-değer üretimine dayanan bir emperyalizm teorisi, nesnel anlamı itibari ile ilkel bir tekniğe dönüş ve geri teknik temele dayanarak emperyalist hegemonya ve rekabetin, emperyalist savaşların gerçekleşeceği anlamına gelir. Kısa bir hatırlatma; askeri-sınai sektör dünya çapında büyümeye devam etmektedir. En gelişkin ve yetkin teknik, teknoloji öncelikle askeri-sınai sektörde serpilip gelişiyor. Azami kar yarışı, emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesi, askeri-sınai sektör... Ve Çin'in yükselişi...


Mutlak artı-değer üretimine dayanan bir emperyalizm teorisi, modern sanayinin, makinelerin meta olmaktan çıkması, değersizleşerek çöpe atılması anlamına gelir. Nispi artı-değer üreten ileri bilimsel teknolojik temelin yitirilmesi, işlevsizleşmesi, artı-değer üreten üretken emeğin de sonu demektir. Bu, dünyamızda kapitalist modern sanayinin, yüzmilyonları bulan sanayi işçisinin de sonu, böylece elveda sanayi proletaryası teorisinin de bir biçimde savunusuna tekabül eder. Bu tür teori ve tezlerin, 73'lerden başlayarak genişletilmiş kapitalist üretimin sonunu ilan eden ve kapitalist ilkel birikim döneminde yaşadığımız ''teorisi''ni savunan Harveycilik türü postMarksist saçmalıklarla da bağlıdır. ''Komünizmin Şafağı'', ''Marksizm'' vb. lafazanlıkla bu gerçeklerin üstü de örtülemez.


DEVAM EDECEK


Hasan OZAN İLTEMUR


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder