Translate

21 Haziran 2021 Pazartesi

ENVER HOCA ve SOSYALİZM VE KOMÜNİZM TEORİSİ II. BÖLÜM

 ''Diz çökmeyeceğiz. Çizgimiz olan Marksizm-Leninizm’in doğru yolunda yürümeğe devam edeceğiz ve ilkeleri sonuna kadar savunacağız.'' (E. Hoca)


Enver Hoca ve AEP'in Marks ve Lenin'in sosyalizm ve komünizm teorisini, Stalin'i ve III. Enternasyonal'i militanca savunduğu biliniyor. Öteki revizyonist ve Troçkist akımlarla arasındaki sınır çizgisi nettir. Özel olarak, hiç olmazsa bu makalede konun bu yanına girmek gerekmiyor.

Kitabımızın ''SSCB’de Kale, 'Sosyalizmin Zaferi' ve 'Kesin Zaferi' Koşullarında İçten Fethedildi'' alt başlığı altında şunları yazmıştık;

''SSCB’de ve öteki sosyalist ülkelerde kale içten fethedilmiştir. SSCB’de sosyalizmi tasfiye ederek kapitalizmi yeniden inşa eden politik güç, 'sosyalizmin zaferi' koşullarında tohumlanarak serpilip gelişti. 'Sosyalizmin kesin zaferi' koşullarında politik iktidarı 1956 yılıyla birlikte gasp etti. İşte 1956 ile politik iktidarı ele geçiren bu güç, yeni tipten küçük burjuva bir tabakadan oluşan bürokrasi, aristokrasi ve teknokrasiydi. Bu yeni tip küçük burjuva tabaka bir küçük burjuvazi olarak gelişerek yeni tip bir burjuvaziye, iktidarı ele geçiren egemen bir sınıfa dönüşmüştür. Yeni tip burjuvazi, (modern revizyonist) kolektif kapitalist karakterde bir sınıf olarak kapitalist restorasyonu gerçekleştirmiştir.

Revizyonist karşı devrimin öncü birliğini, stratejik çekirdeğini oluşturan bürokratik burjuvazidir. Revizyonist bürokrat burjuvazi, sosyalizmin inşası sürecinde, emperyalist kuşatma ve baskının ve geçmişten gelen bazı önemli tarihsel etkenlerin de desteğiyle, işçi sınıfı ve emekçilerden gelme, yeni dönemin özgün ve temel bir ürünü olarak doğmuş, giderek ayrıcalıklarla donanmış; küçük burjuva tabakanın burjuva olma yolunda palazlanmasıyla oluşmuştur. Marksist–Leninist teori, kapitalist restorasyonun bu yeni yolunu ortaya koymamıştı. Bu, yeni bir olguydu. Kapitalizmden komünizme geçiş tarihsel–politik sürecinin yeni deneyimleriyle ortaya çıkan bu olgu, teorinin zenginleştirilmesinin, eski formüllerin aşılmasının ana bileşenini oluşturmaktadır. Teorinin kaynağı pratiktir. Teoriyi zenginleştirmenin, yenilemenin aracı bir kez daha pratiktir, tarihsel pratiktir. Ve komünistler tarihe, doğaya, düşünceye, deneyime ancak ve yalnızca diyalektik yönteme, materyalist kavrayışa, Marksizm–Leninizm’e bağlı kalarak objektif bakabilir ve teorilerini yenileyebilirler. Ki, teorinin yenilenmesi/zenginleştirilmesi gecikmiş bir acil görev olarak enternasyonal proletaryanın ve komünistlerin önünde durmaktadır. Kapitalizmden komünizme geçişte bir uğrak, komünizmin alt evresi olan sosyalizmde kapitalist restorasyonun bu yeni yolu tarihin, sınıf mücadelesinin, sosyalizmin inşasının enternasyonal proletaryaya verdiği en temel derstir. Teorinin eski ve yetersiz açıklama ve formüllerinin aşılacağı temel nokta da burasıdır.'' (Hasan Ozan, SSCB'de Kapitalizmin Restorasyonu, Sosyalizmin Sorunları, Tarihi Dersler, Akademi Yayın, 2011)


Eleştiri ve özeleştiri eksikliğine ve ciddi tutuculuğuna karşın, bu perspektifin geliştirilmesinde Enver Hoca'nın teorik katkısı temel önemdedir. ASHC'deki sosyalizmin yıkılışı bu gerçeği değiştirmiyor. Bu bağlamda ASHC'nin yıkılışının nedenleri incelenirken de bu teoriye uygun bir pratiğin yeterince geliştirilememesine yol açan kendine has koşullar, faktörler ve nedenlerle birlikte ele alarak değerlendirmesi gerekir. Öyle bir kalem darbesiyle bu sorunlar bilince çıkarılamaz ve bilimsel devrimci sonuçlara varılamaz. Zengin bir babanın müflis oğlu gibi hovardaca yapılacak sözde değerlendirmelerin Marksizm-Leninizm'le, komünist olmakla bir bağı olamaz.


Geçmeden hemen eklemek gerekir, sosyalizmden kapitalizme yeni bir yoldan restorasyon (geriye dönüş) teorisinin geliştirilmesinde, Kruşçevci modern revizyonizme karşı mücadelede devrimci Çin'in, büyük devrimci önder Mao Zedung'un da önemli katkıları vardır. O koşullarda ÇKP'nin devrimci-demokratik karakteri, Çin'de devrimin henüz canlı ve gelişmekte olması, yanı sıra ÇKP'nin Marksizm-Leninizm'den güçlü bir tarzda etkilenmiş bir parti olması, keza bazı ulusal sorunlarının özgün etkisi gibi faktörler, o dönem Çin'in Titoizm'e, Kruşçev-Brejnev modern revizyonizmine, Avro-Komünizme karşı devrimci tutum almasına yol açmıştır. Bu mücadele küçümsenemez ve hiçleştirilemez.


Devrimci-demokratik Çin'de, Mao Zedung önderliğinde geliştirilen ''Kültür devrimi'', ulusal burjuvazinin politik iktidara yerleşmesine ve etkinlik kazanmasına karşı gerçekte, politik bir ayaklanmaydı. Bu deneyim olduğu gibi sosyalist inşa sürecine taşınamaz ama ders çıkarılacak önemli bir deneyimdir.


Çıkarmamız gereken ders, proletarya diktatörlüğü ve sosyalist inşa sürecinde yeni burjuvazinin iktidarı gasp etme gerici eylemine karşı, başta sınıf ve kitleler olmak üzere devlet içindeki dayanılabilecek kuvvetlerin de seferber edilmesiyle yeni burjuvazinin tasfiye edilmesidir. Bu uğurda iç iktidar bölünmesi, iç savaş göze alınmak zorundadır. Sınıfın ve komünistlerin bu bilinçle de eğitilmesi, ideolojik ve siyasi uyanıklığının diri tutulması, çıkarılması gereken tarihsel bir derstir. SSCB'de komünistler bunu başaramadı.


Kuşkusuz ki ana sorun kapitalizmden komünizme kesintisiz geçiş/devrim sürecinde, yeni tip burjuvazinin doğuşunu, gelişimini, iktidarlaşmasını önlemektir. Bu amaçla deneyimin ışığında bütünsel bir teori ve pratikle; teori, ideoloji, politik, iktisadi, kültürel alanlarda kalenin içerden fethedilmesini önlemektir. Önlenemediği koşullarda ise komünistler parti ve devletteki iktidar bölünmesi ve iç savaşı göze almakla ve örgütlemekle yükümlüdür. Kapitalizmin restorasyonu süreçlerinde böyle bir devrimci gelişmenin yaşanmadığını, böyle bir donanıma sahip olunmadığını artık tarihsel deneyimlerden biliyoruz. Dahası ihanet ve kızıl maskeli karşı-devrimin, iktidarda olan partinin önderlerinin bir kısmının öncülüğünde örgütlendiğine tanık olduk. Sosyalist inşa sürecinde sınıf mücadelesinin yeni biçimler kazanarak geliştiğini ve gelişeceğini bilince çıkarmak, teoriyi zenginleştirerek yürümek gerektiği açıktır.


Enver Hoca Marks ve Lenin'in sosyalizm ve komünizm teorisini ısrarla savunmuştur. Enver Hoca, kapitalizmden komünizme geçişte komünizmin ilk evresi sosyalizmde sınıf mücadelesinin iç ve uluslararası arenada kesintisiz süreceğini vurgulamıştır.


Birlikte okuyalım;

''Siyasi çizgisini tesbit edişinde ve bütün faaliyetlerinde AEP'ye şu ilke rehberlik etti: Sınıf mücadelesi, devrimin zafere ulaşmasının, sosyalist toplumun inşasının ve komünizme geçişin temel itici gücüdür. Sınıf mücadelesi objektif bir olgudur; böyle olduğu için de, kaçınılmaz bir şeydir. Dolambaçlı bir şekilde gelişir; bazen yükselir, bazen geri çekilir; bazen keskinleşir, bazen yumuşar; ama hiç bir zaman kesintiye uğramaz ve asla yok olmaz. Sınıf mücadelesi, siyasi, iktisadi-sosyal, ideolojik ve kültürel bütün alanları kapsar.'' (Arnavutluk Emek Partisi Tarihi-3, s. 183-184)


Açık ki AEP, kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde sınıf mücadelesinin kesintisiz süreceğini savunmuştur. Pratikte de kavrayışı çerçevesinde buna uygun davranmıştır, davranmaya çalışmıştır. Yalnızca muhalefetteyken değil, iktidarlaştıktan sonra da sınıflararası barış teorisi daima oportünizmin, reformizmin, revizyonizmin damgasını taşır. Hoca ve AEP bu gibi teorileri her zaman mahkum etmiştir. Titoizm'e, Sovyet modern revizyonizmine, Avro-Komünizme, Çin revizyonizmine karşı mücadelesinden bu gerçeği bilmekteyiz.


SSCB ve sosyalist kampta kapitalizmin restorasyonu deneyimine sahip ASCH, örneğin şunları savunmuştur;


''Sovyetler Birliği Komünist Partisi'ni sarmış olan bürokrasi, Kruşçev revizyonistlerinin iktidarı ele geçirmelerine yardım etti. Devlet ve Parti organlarındaki yüksek maaşlı ve emekçi kitlelerinkine kıyasla çok yüksek bir hayat standardına sahip olan bürokratların, ekonomi alanındaki yöneticilerin ve sanat, bilim ve kültür alanlarında çalışan kimselerin oluşturduğu imtiyazlı bir tabakanın doğması, revizyonist grupların iktidarı devirmeleri ve ülkeyi adım adım kapitalizmin geri getirilmesi yoluna sokmalarının sağlam bir dayanağını meydana getirdi.'' ( (Arnavutluk Emek Partisi Tarihi-3, s. 92)


Nitekim bu dersin ışığında ASHC'de ücretler arası farklılık sınırlandırılmıştır...

''Bu etkenlerin revizyonizmin köklerinin açığa çıkartılması, bu kötülüğün bütün kaynaklarının nasıl ortadan kaldırılacağı ve Sovyetler Birliği ve diğer bazı sosyalist ülkelerde ortaya çıkmış olan durumun Arnavutluk'ta ortaya çıkmasının nasıl önlenebileceği konusunda AEP için büyük bir ders teşkil etti.'' (s. 92)


Enver Hoca ve AEP, bu tarihsel deneyimden çıkardığı dersler ışığında çok önemli pratikler geliştirmiştir... Ancak ne var ki, alınan tedbirler ve sağlanan kazanımlar, ASHC'nin yıkılışını önleyememiştir. Bu yıkılışı salt öznel koşullarla, AEP'in teori ve pratiğinin yanlış olmasıyla izah edemeyeceğimizi, dolayısıyla ne yapmışlarsa yanlış yapmışlar, ''sonuç ortada'' kolaycılığına kaçmamamız gerektiğini hatırlatmak isteriz. Yaşanan yıkım gibi, yıkım öncesi süreci de nesnel ve öznel koşulların bütünlüğü içerisinde ele almalıyız. Teori ve tarihsel deneyimler konusundaki kafa tembelliği, dogmatik ve eleştirel olmayan, idealize eden geleneğimizin, bu kez, aynı zaafın tersyüz edilmiş biçimi olan topyekün redde dönüşmesine izin vermemeliyiz. Dimitrov'un dediği gibi, tembellik kötüdür ama en kötü tembellik kafa tembelliğidir...


SSCB'de ve sosyalist blokta kapitalizmin restorasyonu deneyiminin sonucudur ki, AEP Tarihi'nde şunları okuyabiliyoruz;


''Sosyalist düzen sadece sömürücü sınıfların kalıntıları ve silahlı emperyalist saldırı tehlikesiyle değil, aynı zamanda barışçı evrim yoluyla bu düzenin içerden burjuva-revizyonist yozlaşması tehlikesiyle de karşıkarşıyadır. ( Age., s. 98)


Örneğin, AEP 5. Kongre'si;

''Sınıf düşmanına karşı mücadelenin gelecekte de Parti, devlet ve bütün emekçi halk için birinci derecede öneme sahip bir görev olarak kalacağını ısrarla belirtirken, bir yandan da sınıf mücadelesine daha geniş bir açıdan bakılması gerektiğine işaret etti.

Bu, çok yanlı bir mücadeledir. Bu mücadele bugün için esas olarak ideolojik bir mücadeledir, insanların bilinçlerini ve yüreklerini kazanma uğruna bir mücadele, burjuva ve revizyonist yozlaşmaya karşı, yabancı kalıntı ve eğilimlere karşı bir mücadeledir... komünist ideoloji ve ahlakımızın zaferi uğruna bir mücadeledir.

Böylece Parti, burjuva ve revizyonist ideolojiyi tamamen yerle bir etmek ve proletarya ideolojisinin nihai zaferini sağlamak için verilen sınıf mücadelesini yani ideolojik devrimi; sosyalist devrimi bütün alanlarda sonuna kadar sürdürmenin esas halkası olarak kavradı.

Sosyalist devrim zincirindeki esas halkanın, ülkedeki yaratılmış olan yeni şartlarda sınıf mücadelesinin esas cephesinin ideolojik devrim olması, subjektif ve objektif etkenler tarafından belirlenmekteydi.

Ülke içinde ve uluslararası alandaki sosyalist inşa tecrübeleri şu gerçeği tamamen doğrulamıştı:

İdeoloji ve kültür alanında devrimin kesin zaferi sağlanamadığı sürece, sosyalist devrimin iktisadi ve siyasi alanlarındaki zaferi de teminat altında sayılamaz." (Age., s. 98-99)


''İdeolojik devrim, Partinin ve işçi sınıfının elinde güçlü bir silah olarak, toplumun bütün üstyapısının devrimcileştirilmesine hizmet edecek...''

''Devrim ideolojik alanda gelişmesi ve zafere ulaşması, revizyonizmin, Sovyetler Birliği'nde ve diğer bazı sosyalist ülkelerde olduğu gibi iktidara gelmesini ve kapitalizmin geri getirilmesini önleyecekti. Böylece sosyalist toplumun inşasının tamamlanması ve komünizme geçiş teminat altına alınmış olacaktı. AEP, Sovyetler Birliği trajedisinden şu büyük dersi çıkardı. İdeolojik devrimin mutlaka zorunlu olduğunu da berrak bir şekilde kavramak ve onu daha da kapsamlı bir şekilde sürdürmek gerekiyordu. (Age., s. 100-101)


''İdeolojik devrim, kendisiyle birlik içinde gelişen ve ona ayrılmaz bir şekilde bağlı olan kültür devrimi tarafından doğrudan doğruya desteklenmelidir.'' (Age., s. 105)

''İdeolojik alanı sınıf mücadelesinin esas cephesi olarak nitelendiren Beşinci Kongre, bu mücadelenin sosyalizmde bile, son tahlilde, bir siyasi iktidar mücadelesi olduğunu berrak bir şekilde ortaya koydu. Müttefikleri tarafından desteklenen işçi sınıfı, sosyalist ve komünist toplumun inşasının tamamlanması için başlıca silah olarak proletarya diktatörlüğünü korumaya ve güçlendirmeye çalışır. Sosyalist ülke içindeki devrilmiş sınıfların uluslararası burjuvazi tarafından desteklenen kalıntıları ve yeni burjuva unsurlar da, kendi açılarından, proletarya diktatörlüğünü tasfiye etmeye ve kapitalist siyasi iktidarı ve kapitalist sosyal ve iktisadi düzeni geri getirmeye çalışırlar.

Sovyetler Birliği'nin ve Doğu Avrupa'daki diğer bazı ülkelerin acı tecrübeleri, hem iç hem de dış sınıf düşmanlarının bu amaca ulaşmak için, siyasi ve sosyal karşı-devrimin zeminini ideolojik ve kültürel karşı-devrim aracılığıyla hazırladıklarını göstermiştir. (s. 106)


''Bürokrasiye kaşı mücadele, sınıflar ve sınıf mücadelesi var olduğu sürece sona ermeyecektir.'' (s.131)


Proletarya diktatörlüğünü kapitalizmden komünizme geçmede tayin edici silah olarak gören Enver Hoca, ''AEP bürokrasiye karşı mücadeleyi, sınıf mücadelesinin bir parçası olarak görmektedir. Dolayısıyla sınıf mücadelesi var olduğu sürece, bürokrasiye karşı mücadele de devam edecektir.'' (Age., s. 181) der. Komünizme geçme sürecini iç ve uluslararası alanda kesintisiz devrim süreci olarak gören Enver Hoca, bu devrimin ekonomik, siyasal, ideolojik ve kültürel devrim olarak olarak bütünselliğine dikkat çeker...


''Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin yozlaşması tecrübesi açıkça şunu gösterdi: ML kuralların ideolojik özünü kavramaktan ve bunların devrimci bir şekilde uygulanmasından vazgeçmek, işçi sınıfının ML partisi için en büyük kötülük ve onun dağılması ve revizyonist partiye dönüşmesi yolunda en büyük tehlikedir.'' (Age., s.129-130)


''İdeolojik ve kültür alanlarında da zafere ulaşılmadığı sürece, ne devrimin siyasi ve iktisadi-sosyal alanlardaki zaferleri teminat altına alınabilir, ne de kapitalizme geri dönüş tehlikesi ortadan kaldırılabilir. İdeoloji kültür alanındaki devrimin amacı, burjuva ideolojisini yıkmak, her yerde ve her yönde komünist ahlakı yaratmak, revizyonizmin iktidara gelmesini ve kapitalizme geri dönüşü önlemektir. Devrim, ideoloji ve kültür alanlarındaki gelişmesine paralel olarak, siyasi ve iktisadi, sosyal alanlarda da devam etmektedir. Komünist toplumun inşasına ancak sosyalist devrimin bütün alanlarında, taban ve üstyapıda, sürekli olarak geliştirilmesiyle varılabilir.'' (Age., s.174)

Enver Hoca'nın şu vurgusu da oldukça önemlidir;

"Parti ve işçi sınıfı sosyalist toplumunun tam olarak inşasına doğru ilerlemeyi, proleter devrimimizin içinde kadın devriminin derinleşme ve gelişme derecesiyle biçmelidir. Kadın geride kalırsa devrim de geride kalır." (abç.)


Yukarıda kısaca da olsa AEP ve Enver Hoca'nın ele aldığımız sorundaki bakış açısını yansıtmaya, izledikleri politikanın bazı kilit sorunlardaki anlayış ve duruşunu yansıtmaya çalıştık. Yıkılış ve yenilgileri, geçmişi topyekün inkar etmenin aracı yapmamalıyız. Geçmişi de geleceğe dönük ders çıkarmanın silahı olarak kullanmalıyız. Ders çıkarma adına yenilgilere, tasfiyeci oportünist akımlara teslim olmamalıyız. Bütün meselelere, ilkeli bir ideolojik-siyasi perspektifle bakmalı ve eleştiri-özeleştiri silahını da enerjik bir tarzda kullanmalıyız.


Hiçbir şey olmamış gibi davranamayacağımız gibi, her şeye reddiye de yazamayız. Tarihsel başarı ve kazanımlar da, zaaflar, yenilgiler de bize aittir. Birincisine güçlü bir tarzda sahip çıkarken ikinci durumu da diyalektik materyalist yöntemle inceleyip bilimsel devrimci-komünist derslerle donanıp aşmalıyız. Bu bağlamda tarihsel deneyimin eleştirisi baş köşede durur. Bu bağlamdaki eleştiri de ilkelere, teoriye, Leninist eleştiri-özeleştiriye dayanmak zorundadır. Aksi taktirde tarihsel oportünist, revizyonist, reformist akımın şu veya bu teorilerine, yöntemine, ilkelerine boğularak devrimci ve komünist tarihin ve sosyalist inşanın gerçeklerini inkara varmak kaçınılmaz bir kadere dönüşür. Burjuva ideolojisine teslim olmamak için nesnel ve denetlenebilir verilerden yola çıkmak, diyalektik materyalizme, tarihsel materyalizme, sınıf mücadelesi ve sosyalizm-komünizm teorisine bağlı olarak somut koşulların somut tahlilini yapmak gerekir. ''Yarım doktor candan, yarım imam dinden eder!'' der bir atasözü. Yarım kavrayışlı, kendi dar pratiğini ve dar kafalılığını, ilkelliğini, kolaycılığını ''evrensel akıl'' olarak sunanlardan, dahası özellikle post-modern tekniklerle pazarlayanlardan uzak durmak; bu zihniyet ve gölgesi büyük karakterlerin gerçek durumunu ısrarla açığa çıkarmak gerekir.


Tarihsel deneyimler gösterdi ki, kapitalizmden komünizme geçiş süreci önceden görülebilenden, ön görülebilenden ve gördüğümüzden daha karmaşık bir süreçtir. Bu süreç komünizmin üst evresine, olgunlaşmış komünizme (sınıfsız toplum) ulaşıncaya kadar sayısız biçimler alacak ve öngörülemeyen yeni deneyimler de yaşanacaktır.


Bu süreçte yenilgi olasılığı potansiyel olarak vardır ve öngörülebilenden daha tehlikeli bir olasılık olarak vardır. Tek başına sosyalist bir kampın ortaya çıkması da buna engel değildir. Sözgelimi dünyanın büyük çoğunluğunun sosyalist kamp olarak ortaya çıkması da yetmeyebilecektir. Bu son durumda durumun sağlayacağı yüksek avantajlar ne olursa olsun, bu tehlike giderek somut bir tehdite ve giderek bir gerçeğe dönüşebilir. Bin yıllara dayanan özel mülkiyet dünyasının ve temsilcilerinin direnişi, baskısı, fiili eşitsizlikler, geçmişten devralınan alışkanlıklar, ortaya çıkabilecek yeni burjuva eğilimler, daha karmaşık mücadeleleri ve kesintisiz devrim sürecinin daha çok yönlü ve nitelikli geliştirilmesini gerektirecektir. Sosyalist inşa sürecinde proletarya, proletarya ve Marksizm-Leninizm maskesiyle ortaya çıkacak proletarya karşıtları arasında iç savaşlara varabilecek direniş süreçlerini de içerebilecektir.


Ana sorun geçmişin dersleriyle silahlanmak ve yeni deneyimlerin ışığında teori ve pratiği sürekli geliştirmek, pratik-politik bir silaha çevirmektir. Olası yabancılaşmayı, bürokratik çürümeyi önceden görerek veya hızla fark ederek önlemektir. Fakat hayat yeşildir, elde sihirli bir değnek de olmadığına, düz bir çizgide, otomatik bir gelişme çizgisinde sosyalizmden komünizme geçmek olanaklı olmadığına göre, bu geçiş sürecinde, devrimler, karşı-devrimler, iç savaşlar gibi mücadeleler yaşanabilecektir. Sözgelimi, ''bürokratik yasallığın kölesi haline gelen Molotov''lar, Kruşçevcilerin manevralarına, askeri-politik darbesine karşı sosyalist devletin gücünü harekete geçirebilselerdi ve kitlelere açık çağrı üzerinden iç savaşı da göze alarak karşı devrimi ezebilseydiler tablo daha farklı olabilecekti. Oysa onlar kolayca avlandılar ve tasfiye edildiler.


Kapitalist restorasyon fırtınasına karşı ayağa kalkacak liderlerin çıkmaması, yenilgiye uğrayan sosyalizm deneylerinin ortak bir özelliğidir. Ki onlar böyle bir donanıma da sahip değillerdi. Fakat geleceğe dönük çıkarılacak derslerden birisi de bu bağlamda somutlaşıyor.


Bağımlı kadro tipine, bürokratik bağımlılığın hiçleştirdiği kadrolara ve öncüye değil, bağımsız kişilik sahibi, her koşulda özne olmayı bilen mücadeleci komünist kadrolara ve partiye gereksinim var. Bürokratlaşmış, sınıftan ve kitlelerden kopmuş, ''komünist bürokrat'' tipine, ''komünist böbürlenme''yi meslek edinmiş, ''komünist böbürlenme''yle kendinden geçen ayrıcalıklı kadro tipine ve aygıta, bürokratik çalışma tarzına öncelikle ideolojik-siyasi düzeyde izin verilmemeli, ideolojik ve örgütsel inşada kadroların, sınıfın, kitlelerin parti ve yönetici örgütleri özgürce eleştirmesine, bağımsız inisiyatif ve öz denetimine özel önem verilmesi şarttır.


20 yıla yakın bir süredir sürüm sürüm süründürülen sosyalizm tartışması sürecinde oportünizme, tasfiyeciliğe, bürokratizme, koltuk sevdasına, sınır tanımayan ''kendi kadrosu''nu kurmayı da özel olarak içeren ve dayanan ''stratejik önderlik'' teori ve pratiğine, tipik bürokratik elitizme ve emir komutayla yönetme tarzına baktığımızda, karşımıza oldukça ''garip'' bir tablo çıkmıştır. Tam da sosyalizmin tarihsel deneyimlerinden sosyalist demokrasi, kolektif çalışma ve önderlik, yerel örgütlerin, kadroların ve kitlemizin özgürce eleştirmesi, sınıf ve kitleyle en sıkı bağ ve çalışma, örgütlerin bağımsız inisiyatif ve yaratıcılığı, bürokratizme karşı en keskin mücadelelerin yürütülmesi bu vb. değerlerin yetkince geliştirilmesi gerekirken tam aksi yoldan yürünmüştür... Tarih, bunları da kaydetmiştir. Bu tasfiyeci bürokratik deneyim de ilkeli bir tarzda aşılmak zorundadır.


11 Haziran 2021 Cuma

ENVER HOCA ve SOSYALİZM VE KOMÜNİZM TEORİSİ I. BÖLÜM

 

''Her oportünist, kendini uyarlama yetisiyle öne çıkar.'' (Lenin)


Yazımızın amacı AEP'in ihaneti ve ASCH'nin yıkılmasının nedenlerini incelemek değildir. Bu konu, ''SSCB'de Kapitalizmin Restorasyonu, Sosyalizmin Sorunları, Tarihi Dersler'' (2011) kitabımızda incelenmiştir. Okuyucuya önerimiz bu kitabı incelemesidir. Keza kitapta yer alan ''ASCH Neden Yıkıldı'' (IV. Bölüm) bölümünü blogumuzda yayınlamıştık...


Kapitalist/revizyonist sistemin çöküşünden sonra, ASHC de yıkıldı (1992). Arnavutluk'ta sosyalizm yıkıldığında Enver Hoca çoktan ölmüştü (1985). ASCH'nin yıkılışıyla, ASCH'yi sosyalist ülke, Enver Hoca'yı Uluslararası Komünist Hareket'in lideri gören dünya komünist hareketi ağır bir sarsıntı yaşadı... Bu çizgide örgütlenmiş uluslararası akım da kendi içerisinde parçalandı, yaygın bir kesimi açık tasfiyecilik yoluna girdi.


Ramiz Aliya önderliğindeki AEP kendi ideolojik ve sınıfsal karakterine ihanet yolunu seçti. ''Doğu bloku''nun yıkılışı (bu sürece eşlik eden ASCH'nin yıkılışı) dünya ölçeğinde derin değişikliklere yol açtı. Dünya devriminin geçici ama ağır yenilgisi de ortaya çıkan tablonun çarpıcı bir karakteristiğiydi. Böylece emperyalizm ve dünya gericiliği, Marksizm-Leninizm'e, sosyalizme, proletarya ve halklara karşı, ortaya çıkan elverişli koşulları arkalayarak, tarihte görülmemiş derinlik ve genişlikte dizginsiz bir ideolojik-politik-psikolojik savaşı örgütledi. Dünya burjuvazisinin ve gözü dönük karşı devrim cephesinin bu saldırı ve belleksizleştirme savaşına soldan yedeklenenler ideolojik saldırıların en etkin sacayağını oluşturdular. Geçmişe reddiye yazmak, teslimiyet, pişmanlık modaya dönüştü. Enver Hoca ve ASHC'si de bu saldırı dalgasından nasibini aldı...


Bu süreçte tasfiyecilik fırtınası ilerici-demokratik, devrimci-demokratik ve komünist hareketin ana gövdesini kendi bataklığına çekti. Sözkonusu tasfiyeci dalganın unsuru haline gelenler, diğer şeylerin yanı sıra, ne cahilmişiz, ne körmüşüz ki kalkıp ASHC'yi bile sosyalist ve Enver Hoca'yı da UKH'nın lideri gördük pes doğrusu, ''taraftar fanatizmi''yle davrandık çığırtkanlığı yapmaya başladı.


''Geçmiş ezberlerimizi'' terketmek yarışı tasfiyeciliğin tipik görünümüdür. ''Geçmiş ezberlerimizi'' aşma yarışı ve pek yenilikçi gösteriler küçük burjuva yenilgici ruh halinin çarpıcı bir yansımasıdır. Somut tarihsel koşullardan kopuk, mükemmel şemalar çizerek, sınıf mücadelesini, sosyalist inşayı mükemmeliyetçi inkarcı bir kafayla değerlendirmek yönteminin ilkesiz demagojiye ve tasfiyeci oportünist bataklığa götürdüğünü yaşayarak gördük. AEP ve Enver Hoca tarafından teorinin yeterince geliştirilememesi; sosyalist inşanın abartılması, ASCH'de ortaya çıkan bürokratikleşme zaaflarının derinliğini görememesi; ideolojik saflaşmalarla ortaya çıkan kriz süreçlerinde bazı istikrarsız tutumları; kapitalizmin restorasyonu tarihsel deneyimini derin ve bütünlüklü bir tablo halinde ortaya koyamaması gibi eleştirel yaklaşılması gereken zaaflar elbette mevcuttu. Enver Hoca liderliğindeki UKH'nın gelişip güçlenmeye devam ettiği süreçte ciddi dogmatik ve sekter zaaflarla şekillendiği de eleştirilmelidir. Eleştirel olmayan tek yanlı bağlılık, kendi ayaklarımız üzerinde durmada öz güven eksikliği, kolaycılık gibi zaaflarımız, AEP ve ASCH'nin idealizasyonu bir olguydu. Bu vb. zaafları eleştirmeliyiz, ders çıkarmalıyız ama iş bu tarihsel mirasa sahip çıkmaya gelince reddiye yazmak burjuvazinin ve yedeğindeki akımların işidir. Komünistler bu ayrım çizgisini ilkeli bir şekilde çekmekle, ideolojik mücadelelerinde tasfiyeci burjuva gerici saldırıları püskürtmekle yükümlüdür. Bu görevi unutanlar komünist olamaz. Önce idealize eden sonra hayal kırıklığının anaforuna kapılanların bir uçtan diğer uca savrulması, küçük burjuva aydınların ruh halini çarpıcı bir tarzda segilemektedir.


Devrimci yükseliş yıllarında coşku yenilgi yıllarında umut kırılması, umutsuzluğun yıkıcı fırtınasına yenik düşme, ağlama, sızlama, geçmişe isyan ve reddiye yazma, ''akıl tutulması'' üzerine kalem sallama, bizce bunda devrimci olan hiçbir şey yoktur. İlkelere, teoriye, tarihsel deneyime dayalı dersler çıkarmak, olgunlaşma, gelişme bu olmasa gerek. Sözgelimi Arnavutluk'un ekonomik geriliğini herhangi bir kapitalist ülkeyle, onların tüketim normları çerçevesinde değerlendiremeyiz; onun özgün somut koşullarını, okyanusta bir damla olarak kaldığı koşulları görmezden gelemeyiz. Bunları atlayarak ya da belirsizleştirerek sosyalist Arnavutluğun yaşadığı restorasyonu, ona öngelen süreci, yapısal zaaflarını bütünsel bir perspektiften eleştirerek geleceğe dönük ders çıkaramayız. Mükemmeliyetçiliğin her zaman inkarcılık ürettiğini ve üreteceğini unutmamalıyız. Hem nalına hem de mıhına vurarak da ilkeli bir pozisyonda duramayız ayrıca.


1950'ler sonrası UKH içerisindeki ideolojik-siyasal saflaşmayı mezhep ayrışması olarak ilan eden, hepsini Marksist gören ya da tersinden hepsini anti-Marksist ilan eden, böylece teorik, ilkesel, programatik ayrılıkları ve verilen mücadeleleri yok sayan ya da topyekün mahkum eden; artık ''uluslararası ideolojik merkezler'' dağıldığı için ''21. yüzyılın devrimci önderliğini yeniden inşa etme'', ''dogmatizme karşı mücadele'', ''devrimci hareketin rönesansını gerçekleştirme'', ''yeni çağın teorisini kurma'' vb. sloganları arkasına sığınan tasfiyeciler ve tasfiyeci akım Marksizm-Leninizm'e reddiye yazmaya devam etmektedir.


Birleşebilmek için birleşmeden önce ilkesel sınır çizgilerini çekmek gerekir diyen Lenin'i, Leninizm'i, Bolşevizm'i açıkça çarpıtarak, Lenin'in bu değerlendirmesinin o günkü Rusya koşullarında, Rusya komünist hareketinin sadece özgül durumunu ifade etmek için söylenmiş bir söz olduğunu propaganda eden; bu perspektif ve pratiğin dünya komünistlerine yol göstermesi gereken bağlayıcı bir ilke olduğunu reddeden tasfiyeciler ilkesizliği ilke edinmiş olarak her renkten tasfiyeci politik güçlerle birleşme, partileşme, ''yeni dönemin ruhu'', ''yeni dönemin rönansı'' adına ''Ezilenlerin Marksist partisi''ni, ''ezilenlerin feda müfrezesi''ni kurma peşinde koşmaktadır. Bu sözde düşüncelerin parti içerisinde ortaya çıkarak yayılması yukarıda andığımız tasfiyeci sürecin, tasfiyeci ideolojik saldırının içerden yansımasıdır.


Tarihsel ve güncel ilkesel ve ideolojik ayrılıkları yok sayma, bulanıklaştırarak revizyonizm ve tasfiyeciliği meşrulaştırma, komünist işçi hareketinin, sosyalizm inşa deneyimlerinin içeriğini boşaltarak tarihi kendisiyle başlatma operasyonu ve psikolojik hareketi bugün de hız kesmeden yoluna devam etmektedir. Ki bu zihniyet ve duruş Birlik Devrimi'nin teorisini, program ve stratejisini iliklerine dek yadsıyan ilkesiz tasfiyeci oportünist bir saldırı dalgası olarak da gelişmektedir ve geliştirilmektedir. ''Dönemin ihtiyaçlarını karşılama'' adına geçmişi baştan aşağı çarpıtarak, yadsıyarak ''yeni ve temiz bir sayfa açma'' bayrağı altında gerçekte Leninizm'e ve uluslararası proleter devrime, Birlik Devrimi'ne, dünya proletaryasına karşı ideolojik saldırı geliştirilmektedir. AEP'in ve dünya komünist hareketin bir mezhep olarak lanse edilip topyekün reddedilmesi de bu ideolojik çürümeyle ve saldırganlıkla bağlıdır. Yenilgilerimiz ne kadar ağır olursa olsun, tarihsel sürecin doğasını ve genel eğilimlerini değiştirmez. Ve gerek geçmişe gerekse de geleceğe reddiye yazmak küçük burjuva sınıf tavrının ve ideolojik gericiliğin tarihsel gerçeğidir. Çağımız emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır, Leninizm çağımızın Marksizm'idir ve Marksizm-Leninizm asla bir çeşitlilik değildir. Komünist devrimci tarihi ve teoriyi temsil edenler yalnızca komünistlerdir. Komünistler ne geçmişi idealize etmeli ne de tasfiyeciliğe batarak karikatürize etmeli.


Bu ideolojik tasfiyecilik, komünist devrimci tarihe reddiye yazan, komünizmin önderlerini yadsıyan bir tasfiyeciliktir. Marksist-Leninist teoriye ve UKH'nın tarihine hakim olmayan ama Marksizm-Leninizm'i, UKH'nın tarihini bir çırpıda inkar eden, sosyalist inşanın teori ve tarihsel deneyimine hakim olmadığı halde ''büyük açılımlar'' çalımıyla ona küstahça saldıran tasfiyeciliğin yenilgi ve gericilik yıllarının, burjuvazinin proletarya ve devrimci hareket üzerindeki kapsamlı saldırılarının ürünü olduğu açık ve kesindir. Postmodern ve post-Marksist teorilerin modaya dönüşmesinin nedenini de burada aramak gerekir. Kuşkusuz ki bunda dünya komünist hareketinin sürece hazırlıksız yakalanması, daha da önemlisi gelişmeleri zamanında bilince çıkararak yanıt olamaması, UKH'nın tarihsel ve yapısal zaafları gibi çok temel bir nedenin özel ağırlığını unutamayız.


Yeni dönemde yeni arayışların ortaya çıkması kaçınılmazdı ama arayışlara ideolojik-teorik, siyasal arenada yanıt veremeyince, doğan boşluğun her türlü anti-bilimsel ve devrimci olmayan teorilerle dolması kaçınılmazdı. Özellikle bu gerçekleri görmeden olan-bitenleri kavramak ve geleceğe doğru savaşımı geliştirmek olanaklı olamayacaktır.


Tarihe, teoriye, deneyime hakim olamayanların, bunun için gerekli çabayı sarfetmeyenlerin, bunları bütünsel içselleştirmeyenlerin işkembe-i kübradan konuşmalarının, sözde ''Yaratıcı Marksizm'', ''21. yüzyılın sosyalizmi'', ''domatizme karşı mücadele'' vs. adına saçma sapan düşüncelerle etki yarattıklarını biliyoruz. Bu olguyu komünist öncünün gerçeğinde de görmekteyiz...


Enver Hoca ve liderliğindeki AEP, değişik açılardan eleştirilebilir ve eleştirilmelidir de. Biz yukarıda andığımız kitabımızda bunu yaptık. Ancak Enver Hoca'nın modern revizyonizmin ilk biçimi olan Titoizm'e ve sonra tarihin en büyük ihaneti olan Kruşçevci kızıl maskeli yeni tip burjuva karşı-devrime, Avro-Komünizme, Çin revizyonizmine karşı yürüttüğü mücadele dünya komünistlerinin büyük bir kazanımıdır. Enver Hoca ve AEP bu mücadeleyi, olağanüstü zor koşullarda, küçücük bir ülkede, emperyalizmin ve modern revizyonizmin, revizyonist/kapitalist kampın kuşatması ve ağır saldırısı altında, diz çökmeden, taviz vermeden yürütmüştür. Bu mücadele de tarihten silinmek isteniyor. Komünistler buna izin vermemelidir.


Sosyalist inşaya, Stalin ve Enver Hoca'ya dönük ciddi eleştirilerimiz olabilir, ki bu doğaldır da; ama sorun reddiye yazma, inkar etme değil de geçmişten geleceğe dönük ders çıkarmaksa, bu durumda safımız dünya burjuvazisinin ve onun yedeği olan akımların safı olamaz.


Kısaca da olsa Enver Hoca'nın sosyalizm ve komünizm teorisine birlikte bakalım. Üstelik Enver Hoca SSCB'de ve sosyalist kampta restorasyon olgusuna tanık olmuş, tüm yetersizliklerine karşın bu deneyimden önemli dersler çıkarmış bir liderdir.


1961 yılında yaptığı bir konuşmada Enver Hoca şunları söylemektedir;


''Arnavutluk Emek Partisi, dünyada meydana gelen derin değişiklikleri, ortaya çıkan yeni şartlar ve olguları tanımakta ve anlamaktadır. Ama, 'yeni şartlar altında Marksizmin yaratıcı biçimde yorumlanması' sloganları altında, kendi sahte ve oportünistçe görüş açılarını yayan günümüz revizyonistlerinin harcadığı tüm çabayı reddediyoruz. Onlar, görüşlerini Marksizmin daha ileri bir gelişmesi olarak satmaya uğraşıyorlar ve bu gibi görüş açılarına karşı tescil edilmiş herkesi dogmatik, sekter ve maceracı olarak aceleyle damgalıyorlar. Bunlar, bilinen taktiklerdir. Bunda yeni hiç bir şey, orijinal hiç bir şey yoktur. Bernstein’dan Tito'ya kadar bütün revizyonist ve oportünistler, 'şartlardaki değişiklikler' ve 'yeni olgular' perdesi altında, Marksizm'in temel ilkelerini inkâr etmişlerdir. V.İ. Lenin’in dediği gibi, her zaman dogmacılığa karşı savaşmak sloganının maskesi ardına gizlenip 'doğmatizm sloganı'nı kullanarak, Marksizm’e karşı çıkmışlardır.'' (ENVER HOCA MODERN REVİZYONİZMLE MÜCADELE, s.190, GÜNCE YAYINLARI)


“…Arnavutluk halkı ve onun partisi gerekirse ot da yer ama kendisini asla üç kuruşa satmaz. Diz çökerek yaşamaktansa, dimdik ayakta şerefiyle ölmeyi yeğ tutar” diyerek cesurca modern revizyonizme ve baskısına karşı kafa tutan Enver Hoca, Kruşçevizmi vb. eleştirirken şöyle der;


''AEP, Kruşçev revizyonistlerinin 'Uluslararası komünist hareket içinde asıl tehlike olan dogmatizm ve sektarizme karşı yürüttükleri mücadele' hakkında kopardıkları yaygaranın gerçek anlamını ortaya koydu... 'Dogmatizme karşı mücadele' her dönemdeki revizyonistlerin Marksizm-Leninizme karşı kullanmış oldukları eski ve iyi bilinen bir taktikti.'' (AEP Tarihi C.3, s. 65)


1978'de yazdığı kitabında da şu vurgusuyla temel tarihsel bir gerçeğin altını çizmektedir;


''Proletaryanın ve devrimin bu rakipleri ve düşmanları, Marksizm-Leninizmin zaman aşımına uğradığını açıklamaya ve sözde yeni tarihsel koşullara, kapitalizmin ve emperyalizmin uğradığı değişikliklere, insan toplumunun genel evrimine uygun olan değişik 'teoriler' inşa etmeye çalışmışlardır.


Böylece Bernstein Marks’ın eskidiğini ilân etmiş, Kautsky de kapitalizmin emperyalizme geçişini kasden yanlış yorumlayarak devrimi yadsımıştır. Onların örneği ve yöntemleri, Browder ve Tito’dan, Kruşçev ve 'Avrupa komünistleri'nden, 'üç dünya'nın Çinli 'teorisyenleri'ne kadar, tüm modern revizyonistler tarafından izlenmiştir.


Marksizm-Leninizmi, bugün dünyada ortaya çıkmış yeni koşullara uyarlayarak 'yaratıcı bir biçimde' uygulayıp geliştirdikleri, sahte gerekçesini öne süren tüm bu Marksizm düşmanları, işçi sınıfının bilimsel ideolojisini atıp, yerine burjuva oportünizmini geçirmeye çalışmaktadırlar.


Marksizm-Leninizmi, bugün dünyada ortaya çıkmış yeni koşullara uyarlayarak 'yaratıcı bir biçimde' uygulayıp geliştirdikleri, sahte gerekçesini öne süren tüm bu Marksizm düşmanları, işçi sınıfının bilimsel ideolojisini atıp, yerine burjuva oportünizmini geçirmeye çalışmaktadırlar.'' (Enver Hoca, Emperyalizm ve Devrim, I. Baskıya Önsöz, 1978)


Bernstein'den Kautsky'e, Troçki'den, ''Batı Marksizmi''nden Titoculuğa, Kruşçevcilikten Avro-komünizme, 60-70'li yılların ''Yeni sol'' akımlarından ''küreselleşme'' sürecinin atağa geçmesinden bu yana postmodernizmin, post-Marksizmin, sosyal reformizmin değişik türevlerine kadar bütün Marksizm-Leninizm karşıtı akımlar hep bu vb. sloganları öne çıkararak dünya proleter devrimine, Leninizm'e, Stalin'e, III. Enternasyonal'e, SBKP'ye, SSCB'ye, UKH'ya saldıragelmişlerdir. Komünist öncüde de aynı slogan ve görünümler altında ortaya çıkan ve uzun yıllardır partiyi ideolojik olarak teslim almaya ve tasfiye etmeye çalışan oportünistlerin yaptığı da budur.


1989-1991'de revizyonist/kapitalist bloğun ve 1992'de ASCH'nin çöküşünün ardından ortalığa saçılan ve ''geliştirilen'' teorilere baktığımızda da Marksizm-Leninizm'e karşı yürütülen mücadelelerde temel argümanlar ''dünyada ortaya çıkan yeni koşullar'', ''eskimiş olanın aşılması'', ''doğmatizme karşı mücadele'', ''yaratıcı Marksizm'', ''ideolojik-siyasi tutuculuğa karşı mücadele'', ''21. asrın Marksizmini geliştirme'', ''21. yüzyılın sosyalizmi teorisini kurma'', ''20 yüzyılın iflas etmiş sosyalizmini aşma'' vbg. sloganlar ve formülasyonlardır.


20. yüzyılda baş gösteren ve Marksizm-Leninizm'e, proletaryaya, proletar devrim ve sosyalist inşaya karşı mücadele eden, saldıran, elveda proletarya diyen revizyonist akımların hepsi ''ortaya çıkan yeni koşullara uyum sağlama'', ''dogmatizme karşı mücadele'', ''Marksizmi yaratıcı bir tarzda geliştirme'' iddiasının arkasına gizlenmektedir. Bugün de olan şey, özü itibari ile budur. Öncü içerisinde ortaya çıkarak Marksizm-Leninizm'e, Birlik Devrimi'nin teorik temellerine, programına, parti teorisine karşı mücadele yürüten sapma ve çizgilerin soykütüğü revizyonist akımın tarihinde yatmaktadır. Birlik Devrimi'nin yeni zihniyeti, teoriyle yeni ve yaratıcı ilişki kurma tarzı, domatizme karşı mücadele, yaratıcı Marksizm sloganlarının ardına gizlenerek, öncüyü ezilenci oportünizme, ezilenlerin feda müfrezesi çizgisine, post-Marksizme, Troçkizme, legalizme, bürokratik elitist ekipçi tasfiyeci önderlik anlayışına sürüklemiş olması rastlantısal değil yani.


Bu tarihsel süreklilik bir olgudur ve burjuva, küçük burjuva ideolojinin ve temsilcilerinin herbir döneme uygun kamuflajlarla biçimlenerek ortaya çıkma yeteneği de onun karakteristik nitelik ve özelliklerini göstermektedir. 80'ler, 90'lardan bu yana gelen tarihsel kesitte de bu olguyu çarpıcı bir tarzda yaşamaktayız.


Kolektif hafızanın ağır darbe aldığı, tasfiyecilik tarafından sürekli kemirildiği, UKH'nın tarihsel gerçeğinin unutturulmaya, tarihsel devasa kazanımların dünya ve Türkiye, Kürdistan çapında gözden düşürülmeye çalışıldığı koşullarda, dönüp tarihsel birikim ve kazanımlarımızı incelemek, öğrenmek yakıcı bir görevdir. Eleştiri yoluyla zenginleşmenin yolu aynı zamanda buradan geçer. Bu bağlamda, Enver Hoca ve AEP'e* (keza Kruşçevcilikle başlayan modern revizyonizme karşı mücadele bağıntısında Mao Zedung ve ÇKP'ye) ait kitapları, kaynakları inceleme ve yeniden inceleme görevi de ihmal edilmemelidir. Kuşkusuz ki böyle bir inceleme kaşarlanmış oportünistler bakımından bir anlam etmemektedir ama sözümüz zaten bunlara dönük değil, Marksizm-Leninizm'e, proletaryanın davasına bağlı olan ve bağlı kalmak isteyenlere, keza genç nesilleredir. Oportünist tasfiyeciliğin izlenen çizgiyle, tarzla genç kuşakları, amaçlarına ulaşamasalar da, manipüle etmeye özel bir önem verdiği biliniyor. Oportünizmin uzun yıllardır süregelen deneyimli kuşakları tasfiye etme, etkisizleştirme çalışması, kafa dengi kadro yetiştirerek ''stratejik önderlik''lerini, kendi özel mülkiyetleri olarak gördükleri iktidar tekelini koruma çizgisindeki duruşlarını göz önüne aldığımızda yukarıdaki uyarı ve önerimiz daha yakıcı bir karakter kazanmaktadır. Sosyalizm tarihsel deneyimleri ve sorunları üzerinde ilkeli bir tarzda sürdürülecek bir tartışma sürecinde bu maskeler de berrak bir tarzda gün ışığına çıkacaktır ve bu da yaşamsal önemde bir görevdir.

DEVAM EDECEK


*AEP tarihleri, AEP kongrelerinin belgelerini/kitaplarını; Kruşçevciler Anılar, Modern Revizyonizme Karşı Mücadele, Avrupa Komünizmi Anti-Komünizmdir, E. Hoca Stalin'i Anlatıyor, Emperyalizm ve Devrim, Leninist Parti ve Kadrolar gibi Enver Hoca'ya ve AEP'e ait kitaplar mutlaka incelenmelidir. Bu vb. kaynakların bütünsel incelenmesi ASCH'nin yıkılışı deneyiminden gerekli derslerin çıkarılması bakımından da zorunludur.

4 Haziran 2021 Cuma

III. ENTERNASYONAL'İN SOSYALİZM VE KOMÜNİZM TEORİSİ

 

Stalin ve III. Enternasyonal'in Marksizm'in sosyalizm ve komünizm teorisini reddettiği iddia ediliyor. Her fırsatta III. Enternasyonal'in ''Stalinist bürokratik karşı-devrimci milliyetçi sosyalizm ve diktatörlüğünün'' basit bir aracı haline geldiği vurgulanıyor. Ki bu gerici propaganda bir yandan dünya burjuvazisi, diğer yandan da bir dizi sosyal reformist, revizyonist akım tarafından yapılagelmiştir. Troçki ve Troçkizm, 20'li yıllarda geliştirilen bu burjuva propaganda ve iftiraya 1920'lerin sonlarında katılmıştır. 30 ve sonrası ise Leninizm, Stalin, SSCB, III. Enternasyonal düşmanlığında burjuvaziyi de geride bırakmıştır. Teori ve tarih çarpıtıcılığında, sosyalizme iftira atmada kimse Troçki ve Troçkizm ile yarışamamıştır. Ekim Devrimi'nde yer almış, iç savaş ve emperyalist işgale karşı Bolşevik saflarda savaşmış, MK üyeliği yapmış tarihsel bir figürün demagoji ve manipülasyonlarının açık emperyalist ve gerici iftiralardan ve propagandadan daha etkili olacağını ise hatırlatmaya bile gerek yok.


Bu iddia ve ideolojik saldırıyı yanıtlama işini Lenin'den sonra Stalin'in önderlik ettiği III. Enternasyonal'e (Komintern) bırakıyoruz. Ki bu program Stalin önderliğinde hazırlanmış, Komintern tarafından onaylanmış, Stalin'in Leninist görüşlerini de ifade etmektedir. Programın sadece sosyalizm ve komünizm bölümüne yer vermekle kendimizi sınırlayacağız. Keza bu makalemizin son kısmında bazı olgulara dikkat çekeceğiz.


''III-KOMÜNİST ENTERNASYONAL'İN NİHAİ HEDEFİ: DÜNYA KOMÜNİZMİ

Komünist Enternasyonal'in ulaşmaya çabaladığı nihai hedef, kapitalist dünya ekonomisinin yerine komünizmin dünya sisteminin geçirilmesidir. Tarihi gelişimin bütün akışı boyunca hazırlanan komünist toplum düzeni, insanlığın biricik çıkış yoludur. Çünkü ancak bu toplum, insanlığı yozlaşma ve çökmeyle tehdit eden kapitalist sistemin temel çelişkilerini ortadan kaldırabilir.


Komünist düzen, toplumun sınıflara bölünmesine son verir; yani üretim anarşisine son vererek, insanın insan tarafından ezildiği ve sömürüldüğü bütün biçimleri ortadan kaldırır. Mücadele eden sınıfların yerine, emeğin dünya çapındaki yekpare birliği geçer. Tarihte ilk kez insanlık, kendi kaderini kendi eline alır. Sınıfsal ve ulusal savaşlarda sayısız insan hayatını ve tahmini imkansız zenginlikleri ortadan kaldırmak yerine, insanlık, bütün enerjisini doğal güçlere karşı mücadelede, kendi kolektif gücünü geliştirip yükseltmede kullanır.


Komünist dünya sistemi, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti kaldırıp bunları kamu mülkiyetine dönüştürür dönüştürmez, dünya pazarının temel güçlerinin ve rekabetin plansız egemenliğinin, toplumsal üretimin körü körüne gelişmesi yerine, bütünün (toplumun bütününün -ç) hızla büyüyen ihtiyaçlarına uygun olarak üretimin toplumsal-planlı biçimde düzenlenmesi geçer. Üretim anarşisi ve rekabetin ortadan kaldırılması konusunda, yıkıcı bunalımlar ile ondan daha da yıkıcı olan savaşlar kaybolur. Üretici güçlerin muazzam ölçülerde israfı ve toplumun sancılı gelişmesi yerini, bütün maddi zenginliklerin düzenli kullanımına ve üretici güçlerin sınırsız, uyumlu ve hızlı bir biçimde serpilmesi sonucu ekonominin rahatça gelişmesine bırakır.


Özel mülkiyetin kaldırılması, sınıfların yok olması, insanın insan tarafından sömürülmesine son verir. Çalışma, sınıf düşmanına yarayan bir yaratma (işi -ç) olmaktan çıkar. Çalışma, salt bir yaşama aracı iken hayatın en başta gelen ihtiyacı durumuna gelir. Yoksulluk ortadan kaybolur, insan üretime hasredilen zamanın büyük ölçüde kısaltılmasını mümkün kılar ve böylelikle kültür alanında tarihte görülmemiş bir çiçek açma dönemini başlatır. Bütün devlet sınırlarını parçalayan, ilk kez birleşen insanlığın bu yeni kültürü, -kapitalizmin tersine­ insanlar arasında açık ve temiz ilişkilere dayanacaktır. Bu nedenle o, mistisizmi ve dini, önyargıları ve batıl inançları bir daha geri gelmemek üzere ortadan kaldıracak ve böylelikle zafere ulaşan bilimsel bilginin gelişmesine çok güçlü bir itilim sağlayacaktır.


Komünist toplumun artık kendi öz temeli üzerinde geliştiği, insanın çok-yönlü gelişmesiyle birlikte toplumsal üretici güçlerin de muazzam bir atılım gösterdiği ve toplumun, sancakları üzerine 'Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre' sloganını yazdığı, komünizmin en üst basamağı tarihi önkoşul olarak gelişiminin daha aşağı bir evresinden sosyalizm evresinden geçer. Komünist toplum kapitalist kabuğunu ilkin burada kırmağa başlar, her tür ilişki bakımından -ekonomik, ahlaki ve entelektüel­- o, henüz bağrından çıktığı eski toplumun izlerini taşımaktadır. Sosyalizmin üretici güçleri, emek ürünlerinin tek tek herkesin ihtiyaçlarına göre dağılımını mümkün kılacak ölçüde gelişmemiştir henüz. Dağılım daha çok, çalışmaya göre gerçekleşir. İşbölümü, yani belirli insan gruplarına belirli iş fonksiyonlarının yüklenmesi, burada henüz aşılmamıştır, özgül olarak, kafa ve kol emeği arasındaki karşıtlık temelde sürmektedir. Sınıfların kaldırılmasına rağmen toplumun eskiden sınıflara bölünüşünün kalıntıları, dolayısıyla, proleter devlet iktidarı zor ve hukukun kalıntıları sürmektedir. Böylelikle eşitsizliğin henüz yok olamamış belirli artıkları da varlığını sürdürmektedir. Ortadan kaldırılamamış ve aşılamamış bir karşıtlık da kent ile, kır arasındaki karşıtlıktır. Bununla birlikte eski toplumun bütün bu kalıntıları hiçbir toplumsal güç tarafından korunmaz ve savunulmaz. Bunlar üretici güçlerin belirli bir gelişim basamağına bağlı bulunduklarından, kapitalist toplumun zincirlerinden kurtulan insanlığın hızlı bir tempoyla doğa güçlerini boyunduruğu altına aldığı, kendisini komünizm ruhuyla yeniden eğittiği ve sosyalizmden tam komünizme doğru ilerlediği ölçüde ortadan kalkarlar.''


Stalin'in ve SBKP'nin önderlik ettiği Marksist-Leninist III. Enternasyonal'in Troçkizm'e, oportünizm ve revizyonizmin her türevine de yanıt olan değerlendirmesi şöyle devam eder;

''IV. KAPİTALİZMDEN SOSYALİZME GEÇİŞ DÖNEMİ VE PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ


1. Geçiş Dönemi ve İktidarın Proletarya Tarafından Fethi

Kapitalist toplumla komünist toplum arasında, birinden ötekine devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Bu döneme tekabül eden siyasal geçiş döneminde devlet, proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.


Emperyalizmin dünya diktatörlüğünden proletaryanın dünya diktatörlüğüne geçiş, proletaryanın mücadeleleri, yenilgileri ve zaferleriyle dolu uzun bir dönemi; kapitalist sistemin genel bunalımının sürdüğü ve sosyalist devrimlerin, yani proletaryanın burjuvaziye karşı giriştiği içsavaşların olgunlaştığı bir dönemi; devrimci proletaryanın sosyalist hareketleri niteliğinde olmadıkları halde emperyalizmin egemenliğini sarstıkları sürece nesnel olarak dünya proletarya devriminin bir öğesi haline gelen ulusal savaşlar ve sömürge ayaklanmalarıyla dolan bir dönemi; kapitalist ve sosyalist sosyo-ekonomik sistemlerin, dünya ekonomisi içinde, hem silahlı mücadelelere girişerek hem de 'barışçıl' ilişkiler kurarak yanyana varoldukları bir dönemi; sosyalist Sovyet devletleri birliğinin oluştuğu, emperyalist devletlerin onlara karşı savaşlar açtığı, bu Sovyet devletlerinin sömürge halklarla gitgide sıkılaşan bağlar kurduğu bir dönemi vb. kapsar.


Ekonomik ve siyasal gelişimin eşitsizliği, kapitalizmin mutlak bir yasasıdır. Emperyalizm döneminde bu yasa daha da şiddetlenir. Bu nedenle, uluslararası proletarya devrimi, aynı zamanda, her yerde birden gerçekleşecek tek bir eylem olarak görülmemelidir. Bu nedenle sosyalizmin zaferi, ilkin az sayıda hatta bir tek kapitalist ülkede mümkündür sadece. Fakat proletaryanın bu türden her zaferi, dünya devriminin temelini genişletir ve kapitalizmin genel bunalımını daha da şiddetlendirir. Kapitalist sistem böylece nihai çöküşüne yaklaşır. Finans-kapitalin diktatörlüğü yıkılır ve proletaryanın diktatörlüğü sahneye gelir.


Burjuva devrimleri, zaten oluşmuş ve ekonomik bakımdan egemen duruma gelmiş bulunan bir üretim ilişkileri sisteminin siyasal bakımdan da özgürlüğüne kavuşturulması ve iktidarın bir sömürücü sınıfın elinden bir başkasının eline geçmesi anlamını taşımaktayken, proletarya devrimi, proletaryanın burjuva toplumunun mülkiyet ilişkilerine zorla el atması, sömürücü sınıfların mülksüzleştirilmesi ve iktidarın, toplumun ekonomik temelini radikal biçimde yeniden biçimlendirme ve insanın insan tarafından her türlü sömürülmesini ortadan kaldırma görevini hedef alan sınıfın eline geçmesi demektir. Feodal soyluluğun, ancak bir devrimler zinciriyle parçalanabilen siyasal egemenliğine bütün dünya çapında son verebilmek için burjuva devrimlerine yüzyıllar gerekmişten, proletaryanın uluslararası devrimi, tek tek ülkelerin arasındaki daha sıkı bağıntıların sonucu olarak, görevlerini daha kısa vadede yerine getirecektir; kendisi kesinlikle tek bir eylem olmamasına ve bütün bir dönemi kaplamasına rağmen. Ancak proletaryanın bütün dünyada zaferi kazanmasından ve iktidarını sağlamlaştırmasından sonra, sosyalist dünya ekonomisinin kesintisiz inşa dönemi başlayabilecektir.


İktidarın proletarya tarafından fethedilmesi, sosyalist ekonomi biçimlerinin gelişmesinin ve proletaryanın kültürel büyümesinin önkoşuludur. Proletarya kendi öz doğasını değiştirir, olgunlaşarak insani faaliyetin bütün alanlarında toplumun yönlendiricisi haline gelir, bu yeniden eğitim sürecine öteki sınıfları da katar ve böylelikle sınıfların ortadan kaldırılması için gerekli temeli de yaratır.


Proletarya diktatörlüğü için verilen mücadele içinde ve daha sonra proletarya diktatörlüğünün temeli olarak toplumun yeniden biçimlendirilmesi sırasında, toprak -sahipleri ile kapitalistlerin blokuna karşı, işçi sınıfının fikri ve siyasal hegemonyası altında işçi köylü ittifakı oluşur.


Bir bütün olarak geçiş dönemi, sömürücülerin direncinin acımasızca kırılmasıyla, sosyalizm yapısının örgütlenmesiyle, insanların kitle halinde sosyalizm ruhuyla biçimlendirilmesiyle ve sınıf ayrımının adım adım aşılmasıyla karakterize edilir. Geçiş dönemi toplumu ancak bu büyük tarihi görevleri yerine getirdiği ölçüde komünist topluma doğru dönüşümüne başlamış demektir.


Dünya proletaryasının diktatörlüğü, bu nedenle, kapitalist dünya ekonomisinden sosyalist dünya ekonomisine geçişin en zorunlu ve belirleyici önkoşuludur. Ancak bu diktatörlük sadece, sosyalizmin tek tek ülke ya da ülke gruplarındaki zaferiyle gerçekleştirilebilir. 0, yeni oluşan proleter cumhuriyetlerin daha önceden varolanlarla birleşmesini, bu federasyonlar ağının -ki bu emperyalist boyunduruğu parçalayan sömürgeleri de içine alır­ sürekli büyümesini ve bu federasyonların nihayet insanlığın devlet olarak örgütlenmiş dünya proletaryasının hegemonyası altında biraraya gelmesini gerçekleştirecek olan Dünya Sosyalist Şura Cumhuriyetleri Birliği haline gelmelerini gerektirir.


İktidarın proletarya tarafından fethedilmesi, parlamento çoğunluğunu elde ederek mevcut burjuva devlet aygıtını barışçıl biçimde "fethetmek" demek değildir. Soygunla elde ettiği mülkiyetini ve siyasal egemenliğini güvence altına almak ve güçlendirmek için, burjuvazi, bütün zor ve terör

araçlarını kullanır. Bir zamanlar feodal soyluluğun yaptığı gibi, burjuvazi de en umutsuz, en acı verici mücadelelere girişmeden tarihteki yerini yeni sınıfa bırakmaz. Bu yüzden burjuvazinin zoru, ancak proletaryanın kararlı biçimde kullanacağı zorla kırılabilir. İktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi, burjuva iktidarının zorla imhası, kapitalist devlet aygıtının (burjuva ordusunun, polisinin, memurlar hiyerarşisinin, mahkemelerinin, parlamentolarının, vb.) parçalanması ve onun yerine, her şeyden önce sömürücüleri baskı altında tutma aracı olan, proletarya iktidarının yeni organlarının geçirilmesi demektir


4. Proletarya Diktatörlüğünün Ekonomik Politikasının Temel Hatları

Bütün bu önlemlerin yürütülüşü sırasında proletarya diktatörlüğü şu ilkeleri dikkate almak zorundadır:


1. Toprak mülkiyetinin tümüyle ortadan kaldırılması ve bütün toprak ve arazinin ulusallaştırılması en gelişmiş kapitalist devletlerde bir çırpıda gerçekleştirilemez, çünkü buralarda özel mülkiyet ilkesi, köylülüğün geniş tabakalarında derin kökler salmıştır. Bu ülkelerde bütün toprak ve arazinin ulusallaştırılması ancak yavaş yavaş, bir dizi geçiş önlemiyle gerçekleştirilebilir.


2. Üretimin ulusallaştırılması kural olarak, küçük ve orta işletmelere (köylü, zanaatçı, bağımsız ve işçileri -parça başına ücretle evlerinde çalışan işçiler-, küçük ve orta tüccarlar, küçük sanayiciler vb.) kadar uzanmaz; şu nedenlerle:


Birincisi, proletarya, sosyalist inşanın içine yavaş yavaş çekilebilecek olan ve çekilmesi gereken basit meta üreticisinin emeğe dayanan mülkiyeti ile, sosyalizmin inşasının zorunlu bir önkoşulu olarak ortadan kaldırılması gereken, kapitalistin sömürücü mülkiyeti arasında kesin bir ayrım gözetmek durumunda olduğu için. İkincisi iktidara ulaşmış proletarya, özellikle diktatörlüğünün ilk devresinde, sadece kapitalizmi ortadan kaldırmak açısından değil, orta ve küçük büyüklükteki tek tek üretim birimlerini, yeni bir sosyalist temel üzerinde derhal örgütlemek açısından da yeteri çapta örgütsel güce sahip bulunmadığı için. Bu küçük tekil ekonomiler (her şeyden önce köylü ekonomileri), üretim ve dağıtımın genel sosyalist örgütlenmesi içine ancak yavaş yavaş ve bunların her yoldan kollektifleştirilmesi için proletarya devletince geniş çaplı, temelden destek sağlanması ile çekilirler. Onların işletme biçimlerinin herhangi bir biçimde zor kullanılarak yok edilmesi ve zorla gerçekleştirilecek her kollektifleştirme, sadece olumsuz sonuçlar doğurabilir.


3. Sadece küçük-burjuva yığının nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturduğu sömürge, yarı-sömürge ve ekonomik bakımdan geri ülkelerde değil, kapitalist dünya ekonomisinin ana bölgelerinde de. (Birleşik Devletler, Almanya ve belirli bir dereceye kadar İngiltere) hatırı sayılır sayıda küçük üretim biriminin (her şeyden önce köylü ve çiftçi ekonomileri, zanaatçılar, küçük tüccarlar, vb.) varoluşu, gelişmenin başlangıç evresinde, ekonominin pazar ilişkilerinin, para sisteminin, vb. şu ya da bu ölçüde ayakta tutulmasını gerektirir. Ekonomi biçimlerinin, kaçınılmaz olarak bu biçimlerin birbirleriyle mücadelesi ile birlikte varolan çeşitliliği (sosyalleştirilmiş büyük sanayiden küçük köylü ve zanaatçı ekonomilerine kadar); değişik itilimlerle ekonomik faaliyete katılan sınıfların ve sınıf gruplaşmalarının buna tekabül eden çeşitliliği; değişik ekonomik çıkarların mücadelesi; nihayet burjuva toplum düzeninin mirası olarak birdenbire aşılamayacak alışkanlık ve geleneklerin ekonomik hayatın bütün alanlarında varolması -bütün bunlar proletaryanın ekonomi yönetiminin, pazar ilişkileri temeli üzerinde sosyalist büyük sanayi ile basit meta üreticilerinin küçük ekonomileri arasında doğru bağıntı kurmasını gerektirir; bu, hem sosyalist sanayiin önder rolünü hem de köylü ekonomilerinin büyük çoğunluğunun en hızlı biçimde ilerlemesini aynı anda güvence altına alan bir bağıntı olmalıdır. Demek ki, parçalanmış küçük köylü emeğinin bir ülkenin bütün ekonomisi içerisindeki özgül ağırlığı ne kadar büyükse, pazar ilişkileri o kadar geniş kapsamlı olacak, dolaysız, planlı yönetimin önemi o kadar azalacak, genel ekonomik plan doğal olarak ortaya çıkan ekonomik ilişkiler üzerine yürütülecek tahminlere o kadar fazla dayanacaktır. Ve tersine: Küçük ekonomilerin özgül ağırlığı ne kadar az, toplumsallaştırılmış çalışmanın payı, yoğunlaştırılmış ve sosyalleştirilmiş üretim araçlarının ekonominin bütünü içerisinde oranı ne kadar çoksa, pazar ilişkilerinin çapı o kadar küçük, anarşiye karşı düzenli ekonomik planın önemi o kadar büyük, üretim ve dağıtımın planlı yönetimi o kadar önemli ve geniş kapsamlı olacaktır.


Sosyalleştirilmiş büyük sanayiin teknik ve ekonomik üstünlüğü; bütün tayin edici ekonomik "üst komuta kademeleri"nin (sanayi, ulaşım, bankalar, tarımsal büyük işletmeler, vb.) proletarya devletinin elinde toplanması; planlı ekonomi yönetimi; bir bütün olarak devlet aygıtının gücü (devlet bütçesi, vergiler, yönetim yasaları yapma ve genelde yasa yapma), proletarya diktatörlüğünün doğru bir sınıf politikası uygulaması halinde, yani sınıf ilişkilerinin doğru değerlendirilmesi halinde, hem basit meta üreticilerinin serbest ticaret ve pazar koşullarında şu ya da bu ölçüde yaşadıkları ekonomik yükseliş sonucunda kentte ve kırda (büyük köylüler, "Kulaklar" ) ortaya çıkan yeni kapitalist filizlerin hem de özel sermayenin kalıntılarının sürekli, sistemli biçimde bastırılmasına yol açarlar. Aynı zamanda köylülüğün kooperatifleşerek birleşmesi ve kollektif ekonomi biçimlerinin büyümesi ile, köylü ekonomilerinin (yani küçük ve orta köylü ekonomileri) asıl büyük bölümü, gelişen sosyalizmin bütünsel sistemi içine çekilirler. Ekonomik faaliyetin pazar ilişkileriyle bağlantılı, kapitalist görünüşlü biçimleri ve yöntemleri (fiyat hesapları, paralı ücretler, alım ve satım, kredi ve bankalar, vb.), gitgide artan ölçüde, tam anlamıyla sosyalist tipte girişimlerin gelişmesini teşvik ettikleri, yani ekonominin sosyalist bölümünün hizmetinde çalıştıkları sürece sosyalist devrimin kaldıraçları rolünü oynarlar.


Bu biçimde, proletarya diktatörlüğü altında -şuralar devletinin doğru bir politika uyguladığı varsayılırsa­- pazar ilişkileri, gelişmeleri içinde kendilerini ortadan kaldıracak olan öğeleri taşırlar. Özel sermayenin bastırılmasına, köylü ekonomisinin dönüştürülmesine, üretim araçlarının gittikçe daha fazla proletarya devletinin ellerinde merkezileşmesine ve yoğunlaşmasına katkıda bulunmakla, genelde pazar ilişkilerinin aşılması sürecinin teşvik ederler.


Proletarya diktatörlüğüne karşı kapitalistlerin muhtemel bir silahlı müdahalesi veya karşı-devrimci bir savaşın sürmesi durumunda, ekonomi yönetimi, her şeyden önce, proletarya diktatörlüğünün savunma çıkarlarından hareket etmelidir. Burada savaş-komünisti bir ekonomi politikası ("savaş komünizmi") zorunlu olabilir. Bu, askeri savunmaya hizmet eden rasyonel bir tüketim örgütlenmesinden başka bir şey değildir ve kapitalist gruplar üzerinde baskının artırılmasıyla (zoralımlar, elkoymalar, vb.) bağlantılıdır. Burada serbest ticaret ve pazar ilişkileri az ya da çok tasfiye edilirler ve küçük üreticilerin bireysel ekonomik güdüleri büyük ölçüde zarar görür ki, bu, ülkenin üretici güçlerinin daha aşağı bir düzeye inmesiyle bağlantılıdır. Bu 'savaş komünizm' politikası, tarihi meşruluğunu, ülke içinde işçi sınıfına düşman olan tabakaların maddi temellerini ortadan kaldırmasında, eldeki stokların rasyonel bir dağıtımını güvence altına almasında ve proletarya diktatörlüğünün silahlı mücadele vermesini kolaylaştırmasında bulur. Fakat onun, proletarya diktatörlüğünün 'normal' ekonomi politikası sistemi gibi kabul edilmemesi gerektiği de unutulmamalıdır.


5. Proletarya Diktatörlüğü ve Sınıflar


Proletarya diktatörlüğü, onun sınıf mücadelesinin yeni koşullar altında devamıdır. Proletarya diktatörlüğü, eski toplumun güçlerine ve kalıntılarına karşı, dıştaki kapitalist düşmanlara, ülke içindeki sömürücü sınıfların kalıntılarına karşı ve henüz aşılmamış bulunan meta üretimi toprağında gelişen yeni bir burjuvazinin filizlerine karşı sert, kanlı ve kansız, zorla ve barışçıl biçimde sürdürülen, askeri ve ekonomik, eğitsel ve yönetsel bir mücadeledir.


İçsavaşın bitiminden sonra bu sert sınıf mücadelesi yeni biçimler, her şeyden önce de sosyalist ekonomi biçimlerinin eski ekonomi tarzlarına ve bunların yeni filizlerine karşı mücadelesi biçimini alır. Bu arada, sosyalist gelişmenin değişik aşamalarında bu mücadelenin biçimleri zorunlu olarak değişir; ilk aşamalarda bu mücadele belirli koşullar altında daha da şiddetlenebilir.


Proletarya diktatörlüğünün başlangıç evresinde proletaryanın öteki sınıf ve toplumsal gruplara karşı politikası aşağıdaki ilkelerce belirlenir:


1. Büyük burjuvazi ve büyük toprak sahipleri, onların hizmetindeki subaylar, generaller ve yüksek memurlar, mantıki olarak, işçi sınıfının, kendileriyle acımasızca mücadele edilmesi gereken düşmanlarıdır. Bu öğelerin belirli bir bölümünün örgütsel yeteneklerinden yararlanmak yine de mümkündür, ancak diktatörlüğün sağlam biçimde yerleştirilmesinden ve sömürücülerin bütün ayaklanma ve komploları bastırıldıktan sonra.



2. Burjuva gelenekleri içinde yetişmiş ve üst tabakaları sermayenin komuta aygıtına sıkı sıkıya bağlı bulunan teknik aydınlara karşı proletarya, -aydınların, kendisine düşman tabakalarının bütün karşı-devrimci eylemlerini enerjik biçimde bastırırken­- bu kalifiye toplumsal gücü sosyalist inşa çalışmaları için yanına çekme zorunluluğunu gözönünde tutmak ve onların arasındaki tarafsız, özellikle de işçi devrimine dost düşünceli gruplara her türlü yardımı yapmak durumundadır. Proletarya, sosyalizmin ekonomik, teknik ve kültürel alanda, inşası tablosunu, bütün toplumsal anlamı ile birlikte sergilerken, teknik aydınları sistemli biçimde yanına çekmeli, onu kendi manevi etkisi altına almalı ve toplumun dönüştürülmesinde onun yoğun yardımlarını garantilemelidir.



3. Köylülükle ilişkide, tarım proletaryasına dayanarak köyün bütün sömürülen ve emekçi tabakalarını yanına çekmek, komünist partilerin görevidir. Muzaffer proletarya, köylülük içindeki değişik gruplaşmaları birbirinden kesin olarak ayırmalı, onların önemlerini titizlikle tartmalıdır; köylülüğün mülksüz, yarı-proleter tabakalarına, toprak ağalarının topraklarının bir bölümünü onlara vererek, tefeci sermayesine karşı verdikleri mücadeleyi kolaylaştırarak, vb. her yoldan yardım etmelidir. Proletarya ayrıca köylülüğün orta tabakalarını tarafsızlaştırmalı ve büyük toprak sahipleriyle ittifak eden kır burjuvazisinin her türlü direncini acımasızca bastırmalıdır. Diktatörlüğünün güçlenmesi ve sosyalizmin inşasının ilerlemesi ölçüsünde, proletarya, orta köylülüğün tarafsızlaştırılması politikasından onunla sıkı bir ittifak kurma politikasına geçer, ancak bu arada iktidarın paylaşılması konusunda herhangi bir fikrin ortaya çıkmasına kadar vardırmaz işi. Çünkü proletarya diktatörlüğü, sadece sanayi işçilerinin bütün emekçi kitlelerine önderlik edebileceği olgusunun ifadesidir; fakat, proletaryanın tek başına egemenliği olmakla, proletarya diktatörlüğü aynı zamanda emekçilerin öncüsü olan proletarya ile sayıca hayli fazla proleter-olmayan emekçi tabakaları veya emekçilerin çoğunluğu arasındaki sınıf ittifakının özel bir biçimidir; proletarya diktatörlüğü, kapitalizmin nihai yıkılışı, burjuvazinin direncinin ve restorasyon girişimlerinin tümüyle bastırılması, sosyalizmin nihai olarak kuruluşu ve sağlamlaştırılması amacını güden bir ittifakın özel biçimidir.


4. En aşırı gericilik ile proletaryaya beslediği sempati arasında sürekli yalpalayan kent küçük-burjuvazisi, aynı biçimde tarafsızlaştırılmalı ve eğer mümkünse proletaryanın, davasına kazanılmalıdır. Bu, onun küçük mülkiyetine dokunmayarak, ekonomik değişimde belirli bir özgürlüğü ayakta tutarak, tefeci kredisini ortadan kaldırarak ve kapitalist baskının tek tek her biçimine karşı mücadelesinde proletaryanın ona her türden yardımda bulunmasıyla sağlanır


Proletarya Diktatörlüğü ve Kültür Devrimi


Yeni ve insani bir toplumun örgütleyicisi olma rolü, ön koşul olarak, proletaryanın kültürel bakımdan olgunlaşmasını, kendi özünü değiştirmesini ve sosyalizmi ve yeni sosyalist kültürü inşa edebilmek için, kendi içinden sürekli olarak, tekniğin, bilimin ve yönetimin bütün kazanımlarını özümleyebilecek yeni proleter kadrolar çıkartmasını gerektirir.


Feodalizme karşı burjuva devriminde, feodal toplumun bağrında kültürel olgunluk bakımından varolan egemen sınıftan daha üstün olan ve feodalizm koşulları altında bile ekonomik hayatta hegemonyasını kurmuş bulunan yeni bir sınıfın varlığı önkoşulken, proletarya devrimi başka koşullar altında gelişir. İşçi sınıfı kapitalist toplumda ekonomik bakımdan sömürülür, siyasal bakımdan baskı altında tutulur ve kültürel bakımdan geri bırakılır, ancak geçiş döneminde, ancak devlet iktidarını ele geçirdikten sonra proletarya burjuvazinin eğitim tekelini kırabilir, bütün bilgileri edinebilir ve muazzam inşa çalışmasında elde ettiği deneylerin yardımıyla kendi özünü değiştirebilir. Kitlelerde komünist bilinci geliştirmek ve bizzat sosyalizm davasını gerçekleştirebilmek için, insanların değişimi, (ancak pratik hareket içerisinde, devrimde gerçekleşebilecek olan) kitleleri saran bir değişim zorunludur. Yani devrim, sadece egemen sınıf başka türlü devrilemiyor diye değil, aynı zamanda onu deviren sınıf ancak devrimle kendini eski toplumun pisliğinden temizleyebileceği ve böylece yeni bir toplum kurma yeteneğini kazanabileceği için de zorunludur.


Üretim araçları üzerindeki kapitalist tekeli parçalarken, işçi sınıfı, burjuva eğitim tekelini de ortadan kaldırmalıdır, yani yüksek okullar da dahil bütün okul sistemini kendi malı yapmalıdır. İşçilerin arasından, hem üretim için (mühendisler, teknisyenler, organizatörler, vb.) hem de savaş, sanat ve bilim için kendi uzmanlarını yetiştirmek proletaryanın özellikle acil bir görevidir. Bundan başka, geniş proleter yığınların genel kültür düzeyini yükseltmek, onların siyasal bakımdan aydınlanmalarını teşvik etmek, bilgilerini ve teknik kalifiyeliklerini mükemmelleştirmek, onları kamusal faaliyetin ve yönetim çalışmalarının pratiğine yakınlaştırmak, burjuva ve küçük-burjuva önyargıların kalıntılarına karşı mücadele etmek, vb. de gereklidir.


Proletarya, ancak bütün toplumsal 'komuta konumları'na en ileri unsurlarını getirebildiği ölçüde, ancak bu unsurların (proletaryanın "ileri" ve "geri" tabakaları arasındaki ayrımını sonunda ortadan kaldıracak şekilde), proletarya sınıfının gittikçe daha fazla yeni öğesini kültürel dönüşüm süreci içine çekerek büyüdüğü ölçüde, sadece bu ölçüde, sosyalizmin muzaffer biçimde inşa edilmesini sağlayacak ve bürokratik çürümeye ve sınıfsal yozlaşmaya karşı set çekecektir.


Fakat proletarya, devrimin akışı içinde sadece kendi özünü yeniden biçimlendirmekle kalmaz, öteki sınıfların, öncelikle kentin ve kırın sayıca fazla küçük-burjuva tabakalarının, özellikle köylülüğün emekçi tabakalarının özünü de değiştirir. İşçi sınıfı en geniş yığınların kültür devrimine katılmalarını sağlar, onları sosyalizmin inşası (çabasının -ç.) içine çeker, onları biraraya getirir ve elindeki bütün araçları kullanarak onları komünizm ruhuyla eğitir, bütün anti­-proleter ve zümreci ideolojilere karşı en kararlı biçimde mücadele eder. Proletarya kırın genel ve kültürel geri kalmışlığına karşı sistemli biçimde mücadele etmeye özel dikkat gösterir. Böylelikle o, -gelişen kollektif ekonomi biçimleri temeli üzerinde-­ toplumun sınıflara bölünmesinin aşılması için gerekli önkoşulları yaratır.


Geniş kitleleri kapsayan kültür devriminin görevleri arasında, 'halkın afyonu'na, dine karşı verilecek mücadelenin özel bir yeri vardır. Bu mücadele sert ve sistemli biçimde sürdürülmelidir. Proletarya iktidarı, eski egemen sınıfın ajanı olan kilisenin devlet tarafından ne biçimde olursa olsun desteklenmesine son vermeli, devlet tarafından örgütlenen eğitim ve kültür sistemine kilisenin her türlü karışmasına engel olmalı ve kilise örgütlerinin karşı-devrimci faaliyetlerini acımasızca bastırmalıdır. Proletarya iktidarı inanç özgürlüğünü serbest bırakır, ama aynı zamanda elindeki bütün araçlarla din aleyhtarı bir propaganda yürütür ve bütün eğitim ve kültür sistemini bilimsel-materyalist dünya görüşünü temel alarak biçimlendirir.'' (Komünist Enternasyonal Programı, 1928, III. Enternasyonal 1919-1943, Belge Yayınları)


Leninizm'in (ve Stalin'in, ''Stalinizm'') sorunu ortaya koyuşu yukarıdaki gibidir. Bu koyuş, 1917-1928 yılları arasında sosyalist kurucu sürecin deneyimlerini de içermektedir. Komünistlere yol gösteren perspektif ve ilkeler bunlardır.


Marks'ın, Engels'in, Lenin'in teorisini fütursuzca revize edip farklı şekilde sunan Troçkist, revizyonist, tasfiyeci, orta yolcu akımlar, nesnel olarak Marksizm-Leninizm'e karşı savaşmaktadırlar. Sosyalizm ile komünizm arasındaki farklılıkları yadsıyan, sosyalizmi komünizmle eşitleyen akımlar, bunu rastlantıyla yapmıyorlar. Şunu diyorlar, sosyalizm sınıfsız komünist toplumdur, o halde SSCB'de, sosyalist kampta zaten sosyalizm kurulmamıştır; zaten bir ya da birkaç ülkede sosyalizm kurulamaz vs.


Neden peki?

Çünkü emperyalizmin en zayıf halka ve halkalarının kırılmasıyla sosyalist inşaya başlanamaz, sosyalizme geçilemez.

Çünkü ABD'de, İngiltere'de, Avrupa'da zamandaş/toptan bir devrim gerçekleşmeden sosyalizme geçişin yolu bile açılamaz, kaderimiz, dünyanın kaderi, bağımlı ülkelerin kaderi emperyalist ülkelerde gerçekleşecek/zafer kazanacak proleter devrimlere bağlıdır.

Çünkü üretici güçler gelişmemiştir.

Çünkü sosyalizmin nesnel ekonomik ve toplumsal temeli bu ülkelerde yoktur ya da olgunlaşmamıştır ya da bu koşullar sadece emperyalist ülkelerle sınırlıdır. Dolayısıyla kendini sosyalizm olarak lanse eden SSCB ve sosyalist kampın geçtik sosyalizme geçmeyi, sosyalist inşaya bile girişememiştir. Kurulan şey ''Stalinist rejimler''dir vs.


Peki bizim sosyalist gördüğümüz ülkelerde kurulan şey nedir diye sorduğumuzda başlanıyor peşpeşe özü bir değişik yanıtlar verilmeye;


tarihte daha önce olmayan yeni bir sömürücü toplum doğmuştur.

Devlet kapitalizmi kurulmuştur. Eski burjuvazinin yerine yeni burjuvazi geçmiştir. Proletarya ve halk üzerinde bir azınlık diktası kurulmuştur.


Sosyalizm devletsiz bir toplumdur, devlet derhal ortadan kaldırılmalıdır ya da kaldırılmalıydı. Oysa Ekim Devrimi ile yeniden bir devlet inşa edilmiştir. ''Bolşevik tirenlık kurulmuştur.'' Yeni bir sınıf otoriter devlet kapitalizmini inşa etmiştir.


Bürokratik kapitalizm kurulmuştur. Bürokrasiye dayanan Leninist ve Stalinist karşı-devrimci kanlı bir diktatörlük kurulmuştur. Tek ülkede sosyalizm zaten kurulamaz. Tek ülkede sosyalizm kurma gerçekte devlet kapitalizmidir ve bürokrasinin iktidarından başka bir anlama gelmez.


Proletarya zaten Rusya'da zayıf bir sınıftı, iç savaş gibi süreçlerde o da yok oldu, yerine Bolşevikler, eski rejim aydınları, teknokratları geçerek; eski bürokrasi ile yeni bürokrasi ittifak kurarak vs. kapitalizm inşa edilmiştir.


Ekim Devrimi bir burjuva devrimidir. Burjuva devrimi olarak karşı-devrime dönüşmüştür. Yeni tip burjuva diktatörlüğü kurulmuştur.

Başka?

SSCB ne sosyalisttir ne de kapitalisttir, bir ''geçiş toplumu''dur. Stalin'in iktidarı ele geçirmesiyle milliyetçi, gerici, terör ve katliamlara dayanan bir diktatörlük kurulmuştur. ''Sosyalist kamp'' dediğiniz de ''Stalinist rejimlerdir.'' Bu rejimler de kan dökücü terörist Stalinist diktatörlüklerden oluşmaktadır vs.


Ekim Devrimi bir karşı-devrimdir. Ekim Devrimi, devrim değil, Leninist/Bolşeviklerin darbeyle iktidarı ele geçirmesidir.


İktidara gelen proletaryayı, proletarya diktatörlüğünü proletaryaya ve sosyalizme düşman tek parti diktatörlüğü gören, inşa edilmeye çalışılan yeni toplumsal yapıyı proletarya ve halkın azgınca sömürülmesine, soyulmasına dayanan bir yapı gören ve ve sözde Sovyet proletaryasını ve halklarını ayaklanmaya ve ''Bolşevik diktatörlüğü'' yıkmaya çağıran ve bunu da açıkça ilan edenler Menşevik, Sosyalist Devrimci Parti ve II. Enternasyonal partileri, anarşist parti ve çevreler olmuştur. Troçki ve Troçkistler de bu Menşevik yola sonra girmiş ve yaşamını diğerleri gibi proletarya diktatörlüğünü ve sosyalizmi yıkmaya adamıştır...


Kuşkusuz ki 1956'lara kadar süren sosyalizmin başarılı inşası ve deneyimlerinin yanı sıra, 1956 sonrası sosyalizmin yeni tipten restorasyonu ve tasfiyesi sürecinin deneyimleri ışığında da teorinin geliştirilmesi, eskimiş yanlarının aşılması, zenginleştirilmesi gerekmektedir. Bu görev yerine getirilmeye çalışılmaktadır...


Keza, bugünlerin dünyası 1928 programında çizilen dünyanın somut tarihsel koşullarından bir hayli farklılaşmıştır. Bugün dünyayı uluslararası tekeller (ÇUŞ biçiminde) yönetmektedir. Dünya adeta proleterleşmiştir. Emperyalizme bağımlı çevre ülkeleri çoktan kapitalist dünya pazarının içinde geri, orta, ileri kapitalist ülkeler haline gelmiştir. Dünyada kentlerde yaşayan nüfus kırsal alanda yaşayan nüfusu aşmıştır. Küçük meta üretiminin, köylülüğün sınırları daralmıştır. Küresel çapta yarı-proleter nüfus, özellikle de kentlerde oldukça artmıştır. Emperyalist dünya ekonomisinin teknik temeli en ileri teknolojik temelde yenilenmiştir vb.


Dünya proleter devriminin nesnel ekonomik ve toplumsal temelleri dünle kıyaslanmayacak kadar olgunlaşmıştır. Bugün insanlık, nesnel olarak sosyalizme, komünizme daha yakın bulunmaktadır. Gerek tekil ülkelerde gerekse de küresel çapta proletarya devrimlerinin zaferiyle sosyalizme geçme, sosyalist inşayı gerçekleştirme ve komünizme daha hızlı geçme koşullarına sahiptir. Günümüz teknolojisi, tekniği ile sosyalist inşa süreci her bakımdan daha yetkince örgütlenecektir. Çağımızın bilimsel-teknik devrimin kazanımları üzerinde sosyalist demokrasi bürokratikleşmeye karşı mücadele içinde daha işlevsel ve aktif geliştirilecektir; milyonların, on milyonların sosyalist kurucu çalışmaya ve inşa sürecine, kültür devrimine, devlet yönetimine, merkezi planlamaya katılımı en yüksek düzeyde sağlanacaktır. On milyonların parti, devlet, ekonomi, kültür-sanat alanlarındaki yönetim aygıtları ve yöneticiler üzerindeki denetimi, eleştiri gücü, baskısı, kolektif katılımı, söz ve karar hakkı etkin, hızlı, üretken, yaratıcı ve yetkinleştirici hale gelecektir. Proletarya ve emekçi kitleler bugün sosyalist inşanın bütün alanlarında özgür iradeleriyle kurucu olarak katılmaya elverişli koşullara dünle kıyaslanmayacak kadar sahiptir ve sahip olacaktır...


Uzatmayalım, konu bağlamında Marks-Engels, Lenin-Stalin arasında ideolojik ve tarihsel bir süreklilik vardır ve teori, emperyalizm ve proleter devrimler çağı bağlamında ve sosyalizmin inşası deneyimleri ışığında geliştirilmeye de devam edilecektir. Yapılması gereken şey, zenginleşmiş teorinin ışığında gerekli dersleri pratik-politik bir silaha çevirerek kapitalizme karşı proleter devrim, sosyalizm ve proletarya diktatörlüğü ve komünizm amacına bağlanmış bir tarzda ilkeli bir kararlı yürümektir.


Stalin sosyalist inşanın deneyimlerine dayanarak teoriye bir dizi katkı yapmıştır. Stalin önderlik ettiği sürece SSCB ve sosyalist kamp gerilemek bir yana, emperyalizm ve dünya gericiliğini zayıflatan, sosyalizmin ve dünya devriminin kazanımlarını büyüten bir çizgide gelişmiştir. Stalin'in hata ve eksiklikleri ne olursa olsun Stalin'i mahkum etmek komünistlerin işi değil, emperyalizm ve gericiliğin ve bu cephenin bir parçası haline gelmiş sözde Marksist vs. çevrelerin ve aydınların işi olmuştur daima. Komünistlerin Stalin ve SSCB (Lenin ve Stalin'in SSCB'si) eleştirileri yoldaşça olabilir yalnızca. Her renkten gericiliğin saldırılarına rağmen Stalin ve SSCB dünya proletaryasının elinde burjuvazinin kökünü kazıyan, sosyalizmi başarıyla kuran, faşist kampı ezen bir savaş bayrağı olmaya devam edecektir.


Tüm kötülüklerin kaynağını Stalin'e, SSCB'ye bağlayan, varlık nedeni ''Stalinizm''e karşı mücadele olan, Stalin'i Hitlerden daha tehlikeli ve kan dökücü katil gören, II. Dünya Savaşı'nın çıkmasının nedenini Stalin'e bağlayan Troçkizm, Marksizm-Leninizm'e, Stalin'e, sosyalizmin başarılı inşasına, tarihte ilk defa burjuvaziyi yok eden ''Stalinizm''e karşı dünya burjuvazisinin sınırsız sınıf kinini temsil etmektedir.


Bir zamanlar komünist olan daha sonra Avro-Komünizmi benimseyen ve Stalin'i subjektif, gerçek dışı ve burjuva önyargılarla eleştiren tarihçi Eric J. Hobsbawm, ''Kısa 20. Yüzyıl 1914-1991 Aşırılıklar Çağı'' ünlü eserinde şöyle yazar;


''Hitler'in Almanyasına karşı zafer esas olarak Kızıl Ordu tarafından kazanıldı ve ancak onun tarafından kazanılabilirdi.''


Bu, SSCB proletaryasının, Stalin ve SBKP'nin, sosyalizmin, Marksizm-Leninizm'in gücüdür.


Troçki, Troçkizm bütün yaşam enerjisini Stalin'e, SSCB'nin yıkılmasına yöneltmiştir. Bu amaçla dünya çapında SSCB'nin ve önderi Stalin'in prestijini (dünya burjuvazisinin propaganda ve ideolojik saldırısının eşliğinde) sarsmaya, kirletmeye çalışıyordu. ''Politik devrim''le ''Stalinist totaliter diktatör''lüğü yıkmayı teori ve pratiğinin merkezine koymuş olan Troçki ve Troçkist harekete paralel, aynı dönemde emperyalizm ve faşizm de SSCB'yi yıkma stratejisi ve taktikleriyle davranıyordu. ABD, Fransa, İngiltere emperyalist ittifakı SSCB'yi yıkması için Hitler önderliğindeki faşist kampı destekleyerek teşvik ediyordu. Faşist kampın dünyayı kan deryasına boyama çalıştığı dönemde, Stalin ve SSCB'nin küresel ölçekte yarattığı dev sempati ve beklentiyi yansıttığı için, yazarın verdiği şu önemli bilgiyi de buraya aktaralım;


''Kamuoyu araştırmaları 1930'larda Amerika' da doğmuştur. Piyasa araştırmaları için kullanılan "örnek grup araştırması "nm siyaset alanını kapsaması, esas olarak 1936'da George Gallup'la başladı. Bu yeni tekniğin erken sonuçlarından biri Franklin D. Roosevelt'ten önceki bütün ABD başkanlarını şaşırtabilirdi ve İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yetişen bütün okurları şaşırtacaktır. Ocak 1939'da Amerikalılara Sovyetler Birliği ile Almanya arasında bir savaş çıkması halinde hangi tarafın kazanmasını istedikleri sorulduğunda Amerikalıların % 83’ünün Sovyet zaferinden, % 17' sinin ise Almanlardan yana olduğu anlaşıldı (Miller, 1989, s. 283-84). SSCB'nin temsil ettiği, Ekim Devrimi’nin anti-kapitalist komünizmi ile anti-komünist kapitalizm, ki baş savunucusu ve örneği ABD idi, arasındaki karşılaşmanın hâkim olduğu bir yüzyıl içinde, hiçbir şey bu sempati deklerasyonundan ya da dünya devriminin anavatanının ekonomisi herkesçe kapitalist kabul edilen son derece anti-komünist bir ülkeye tercih edilmesinden daha anormal görülmez. Dahası bu sırada SSCB'deki Stalinist tiranlığın en kötü döneminde olduğu genel olarak kabul ediliyordu.'' (Age., s. 170, iba.)


Önümüzdeki makalede Enver Hoca'nın sosyalizm, komünizm anlayışını ele alacağız.

DEVAM EDECEK