Translate

28 Şubat 2022 Pazartesi

EMPERYALİST REKABET VE RUSYA’NIN UKRAYNA İŞGALİ

 

EMPERYALİST REKABET VE RUSYA’NIN UKRAYNA İŞGALİ


Ukrayna’da Rusya’nın emperyalist işgal harekatı bütün hızıyla devam etmekte.

Ukrayna sadece Ukrayna değildir. Ukrayna işgali sadece Ukrayna işgali değildir. Bu işgal küresel çapta keskinleşerek süren emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesinin bir bileşenidir. Ukrayna krizi ve işgali küresel çapta saflaşmayı keskinleştirerek geliştirmektedir. Savaşın kapsamlılaşarak değişik ülkelere yayılma riski vardır. Amerika’nın Rus işgalini gerekçe göstererek başta Polonya olmak üzere Rusya ve Ukrayna ile sınırdaş müttefik ülkelerde askeri yığınağını hızla arttırması, ABD ve AB’nin Ukrayna devletini daha hızla silahlandırmaya yönelmesi özellikle bu açıdan yüksek bir tehlike yaratmaktadır.

Rusya Ukrayna’da açık bir üstünlük sağlamadan, elindeki pazarlık kozlarını sağlamlaştırmadan, bu bağlama oturan bir ‘’barış anlaşması’’ imzalamadan kolay kolay çıkmayacaktır. Rusya, Ukrayna yönetimini değiştirmek, Ukrayna’ya ‘’tarafsız ülke’’ konumunu kabul ettirmek istemektedir. Bağımsızlığını tanıdığı Donetsk ve Luhansk cumhuriyetlerini sağlama almayı hedeflemektedir. Her ne kadar işgal harekatı şimdilik Rusya’nın üstünlüğü ele geçirmiş olmasıyla devam etmekteyse de, bu, her şeyin Rusya’nın istediği gibi gideceği anlamına gelmemektedir. Ancak bu kapışma ve mücadelenin daha da keskinleşeceği görülmektedir. ABD’nin başı neo-Nazi Biden, yaptığı açıklamalarla Ukrayna’yı Rusya’nın Afganistan’ına çevireceklerini söylemesi dikkat çekicidir.

Bu mücadele değişik emperyalist bloklar arasında sürmekte olan ekonomik, siyasi ve askeri mücadelenin bir devamı ve tamamlayıcı unsurlarından birisidir.

Çok kutuplu bir dünya gerçeğinde yaşıyoruz. Bu çok kutupluluk belirginleşerek ilerleyecektir. Ukrayna gerçeğinde de bu olguyu görmekteyiz.

Bir yanda ABD ve en yakın ittifakı İngiltere ve Batılı öteki emperyalist devletler, diğer yanda Rusya-Çin ittifakına dayanan devletler olgusu.

Emperyalist hegemonya mücadelesinin keskinleşmesi, dünya pazarlarının ve etki alanlarının yeniden bölüşümü, faşizmin ve militarizmin yükselişi, buna koşut dünya proletaryası ve halklarının mücadelesinin güçlü patlak vererek gelişmesi, 21. asrın gerçekleri olarak tarihe damgasını vuracaktır.

21. yüzyılın emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesinde temel bir karakteristik Amerikan emperyalizminin sarsılmış ve gerilemekte olan hegemonyasıdır. Bu süreç gelişmeye devam edecektir.

Yükselen genç bir emperyalist devlet olarak Çin emperyalizminin giderek öne çıkışı ve geleceğin en önemli emperyalist devleti olarak tarihin gündemine oturması bir diğer karakteristik olarak altı çizilmelidir.

ABD, gerileyen emperyalist egemenliğine karşın hala dünyanın en büyük askeri gücüdür. 800 milyar dolara yaklaşan askeri bütçesi, en ileri teknolojik temele dayanan ve sürekli yetkinleştirilen askeri-sınai komplexi bu olguyu vurgulamaktadır.

Dünyanın hala en büyük patronu olan ABD, Ukrayna somutunda da görüldüğü gibi, başını Alman emperyalizminin çektiği AB’yi baskı altında tutarak hegemonyasını dayatmaktadır. ABD’nin Rusya’ya dönük yaptırım kararlarına AB’nin yarı-gönüllü olarak boyun eğmesi bu gerçeği göstermektedir. Ki Alman emperyalizmi dünyanın yeniden paylaşımını talep eden genç ve yükselen emperyalist bir güçtür ve NATO içinde de Amerikanın başlıca rakibidir. ‘’AB ordusu kurma’’ politikası aynı zamanda AB’nin, özelikle de AB’nin önde gelen aktörleri olan Almanya ve Fransa’nın ABD ile rekabetinin ifadesidir. Gelecekte AB’nin alacağı biçimler ya da dağılışı Alman emperyalizminin yükselişini engellemeyecektir. Zaten AB askeri bir cücedir. Kendi başına askeri kolektif bir dev haline de gelmesi olanaklı değildir.

NATO ittifakı, ABD patronluğunda emperyalist askeri saldırgan bir pakttır. Ancak bu askeri pakt, uzun vadede ya dağılmaya ya da biçimsel bir pakt olarak kalmaya mahkumdur.

Alman emperyalizminin askeri gücü şimdilik zayıftır. I. ve II. emperyalist dünya savaşlarının deneyimlerinin gösterdiği gibi Almanya gelecekte askeri gücünü hızla geliştirme yeteneğine ve olanaklarına sahiptir. 21. asrın gerçeklerinden birisi de Almanya’nın güçlü silahlı bir dev haline gelecek oluşudur. Alman emperyalizmi Ukrayna krizini fırsata dönüştürmeye başladı. Askeri bütçesini olağanüstü arttırma, dışarıda daha etkin askeri müdahalelerde bulunma yönelimi bunu göstermektedir.

Rusya Putin’le birlikte toparlandı ve gelişimini sürdürmektedir. Ekonomik gücü zayıf olan Rusya özellikle askeri büyük bir güçtür. Rusya her zaman dikkate alınacak bir güç olacaktır. Ancak gelecekte ne Çin ne de Almanya gibi belirleyici bir rol oynayamayacaktır. Rusya ve Çin aynı ittifak içerisinde yer almakla birlikte, Rusya uzun vadede Çin’le başlı başına rekabet edecek bir güç değildir. Emperyalist çıkarları bu iki devletin işbirliğinin temelini oluşturmaktadır. Çin ekonomik bir dev, Rusya hala askeri bir devdir. Gelişimi içinde Çin dünyanın en önemli askeri gücü ya da güçlerinden biri olacaktır. Emperyalistler arası hegemonya ve rekabetin ekonomik ve siyasal alanda sınırlı kalmadığını, belli başlı emperyalist devletlerin, özellikle de genç ve yükselen emperyalist devletlerin hızla devasa bir askeri güce dönüşeceğini biliyoruz.

Dünyanın rekabet mücadelesi Asya-Pasifik bölgesine kaymaktadır ve bu olgu, giderek daha çarpıcı biçimler alacaktır. Belli başlı emperyalist devletler ‘’Avrasya stratejisi’’ne sahiptir. Küresel emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesinde diyelim ki 90’lardan bu yana Asya giderek öne çıkmaktadır. Bu bölgede Çin dört bir yanda gelişmekte, etki gücünü yaymaktadır. ABD’de de Asya-Pasif hattında mevzilerini sağlamlaştırma, hegemonya mücadelesinde buna göre pozisyon almaktadır. Son olarak 2021 sonbaharında ABD liderliğinde İngiltere, Avusturya tarafından imzalanan anlaşma da (AUKUS) bunun göstergelerinden birisidir. Nükleer denizaltılarında kullanılan teknolojinin paylaşımını da içeren anlaşmayı Çin protesto etti. Ki ABD’nin Avustralya'da dört askeri üssü bulunmaktadır. Bu proje ile Avustralya sekiz nükleer denizaltısına sahip olacak. ABD Hint-Pasifik ülkeleriyle çok yönlü ilişkiler sistemini geliştirmeye yoğunlaşmış durumda. ABD Çin’e karşı Hindistan ile kurduğu ittifaka özel önem vermektedir. ABD, Japonya, Avustralya, Hindistan arasında kurulan blok ve imzalanan bir dizi anlaşma; ABD’nin Japon emperyalizminin (II. Dünya Savaşı’nın ardından konulmuş olan) anayasal kısıtları çiğnemesini teşvik ederek silahlandırması Amerikan emperyalizminin stratejisinin etkin yansımalarıdır.

Çin, ABD’nin 21. yüzyılda baş düşmanıdır. ABD özellikle Çin’i hedef alan bir jeopolitik çizgide yürümeye devam edecektir. Neo-faşist Biden yönetimiyle birlikte bu politikanın daha etkin hale geldiği açıktır.

‘’Doğu bloğu’’nun çöküşünden sonra ABD ve Almanya’nın öne çıkışıyla pek çok ülke Batı emperyalizmine bağımlı ülkeler haline getirildi ve NATO genişletildi. Eski SSCB müttefiki Çek, Macaristan, Polonya, Bulgaristan, Romanya, Karadağ, Kuzey Makedonya, Slovenya, Estonya, Letonya, Litvanya, Slovakya, Arnavutluk gibi ülkeler NATO üyesi yapıldı. NATO saldırısıyla Yugoslavya paramparça edildi. Rusya’nın çekilmesinden sonra ABD Afganistan’ı işgal etti. 2014 yılında neo-Nazi bir darbeyle Ukrayna ele geçirildi. ABD ve NATO Ukrayna ve Gürcistan’ı da NATO üyeliğine çekerek Rusya etrafındaki kuşatma ve baskıyı yoğunlaştırma hattında yürümek istedi.

ABD, AB, NATO’nun yayılması, Rusya’yı kuşatması, Orta Asya ve Kafkaslar’ı ele geçirme operasyonları, ‘’renkli devrimler’’ gerçekleştirmesi yalnızca Rusya’yı değil, Çin’i de rahatsız eden gelişmelerdi. Aslında izlenen saldırgan yayılmacı politika Rusya ve Çin’i kuşatma, demir bir mengenin içine hapsetme; keza olanaklı olduğu ölçüde içeriden parçalama (mesela Çin’in Sincan özerk bölgesini hatırlayalım); radikal İslami terörist çetelerin kullanılması gibi olgularda da göz çıkarmaktadır. Rusya üzerindeki ABD ve müttefiklerinin baskısı Çin üzerindeki baskı ve kuşatma politikasını içeren ve geliştiren bir politikadır. Uzun vadede en önemli ve belirleyici olan Çin’in gelişiminin duraklatılması, geriletilmesi, etkisizleştirilmesidir ancak bu politikanın yükselen bir güç ve geleceğin bir numaralı süper devleti olmaya aday Çin’in gelişimini engelleyemeyeceğinin altı çizilmelidir. Kapitalizmin eşitsiz ekonomik ve politik gelişme yasası dün olduğu gibi bugün de nesnel karakterini dayatmaktadır...

Rusya’nın Ukrayna işgali, Amerikan emperyalizminin ve müttefiklerinin çevreleme, Rusya’nın çevresini NATO üyesi devletlerle kuşatma politikasına dur demesinin açık ifadesidir. Rus emperyalizmi NATO’nun Doğuya doğru genişletilmesine karşı açık ve kesin restini çekmiş durumda. Rusya’nın emperyalist işgali, aynı zamanda, eski etki alanlarında yer alan Gürcistan, Azerbaycan vb. devletlere haddinizi bilin, kırmızı çizgiyi geçmeyin uyarısıdır. Ki Çin ve İran Rusya’ya desteklerini açıkladılar.

ABD ve NATO, uzun bir dönemden beri, sınır tanımayan demagoji, manipülasyon ve provokasyonlarla Rusya’yı kışkırtmaktaydı. Aslında ‘’Minsk Anlaşması’’nı her gün, her saat çiğneyen ABD, neo-Nazi yönetimiydi. 2014 yılında Ukrayna’da yapılan seçimler bilakis AGİT (‘’Avrupa Güvenlik İşbirliği Örgütü’’) tarafından onaylanmıştı. Buna karşın, uzun yıllardan beri ABD-CİA (ve müttefiği devletler) tarafından hazırlanan ve gerçekleştirilen Nazist darbe (Ki Nazizim emperyalizmin ürünüdür) ile seçimle gelen Ukrayna yönetimi devrildi. Bu faşist darbe, her fırsatta ‘’demokrasi demokrasi’’ diye yırtınan ve dünya kamuoyunu maniple eden ABD’nin, AB’nin aşağılık yüzünü sergileyen binlerce örnekten sadece birisidir. Savaşı kışkırtan dünya halklarının baş düşmanı Amerikan emperyalizmi ve NATO olmuştur. Bu gerçeğin altı çizilmelidir.

ABD, Rusya’nın burnunun dibinde bir NATO, ABD uşağı devlet istemediğini, bunun Rusya’nın kırmızı çizgisi olduğunu çok iyi bilmekteydi. Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesinin baş sorumlusu Amerikan emperyalizmi ve neo-Nazist yönetimdir. Bu gerçekler vurgulanmadan tek taraflı yapılacak propaganda Amerikan emperyalizmine, NATO’ya ve AB emperyalizmine hizmet edecektir. Amerika Rusya’yı saldırgan devlet göstermek için küresel çapta aylardan beri kapsamlı psikolojik hareket örgütledi. Rusya’ya dönük askeri, politik, ekonomik baskılarını yoğunlaştırdı, bir yıpratma saldırısı gerçekleştirdi. Tüm tarihi boyunca on milyonlarının kanını dökmüş, ülkeleri sömürgeleştirmiş, yer altı ve yer üstü kaynaklarını yağmalamış, askeri faşist darbeler örgütlemiş Amerikan emperyalizminin Afganistan’a, Yugoslavya’ya, Irak’a, Suriye’ye, Libya’ya, Somali’ye dönük saldırıları, işgal ve yıkımı henüz çok canlı olarak belleklerde durmaktadır ve bugün de dünya halkları ABD’nin, Batı emperyalizminin iki yüzlülüğünü daha iyi görmektedir.

ABD ve AB, şimdi öteki şeylerin yanı sıra ‘’Ukrayna’ya yardım’’ sahtekarlığı ile son derece karlı silah satışlarına başladı; Almanya, AB ve NATO’nun askeri bütçesini arttırma, NATO üyesi ülkelerde silahlanma yarışını kışkırtma ve kendi kamuoylarında meşrulaştırma peşindedir. Ukrayna krizini altın fırsata çevirmek için Balkanlarda, Baltık ülkelerinde askeri üslerini geliştirme, asker yığma, söz konusu ülke ve bölgeleri sıkıca denetimine alma operasyonları örgütlenmektedir. ABD, fırsattan istifade Batı Avrupa’ya da yeni asker göndermek için harekete geçti bile.

Ukrayna işgali ABD’ye NATO birliğini sıkılaştırma olanağı verdi. NATO Liderler Zirvesi’ne NATO üyesi olmayan Finlandiya ve İsveç’in katılması da önemli bir gelişmedir. Putin’in komşu ve bölge devletlerine dönük tehditinin rantını da ABD-NATO yeme peşindedir.

Rus burjuvazisi, doğası gereği, devrim ve komünizm, Bolşevizm düşmanıdır. Putin’in Lenin’e, Ekim Devrimi’ne dönük saldırgan açıklaması, Ukrayna’nın yapay bir devlet ilan edilmesi, sovyet sosyalist federatif cumhuriyetler birliğini, ulusların sosyalist gönüllü birlikteliğine dayanan Lenin ve Stalin’in teori ve pratiğini mahkum etmesi, Rus burjuvazisinin ve emperyalist Rus devletinin yayılmacı politikasının çıplak sonucudur. Putin ‘’Ukrayna vb. ülkeler Çarlık döneminde zaten bizimdi’’ açıklaması yaparak emperyalist emellerini açıkça dile getirdi. Emperyalist, liberal propagandistler cephesi sahtekarca hep bir ağızdan haykırıyor: ‘’Putin, SSCB’yi yeniden kurmak istiyor.’’ Her iki emperyalist cephe anti-komünizm, anti-Stalinizmde saldırganca birleşmektedir; en nihayetinde uzun vadede en büyük tehlike dünya devriminin zaferiyle emperyalizmin toprağa gömülmesidir çünkü...

Ukrayna işgalini fırsat bilen Macron, Rusya’yı nükleere savaşla tehdit etti. Rusya bu reste rest çekerek, nükleer özel kuvvetlerine özel hazırlık talimatını verdi.

Rusya’nın Ukrayna işgaline karşı çıkılmalıdır. Bu işgal emperyalist bir işgaldir; Rusya haksız bir savaş yürütmektedir.

Evet, 3. bir dünya savaşı tehlikesi yükselmektedir. Bu olgu, 21. asrın yükselen tehlikesidir ve sorumlusu da, I. ve II. emperyalist dünya savaşlarında olduğu gibi, emperyalizmdir.

Ukrayna savaşının nükleer bir savaşa dönüşmesi zayıf bir olasılıktır. Keza yakın gelecekte, yakın bir tehlike olarak 3. bir dünya savaşı da beklenmemelidir; fakat bu süreç, yerel, bölgesel savaşlar vb. biçimde ilerleyecektir, ta ki küresel emperyalist ekonomik ve siyasi rekabetin artık ‘’barışçıl’’ bir şekilde yürütülmesinin olanaklı olmayacağı aşamaya kadar... Emperyalizm var oldukça emperyalist genel paylaşım savaşları kaçınılmazdır. Çağımızda dünya pazarlarını, etki alanlarını, ham madde kaynaklarını, stratejik bölgeleri paylaşmanın tek yolu emperyalist dünya savaşlarıdır. Bugün sürmekte olan emperyalist devletler ve tekeller arasındaki rekabetin nedeni de odağında azami kar yasasının durduğu dünyanın yeniden bölüşümü kavgasıdır.

İki emperyalist blok tarafından yürütülen hegemonya ve rekabet mücadelesinde bir tarafa yedeklenilemez. Gerek Ukrayna’da gerekse de dünya ölçeğinde anti-emperyalist, anti-faşist barışsever kuvvetlerin Ukrayna işgaline karşı mücadelesinin bağımsız devrimci, demokratik-halkçı bir mücadele hattında geliştirilmesi yakıcı bir gündemdir

Emperyalizmin, öncelikle de Amerikan emperyalizminin güdümündeki besleme sivil paralı orduyu oluşturan ‘’Sivil toplum örgütleri’’nin dezenformasyonu da dahil manevralarının da açığa çıkarılıp teşhir edilmesi yakıcı bir diğer görevdir.

Neo-Nazi Ukrayna devletinin işgale karşı vermeye çalıştığı mücadele desteklenemez. Bu mücadeleyi ancak Ukrayna proletaryası ve halkı verebilir. Ukrayna devleti ve hükümeti, işgalin sorumluluğunu taşımaktadır. ABD ve NATO’ya güvenerek maceracı saldırgan bir politika uygulayan Nazi yönetiminden hesap sormak Ukrayna işçi ve emekçilerinin görevidir. Proleter enternasyonalizmin bir gereği olarak desteklenecek tek mücadele Ukrayna halkının haklı mücadelesidir. Bu iki cephe arasındaki sınır çizgisinin bulanıklaştırılmasına karşı mücadele yürütmek devrimci bir yükümlülüktür. Ne Putin ne NATO, ne Amerika ne Rusya ne de Ukrayna Nazi rejimi.

Açık ki, Amerikan emperyalizmi, diğer batılı emperyalist devletler, NATO, Ukrayna halkını emperyalist çıkarları için aslanın ağzına atmıştır. Neo-Nazi Ukrayna devleti Amerşkan emperyalizminin ve NATO’nun basit bir aleti olmayı kabul etmiş, suçlarına daha ağır suçlar eklemiştir. ‘’İnsan hakları’’, ‘’demokrasi’’, ‘’ulusal bağımsızlık’’, ‘’uluslararası demokratik hukuk’’ gibi argümanlar emperyalizm için sadece çıkarlarından ibarettir. Emperyalizm hiçbir zaman proletarya ve halklara demokrasi, bağımsızlık getirmez, vermez; bunların elde edilmesinin tek yolu, emperyalist ve işbirlikçi rejimleri yıkacak devrimlerin zaferidir, dahası sosyalizmin zaferidir.

Gerek Rusya’da gerekse de dünya ölçeğinde gelişmekte olan anti-emperyalist işgal karşıtı kitle hareketi son derece değerli ve öğreticidir.

Günümüzde anti-emperyalist hareketle anti-kapitalist mücadele daha fazla iç içe geçmiş durumdadır. Proleter sosyalist açıdan anti-faşist, anti-emperyalist mücadelenin sosyalist perspektifle ele alınması yaşamsal önemdedir. Dünyanın gidişinden de görmekte olduğumuz gibi, militarizme, yükselen emperyalist savaş tehlikesine, gelişmekte olan faşizme karşı demokratik hak ve özgürlüklerin gaspına karşı mücadele daha da keskinleşen bir gündem olacaktır.


Birkaç söz de Türkiye üzerine.

ABD ve NATO, Ukrayna’nın işgalini Montrö Anlaşmasını etkisizleştirmek, Karadeniz’e yerleşmek, Karadeniz üzerinden Rusya’yı sıkıştırmak için baskı aracı olarak kullanmaktadır; ki Türk egemen sınıfları içerisinde de bunu talep eden kesimler ve eğilimler var. Başlamış olan ‘’Putinciler ile Ukraynacılar’’ saflaşması bu olguyu yansıtmaktadır. ABD ve AB, Rusya’ya dönük yaptırımları dinci faşist Erdoğan rejimini Rusya’yla olan ilişkilerinden uzaklaştırmak için kullanmaktadır.

Saray rejimi, ABD, NATO politikasını desteklemekle birlikte şimdilik araya göreli bir sınır çizmektedir. Montrö Anlaşması’na bağlı kalacağı açıklaması bu tutumun bir ifadesidir. Erdoğan rejimi Rusya’nın doğrudan hedefi haline gelmek istememektedir. İstese bile Rusya ile geliştirdiği ekonomik, siyasi, askeri ilişkileri, Suriye, Libya’daki yaşadığı sorunlar da dahil, bir anda kesip atamaz. Faşist diktatörlük, iki güç arasında manevralar yaparak, zaman kazanmaya çalışarak, bazı kazançlar elde ederek süreci atlatmaya çalışacaktır. Sözgelimi, Ukrayna krizini Suriye’de, Libya’da Rusya (ve ABD) karşısında el yükseltmenin, ciddi tavizler koparmanın imkanı olarak kullanmaya çalışacaktır.

Kapitalizmin orta ölçekte geliştiği ülkelerden olan Türkiye Cumhuriyeti, kendisini tek yanlı olarak ABD’nin savaş arabasına koşmak istememektedir. Emperyalist hegemonya ve rekabetin ağırlıklı olarak kaydığı ve kaymaya devam edeceği Asya-Pasifik gerçeğini görmektedir. Gelecek bakımından Asya-Pasifik jeo-politikasından dışlanmak istememektedir. Asya ülkeleri yükselen kapitalist pazarlardır. 21. yüzyılın kalbi Asya’da atmaktadır. Türk burjuvazisi ve devleti bu gerçeğin kendilerine sağlayacağı avantajları değerlendirmek hedefindedir. Bundan dolayı Çin ve Rusya’yı Amerika’dan daha keskin Amerikancılık sergileyerek karşısına alamaz. Türk işbirlikçi tekelci burjuvazisi emperyalistleşme hırsıyla yanıp tutuşmaktadır. Bölgesel yayılmacı bir devlet olarak gözü daha geniş ve uzak pazarlara bakmaktadır. Çok kutuplu dünyanın daha keskinleşerek gelişeceğini, bunun kendisine bazı yeni manevra imkanları sunacağını düşünmektedir. Anlık çıkarlara kapılarak kendi gelişmesinin önünü kesmek istememektedir. Yani 50’lerin, 60’ların, 70’lerin Türkiyesi yok ve dünya jeopolitikası da yeniden şekillenmekte ve Türk kapitalizmi tüm bağımlılık ilişkilerine karşın, dış pazarlara doğru daha fazla açılmakta; Batılı emperyalist dünyayla olan ilişkilerinde otomatik emir-komuta ilişkisini kabul etmemektedir. Türkiye’nin ekseni henüz değişmemiştir ve bu eksen Batı eksenidir.

Görülen o ki, diktatörlük Ukrayna yangının merkezine kendi sınırlarını zorlayarak, Rusya’yı doğrudan karşısına alarak atlamayacaktır. Sürecin gelişimine bağlı olarak yönelimini kuracaktır. Fakat keskinleşen çelişkilerin Saray rejiminin manevra alanlarını daralttığı gerçeği de vurgulanmalıdır.

Kılıçdaroğlu’nun ‘’Biz NATO’nun bir parçasıyız’’, ‘’NATO demokrasinin güvencesidir.’’ açıklamalarından da görülebileceği gibi iktidarı ve muhalefetiyle burjuva partiler hep birlikte emperyalist dünya sisteminin bekçileridir. NATO’yu demokrasinin güvencesi ilan edenlerden demokrasi vs. beklemek saçmalıktan ibarettir.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder