Türk burjuva devleti, ‘’Kış Kartalı Harekatı’’ adı altında bir kez daha Kürdistan’da imha seferine çıktı. Derik, Şengal ve Maxmur kampı savaş uçaklarıyla bombalandı. Yüzlerce sivil ve gerilla şehit düştü. İşbirlikçi Türk burjuva devleti ve Erdoğan her sıkıştığında, Kürdistan’ın dört bir yanını bombalamakta, askeri harekatlar örgütlemekte. IŞİD, ÖSO, öteki radikal İslami terörist çeteleri Kürdistan’ın üzerine sürmekte; ki bu çetelerin arkasında öncelikle de Türk faşist rejimi var.
IŞİD tarafından Kobani’de gerçekleştirilen hapishane baskını, Maxmur’un, Şengal’in, Rojava’nın bombalanması; HDP’ye ve devrimci kuvvetlere dönük linç harekatı, HDP Milletvekili Semra Güzel’in dokunulmazlığının TBMM Anayasa ve Adalet Karma Komisyonu tarafından kaldırılması, İstanbul Beyoğlu’nda Kürtçe türkü söylediği için darp edilen sokak müzisyenleri; Batıda işçi ve emekçi direnişlerine, kitle hareketlerine saldırılması, işçilerin direniş ve grevlerinin üzerine panzer ve polis sürülerinin sürülmesi, aydınların ve sanatçıların dilinin kesileceği tehditleri ve peş peşe gelen yüklü zamlar, hızla büyümeye devam eden işsizlik canavarı...
Bütün bu saldırılar aynı merkez, Türk sermayesi ve sömürgeci faşist politik rejim tarafından örgütlenmektedir.
Kürdistan’nın dağı, taşı, kenti, köyü bombalanıyor. Bombalanan Maxmur Kampı sözde BM’nin koruması altında. Ama ABD’nin, AB’nin, BM’nin, Rusya’nın, KDP’nin, Irak ve Suriye’nin sesi çıkmıyor. Gerçekte bu burjuva devletler, Kürt katliamının suç ortakları. Dört devlet arasında paylaşılmış Kürdistan’ın ve Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı emperyalist devletler ve bölgesel devletler tarafından birlikte engelleniyor.
Tarihsel ve politik olarak meşru Kürt direnişi ve Kürt ulusunun hakları söz konusu olunca, Fars, Arap, Türk gericiliği, aralarındaki düşmanlıkları adeta unuturcasına birleşmektedir. Kürt ulusal demokratik hareketine, Kürt halkının direniş ve ulusal ayaklanmasına karşı kirli, haksız, sömürgeci savaşı tırmandırmaktadır.
Tüm baskı, kuşatma, saldırılara karşın Kürt halkı ve yurtsever hareket her cephede ağır bedeller pahasına kahramanca direnmeye devam etmekte. Rojava ayakta. Kandil ayakta. Şengal ayakta. Özgür alanlar ayakta... Gerilla ayakta.
Kürt halkı asla teslim olmayacaktır.
Kürt sorunu bölgesel bir sorun olmaktan da çıkarak uluslararasılaşmış durumda. Ve bugünün Kürdü, dünün Kürdü değildir; köprülerin altında çok sular aktı... Uluslararasılaşmış Kürt sorunu çözüm gücünü daha fazla dayatıyor. Ortadoğu’daki fay hatları çoktan harekete geçmiştir. Kırılan en önemli fay hattı Kürt sorununda somutlaşıyor. Kürtler, tarihsel haksızlığa karşı direniş bayrağını daha fazla yükseltiyor. Kürt halkı Arap, Fars, Türk halklarıyla ısrarla kardeşleşmeye çalışıyor. Bu dirayet az ya da çok karşılık bularak gelişiyor.
Türkiye’de dinsel faşist bir diktatörlük var. Dinsel faşist diktatörlük AKP-MHP ittifakına dayanmaktadır. Sömürgeci, ırkçı, şoven, militarist bir diktatörlükle karşı karşıyayız. ‘’Tek millet’’, ‘’Tek devlet’’, ‘’tek dil’’, ‘’tek bayrak’’, ‘’tek mezhep’’ (sunni İslam) sloganlarında dile gelen olgu, sermaye diktatörlüğünün iç ve dış politikasına damgasını basıyor. Devletin AKP’lileşmesi, AKP’nin devletleşmesi... Devlet içi çatlakların büyümesi. AKP’nin bir tür MHP’lileşmesi, MHP’nin bir tür AKP’lileşmesi... Politik rejimin krizinin keskinleşmesi.
Batıda faşist iç savaş taktikleri ve dinmek bilmeyen faşist devlet terörü. Dış politikada yayılmacı, ilhakçı, sömürgeci saldırganlık...
Meclisten geçen saldırı ve işgal tezkereleri. Türk devletinin her geçen gün komşu ve bölge ülkeleri ve halkları için daha büyüyen saldırgan bir tehdit haline gelmesi. Ortadoğu’da, Balkanlar’da, Orta Asya’da, Ak Deniz’de, Afrika’da, Kürdistan’ın dört parçasında olan bitenler içerisinde Türk sermayesi ve devletinin, Erdoğan rejiminin kanlı eli, barbar saldırıları ve provokasyonları var. Avrupa’da suikastlar peşinde... Ölüm listeleri piyasada elden ele geçiyor.
Anayasa, yasa, hukuk falan filan hak getire. Olağanüstü hal yönetimi ve kriz yönetim modeliyle Türkiye yönetiliyor. Tam bir kuralsızlık kural haline gelmiş. Sömürgeci haksız savaş tırmandırılıyor. Devlet terörüne dinsel gerici eğitim ve kültürün yoğunlaştırılıp kurumsallaştırılarak geliştirilmesi eşlik ediyor. Toplumsal yaşam her alanda dinselleştiriliyor. Erdoğan rejimine karşı çıkan herkes, her muhalefet ‘’terörist’’, ‘’kafir’’, ‘’vatan haini’’, ‘’dış güçlerin uzantısı’’ vs. ilan ediliyor. Elebaşı da Erdoğan celladı.
Para-militer ticareti, uyuşturucu, fuhuş ticareti, kirli paranın aklaması, rant paylaşımı, mafyalaşmış Saray rejimi tarafından örgütlenip yönetiliyor. Türk devleti ve Erdoğan rejimi, küresel uyuşturucu ağının merkez ülkelerinden birisi. Afganistan havaalanının ‘’güvenliği’’nin korunması adına iştahla üstlenilmesi boşuna değildi. Türkiye Cumhuriyeti uluslararası planda Narko Devlet, mafya devlet olarak anılıyor. Batıda olduğu gibi özellikle de Kürdistan’da uyuşturucu ve fuhuş, terör ihracı doğrudan Erdoğan rejimi tarafından yönetiliyor. ‘’Milli ve ahlaki değerler’’ denen şeyler bu tabloda somutlaşıyor. Arkasında sermaye, öncelikle de dinci sermaye var. Bu politikalar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin politikaları. Burjuva partiler, aralarındaki iç dalaşa karşın, devlet politikası etrafında enerjik bir tarzda birleşmiş durumda. Devlet deyince akan sular duruyor onlar için. Çünkü hepsi sermaye ve devlet partisi, devletin partisi. Erdoğan’ın en büyük avantajlarından birisi de burjuva ‘’muhalefet’’tir. Muhalefet adına, ana muhalefet adına gevezelik yapan partiler Erdoğan iktidarının süregelmesinde en büyük destekçileri. Onlar muhalefet değil, ‘’muhalefet’’ oyununu oynamakta.
Bunlar Türk sermayesinin, burjuva devletinin ve faşist politik rejimin çirkef gerçekleridir. Türk halkının ulusal onur ve gururu da ayaklar altında.
Kürdistan’da sürmekte olan sert ve yaygın mücadele ve direnişler. Batı’da gelişme istidadı gösteren işçi sınıfın ve emekçilerin, kadınların, gençlerin mücadelesi.
Yıpranan, kitle temeli daralan, güç kaybeden AKP, MHP ittifakı ve politik rejim gerçeği.
Ekmek ve özgürlük kavgasının iç içe geçerek ilerlemesi. Politik özgürlük isteğinin bütün sömürülen toplumsal sınıf ve tabakaların, kadınların, ezilen ulus, ulusal topluluk, inançların, LGBT+’ların ortak talebi olarak yükselmeye devam etmesi.
Emperyalizme bağımlı kapitalist sistem, Türk sermaye egemenliği, faşist diktatörlük yaşadığı toplumsal ve siyasi krizin, ağır ekonomik sorunlarının faturasını coğrafyamızın işçi ve halklarına ödetiyor. Buna karşın, halkların, işçi sınıfının siyasal ve toplumsal öfkesi büyüyor, mücadele isteği değişik eylem biçimleriyle açığa çıkıyor. Birikmiş toplumsal tepkilerin nasıl ve zaman patlayacağını bilmiyoruz ama herhangi bir şey buna vesile olabilir. Sorun devrimci öncü kuvvetlerin zayıflığında...
Egemen sınıfları saran ‘’sosyal patlama’’ korkusu. Bu korkunun en büyüğü de Kürt halk direnişinin Türk halkının mücadelesiyle birleşmesi ve bir çığ gibi diktatörlüğü altında bırakma olasılığıdır. Suruç, Ankara katliamları; HDP, Doğu ve Batıdan 6 milyon oy alınca, AKP tek başına hükümet kuramaz hale düşünce seçimlerin iptal edilmesi; memleketin dört bir yanına kayyum atamaları; Kürt halkının ulusal demokratik direnişiyle Türk halkının, Batıdaki işçi ve emekçilerin mücadelesinin birleşme ve büyüme olasılığı karşısında gerçekleştirilen katliamlar ve saldırılardı.
Sömürgeci faşist diktatörlük Türk ulusundan işçi ve emekçi kitleler, öncelik de ileri katmanlarında gelişen barış talebinin farkında. Kürt halkının Türk halkına uzattı barış eli onları derinden ürkütüyor.
Bu korku bugün daha fazla büyümüş durumda. Bu korku ‘’Cumhur ittifakı’’ ile ‘’Millet ittifakı’’nın büyümekte olan ortak korkusudur. CHP liderliğindeki ‘’Millet ittifak’’nın ‘’provakasyona gelmeyin, bizi sokaklara çekmek istiyorlar’’ ikiyüzlü manevrasının arkasına sığınması, kitleleri manipüle etmesi tesadüfi değildir. Sokak onların en büyük korkusudur. Halklara, işçi sınıfına, (biçimsel olarak bile işlevini yitirmiş sözde) parlamentoda esip gürleyerek ‘’muhalefet’’ yapıyoruz, ‘’sizi biz kurtaracağız, oturun oturduğunuz yerde’’ deniyor. Çünkü sokakların hareketlenmesi, dolup taşması kitlelerin bağımsız devrimci, demokratik insiyatifinin gelişmesi, faşist terörün püskürtülmesi, kitle hareketinin devrimci öncüyle birleşmesinin yoludur. Faşizm bunun farkında. Sözde muhalefet bunun farkında. Bütün işleri, proletarya ve halkların devrimci mücadelesinin gelişmesini önlemektir. Bir yandan azgın faşist terör, dizginsiz yoksullaştırılan emekçi kitleler, emperyal dış politika, sömürgeci savaş, diğer yanda sözde muhalefetin pembe yalanları, sessiz kalın demagojisi birbirini tamamlıyor. ‘’Demokrasi’’, ‘’parlamenter rejime geri dönüş’’ vaadiyle geniş kitlelerin aldatılması. Açık ki sağıyla, ‘’sol’’uyla sermaye ve burjuva partiler cephesi hep birlikte faşist terör, saldırgan, yayılmacı, ilhakçı politika üzerinde birleşiyor. ABD, AB vb. gibi emperyalist merkezlerde Erdoğan diktatörlüğünün arkasında. Herkes oyununu oynuyor. Her bir taraf kendi ekonomik, siyasi, askeri çıkarlarına oynuyor. Arada Kürt halkı, emekçi kitleler eziliyor.
Çözüm sömürgeci faşist diktatörlüğün yıkılmasında.
Çözüm politik özgürlüklerinin kazanılmasında.
Çözüm Kürt ulusunun başta ayrı devlet kurma hakkı olmak üzere tüm ulusal haklarının tanınmasında.
Türk ulusunun egemen ve ayrıcalıklı ulus olmaktan çıkarak Kürt ulusuyla eşit ve özgür birlikteliğini kurmasında.
Çözüm, sömürgeciliğin tasfiyesinde. Bölgesel çapta, dört parça Kürdistan’da sömürgeci boyunduruğun kırılmasında. Çok uluslu bir ülke olan Türkiye’de ve Ortadoğu’da ulusların ve dillerin eşitliğine dayanan demokratik devrimci federasyonun kurulmasında...
Politik özgürlüklerini kazanamayan bir halk her bakımdan ezilmeye mahkumdur. Ve politik özgürlüklerin kazanılması, devrimin zafer tacı giymesinden geçmektedir.
Bu çözümler ancak ve ancak büyük devrimci kavgalardan geçerek başarıya ulaşabilir. Hak verilmez, alınır. Sokaklar fethedilmeden ilerlemek de mümkün değildir. Türkiye devrimci ve komünist hareketinin misyonunu yerine getirmesi, Batı’da açılacak ikinci bir cepheyle halkların kardeşleşmesi yolunda militanca yürümekten geçiyor. Kürt halkı ve direnişi etrafındaki kuşatma kırılmalıdır. Rojava’nın tanınması için iç, bölgesel, uluslararası arenada güçlü bir politik kampanya yürütülmelidir.
İleri sıçramak için devrimci imkanlar potansiyel olarak vardır; bütün mesele bu potansiyeli realize etmede; bunun için ilerici sol, devrimci-demokratik sol, komünist sol ve yurtsever hareketin en geniş mücadeleci birlikteliğine ihtiyaç var. Böyle bir militan demokratik, halkçı, devrimci birleşik cephe, halkların birleşik mücadelesinin yolunun açılması ve sıçraması için yaşamsal önemde. Ortak düşmana karşı ortak mücadele yakıcı bir sorundur. Bu doğrultudaki olumlu ilerlemeler henüz yetersiz. Bu bakımdan da daha güçlü bir irade ve duruşa gereksinim var. Bu doğrultudaki başarısı beş-on grubun, partinin vb. bir araya gelmesiyle ölçülemez. Başarıdaki ölçüt, geniş kitlelerle birleşmede, proletaryanın, halkların, anti-faşist eylemsel seferberliğinde somutlaşması gerekir.
Gerici ‘’Millet ittifakı’ da gerçek çözümlerin engelidir ve engeli olmaya da devam edecektir. Sermayenin ve devletin, burjuva partilerin hiçbir kanadından özgürlükçü bir çözüm beklenemez. ‘’Millet ittifakı’’nın hükümet olması durumunda rötuşların dışında, var olan sömürgeci faşist politik rejimi değiştirmesi beklenmemelidir. Her şey Türkiye ve Kürdistan halklarının devrimci anti-faşist mücadelesine bağlıdır. Karşı devrim cephesindeki iç parçalanmalardan yararlanabilmenin de ön koşulu budur. Hatırlatmaya gerek yok: Bunlar hep birlikte işçi sınıfının, Kürt halkının, Türkiye halklarının, Ortadoğu halklarının düşmanlarıdır.
Seçimlere endeksli, parlamenter hayallerle sınırlı bir mücadeleyle herhangi bir temel ve güncel hak kazanılamaz. Aslında geniş kitlelerin çözüm merkezi olarak parlamentoya inandığı da pek söylenemez. ‘’Başkanlık sistemi’’, ‘’tek adam diktatörlüğü’’yle zaten pek bir işlevi olmayan meclis, incir yaprağı rolünü de oynayamaz hale getirildi. Kürt halkı bunun farkında. Türk halkı da (daha geriden gelerek) öz deneyimleriyle bu gerçeği gitgide daha fazla fark etmektedir.
Evet, bütün legal imkanlar son kırıntısına kadar değerlendirilmelidir ama tümüyle meşru zeminde, mücadele yasal sınırlara hapsedilemez. Parlamento içi mücadele ve ilerici muhalefet parlamento dışı mücadeleye bağlı olarak geliştirilmek zorundadır. Elebaşı Erdoğan ve dinsel faşist diktatörlük HDP’yi ehlileştirmek istiyor. HDP’ye sokaklarla, yurtsever hareketle kendi arana sınır çek ve parlamenter gevezeliklerle yetin diyor. Bu dayatmanın amacı açık. Diktanın ağır saldırılarına karşın, HDP, Kürt halkıyla, işçi ve emekçi hareketiyle, sokaklarla bağını kesmemesi, tüm yetersizliklerine karşın, bu çizgide direnmesi değerlidir. Kürt liberal burjuvazisinin HDP içinde etkili hale gelememesinde HDP’nin hali hazırdaki yönelimi önemlidir ama bu bağlamda belirleyici olan Kürt halkının ve yurtsever hareketin direniş ve mücadelesidir. Bu mücadele HDP’ye direniş ruhu taşıyor, HDP içi pasifist, teslimiyetçi eğilimlerinin gelişmesine karşı temel engeli oluşturuyor. HDP içerisindeki bu mücadele süre gidecektir burjuvazinin HDP’yi ehlileştirme operasyonu da...
Tek yol özgürlük, devrim ve sosyalizm mücadelesini yükseltmekten, öz gücüne güvenerek savaşmaktan geçmektedir. Kürt halkının kazanımlarını, Rojava devrimini sahiplenmeyen, Türk işçi sınıfı ve kitlelerinde egemen olan şovenizmle mücadele etmeyen akımların ise bir geleceği yoktur. En fazlasından CHP’nin solu sayılırlar. Ne CHP’den ne de CHP’nin solu işlevini gören SOL Parti, TKP gibi akımlardan proletarya ve halklara bir hayır yoktur. Hatırlatmaya gerek yok ki, reformizm, sosyal reformizm düzenin, egemen sınıfların yedek lastiği, emniyet sibobudur. Bu sibobun patlatılması halkların lehinedir. ‘’Şu Donald Trump gitsin de ne olursa olsun’’ diyenler gibi, ‘’şu Erdoğan gitsin de ne olursa olsun’’ diyemeyiz. Demokratik, halkçı, anti-faşist devrimci bir cephenin geliştirilerek öne çıkmasını başarmak için savaşılmak gerekiyor. CHP, İyi Parti gibi partiler demokrasi cephesinin unsurları olamaz. CHP ve ‘’Millet ittifakı’’ hakkında ise en küçük hayalin yayılmasına karşı ısrarla savaşılmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder