29 Mayıs 2024 Çarşamba

“YARATICI MARKSİZM”... IV. BÖLÜM

 

YARATICI MARKSİZM”...

IV. BÖLÜM


BAŞ TEHLİKE DOĞMATİZM DEĞİL SOL LİBERALİZMDİR

Gerek coğrafyamızda gerekse de uluslararası arenada devrimci ve komünist hareketin baş düşmanı dogmatizm değil başta “Marksizm” maskesi takmış biçimleri olmak üzere sol liberalizmdir. “Yaratıcı Marksizm”, dogmatizme”, “muhafazakarlığa”, ideolojik-teorik tutuculuğa”, ilkesiz ayrılıkçılığa” karşı mücadele, “ideolojik, programatik çerçevesi aşılmış, eskimiş 20. yüzyılın Marksizmi”, “21. yüzyılın Marksizmi”, “küreselleşme ve ezilenler çağı” sloganları başlıca olarak Leninizm’in ve sınıfın, Leninist parti teorisi ve pratiğinin, dünya komünist işçi hareketinin tarihine reddiyenin tasfiyeci parıltılı sloganlarıdır. Bu sloganlar ve propaganda burjuva, küçük burjuva liberal çizgiye geçişi meşrulaştırmanın işlevli aracı olarak kullanılagelmiştir. 1960’ların sonundan itibaren sosyalist olmaktan çıkmış tekelci devlet kapitalizmine dayanan SSCB’nin ve kapitalist/revizyonist kampın 89/91 çöküşünden sonra “uluslararası ideolojik merkezlerin kalmadığı, böylece “eski ideolojik ayrılıkların önemsizleşerek aşıldığı” iddiası daima ideolojik liberalizmi, tasfiyeci oportünizmi meşrulaştırmanın berbat bir aracı olarak kullanılmıştır.

Bernstein de, II. Enternasyonal oportünizmi de, “Frankfurt Okulu” da, Titoizm de, Kruşçev modern revizyonizmi de, Çin revizyonizmi de, post-Marksizm de, “21. yüzyılın sosyalizmi” de, “Kuru Çeşmeciler” de Marksizm-Leninizm’i, UKH’nın tarihsel deneyimini, Lenin ve Stalin’i, Lenin ve Stalin’in sosyalist başarılı inşa deneyimini mahkum ederken öncelikle ve başlıca olarak, “dogmatizme” karşı mücadele sloganlarına sarılmıştılar. Aksini kimse kanıtlayamaz. Bu tarihi bilmeyenler aldatılabilir, yenik solcu tipi, komünist saflardan yükselen Leninizm’i tasfiye eden gerçekyarı-niyetliler”, proletaryanın geçici yol arkadaşları bu slogan ve “açılımlar”ı “Yaratıcı Marksizm” olarak, tasfiyeciliği ve değişik görünümlerini “21. yüzyılın Marksizmi ve sosyalizmi” olarak pazarlayabilirler ama gerçekler unutturulamaz, tarihsel kolektif bellek silinemez. Tasfiyeci sofraya sonradan gelmelerin (“bizim” tasfiyeciler) bu sloganlara sıkı sıkıya sarılarak Marksizm-Leninizm’e saldırmaları, bu sloganların (ve ideolojik-siyasi içeriğinin) mucidi kendileriymiş gibi lanse etmeleri ve bu “açılımlar”ı “yaratıcı Marksist” açılımlar olarak sunmaları da iki yüzlülükten başka bir şey değildir. Çünkü bu slogan ve “açılımlar” “yaratıcı Marksizm” adına Batılı sol liberal aydınlar, yeni tip revizyonizm, post-Marksizm tarafından üretilerek çoktan “sol” piyasaya sürülmüştü. Bu tarihi bilmeyenlerin ya da yüzeysel olarak bilenlerin bu “açılım”ları “yaratıcı Marksist” açılımlar olarak yediklerini de biliyoruz. Acı ama gerçek bu. “Bizim” tasfiyeciler henüz kapağı tasfiyeciliğe atmamışken, Dev-Yol, Kurtuluş vb. eski devrimci örgütlerin “Kuruçeşme”cilik çizgisinde devrimcilikten vazgeçerken bu vb. sloganları, ideolojik ve siyasi çizgileri ortaya koyduklarını da bildiklerini biliyoruz. Biliyorlar ama bilmemezlikten gelme kurnazlığı sergiliyorlar; bu kurnazlığı sergiliyorlar çünkü, takkenin düşmesini, kelin görünmesini istemiyorlar... Hatırlatmak isteriz gerek Birlik Devrimi öncesi gerekse de sonrası süreçte Marksist Leninist Komünistler tasfiyeci fırtınaya karşı ilkeli uzlaşmaz ideolojik mücadele yürütmüştü...

Uluslararası Komünist Hareket’in (UKH) tarihsel evriminin değişik kesitlerinde dogmatik hata ve zaafları olmadı mı? Evet bu zaaflar vardı ama dogmatizm UKH’nın tarihini hiçbir biçimde belirleyip yönetmedi ve sol kılıklı burjuva liberalizmi daima en büyük tehlikeyi oluşturageldi... Lenin’in yaşadığı dönemi geçiyoruz, Stalin döneminde Marksizm-Leninizm yaratıcı bir tarzda geliştirildi. Bir dizi ciddi yetersizliğin, zaafın vb. varlığı ise bu gerçeği çarpıtmanın, inkar etmenin aracı olarak kullanılamaz. “Marksizm” sahtekarlığı ile ortaya çıkarak Leninizm’e ve proletarya diktatörlüğüne karşı savaşan sayısız akımın dün olduğu gibi bugün de Stalin’i ve Leninist çizgisini “dogmatik Marksizm”, “Marksizmin dogmatikleştirilmesi” olarak lanse etmesi tesadüfi değildi. Bugün de uluslararası alanda proletaryanın geçici yol arkadaşları, Leninizm’e ihanet eden tasfiyeciler aynı ya da içerik olarak aynı burjuva güzergahta dolu-dizgin koşmaktadırlar. Bu da tesadüfi değildir...

Daha Stalin yaşarken, 2. Dünya Savaşı’nın gelişimi içerisinde uç veren, savaş sonrası daha belirgin biçimler alan ve en önemli komünist partileri (FKP, İKP, YKP... ) etkileyen sosyal reformizmin, ideolojik liberalizme kayışın bilakis Stalin (ve Kominform) tarafından ilkeli bir tarzda eleştirildiğini, ideolojik mücadele konusu yapıldığı somut olarak biliyoruz. Bilakis SSCB’de sol liberalizm ciddi bir şekilde gelişmiş, sosyalist kampa katılan ülke komünist partilerinde belirgin sağ oportünist, revizyonist, reformist yönelişler güçlü bir tarzda kendisini ortaya koymuştur. Tarihin bu kritik evresinde UKH’yı, sosyalist sistemi tehdit eden ana olgu, sol liberalizmdi. Stalin ölümüne dek bu sürece Marksist-Leninist çizgide müdahale edilmiş ve o gün için liberalleşme ve çöküş engellemiştir. Bu bağlamda Stalin’in en önemli zaafı, görkemli sosyalist inşanın ve zaferlerin gölgesinde gelişen yeni tip küçük burjuva katman olgusunu, parti ve devlet yaşamında gelişen yeni bir olguyu, yeni tip bürokratikleşmeyi bütün derinliği ile görememesidir...

Kruşçevci modern revizyonist karşı devrim ile girilen yolda UKH’nın dağıldığını, SSCB’de yeni tip kapitalist restorasyonun örgütlendiğini; UKH’nin baş düşmanının “dogmatizm” olarak tanımlandığını ve dünya komünistlerine azgınca dayatıldığını biliyoruz.

Dogmatizme karşı mücadele”, “yaratıcı Marksizm”, Leninizm’e dönüş”, “kişi kültüne karşı mücadele”, “çağımızda ortaya çıkan derin değişikler” adına geliştirilen program ve sloganlar altında gerçekleştirilen Kruşçevci modern revizyonist ihanetten sonra ayrışan ve yeniden şekillenmeye başlayan UKH bakımından da esas tehlike dogmatizm değil, modern revizyonizm, sosyal reformizm biçiminde ortaya çıkan tasfiyeci sol liberal akım ve saldırganlıktı. Bu dönemde modern revizyonist ihanete, yeni tip burjuvazinin sol liberal ideolojisine, sosyalizmden kapitalizme geçişine karşı yeniden örgütlenerek mücadele eden UKH’nın gelişmesinin zayıf kalmasında dogmatik, sekter zafiyetlerinin önemli bir rolü olduğunu biliyoruz. Keza Türkiye’de 1970’lerde komünist hareketin doğuş ve gelişme sürecinin istikrarsız ve dogmatizmin etkin olduğu bir tarihsel evreden geçtiğini; 1980 askeri faşist darbesiyle tasfiyeciliğe savrulduğunu; fakat özellikle 1984-85’ten itibaren dogmatizm ve tasfiyecilikle hesaplaşarak geliştiğini biliyoruz...

12 Eylül yenilgisi ve gericilik dönemini unutmuş olamayız. Kapitalist/revizyonist blogun 1998/1991’de çöküşünden sonraki küresel dev tasfiyeci dalgayı unutmuş olamayız. Komünist harekette Marksizm-Leninizm’in yeterince kavranamaması ve uygulanamamasının ürünü olan dogmatik hata ve zaafların etkisi tümden aşılamasa da, bugün de çarpıcı bir tarzda ortaya çıktığı gibi, esas sorun, esas tehlike ve tehdit, ideolojik olarak saldırılması gereken sol liberalizm, post-Marksizm, ezilenci oportünizmdir...

Yeni tip revizyonizmin, post–Marksizm’in etki gücünü ifade eden ve tarihsel revizyonizmden de beslenen ideolojik, teorik, politik, örgütsel–pratik tasfiyeciliğin, Marksizm–Leninizm’e ve devrimci değerlere karşı mücadelesini “dogmatizme”, “mezhepçi Marksizme” karşı mücadele, “yaratıcı Marksizm” sloganlarının ve propagandasının ardına gizlenerek sürdürdüğü koşullarda, ideolojik liberalleşmeye, tasfiyeci oportünizme karşı mücadelenin önde ve belirleyici olması gerektiği açıktır. Bunu reddetmek, revizyonizme, küçük burjuva bürokratik elitist iktidara ve tasfiyeci oportünizme daha baştan teslim olmaktan başka anlamı olmadığı gibi, varılacak yerin de yeni tip liberalleşmede konaklamak olacağını görmek gerekir.

Revizyonizm ve tasfiyecilik özellikle de 50’lerden bu yana süre gelen tarihsel kesitte kapsamlı yıkımlar yarattı.küreselleşme”yle, “Doğu Bloku”nun yıkılışıyla, dünya devriminin yenilgisiyle şekillenerek atağa geçmiş bir akımdan bahsediyoruz. Söz konusu ideolojik liberalizmin devrimci ve komünist saflardaki güncel türevi ise “post–Marksizm”dir...

Bu olgu bir kez daha gösteriyor ki oportünizm ve tasfiyecilik, nerede ve hangi koşullarda ortaya çıkarsa çıksın, tarihsel sürekliliğe ve uluslararası karaktere sahiptir. En nihayetinde, hangi biçime bürünürse bürünsün, hangi koşullarda ortaya çıkarsa çıksın, revizyonizm, oportünizm ve tasfiyecilik, kaçınılmaz olarak doğduğu koşulların ve ortamın özgün karakteristiklerini taşısa da, gerçekte, söz konusu özgünlükler, onun küresel nitelikleri temelinde birleşerek biçimlenir. Lenin’in vurguladığı gibi, “Herkes oportünizmin tesadüfi bir şey olmadığını, tek tek insanların günahı, ihmalkarlığı, ihaneti değil, tüm bir tarihsel dönemin sosyal ürünü olduğunu biliyor” ya da bilmelidir. Günümüzün tasfiyeciliğini, sol liberalizmini değerlendirirken de bu bağlamı kaybetmemek gerekir. Bu bağlamda eleştiri ve değerlendirmelerin şeylerin, savunulan zihniyetlerin, duruşların nesnel bilimsel anlamları üzerinde yükselmesi diyalektik materyalist yöntemin gereğidir. Bütün olguların kendi objektif temelleri üzerinde yükseldiğini unutan ve bilimsel olarak analiz edemeyenlerin komünist falan olamayacağı açıktır.

Altı çizilmelidir: Tasfiyeci oportünist çizgi sürece yayılmış bir tarzda geliştirildi. Birlik Devrimi’nin resmi belgelerinde ifadesini bulan ideolojik-siyasi-örgütsel çizgiyi hemen ve doğrudan değiştirmeye cesaret edemeyen tasfiyecilik fiili manevralara, çifte standarda, eklektisizme dayanarak fiili durumu adım adım yasa katına yükselterek ilerledi. Bu sürece yön veren tasfiyeci bürokratik stratejik önderlik” anlayışı ve “parti tarzı” komünist öncüyü büyük bir oranda Marksizm-Leninizm’den kopardı. Ki, tasfiyecilik tasfiyeci yolda büyük bir kararlılıkla yürümeye de devam etmektedir. Ardına sığınılan ve başlatılmış olan “tasfiyecilik karşıtı” propaganda ise öncelikle yaşanan yapısal krizi ve kendi tasfiyeciliğini örtmenin, hedef saptırarak tasfiyeciliğin ağır yıkım ve suçlarını meşrulaştırmanın aracıdır. Bu bağlamda bazı önemli ve önemsenmesi gereken devrimci kaygıların varlığı bu gerçeği değiştirmemektedir. Tasfiyeciliği partideki bir kısım kadronun sürüklenmesiyle, diktatörlüğün sert saldırıları altında “yasal devrimcilik”in gelişmesiyle, “Avrupa’da bizim kullandığımız ‘sınırlandırılmış devrimcilik’ ”le sınırlandıran; tasfiyeciliği esas ve belirleyici olarak MLKP dışındaki devrimci örgüt ve siyasi çevrelere mal ederek teori, program, strateji, ilkelerden esaslı kopuşu atlayan, üstelik legal partiyi stratejik ilan etmiş bir zihniyet ve çizgisel yönelimin “tasfiyeciliğe karşı mücadelenin önder”liğine soyunması, iyi niyetli de olsa, nesnel olarak kendi tasfiyeciliğini gizlemeye hizmet etmektedir.

Tasfiyecilik proletarya üzerinde burjuva etkidir. Komünist partileri Marksizm-Leninizm’den koparan, küçük burjuva devrimci demokrasiye, (bir adım ötesi sosyal reformizme) savuran tasfiyecilik, gerek dünya burjuvazisinin gerekse de dinci faşist diktatörlüğün dinmek bilmeyen ideolojik, siyasal, fiziksel baskı ve saldırısının ürünüdür. 90’lar sonrası dünyanın nesnel gerçekleri ve ortaya çıkan değişme ve gelişmelerin kavranamamasının ve yanıtlanamamasının, Marksizm-Leninizm’e, proletaryanın komünist devrimci tarihsel ve güncel rolüne dönük dinmek bilmeyen kapsamlı ve derin saldırıların devam ediyor oluşu ve dünya proletaryası ve halklarının mücadelesinin henüz devrimci bir atılıma geçememiş olmasının ürünü olan tasfiyeci oportünizme (yeni tip revizyonizm) karşı mücadele yakıcı bir görev olmaya devam etmektedir.

Sosyalizmin 1956 yılından başlayarak zaman içerisinde tasfiye edilmesi ve alınan ağır yenilginin eleştirel derslerinin zamanında ve yeterince çıkarılamaması, dünya komünist hareketinin istikrarsız tarihsel gelişimi elbette ki eleştirilmelidir ve eleştirilmektedir. Tasfiyeci oportünizme savrulmada bu alandaki tarihsel zaaf ve yetersizliklerin çok önemli bir rolü olduğu da kesindir. Bu bağlamda UKH’nın eleştirilmesi gereken, savunma psikolojisinden kaynaklanan dogmatik zaafları da bir olguydu. Her cephede bütünsel yenilenme ve kendini aşma görevi, dünya komünistlerinin ortak görevidir. Bu bağlamda dünya komünistlerinin henüz zayıf, dağınık, derin ve kapsamlı yapısal kriz içerisinde bulunması, yeniden toparlanmaya giriş bakımından henüz ciddi bir gelişmenin ortaya çıkmamış olması keskin bir dezavantaj, kısa sürede giderilemeyecek bir dezavantajı oluşturduğu da açıktır. Böyle de olsa, (kaşarlanmış tasfiyeci oportünistlerden farklı olarak) bu kapsamlı ve derin sorunların çözüm arayışı komünistler nezdinde sürmekte, çeşitli üretimler yapılmaktadır... Gerek tarihten çıkarılacak eleştirel dersler ve gerekse de teorinin zenginleştirilmesi bağlamında Birlik Devrimi’nden önce başlayan ve Birlik Devrimi sonrası süreçte derinleşen tartışma ve arayışların daha yüksek bir niteliğin kazanılması ekseninde, (daha yüksek bir irade ve eylem birliğine dayanarak) çözülememesinin esas engeli de dogmatizm değil, (çünkü bu bağlamda dogmatizme karşı belli bir uyanıklık, ideolojik donanım ve eleştirel yaklaşma bilinç ve iradesi gelişmiştir) tasfiyecilikti (yeni tip revizyonizm; post-Marksizm, ezilenci oportünizm, legal Marksizm). Tasfiyeci sapma ve çizgilerin oportünist uzlaşmasına ve ittifakına dayanan “tepedeki irade birliği” bu görevin ilkeli bir şekilde çözülmesini ısrarla engellemiş, ideolojik ayrılıklar büyümüş, yapısal kriz alabildiğine keskinleşmiştir...

Gerek coğrafyamızda gerekse de uluslararası arenada Marksist-Leninist teori ve pratiğin sorunlarını çözmeye dönük eleştirel bir yöneliminin gelişmesi anlaşılırdır ama dünya çapında sürmekte olan komünist hareketin derin ve kapsamlı krizini aşmaya çalışırken esas darbeyi “dogmatizm”e yöneltenler kural olarak sol liberal, tasfiyeci oportünist çizgide konaklaya gelmiştir. Önemli ve belirleyici olan bu eleştirel arayışın, yenilenme çıkışının, yeni bir donanım kazanma çalışmasının Marksizm-Leninizm’e, Leninist parti teorisi ve pratiğine ve III. Enternasyonal’in ve dünya komünist hareketinin tarihine reddiye yazacak eksende olmamasıdır. Önemli ve belirleyici olan yenilenme çalışmasının “Yaratıcı Marksist”, post-Marksist, ezilenci oportünist doktrinerizmin tuzaklarına düşmeden, eksen kaymasına karşı ilkeli bir mücadeleyle yürütülmesidir. Önemli olan bu ana, belirleyici eksen ve çerçeveden kopmadan dünya komünist hareketinin ve sosyalizm deneyimlerinin eleştirel ele alınması, derslerinin çıkarılması, içerisinde geçtiğimiz tarihsel dönemin gerçeklerinin analizine dayanan donanım ve savaş gücünün kazanılmasıdır...

Bu görevleri kavramayan ve yanıtlayamayan, ilkeleri hiçe sayan partilerin “öncülük” adına tasfiyeciliğe batması kaçınılmazdır; ve bu, proletaryanın mücadele tarihinin, UKH’nın temel tarihsel derslerinden birisidir. İrade kırılması, yenilgiyi aşamama, umutsuzluk, sorunları çözerek aşamama, idare-i maslahatçılık, ilkesel ve stratejik bakış açısı ile günün devrimci görevlerinin yanıtlanamaması, legalizme batma, devrimcilikte direnirken geleceğin güne kurban edilmesi gibi olgular tasfiyeci çıkışsızlığı ve savrulmayı anlamak bakımdan yaşamsal önemdedir. Bu çember ve baskı kırılıp aşılmadıkça tasfiyecilikten çıkış bir yana, daha derinden tasfiyeciliğe batmak kaçınılmazdır.

12 Eylül tasfiyeciliğinden çıkma sürecinde TDKP’nin yaygın bir şekilde illegal ve yasadışı temelini kurarak geliştirdiğini, illegal merkezi yayın organı Devrimin Sesi’ni yaygın dağıtmaya başladığını, dahası Dersim’de silahlı grupları kırsala çıkardığını ve bu böyle bir duruşun ardından belli bir zaman sonra illegal ve yasadışı temelini ve imkanlarını (TDKP’yi) tasfiye ederek EMEP’leştiğini biliyoruz. Marksist-Leninist bir parti olarak gördüğümüz ve komünistlerin birliğine davet ettiğimiz TDKP’nin önderleri eli ile tasfiyeci oportünizme yönlendirildiğini, bu sürece karşı çıkanların ise amansızca tasfiye edildiğini özellikle hatırlatmak isteriz. Dev-Yol, Kurtuluş gibi akımların devrimci çizgi ve geleneklerinden koparak sosyal reformizme ve legalizme geçişinin yanı sıra bir de komünist gördüğümüz TDKP gerçeğini ve deneyimini özenle hatırlamak ve Marksist-Leninist Komünist Partinin (MLKP) girdiği tasfiyeci yolu bir de bu açıdan eleştirel incelemek ve eleştirmek çok önemli bir görevdir. Tüm zaaflarına rağmen TDKP toparlanırken, kendi komünist çizgisinde ilerlerken sağ zaaflarına karşın tasfiyeciliğe karşı ciddi bir savaşım yürüttüğünü de vurgulamak isteriz. Kuşkusuz ki TDKP’yi revizyonizme, tasfiyeciliğe, legalizme götüren, komünist devrimci çizgisini ret ve inkara yönelten şey, TDKP önderlerinin kötü niyeti değildi, aksine gerek dünya çapında gerekse de Türkiye’de ortaya çıkan yenilgi ve gericilik dönemine, dünya burjuvazisinin ve yedeğindeki ideolojik-siyasi akıntı ve fırtınanın azgın saldırılarına karşı koymaması oldu...

Yenilgi ve tasfiyeciliğin yarattığı bütün derin ve kapsamlı yıkımlara karşın gerek içeride gerekse de uluslararası alanda bu dönemin de aşılacağı, yeni tipten bir komünist hareketin yeni atılımlarla gündemleşeceği ve gelişeceği asla unutulmamalıdır.

Biliyoruz ki, ideolojik ve siyasi gericilik, yenilgi ve karşı-devrim dönemleri yerini, kaçınılmaz olarak, tarihin yeni dersleriyle donanmış proletarya ve komünistlerin yeni ve daha güçlü atılım dönemlerine bırakır; bu süreç ne kadar acılı ve sancılı, yıkıcı olursa olsun, fırtına sisi dağıtır, yol açılır... Bu yolun açılması hızlı bir gelişme ve atılım biçimini de alabilir ve bu, içerisinde geçtiğimiz tarihin nesnel gerçekleri üzerinde tümüyle olanaklıdır...

Önümüzdeki bölümde komünist partilerdeki düşünce ayrılıklarının nasıl ele alınması gerektiğini inceleyeceğiz.

DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder