6 Kasım 2015 Cuma

GAYRİMEŞRU 1 KASIM SEÇİM SONUÇLARI ÜZERİNE… II



GAYRİMEŞRU 1 KASIM SEÇİM SONUÇLARI ÜZERİNE…
                                             II
1 Kasım düzmece seçimlerinden çıkan AKP iktidarı gayrimeşru bir iktidardır. Darbeci bir iktidardır. Toplu katliamlar, ölüm, kaos dayatmasıyla ortaya çıkan bir iktidardır. Bilindiği gibi, AKP iktidarının 13 yıllık hegemonyası çatırdamaya başlamıştı... 7 Haziran seçimleriyle hükümetten düşmüş, tek başına hükümet kurma olanağını da kaybetmişti. 7 Haziran seçimlerinden açık bir yenilgiyle çıkmıştı. İşte AKP, tamda bu koşullarda,  devlet-AKP-IŞİD zorbalığıyla, yeniden iktidarın tepesine getirilmiş ve gelmiş bir partidir. AKP, ideolojik ve kültürel, siyasal hegemonyasının sarsılıp gerilediği bir dönemde, yazımızın I. bölümünde tablosunu çizdiğimiz nedenlerle, devlet olarak “seçimler”e girdi. Bu olgu, ona ummadığı bir alan açarak geçici üstünlük sağladı. Ancak bu durum, gerçekte, zaman içerisinde dönüp onu da vuracak pek çok dinamiğe de tutsak düşmesine yol açmış bulunuyor. AKP bunun kefaretini ödeyecektir. Tüm devlet olanakları, basın tekeli, elindeki yerel ve merkezi resmi ve gayri resmi olanaklar, IŞİD terörü de dahil AKP için komple seferber edildi… Ve AKP, asıl desteğini de korku, panik dalgası da yaratarak ırkçılığın, şovenizmin, dinsel gericiliğin etkisindeki Türk halkından aldı. Aslında bu durum, nesnel olarak, AKP’ye oy verenlerin bölünmeden yana, “ülkenin bölünmesi”nden yana, “ortak vatan” ve halkların kardeşliğine karşı oy kullandıkları anlamına geliyor. “Bölünme” paranoyası ve ırkçı saldırganlık işte böylesine vahim bir tabloyu yansıtıyor gerçekte. Kuşkusuz ki manipüle edilen kitleler bunun farkında değil…
AKP Kürdistan’da ciddi bir destek alamadı. Kısmen kendisine dönen oyların ise bir bölümü de zaten kalıcı değildir. AKP, bir önceki seçimlere göre Kürdistan’da kısmi bir oy artışı elde ettiyse de, AKP bir “bölge partisi”dir, Türk bölgesine sıkışmış bir partidir. Daha önceki süreçlerde uzun süre egemen sınıfların ve devletin elinde Kürdistan’da, önemli kitlesel desteğiyle çok önemli bir araçken, bu üstünlüğünü 7 Haziran seçimleriyle kaybetti. Diğer gerici ve faşist partilerin ise Kürdistan’da esamesi okunmuyor zaten. Ve olguların çarpıcı bir şekilde ortaya çıkardığı gibi Türk egemen sınıfları ve faşist diktatörlük, Kürdistan’da çıplak zor ile; asker-polis zoruyla, işbirlikçi tarikatlar ve çoktandır çözülmeye başlamış korucu ağıyla ayakta kalabilmektedir. 1 Kasım’da yalnızca Batıyı değil, özellikle de Kürdistan’ı kasıp kavuran dinci faşist terörün, topyekün savaş gerçeğinin daha çarpıcı gösterdiği gibi devletin Kürdistan’daki hegemonyası ırkçı militarist zorbalıktan ibarettir.
AKP, Türk, Sünni, dinci sağ zemin üzerinde duran kitlelerden oy almaktadır. Türk-İslam, neo-Osmanlıcılık sentezi üzerinden siyaset yapan bu partinin, Türk halk kitleleri üzerindeki etki gücü de çözülmeye başlamıştı… Zoraki düzenlenmiş gayrimeşru seçimler bu çözülüşü geciktirse de engelleyemez. Artık AKP 2002’lerin partisi değildir…
Seçime devlet olarak giren AKP, başta HDP olmak üzere seçime giren partilerin oylarını, dijital alan önde gelmek üzere çok sayıda yöntemle çaldı. Bu gerçek burjuva partiler tarafından da bilinmektedir. Fakat “devletin bekası” için söz konusu şaibe ve hilelerin, oy hırsızlığı operasyonunun üzerine gitmemektedirler.
1 Kasım seçimlerinin AKP’nin “zaferi”yle noktalanmasının bir nedeni de, AKP iktidarına karşı, geniş kitlelerin “umut” olarak görebileceği bir burjuva parti seçeneğinin olmamasıdır. Bu olgu, terör, korku, “ekonomik kriz”, kaos ve ölümün dayatılıp kitlelerin sıtmaya razı edildiği topyekün saldırı eşliğinde kitlelerin önemli bir kesiminin kararsız, sallantılı, isteksiz de olsa “istikrar” adına AKP’ye oy vermesine sebep olmuştur. Kuşkusuz ki AKP aynı zamanda buna oynamıştır ve sonuç da almıştır.
Senaryosu yazılarak gösterime giren tiyatronun başarılı olmasında CHP ve MHP’nin rolünün altı çizilmelidir. Bu iki parti “devletin yüce bekası için”, AKP ile olan çatışmalarına karşın, devlet politikası üzerinden cunta elebaşına ve darbe partisine yedeklenmişlerdir. Topyekün saldırı sürecinin gönüllü oyuncuları olmuşlardır. Verili güçler dengesi üzerinden devlet ve AKP iktidarı bağlaşmasına dayanan 7 Haziran seçimlerinin iptal edilmesi, “tekrar seçim”, “sivil darbe”… Saray cuntasının liderliğinde başlatılan faşist iç savaş kışkırtıcılığının, kirli ve haksız savaşın topyekün saldırı dalgası olarak pratikleştirilmesi, CHP ve MHP’nin bu politikaları demagojik sözler ve manevralarla desteklemesi, bu partilerin sırıtan gerçekleriydi…
Şu bir gerçektir: “Ana muhalefet” partisi olarak CHP öteden beri AKP karşısında etkin bir varlık sergileyemedi. Çoğu zaman koltuk değneği de oldu. MHP ise her kritik dönemde AKP’nin koltuk değneği, kurtarıcısı oldu. Ayrıca AKP, bir tür MHP’lileşerek MHP tabanının önemli bir kesimini de yedekleyebiliyordu ve AKP, bu oyunu da daima oynayarak geldi. Düzmece 1 Kasım seçimlerinde de bunu gördük… Vurgulamak gerekir: AKP, rakibi olan burjuva partilere balans ayarı çekmede daima başarılı olan bir parti olmuştur. AKP, burjuva partileri çizdiği çerçeveye çekerek, etkin muhalefet etme iradesini kırarak rahat bir 13 yıl geçirdi. Onlarla kedinin fareyle oynaması misali başarıyla oynadı. 1 Kasım’da da farklı bir şey olmadı. “Muhalefet eksikliği var” diye veryansın edenlerin sözlerinin yansıttığı şey de budur zaten.
AKP, düzmece, düzenlenmiş seçim sürecinde, devletin bekası ile kendi bekasını birleştirdi. Başta ve öncelikle MHP olmak üzere, SP, BBP gibi partilerin tabanından ciddi oranda oy almayı başardı. 7 Haziran’da sandık başına gitmemiş seçmenini motive ederek sandık başına çekmeyi de sağladı. Kürdistan’da Hizbul-kontra HÜDA-PAR’la seçim anlaşması yaparak, bu “parti”nin (militarist çetenin) oylarını AKP’ye yönlendirdi. (Ki 7 Haziran seçimlerinde bu devlet çetesi “bağımsız adaylar”la seçimlere katılmıştı.)
1 Kasım seçimlerinin sonuçlarından görülebileceği gibi CHP, ancak yerinde kıpırdayabildi. “Yeni CHP” de, sınıfsal ve politik karakteri gereği geniş kitlelerin, halkların taleplerine sahip çıkmadı. Dahası, devlet ve AKP’nin oynadığı oyunun gönüllü, istekli figüranı oldu.  Bu bağlamda iki hatırlatma:
1- Cuntabaşı öncelikle Deniz Baykal’la görüştü. AKP, 7 Haziranın ardından CHP’yle, üstelik ağırdan alarak, sözde “koalisyon” görüşmeleri yaptı. Bu görüşme süreci hatırlayabildiğimiz kadarıyla 30 gün sürdü. Tabii ki o ara “yeniden seçim”, darbe, topyekün savaş başlatılmıştı. AKP bu sözde koalisyon görüşmeleriyle CHP’yi oyalayarak pasifize etti. Ama daha önemlisi CHP, bilinçli ve gönüllü olarak, “Ne istiyorsunuz kardeşim, bakın işte koalisyon görüşmeleri yapıyoruz. Koalisyon için görüştüğümüz bir partinin üzerine tabii ki açık ve sertçe gidemeyiz. Zaten hükümeti birlikte kurarak onları dizginleyeceğiz.” mesajını ısrarla “kamuoyu”na verdi. Üstüne üslük, arsızca “beden dili” aracılığıyla da “olumlu şeyler oluyor”, “olumlu gidiyoruz”, “mesafe kaydettik” mesajlarını veriyordu görüşmelere de katılan sözcüleri aracılığıyla. Derken son günlerde (son görüşmeden bir önceki görüşmede) Kılıçdaroğlu, “Bize koalisyon önerisi gelmedi.” dedi. Doğal olarak bu açıklama “kamuoyu”nda, geniş kesimlerde şaşkınlık yarattı ve “Peki bu 30 gün içinde ne yaptınız be adam? Oturup dalga mı geçtiniz” vb. tepkilerine neden oldu. Olan-biteni politik açıdan kavrayamayan geniş kesimler, aslında olan-biten şeyin devlet politikası, devlet ve AKP ortak kararına CHP’nin onayı olduğunu ve CHP’nin sorumluluktan kurtulma ve kitlelerin gerçekleri görmemesi için oyalama hesabıyla davranarak cuntaya destek verdiğini göremedi ama CHP birde bu yoldan itibar kaybına uğradı.
2- Hükümet görüşmeleri yapmak sırası CHP’ye, Kılıçdaroğlu’na geldiğinde, dinci faşist cuntabaşı üstelik dalgasını geçerek dedi ki, “Kılıçdaroğlu’na böyle bir görev vermeyeceğim.”  Peki, CHP ne yaptı? Anayasal zorunluluk ve temayüllere uygun olan kendi hakkının arkasında duramadı bile. Erdoğan cuntasının CHP’nin bu hakkının zorbaca, küstahça gaspetmesine karşı yapacağı şey, kitlesini sokaklarda direnmeye çağırmaktı. Ama CHP’nin en büyük korkusu da sokaklardır ve kendi kitlesi sokaklara bir kere çıktı mı “aşırı sola” kayacağını, denetleyemeyeceğini vs. bilmektedir. Düzen ve devlet partisi CHP, zaten karakteri gereği bunu yapmaz. Ancak ayrıca eklemek ve dikkat çekmek gerekir ki, devletin daha önce kararlaştırdığı ve ardından hayata geçirdiği topyekün savaşa verdiği destek yüzünden de CHP’nin böyle bir yola girmeye zaten niyeti yoktu. Sonuç olarak CHP, hakkını hukukunu bile savunamayan, güvenilmez bir parti olduğu gerçeğini ortaya koydu. Bu durum, arayış içinde olan kitlelerin dikkatinden kaçmadı. Kitleler kendi hakkını bile savunmayan, savunamayan bir partiye niye oy versin ki! Nitekim vermedi de.
İç savaş kışkırtıcısı, soykırım isteyen, sıkıyönetim ilanı talep eden, askeri darbeye çağrı yapan MHP’ye gelince, üzerinde fazla durmaya gerek yok. Seçimin mağlubu MHP’dir. Meclis başkanlığını AKP’ye hediye etmek dahil izlediği politikalarla cuntanın gönüllü destekçisi olduğunu bir kez daha sergiledi. Kuşkusuz ki Bahçeli MHP’si bu tutumunu maskeleyerek, görünüşte muhalefet yaparak gizlemeye çalıştı. Öyle ya, boşu boşuna “Minareyi çalan kılıfını da hazırlar.” dememişler.
HDP’ye gelince; HDP Kürt halkı ve demokrasi güçleriyle birlikte topun ağzına yerleştirildi. Irkçı, şoven, milliyetçi, dinci, militarist saldırganlığın açık hedefi haline getirildi. Burada HDP’nin maruz kaldığı sayısız baskı ve terör biçimini saymamıza gerek yok… Düzenlenmiş seçimlerle HDP’ye nefes aldırılmadı. Çalışma yürütemez hale getirildi. Dinci faşist devlet ve IŞİD saldırılarıyla kuşatıldı… Yasak bölgeler, göç dayatması ve topyekün savaş politikalarıyla, DBP’nin Eşbaşkanı Yüksek’in verdiği bilgiler göre, 600 bin Kürt seçmeni oyunu kullanamadı. Ya kaos, ölüm ya da istikrar saldırısı altında HDP, yüzde 2,5’luk bir oy kaybına uğradı. Bununla birlikte yüzde 10 barajını yıkıp geçmeyi, böylece HDP’yi baraj altı bırakma operasyonunu da önlemeyi başardı.
“Orta sınıf”tan seçmenin, “İslamcı muhafazakar” Kürt seçmenin bir kısmı, bir önceki seçimde verdiği emanet oyları geri çekti. Ancak buna karşın, Kürdistan ve antifaşist demokrat ve devrimci güçler, sağlam bir şekilde HDP’nin arkasında durmasını bildi. HDP’nin arkasında duran ana güç, Kürdistan, Kürt halkı oldu. HDP, henüz yeni kurulmuş, “Partileşme”sini tamamlayamamış bir politik yapı olduğu halde, 7 Haziran seçimlerinden yüzde 13’lük bir oy oranıyla başarıyla çıkmasını bilmişti. 7 Haziranın ardından HDP, ağır kuşatma ve terör saldırısı altında iş yapamaz, doğru dürüst bir seçim çalışması yürütemez hale getirildiği halde, yüzde 11’e yaklaşan oy oranıyla meclise girmeyi becermiştir. Dolayısıyla bu, açık ve kesin bir başarıdır. Normal koşullar denebilecek bir ortam olsaydı HDP’nin oylarını arttırarak seçimlerden çıkacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ama durumun böyle olmadığını hepimiz biliyoruz. HDP’nin oy oranındaki önemli ama kısmi oy kaybını hemen HDP’nin başarısızlığına bağlayanlar, ya cehaletlerinden, ya kendini beğenmişliğin girdabında başka bir şeyi göremez hale gelmiş olmalarından, ya liberal, reformist beklentilerinin ürünü olan hayal kırıklığına uğramalarından ya da psikolojik savaşın bir gereği olarak söz konusu propagandayı yapmaktadırlar.
Kuşkusuz ki sürecin eleştirel değerlendirmesi yapılmak zorundadır. Yazımızın önümüzdeki bölümüne bu konuyla devam edeceğiz.
Bu bölümü bitirmeden ekleyelim: Kürt halkı, bütün bu aşağılık zalimce saldırılara karşın, ağır mı ağır bedel ödemeye devam ettiği halde, hala, ulusların ve dillerin eşitliği talebiyle, halkların kardeşleşmesi yoluyla, bölünmek yerine birlikte olmakta ısrar ediyor. Devletin, AKP’nin vb. burjuva partilerin “ülkeyi bölme” ırkçı, milliyetçi saldırısına karşı çıkıyor. Eşitlik, adalet, barış, özgürlük diyor. Özgür bir birliktelikle “ortak vatan”da birlikte yaşalım diyor. HDP’nin arkasında durması da, hala mecliste olmayı önemsemesi de bu olgunun çarpıcı ifadesidir. Peki ama ne zamana kadar?!!!
DEVAM EDECEK




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder