GAYRİMEŞRU 1 KASIM SEÇİM SONUÇLARI ÜZERİNE…
II
1 Kasım düzmece
seçimlerinden çıkan AKP iktidarı gayrimeşru bir iktidardır. Darbeci bir
iktidardır. Toplu katliamlar, ölüm, kaos dayatmasıyla ortaya çıkan bir iktidardır.
Bilindiği gibi, AKP iktidarının 13 yıllık hegemonyası çatırdamaya başlamıştı...
7 Haziran seçimleriyle hükümetten düşmüş, tek başına hükümet kurma olanağını da
kaybetmişti. 7 Haziran seçimlerinden açık bir yenilgiyle çıkmıştı. İşte AKP, tamda
bu koşullarda, devlet-AKP-IŞİD
zorbalığıyla, yeniden iktidarın tepesine getirilmiş ve gelmiş bir partidir. AKP,
ideolojik ve kültürel, siyasal hegemonyasının sarsılıp gerilediği bir dönemde,
yazımızın I. bölümünde tablosunu çizdiğimiz nedenlerle, devlet olarak “seçimler”e
girdi. Bu olgu, ona ummadığı bir alan açarak geçici üstünlük sağladı. Ancak bu
durum, gerçekte, zaman içerisinde dönüp onu da vuracak pek çok dinamiğe de
tutsak düşmesine yol açmış bulunuyor. AKP bunun kefaretini ödeyecektir. Tüm
devlet olanakları, basın tekeli, elindeki yerel ve merkezi resmi ve gayri resmi
olanaklar, IŞİD terörü de dahil AKP için komple seferber edildi… Ve AKP, asıl
desteğini de korku, panik dalgası da yaratarak ırkçılığın, şovenizmin, dinsel
gericiliğin etkisindeki Türk halkından aldı. Aslında bu durum, nesnel olarak,
AKP’ye oy verenlerin bölünmeden yana, “ülkenin bölünmesi”nden yana, “ortak
vatan” ve halkların kardeşliğine karşı oy kullandıkları anlamına geliyor.
“Bölünme” paranoyası ve ırkçı saldırganlık işte böylesine vahim bir tabloyu
yansıtıyor gerçekte. Kuşkusuz ki manipüle edilen kitleler bunun farkında değil…
AKP
Kürdistan’da ciddi bir destek alamadı. Kısmen kendisine dönen oyların ise bir
bölümü de zaten kalıcı değildir. AKP, bir önceki seçimlere göre Kürdistan’da kısmi
bir oy artışı elde ettiyse de, AKP bir “bölge partisi”dir, Türk bölgesine
sıkışmış bir partidir. Daha önceki süreçlerde uzun süre egemen sınıfların ve
devletin elinde Kürdistan’da, önemli kitlesel desteğiyle çok önemli bir
araçken, bu üstünlüğünü 7 Haziran seçimleriyle kaybetti. Diğer gerici ve faşist
partilerin ise Kürdistan’da esamesi okunmuyor zaten. Ve olguların çarpıcı bir
şekilde ortaya çıkardığı gibi Türk egemen sınıfları ve faşist diktatörlük,
Kürdistan’da çıplak zor ile; asker-polis zoruyla, işbirlikçi tarikatlar ve
çoktandır çözülmeye başlamış korucu ağıyla ayakta kalabilmektedir. 1 Kasım’da
yalnızca Batıyı değil, özellikle de Kürdistan’ı kasıp kavuran dinci faşist
terörün, topyekün savaş gerçeğinin daha çarpıcı gösterdiği gibi devletin Kürdistan’daki
hegemonyası ırkçı militarist zorbalıktan ibarettir.
AKP, Türk,
Sünni, dinci sağ zemin üzerinde duran kitlelerden oy almaktadır. Türk-İslam,
neo-Osmanlıcılık sentezi üzerinden siyaset yapan bu partinin, Türk halk
kitleleri üzerindeki etki gücü de çözülmeye başlamıştı… Zoraki düzenlenmiş gayrimeşru
seçimler bu çözülüşü geciktirse de engelleyemez. Artık AKP 2002’lerin partisi
değildir…
Seçime devlet
olarak giren AKP, başta HDP olmak üzere seçime giren partilerin oylarını, dijital
alan önde gelmek üzere çok sayıda yöntemle çaldı. Bu gerçek burjuva partiler
tarafından da bilinmektedir. Fakat “devletin bekası” için söz konusu şaibe ve
hilelerin, oy hırsızlığı operasyonunun üzerine gitmemektedirler.
1 Kasım
seçimlerinin AKP’nin “zaferi”yle noktalanmasının bir nedeni de, AKP iktidarına
karşı, geniş kitlelerin “umut” olarak görebileceği bir burjuva parti
seçeneğinin olmamasıdır. Bu olgu, terör, korku, “ekonomik kriz”, kaos ve ölümün
dayatılıp kitlelerin sıtmaya razı edildiği topyekün saldırı eşliğinde kitlelerin
önemli bir kesiminin kararsız, sallantılı, isteksiz de olsa “istikrar” adına
AKP’ye oy vermesine sebep olmuştur. Kuşkusuz ki AKP aynı zamanda buna
oynamıştır ve sonuç da almıştır.
Senaryosu
yazılarak gösterime giren tiyatronun başarılı olmasında CHP ve MHP’nin rolünün
altı çizilmelidir. Bu iki parti “devletin yüce bekası için”, AKP ile olan
çatışmalarına karşın, devlet politikası üzerinden cunta elebaşına ve darbe
partisine yedeklenmişlerdir. Topyekün saldırı sürecinin gönüllü oyuncuları olmuşlardır. Verili güçler dengesi üzerinden devlet
ve AKP iktidarı bağlaşmasına dayanan 7 Haziran seçimlerinin iptal edilmesi, “tekrar
seçim”, “sivil darbe”… Saray cuntasının liderliğinde başlatılan faşist iç savaş
kışkırtıcılığının, kirli ve haksız savaşın topyekün saldırı dalgası olarak
pratikleştirilmesi, CHP ve MHP’nin bu politikaları demagojik sözler ve
manevralarla desteklemesi, bu partilerin sırıtan gerçekleriydi…
Şu bir
gerçektir: “Ana muhalefet” partisi olarak CHP öteden beri AKP karşısında etkin
bir varlık sergileyemedi. Çoğu zaman koltuk değneği de oldu. MHP ise her kritik
dönemde AKP’nin koltuk değneği, kurtarıcısı oldu. Ayrıca AKP, bir tür
MHP’lileşerek MHP tabanının önemli bir kesimini de yedekleyebiliyordu ve AKP,
bu oyunu da daima oynayarak geldi. Düzmece 1 Kasım seçimlerinde de bunu gördük…
Vurgulamak gerekir: AKP, rakibi olan burjuva partilere balans ayarı çekmede daima
başarılı olan bir parti olmuştur. AKP, burjuva partileri çizdiği çerçeveye
çekerek, etkin muhalefet etme iradesini kırarak rahat bir 13 yıl geçirdi. Onlarla
kedinin fareyle oynaması misali başarıyla oynadı. 1 Kasım’da da farklı bir şey
olmadı. “Muhalefet eksikliği var” diye veryansın edenlerin sözlerinin yansıttığı
şey de budur zaten.
AKP, düzmece,
düzenlenmiş seçim sürecinde, devletin bekası ile kendi bekasını birleştirdi.
Başta ve öncelikle MHP olmak üzere, SP, BBP gibi partilerin tabanından ciddi
oranda oy almayı başardı. 7 Haziran’da sandık başına gitmemiş seçmenini motive
ederek sandık başına çekmeyi de sağladı. Kürdistan’da Hizbul-kontra HÜDA-PAR’la
seçim anlaşması yaparak, bu “parti”nin (militarist çetenin) oylarını AKP’ye
yönlendirdi. (Ki 7 Haziran seçimlerinde bu devlet çetesi “bağımsız adaylar”la
seçimlere katılmıştı.)
1 Kasım
seçimlerinin sonuçlarından görülebileceği gibi CHP, ancak yerinde
kıpırdayabildi. “Yeni CHP” de, sınıfsal ve politik karakteri gereği geniş
kitlelerin, halkların taleplerine sahip çıkmadı. Dahası, devlet ve AKP’nin
oynadığı oyunun gönüllü, istekli figüranı oldu.
Bu bağlamda iki hatırlatma:
1- Cuntabaşı
öncelikle Deniz Baykal’la görüştü. AKP, 7 Haziranın ardından CHP’yle, üstelik
ağırdan alarak, sözde “koalisyon” görüşmeleri yaptı. Bu görüşme süreci
hatırlayabildiğimiz kadarıyla 30 gün sürdü. Tabii ki o ara “yeniden seçim”,
darbe, topyekün savaş başlatılmıştı. AKP bu sözde koalisyon görüşmeleriyle CHP’yi
oyalayarak pasifize etti. Ama daha önemlisi CHP, bilinçli ve gönüllü olarak, “Ne
istiyorsunuz kardeşim, bakın işte koalisyon görüşmeleri yapıyoruz. Koalisyon
için görüştüğümüz bir partinin üzerine tabii ki açık ve sertçe gidemeyiz. Zaten
hükümeti birlikte kurarak onları dizginleyeceğiz.” mesajını ısrarla “kamuoyu”na
verdi. Üstüne üslük, arsızca “beden dili” aracılığıyla da “olumlu şeyler oluyor”,
“olumlu gidiyoruz”, “mesafe kaydettik” mesajlarını veriyordu görüşmelere de
katılan sözcüleri aracılığıyla. Derken son günlerde (son görüşmeden bir önceki
görüşmede) Kılıçdaroğlu, “Bize koalisyon önerisi gelmedi.” dedi. Doğal olarak
bu açıklama “kamuoyu”nda, geniş kesimlerde şaşkınlık yarattı ve “Peki bu 30 gün
içinde ne yaptınız be adam? Oturup dalga mı geçtiniz” vb. tepkilerine neden
oldu. Olan-biteni politik açıdan kavrayamayan geniş kesimler, aslında
olan-biten şeyin devlet politikası,
devlet ve AKP ortak kararına CHP’nin
onayı olduğunu ve CHP’nin sorumluluktan kurtulma ve kitlelerin gerçekleri
görmemesi için oyalama hesabıyla davranarak cuntaya destek verdiğini göremedi
ama CHP birde bu yoldan itibar kaybına uğradı.
2- Hükümet
görüşmeleri yapmak sırası CHP’ye, Kılıçdaroğlu’na geldiğinde, dinci faşist
cuntabaşı üstelik dalgasını geçerek dedi ki, “Kılıçdaroğlu’na böyle bir görev
vermeyeceğim.” Peki, CHP ne yaptı?
Anayasal zorunluluk ve temayüllere uygun olan kendi hakkının arkasında duramadı
bile. Erdoğan cuntasının CHP’nin bu hakkının zorbaca, küstahça gaspetmesine
karşı yapacağı şey, kitlesini sokaklarda direnmeye çağırmaktı. Ama CHP’nin en
büyük korkusu da sokaklardır ve kendi kitlesi sokaklara bir kere çıktı mı
“aşırı sola” kayacağını, denetleyemeyeceğini vs. bilmektedir. Düzen ve devlet
partisi CHP, zaten karakteri gereği bunu yapmaz. Ancak ayrıca eklemek ve dikkat
çekmek gerekir ki, devletin daha önce kararlaştırdığı ve ardından hayata
geçirdiği topyekün savaşa verdiği destek yüzünden de CHP’nin böyle bir yola
girmeye zaten niyeti yoktu. Sonuç olarak CHP, hakkını hukukunu bile
savunamayan, güvenilmez bir parti olduğu gerçeğini ortaya koydu. Bu durum,
arayış içinde olan kitlelerin dikkatinden kaçmadı. Kitleler kendi hakkını bile
savunmayan, savunamayan bir partiye niye oy versin ki! Nitekim vermedi de.
İç savaş
kışkırtıcısı, soykırım isteyen, sıkıyönetim ilanı talep eden, askeri darbeye
çağrı yapan MHP’ye gelince, üzerinde fazla durmaya gerek yok. Seçimin mağlubu
MHP’dir. Meclis başkanlığını AKP’ye hediye etmek dahil izlediği politikalarla
cuntanın gönüllü destekçisi olduğunu bir kez daha sergiledi. Kuşkusuz ki
Bahçeli MHP’si bu tutumunu maskeleyerek, görünüşte muhalefet yaparak gizlemeye
çalıştı. Öyle ya, boşu boşuna “Minareyi çalan kılıfını da hazırlar.”
dememişler.
HDP’ye
gelince; HDP Kürt halkı ve demokrasi güçleriyle birlikte topun ağzına
yerleştirildi. Irkçı, şoven, milliyetçi, dinci, militarist saldırganlığın açık
hedefi haline getirildi. Burada HDP’nin maruz kaldığı sayısız baskı ve terör
biçimini saymamıza gerek yok… Düzenlenmiş seçimlerle HDP’ye nefes aldırılmadı.
Çalışma yürütemez hale getirildi. Dinci faşist devlet ve IŞİD saldırılarıyla
kuşatıldı… Yasak bölgeler, göç dayatması ve topyekün savaş politikalarıyla,
DBP’nin Eşbaşkanı Yüksek’in verdiği bilgiler göre, 600 bin Kürt seçmeni oyunu
kullanamadı. Ya kaos, ölüm ya da istikrar saldırısı altında HDP, yüzde 2,5’luk
bir oy kaybına uğradı. Bununla birlikte yüzde 10 barajını yıkıp geçmeyi,
böylece HDP’yi baraj altı bırakma operasyonunu da önlemeyi başardı.
“Orta
sınıf”tan seçmenin, “İslamcı muhafazakar” Kürt seçmenin bir kısmı, bir önceki
seçimde verdiği emanet oyları geri çekti. Ancak buna karşın, Kürdistan ve
antifaşist demokrat ve devrimci güçler, sağlam bir şekilde HDP’nin arkasında
durmasını bildi. HDP’nin arkasında duran ana güç, Kürdistan, Kürt halkı oldu. HDP,
henüz yeni kurulmuş, “Partileşme”sini tamamlayamamış bir politik yapı olduğu
halde, 7 Haziran seçimlerinden yüzde 13’lük bir oy oranıyla başarıyla çıkmasını
bilmişti. 7 Haziranın ardından HDP, ağır kuşatma ve terör saldırısı altında iş
yapamaz, doğru dürüst bir seçim çalışması yürütemez hale getirildiği halde, yüzde
11’e yaklaşan oy oranıyla meclise girmeyi becermiştir. Dolayısıyla bu, açık ve
kesin bir başarıdır. Normal koşullar denebilecek bir ortam olsaydı HDP’nin
oylarını arttırarak seçimlerden çıkacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ama
durumun böyle olmadığını hepimiz biliyoruz. HDP’nin oy oranındaki önemli ama
kısmi oy kaybını hemen HDP’nin başarısızlığına bağlayanlar, ya cehaletlerinden,
ya kendini beğenmişliğin girdabında başka bir şeyi göremez hale gelmiş
olmalarından, ya liberal, reformist beklentilerinin ürünü olan hayal
kırıklığına uğramalarından ya da psikolojik savaşın bir gereği olarak söz
konusu propagandayı yapmaktadırlar.
Kuşkusuz ki
sürecin eleştirel değerlendirmesi yapılmak zorundadır. Yazımızın önümüzdeki
bölümüne bu konuyla devam edeceğiz.
Bu bölümü
bitirmeden ekleyelim: Kürt halkı, bütün bu aşağılık zalimce saldırılara karşın,
ağır mı ağır bedel ödemeye devam ettiği halde, hala, ulusların ve dillerin
eşitliği talebiyle, halkların kardeşleşmesi yoluyla, bölünmek yerine birlikte
olmakta ısrar ediyor. Devletin, AKP’nin vb. burjuva partilerin “ülkeyi bölme”
ırkçı, milliyetçi saldırısına karşı çıkıyor. Eşitlik, adalet, barış, özgürlük
diyor. Özgür bir birliktelikle “ortak vatan”da birlikte yaşalım diyor. HDP’nin
arkasında durması da, hala mecliste olmayı önemsemesi de bu olgunun çarpıcı
ifadesidir. Peki ama ne zamana kadar?!!!
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder