GAYRİMEŞRU 1 KASIM SEÇİM SONUÇLARI ÜZERİNE…
V
Dizginsiz
dinci faşist terör ve demagoji ekseninde düzmece seçimlerle “zafer” kazanan
cunta ve iktidarı, ekonomik, siyasi, sosyal, askeri saldırılarını sistematik bir
tarzda sürdürmektedir ve sürdürecektir de. Batıda iç savaş, Kürdistan’da kirli
savaş taktikleri eşliğinde savaş, topyekün
savaş stratejisi ekseninde tırmandırılacaktır. Rojava devrimine müdahale
dahil yeni taktikler ve manevralar eşliğinde savaş keskinleşerek devam
edecektir. Kürtlere HÜDA-PAR’laşma, Barzanileşme çizgisi fütursuzca
dayatılacaktır. Bu süreç dinci faşist sermayenin politik iktidar tekelini yeni
hamlelerle sağlamlaştırma temelinde yükselerek ilerleyecektir. Kemalist
Cumhuriyet’i (“I. Cumhuriyet”) İslami Cumhuriyet’e (“II. Cumhuriyet”)
dönüştürme süreci ivmelenecek, daha doğrusu bu, daha sağlam bir tarzda
oturtulmaya çalışılacaktır. Bu dönüşüm Saray’la simgesel ve işlevsel bir kudret
merkezi olarak karşımızda durmaktadır... Faşist diktatörlük ve başı cunta,
“kriz yönetim rejimi” ile savaşı tırmandırarak dinci faşist rejimi pekiştirme
ve toplumsal muhalefeti ezme, parçalama kararlılığıyla yürüyecektir. Özellikle
Kürdistan’da mücadelenin cephesi daha çok kentlileştikçe,
kent ve kır diyalektiği derinleştikçe, öz yönetim çizgisi geliştikçe siviller
daha açık, daha kesin faşist topyekün terörün ve savaşın hedefi olacaktır. Proletarya
ve halklara dayatılan şey, olağanüstü hal rejimi ile yönetilmeyi kabul
etmektir. Olağanüstü hal rejiminin olağan
hal olarak kabul edilmesidir…
Bütün bu
saldırıların ve gelişmelerin önünü kesecek tek güç ise, halkların direnişidir.
Bu ayağa kalkış, Batıdan Kürdistan’a, Ortadoğu’ya kadar uzanan direniş,
savunma, saldırı ve başkaldırılardan oluşan mücadele cephesini içermektedir,
içerecektir…
Dinci faşist cuntabaşının
(ve vekilinin) açıklamalarında söylenenler açıktır: “Kürt sorunu yoktur, terör
sorunu vardır.” PKK kayıtsız-şartsız silah bırakmalı. Son teröristi öldürünceye
dek savaş sürecek. “Yüzde 52 (yani cuntabaşı!) milli iradedir.” “Yüzde 50 (-oysa
yüzde 49,5- yani AKP iktidarı!) milli iradedir.” Yüzde 50,5 hiçbir şeydir. Halkların
özgürlük istemi ve mücadelesi hiçbir şeydir. Herkes “milli iradeye” teslim
olacak, biat edecek. “Kamu güvenliği” bundan ibarettir. IŞİD “milli irade”nin
bir parçasıdır ve “kamu güvenliği”ni tesis etmenin, “milli irade”yi iktidarda
tutmanın bir aracıdır. “Neye mal olursa olsun kamu güvenliği sağlanacaktır.”
Her şey “milli güvenlik” doktrinine göre şekillendirilecektir. “Demokrasi
budur.” “Tek dil, tek millet, tek din, tek mezhep, tek vatan.” “Milli irade”ye karşı çıkan herkes “vatan
haini”dir vs. “Bize bu ülkeyi dar edenlere biz bu ülkeyi dar ederiz”, “dar
edeceğiz.”
“Şu anda
bütün güvenlik güçlerimiz, askerimiz, polisimiz hepsi bölgedeler. Dağ taş
demiyorlar. Şehidimiz de oluyor. Peygamberlikten sonra en büyük makam olan
oraya yürüyen kardeşlerimiz var. Biliyorum aileler bu noktada çok dertli. Ama
şunu da bilmemiz lazım ki, o şehitlik makamı öyle bir makam ki o Allah için,
vatan için yürüyenlerin kazandığı bir rütbe. Bu mücadeleyle inşallah onların da
kanı yerde kalmayacak.” Erdoğan, “Terör örgütü silahlarını bırakıp, toprağa
betonlayarak gömene kadar, tüm elemanları teslim olana, ülke dışına çıkana
kadar bu mücadeleyi sürdüreceğiz. Örgütün şehirlerdeki yapılanmaları tamamen
çökertilene kadar, operasyonlar devam edecek. Önümüzdeki dönem konuşma,
tartışma dönemi değil, açık söylüyorum sonuç alma dönemidir. Bu işe illa bir
isim aranıyorsa, bunun adı artık milli birlik ve kardeşlik sürecidir. Yani milli
birliğimizden daha iyi bir şey olabilir mi?” “Çözüm süreci buzdolabındadır”
lafı ise, dinci faşist terör rejiminin algı operasyonuyla bağlı bir
demagojidir…
Bu söylem ve politikanın
anlamı bellidir, fazla bir yoruma da gerek yok.
Tekfirci faşist “tekçi zihniyet ve politika” üzerinden topyekün savaş… Kandil’den
Rojava’ya, Suruç’tan Ankara’ya, Cizre’den Silvan’a kadar savaş uçakları ve helikopterleri,
tanklar, toplar, polis gücü, özel harekat birlikleri, kontur-gerilla özel birimleri,
fiili sıkıyönetim... “Allahuekber” nidalarıyla cesetlere yapılan işkenceler…
Mezarlıkların ve ibadet yerlerinin vahşice yıkımı… Yaptıkları yapacaklarının
aynasıdır…
İHD’nin
açıkladığı rapora göre, “Saray’ın ve AKP hükümetinin savaş kararı almasının
ardından 7 Haziran -1 Kasım seçimleri arasında 602 kişi hayatını kaybetti,
HDP’ye yönelik 133 saldırı gerçekleşti, HDP’nin 5 binden fazla üyesi gözaltına
alındı, bin 4 üyesi tutuklandı.” “Yaşanan çatışmalarda devlet, uluslararası
sözleşmeleri de ihlal etti.” “7 Haziran ve 9 Kasım 2015 tarihleri arasında
silahlı çatışmaların dışında 41’i çocuk 128 kişi yaşamını yitirdi” ve “51’i
çocuk olmak üzere 195 kişi de yaralandı.” “IŞİD’in yaptığı katliamlarla
birlikte 262 sivil hayatını kaybetti. 759 sivil ise yaralandı.”
Fazla söze
gerek var mı!
Türkiye’den,
Kürdistan’dan, Ortadoğu’ya kadar yayılan alanda emperyalist gericilik, bölgesel
yerli gericilik başta Kürt halkı olmak üzere halkların karşısına dikilmiş ve azgınca
saldırmaktadır… Hesaplaşma ve mücadele alanı geniş Ortadoğu’dur. Direniş, ayağa
kalkma, baş kaldırma ne dar anlamda Türk halkıyla ne de Kürt halkıyla
sınırlıdır ne de sınırlanabilir. İç, bölgesel, küresel alanda bu mücadelenin
geliştirilmesine ihtiyaç var…
Ortadoğu’da
da direniş ve savaşın başını çeken Kürt halkıdır. Ve Kürt ulusal devrimi
Ortadoğu çapında yayılan, bölgesel dinamikleri hareketlendiren, küresel etkiler
yaratan bir devrim olarak devrimimizin, Ortadoğu devriminin en önemli dinamiği
durumundadır… Acil görev, halkların birleşik cephesinin kurulup
geliştirilmesidir.
Halkların meşru
demokratik direnişi ve birleşik hareketi için ise, Rojava örneği, günümüzün ve
bölgenin en ileri örneği ve yol göstericisi olarak ortaya çıkmış ve uluslararası
meşruiyetini giderek artan oranda dayatarak ilerlemektedir. Kadın devrimi
karakteristiğini de gösteren Rojava devrimi, İslam âlemi, Ortadoğu âlemi
içerisinde kadın köle pazarlarının kurulduğu bir dünyada şeriatçı faşist
çetelerin, işbirlikçi İslamcı gerici rejimlerin bağrında fışkırıp gelişen,
halklara ışık olan bir devrim olarak Batı dünyasında da halkların destek ve
sempatisini kazanıyor…
Türkiye devrimci hareketi perspektifini
bölgesel devrimler gerçeğini de içerecek tarzda yenilemelidir. Ortadoğu çapında
politika yapma açılımı gerçekleştirmelidir. Ortadoğu çapında yayılan ve siyaset
yapan Kürt ulusal demokratik devriminin tarihsel ve güncel deneyi bu bakımdan
da yaşamsaldır… Bu bağlamda da ufuk darlığıyla, sosyal şovenizmle
savaşılmalıdır.
Emperyalizm
ve faşizmin saldırılarına karşı anti-faşist, anti-emperyalist birleşik cepheyi
her alanda örüp geliştirme, savaşçı karakterini ve vuruş gücünü büyütme
devrimci hareketin acil ortak
sorunudur. Faşist diktatörlüğün saldırıları salt Türkiye’de kurulacak dar bir
mücadele cephesiyle kırılamaz, geri püskürtülemez. Evet, öncelikle Türk halkı
ayağa kalkmalıdır, kaldırılmalıdır… Batı ve doğuyu kapsayan halkların
kardeşleşmesi, birleşik ayağa kalkması acildir ama bununla birlikte teorik ve
pratik duruş Ortadoğu perspektifiyle yenilenerek sentezlenmelidir…
Bu bağlamda Türkiye
cephesinde HDK ve HDP çok önemli devrimci bir imkândır. Her iki formuyla bu
çalışmaları geliştirmek, daha geniş mücadeleci güçleri çekerek, “halklaşarak”
savaşımı büyütmek gerekmektedir. İç demokrasiyi, kolektif aklı, birleşik
hareketi güçlendirmek, meclisler
temeli üzerinde işlevsel bir gelişme
hattını tutarak alabildiğine kitleselleşmek burada yaşamsal önem taşıyan görev
ve sorumluluklardır. HDK ve HDP dışında kalan ilerici ve devrimci politik ve
sosyal güçlerle yeni biçimlerde birleşik cephe hareketini zenginleştirerek savaşımı
geliştirmek ihmal edilemez… “Barış ve demokrasi/özgürlük bloku”nun hızla
geliştirilmesi gerekmektedir…
Tamda bu
bağlamda Rojava ve Gezi/Haziran ruhunun sentezini ifade eden, pratikleştiren
bir gelişme çizgisine gerek vardır ve buradan derinleşmek, yayılmak, savaşı
büyütmek gerekiyor. Topyekün savaşa karşı topyekün direniş ancak bu sentezle
geliştirilebilir…
O haşmetli
görüntüsü altında topyekün savaşı örgütleyen egemen sınıf ve cunta toplumsal ve
politik gelişmenin hiçbir temel gereksinimine yanıt verememekte; esasen geleneksel
politikalarla ayakta kalmaya çalışmaktadır. Dincilik, milliyetçilik,
“neoliberal” politikalar, emperyal yayılmacılık, faşist iç savaş
kışkırtıcılığı, kirli savaş… Bunların çıkış olmak bir yana, sistemin, egemen
sınıfın, devlet ve cuntanın sorunlarını dönüp dolaşıp büyüten ve büyütecek
olan, proletarya ve halkların mücadele dinamiklerini güçlendirecek politikalar
olduğu yeterince açıktır.
Düşman
cephesi en güçlü döneminde değil, pek çok bakımdan en zayıf dönemindedir. Türkiye-Kürdistan-Ortadoğu’nun
politik özgürlük gereksinimi artan oranda çözümünü keskinleşerek dayatmaktadır.
Emperyalizmin etnik, dinsel, mezhepsel politikalarla böl, kaos yarat, müdahale
et ve yönet politikasına, derin ve kapsamlı yıkımlarına karşı halkların devrimci
öfkesi büyümektedir… Bu gerçeği bir an olsun unutmamalı.
Diktatörlüğün
ve rejimin iç, bölgesel, uluslararası boyutlarıyla iç içe geçmiş çelişki ve
sorunlar yumağıyla şekillenmiş politik krizi, düzmece seçim sonuçlarıyla
giderilmek bir yana, yeni biçimlerde, giderek daha sert patlamalar biçiminde
karşımıza çıkacaktır. Faşist terör ve savaşla kurulmaya ve korunmaya çalışılan
“siyasi istikrar” sürdürülemez…
Kuşkusuz ki
yapılacak tek şey, sistemli hazırlanmak, güç biriktirmek, aktif savunma hattından,
Kürdistan ve Ortadoğu’da devrimsel baş kaldırılarla daha ileri hamleler
yolundan tam bir siyasal kararlıkla yürümektir. Emperyalizm ve faşizm kendi iç
çelişki ve çatışmaları temelinde kendiliğinden çökmeyecektir… Zafer
kendiliğinden gelmeyecektir… Hazırlanarak savaşmak, savaşarak hazırlanmak gerekir…
1 Kasım
sürecinin deneylerinden de bir kez daha görüldüğü gibi, devrimciler ve
komünistler burjuva legalitesine bel bağlayamaz. Gerçek şudur: Devrimci ve
komünist hareket geniş çaplı legalize
olmuş durumdadır ve bu, uzunca bir süredir böyledir. Derin ve kapsamlı legalist alışkanlıklar kazanmış
bulunuyor. Yenilgilerin ve doludizgin
karşı devrimin saldırıları altında legalizme dayalı çıkışlarla nefeslenmek,
irade kırılmasıyla birleştiği için güçlü ideolojik ve örgütsel yıkımlara yol
açmıştır… Tek tek yapılara “ait” legal partilerin tablosu ise ortadadır: Kitlelerden
kopuk, kendi öz güçlerini bile örgütlemekten büyük bir oranda mahrum,
alışageldik şekilde varlıklarını koruyan bürokratik yapılar… Evet, en sınırlı
legal hakları bile sonuna dek korumak için dövüşülmelidir… Evet, zayıf burjuva
legalitesine bel bağlanamaz demek de yetmez; pratik olarak da “öncülük”, “önderlik” iddiası olan politik güçler sağlam,
sürekliliğini güvence altına alan illegal, yasadışı temel üzerinde nitelikli ve
yaygın bir örgütsel yapı ve “öz savunma” aygıtı kurup geliştirmek
zorundadırlar.
Uzun yıllardır ideolojik ve örgütsel
tasfiyeciliğin girdabında, düşmanın darbeleri altında devrimci ve komünist
hareket dibe vurmuş ve boş hamaseti bir yana koyacak olursak, henüz ciddiye
alınabilecek bir toparlanma içerisine de girebilmiş değildir. Bunu, ciddiye
alınabilecek yasadışı temelin
yokluğundan da görüyoruz. Şu veya bu çıkış üzerinden gerçek tablonun, yapısal
ve tarihsel zaafların üstünün örtülmesine izin verilmemelidir. Ki bu üstünü
örtüleme tarzı, şu bildiğimiz her
zamanki idare-i maslahatçı manipülatif ve kolaycı tarzdır.
Zayıf, geri,
dar, sınıf ve kitlelerden kopuk, dar bürokratik, teknolojik gelişmelere hakim
olmaktan uzak, dar pratikçi, anı, dönemi kurtarmaya çalışan; devrim ve yeni
sosyalist dünya iddiası ve iktidar mücadelesinin gerekleri ile gerçek durumları
arasında derin bir uçurum olan ve bolca ve hoyratça kadro ve imkanları harcayan
bir tabloyla karşı karşıyayız… Stratejik bakış açısı ve pratikten de yoksun,
bir-iki yıllık başarılar kazanıp “zafer” ve “büyük önderlik” üzerine hamaset
yapan, bununla tatmin olan bir tarzın, geleneğin, kültürün, zihniyetin proletarya
ve halklara vereceği pek bir şey zaten bulunmamaktadır.
Daha fazla
gerilere gitmeye gerek yok, hamasetten, hava atmaktan, boş övünmeden ve
manipülasyondan başka değeri olmayan “öncü her şeye hazırdır” diyen yapılardan
başlayarak devrimci ve komünist hareketin 7 Haziran seçimlerinden sonra
başlayan topyekün savaş karşısında ne kadar zayıf oldukları, sınıfta kaldıkları
bir kez daha açığa çıktı… Doğru dürüst bir öz savunma bile yapılamadı. Boş
ajitasyon, kendini tatmin ve böbürlenme yerine, yenilenmek, illegal yasadışı örgütsel yapıları
hızla geliştirmek, öz savunmayı
sayısız biçimlerde örüp yetkinleştirmek, legal çalışmaları nitelikli ve
mücadeleci hale getirmek gerekiyor… Topyekün savaş sürüyor ve tehlikeler
büyüyor…
Aslında bütün
gelişmeler, sınıfsal ve ulusal kurtuluş davasını birleştiren,
çeşitli milliyetlerden proletaryanın önderliğinde devrim ve sosyalizm
mücadelesini geliştirmenin yaşamsal önemini çok çarpıcı bir tarzda ortaya
koyuyor… Ne yazık ki komünistliği anlamayan komünistlik çok uzun yıllardır öncelikle
de sınıfı gerici ve faşist partilerin ve sendikaların eline vermiş, insafına
terketmiş durumdadır… Devrimciliği anlamayan devrimcilik, komünistliği
anlamayan komünistlik, nesnel olarak, kolay devrimcilik olarak, asıl zorlu tarihsel
ve politik görevlerden kaçısın ifadesidir ve bu toprakların bir tarihsel
gerçeğidir ve doğaldır ki politik iktidar kavgasında, asgari ve azami hedefleri
doğrultusunda elbette ki bir çekim merkezi haline gelemiyor; iktidar olamıyor, olamaz
da.
Çıkış, devrimci
ve komünist yenilenmekten geçiyor. Köklü bir alt-üst oluşa ve devrimci yenilenmeye
gerek var. Bu ancak ve öncelikle de taşlaşmış zihniyetlerin aşılmasını
gerektiriyor. Bu zihniyet, tarz,
gelenek, önderlik anlayışı, nesnel
olarak, bir tarihsel dönemini doldurmuş ve kapatmıştır. Ömrünü doldurduğu
halde, can çekişerek de olsa, direnmeye, ayakta kalmaya ısrarla devam
etmektedir, edecektir de. Gerçek bir
devrimci ve sosyalist gelişmenin önünde ayak bağına dönüşmüş ve kapsamlı olarak
kolektif emekleri, kadro ve güçleri, zamanı tüketen idare-i maslahatçılıkla, elitizmle,
bürokratizmle, kariyerizmle zehirlenmiş yapılar, bu gerçeği yeni biçimler
altında, üstelik “yenilenme” olarak sunan küçük burjuva özel mülkiyet
dünyasının becerisi nedeniyle de kendini üretmeye devam etmektedir. Ve bu temel
üzerinde ve sayısız biçimlerde devrimci ve komünist yenilenmeye karşı canhıraş
direnmektedir…
Bu sorunun
öyle kolay çözülmeyeceği, süreçler gerektirdiği açıktır. Eskinin atılması,
aşılması ve yenilenme gereksinimi, nesnel olarak olgunlaşsa bile, eğer tarihin
akışı içerisinde öznel faktör olgunlaşmamışsa ya da olgunlaşmasına fırsat
vermeden boğulup biçiliyorsa, bu durumda, sorunun ideolojik ve pratik-politik
çözümüne dek, proletarya ve halkların sırtında bir kene rolüyle varlığını
korumaya, tahribatlarına devam etmeye, canhıraş egemenliğini korumak için makyavelistçe
direnmeye devam edecektir.
Aslında, daha
derin, özgün olan, sosyalist sistemin ve sosyalist kampın tasfiyesi ve
yenilgisiyle noktalanan kapitalizmin yeni tarzda restorasyonunun tarihsel
deneyimi açık seçik kanıtlıyor ki, bu yeni tip küçük burjuva ve küçük
burjuvazi, sosyalizm vs. maskeli bürokratik, elitist, makyavelist
karakteristiklere sahip süreç, çok karmaşık bir süreçtir; ortaya çıkışı,
gelişmesi, iktidarlaşması son derece esnek, renkli, manevra alanı çeşitli,
sırası gelince, eline fırsat geçince gayet sekterce, hoyratça yıkıcı ve son
derece de dirençlidir. Tarihin bu yeni ders ve deneyimleriyle silahlanamayan;
yeni bir ideolojik ve örgütsel donanım kazanamayan hiçbir komünist gücün de bu
hastalıkla baş etmesi mümkün değildir. Yeni bir donanım kazanmak şarttır. Revizyonizme,
oportünizme, reformizme karşı dünya komünist hareketinin tarihsel deney ve
donanımı sosyalist kampın tasfiyesi sürecinin dersleriyle silahlanmış olarak
geliştirilmek zorundadır… Hala olmayan şey de budur ve oportünizm, revizyonizm,
tasfiyecilik ideolojik kafa karıştırmaya, kargaşalık yaratmaya, manipülasyon
yapmaya devam etmektedir.
Kuşkusuz ki
tarihin ve siyasetin diyalektiği bu bakımdan da yolunu açacaktır. Komünistler
tarihin bu çok temel silahlarını da kuşanmasını başaracaklardır. Vakti gelen
fikirler zaten durdurulamaz, en fazlasından geciktirilebilir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder