13 Kasım 2015 Cuma

GAYRİMEŞRU 1 KASIM SEÇİM SONUÇLARI ÜZERİNE… V



GAYRİMEŞRU 1 KASIM SEÇİM SONUÇLARI ÜZERİNE…
                                             V
Dizginsiz dinci faşist terör ve demagoji ekseninde düzmece seçimlerle “zafer” kazanan cunta ve iktidarı, ekonomik, siyasi, sosyal, askeri saldırılarını sistematik bir tarzda sürdürmektedir ve sürdürecektir de. Batıda iç savaş, Kürdistan’da kirli savaş taktikleri eşliğinde savaş, topyekün savaş stratejisi ekseninde tırmandırılacaktır. Rojava devrimine müdahale dahil yeni taktikler ve manevralar eşliğinde savaş keskinleşerek devam edecektir. Kürtlere HÜDA-PAR’laşma, Barzanileşme çizgisi fütursuzca dayatılacaktır. Bu süreç dinci faşist sermayenin politik iktidar tekelini yeni hamlelerle sağlamlaştırma temelinde yükselerek ilerleyecektir. Kemalist Cumhuriyet’i (“I. Cumhuriyet”) İslami Cumhuriyet’e (“II. Cumhuriyet”) dönüştürme süreci ivmelenecek, daha doğrusu bu, daha sağlam bir tarzda oturtulmaya çalışılacaktır. Bu dönüşüm Saray’la simgesel ve işlevsel bir kudret merkezi olarak karşımızda durmaktadır... Faşist diktatörlük ve başı cunta, “kriz yönetim rejimi” ile savaşı tırmandırarak dinci faşist rejimi pekiştirme ve toplumsal muhalefeti ezme, parçalama kararlılığıyla yürüyecektir. Özellikle Kürdistan’da mücadelenin cephesi daha çok kentlileştikçe, kent ve kır diyalektiği derinleştikçe, öz yönetim çizgisi geliştikçe siviller daha açık, daha kesin faşist topyekün terörün ve savaşın hedefi olacaktır. Proletarya ve halklara dayatılan şey, olağanüstü hal rejimi ile yönetilmeyi kabul etmektir. Olağanüstü hal rejiminin olağan hal olarak kabul edilmesidir…
Bütün bu saldırıların ve gelişmelerin önünü kesecek tek güç ise, halkların direnişidir. Bu ayağa kalkış, Batıdan Kürdistan’a, Ortadoğu’ya kadar uzanan direniş, savunma, saldırı ve başkaldırılardan oluşan mücadele cephesini içermektedir, içerecektir…
Dinci faşist cuntabaşının (ve vekilinin) açıklamalarında söylenenler açıktır: “Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır.” PKK kayıtsız-şartsız silah bırakmalı. Son teröristi öldürünceye dek savaş sürecek. “Yüzde 52 (yani cuntabaşı!) milli iradedir.” “Yüzde 50 (-oysa yüzde 49,5- yani AKP iktidarı!) milli iradedir.” Yüzde 50,5 hiçbir şeydir. Halkların özgürlük istemi ve mücadelesi hiçbir şeydir. Herkes “milli iradeye” teslim olacak, biat edecek. “Kamu güvenliği” bundan ibarettir. IŞİD “milli irade”nin bir parçasıdır ve “kamu güvenliği”ni tesis etmenin, “milli irade”yi iktidarda tutmanın bir aracıdır. “Neye mal olursa olsun kamu güvenliği sağlanacaktır.” Her şey “milli güvenlik” doktrinine göre şekillendirilecektir. “Demokrasi budur.” “Tek dil, tek millet, tek din, tek mezhep, tek vatan.”  “Milli irade”ye karşı çıkan herkes “vatan haini”dir vs. “Bize bu ülkeyi dar edenlere biz bu ülkeyi dar ederiz”, “dar edeceğiz.”
“Şu anda bütün güvenlik güçlerimiz, askerimiz, polisimiz hepsi bölgedeler. Dağ taş demiyorlar. Şehidimiz de oluyor. Peygamberlikten sonra en büyük makam olan oraya yürüyen kardeşlerimiz var. Biliyorum aileler bu noktada çok dertli. Ama şunu da bilmemiz lazım ki, o şehitlik makamı öyle bir makam ki o Allah için, vatan için yürüyenlerin kazandığı bir rütbe. Bu mücadeleyle inşallah onların da kanı yerde kalmayacak.” Erdoğan, “Terör örgütü silahlarını bırakıp, toprağa betonlayarak gömene kadar, tüm elemanları teslim olana, ülke dışına çıkana kadar bu mücadeleyi sürdüreceğiz. Örgütün şehirlerdeki yapılanmaları tamamen çökertilene kadar, operasyonlar devam edecek. Önümüzdeki dönem konuşma, tartışma dönemi değil, açık söylüyorum sonuç alma dönemidir. Bu işe illa bir isim aranıyorsa, bunun adı artık milli birlik ve kardeşlik sürecidir. Yani milli birliğimizden daha iyi bir şey olabilir mi?” “Çözüm süreci buzdolabındadır” lafı ise, dinci faşist terör rejiminin algı operasyonuyla bağlı bir demagojidir…
Bu söylem ve politikanın anlamı bellidir, fazla bir yoruma da gerek yok.  Tekfirci faşist “tekçi zihniyet ve politika” üzerinden topyekün savaş… Kandil’den Rojava’ya, Suruç’tan Ankara’ya, Cizre’den Silvan’a kadar savaş uçakları ve helikopterleri, tanklar, toplar, polis gücü, özel harekat birlikleri, kontur-gerilla özel birimleri, fiili sıkıyönetim... “Allahuekber” nidalarıyla cesetlere yapılan işkenceler… Mezarlıkların ve ibadet yerlerinin vahşice yıkımı… Yaptıkları yapacaklarının aynasıdır…
İHD’nin açıkladığı rapora göre, “Saray’ın ve AKP hükümetinin savaş kararı almasının ardından 7 Haziran -1 Kasım seçimleri arasında 602 kişi hayatını kaybetti, HDP’ye yönelik 133 saldırı gerçekleşti, HDP’nin 5 binden fazla üyesi gözaltına alındı, bin 4 üyesi tutuklandı.” “Yaşanan çatışmalarda devlet, uluslararası sözleşmeleri de ihlal etti.” “7 Haziran ve 9 Kasım 2015 tarihleri arasında silahlı çatışmaların dışında 41’i çocuk 128 kişi yaşamını yitirdi” ve “51’i çocuk olmak üzere 195 kişi de yaralandı.” “IŞİD’in yaptığı katliamlarla birlikte 262 sivil hayatını kaybetti. 759 sivil ise yaralandı.”
Fazla söze gerek var mı!
Türkiye’den, Kürdistan’dan, Ortadoğu’ya kadar yayılan alanda emperyalist gericilik, bölgesel yerli gericilik başta Kürt halkı olmak üzere halkların karşısına dikilmiş ve azgınca saldırmaktadır… Hesaplaşma ve mücadele alanı geniş Ortadoğu’dur. Direniş, ayağa kalkma, baş kaldırma ne dar anlamda Türk halkıyla ne de Kürt halkıyla sınırlıdır ne de sınırlanabilir. İç, bölgesel, küresel alanda bu mücadelenin geliştirilmesine ihtiyaç var…
Ortadoğu’da da direniş ve savaşın başını çeken Kürt halkıdır. Ve Kürt ulusal devrimi Ortadoğu çapında yayılan, bölgesel dinamikleri hareketlendiren, küresel etkiler yaratan bir devrim olarak devrimimizin, Ortadoğu devriminin en önemli dinamiği durumundadır… Acil görev, halkların birleşik cephesinin kurulup geliştirilmesidir.
Halkların meşru demokratik direnişi ve birleşik hareketi için ise, Rojava örneği, günümüzün ve bölgenin en ileri örneği ve yol göstericisi olarak ortaya çıkmış ve uluslararası meşruiyetini giderek artan oranda dayatarak ilerlemektedir. Kadın devrimi karakteristiğini de gösteren Rojava devrimi, İslam âlemi, Ortadoğu âlemi içerisinde kadın köle pazarlarının kurulduğu bir dünyada şeriatçı faşist çetelerin, işbirlikçi İslamcı gerici rejimlerin bağrında fışkırıp gelişen, halklara ışık olan bir devrim olarak Batı dünyasında da halkların destek ve sempatisini kazanıyor…
  Türkiye devrimci hareketi perspektifini bölgesel devrimler gerçeğini de içerecek tarzda yenilemelidir. Ortadoğu çapında politika yapma açılımı gerçekleştirmelidir. Ortadoğu çapında yayılan ve siyaset yapan Kürt ulusal demokratik devriminin tarihsel ve güncel deneyi bu bakımdan da yaşamsaldır… Bu bağlamda da ufuk darlığıyla, sosyal şovenizmle savaşılmalıdır.
Emperyalizm ve faşizmin saldırılarına karşı anti-faşist, anti-emperyalist birleşik cepheyi her alanda örüp geliştirme, savaşçı karakterini ve vuruş gücünü büyütme devrimci hareketin acil ortak sorunudur. Faşist diktatörlüğün saldırıları salt Türkiye’de kurulacak dar bir mücadele cephesiyle kırılamaz, geri püskürtülemez. Evet, öncelikle Türk halkı ayağa kalkmalıdır, kaldırılmalıdır… Batı ve doğuyu kapsayan halkların kardeşleşmesi, birleşik ayağa kalkması acildir ama bununla birlikte teorik ve pratik duruş Ortadoğu perspektifiyle yenilenerek sentezlenmelidir…
Bu bağlamda Türkiye cephesinde HDK ve HDP çok önemli devrimci bir imkândır. Her iki formuyla bu çalışmaları geliştirmek, daha geniş mücadeleci güçleri çekerek, “halklaşarak” savaşımı büyütmek gerekmektedir. İç demokrasiyi, kolektif aklı, birleşik hareketi güçlendirmek, meclisler temeli üzerinde işlevsel bir gelişme hattını tutarak alabildiğine kitleselleşmek burada yaşamsal önem taşıyan görev ve sorumluluklardır. HDK ve HDP dışında kalan ilerici ve devrimci politik ve sosyal güçlerle yeni biçimlerde birleşik cephe hareketini zenginleştirerek savaşımı geliştirmek ihmal edilemez… “Barış ve demokrasi/özgürlük bloku”nun hızla geliştirilmesi gerekmektedir…
Tamda bu bağlamda Rojava ve Gezi/Haziran ruhunun sentezini ifade eden, pratikleştiren bir gelişme çizgisine gerek vardır ve buradan derinleşmek, yayılmak, savaşı büyütmek gerekiyor. Topyekün savaşa karşı topyekün direniş ancak bu sentezle geliştirilebilir…
O haşmetli görüntüsü altında topyekün savaşı örgütleyen egemen sınıf ve cunta toplumsal ve politik gelişmenin hiçbir temel gereksinimine yanıt verememekte; esasen geleneksel politikalarla ayakta kalmaya çalışmaktadır. Dincilik, milliyetçilik, “neoliberal” politikalar, emperyal yayılmacılık, faşist iç savaş kışkırtıcılığı, kirli savaş… Bunların çıkış olmak bir yana, sistemin, egemen sınıfın, devlet ve cuntanın sorunlarını dönüp dolaşıp büyüten ve büyütecek olan, proletarya ve halkların mücadele dinamiklerini güçlendirecek politikalar olduğu yeterince açıktır.
Düşman cephesi en güçlü döneminde değil, pek çok bakımdan en zayıf dönemindedir. Türkiye-Kürdistan-Ortadoğu’nun politik özgürlük gereksinimi artan oranda çözümünü keskinleşerek dayatmaktadır. Emperyalizmin etnik, dinsel, mezhepsel politikalarla böl, kaos yarat, müdahale et ve yönet politikasına, derin ve kapsamlı yıkımlarına karşı halkların devrimci öfkesi büyümektedir… Bu gerçeği bir an olsun unutmamalı.
Diktatörlüğün ve rejimin iç, bölgesel, uluslararası boyutlarıyla iç içe geçmiş çelişki ve sorunlar yumağıyla şekillenmiş politik krizi, düzmece seçim sonuçlarıyla giderilmek bir yana, yeni biçimlerde, giderek daha sert patlamalar biçiminde karşımıza çıkacaktır. Faşist terör ve savaşla kurulmaya ve korunmaya çalışılan “siyasi istikrar” sürdürülemez…
Kuşkusuz ki yapılacak tek şey, sistemli hazırlanmak, güç biriktirmek, aktif savunma hattından, Kürdistan ve Ortadoğu’da devrimsel baş kaldırılarla daha ileri hamleler yolundan tam bir siyasal kararlıkla yürümektir. Emperyalizm ve faşizm kendi iç çelişki ve çatışmaları temelinde kendiliğinden çökmeyecektir… Zafer kendiliğinden gelmeyecektir… Hazırlanarak savaşmak, savaşarak hazırlanmak gerekir…
1 Kasım sürecinin deneylerinden de bir kez daha görüldüğü gibi, devrimciler ve komünistler burjuva legalitesine bel bağlayamaz. Gerçek şudur: Devrimci ve komünist hareket geniş çaplı legalize olmuş durumdadır ve bu, uzunca bir süredir böyledir. Derin ve kapsamlı legalist alışkanlıklar kazanmış bulunuyor.  Yenilgilerin ve doludizgin karşı devrimin saldırıları altında legalizme dayalı çıkışlarla nefeslenmek, irade kırılmasıyla birleştiği için güçlü ideolojik ve örgütsel yıkımlara yol açmıştır… Tek tek yapılara “ait” legal partilerin tablosu ise ortadadır: Kitlelerden kopuk, kendi öz güçlerini bile örgütlemekten büyük bir oranda mahrum, alışageldik şekilde varlıklarını koruyan bürokratik yapılar… Evet, en sınırlı legal hakları bile sonuna dek korumak için dövüşülmelidir… Evet, zayıf burjuva legalitesine bel bağlanamaz demek de yetmez; pratik olarak da “öncülük”, “önderlik” iddiası olan politik güçler sağlam, sürekliliğini güvence altına alan illegal, yasadışı temel üzerinde nitelikli ve yaygın bir örgütsel yapı ve “öz savunma” aygıtı kurup geliştirmek zorundadırlar.
 Uzun yıllardır ideolojik ve örgütsel tasfiyeciliğin girdabında, düşmanın darbeleri altında devrimci ve komünist hareket dibe vurmuş ve boş hamaseti bir yana koyacak olursak, henüz ciddiye alınabilecek bir toparlanma içerisine de girebilmiş değildir. Bunu, ciddiye alınabilecek yasadışı temelin yokluğundan da görüyoruz. Şu veya bu çıkış üzerinden gerçek tablonun, yapısal ve tarihsel zaafların üstünün örtülmesine izin verilmemelidir. Ki bu üstünü örtüleme tarzı,  şu bildiğimiz her zamanki idare-i maslahatçı manipülatif ve kolaycı tarzdır.
Zayıf, geri, dar, sınıf ve kitlelerden kopuk, dar bürokratik, teknolojik gelişmelere hakim olmaktan uzak, dar pratikçi, anı, dönemi kurtarmaya çalışan; devrim ve yeni sosyalist dünya iddiası ve iktidar mücadelesinin gerekleri ile gerçek durumları arasında derin bir uçurum olan ve bolca ve hoyratça kadro ve imkanları harcayan bir tabloyla karşı karşıyayız… Stratejik bakış açısı ve pratikten de yoksun, bir-iki yıllık başarılar kazanıp “zafer” ve “büyük önderlik” üzerine hamaset yapan, bununla tatmin olan bir tarzın, geleneğin, kültürün, zihniyetin proletarya ve halklara vereceği pek bir şey zaten bulunmamaktadır.
Daha fazla gerilere gitmeye gerek yok, hamasetten, hava atmaktan, boş övünmeden ve manipülasyondan başka değeri olmayan “öncü her şeye hazırdır” diyen yapılardan başlayarak devrimci ve komünist hareketin 7 Haziran seçimlerinden sonra başlayan topyekün savaş karşısında ne kadar zayıf oldukları, sınıfta kaldıkları bir kez daha açığa çıktı… Doğru dürüst bir öz savunma bile yapılamadı. Boş ajitasyon, kendini tatmin ve böbürlenme yerine, yenilenmek, illegal yasadışı örgütsel yapıları hızla geliştirmek, öz savunmayı sayısız biçimlerde örüp yetkinleştirmek, legal çalışmaları nitelikli ve mücadeleci hale getirmek gerekiyor… Topyekün savaş sürüyor ve tehlikeler büyüyor…
Aslında bütün gelişmeler, sınıfsal ve ulusal kurtuluş davasını birleştiren, çeşitli milliyetlerden proletaryanın önderliğinde devrim ve sosyalizm mücadelesini geliştirmenin yaşamsal önemini çok çarpıcı bir tarzda ortaya koyuyor… Ne yazık ki komünistliği anlamayan komünistlik çok uzun yıllardır öncelikle de sınıfı gerici ve faşist partilerin ve sendikaların eline vermiş, insafına terketmiş durumdadır… Devrimciliği anlamayan devrimcilik, komünistliği anlamayan komünistlik, nesnel olarak, kolay devrimcilik olarak, asıl zorlu tarihsel ve politik görevlerden kaçısın ifadesidir ve bu toprakların bir tarihsel gerçeğidir ve doğaldır ki politik iktidar kavgasında, asgari ve azami hedefleri doğrultusunda elbette ki bir çekim merkezi haline gelemiyor; iktidar olamıyor, olamaz da.
Çıkış, devrimci ve komünist yenilenmekten geçiyor. Köklü bir alt-üst oluşa ve devrimci yenilenmeye gerek var. Bu ancak ve öncelikle de taşlaşmış zihniyetlerin aşılmasını gerektiriyor.  Bu zihniyet, tarz, gelenek,  önderlik anlayışı, nesnel olarak, bir tarihsel dönemini doldurmuş ve kapatmıştır. Ömrünü doldurduğu halde, can çekişerek de olsa, direnmeye, ayakta kalmaya ısrarla devam etmektedir, edecektir de.  Gerçek bir devrimci ve sosyalist gelişmenin önünde ayak bağına dönüşmüş ve kapsamlı olarak kolektif emekleri, kadro ve güçleri, zamanı tüketen idare-i maslahatçılıkla, elitizmle, bürokratizmle, kariyerizmle zehirlenmiş yapılar, bu gerçeği yeni biçimler altında, üstelik “yenilenme” olarak sunan küçük burjuva özel mülkiyet dünyasının becerisi nedeniyle de kendini üretmeye devam etmektedir. Ve bu temel üzerinde ve sayısız biçimlerde devrimci ve komünist yenilenmeye karşı canhıraş direnmektedir…
Bu sorunun öyle kolay çözülmeyeceği, süreçler gerektirdiği açıktır. Eskinin atılması, aşılması ve yenilenme gereksinimi, nesnel olarak olgunlaşsa bile, eğer tarihin akışı içerisinde öznel faktör olgunlaşmamışsa ya da olgunlaşmasına fırsat vermeden boğulup biçiliyorsa, bu durumda, sorunun ideolojik ve pratik-politik çözümüne dek, proletarya ve halkların sırtında bir kene rolüyle varlığını korumaya, tahribatlarına devam etmeye, canhıraş egemenliğini korumak için makyavelistçe direnmeye devam edecektir.
Aslında, daha derin, özgün olan, sosyalist sistemin ve sosyalist kampın tasfiyesi ve yenilgisiyle noktalanan kapitalizmin yeni tarzda restorasyonunun tarihsel deneyimi açık seçik kanıtlıyor ki, bu yeni tip küçük burjuva ve küçük burjuvazi, sosyalizm vs. maskeli bürokratik, elitist, makyavelist karakteristiklere sahip süreç, çok karmaşık bir süreçtir; ortaya çıkışı, gelişmesi, iktidarlaşması son derece esnek, renkli, manevra alanı çeşitli, sırası gelince, eline fırsat geçince gayet sekterce, hoyratça yıkıcı ve son derece de dirençlidir. Tarihin bu yeni ders ve deneyimleriyle silahlanamayan; yeni bir ideolojik ve örgütsel donanım kazanamayan hiçbir komünist gücün de bu hastalıkla baş etmesi mümkün değildir. Yeni bir donanım kazanmak şarttır. Revizyonizme, oportünizme, reformizme karşı dünya komünist hareketinin tarihsel deney ve donanımı sosyalist kampın tasfiyesi sürecinin dersleriyle silahlanmış olarak geliştirilmek zorundadır… Hala olmayan şey de budur ve oportünizm, revizyonizm, tasfiyecilik ideolojik kafa karıştırmaya, kargaşalık yaratmaya, manipülasyon yapmaya devam etmektedir.
Kuşkusuz ki tarihin ve siyasetin diyalektiği bu bakımdan da yolunu açacaktır. Komünistler tarihin bu çok temel silahlarını da kuşanmasını başaracaklardır. Vakti gelen fikirler zaten durdurulamaz, en fazlasından geciktirilebilir…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder