GAYRİMEŞRU 1 KASIM SEÇİM SONUÇLARI ÜZERİNE…
III
HDP 1 Kasım
“seçim”leri sürecini ve sonuçlarını eleştirel değerlendirecek ve gerekli
dersleri çıkaracaktır. Süreç ve deneyimleri üzerinde özgür tartışmalar ve kolektif
akıl ilkesi temelinde çıkarılacak dersler HDP’nin gelişimi ve kendini
yenilemesi bağlamında oldukça önem taşıyacaktır. Bu bağlamda biz de
görebildiğimiz zaaflar ve eksiklikler üzerine bazı eleştirilerimizi,
uyarılarımızı, önerilerimizi yapacağız. Bazı sorunların bilince çıkarılabilmesi
için HDK ve HDP’nin yapacağı analizler, sunacağı veriler önem taşımaktadır ve
taşıyacaktır. Dolayısıyla bazı çekincelerimizi, eleştirilerimizi şimdilik saklı
tutacağız. Sırası gelince bu noktalara da gireceğiz. Ayrıca belirtmek gerekir
ki, HDP içerisinde yer alan değişik düşüncelere sahip pek çok kuvvet
bulunmaktadır. Dolayısıyla farklı değerlendirmelerin olması da kaçınılmazdır.
Yaşanan sürecin kolektif sorumluluğu, eşitsiz de olsa, hepsinin sırtındadır…
Tek tek söz konusu politik ve sosyal çevrelerin değerlendirilmesi ayrıca
gerekmektedir. Ama biz, burada, kendimizi HDP kolektifi bağlamıyla, kolektif
sorumluluk bağlamıyla sınırlayarak değerlendirmelerimizi sunmakla yetineceğiz.
Görebildiğimiz
olgulardan yola çıkarak şunları söyleyebiliriz.
Dört bir
yandan terör saldırısı ve kuşatması altında olan HDP süreci iyi yönetemedi. Savunma
pozisyonunda kaldı. Savunma pozisyonuna geçerek saldırıları göğüslemeye
çalıştı. Aktif savunma taktiğini bile uygulayamadı. Büyük bir oranda pasifize
edildi. Bu durum HDP’nin eldeki güçlerini etkin ve üretken bir biçimde
kullanmasını, gerekli manevraları yapmasını önledi. HDP topyekün terör ve
psikolojik harekâtın baskısı altına girerek inisiyatif kaybetti. Bu durum bir
tür irade kırılması ve geri çekilme biçiminde kendisini dışa vurdu. Faşist
diktatörlük, dinci faşist cunta dizginsiz terör ve psikolojik harekâtla aynı
zamanda bunu hedefliyordu… Bu tablo güçlü ve birleşik bir topyekün direnişin
geliştirilmesini, devlet ve Saray cuntasının planlarını bozacak karşı hamlelerin
güçlü bir tarzda örgütlenmesini önledi.
HDP sokakları
terk etmemeliydi. Yeni politik savunma ve saldırı biçimleri bularak
kullanmalıydı. Dinci faşist topyekün terör saldırısına karşı sokak çalışmasında,
sokakların gücünü kullanmada ısrarlı ve yaratıcı olmalıydı. Kitlelere ulaşmada,
kitle çalışmasında mevzilerini korumalıydı. HDP, gayrimeşru seçim sürecinde meşruiyet zemininde ısrar etmeli, yasal
haklarını da sonuna kadar dirençle
savunmalı ve korumalıydı. “Seçim” çalışmasını da bu eksende mücadeleci bir
duruşla geliştirmeliydi. Ki HDP “seçim” çalışmasına da çok geç başladı. Öz
güven, öz savunma, yeni manevralar yapma, yeni biçimlerde direnme, kitlesel
karşı duruş zayıf kalınca gemi azıya almış dinci faşist terör saldırısını yönetenler
bundan da cesaret alarak daha da küstahlaştı…
7 Haziran
seçim başarısı politik ve psikolojik olarak HDP’ye bir üstünlük sağlamıştı. Barış
ve özgürlük isteyen geniş kitlelerde de umut dalgasını ivmelemişti. 7 Haziran
seçimlerine giden süreçte MGK’da kararlaştırılan topyekün savaş kararı,
seçimlerin ardından hayata geçirilmeye başlandı. Söz konusu pozitif havanın
kırılması barış ve özgürlük düşmanı savaşçı güçlerin ve başı cuntanın öncelikli sorunuydu. Nitekim seçimlerin
hemen ardından “yeniden seçim” politikası ve darbe pratikleştirildi; ardından
Suruç toplu katliamı ile etkin ve kapsamlı tarzda harekete geçildi… Arkasında 6
milyonu aşan kitle gücü ve daha geniş sempati dalgası olan, mecliste 80 vekille
temsil edilen, politik başarı ve moral üstünlüğü ile atağa geçmiş HDP, ne yazık
ki, daha başta darbeye, başlatılan faşist iç savaş kışkırtıcılığına, kirli
savaşa karşı etkin, kitlelere güven
veren bir duruş sergileyemedi. Dikta
ve başı cunta ortaya çıkan sevinci vb. HDP ve halkların kursağında bıraktı. Durumun
baskısı altına giren HDP (ve dostları) daha baştan inisiyatif kaybetmeye
başladı…
HDP bütün
avantajlarına karşın, bir ayı aşkın bir süre “garip” ve tepki toplayan bir
biçimde edilgen kaldı. Oysa tamda o kritik dönemeçte tam bir siyasal
kararlılıkla, doğru taktiklerle kendini ortaya koyabilseydi, 7 Haziran
seçimleri öyle kolayca iptal edilmeyecekti. Mesela, sorunu iç ve uluslararası
alanda güçlü bir şekilde gündemleştirecek biçimlerden biri olarak 40 vekille mecliste
ölüm orucuna (vb.) başlayabilirdi. Bir yandan da kitlesel sokak gösterileri
yapabilirdi. Bu durum, başta CHP tabanı olmak üzere MHP tabanı üzerinde de
güçlü etkiler yaratacak, böylece HDP geniş kitleleri yanına çekerek ve burjuva
karşı devrimci cephesinde iç çelişkileri de büyüterek güçlü bir direniş ve
karşı saldırı harekâtı geliştirebilirdi.
Hatırlayalım,
o dönem geniş kitlelerdeki algı şuydu: Erdoğan kişisel hırsı için “tekrar
seçim” diyor, “ortalığı karıştırıyor”, “çözüm sürecine, barışa hayır diyor”, “savaşı
da o yüzden başlattı.” “Şehit” cenazeleri” törenlerinde ortaya çıkan yaygın tepkileri
hatırlayalım hep birlikte… Ama emek ve demokrasi
güçleri, devrimci ve komünist hareket, HDP edilgen kalınca “ya kaos ve ölüm ya
da istikrar” topyekün saldırısı etkili
olmaya ve toplumsal psikolojiyi tersine değiştirmeye başladı… O aşamada asıl
dikkat ve vuruş gücü 7 Haziran seçimlerinin iptal edilmesine, darbeye, cuntaya
karşı topyekün mücadele üzerinde yoğunlaştırılmalıydı. AKP ile rekabet halinde
olmakla birlikte, devletin topyekün savaş kararı üzerinde anlaşan ve AKP ile
danışıklı dövüşe giren CHP ve MHP’yi deşifre etmenin de sağlam ve tutarlı yolu
bu olacaktı. Politik mücadelede zamanında harekete geçmek, suçluyu suç üstünde
yakalayarak üzerine gitmek, ortaya çıkan fırsatları tam bir politik kararlılıkla
ve yetenekle yaratıcı ve inisiyatifli bir tarzda kullanabilmek yaşamsal
önemdedir. Devrimci ve komünist hareket, HDP bunu başaramadı… Oysa merkezinde dinci faşist cuntanın durduğu
faşist karşı devrim, tarihsel, sosyolojik, güncel okumalara oturan “toplum
mühendisliği” üzerinden zamanında harekete geçmesini, hızla üstünlüğü ele
geçirmesini bildi… Sonuçlarını hep birlikte görüyoruz…
HDP, bir
birleşik cephe hareketidir. Homojen olmaktan uzaktır. İçerisinde farklı sınıf
ve tabaların, toplumsal kesimlerin eğilimleri var ve bu da doğal ve
kaçınılmazdır ve bir zenginliktir. Bu bağlamda HDP’nin tutarsız liberal aydın
tabakayla da bağları olacak ve bu tabakayla iyi ilişkiler kurmaya,
tarafsızlaştırmaya, yanına çekmeye önem verecektir. Ancak söz konusu tutarsız,
yalpalayan, zor anlarda ve dönemeçlerde ruh hali hızla değişerek HDP’nin
karşısında konumlanacak bu toplumsal kategoriyle ilişkilerinde HDP, hem en
yüksek ideolojik ve siyasal uyanıklığını koruyacak, hem daha da önemlisi
liberal söylem ve etkinin altına girmeden politika yapmasını bilecektir. HDP, sosyal
reformist ve liberal aydın tabakanın geniş kitleleri etkileme ve kazanma adına
sulandırılmış, içeriği bozulmuş, halklara yanlış mesajlar veren, düzen, egemen
sınıf ve burjuva partiler, parlamento hakkında hayaller yayan bir propaganda ve
ajitasyon önerisi ve baskısına karşı güçlü durmasını bilmelidir. HDP ancak
mücadeleci, her adımıyla egemen sınıfı, diktatörlüğü ve burjuva partileri vuran
ve geniş kitlelere de buradan ulaşan tutarlı bir anti-faşist politik mücadele
ve dille geniş kitleleri kazanabilir. HDP, verdiği her mesajla kitlelerde şu
bilinci uyandırıp ayağa kaldırmalıdır: Bu düzene mahkum ve mecbur değiliz. Bu
egemen sınıfa ve devletine mahkûm değiliz. Bunlar sırtımızdaki yüktür ve tereddütsüz
sırtımızdan atılmalıdırlar… “Yumuşak parti”, “aklı başında uzlaşıcı parti”
mesajlarını da bu temel eksen üzerinden vererek kitlelere ulaşabilir.
Evet, HDP’nin
işi çok zordur… Fakat egemen sınıflara ve devlete verilen “uzlaşıcı parti”
mesajlarının, eşitlik, adalet, barış, politik özgürlük kavgasına bir faydası
yoktur. Kitlelerde parlamenter beklentileri yükselten tutumlardan da uzak
durulmalıdır. Parlamento dışı mücadeleyi esas alma bilinci ve duygusu daima
canlı tutulmalıdır. Karşımızda sınıf bilinçli bir düşmanı var… Onların anladığı
tek dil, halkların boyun eğmeyen mücadelesi ve bu mücadelenin indirdiği ve
indireceği darbelerdir. Söz gelimi, HDP’nin “memleketi hükümetsiz bırakmamak”
gibi bir kaygısı olamaz. Bu amaçla CHP, MHP, AKP gibi partilere “bakın biz ne
uzlaşıcı ve anlayışlı bir partiyiz” açıklamalarıyla yakınlaşmayı doğru
bulmuyoruz. Geniş kitleler, halklar nezdinde açık ve anlaşılır olmak, esnek bir
dil kullanmak elbette ki anlaşılırdır ama HDP, mesajlarını devlete vs. değil, devleti,
burjuva partileri teşhir edecek
tarzda doğrudan doğruya kitlelere
vermelidir. Ve söz konusu her açıklaması kitlelerde, halklarda, liberal boş hayaller
yaratan beklentileri kırabilen, egemen sınıfı ve araçlarını ısrarla teşhir
eden, kitlelerin siyasal uyanıklığını sistemli yükselten bir politika tarzı
olmalı ve üslup da buna göre şekillenmelidir. HDP’nin üzerindeki ciddi liberal
etki, HDP’ye güç kazandırmaz, orta ve uzun vadede ise dönüp HDP’yi vurur,
güçten düşürür.
HDP’nin
Demirtaş üzerinden kullandığı dil, geniş kitlelere, onların yüreklerine
dokunabilmekte ve etkili olmaktadır. Bu etki, aslında geniş kitlelerin bilince
çıkaramadığı ya da sezgiyle, çarpık bilinçle az ya da çok hissettiği adalet,
barış, demokrasi ve özgürlük özlem ve isteğidir. İşte HDP’nin bir bütün olarak
politik çalışmalarında ve her önemli dönemeçte işçi sınıfının, halkların,
ezilen değişik toplumsal kesimlerin hissettiği, istediği söz konusu özlemleri,
istekleri daha da alevlendiren bir politikayla
ve dille yürümede ısrarlı olmalıdır… Bu bağlamda halk dalkavukluğuna ve egemen
sınıfı ve devleti vs. ikna etme nesnel eğilimine ve onun öznel alandaki
etkilerine karşı dikkatli ve eleştirel olmak doğru ve yerinde bir devrimci
duruş olacaktır. HDP sosyal reformist ve liberal siyaset ve dilin baskısı
karşısında daha uyanık ve mücadeleci olmak zorundadır. Kuşkusuz ki liberallerin
etki gücü X gezegeninden ya da bilinmeyen bir yerden gelmiyor, aksine, bilakis
HDP’nin bir birleşik cephe hareketi olarak tam içinden fışkırıp geliyor. Başta
Kürt burjuvazisi olmak üzere “orta sınıf”lardan geliyor. Ama bu nesnel temel ya
da sınıf gerçeği, bu bağlamda HDP içerisinde keskin mücadelelere yol açtığı ve açacağı
gibi, bu eğilime karşı da etkin bir mücadeleci donanımı da gerektirmektedir… 1
Kasım seçim sonuçları daha kesinleşmeden, sayım hala sürüyorken Eş Başkanların garip
bir şekilde alelacele yaptıkları ilk açıklamada gayrimeşru seçimlerin ve
gayrimeşru sonuçlarının halklarımıza hayırlı-uğurlu olması temennisi, ağır bir
liberal zaaftı. Özellikle de öyle kritik bir siyasal anda altı çizilerek
vurgulanması ve iç ve uluslararası kamuoyuna verilmesi gereken mesaj, seçim
sürecinin ve sonuçlarının bir darbe sürecinin ürünü ve gayrimeşru karakterde
olduğuydu... Üstelik bu açıklama alelacele yapıldı, oysa HDP’yi kovalayan da
yoktu…
Keza HDP,
kitleleri kazanma adına dini söylemi kullanmada da dikkatli olmak ve araya
mesafe koymak zorundadır. Özel olarak bu söylemin dinsel gericiliğin etkisi
altında kalan emekçi kitlelerde ciddiye alınabilecek kadar bir etki yaratmadığı
görülmelidir. Devlet, cunta, AKP hükümeti camileri, cemevlerini, mezarları
uçaklarla, ağır toplarla, bombalarla yıktığı halde (Kürt halkını dışta
tutuyoruz) dinsel gericiliğin etkisi altındaki kitlelerin geniş bir kesimi, “bu
ne vicdansızlık” demiyor bile. Bu ırkçı, milliyetçi, dinci kirlenme öyle ki,
toplumun geniş kesimlerinde sınır tanımayan ahlaki, vicdani, insani erozyona da
yol açıyor ve açmış bulunuyor. Bu kirliliği kitleler ancak mücadele ırmağında
yıkanarak aşabilir, dini söyleme kaymakla olmaz bu!
HDP din ve
vicdan hürriyeti konusunda tutarlı ve özgürlükçü bir programa sahiptir.
Dolayısıyla propaganda ve ajitasyonunda genel programının sacayaklarından biri
olan din ve vicdan özgürlüğü programına bağlı kalarak hareket etmek zorundadır.
Söz gelimi Eş Başkanların bol bol inşallahlı, maşallahlı vb. söylemi
kullanmaları doğru değildir. Farklı din ve inançtan işçi ve emekçilerle politik
özgürlük ekseninde, özgürlükçü laiklik ilkesi etrafında bağ kurulmalıdır ve
bunda da ısrarlı olunmalıdır. Programında yer alan din ve vicdan özgürlüğü
perspektifi ve çözüm önerilerinin tutarlılıkla savunulması yaşamsaldır. HDP’nin
yakın dönemde yaptığı düzeltme, resmi bir din kurumunu kabul eden tutumu da
doğru değildir kanımızca. Bu, pragmatik bir tutumdur. Geri kitlelere verilen, devlet
baskısına, dinsel toplumsal baskıya verilen bir tavizdir, keza devlete de
verilen yanlış ve uzlaşmacı bir mesajdır. Burjuva liberal, post-liberal
zihniyet ve tutumlar karşısında, “mahalle baskısı” karşısında gerilemekle
kitleler tutarlılıkla kazanılamaz.
Toplumun laik ve anti-laik olarak kutuplaştırılmasını önleyecek, boşa
çıkaracak bir politika üzerinden yola devam etmek, faşizm ve sermayeye karşı en
geniş kitleleri birleştirecek mücadele hattından tutarlılıkla yürümek gerekir.
Ezilenlerden yana, din ve vicdan özgürlüğünü savunan, kendi egemenliği için
ayrıcalık talep etmeyen bir demokratik İslami hareket çıkışlarının politik
açıdan desteklenmesi bu tutuma aykırı düşmez; dahası böyle bir akımın gelişmesi
özellikle de içerisinde geçtiğimiz tarihsel ve politik koşullarda çok da
değerli politik bir gelişme olacaktır… Burada iki şeye özen göstermek gerekir:
1-Dine, dinsel harekete ideolojik taviz verilmemeli, verilemez de. 2-
Halklardan, adaletten yana, zulme karşı politik özgürlükler için tutum alan
dinsel akımlar ise politik olarak desteklenmeli, dahası politik karakterde bir
bağlaşma kurulmalıdır. Bu iki olgunun birbirine karıştırılması son derece
tehlikelidir…
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder