Translate

8 Kasım 2015 Pazar

GAYRİMEŞRU 1 KASIM SEÇİM SONUÇLARI ÜZERİNE… III



GAYRİMEŞRU 1 KASIM SEÇİM SONUÇLARI ÜZERİNE…
                                             III
HDP 1 Kasım “seçim”leri sürecini ve sonuçlarını eleştirel değerlendirecek ve gerekli dersleri çıkaracaktır. Süreç ve deneyimleri üzerinde özgür tartışmalar ve kolektif akıl ilkesi temelinde çıkarılacak dersler HDP’nin gelişimi ve kendini yenilemesi bağlamında oldukça önem taşıyacaktır. Bu bağlamda biz de görebildiğimiz zaaflar ve eksiklikler üzerine bazı eleştirilerimizi, uyarılarımızı, önerilerimizi yapacağız. Bazı sorunların bilince çıkarılabilmesi için HDK ve HDP’nin yapacağı analizler, sunacağı veriler önem taşımaktadır ve taşıyacaktır. Dolayısıyla bazı çekincelerimizi, eleştirilerimizi şimdilik saklı tutacağız. Sırası gelince bu noktalara da gireceğiz. Ayrıca belirtmek gerekir ki, HDP içerisinde yer alan değişik düşüncelere sahip pek çok kuvvet bulunmaktadır. Dolayısıyla farklı değerlendirmelerin olması da kaçınılmazdır. Yaşanan sürecin kolektif sorumluluğu, eşitsiz de olsa, hepsinin sırtındadır… Tek tek söz konusu politik ve sosyal çevrelerin değerlendirilmesi ayrıca gerekmektedir. Ama biz, burada, kendimizi HDP kolektifi bağlamıyla, kolektif sorumluluk bağlamıyla sınırlayarak değerlendirmelerimizi sunmakla yetineceğiz.
Görebildiğimiz olgulardan yola çıkarak şunları söyleyebiliriz.
Dört bir yandan terör saldırısı ve kuşatması altında olan HDP süreci iyi yönetemedi. Savunma pozisyonunda kaldı. Savunma pozisyonuna geçerek saldırıları göğüslemeye çalıştı. Aktif savunma taktiğini bile uygulayamadı. Büyük bir oranda pasifize edildi. Bu durum HDP’nin eldeki güçlerini etkin ve üretken bir biçimde kullanmasını, gerekli manevraları yapmasını önledi. HDP topyekün terör ve psikolojik harekâtın baskısı altına girerek inisiyatif kaybetti. Bu durum bir tür irade kırılması ve geri çekilme biçiminde kendisini dışa vurdu. Faşist diktatörlük, dinci faşist cunta dizginsiz terör ve psikolojik harekâtla aynı zamanda bunu hedefliyordu… Bu tablo güçlü ve birleşik bir topyekün direnişin geliştirilmesini, devlet ve Saray cuntasının planlarını bozacak karşı hamlelerin güçlü bir tarzda örgütlenmesini önledi.
HDP sokakları terk etmemeliydi. Yeni politik savunma ve saldırı biçimleri bularak kullanmalıydı. Dinci faşist topyekün terör saldırısına karşı sokak çalışmasında, sokakların gücünü kullanmada ısrarlı ve yaratıcı olmalıydı. Kitlelere ulaşmada, kitle çalışmasında mevzilerini korumalıydı. HDP, gayrimeşru seçim sürecinde meşruiyet zemininde ısrar etmeli, yasal haklarını da sonuna kadar dirençle savunmalı ve korumalıydı. “Seçim” çalışmasını da bu eksende mücadeleci bir duruşla geliştirmeliydi. Ki HDP “seçim” çalışmasına da çok geç başladı. Öz güven, öz savunma, yeni manevralar yapma, yeni biçimlerde direnme, kitlesel karşı duruş zayıf kalınca gemi azıya almış dinci faşist terör saldırısını yönetenler bundan da cesaret alarak daha da küstahlaştı…
7 Haziran seçim başarısı politik ve psikolojik olarak HDP’ye bir üstünlük sağlamıştı. Barış ve özgürlük isteyen geniş kitlelerde de umut dalgasını ivmelemişti. 7 Haziran seçimlerine giden süreçte MGK’da kararlaştırılan topyekün savaş kararı, seçimlerin ardından hayata geçirilmeye başlandı. Söz konusu pozitif havanın kırılması barış ve özgürlük düşmanı savaşçı güçlerin ve başı cuntanın öncelikli sorunuydu. Nitekim seçimlerin hemen ardından “yeniden seçim” politikası ve darbe pratikleştirildi; ardından Suruç toplu katliamı ile etkin ve kapsamlı tarzda harekete geçildi… Arkasında 6 milyonu aşan kitle gücü ve daha geniş sempati dalgası olan, mecliste 80 vekille temsil edilen, politik başarı ve moral üstünlüğü ile atağa geçmiş HDP, ne yazık ki, daha başta darbeye, başlatılan faşist iç savaş kışkırtıcılığına, kirli savaşa karşı etkin, kitlelere güven veren bir duruş sergileyemedi. Dikta ve başı cunta ortaya çıkan sevinci vb. HDP ve halkların kursağında bıraktı. Durumun baskısı altına giren HDP (ve dostları) daha baştan inisiyatif kaybetmeye başladı…
HDP bütün avantajlarına karşın, bir ayı aşkın bir süre “garip” ve tepki toplayan bir biçimde edilgen kaldı. Oysa tamda o kritik dönemeçte tam bir siyasal kararlılıkla, doğru taktiklerle kendini ortaya koyabilseydi, 7 Haziran seçimleri öyle kolayca iptal edilmeyecekti. Mesela, sorunu iç ve uluslararası alanda güçlü bir şekilde gündemleştirecek biçimlerden biri olarak 40 vekille mecliste ölüm orucuna (vb.) başlayabilirdi. Bir yandan da kitlesel sokak gösterileri yapabilirdi. Bu durum, başta CHP tabanı olmak üzere MHP tabanı üzerinde de güçlü etkiler yaratacak, böylece HDP geniş kitleleri yanına çekerek ve burjuva karşı devrimci cephesinde iç çelişkileri de büyüterek güçlü bir direniş ve karşı saldırı harekâtı geliştirebilirdi.
Hatırlayalım, o dönem geniş kitlelerdeki algı şuydu: Erdoğan kişisel hırsı için “tekrar seçim” diyor, “ortalığı karıştırıyor”, “çözüm sürecine, barışa hayır diyor”, “savaşı da o yüzden başlattı.” “Şehit” cenazeleri” törenlerinde ortaya çıkan yaygın tepkileri hatırlayalım hep birlikte…  Ama emek ve demokrasi güçleri, devrimci ve komünist hareket, HDP edilgen kalınca “ya kaos ve ölüm ya da istikrar”  topyekün saldırısı etkili olmaya ve toplumsal psikolojiyi tersine değiştirmeye başladı… O aşamada asıl dikkat ve vuruş gücü 7 Haziran seçimlerinin iptal edilmesine, darbeye, cuntaya karşı topyekün mücadele üzerinde yoğunlaştırılmalıydı. AKP ile rekabet halinde olmakla birlikte, devletin topyekün savaş kararı üzerinde anlaşan ve AKP ile danışıklı dövüşe giren CHP ve MHP’yi deşifre etmenin de sağlam ve tutarlı yolu bu olacaktı. Politik mücadelede zamanında harekete geçmek, suçluyu suç üstünde yakalayarak üzerine gitmek, ortaya çıkan fırsatları tam bir politik kararlılıkla ve yetenekle yaratıcı ve inisiyatifli bir tarzda kullanabilmek yaşamsal önemdedir. Devrimci ve komünist hareket, HDP bunu başaramadı…  Oysa merkezinde dinci faşist cuntanın durduğu faşist karşı devrim, tarihsel, sosyolojik, güncel okumalara oturan “toplum mühendisliği” üzerinden zamanında harekete geçmesini, hızla üstünlüğü ele geçirmesini bildi… Sonuçlarını hep birlikte görüyoruz…
HDP, bir birleşik cephe hareketidir. Homojen olmaktan uzaktır. İçerisinde farklı sınıf ve tabaların, toplumsal kesimlerin eğilimleri var ve bu da doğal ve kaçınılmazdır ve bir zenginliktir. Bu bağlamda HDP’nin tutarsız liberal aydın tabakayla da bağları olacak ve bu tabakayla iyi ilişkiler kurmaya, tarafsızlaştırmaya, yanına çekmeye önem verecektir. Ancak söz konusu tutarsız, yalpalayan, zor anlarda ve dönemeçlerde ruh hali hızla değişerek HDP’nin karşısında konumlanacak bu toplumsal kategoriyle ilişkilerinde HDP, hem en yüksek ideolojik ve siyasal uyanıklığını koruyacak, hem daha da önemlisi liberal söylem ve etkinin altına girmeden politika yapmasını bilecektir. HDP, sosyal reformist ve liberal aydın tabakanın geniş kitleleri etkileme ve kazanma adına sulandırılmış, içeriği bozulmuş, halklara yanlış mesajlar veren, düzen, egemen sınıf ve burjuva partiler, parlamento hakkında hayaller yayan bir propaganda ve ajitasyon önerisi ve baskısına karşı güçlü durmasını bilmelidir. HDP ancak mücadeleci, her adımıyla egemen sınıfı, diktatörlüğü ve burjuva partileri vuran ve geniş kitlelere de buradan ulaşan tutarlı bir anti-faşist politik mücadele ve dille geniş kitleleri kazanabilir. HDP, verdiği her mesajla kitlelerde şu bilinci uyandırıp ayağa kaldırmalıdır: Bu düzene mahkum ve mecbur değiliz. Bu egemen sınıfa ve devletine mahkûm değiliz. Bunlar sırtımızdaki yüktür ve tereddütsüz sırtımızdan atılmalıdırlar… “Yumuşak parti”, “aklı başında uzlaşıcı parti” mesajlarını da bu temel eksen üzerinden vererek kitlelere ulaşabilir.
Evet, HDP’nin işi çok zordur… Fakat egemen sınıflara ve devlete verilen “uzlaşıcı parti” mesajlarının, eşitlik, adalet, barış, politik özgürlük kavgasına bir faydası yoktur. Kitlelerde parlamenter beklentileri yükselten tutumlardan da uzak durulmalıdır. Parlamento dışı mücadeleyi esas alma bilinci ve duygusu daima canlı tutulmalıdır. Karşımızda sınıf bilinçli bir düşmanı var… Onların anladığı tek dil, halkların boyun eğmeyen mücadelesi ve bu mücadelenin indirdiği ve indireceği darbelerdir. Söz gelimi, HDP’nin “memleketi hükümetsiz bırakmamak” gibi bir kaygısı olamaz. Bu amaçla CHP, MHP, AKP gibi partilere “bakın biz ne uzlaşıcı ve anlayışlı bir partiyiz” açıklamalarıyla yakınlaşmayı doğru bulmuyoruz. Geniş kitleler, halklar nezdinde açık ve anlaşılır olmak, esnek bir dil kullanmak elbette ki anlaşılırdır ama HDP, mesajlarını devlete vs. değil, devleti, burjuva partileri teşhir edecek tarzda doğrudan doğruya kitlelere vermelidir. Ve söz konusu her açıklaması kitlelerde, halklarda, liberal boş hayaller yaratan beklentileri kırabilen, egemen sınıfı ve araçlarını ısrarla teşhir eden, kitlelerin siyasal uyanıklığını sistemli yükselten bir politika tarzı olmalı ve üslup da buna göre şekillenmelidir. HDP’nin üzerindeki ciddi liberal etki, HDP’ye güç kazandırmaz, orta ve uzun vadede ise dönüp HDP’yi vurur, güçten düşürür.
HDP’nin Demirtaş üzerinden kullandığı dil, geniş kitlelere, onların yüreklerine dokunabilmekte ve etkili olmaktadır. Bu etki, aslında geniş kitlelerin bilince çıkaramadığı ya da sezgiyle, çarpık bilinçle az ya da çok hissettiği adalet, barış, demokrasi ve özgürlük özlem ve isteğidir. İşte HDP’nin bir bütün olarak politik çalışmalarında ve her önemli dönemeçte işçi sınıfının, halkların, ezilen değişik toplumsal kesimlerin hissettiği, istediği söz konusu özlemleri, istekleri daha da alevlendiren bir politikayla ve dille yürümede ısrarlı olmalıdır… Bu bağlamda halk dalkavukluğuna ve egemen sınıfı ve devleti vs. ikna etme nesnel eğilimine ve onun öznel alandaki etkilerine karşı dikkatli ve eleştirel olmak doğru ve yerinde bir devrimci duruş olacaktır. HDP sosyal reformist ve liberal siyaset ve dilin baskısı karşısında daha uyanık ve mücadeleci olmak zorundadır. Kuşkusuz ki liberallerin etki gücü X gezegeninden ya da bilinmeyen bir yerden gelmiyor, aksine, bilakis HDP’nin bir birleşik cephe hareketi olarak tam içinden fışkırıp geliyor. Başta Kürt burjuvazisi olmak üzere “orta sınıf”lardan geliyor. Ama bu nesnel temel ya da sınıf gerçeği, bu bağlamda HDP içerisinde keskin mücadelelere yol açtığı ve açacağı gibi, bu eğilime karşı da etkin bir mücadeleci donanımı da gerektirmektedir… 1 Kasım seçim sonuçları daha kesinleşmeden, sayım hala sürüyorken Eş Başkanların garip bir şekilde alelacele yaptıkları ilk açıklamada gayrimeşru seçimlerin ve gayrimeşru sonuçlarının halklarımıza hayırlı-uğurlu olması temennisi, ağır bir liberal zaaftı. Özellikle de öyle kritik bir siyasal anda altı çizilerek vurgulanması ve iç ve uluslararası kamuoyuna verilmesi gereken mesaj, seçim sürecinin ve sonuçlarının bir darbe sürecinin ürünü ve gayrimeşru karakterde olduğuydu... Üstelik bu açıklama alelacele yapıldı, oysa HDP’yi kovalayan da yoktu…
Keza HDP, kitleleri kazanma adına dini söylemi kullanmada da dikkatli olmak ve araya mesafe koymak zorundadır. Özel olarak bu söylemin dinsel gericiliğin etkisi altında kalan emekçi kitlelerde ciddiye alınabilecek kadar bir etki yaratmadığı görülmelidir. Devlet, cunta, AKP hükümeti camileri, cemevlerini, mezarları uçaklarla, ağır toplarla, bombalarla yıktığı halde (Kürt halkını dışta tutuyoruz) dinsel gericiliğin etkisi altındaki kitlelerin geniş bir kesimi, “bu ne vicdansızlık” demiyor bile. Bu ırkçı, milliyetçi, dinci kirlenme öyle ki, toplumun geniş kesimlerinde sınır tanımayan ahlaki, vicdani, insani erozyona da yol açıyor ve açmış bulunuyor. Bu kirliliği kitleler ancak mücadele ırmağında yıkanarak aşabilir, dini söyleme kaymakla olmaz bu!
HDP din ve vicdan hürriyeti konusunda tutarlı ve özgürlükçü bir programa sahiptir. Dolayısıyla propaganda ve ajitasyonunda genel programının sacayaklarından biri olan din ve vicdan özgürlüğü programına bağlı kalarak hareket etmek zorundadır. Söz gelimi Eş Başkanların bol bol inşallahlı, maşallahlı vb. söylemi kullanmaları doğru değildir. Farklı din ve inançtan işçi ve emekçilerle politik özgürlük ekseninde, özgürlükçü laiklik ilkesi etrafında bağ kurulmalıdır ve bunda da ısrarlı olunmalıdır. Programında yer alan din ve vicdan özgürlüğü perspektifi ve çözüm önerilerinin tutarlılıkla savunulması yaşamsaldır. HDP’nin yakın dönemde yaptığı düzeltme, resmi bir din kurumunu kabul eden tutumu da doğru değildir kanımızca. Bu, pragmatik bir tutumdur. Geri kitlelere verilen, devlet baskısına, dinsel toplumsal baskıya verilen bir tavizdir, keza devlete de verilen yanlış ve uzlaşmacı bir mesajdır. Burjuva liberal, post-liberal zihniyet ve tutumlar karşısında, “mahalle baskısı” karşısında gerilemekle kitleler tutarlılıkla kazanılamaz.  Toplumun laik ve anti-laik olarak kutuplaştırılmasını önleyecek, boşa çıkaracak bir politika üzerinden yola devam etmek, faşizm ve sermayeye karşı en geniş kitleleri birleştirecek mücadele hattından tutarlılıkla yürümek gerekir. Ezilenlerden yana, din ve vicdan özgürlüğünü savunan, kendi egemenliği için ayrıcalık talep etmeyen bir demokratik İslami hareket çıkışlarının politik açıdan desteklenmesi bu tutuma aykırı düşmez; dahası böyle bir akımın gelişmesi özellikle de içerisinde geçtiğimiz tarihsel ve politik koşullarda çok da değerli politik bir gelişme olacaktır… Burada iki şeye özen göstermek gerekir: 1-Dine, dinsel harekete ideolojik taviz verilmemeli, verilemez de. 2- Halklardan, adaletten yana, zulme karşı politik özgürlükler için tutum alan dinsel akımlar ise politik olarak desteklenmeli, dahası politik karakterde bir bağlaşma kurulmalıdır. Bu iki olgunun birbirine karıştırılması son derece tehlikelidir…  
DEVAM EDECEK



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder