EMPERYALİST
KÜRESELLEŞME SÜRECİ VE DÜNYA DEVRİMİ
“Küreselleşme”yle çağımızın değiştiği ileri
sürüldü. Marks-Engels’in teorisi gibi Lenin’in emperyalizm ve proleter devrim
öğretisinin de açıklayıcı gücünü yitirdiği ısrarla vurgulandı. İlhamını
uluslararası tekellerin emperyalizminden, neoliberalizmden alan yeniçağ, yeni
toplum, yeni sınıf teori ve propagandası sınıf bilinçli bir kampanyanın
ürünüdür. Yeni tip “sol” liberalizm ve reformizmden başka bir şey olmayan postmodern
ve postMarksist propaganda da söz konusu kampanyanın değişik türevlerini
oluşturmaktadır. Kampanyanın özü ve özeti, uluslararası burjuvazinin enternasyonal
proletaryaya, devrime, sosyalizme karşı doludizgin ideolojik saldırısından
ibarettir. Somut tarihsel gerçeğin sınırsız çarpıtılması ve manipülasyon söz
konusu kampanyanın içerik ve biçimine, yöntem ve ruhuna damgasını basmaktadır. Evet,
emperyalizmde ortaya çıkan önemli
değişiklikler var, ama bu değişiklikler, Marksizm-Leninizm’in çağ, emperyalizm ve dünya
devrim teorisini eskitmek bir yana, daha zengin ve keskin bir biçimde
doğrulamaktadır. Ki, diyalektik materyalist yöntemi kullanmadan, Marx’ın
kapitalizm, Lenin’in emperyalizm öğretisini özümsemeden, bu öğretiye dayanarak
yeni değişiklikleri incelemeden de emperyalizmde ortaya çıkan değişiklikleri
kavramak asla olanaklı değildir. Burada, başlı başına emperyalizmde ortaya
çıkan değişiklikleri inceleyecek değiliz, ancak vurgulanması gereken şudur:
Emperyalizmde ortaya çıkan değişiklikler, emperyalist kapitalizmin doğasına
içselleşmiş olan eğilimlerin, temel karakteristik özelliklerinin kapitalist
emperyalizmin hareket yasalarının gelişmesi temelinde, olgunlaşması,
keskinleşmesi, yeni biçimlerde ve düzeylerde ortaya çıkmasından ibarettir*.
I
Emperyalizm olgusunun ortaya çıkışı (kökleri, rüşeym halinde, 1870’lere dek
uzanan) proletarya devrimler çağının
da başladığını göstermekteydi.
Bir diğer ifadeyle, dünyamız, emperyalizm olgusuyla birlikte, uluslararası
proleter devrimin zaferi için nesnel (ekonomik ve toplumsal) koşulları itibari
ile eksiksiz bir şekilde olgunlaşmıştı. Çünkü Lenin’in bilimsel olarak
inceleyip ortaya koyduğu gibi emperyalizm, kapitalizmin son aşaması ve sosyalist devrimin ön günüydü. 1917
Büyük Ekim Devrimi bunu kanıtladı ve proletarya devrimler çağını pratik olarak açtı. II. Dünya Savaşı’nın ardından da Sosyalist Kamp
doğdu. Böylece Lenin’in saptamaları parlak bir biçimde doğrulandı. Açık ki,
kapitalizmin emperyalizmden sonra gidebileceği bir yer yok; onun yerini,
proleter devrim aracılığıyla sosyalizme bırakması tarihsel bir kaçınılmazlıktır.
Emperyalist sermayenin ve yedeğindeki post’lu vb. akımların iddia ettikleri
gibi “küreselleşme”yle emperyalizm aşılmamıştır. Kapitalist emperyalizm, emperyalizm olmaktan çıkarak, emperyalizmden sonra
gelen yepyeni bir kapitalizme
dönüşmemiştir. Emperyalizm, uzlaşmaz karşıtlıklarından ve krizlerden arınarak
bir “inter-emperyalizm”, “ultra-emperyalizm”, “post-kapitalizm”, “post-modernizm”
aşamasına yükselmemiştir. Yeni bir ekonomik-toplumsal
düzene ya da yeni bir üretim tarzına geçilmemiştir. Aksine, merkezinde uluslararası
tekellerin durduğu emperyalizm Lenin’in tahlil ettiği emperyalizmin temel
karakteristik özelliklerini taşımakta, emperyalist kapitalizmin hareket
yasalarına dayanmakta, bu temelde yeniden yapılanarak şimdilik yoluna devam
etmektedir. Lenin döneminde emperyalist kapitalizmin ikincil formları olan
uluslararası tekeller 1950’lerden sonra hızla gelişerek, 1970’ler ve sonrası,
emperyalizmin başlıca yönetici güçleri durumuna geldiler. Bu değişiklik temel
önemde bir değişiklik olmakla birlikte, emperyalizm, tekelci kapitalizm olmaya
devam etmiş, emperyalist kapitalizm daha
yüksek bir tekelcilik aşamasına
yükselerek şekillenmiştir. “Küreselleşme” denen şey, devrimlerin
gereksizleştiği bir yeniçağ değil, uluslararası mali sermayenin, uluslararası
tekellerin damgasını bastığı emperyalizmin ta kendisidir. Uluslararası tekeller
olgusu, kapitalist genişletilmiş yeniden üretim sürecinin, sermayenin dönüşümü yasasının dünya pazarını temel alarak
gerçekleşmesinin ifadesi ve yansımasıdır.
Bugün, devrimlerin ve proleter devrimler çağının gereksizleşmesi ve
aşılması bir yana, dünya pazarını temel alan uluslararası tekellerin yönettiği
emperyalizm aşamasında, uluslararası proleter devrimin nesnel ekonomik ve
toplumsal koşulları dünya çapında daha
fazla olgunlaşıp keskinleşmiş bulunuyor. Toplumsal üretici güçler, dünya
ölçeğinde daha fazla gelişerek, bütünleşerek daha kompleks hale gelmiştir. Üretim
çok daha yüksek tipte uluslararasılaşarak toplumsallaşmıştır. Mülk edinmenin
özel kapitalist biçimiyle üretimin toplumsal karakteri arasındaki uzlaşmaz
karşıtlık alabildiğine keskinleşerek çözümünü dayatmıştır. Dünya tekellerinin
damgasını bastığı emperyalist kapitalizm gerçeğinde uluslararası proleter devrim,
daha yüksek bir maddi temel üzerinde ve
daha çok küreselleşmiş olarak, çok daha keskin bir şekilde gündemleşmiş
bulunmaktadır. Bu, çağımızın ve günümüzün en temel olgusudur, geleceği de belirleyen
ve şekillendiren en temel olgudur. Bugün tarih, “Elveda devrim!”, “Elveda
dinazorlar çağı!” demagoji ve manipülasyonun aksine, 20. asırdan çok daha keskin bir şekilde proleter devrime
gebedir. 21. yüzyılda, tarihin tanık
olmadığı ölçüde derin, yaygın,
sert ve daha enternasyonalist biçimlerde patlak verecek olan sınıflar
mücadelesine ve devrimlere tanık olacağımız kesindir. Varsın emperyalist
efendilerinin tasmalı köpekleri, ideolojik gladyatörleri, gayda çukurları
“Tarihin sonu” demagojisini ulumaya devam etsinler. 21. asırda tarihin akışı
hızlanacaktır. 21. yüzyıl, proletarya devrimlerinin zaferinin yüzyılı
olacaktır.
II
Uluslararası tekellerin emperyalizmiyle birlikte, uluslararası proleter
devrimin nesnel (ekonomik ve toplumsal) koşullarının daha da olgunlaşmış olması
ve kapitalist küreselleşmenin ulaşmış olduğu gelişmişlik düzeyi tek tek
ülkelerde olduğu gibi, bölgesel ve kıtasal ölçekte de, bölgesel, kıtasal
devrimlerin nesnel temellerini daha fazla olgunlaştırıp keskinleştirmiş
bulunuyor. Bu açıdan, bir metropollerde, İngiltere, Almanya, Fransa, ABD,
Japonya gibi ülkelerden bir veya birkaçında proleter devrimin zaferi; ya da,
örneğin bir Latin Amerika’da Brezilya, Meksika gibi ülkelerden bir veya bir
kaçında devrim ve sosyalizmin zaferi ya da Asya’da Çin, Hindistan, Rusya,
Endonezya gibi ülkelerden bir veya bir kaçında devrim ve sosyalizmin zaferi; ya
da örneğin Orta Doğu’da, Afrika’da Suudi Arabistan, Mısır, İran, Türkiye ve
Kürdistan’da; Balkanlarda Yunanistan, Bulgaristan gibi ülkelerde bir veya
birkaçında devrim ve sosyalizm kavgasının zaferi koşullarında bölgesel,
kıtasal, hatta dünya ölçeğinde, eşitsiz gelişimi kaçınılmaz da olsa, zincirleme
devrimleri ateşleyebilecek, “domino
etkisi” yaratabilecek bir tarih kesitinden geçiyoruz. Bu etki, kuşku yok ki, devrimlerin
gerçekleşeceği ülkenin ya da ülkelerin bölgesel,
kıtasal ve küresel ağırlıklarıyla
bağlı bir etki olacaktır.
Demek ki günümüzde, dünya ölçeğinde, hem kapitalizmin
merkezlerinde, hem de emperyalizme bağımlı ülkelerde “domino etkisi”, örneğin 1950’ler, dahası, 1980’ler öncesine göre oldukça artmış bulunmaktadır. Bu,
devrimci bir olanağın maddi temelinin
daha da güçlendiğini ve uluslararası
karakterinin pekiştiğini göstermektedir. Bu bağlamda, bölgesel devrimler imkânının artmış olduğu açık gerçeği
de güçlü bir şekilde vurgulanmalıdır. Bunu, Latin Amerika ve Orta Amerika’daki
halkçı kabarış dalgasına binerek iktidara ya da hükümete gelen ilerici ve
“solcu” yönetimler dalgasından görebiliriz. “Arap baharı” olarak propaganda
edilen, Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya kadar olan coğrafyada baş gösteren Arap
halklarının zincirleme ayaklanmalarından da bu gerçeği görebiliyoruz. Ya da
“Wall Street’i İşgal Et”, “Biz %99’uz!” sloganlarıyla ABD’de de patlak veren ve
Avrupa’ya sıçrayan, daha da ötesi, dünyanın pek çok ülkesinde etkiler ve
eylemler yaratan hareketten de bunu okuyabiliyoruz.
Uluslararası tekellerin emperyalizmiyle birlikte
kapitalizmin eşitsiz, dengesiz ve sıçramalı gelişme yasası daha
da keskinleşmiştir.
Bu yasa, gerek emperyalist devletler arasındaki ilişkiler bağlamında, gerekse
de devrimin eşitsiz gelişimi bağlamında daha da keskinleşerek yoğunlaşmıştır.
Böylece eşitsiz gelişimin diyalektik hareketi devrimin etki gücünü, harekete
geçirme gücünü, zincirleme harekete geçirme güç ve imkânlarını da arttırmıştır.
Üretici güçlerin dünya ölçeğinde gelişmesi temelinde uluslararasılaşmanın daha
güçlü gelişmiş olması, bu olguyla bağlı olarak, mücadelenin daha güçlü
enternasyonalize olmuş olması gerçeği; emperyalist uluslararasılaşmanın dünyayı küçülmüş bir kente
dönüştürmüş olması; yeni tip uluslararası iş bölümünün karakteristikleri; “merkez”
ve “çevre” ilişkilerinin yeniden yapılanarak kazandığı özellikler ve kapitalist
entegrasyonun ileri düzeyi gibi gerçekler söz konusu saptamamızın maddi
temelini oluşturmaktadır. Emperyalist
sistemin zayıf halkalarının kırılması yoluyla bir veya birkaç ülkede
devrim(ler)in zaferi için nesnel
koşullar, bugün, Lenin ve Stalin’in yaşadıkları dönemlerden daha yüksek bir
maddi temelde, çok daha keskin olgunlaşmıştır.
Bu olgu, emperyalizmin bir ya da
birkaç halkasının kırılması yoluyla
zafere erişecek devrim ya da devrimlerin bölgesel ve uluslararası devrimci
etkisini ve dünya devrimine sağlayacağı itimi, devrimci dinamikleri harekete
geçirme güç ve yeteneğini daha keskin, daha derin ve daha kapsamlı bir konuma
taşımıştır.
Burada vurgulamakta yarar görmekteyiz. Bugün bölgesel devrim olanaklarının
gelişmiş olmasından hareketle, Leninizm’in bir ya da birkaç halkada emperyalist
zincirin kırılması yoluyla devrimin ve sosyalizmin zaferi teorisinin yerine “bölgesel devrimler” perspektifinin geçirilmesi,
böylece Leninist tek ya da birkaç halkadan emperyalist zincirin kırılması
teorisinin geçersiz, eskimiş, aşılmış
ilan edilmesi, Troçkizm’in ideolojik etkisi altında biçimlenen postMarksist, yarı-Troçkist
bir yaklaşımı ifade etmektedir. Leninist emperyalizm ve proleter dünya devrimi
teorisi, eşitsiz gelişme yasası, tek halkada ya da birkaç halkada sosyalizmin
zaferi teorisi bir bütünlük
oluşturur. Bu bütünlüğü bozan, şurasından burasından revize eden, ilk anda “mantıklı”
gelen (ama parıldayan her şey altın değildir!) izahlarla teoriyi zenginleştirme
adına iğdiş eden yönelimler, doğası gereği, tasfiyeci revizyonist karakter taşır. Leninist bir ya da birkaç
ülkede sosyalizmin zaferi teorisi, içerisinden geçtiğimiz tarihsel kesitte,
bölgesel devrimleri de içeren bir perspektif genişliğini de ifade etmektedir ve
tek ülkede sosyalizmin zaferi devrimci
olanağını reddetmek bir yana, zaten içermektedir. 1945’de zafere erişen
Doğu Avrupa devrimleri, bu bağıntıda, bölgesel bir devrim olarak
değerlendirilebilir. Bu bir şeydir, bölgesel devrim perspektifinin bu Leninist
bakış açısının alternatifi olarak lanse edilmesi, Leninist perspektifin yerine
ikame edilmesi, böylece oportünizm ve tasfiyeciliğe has manevralarla Leninizm’in eskimiş ilan edilmesi farklı bir şeydir. Çünkü tasfiyeci Troçkist
teoriye göre, artık günümüzde tek ülkede sosyalizmin zaferi mümkün değildir;
Leninist tek ülkede sosyalizmin zaferi teorisi dün doğruydu ama bugün, yani
“küreselleşme”yle artık geçersizleşmiştir. “21. yüzyılın sosyalizmi” tasfiyeci
revizyonist yanaşımına göre, bu, teorinin zenginleştirilmesidir vs. Oysa bu
perspektif, Marksizm-Leninizm’in zenginleştirmesi adına revize edilmesinden ibarettir. Bilimsel Sosyalizm’i asırlara bölerek,
araya asırların sınırlarını (ya da “3. bunalım dönemi öncesi” ve sonrası gibi
ayrımlar) çekerek karşı karşıya koymak ya da Marksist-Leninist teoriyi, onun
temel sacayaklarını, “dün doğruydu ama bugün eskidi” manevrasıyla içini
boşaltmak oportünizmin, revizyonizmin kullandığı klasik yöntemlerden bir
tanesidir. Ki bu, günümüzde “postmodern”, “postMarksist” yöntemlerle
yapılmaktadır. Aynı tezgâhı, “genç Marks”ı “olgun Marks”ın karşısına, Engels’i
Marks’ın karşısına, Lenin’i Marks ve Engels’in karşısına, Stalin’i Lenin’in
karşısına koyma, birbirine karşıt kutuplar olarak lanse etme manevralarında
veya “modernizm dönemi”nde doğru olanın bugün, “post-modern dönem”de, doğru
olmadığı, geçersizleştiği iddialarından da bu demagoji ve manipülasyonu çok iyi
tanıyoruz. Ki burada “klasik” ve “postmodern” yöntemlerin aynı temel üzerinde
yükselerek Marksizm-Leninizm karşıtlığında birleştiğini, bütünleştiğini
görüyoruz.
Devam edecek olursak.
Yukarıdaki saptamalar, Uluslararası Komünist Hareket’in ve bileşenlerinin,
program ve stratejilerini, politik taktiklerini biçimlendirir ve
derinleştirirken, bu olguları özenle hesaba katmasının önemini göstermektedir.
En nihayetinde dünya devrimi tek bir atılımdan ibaret değildir, eşitsiz
gelişimi kaçınılmazdır ve zaten dünya devrimi, doğası gereği (çok daha yüksek
bir temelde küreselleşmiş olarak), uluslararası karaktere ve enternasyonalist
bir içeriğe dayanmaktadır Tek tek ülkelerin devrimleri, biçimde ulusal, özünde
enternasyonalist karaktere sahiptir. Bugün dünya proleter devriminin nesnel
koşullarının ülkesel, bölgesel, kıtasal, uluslararası alanda daha da
olgunlaşmış olması, hem enternasyonalist karakterini daha güçlendirmiş, hem de “domino
etkisi”ni yoğunlaştırmıştır. Teorik ve pratik olarak bu olgunun bilince
çıkarılamaması, olsa olsa, bir ilkelliği, küçük burjuva milliyetçi bir
yaklaşımı ifade eder. Örneğin Türkiye ve Kürdistan devrimi, gerek emperyalist
küresel sistemde tuttuğu yer, gerek Türkiye’de kapitalist gelişme düzeyi ve
proletaryanın gelişkinlik düzeyi, gerek Türkiye’nin jeopolitik önemi, gerek
tarihten gelen bir takım karakteristikleri, gerekse de Kürt sorunu gibi temel
bir sorunun bölgesel uluslararası karakteri nedenleriyle, bölgesel ve küresel
ölçekte güçlü devrimci gelişmeler yaratabilecek durumdadır. İki kıtanın birleştiği
bir kavşakta olması, Balkanlar, Ortadoğu, Orta Asya, Kafkaslar, Akdeniz
Afrikası tarafından çevrilmiş bulunması, dünya sanayisinin bağımlı olduğu
enerji kaynakları ve geçiş yolları üzerinde bulunması, Ortadoğu gibi yaşamsal
bir bölgede dört parçaya bölünmüş Kürdistan gerçeği Türkiye ve Kuzey Kürdistan devriminin
bölgesel devrim perspektifinin geliştirilmesinin, pratikleştirilmesinin
yaşamsal önemini bizlere göstermektedir. Emperyalist dünya sistemi içerisinde
uluslararasılaşmanın bölgeselleşmeyle iç içe geliştiğini asla unutmamak ve bu
olgunun dünya devrimi üzerindeki etkisini daima hesaba katmak gerekmektedir.
III
Herhangi bir bilimsel değeri olmayan, burjuva demagojiden ibaret “Elveda
proletarya!” çığırtkanlığının aksine, 1950’lerden bu yana kapitalizmin hızlanan
gelişmesi temelinde, dünya proletaryası alabildiğine büyümüştür. Dünya
proletaryasının bu büyümesinin uluslararası proleter devrimin nesnel temelini
derinleştirip, genişletip güçlendirdiğini; böylece, nesnel olarak, devrimci proletaryanın devrimlerdeki fiili önderlik rolünü de her
bakımdan oldukça yetkinleştirdiğini
özellikle vurgulamak
gerekmektedir. Yanı sıra, içerisinden geçtiğimiz tarih kesitinde, kapitalizmin
dünya ölçeğinde ve özellikle de bağımlı
ülkelerde gelişiminin hızlanmasına bağlı olarak, kentlerin, kentli
sınıf ve tabakaların, kent kaynaklı
mücadele ve örgüt biçimlerinin toplumsal ve siyasal yaşamdaki öneminin
hızla artarak ve büyüyerek öne çıktığını vurgulamalıyız. Dünyamız,
küçülmüş bir kapitalist kente dönüşmüştür ve bu süreç, olanca hızıyla devam
etmektedir. Böylece proleter ve modern kentli mücadele biçimlerinin önemi
dünyasal ölçekte keskinleşerek öne çıkmıştır; ve bu olgu, kapitalizmin
tarihinin hiçbir döneminde görülmemiş ölçüde keskinleşmiş bir olgudur. Dünyanın
küçülmüş kapitalist bir kente dönüşmüş olması modern mücadele yöntemlerinin
sunduğu devrimci imkanların alanını alabildiğine genişletmiş, derinleştirmiş,
uluslararasılaştırmıştır.
Kırsal ilişkilerin çözülmesine bağlı olarak, geleneksel ekonomik ve
toplumsal yaşamın, geleneksel sınıf ve tabakaların mücadeledeki yerinin giderek
daha fazla önemsizleşmeye başladığını, köylülüğün örneğin 80’ler öncesi devrimlerde
oynadığı eski rol ve
ağırlığının kalmadığını (ama yine de hala göreli olarak bu rolün önemli
olduğunu) bu tabloya eklemek gerekir. Burada, durumu anlayabilmek bakımından,
dünya kent nüfusunun dünya kır nüfusunu geçtiği gerçeğini kuvvetle anımsamakta
yarar olsa gerek. Ki gelişmenin yönü, dünya kent nüfusunun artan oranda büyümesi
yönündedir ve yönünde de olacaktır. Bu bakımdan da dünyamız 20’lerin, 40’ların,
50’lerin, 70’lerin dünyası değildir. Dünya tarımı, yeni kapitalist birikim
politikalarıyla yeniden yapılanmış uluslararası iş bölümüyle, artan oranda uluslararası
tekellerin eline geçmektedir. Dünya tarımı hızla ve artan biçimde daha fazla
kapitalist pazar için üretime bağlanmakta, tarım gitgide artan bir hızla
kapitalist temeller üzerinde örgütlenmekte, sınıf farklılaşması derinleşip
kapsamlılaşmakta, her biçimiyle yerli tarım yıkılmakta, yüz milyonlarca köylü
iflas etmekte, kır nüfusu kentlere sürülmektedir. Dünya tarımında da hızlı bir mülksüzleşme
süreci yaşanmaktadır. Dahası, mülksüzleşme
süreci köysel/kırsal/tarımsal alanda daha kapsamlı ve yoğundur. Diyelim ki
sayıları üç milyara yaklaşan köylü/kır nüfusuna ve geri bir tekniğe dayanan
dünya tarımsal üretimi hızla tasfiye süreci yaşamaktadır. Dünya tarımı, daha
gelişkin bir tekniğe ve diyelim ki birkaç on milyon kapitalist çiftçiye dayanan,
tepesinde ÇUŞ’ların oturduğu ve kontrol ettiği ve ÇUŞ’lar tarafından ele
geçirilmiş bir tarımsal dönüşüm süreci geçirmektedir. Kuşkusuz ki bu sürecin
temelinde kapitalizmin gelişmesi, artan oranda hızlanan kapitalist gelişme
yatmaktadır. Ve bu süreç, emperyalizme bağımlı “çevre”de çok çarpıcı biçimler
alarak gelişmektedir. Ki bu gelişme, kırsal alanda da dünya devriminin nesnel
temellerini artan oranda güçlendirmektedir.
Kapitalizmin gelişmesiyle, gelinen yerde, dünya çapında kent küçük
burjuvazisinin rolü de geçmişe göre artmış bulunmaktadır. Bir yandan kırsal
küçük burjuvazi çözülürken, öte yandan kentsel küçük burjuvazi büyümektedir.
Ama son 50-60 yılda, özellikle de son çeyrek yüz yılda, gelişen kapitalizm, bir
yandan geleneksel kentsel küçük burjuvaziyi çözer, tasfiye ederken, öte yandan
da modern üretim ilişkilerine bağlanmış yeni tipten bir küçük burjuvazi
geliştirmektedir. Emperyalist küreselleşme süreci kırsal küçük burjuvaziye
olduğu gibi, kentsel küçük burjuvaziye de artan bir hızla iflası,
yoksullaşmayı, proleterleşmeyi dayatmakta, böylece öte yandan dağılmakta olan
bu sınıfın devrimci öfke ve direnişini de büyütmektedir.
Özellikle emperyalizme bağımlı çevrede, 50’lerden ve 80’lerden bu yana,
proletaryanın gerek anti-emperyalist demokratik devrimlerde ve gerekse de
sosyalist devrimlerde en yakın bağlaşığı
ve sosyalist müttefiki olan başta kent yoksulları olmak üzere kent ve
kır yoksullarının (kırlarda
yoksul köylülük, kentlerde yarı proletarya) sayısının alabildiğine
genişlediğini görmek gerekir. Bu olgunun, proletaryanın kentsel ve kırsal
alanlarda sınıf mücadelesine ve devrimlere önderlik etme yetenek ve
niteliğini geliştirdiğini, sosyalist mücadelenin ve sosyalist
devrimin nesnel temellerini güçlendirdiğini ve güçlendireceğini vurgulamak
gerekir. Keza, emperyalizme bağımlı ülkelerde kır proletaryası da büyümüştür ve büyümeye de devam edecektir.
Bu olgunun, kırda sosyalist mücadelenin, sosyalist devrimin maddi temellerini güçlendirdiğini,
kırsal mücadelede proletaryanın önderlik ve hegemonya güç ve işlevini yetkinleştirdiğinin de altı
çizilmelidir.
“Artı nüfus”un, yedek işsizler ordusunun, bugün dünden farklı olarak, kronik kitlesel küresel işsizlik biçiminde
ortaya çıkmış ve gelişiyor olması olgusu, işçi sınıfının kapitalizme karşı
devrimci öfkesini, mücadele azmini daha da keskinleştiren karakteristiklerden
biri olmasına yol açıyor. Bu olgunun, sınıf hareketi üzerindeki negatif etkisi
gözden kaçırılamaz ama özellikle orta ve uzun vadede, anti-kapitalist sosyalist
mücadele bakımından sınıf hareketinin yıkıcı rolünü daha da güçlendirecektir.
Küresel çapta hızlı mülksüzleşme süreci, küresel kronik kitlesel yoksulluk,
küresel kronik kitlesel işsizlik bir yandan da lümpen proletaryanın büyümesine
yol açtığı da unutulmamalıdır…
Bu olgular, proletaryanın, kentlerin, sosyalist mücadelenin daha da artan
önemini ve büyüyen etkisini göstermektedir. Keza bu olgular, devrimin ilk
adımının anti-emperyalist demokratik devrim olduğu ülkelerde, bu devrimleri
sosyalist devrime hızlı dönüştürmenin (geçmişe göre daha fazla olanaklı ve)
güvencede olduğunu; yanı sıra, sosyalist inşa sürecinde proletaryanın önderlik
yetenek ve işlevini daha da yetkinleştirdiğini ve güvencelerini geliştirdiğini
ve güçlendireceğini kanıtlamaktadır.
IV
Geri ve bağımlı ülkelere açık emperyalist müdahaleler değişik biçimler
kazanarak daha dolaysız hale gelmiştir, gelmeye de devam edecektir. Yeni
sömürge siyasi bağımlılığı giderek daha biçimselleşmiş, bu ülkelere bir tür
himayeci sömürgecilik, “gönüllü” sömürgecilik, açık sömürge statüsü artan
oranda dayatılmıştır. AB, NAFTA, APEC vb. gibi bölgesel paktlara alınan ve
alınacak bir kısım yeni sömürge ülkenin halklarına, sözde kendi özgür
iradeleriyle bu birliklere katılıyorlarmış dayatma ve manevralarıyla, bu
ülkeler adeta gönüllü açık yeni tip
iç sömürgelere dönüştürülmektedir. “Renkli devrimler”, “demokrasi”,
“insan hakları”, “özgürleştirme”, “terörle mücadele” demagoji ve manipülasyonu
ile perdelenen stratejiler, emperyalist hegemonyanın, yeni tip küresel
sömürgeci tekelin ve manevraların politikaları olarak, yeni tip emperyalist
sömürgeci saldırıların yeni yöntemleri olarak sistematik bir tarzda
uygulanmaktadır. Yani, emperyalizmin yer küreyi açık sömürgelere dönüştürme
yönelimi, değişik biçimler alsa da, daha açık ve daha katmerli biçimlerde
ilerleyecektir. Yeni tip yeni-sömürgecilik, günümüzün tipik gerçeklerinden
birisidir. Bu yeni tip yeni-sömürgeciliğin sınıfsal temelini, uluslararası
tekeller oluşturmaktadır. “Küreselleşme”ci politikalarla bağımlı ülkelerin
yeraltı ve yerüstü zenginliklerine doğrudan el koyulmaktadır. Bağımlı ülkelerin
devletleri daha doğrudan kontrol edilmektedir. Dünya tekelleri, bu devletlerin
doğrudan ortakları haline gelmektedir. Yeniden yapılandırılma operasyonu ile bu
devletler, emperyalizmin, uluslararası tekellerin taşeron devletleri haline
getirilmektedir. Bu olgular, günümüz emperyalizminin yeni tip yeni sömürgeciliğinin karakteristiklerini oluşturmaktadır.
Açık ki, önümüzdeki tarihsel kesitte anti-emperyalist mücadele de daha
keskinleşecektir. Anti-emperyalizmle anti-kapitalizm daha fazla iç içe
geçecektir ve geçmiş durumdadır. Bu durum ise, dünya devrimini ve proletaryanın
devrimlere önderlik yeteneğini daha da güçlendirecektir. En nihayetinde doğanın
ve insanlığın kurtuluşu bugün çok daha keskin bir biçimde proletaryanın kurtuluş hareketine bağımlı ve bağlı hale gelmiştir.
Devrimci proletarya, tüm sömürülen sınıf ve tabakaların, tüm ezilen toplumsal
kategorilerin haklı, ilerici, devrimci taleplerinin kavgasının da sonuna dek
tek tutarlı ve en devrimci öncüsü olmak zorundadır. Devrimci proletarya
sömürüden, zulümden ve toplumsal adaletsizlikten dolayı acı çeken; başta
sınıfsal olmak üzere, sınıfsal, ulusal, cinsel, kültürel, inançsal vb.
toplumsal baskıdan dolayı acı çeken ezilen insanlığın tüm haklı taleplerinin en
öndeki savaşçısı; bu talepleri, devrim, sosyalizm ve komünizm perspektif ve
amaçlarına bağlı olarak ele alarak çözümüne öncülük edecek sonuna kadar tek devrimci sınıftır. Dolayısıyla,
anti-emperyalizmi de anti-kapitalist perspektifle ele alarak, günümüz dünya
koşullarının sunduğu devrimci olanakları da sonuna dek devrimci tutarlılıkla
kullanarak sorunları köklü ve nihai olarak çözecek tek sosyalist sınıf, enternasyonal proletaryadır. Bu, dün de
böyleydi, ama bugün, bu, çok daha elverişli nesnel koşullarda, çok daha fazla
ve çarpıcı bir şekilde geçerli bir gerçeği ifade etmektedir.
Emperyalist kapitalizm ve tekeller, dün de uluslararası ölçekte sömürü
yapmaktaydılar. Ancak bugün, dünden daha yüksek bir maddi temele, daha yüksek
ve yeni tipte bir uluslararasılaşmaya dayanan, daha derin ve kapsamlı bir
uluslararası sömürü gerçekleşmektedir. Sermayenin dönüşümü yasası, sermayenin üretim zamanı
ve dolaşım zamanından
oluşur. Bugün bu yasa, dünya pazarını
temel alarak gerçekleşmektedir. P-M-P’
hareketi, üretimin de
uluslararasılaşmasıyla ya da uluslararası ölçekte örgütlenmesiyle, bütün
boyutlarıyla küresel karakter kazanmıştır. Ulusal tekellerden uluslararası
tekellere geçiş ya da yükseliş, ÇUŞ’lara dayanan tekelci kapitalizm, bunu göstermektedir. Bu durum, emperyalist
dünya ekonomisi içerisindeki “merkez” ülkeleriyle “çevre” ülkeleri arasındaki
birliği daha yüksek bir maddi temele ve küresel yeni tip iş bölümüne
oturtmuştur. Açık ki bugün, emperyalist ülkelerin proletaryası ve emekçi
kitleleri ile emperyalizme bağımlı ülkelerin proletaryası ve ezilen halkları
arasındaki politik bağlaşmanın maddi temeli de, geçmişten daha yüksek ve daha derin
bir temelde güçlenmiş bulunuyor. Kapitalist uluslararasılaşmanın vardığı düzey,
dünya tekellerinin başlıca birikim alanının artık tüm dünya ölçeği olması,
dünya pazarının açık sömürge pazarına dönüştürülmüş ve dönüştürülüyor olması,
söz konusu gerçeği de vurguluyor. Kapitalist/emperyalist ekonominin küresel
ölçekte daha derinden kaynaşması ve merkezileşmesi, ileride somut biçimlerde
örgütlenecek olan söz konusu politik
cephesel birliğin maddi temelini oluşturmaktadır. Bu tablo, dünya
devriminin güçlü bir yedeği ve avantajıdır.
Doğal ve kaçınılmaz olarak bu yeni değişim, daha baştan kapitalizme,
kapitalist emperyalizme içselleşmiş olan ve son birkaç on yılda daha hızlı
serpilip gelişerek bir dünya gerçeğine dönüşen bu değişim, emperyalist
ülkelerin proletaryası ile bağımlı ülkelerin ezilen halkları arasındaki antiemperyalist
bağlaşmayı/cephe birliğini daha
yüksek ve daha ileri bir düzeyde kurulmasını devrimci proletaryanın daha yakıcı
bir görev ve sorumluluğu haline getirmiştir.
“Merkez” ve “çevre” ülkelerdeki kitle hareketinin “anti-kapitalist küreselleşme karşıtı hareket”ler biçiminde ortaya
çıkarak tek bir akıntı içerisinde birleşmesi; ABD emperyalizminin Irak
işgaline karşı patlak verip gelişen, tüm kıtaları, tüm ülkeleri kapsayarak on
milyonları seferber eden anti-emperyalist küresel protesto hareketi;
emperyalist kapitalizmin son ekonomik ve mali krizine karşı gelişen kitle
hareketleri örneklerinden de görülebileceği gibi, metropollerin ve periferinin
sınıfsal mücadeleleri, ilerici ve devrimci hareketleri bugün tek bir devrim akıntısı içerisinde daha yüksek, daha derin ve geniş bir temel ve düzeyde,
daha keskin bir şekilde
birleşecektir. Kuşkusuz ki, yukarıda işaret ettiğimiz birkaç veri sadece
geleceği okumamıza yardımcı olacak verilerdir sadece.
V
Emperyalist kapitalizmdeki değişme ve gelişmeler, kapitalizmin dünya
ölçeğindeki hızlı gelişimi, anti-kapitalist
sosyalist mücadelenin derinlik,
genişlik ve kapsamını alabildiğine güçlendirmiştir.
Dünyamız, örneğin 1928 Komünist Enternasyonal Programı’nda resmi çizilen dünya
değildir. Çağımız değişmemekle birlikte, çağımızın zemini ve temel gelişme
eğilimleri ve temel hareketi üzerinde çok derin değişikler yaşanmıştır. Bugün anti-kapitalist
mücadelenin nesnel temelleri, hem daha derinleşmiş, hem de daha kapsamlı
hale gelmiştir. Nerdeyse kapitalizmin girmediği tek bir köy bile kalmamıştır.
Her ülkede proletarya, niteliğinin yanı sıra niceliksel olarak da güçlü bir yer
tutmaktadır. Aşağı-yukarı her ülkede proletaryanın devrimde fiili rolü
daha da büyümüştür. Geçmiş dönemin yarı-feodal ülkeleri az gelişmiş kapitalist
ülkelere, az gelişmiş kapitalist ülkelerinin çok önemli bir kesimi de, bugün,
kapitalizmin orta derecede geliştiği ülkelere dönüşmüştür. Bu
ülkeler dünya kapitalist pazarında emperyalizme bağımlılık ilişkilerine rağmen
emperyalist ülkelerle ciddi bir rekabet içerisinde bulunmaktadır. Kentli modern
sınıfların, kentlerin sınıf mücadelesindeki rolünün geçmişle kıyaslanamayacak
kadar arttığı açık ve kesindir. Anti-emperyalist demokratik halkçı
devrimlerinin çözeceği anti-feodal görevler zayıflamıştır, vb.
Keza dünya ölçeğinde kapitalizmin bu gelişmesi, antiemperyalist demokratik
devrimlerinin gündemde olduğu ülkelerde tek bir devrimci süreci oluşturan
devrimin birinci stratejik aşamasının ikinci stratejik devrim aşamasına
(sosyalist devrime) dönüşümünün (kesiksiz geçiş) daha hızlı gerçekleşmesinin
maddi temellerini güçlendirmiştir. Dahası, küçük burjuvazinin önemli veya temel bir devrimci müttefik olmaktan
çıktığı, orta burjuvazinin önemli
bir rolünün kalmadığı
emperyalizme bağımlı ülkelerde, anti-emperyalist demokratik halkçı devrimin
görevlerini de üstlenen proleter devrim tipinin gündeme geldiğini de belirtmek
gerekir. Kapitalizmin orta düzeyde
geliştiği ülkeler kategorisinde
yer alan ama kapitalist gelişmenin de en ileri düzeyinde bulunan ülkeler için
bu devrim tipinin geçerli olabileceğini
düşünüyoruz. Kuşkusuz ki bunu saptamak, bizim değil, söz konusu ülkelerin komünistlerinin
görevidir. Tarihsel gelişme sürecinde bu ülkelerden bazılarının (her ne kadar
bugün emperyalist ülkeler olarak tanımlanamazsalar da Hindistan, Brezilya gibi)
yeni sömürge statüsünden emperyalist statüye geçebileceği ya da yükselebileceği
görülmelidir.
Bağımlı ülkelerde, göbekten olmasa da, bin bir bağla (mali, ticari, teknik,
ihracat, ithalat, vergi vs.) işbirlikçi tekelci burjuvaziye ve emperyalizme
bağımlı olan orta burjuvazinin,
uluslararası kapitalist iş bölümündeki değişikliğe ve yeni birikim stratejisine
bağlı olarak, yeni dönemde yeniden bir
çözülme ve yapılanma
süreci yaşadığını ve yaşamaya devam ettiğini görüyoruz. “Klasik” durumuyla eski
tip orta burjuvazi tasfiye süreci yaşamaktadır hızla. Uluslararası tekeller ve
işbirlikçi kapitalist tekeller, yeni birikim ve örgütlenme modeli ve gelişme
çizgisinde geçmişle kıyaslanmayacak kadar küçük ve orta çaplı kapitalist
sermayeyi bir yandan geniş çaplı bir şekilde tasfiye ederken, öte yandan da bu
tip işletmeleri “küresel”leştirerek (KOBİ’leri, taşeron ve fason ağını
hatırlayalım), pratikte kendi uzantıları haline getirerek, dünya pazarına daha
derin ve geniş çaplı bağımlı kılmaktadırlar. Dünya pazarı için üretim, bu işletmeleri de pençesine almıştır. Ve
uluslararası tekeller yaygın bir şekilde küçük ve orta çaplı kapitalist
işletmeleri, esnek uzmanlaştırma çerçevesinde, giderek daha fazla kendi üretim
çarklarının birer dişlisine dönüştürmektedirler. Bir milyona yakın işletmeyi
kendi kudretleri altında toplayan ÇUŞ’lar olgusu, bu gerçekleri daha açık
görmemizi sağlamalıdır. Uluslararası tekeller, bu yolla bir yandan kapitalist
maliyet fiyatlarını düşürmekte, öte yandan da tekelleşememiş kapitalistlerin
gasp ettiği artı-değerin önemli bir bölümüne el koymaktadırlar. Bu gerçek,
1950’lerden, özellikle de 1980’lerden bu yana geçen sürecin önemli
olgularından, önemli değişikliklerinden birisidir.
Bu olgu, bağımlı ülkelerde, orta burjuvazinin yeniden yapılanması sürecinde
emperyalizm ve yerli tekellerle ekonomik bağlarının güçlendiğini, menfaat
birliğinin pekiştiğini ve böylece bu burjuva katmanın politik sözcülerinin
neden daha da gericileştiğini göstermektedir. Keza bu tablo, uluslararası
kapitalist ekonomik krizlerden ya da bölgesel ekonomik krizlerden bu sınıfın, geçmişten
daha farklı olarak, daha doğrudan ve daha keskin bir şekilde neden
etkilediğini de bizlere izah etmektedir. Bu sınıfın iktisadi bakımdan
zayıflayan ve tasfiye sürecini yaşayan katmanları ise, koyu bir gerici burjuva
milliyetçiliğine sarılırken, yeniden yapılanmayı başaran katmanları ise
“neoliberal” politikaların savunucusu kesilmektedir.
Eski tip orta burjuvazinin hızlı ve geniş çaplı tasfiyesi, yeni tip
uluslararası iş bölümü ve sermaye birikiminin gereklerine uygun olarak yeni
tipte bir küçük ve orta çaplı kapitalist işletmeler sisteminin geliştirilmesinin,
bağımlı ülkelerde, sınıflar arası temel ilişkiler alanının yeniden
biçimlenmesinde de önemli sonuçları olmaktadır. “Küreselleşme”yle bu sınıfın
devrim stratejileri bağlamında yerinin ne olup olmadığı, devrimin tipi
bakımından her bir ülkenin koşullarındaki anlamı, yeri somut olarak analiz
edilmelidir.
Emperyalist küreselleşmenin biçimlendirdiği dünya tablosu ile bugün,
antiemperyalist mücadele ile sosyalist mücadele, geçmişten daha ileri düzeyde iç içe geçmiştir. Antikapitalist sosyalist
mücadele ile iç içe geçerek gelişemeyen anti-emperyalist devrimci-demokratik
mücadele ve devrimlerin yenilgisi ya da son tahlilde emperyalizme yeniden
tutsak düşmesi, daha keskin bir olguya dönüşmüş bulunuyor. Tersinden bu durum,
proletaryanın antiemperyalist demokratik halkçı görev ve mücadelelere,
devrimlere önderlik ve hegemonya kurma olanağının daha da gelişmiş olduğu
anlamına gelmektedir. Devrimci proletarya, bu bakımdan büyümüş olan devrimci imkânları
da değerlendirecektir.
Küresel çapta anti-kapitalist mücadelenin temellerinin genişlemiş ve
keskinleşmiş olması olgusu, proletaryanın sosyalist mücadelesi ve sosyalist
devrimlerinin, ulusal kurtuluş mücadelelerin ve devrimlerin, anti-emperyalist
demokratik halkçı devrimlerin, emperyalizmin ve kapitalizmin doğada yarattığı
olağanüstü yıkımlara karşı gelişen ekolojik hareket vb. mücadelelerin daha
güçlü bir şekilde tek bir devrim akımı içerisinde birleşmesini ve uluslararası proleter devrimin temellerini
keskinleştirerek genişlemesini ve proletaryanın devrimlerde hegemonya kurma ve önderlik etme gerekliliğini
daha büyük bir zorunluluk haline getirmiştir.
21. asırda, demokratik barış hareketi, demokratik anti-militarist hareket,
demokratik ekolojist hareket, anti-emperyalist hareket, demokratik kadın
hareketi, işsizler hareketi, topraksızlar hareketi, kent yoksullarının
hareketi, açlık hareketi, çocuk hakları hareketi, kent hakları hareketi, anti-faşist
hareket, “anti-kapitalist hareket” vb. hareketler gelişip büyüyecek, daha
keskin biçimler alacaktır. Hangi biçimler altında gelişirse gelişsin, bu
hareketler, emperyalizme darbeler indirdiği, proleter devrimin
temellerini güçlendirdiği, emperyalizmin genel bunalımını derinleştirdiği
oranda ve düzeyde, proleter devrim cephesini güçlendirecektir. Nesnel olarak,
her biçimiyle uluslararası proleter/sosyalist devrim kavgasının devrimci
akıntısı içerisinde yer alacak hareketleri, proletaryanın hegemonyası ve
önderliği altında toplamayı
başarmak uluslararası komünist hareketin güncel bir görevi, çözmesi
gereken pratik-siyasal bir sorunudur. Böylece ezilenlerin her biçimiyle
demokratik hareketi, bugün dünden çok daha geniş bir şekilde ve çok daha zorunlu
bir biçimde proletaryanın sosyalist hareketinin, dünya proleter devriminin bir yedeği haline gelmiş bulunmaktadır.
Kuşkusuz ki, hegemonya ve önderlik kendiliğinden proletaryanın eline
geçmeyecektir, aksine, onun hak edilmesi ve mücadele arenasında kazanılması
gerekecektir... Bu bakımdan dünya komünist hareketinin, özellikle de
1950’lerden bu yana tarihsel pratiğinin eleştirel
sorgulanması ve aşılması gerektiği
ise açık olmalıdır…
VI
Evet, dünya proleter devriminin nesnel
koşulları her bakımdan olgunlaşmış ve proleter devrim çözümünü daha keskin bir
tarzda dayatmış bulunuyor. Sermayenin hareketi, birikimini dünya çapında
sağlamaktadır. Dünya tekelleri azami kar hırsıyla kan ve ateşle yolunu açarak
ilerlemektedir. Bu olgular, dünya gericiliğinin ve uluslararası karşı-devrimin
dünya devrimine karşı, geçmişten daha birleşik ve daha üst saldırı biçimleri kullanacağını da göstermektedir.
Emperyalistlerin, aralarındaki uzlaşmaz karşıtlığa ve rekabete karşın, dünya
devrimler dalgasına ve devrimlere karşı, bugün dünden daha küreselleşmiş
saldırı, kuşatma, saptırma, yok etme politikaları izleyeceğinden ve
izlediğinden kuşku duyulamaz. Bu bakımdan, “Soğuk Savaş Stratejisi” gibi bir
deneyimin, emperyalist küreselleşme saldırısı gibi bir deneyimin uluslararası
burjuvazinin cephaneliğinde yer aldığını hatırlatmak bile gereksizdir. Bu bağlamda,
kapitalist uluslararasılaşmanın ulaştığı düzeyde, merkezinde emperyalizmin
durduğu dünya karşı-devrimi, daha geniş ve derin bir temel ve düzeyde devrime,
sosyalizme karşı “kutsal ittifak”
kurduğunu saptayabiliriz. “Terörizme karşı sonsuz savaş!” neofaşist emperyalist
stratejisinden de bunu görebiliriz. Kuşkusuz ki, emperyalist dünyanın dünya
devrimine karşı kurduğu ittifak, iç çelişki ve çatışmalarla, hegemonya ve
rekabet mücadeleleriyle parçalanmıştır, parçalanmaya da mahkûmdur. Ve bu
çelişki ve çatışmalar, dünya devriminin dolaylı yedeği rolünü de oynamaktadır,
oynamıştır ve oynamaya da devam edecektir. Bunu, gerek I. Emperyalist Dünya
Savaşı’nın, gerekse de II. Emperyalist Dünya Savaşı’nın tarihsel
deneyimlerinden de çok iyi biliyoruz. Yani, ölmemek, yaşamlarını ebedi kılmak
için emperyalist dünya proleter devrime karşı ne kadar birleşik davranırsa
davransın, en nihayetinde, eşitsiz gelişme yasası temelinde iç çelişkilerle
parçalanmaya mahkumdur. Böyle de olsa, yukarıda altını çizdiğimiz gerçeği bilince
çıkarmak ya da sağlam bir şekilde not etmek gerekmektedir.
Uluslararası tekellerin (ÇUŞ) emperyalizmi döneminde, sözde demokrasinin
kaleleri olarak lanse edilen emperyalist
ülkelerde faşizm tehlikesi neo-faşist
bir tehlike olarak tarihte görülmemiş
ölçeklere ve düzeylere varacaktır. Örneğin bunu, daha bugünden ABD ve
Avrupa’da mali ve ekonomik krize karşı gelişen sıradan barışçıl kitle
hareketlerine karşı tekellerin ve emperyalist devletlerin amansız
tahammülsüzlüğünden, militarist-faşist saldırganlığından da görebiliriz.
Burada, “Terörizme karşı sonsuz savaş” neo-faşist stratejilerinden, “ulusal
güvenlik strateji”lerinden, peş peşe çıkarılmış olan “Vatanseverlik”
yasalarından ise bahsetmek bile gereksizdir! Açık ve kesin olan şudur ki, dünya
devriminin bir atılıma geçmesiyle emperyalizmin siyasal gericilik eğilimi daha
da keskinleşecektir. Geçmişteki emperyalist genel paylaşım savaşlarından daha
yıkıcı olması kaçınılmaz olan yeni bir emperyalist savaş tehlikesinin
büyüyeceği (ABD hegemonyasının maddi temelinin gerilemesi, Almanya’nın
yükselişi, Çin’in atağı ve geleceğin en önemli emperyalist güçlerinden biri
olarak öne çıkmaya başlaması, Avrupa-Atlantik’in yerini giderek Asya-Pasifik’e
bırakması süreci vb.) ise açıktır. Kuşkusuz ki, henüz yakın bir tehlike olmayan
genel emperyalist savaş tehlikesinin yükselişi de, emperyalizmin siyasi
gericilik eğilimini alabildiğine ivmeleyecektir… Ama bu olgular, geçmişten
farklı olarak, sınıfsal temelini uluslararası tekellerin oluşturduğu
emperyalist siyasal gericiliğe, neo-faşizme, emperyalist savaşa karşı,
sosyalist devrime bağlanmış bir mücadele dalgasının metropollerde keskinleşerek
yükseleceğine işaret etmektedir. Demek ki Lenin’in vurguladığı emperyalist
tekelcilik siyasi gericiliktir, artan ve yoğunlaşan siyasi gericiliktir,
emperyalizm var oldukça emperyalist savaşlar kaçınılmazdır analizi ve tezleri
“Bilgi toplumu çağı”nda da bütün canlılığıyla ve keskin gerçekler olarak
karşımızda durmaktadır. Vurgulayalım: Günümüzde, dünden farklı olarak,
emperyalist ülkelerde faşizmin sınıfsal
temelini uluslararası tekeller,
uluslararası tekelci sermaye oluşturmaktadır. Ulusal tekellerden uluslararası
tekellere geçiş ya da yükseliş bu olgunun maddi temelini oluşturmaktadır. Tıpkı
tekelci burjuvazinin devletinin uluslararası tekellerin devletine dönüşmesi
olgusunda olduğu gibi.
VII
Dünya çapında kapitalizmin derinlemesine ve genişlemesine gelişmiş
olmasının özellikle bağımlı ülkelerde, örneğin bir 1950’ler öncesine göre, sosyalist
inşa sürecine daha elverişli
koşullarla başlanmasına ve inşa
sürecinin daha hızlı gerçekleştirilmesine hizmet
edeceği de vurgulanmalıdır. Üretici
güçlerin ve proletaryanın gelişmişlik düzeyinin,
söz konusu ülkeler bakımından geçmişe göre daha ileri düzeylerde olması, bu saptamamızın maddi temelini oluşturmaktadır.
Geçmeden vurgulamak gerekir ki, revizyonist üretici güçler teorisinin
iddiasının aksine, bir ülkede (veya ülkelerde) üretici güçlerin gelişkinlik
derecesi proletarya devrimini yapıp yapmamanın değil, sosyalist inşa sürecinin temposunu
vs. etkiler…
Demiştik ki, kapitalizmin gerçeği
çelişkili bir gerçektir. Örneğin, emperyalist dünyada üretici güçlerin gelişmişlik düzeyi, üretimin toplumsallaşma derecesi, bilim ve tekniğin ulaştığı yüksek
düzey, sosyalizmin maddi-teknik
temelini oluşturacak olgunluğa zaten erişmiştir.** Ancak bağımlı çevrede, sosyalizmin maddi-teknik temeli, emperyalist
ülkelerle kıyaslanmayacak kadar geridir. Bağımlı çevrede sosyalizmin
maddi-teknik temeli asgari ölçekte oluşmuştur fakat gelişme düzeyi hala
yetersizdir; bu yetersizlik, özellikle de kapitalizmin orta derecede gelişmiş
olduğu ülkelerden daha geride bulunan bağımlı ülkeler için daha fazla
geçerlidir, diyebiliriz. Doğal olarak, devrimin kesiksiz sosyalist devrime
dönüşerek, proletarya diktatörlüğü altında sosyalist inşa sürecine
girilmesiyle, temel üretim araçları, büyük çaplı toptan iç ticaret, dış
ticaret, temel sanayiler vb. kamulaştırılacak, böylece büyük ölçekli sosyalist
toplumsal sanayi (tüm halkın mülkiyeti biçiminde) kurulmuş olacaktır. Ancak bu adımlar
ya da dönüşüm sadece bir ilk adımdır, genel olarak sosyalist ekonominin, özel
olarak da sosyalist sanayinin en ileri teknolojiye dayalı daha yüksek bir temel
ve düzeyde inşa edilerek sürekli geliştirilmesi gerekecektir vb.
Yukarıda ifade ettiğimiz ve tabloya eklediğimiz gerçeklerin yanı sıra, bir
de emperyalist dünya ekonomi siteminin bağrında oluşmuş yeni gelişme
aşamasındaki gerçeklerinin, örneğin ileri
teknoloji üretimi ve teknolojinin
sürekli yetkinleştirilmesi ve üretime
uygulanması bağlamında, sosyalist ekonomi yeni zorluklarla da karşılaşacaktır.
Proletarya ve komünist öncüsü/partisi, eski sosyalist ülkelerin, esas
olarak da SSCB’nin sosyalist inşa deneyiminden bu bakımdan da öğrenecektir.
Sosyalist üretici güçlerle sosyalist üretim ilişkileri uyumlu, hızlı, planlı
bir şekilde geliştirilecektir. Zaten üretimin toplumsal karakteri ile mülk
edinmenin özel kapitalist biçimi arasındaki uzlaşmaz çelişki sosyalist devrimle
çözüldüğü için, zorunlu uygunluk yasasının bir gereği olarak, sosyalist
ekonominin gelişimi ve sosyalizmin inşa süreci alabildiğine hız kazanacaktır.
Çünkü artık üretici güçlerin özgürce gelişiminin önü açılmıştır. Sosyalizmin
temel ekonomik yasası, orantılı gelişme yasası, planlı ekonomi, sosyalist
ekonomiyi yönetecek, ekonomik politikalar buna göre yürütülecektir. Üretim,
gelişen maddi-teknik temele ve bu temelin azami derecede yetkinleştirilmesine
bağlı olarak kitlelerin maddi ve manevi gereksinmelerini karşılamak için
yapılacaktır. Sosyalist ekonomi sürekli yenilenecek, daha yüksek bir teknolojik
temele dayandırılarak kesintisiz geliştirilecektir. Bu eksende, toplumun maddi
ve manevi gereksinmeleri en ileri düzeyde karşılanacaktır. Bu süreç, tarihten
gelen her türlü eşitsizlik ve dengesizlikleri giderme ve aşma hedefiyle bağlı olarak
komünizme doğru akacaktır. Doğası gereği, bu gelişme, bölüşüm alanında,
“herkesten yeteneğine ve herkese emeğine göre” ilkesinden, “herkesten
yeteneğine, herkesin gereksinimlerine göre” ilkesinin uygulandığı bir gelişme
aşamasına doğru ilerleyecek ve sıçrayacaktır.
Konu bağlamında dikkat çekmek istediğimiz zorluk, bu noktada, yani söz konusu maddi teknik temelin kesintisiz yenilenmesinde, ileri teknoloji üretiminin yetkinleştirilmesi olgusunda
karşımıza çıkacaktır. Öyle ki, bilimsel teknik devrimin ulaştığı gelişme
düzeyi, daha sofistike bir karakter taşımakta ve gittikçe
daha da yetkinleşen bir kalifiye emek ve çalışmaya oturmaktadır. Hatta öyle ki,
en ileri teknoloji üretimini geliştirme çabası tek tekelin, tek devletin
sınırlarını da aşıp çeşitli tekel gruplarının, emperyalist devletlerin (en
azından bir yere kadar, rekabet olgusunun geçici olarak izin verdiği sınırlar
içinde de olsa) kolektif çalışmasını vs. gerekmektedir.
İşte bu (geçici) zorluk, sofistike teknoloji üretimi zorluğu özellikle de
sosyalizmi kurmaya girişmek zorunda kalacak
“çevre” ülkeleri bakımından gündeme girecektir. Söz gelimi emperyalist
ülkelerden herhangi birinde sosyalizmi tek ülkede inşa etmek durumunda kalacak
proletarya da, yüksek teknoloji avantajına karşın, benzer sıkıntılar
yaşayacaktır. Ancak her halükarda, yine de böyle bir ülke, sosyalizmin kuruluşu
sürecinde ileri teknoloji üreterek geliştirmek bakımından, bağımlı ülkelere
göre, çok daha iyi konumda olacaktır.
Bu olgu, özellikle de tek ülkede sosyalizmi kurmak tarihsel ve politik
göreviyle yüz yüze kalacak sosyalist bir ülkede, sosyalist ekonominin dünya çapında bir çekim merkezi olarak
konumlanmasını önleyebilecektir. Kuşkusuz ki geri bir ülkede bu olgu, çok daha
keskin bir sorunun varlığına işaret edecektir. Ama bu gerçeklere karşın, günümüzde de tek bir ülkede sosyalizmin
inşası tümüyle ve kesin olarak
mümkündür. SSCB deneyimi, ASCH deneyimi bunu göstermektedir. Keza
sosyalist bir ülke olmamakla birlikte Küba’nın emperyalist kuşatma ve saldırı okyanusunda
bugüne dek hala tek başına ayakta kalması ve direnmesi olgusu da, dolaylı bir
örnek olarak, bunu kanıtlamaktadır ya da bu, dolaylı bir kanıt olarak ele
alınabilir.
Gerek Avrupa merkezli zamandaş bir devrimle dünyayı kurtarma (dünyanın
kentlerine dayanarak dünyanın kırlarını kurtarma!), gerekse de “sömürge,
yarı-sömürge ülkeler”e dayanarak dünyayı kurtarma (dünyanın kırlarına dayanarak
dünyanın kentlerini kurtarma!) teorileri bugün de tümüyle geçersiz oportünist ve
dogmatik teoriler olmaya devam etmektedir. Dünya devrimi eşitsiz gelişmeye devam etmektedir ve devrimler, emperyalizmin en
zayıf halkası ya da halkalarının kırılması yoluyla zafer kazanarak
ilerleyecektir. Bu zayıf halka (ya da halkalar) geri bir ülke de olabilir,
gelişmiş bir ülke de olabilir. Tek başına sosyalizmi kurmakla karşı karşıya
kalacak ülke proletaryasının yaşayacağı zorluklar, tüm dezavantajlarına karşın,
geçicicidir, geçici olacaktır. Bu,
ileri teknoloji üretimi bakımından da geçerlidir. Tarih, yolunu açarak
ilerleyecektir.
Kısacası, yukarıda işaret ettiğimiz şey, bir zorluktur, bilincinde olmak ve
hazırlıklı olmak gerekir. Mesele bundan ibarettir. Yeniden hatırlatmak
bağlamında vurgulamak gerekirse, emperyalist dünya sisteminde ortaya çıkan ve
gelişen incelediğimiz olgulardan hareketle “tek ülkede” veya birkaç ülkede
zayıf halkanın ya da halkaların kırılması yoluyla sosyalizmin zaferini,
sosyalizmin kurulmasının olanaksızlığını savunmak oportünizm ve
tasfiyeciliktir. Bu oportünist teorik ve politik yaklaşım, Menşevik-Kautskyci-Troçkist
emperyalizm teorisine, kapitalizmin çağımızda ve günümüzde daha da keskinleşmiş
olan eşitsiz gelişme yasasının yadsınmasına dayanır. Dahası ve dolayısıyla,
Leninist emperyalizm ve proleter devrim teorisinin ret ve inkarına ve
tasfiyesine dayanır. Komünistler, hangi biçimde teorize edilirse edilsin, hangi
kılıkta ortaya çıkarsa çıksın, hangi platformda başını uzatırsa uzatsın, böyle
bir savunuyu ve propagandayı, Marksizm-Leninizm karşıtlığı olarak mahkum eder.
Troçkizm’in, IV. Enternasyonal’in vb. Troçkist akıntının, emperyalist
küreselleşmeyi, revizyonist/kapitalist bloğun çöküşünü, gerici tasfiyeci
amaçlarına bağlı olarak, dizginsiz bir biçimde çarpıtarak, demagojik bir
şekilde, Leninist dünya proleter devrimi teorisine ve sosyalizmin tarihsel deneyimine
karşı kullandığını iyi biliyoruz ve biliniyor. Troçkist akıntının, fırsat bu
fırsattır diyerek, bu bağıntıda bir ya da birkaç ülkede emperyalizmin zayıf
halkasının ya da halkalarının kırılması yoluyla sosyalizmin zaferi teorisine
karşı da hücuma geçmesi; “tek ülkede sosyalizm mi dünya devrimi mi” sahte ve
yapay bir ikilemine başvurup, son derece mekanik ve manipülatif bir
formüllendirme üzerinden ideolojik saldırılarını fütursuzca örgütlediği
açıktır. Sırtını dünya burjuvazisine dayamış olarak “Stalinizme karşı mücadele”
sahtekârlığıyla kılıflanan bu gerici saldırılarının bir amacının da devrimci ve
komünist saflarda kargaşalık yaratmak olduğunun altı çizilmelidir.
Önümüzdeki birkaç on yıl içerisinde gerçekleşebilecek ve tek ülkede
sosyalizmi kurmak zorunda kalacak sosyalist bir ülkede, proletarya diktatörlüğü
ve parti, ideolojik ve kültürel devrime özel bir önem
vermek zorundadır. Sınıfın ve kitlelerin
devlet yönetimine katılmasına, sosyalist kitle demokrasisine, canlı ve
devrimci kitle seferberliğine sistematik bir tarzda yüklenmelidir. Parti ve
devlet yöneticilerinin yaşam koşullarının kitlelerin ortalama yaşam tarzı
ve gelir düzeyinden daha yüksek olmamasına; kişi, önder, parti ve devlet
kültünün doğmamasına, yönetici kesimlerin özel ayrıcalıklarla
donanmamasına, bürokratikleşerek yozlaşmamasına en büyük dikkat ve özeni
göstermelidir. Doğruların ve çizginin biçimsel, bürokratik tarzda değil
gerçekten işlevsel, canlı ve dinamik bir tarzda uygulanmasına başta gelen özel
bir önem verilmelidir. Kızıl maskeli bürokratik yozlaşma ve giderek yeni tip
karşı devrim yoluyla kalenin içten fethedilmesine, sosyalizmin tasfiye
edilmesine karşı mücadeleye yaşamsal bir önem vermelidir. İster
bir ülkede, ister bir dizi ülkede proleter devrimin zafer kazandığı koşullarda,
yeni tip küçük burjuva bir tabakanın doğmaması, gelişmemesi hayati önemdedir.
Yeni tip bürokratik çürüme yoluyla kapitalizmin yeniden inşa edilmemesi için bu
zorunludur. Tarihin dersleri bu bakımdan da enternasyonal proletaryaya yol
göstermelidir. Bu, her durumda uygulanması gereken ama eski
sosyalist ülkelerde gerçekleşen yeni tipte kapitalizmin restorasyonu
deneyimlerinin eleştirel incelenmesinden çıkarılan tarihsel deneylerin de
gerekli kıldığı bir görevdir***. Ancak, tüm bunlarla birlikte, bir de yukarıda
vurguladığımız olguyla, yani bir aşamadan sonra süper teknoloji üretme
zorluğuyla bağlı olarak, tek ülkede sosyalist inşa sürecinde ortaya çıkabilecek
ekonomik, politik, ideolojik zorlukların aşılması için de ideolojik-siyasal ve
kültürel devrimin, sosyalist kitle demokrasisinin geliştirilmesine, bürokratik
yozlaşmaya karşı devrimci mücadeleye daha fazla önem vermek gerekecektir.
Sofistike teknoloji geliştirme zorluğu da dahil inşa sürecinin
zorluklarının, geçici de olsa, sosyalist sistem üzerinde emperyalizmin
baskısının artmasına, geri ve gerici eğilimlerin sosyalist ülkede daha güçlü
filizlenmesine, bürokrasi tehlikesinin, özellikle de yeni tip bürokrasi
tehlikesinin, bürokratik merkeziyetçiliğin vs. gelişmesine yol açacağı ve bu
eğilimlere karşı ideolojik mücadelenin yanı sıra, sosyalist demokrasinin
geliştirilerek, devrimci kitle hareketinin büyütülmesini gerektirecektir.
Donanımın güçlendirilmesi ve bu donanımın güçlendirilmesine bağlı olarak veya
bu donanımı da bilakis geliştirecek bir araç olarak devrimci kitle eylemini ve
sosyalist demokrasiyi militanlaştırmak o koşullarda daha çok önem taşıyacaktır.
Militan, sosyalizmin bağımsız devrimci öznesi, bizzat kurucusu olarak
sınıfı ve kitleleri sosyalist sistemin, inşanın arkasına koyan ve militanca sosyalizm
yolunda ilerleyen aktif kitleler gerçeğini yaratmalıyız. Bürokratik
biçimselliğe endekslenmiş parti kitleler ilişkisi değil, işlevsel, canlı,
dakik, dinamik devrimci bir parti ve kitleler ilişkisi olmalıdır bu
ilişkileniş. Böyle olduğu koşullarda, inanıyoruz ki, işçi ve emekçiler, gerekirse
ot yiyip diz çökmeyecektir kapitalist dünya karşısında. Teknolojinin daha
üst düzeylerde üretilmesi ve üretim sürecine uygulanması bağlamında ortaya
çıkacak zorluklar söz konusu olduğunda da emekçiler bunu anlayacaklar
ve sosyalizmin nesnesi değil, kurucu öznesi olarak partinin
önderliğinde sonuna dek savaşacak
ve ayakta kalmasını
bilecektirler.
Emperyalist dünya ekonomi sistemi proleter devrimlerin zaferi bakımından
bir bütün olarak daha olgun hale gelmiştir. Bölgesel devrimlerin de zemini
güçlenmiştir. Böylece devrimlerin uluslararası ve bölgesel karakteri ve
görevleri daha güçlü
uluslararasılaşarak daha enternasyonalist
bir içeriğe ve gelişme düzeyine
ulaşmıştır. Bu koşullarda, devrimin ilkin bir veya birden fazla ülkede zafer
kazanacak olmasına karşın, proleter devrimler daha sık patlak vererek proleter
devrimler cephesinin üsleri olarak yayılacaktır.
Böylece, bu koşullarda, bir ya da birkaç ülkede sosyalizmi kurmak tarihsel
göreviyle yüz yüze kalacak ülkeler, emperyalist kuşatma ve tecrit çemberinden
daha hızlı kurtulacaktır. Sosyalist bir kampın doğuşu ve büyümesiyle sosyalist
ülke ya da ülkeler, bu mevzilere dayanarak daha ileri sıçrayacaktır. Ekonomik
inşada, emperyalist müdahale ve baskıya daha etkin karşı koymada, gelişkin
teknoloji üretmede vb. daha elverişli pozisyonda olacaklardır. Her durumda da
sosyalist ülke ya da ülkelerin arkasındaki uluslararası proletarya ve halkların
maddi ve politik desteği de tarihte görülmemiş ölçekte daha
güçlü ve sürekli olacaktır. Bu olgu, tersinden, bir ülkedeki devrimin çıkarlarını uluslararası devrimin
çıkarlarına tabi kılma gerekliliğini
ve gereklerini alabildiğine keskin bir enternasyonalist eğitim ve
duruş olarak şekillendirecektir. Tüm bunlar, tek ülkede sosyalizmi inşa
etmek durumunda kalacak proletaryayı ve önderliğindeki kitlelerin
enternasyonalist eğitim ve pratiğini geliştirecek, enternasyonal birlik,
mücadele ve dayanışmayı pekiştirecek, bu durum da sosyalizme ve yeni elverişli
koşullar doğuncaya kadar proletarya diktatörlüğü sistemine güç katacaktır.
Emperyalist dünya ekonomisinin, üretimin, üretici güçlerin daha yüksek
gelişmesi temelinde daha da uluslararasılaşmış olması, bugün dünden daha derin
ve farklı olarak, sosyalist ülkelerin, üretici güçleri daha ileri ve uluslararası karakterde
kolektif örgütlemesini daha
keskin bir biçimde dayatmıştır. Dün de bu bir gereksinimdi. Dün de
yapılması gereken şeydi. Ama dün dünyamız, bugünkü kadar gelişkin bir dünya
değildi; ayrıca dün, sosyalist kampta entegrasyon sürecinde ciddi hatalar işlenmişti…
Dünya emperyalizmine karşı, dünya sosyalist ülkelerinin ekonomik, politik,
kültürel ve askeri güçlerini en ileri düzeyde merkezileştirerek ortak planlı
seferberliği ve yetkinleştirilmesi görevi, bugün dünden daha ivedi bir görev, pratik-politik bir duruş olarak gündemleşmiştir. Eski sosyalist kampın
bu bakımdan içerisine düştüğü ve sosyalizmin inşasını, sosyalizmin daha ileri
düzeyde ve biçimde örgütlenmesini önleyen darlıklarına da düşmeden, “Dünya
Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Federasyonu”nun örgütlenmesine ve dünya
çapında tek sosyalist devlete doğru geçişe alabildiğine önem verilmelidir. Bu
olgu, hem emperyalizmin ölüm sürecini hızlandıracak, hem de dünyanın sosyalizme
ve giderek komünizme geçişini ivmeleyecektir.
Eski sosyalist ülkelerin
proletaryası ve halkları, sosyalizmin yeni tarzda tasfiyesi ve kapitalizmin
yeni tipten inşası, giderek açık kapitalist biçimlere geçilmesi süreçlerinde
sosyalizme çarpıcı bir tarzda yabancılaşma süreci yaşadılar. Ancak bu ülkelerin
proletaryası ve halkları, uluslararası tekellerin emperyalizmi sayesinde
kapitalizm gerçeğini çok yönlü bir şekilde yaşarak yeniden etkin devrimci
mücadelelere atılacaklardır. Yeni burjuvazi ve emperyalizmin bir tarihi sürece
dayalı şekilde tüm belleksizleştirme
sistemli ve kapsamlı çabasına karşın, yıkılışın şokuna ve şokun yarattığı
tahribata karşın, eski sosyalist ülkeler proletaryası ve halklarının
beyinlerinden ve kalplerinden, tarihlerinden eski sosyalist deneyimlerin güçlü ve canlı
izlerinin sökülüp atılamadığını biliyoruz. Dolayısıyla, yeni deneyimler eşliğinde, söz konusu ülkeler proletaryası ve
halklarının kolektif tarihsel belleklerinin bin bir biçimde canlanarak pratik bir silaha dönüşeceği ise
bizce kesindir. Bu bağlamda, eski sosyalist toplumun proleter ve emekçileri bu
kez, daha bilinçli ve donanımlı olarak kavgaya
atılacaklardır. Bu ülkelerin önemli bir bölümü yeniden çok önemli devrimci fırtına merkezleri haline
gelecektir. Bu olgu, 21. Asrın önemli gerçeklerinden birisi olacaktır.
Sosyalizmin kuruluş sürecini, ardından, kapitalist restorasyon sürecini,
ardından çöküş ve çıplak kapitalizme geçişi sürecini, “serbest piyasa” ve
“liberal özgürlükler” sürecini yaşamış, böylesine büyük tarihsel deneyimlerden
geçmiş olan bu ülkeler proletaryası ve emekçilerinin yaşadığı bu deneyimler, dünya proletaryasının kendi
tarihinde yaşadığı bütün politik mücadele deneyimlerinden daha derin, daha
kapsamlı ve daha önemli ve özgül deneyimlerdir. Kuşku yok ki, sosyalizm
deneyimleri ne insanlığın ne de söz konusu ülkeler halklarının belleğinden tümden silinebilmiş değil
ve silinemez de. Bu deneyim(ler) artık tarihselleşmiştir. Hiçbir emperyalist, Troçkist, post-modern,
post-Marksist vb. ideolojik saldırı, demagoji ve manipülasyon söz konusu tarihi
tümden silme ve unutturma yeteneğinde değildir ve olamaz da! Doğal olarak, söz
konusu ülkeler halklarını ve proleterlerini ve yeni komünist öncülerini
bekleyen yeni tehlikeler veya yeni bir biçim altında yeninin içine tutunarak
karşılarına çıkacak eski tehlikeler, geçmişte yaşanan iyi ve kötü deneyimlere duyulan sempati ve
anti-patilerden kaynaklanan özgün zorluklar çıkacaktır. Ama tüm bu
zorluklar sınıf mücadelesinin gelişimi içerisinde aşılacaktır.
VIII
Marksizm-Leninizm’in emperyalizm ve uluslararası proleter devrim teorisi;
Lenin’in çağ, emperyalizm, devrim, sosyalizm teorisi bugün de bütün
canlılığıyla enternasyonal proletaryaya yol göstermeye devam etmektedir.
Yapılması ve ihmal edilmemesi gereken görev ise, çağın olguları ve çağımızda
ortaya çıkan değişme ve gelişmeleri tahlil etmek, böylece teoriyi
zenginleştirerek yürümektir. Lenin de, Marksizm’in öteki ustaları gibi
Marksizm’e gelişimini tamamlanmış bir teori muamelesi yapılmaması gerektiğini
daima vurgulamıştır. Marksizm-Leninizm canlı ve gelişen
bir bilimdir, bilimsel bir
dünya görüşü, proletaryanın kurtuluş hareketinin teorisidir. Hareket halindeki nesnel gerçeğin (gerçek hareketin) incelenmesi, somutun
soyutlanması; dünyayı değiştirme eylemine bağlanmış somut siyasal hareket
planlarının çıkarılması Bilimsel Komünizm’in gereğidir. Unutulmamalı ki,
maddenin (doğanın) ve toplumsal maddi gerçeğin diyalektik materyalist yöntemle
soyutlanması, her iki olgunun da tam ve bütünlüklü, aslına en yakın
kavranabilmesinin tek yoludur. Yukarıda ifade ettiğimiz gerçekler, somut durumun somut çözümlemesi
temelinde ortaya çıkan değişme ve gelişmeleri, toplumsal hareketin sınıflar
mücadelesinde yarattığı değişiklikleri
ve yenilikleri ifade etmektedir. Ki,
bu görev yerine getirilmeksizin devrim, sosyalizm ve komünizm yolunda
proletaryanın tarihi yürüyüşüne ve güncel görevlerine tam bir sadakat göstermek
ve önderlik etmek zaten mümkün olmayacaktır.
Dünya komünist hareketinde bu gelişmeyi önleyen tutucu bir zafiyetin, yanı sıra, yenilenme adına tasfiyeci oportünizme kaymayı ya da
orada konaklamayı ifade eden oportünist bir eğilimin olduğuna kuşku yoktur.
Dünya komünist hareketi bu iki sapmayla ideolojik bakımdan hesaplaşmadan da
kendini aşamaz. Güncel bakımdan dünya komünist hareketini tehdit eden en önemli
sapma ve eğilim ise, dünya komünist hareketinin tarihsel zaaflarını sömüren,
dogmatizme, muhazafakarlığa vb. karşı “yaratıcı Marksizm” vb. sloganlarla
ortaya çıkan, “küreselleşme”ci tasfiyeci saldırının dünya komünist hareketindeki
yankısı olan, yenilikçi söylemle Marksizm-Leninizm’e, Uluslararası Komünist
Hareket’in ve sosyalizmin tarihsel başarı ve kazanımlarına karşı mücadele eden
inkarcı ve tasfiyeci sapma ve eğilimdir. “21. yüzyılın sosyalizmi” nakaratına
sarılan oportünizmin bu türü, Marksizm-Leninizm’den, devrim ve sosyalizmden,
devrimci program, strateji, taktik ve örgütlenmeden umudunu kesmiş, yorgun
düşmüş, komünist devrimci çizgide mücadele niteliğini ve yeteneğini kaybetmiş,
sistemin sınırlarına doğru geri çekilmiş, sistemin sınırları içerisinde en
fazlasından legal, parlamenter ilerici reform mücadeleleri vermenin ötesinde
hiçbir ufku olmayan bir oportünizm türüdür. Kural olarak bu sapma ve eğilimin
temsilcileri, dünya komünist hareketinin en fazla yalpalayan, ilkelere
bağlılığı en zayıf, küçük burjuva özellikleri en gelişkin kesimleri
olagelmiştir. Bu bakımdan da tarihin dersleriyle silahlanmak gerekmektedir. Bu
bakımdan da dünya komünist hareketinin en gelişkin bölümü olan
RSDİP/Bolşeviklerin, SBKP (B)nin deneyimleri özellikle incelenmelidir. Bundan
dolayı da Marksizm-Leninizm ile daha güçlü donanmak, zenginleşmek
gerekmektedir.
İçerisinde geçtiğimiz tarih kesitinde, devrim ve sosyalizmin nesnel
ekonomik ve toplumsal koşulları çok keskin bir biçimde olgunlaşmış bulunuyor.
Tarihin bu kesitinde, devrimci komünist
önderliğin ve işçi sınıfının önemi
daha fazla artmış ve önderlik sorunun çözümünü de keskin bir biçimde
dayatmıştır. Dünya devriminin olgunlaşmış nesnel
koşulları ile onun gereksinmelerine yanıt verecek öznel koşulunun son derece zayıf, arada bir uçurumun olması,
günümüzün çözülmesi gereken başta gelen temel sorunudur. Her adımımıza, gerek
ulusal, gerek bölgesel ve gerekse de uluslararası alandaki her adımımıza bu
temel stratejik ve taktik sorunun çözümü damgasını
vurmalıdır... Ezilenlere değil ama kesin olarak, işçi sınıfı hareketine dayanan ve öteki emekçi sınıf ve tabakaların
ve ezilenlerin mücadele dalgasını da kucaklayan
bir önderleşme hattında derinleşmeye
ve yetkinleşmeye gereksinim var. Sınıflar mücadelesinde çekim merkezi olan;
milyonları, on milyonları kucaklayıp mevzilendiren ve seferber eden bir parti
ve dünya partisi inşa edilmelidir. Uluslararası alanda yeni tipten bir komünist
enternasyonalin kurulup geliştirilmesi temel ve güncel bir ihtiyaçtır. Kısa
erimde bu görev(ler)in yerine getirilemeyeceği açıktır. Ama açık ki, bu
görevler, yalnızca ilkesel, stratejik ve programatik açıdan değil, pratik-siyasal öneminden dolayı da
çözülmesi ve başarılması gereken yaşamsal görevlerdir. İç ve uluslararası
komünist hareketin, niteliği, aklı, deneyi, yeteneği, cesareti, yaratıcılığı
tek bir önderlik ve savaş çizgisinde daha fazla sentezleyerek tarihin ve
çağımızın çağrısına yanıt vermesi gerektiği açıktır.
Yukarıda, dünya tekellerinin damgasını bastığı emperyalizm olgusu döneminde,
emperyalizmin bu yeni döneminin dünya devrimi üzerindeki etkilerini, özet
biçimde de olsa, inceledik. Kuşkusuz ki Türkiye ve Kürdistan devrimi, dünya
devriminin organik bir bileşenidir; biçimde “ulusal”, özünde enternasyonalist
karaktere sahip bir devrimdir. Dünya çapındaki değişme ve gelişmeler, pozitif
ya da negatif yönde, Türkiye ve Kürdistan devrimini ve onun gelişimini
etkilememesi düşünülemez bile. Türkiye devriminin kendine has nitelikleri onun
somut tarihsel karakteriyle bağlıdır. Ama bu nitelikler ya da özgünlükler,
Türkiye ve Kürdistan devriminin uluslararası karakterini değiştirmek bir yana,
ona bağlanmakta ve bu temel üzerinde uluslararası proleter sosyalist devrimin
organik bir öğesi olarak uluslararası karakterini şekillendirmektedir.
Yukarıda emperyalist küreselleşme sürecinin dünya devrimi üzerindeki
etkilerini incelediğimizde ortaya çıkan tabloya göre konuştuğumuzda görmekteyiz
ki, dünya devrimini gerçekleştirecek öznel faktörün tümüyle geçici olan
zayıflığı bir yana, esasen söz konusu nesnel faktörler ve gelişmeler, Türkiye
devriminin lehinedir. Bütün mesele bunu devrimci
proletaryanın teori ve pratiğine dayanarak ustaca değerlendirebilmektedir. Söz
konusu faktörler ve gelişmeler, Türkiye ve Kürdistan devrimini daha derinden
dünya devrimine bağlı kılmakta, onun küresel karakterini daha da
güçlendirmekte, dünya devrimi üzerinde tarihin gidişini güçlendiren ve
güçlendirecek bir devrim konumuna yükseltmektedir. Dünya proletaryasının dünya
devrimi sürecinde artan rolü ve ağırlığı, aynı zamanda Türkiye devrimi
sürecinde çeşitli milliyetlerden Türkiye proletaryasının da artan rolüyle
zamandaş bir gelişme sürecine denk düşmektedir. Bu olgu, bu topraklarda doğan,
büyüyen, gelişen proletaryanın, enternasyonal proletaryanın organik bir
bileşeni olarak oynayacağı sosyalist ve komünist rolün önemini de bir kez daha
vurgulamaktadır. Ulusal bencillikten, sosyal şövenizmden ve burjuva
bireycilikten, “oryantalist” oportünizmden, küçük burjuva elitizminden arınmış,
tümüyle enternasyonalist karaktere sahip devrimci proletarya, elbette ki
tarihin çağrısına yanıt verecektir; kuşku yok ki yalnızca ve yalnızca
sosyalist-komünist bir sınıf olarak!
*Bkz. Hasan
Ozan, EMPERYALİST
KÜRESELLEŞME, DÜNYA DEVRİMİ- DEĞİŞEN NE? Akademi
Yayın
**Kuşkusuz ki bu gelişme düzeyi, komünizmin maddi-teknik temeline ise
sadece öncü bir girişi ifade
edebilir ancak. Komünizmin maddi teknik temeli, kapitalizmden komünizme geçiş
sürecinde, emperyalizmin ve kapitalizmin tasfiyesi sürecinde, dünya ölçeğinde
sosyalizmin maddi-teknik temelinin kurulması ve geliştirilmesi sürecinde, daha
yüksek bir maddi teknik temelde ortaya çıkarak gerçekleşecektir. Bu bağlamda,
emperyalist dünya sistemi koşullarında toplumsal üretici güçlerin en yüksek
gelişmişlik düzeyi bile, olsa olsa, komünizmin maddi teknik temelini
hazırlamada öncü bir girişi, üzerine basarak sıçranacak bir temeli
oluşturabilir.
*** Bkz. Hasan Ozan, SSCB’DE
KAPİTALİZMİN RESTORASYONU, SOSYALİZMİN SORUNLARI, TARİHİ DERSLER, Akademi Yayın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder