EMPERYALİZM, ORTADOĞU, IŞİD VE KÜRTLER
III
Ortadoğu’da
fay hatları çoktan harekete geçmişti. Bu fay hatlarından birisi ve en önemlisi Kürt fay hattıydı. Özetle, Irak’ta Federe bir Kürt devleti zaten kurulmuştu.
Rojava Devrimi ile Suriye’de Kürtler, farklı etnik, ulusal, dinsel, mezhepsel
yapıları demokratik bir şekilde kapsayan “demokratik özerklik” statüsünde
devletleşmiş durumda. Ki Rojava gerçeği bugün için Esat rejimi, IŞİD ve diğer
radikal İslami terörist çeteler ve arkasındaki bölgesel ve küresel güçler
karşısında rüştünü ispat etmeyi başarmıştır. IŞİD’in, Rojava’da bölgesel ve
küresel gericiliğin tüm desteğine karşın başarısızlığa uğrayarak yenilmesi Kürt
yurtsever hareketinin bölgesel ve uluslar arası prestijini arttırarak hareket
alanını genişlettiği ya da yeni devrimci imkânlar sunduğu ve sunacağı açıktır.
T.C. sınırları içerisinde kalan Kuzey Kürdistan’da Kürt halkı ve öncüsü ulusal
demokratik hareket birkaç on yıllık mücadelesiyle siyasi ve askeri bakımdan
yaman bir direnme ve savaş pratiğiyle kendini meşrulaştırmayı başarmış ve
uluslar arası meşruiyetini de kazanma yolunda ilerlemektedir. Kürtlerin Rojava
başarısı ve Ortadoğu’da hemen yanı başımızda sürmekte olan tarihsel, yapısal,
politik ve toplumsal kriz ve kaos süreci ve Ortadoğu’da sınırların yeniden
biçimlendirilmesi gerçekleri T.C. devleti ve Erdoğan Hükümeti’ni köşeye
sıkıştırmış durumda. Bu durum Amerikancı faşist diktatörlüğün ve başı
Erdoğan’ın “barış sürecini” sürece yayarak, zaman kazanarak PKK’yi ve Kürt
ulusal mücadelesini çürütme, bölme, kitlesel temelini daraltma, etkisizleştirip
tasfiye etme, o arada seçim süreçlerini (Cumhurbaşkanlığı ve genel seçim) rahat
bir ortamda atlatma politikasının da hareket alanını oldukça daraltmakta,
açmazlarını büyütmektedir. İran’da ise Kürt hareketi direnmeye devam
etmektedir.
Bu tablo
içerisinde, IŞİD’in son atağıyla, başta Rojava olmak üzere Kürt Sorunu ve Kürt
kartı daha fazla bölgeselleşerek, uluslararasılaşarak kendini gündemleştirmiş
bulunuyor. Bu, aynı zamanda PKK’nin yoğunlaşan, genişleyen etki gücünün de
ifadesidir ya da PKK bakımından büyüyen, daha fazla bir etki gücü yaratan, bu
bakımdan devrimci imkânların genişlediği bir süreçtir. Tamda böyle bir süreçte
yurtsever hareketin (PKK, KCK, PYD, YPG), bölgesel gericilikten,
emperyalizmden, T.C. devlet ve Hükümeti’nden, IŞİD’ten gelen tehlike ve
tehditlere karşı daha baştan Kürdistan’daki kazanımları savunmaya, korumaya
hazır olduğunu açıklaması, demokratik ulusal birlik çağrısı yapması ise önemli
ve değerlidir.
Küresel ve
bölgesel hegemonya ve rekabet mücadelesinin bütün keskinliği ile kendini
dayattığı Ortadoğu’da, sınırların yeniden çizilmeye çalışıldığı, güç
dengelerinin yerinden oynayarak yeniden şekillenme sürecine girdiği, emperyalist yeniden yapılandırma projelerinin
tutmadığı ya da istikrarlı uygulama alanı bulamadığı konjonktürde Kürtler, etki
gücünü ve alanını giderek arttırmaktadırlar. Bu tablo içerisinde Irak’ta “bir
istikrar adası” durumunda olan Güney Kürdistan’ın etki gücü ve alanı da genişlemektedir.
Kerkük’ün ve “tartışmalı diğer bölgeler”in büyük bir oranda denebilecek şekilde
peşmerge kontrolüne geçmesi bu bakımdan en önemli ve anlamlı gelişmedir
diyebiliriz. Bu durum Kürtler için güç ve mevzilerin büyümesi demektir. Elbette
ki bu, karşı çıkılacak bir durum değil, dahası, Kürdistan’ın tarihi sınırlarının
emperyalizm ve yerli bölge gericiliği tarafından çiğnenmesi; Türk, Fars, Arap
burjuvazisi lehine düzenlenmesi tarihi bir haksızlıktır ve Kürt Ulusu’nun dört
parçada da tüm ulusal demokratik haklarının tanınması ve birleşik Kürdistan
mücadelesi haklı ve meşru bir mücadeledir. Fakat sözünü ettiğimiz durumun,
Barzani önderliğindeki Güney Kürdistan burjuva devletinin Kerkük vb. gibi
alanlarda fiili olarak etki alanının genişlemesi söz gelimi PKK önderliğindeki
mücadele ve etki alanları için doğrudan lehte bir gelişme olmadığı, esasen
Güneyde Kürt burjuvazisi için bir kazanım olduğu gerçeği de bilince çıkarılmalı
ve vurgulanmalıdır. Bölgedeki Sünni ittifakının, AKP-Barzani bağlaşmasının ilerici, demokratik, yurtsever, devrimci
Kürt kazanımlarının tasfiyesine yöneleceği de açıklıkla görülmelidir.
Rojava gerçeğine karşı Barzani kliğinin (KDP) IŞİD ile kurduğu kirli ittifakı
unutmamak lazım. Kaldı ki Barzani’nin IŞİD ile kurduğu ittifak salt Rojava’ya
karşı da sınırlı değildir, aksine Maliki rejiminin yıkılması operasyonunu da
içermekte ya da kapsamaktadır. Burada vurgulamak istediğimiz şey, bir an bile
unutulmaması gereken şey Kürt burjuvazisinin çıkarları ile Kürt halkının
çıkarlarının birebir örtüşmediği ve örtüşmeyeceğidir. Her bir durumda bu
olgunun da devrimci ve komünist siyasal analize konu olması; böylece Kürt işçi
ve emekçilerinin de siyasal bakımdan uyarılması ve aydınlatılması gerekir… Bu
bağlamda T.C. ile Barzani arasında kurulmuş olan stratejik ortaklığın aynı
zamanda Kuzey Kürdistan’daki ulusal demokratik mücadeleyi, Batı Kürdistan’daki
devrimci-demokratik kazanımı (Rojava Devrimi’ni ve Demokratik Özerk
Kürdistan’ı) tasfiye etmeyi amaçladığı özellikle vurgulanmalıdır.
Dünle
kıyaslandığında bugün Ortadoğu’da atılacak her adımda bölgeye müdahil olan,
bölgede egemenlik savaşımı veren tüm yerel ve küresel devlet ve kuvvetler
Kürtleri daha etkin bir şekilde hesaba katmak zorundadırlar. Bugün Kürtler
dünle kıyaslanmayacak denli etkin bir güç odağı olarak Ortadoğu’da öne
çıkmaktadır ve çıkacaklardır. Ortadoğu demek aynı zamanda Kürt demektir.
Ortadoğu Sorunu demek aynı zamanda Kürt Sorunu demektir. Ancak hemen eklemek
gerekir: Ortadoğu salt Kürt demek değildir. Ortadoğu sadece Kürdistan demek değildir.
Ortadoğu’daki son gelişmeleri değerlendirirken de sorunu salt Kürt sorunu
bağlamında ele almak da yanlıştır. Ortadoğu demek emperyalizm, emperyalist
müdahale demektir. Ortadoğu demek yerli işbirlikçi egemen sınıflar ve gerici
rejimler demektir. Ortadoğu Sorunu demek aynı zamanda bir Kürt, Türk, Fars,
Arap sorunu demektir. Bunları küçümsemek, tarihsel ve güncel perspektiften
okumaları unutmak, her birinin bütünsel bir tablo içerisindeki etkileşimini vb.
görmemek ya da es geçmek, siyasi analiz ve yönelimlerin dışında tutmak,
halkların siyasi duyarlılığını köreltmek doğru değildir. Ortadoğu demek
“küresel güçler”in hegemonya ve rekabet mücadeleleri demektir. Ortadoğu demek
sayısız zenginliği ve çeşitliliği içerisinde kadim halkların, kültürlerin,
inançların, çelişki ve çatışmaların yurdu demektir. Ortadoğu demek dün dost
olanların bugün düşman, bugün dost olanların yarın düşman olduğu, kimin elinin
kimin cebinde olduğunun pek belli olmadığı bir fay hattı demektir. Dolayısıyla
sorun ve gelişmeleri salt Kürt Sorunu çerçevesinde ele alan ve tahlil eden ya
da çubuğu aşırı bükerek ele alan bakış açıları ve analizler tek yanlıdır ve
Kürtlerin de siyasi uyanıklığını zayıflatan bir işleve sahiptir. Bu gerçeğin de
vurgulanması gerekir. Kürtlerin Ortadoğu’da güç ve etkisi artıyor ama o oranda
da etrafındaki tehlike ve tehditler de büyüyor; yeni baskı, kuşatma, tuzak,
bölme, çürütme strateji ve taktikleri de hazırlanıp arenaya sürülüyor. Kanımızca
bu tip analizler bir yandan ilkel Kürt milliyetçiliğini savunan bazı çevrelerden,
öte yandan da yurtsever harekete yaltaklanarak siyasi rant ve şöhret peşinde
koşan bazı çevrelerden gelmektedir.
Devam edecek
olursak; çizegeldiğimiz tablo içerisinde Kürtlerin ulusal birlik çalışması da
giderek daha yaşamsal bir önem ve konum kazanmaktadır. Buna karşın Kürtlerin
parçalı durumu, derin sınıfsal çıkar farklılıklarıyla parçalanmış olması ve iç
rekabet gibi sorunlar göz çıkarmaktadır. Bu bağlamda Güney Kürdistan
burjuvazisinin özellikle de Barzani liderliğindeki kanadın duruşu son derece
negatiftir. Barzani ve KDP’si kayıtsız-şartsız liderliğini tüm Kürtlere
dayatmaktadır. Bu gerçeklerin yanı sıra Avrasya ve Ortadoğu’da hegemonya ve
rekabet mücadelesi veren sayısız kuvvetin varlığı ve Kürt ulusal birliğinin
kurulmasını önleme politikaları ve pratikleri negatif diğer faktörler olarak
altı çizilmelidir. Evet, Kürtlerin günü geliyor ama ortak bir ulusal irade
oluşturmanın pek o kadar kolay bir iş olmadığı, Kürtlerin pek çok tehditle kuşatılmış
ve karşı karşıya oldukları gerçeğini de görmek ve vurgulamak gerekmektedir. Bu
bakımdan gelişen, büyüyen olanakları realize etmeye ve mevzileri
sağlamlaştırmaya özen gösterirken zafer sarhoşluğu rüzgârına kapılarak politik
körleşmeye uğramamak gerektiği de açık olmalıdır. Dostluk gösterileri ardına gizlenen
pohpohlamalara karşı da zorunlu ve gerekli olan siyasal uyanıklık bir an olsun bile
gözden yitirilmemelidir. Biz PKK’nin iyi ya da kötü niyetli dostlarından farklı
olarak daha gerçekçi, nesnel davranacağına da inanmaktayız.
Kürt
gerçeğinin daha çarpıcı biçimler alarak ortaya çıkması ve kazanımlarının başta
üç parçada olmak üzere büyümesi, uluslararası ve bölgesel kuvvetleri başlı
başına etkilemesi, PKK’nin siyasi ve askeri kazanımlarının büyümesi sömürgeci
T.C. devleti üzerinde de başlı başına bir baskı gücü olarak kendini dayatmasına
yol açmakta ve açmazlarını büyüterek keskinleştirmektedir. Bu olgu ya da
olgular da, Türkiye’de birleşik bir demokratik halk hareketinin
geliştirilmesinin lehinedir. Bir birleşik cephe hareketinin inşa edilerek
geliştirilmesi Türkiye, Kürdistan, Ortadoğu devriminin ve halklarının acil
gereksinimidir. Bu bağıntıda anti-emperyalist,
anti-faşist, anti-şovenist bir birleşik
cephe hareketi olarak HDK/HDP’nin
politik maddi bir güç olarak yeni bir tarzda daha etkin ve hızla organize
edilmesi büyük politik önemi olan bir sorundur. Ortaya çıkan ve büyüyen ilerici
ve devrimci imkânlara dayanmak ve bunları geliştirmek gerekir. Birleşik
mücadele olanağını proletarya, halklar, ezilenler nezdinde büyük bir
maddi-politik güce çevirmek yaşamsal önemde olan görevlerden birisidir. Politik
özgürlük, devrim ve sosyalizm adına ortaya çıkan parti ve çevrelerin halkların
kardeşliğini örüp büyütecek bir araç olarak, devrim mücadelesine hizmet edecek anti-faşist,
anti-emperyalist bir araç olarak ortak mücadeleye/HDP’ye sırtını dönmesi olsa
olsa politik körlük olacaktır. Bu, aynı zamanda zorlu bir görevden de kaçmak
olacaktır.
Gelinen
aşamada HDP bir seçim partisi olmaktan çıkacaktır. HDP’nin “parti formu”nda yeniden
inşası, birleşik harekâtı daha yüksek bir düzeye sıçratma ve geliştirme
gereksinimleriyle bağlı bir politik yeniden yapılanma olarak görmek gerekir. Biçim
olarak parti formunda HDP’nin yeniden inşası, kelimenin gerçek anlamıyla bir
birleşik cephe olduğu gerçeğini ortadan kaldırmamalıdır. O, bir birleşik cephe
olarak işlevleşmelidir; ki öyle de olmak zorundadır. Aksi tarzda HDP düşünülen
misyonunu da oynayamaz ve bu durum negatif bambaşka sorunlara yol açar.
HDK/HDP’nin
bir birleşik cephe harekâtı olarak
yeniden yapılanması, giderek işlevli bir siyasal ve toplumsal bir güce
dönüşmesi öncelikle şovenizme, sosyal şovenizme, egemen ulus milliyetçiliğine
karşı başarılı bir mücadelenin verilmesine bağlıdır. Bu bakımdan Türkiye’de HDK
ve HDP’nin muhatapları olan ve olabilecek kuvvetlerin hala geniş bir kesiminin
etkin bir şekilde sosyal şovenizmin
etkisi altında olması, keza dar grupçu
politika tarzı aleyhte faktörler olarak kaydedilmelidir. Birleşik cephe
hareketinin başarısı için bu iki barikatın aşılması yaşamsal önemdedir. Emekçi
sol, devrimci-demokratik ve proleter sosyalist politika adına ortaya çıkan parti,
grup ve çevreler şahsında Türk küçük burjuva milliyetçiliğine, sosyal şovenizme
karşı ilkeli, birleştirici, ikna temelli başarılı bir mücadele yürütülmeden HDK
ve HDP’nin bir birleşik cephe hareketi ve harekâtı olarak başarı kazanma şansı
olmayacaktır.
Ancak HDK ve
HDP’nin başarılı bir deneyim, siyasal ve toplumsal bakımdan halklar nezdinde
güçlü bir çekim merkezi haline gelmesi bir de yeniden yapılanmakta olan HDP’nin
BDP’lileşmemesine bağlıdır. Eğer HDK ikinci bir ya da yeni bir tür BDP olacaksa
bu durumda mücadelenin böyle bir araca gereksinimi yoktur ve olmamalıdır da. Zaten
HDP bu amaçla kurulmamaktadır. Türkiye’de ilerici demokratik ve devrimci
hareketin politik, örgütsel, kitlesel zayıflığı buna karşın yurtsever hareketin
devasa bir gücü oluşturması nesnel bir olgudur. Bu eşitsizlik, keza Kürt ulusal
hareketinin özgün bazı temel ve acil gereksinmeleri HDP’nin BDP’lileşmesine yol
açabilir. Bu, HDP’yi bekleyen ciddi bir tehlikedir. Burada sorun niyetler
sorunu değil nesnel gerçeklerdir ve bunun olası sonuçlarıdır. Bilinir,
politika, politik mücadele niyetler üzerinden değil, olgular üzerinden yapılır
ve yapılmalıdır. Dolayısıyla sorun olumlu niyet beyanları ya da kaygılar sorunu
değil gerçek durumu bütün boyutlarıyla kavramak ve buna göre konumlanarak
sorunları çözerek ilerleyebilmek sorunudur. Bu bağlamda ısrarlı ve geliştirici
bir duruşla HDP’nin, gerçekten HDP’lileşmesinde ısrar etmek gerekir. Her bir
anda, vurgulanan ortak mücadelenin gereksinmelerine bağlı hareket edilmesi ve
bunun pratik-politik duruş tarafından güvenceye alınması yaşamsal önemdedir.
HDK/HDP deneyimi yeni bir deneyimdir ve oldukça önemlidir. Elbette ki HDP,
kendi öz deneyimleri içerisinde
olgunlaşacaktır. Sorunlar çıkacak ama çözerek yürünecektir ve yürünmelidir. Ki
bu başarıldığı oranda, bugün için kaygılarla sürecin dışında duran çeşitli
politik çevreler de sürece katılacaktır. Görülen o ki, bazı siyasi ve toplumsal
çevreler ancak HDP’nin BDP’lileşmeyeceğini, aksine HDP’nin bir cephesel harekât olarak
HDP’lileşmesiyle sürece katılacaktır ya da bu sürece çekilebilecektirler.
Yazının
doğrudan konusu olmadığı için sadece belirterek geçelim: Komünist hareket
bağımsız politik varlık hakkını, ideolojik ve siyasal bağımsızlığını özenle
korumakla, ayrı ve özgün politik çalışmasını birleşik cephe hareketinin
gerekleriyle ustaca birleştirerek ele almakla ve geliştirmekle yükümlüdür. Bu
çerçeveyle bağdaşmayan her türlü yönelim ve duruş ise tasfiyecilik anlamına
gelecektir.
Devam edelim.
“Büyük
Ortadoğu”da ortaya çıkan devrimci durum, patlak veren devrimci halk
ayaklanmalarının yönünün nasıl saptırıldığını biliyoruz. Burada temel sorun devrimci önderlik sorununun çözülmemiş
olması ve kısa erimde de çözülemeyeceği gerçeğidir. Bu tablo bir yandan
devrimci önderlik sorununun çözülmesi için yoğunlaşmanın, öte yandan da aynı
süreçte devrimci imkânlar, devrimci patlamalar, devrimci demokratik halk
hareketleri aleyhine olan tehlike ve tehditlere karşı uyanıklığı büyütmenin,
etkin bir mücadele gücü ortaya koymanın ivedi önemini vurgulamaktadır. Bu olgu,
bölgesel enternasyonalist bağların da hızla kurularak büyütülmesi gerçeğinin
altını çizmektedir. Bölgesel devrim perspektifinden de devrimci-demokratik bir
Ortadoğu ve Ortadoğu federasyonu çizgisinde savaşımı geliştirmenin güncel önemini,
mücadeleyi bu hedeflere taşıyacak birleşik cephe hareketlerinin örülmesinin
yaşamsal rolünü ortaya koymaktadır. Asla unutulmaması gereken temel olgu,
demokratik bir Ortadoğu, demokratik bir Ortadoğu federasyonu için temel politik
ön koşulun bölgede emperyalizm ve işbirlikçilerinin devrimlerle tasfiye
edilmesi gereğidir. Emperyalizmin denetiminde bir “demokratik” Ortadoğu ya da
Ortadoğu’nun “demokratikleştirilmesi”nin sonuçlarını ise, Afganistan’da Filistin’de,
Lübnan’da, , Mısır’da, Libya’da, Irak’da, Suriye’de vb. deneylerden
görmekteyiz. Demokratik bir Ortadoğu için Rojava devrimi deneyi önemlidir ve konjonktürde de en ileri örnek olarak
öne çıkmaktadır. Bu mevziyi korumak, büyütmek dünya devriminin, Ortadoğu
devriminin, Türkiye devriminin, Kürdistan devriminin ortak çıkarıdır. Geleceği
henüz netleşmemiş olan Rojava Devrimi özenle korunmalı ve geliştirilmelidir. Rojava
Devrimi tarihin ve politik mücadelenin yaratıcı gücüdür. Pratik her zaman önde
gider. Yaşamın derinliği, genişliği, zenginliği, yaratıcılığı daima teoriden
yüksek ve ileridedir. “Yaşam ağacı yeşil teori ise gridir” sözü boşuna
söylenmemiştir. Dolayısıyla teoriyi asla ihmal etmeden tarihten, tarihsel
pratikten öğrenmek, teoriyi de zenginleştirerek yürümesini, geleceği okumasını
bilmek gerekiyor. Doktriner yaklaşımlar, dogmatik reçeteler tarihe ve politik
mücadeleye yanıt veremez ve vermemiştir de hiçbir zaman.
Halklar için
gerekli olan şey, Ortadoğu’nun gereksinimi olan şey emperyalizmin ve gericiliğin
şu veya bu kategorisine yedeklenmek, gerici hegemonya ve rekabet mücadelelerin
uzantısı haline gelmek; milliyetçi, dinsel, mezhepsel boğazlaşmalar, vb. değil,
ulusların, dillerin, inançların, kültürlerin demokratik bir hak eşitliği
içerisinde kardeşçe yaşadığı bir Ortadoğu’dur. Ortadoğu’da emperyalist
hegemonyanın yıkılması, emperyalizme bağımlılık ilişkilerinin işbirlikçi yerli
gericiliklerle birlikte tasfiyesidir. Bölgesel devrimin bölgesel devrimci-demokratik
programının asgari ölçüleri işte bunlardır.