TÜRKİYE, KÜRDİSTAN VE ORTADOĞU*
IV
Türkiye’de ve
bölgede tehlikeler kadar devrimci imkânlar da büyümektedir.
Kuzey Kürdistan’dan Batı Kürdistan’a kadar
yayılmış, değişik dönemeçlerden geçerek sürmekte olan ulusal kurtuluşçu devrim,
yeni mevziler kazanarak ilerlemektedir. Kürt ulusal devriminin Ortadoğu’da bu
yayılışı, uluslararası meşruiyetini kazanarak ilerleyişi emperyalizm ve yerli
işbirlikçilerinin halklara dayattığı kaos ve boğazlaşmaya karşı halklara
yürünecek yolu da göstermektedir.
Kürt devrimi
ulusal demokratik bir devrim olarak Türkiye ve Ortadoğu’da bölgesel devrimci
bir rol oynayarak tarihin önünü açmakta, tarihsel akışı hızlandırmaktadır… Bu
tarihsel ve politik gerçeğin altı ısrarla çizilmelidir. Emperyalist hegemonya
ve rekabet mücadeleleriyle parçalanmış, kaotik bir sürece atılmış
“Genişletilmiş Ortadoğu”da Kürt ulusal devrimi, tarihsel konjonktürde öncü bir
devrim olarak yol açmaktadır.
Güney
Kürdistan’da yakın dönemde Barzani iktidarına karşı başlamış ve gelişmekte olan
demokratik karaktere sahip politik kitle hareketi de dikkat çekici bir olgu
olarak kaydedilmelidir. Güney Kürdistan yönetiminin Rojava devrimine karşı başından
beri gerici duruşu, Şengal’i savaşmadan IŞİD’e teslim ederek utanç verici
kaçışı; HPG’nin (ve YPG’nin) Şengal’i kurtarması ve Güney Kürdistan’ı koruma
politikası Güneyde PKK’ye, HPG’ye, Rojava devrimine karşı büyük bir sempati ve
destek dalgası geliştirdi… Bu sürecin Barzani yönetimini darbeleyerek
yıpranmasına yol açtığı ise kesindir.
Kürdistan
devriminin Ortadoğu çapında yayılmasının, büyümesinin yarattığı dinamizmin ve
devrimci rolün etkisinin Doğu Kürdistan’da da (İran Kürdistanı) daha güçlü bir
şekilde açığa çıktığını hep birlikte göreceğiz.
Yakın dönemde
başlamış olan 3. Filistin İntifadası da ayrıca vurgulanmalıdır…
Başta Arap
halkları gelmek üzere bölge halklarının kendi rejimlerini sevmediklerini, “Arap
baharı” örneğinde de çarpıcı bir şekilde açığa çıktığı gibi devrimci öfke dolu
olduklarını biliyoruz. Bu öfke ve mücadele arzusu bitmek yerine büyümeye devam
etmektedir.
IŞİD’in
hızlı, kolay yoldan yükselerek gelişmesinin sınırlarına ulaşarak gerilemeye,
Kürt halkının siyasi ve askeri darbeleri altında yenilmezlik efsanesinin
dağılmaya; Rusya’nın Suriye’ye doğrudan müdahalesi ile ortaya çıkan güç
dengelerindeki değişimin IŞİD ve destekçisi aktörlerin aleyhine gelişmeye
başladığını görüyoruz. IŞİD, önümüzdeki süreçte daha ağır darbeler yiyerek
geriletilecektir. IŞİD vb. cihadist radikal İslami çetelerin gerilemesi, bölge
halklarının lehinedir ve halkların birleşik mücadelesinin gelişmesi bağlamında da
yeni imkânların ve dinamiklerin ortaya çıkmasına hizmet edecektir. ABD, T.C.,
İsrail, Suudi Arabistan vb. gibi ülkelerin deşifre olması, planlarının darbeler
alarak çökmesi, bölge halklarının lehinedir. Kuşkusuz ki bu tekne-hamur daha
çok su kaldırır… Özellikle de devrimci önderlik sorununun çözülemediği günümüz
koşullarında Ortadoğu cangılında sorunların basit bir çözüm yolu da
bulunmamaktadır. Keza, devrimcilik adına Rusya-Çin-İran-Esad blokuna
yedeklenmekte de devrimci olan, halkların lehine olan hiçbir şey
bulunmamaktadır. Çözüm, halkların bağımsız devrimci tarihsel ve siyasal inisiyatifinden
çıkacaktır… Rojava devrimi bu bakımdan yol gösterici bir devrimdir…
Ortadoğu’da,
Suriye’de emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesinin keskinleşmesi, dolayısıyla
karşı devrim cephesindeki parçalanmalar, dolaylı yedekler olarak, Kürt ulusal
demokratik hareketinin de işini kolaylaştırmakta, manevralar yapmasına imkân
sunmakta, harekât alanı açmakta, böylece kazanımlarını koruma ve genişletmesine
yaramaktadır. Jeopolitik güç dengeleri içerisinde “real politik” manevraların yadsınması,
gerçekte kendi öz güçlerine
dayanarak savaşmakta olan yurtsever hareketin “ABD işbirlikçisi”, “emperyalizmin
uzantısı” ilan edilmesi, devrimciliğin, devrimci politikanın bir ifadesi olarak
görülemez. Burada, sosyal şovenizmin “sol”, doktriner keskinlik giysileri
içerisinde karşımıza dikildiğini görüyoruz. Bu zihniyet ve “eleştiri” Ortadoğu
çapında sürmekte olan Kürt ulusal devrimini anlama nitelik ve yeteneğine de sahip
değildir. Oysa Kürdistan devrimi, Türkiye devrimidir, Ortadoğu devrimidir, bir
Avrasya devrimidir. “Bizim” devrimimizdir. Dışımızda değil, tam da içimizdeki
devrimdir. Her biri birer dar sekt olan sosyal şoven çevrelerin, soruna kendi
iç dünyalarının daracık penceresinden bakanların; bilimsel devrimci zihniyetin
yanı sıra “gönül gözü” de kapalı olanların bu gerçekleri anlamaması, kendini
bilmeyen bir devrimcilik, kör ve sağır bir devrimcilik, kendi devrimci
romantizminde boğulan bir devrimcilik, kolay bir devrimcilik, kendi
komplekslerini tatmin eden bir devrimcilik olarak ideolojik ve siyasal
sefaletin batağına iyice batması kaçınılmazdır. Ama bilinir ki sefil bir
devrimcilikle ne devrim anlaşılabilir ne de devrim örgütlenebilir…
Kuzey
Kürdistan’da patlak veren ulusal kurtuluşçu devrim, Türkiye devrimidir;
anti-emperyalist demokratik halkçı devrimimizin bir görünümüdür. Türkiye ve
Kürdistan devrimi aynı zamanda bir Ortadoğu devrimidir. Dar kafalı küçük burjuvazinin,
onun sosyal şoven temsilcilerinin dogmatik zihniyetinin aksine, ulusal kurtuluşçu devrim olarak patlak veren
Kürt devrimi, Türkiye ve Kürdistan devriminin Ortadoğu çapında yayılması ve
devrimci mevziler kazanmasını ifade etmektedir. Sosyal şovenizm ya da sosyalizm
maskeli şovenizm ulusal kurtuluşçu devrimin Ortadoğu çapında genişleyerek
yayılmasına, bölgesel çapta devrimci etki yaratmasına, devrimci imkânları
büyütmesine; bölgesel çaptaki bu rol ve dinamizmin yeniden dönüp Türkiye
devrimine daha güçlü bir dinamizm vermesine, yeni devrimci imkânlar sunarak
devrimin batıya yayılmasına karşı kör ve sağırdır. Bütün bu devrimci dinamizm
ve devrimci imkânların bölgesel çapta “böl, parçala, yönet” politikasına karşı
halkların kardeşleşmesi yolunda demokratik devrimci bir çözüm yolu olduğu
gerçeğine karşı trene bakar gibi bakmak ideolojik ve siyasi tükenişin
yansımasıdır, keza öncülük, önderlik iddiasının da çürümesini ifade etmektedir.
Türkiye,
Kürdistan, Ortadoğu devrimi gerçeğine, Avrasya devrimi karakteristiklerini
bağrında birleştiren devrim gerçeğine karşı söz konusu narsist, elitist,
bürokratik kibirli üstten bakan bu zihniyet ve gelenek, egemen ulus küçük
burjuvazisinin sosyal reformcu ve devrimci-demokratik geniş kesimlerinin orta
yerde duran tarihsel ve siyasal fırsat ve olanakları nasıl es geçtiklerini;
böylece çeşitli milliyetlerden proletaryaya ve halklara ve devrim mücadelesinin
etkin bir tarzda geliştirilmesine karşı barikat kurduklarını da çarpıcı bir
tarzda yansıtmaktadır. Bu kadar büyük tarihsel ve siyasal sarsıcı gelişme ve
alt-üst oluşlardan ders çıkararak kendisini yenilemesini bilmeyen devrimcilik
iddiası, gerçekte bir “iddia”ya dönüşmektedir. Kuşkusuz ki bu olgu, aynı
zamanda devrimi anlamayan devrimcilik için olduğu kadar komünizmi anlamayan
komünistlik için de aynı şekilde geçerlidir; kuşkusuz ki tersyüz edilmiş bir
tarzda. Komünizmi anlamayan komünistlik de, komünizm adına Marksist-Leninist
çizginin içeriğinin boşaltılması, revizyonizm ve tasfiyecilik olarak, “ezilenci”
postmodern pragmatizm ve küçük burjuva iktidarcı bürokratik komünizm olarak;
bağımsız ideolojik ve siyasal çizginin küçük burjuva ilkesiz kendine tapınmayı
amaçlaştırmış elitizmin kurbanı olarak, çizginin yitip gitmesi ya da gitmeye
yönelmesidir. Kendi tarihsel ve politik misyonunu oynamayı anlayamayan bu
komünistlik, doğası gereği, temsil ettiği sınıfı “unutan” devrimcilik türü
olarak demokratik ve sosyalist görevlerini proletaryanın asgari ve azami
amaçlarına bağlamayı beceremeyen bir devrimcilik türü olarak zorlu devrimci
görevlerinden kaçmayı adeta varlık
koşulu haline getiren bir tür olarak dikkat çekmektedir. Bu iki tür
devrimciliği son tahlilde birleştiren şey, kolay
devrimcilik olarak kendini ortaya koyuşlarıdır; kuşkusuz ki her biri kendi
özgün koşulları içerisinde…
Emperyalizmin
ve bölgesel işbirlikçi gericiliğin hegemonyasına ve saldırganlığına karşın Kürt
ulusal devriminin gelişip bölge halklarına halkların demokratik kardeşleşmesi
çağrısı, bölge halkları nezdinde de yankısını bulmuştur. Rojava gerçekliği üzerinden,
emperyalizmin ve yerli gericiliklerin böl, parçala, yönet politikasına karşı
Arap, Fars, Türk, Kürt, Süryani vb. halkların ve farklı inanç ve mezheplerden
emekçilerin kardeşleşmesi ve demokratik ortak irade kurması, cepheleşmesi
çağrısı ve duruşu üzerinden tarihe bir müdahaledir söz konusu olan. Emperyalizmin,
İsrail Siyonizminin, Türk, Arap ve Fars gericiliklerinin Ortadoğu’da devrimci
demokratik bir odak istememesi, birbirlerine karşı mücadele ederken bile
devrimci gelişmelere karşı birleşmesi rastlantısal olmasa gerek...
Arap halk
ayaklanmalarının boğulmasına karşın, söz konusu ayaklanmaların halkların
kolektif tarihsel ve siyasal belleğine derin ve zengin dersler bırakarak geri
çekildiğini unutmamakta yarar vardır. “Büyük Ortadoğu”yu kan ve ateş deryasına
çeviren emperyalizm ve işbirlikçi rejimlere karşı, geçmişten beri süre gelen
halkların devrimci öfkesi, bir de bu son yıllardaki bölgeye dayatılan kaos ve
boğazlaşmalar nedeniyle ivmelenerek, birleşerek gelişmektedir.
Osmanlı
İmparatorluğu’na, İngiliz, Fransız, İtalyan, Amerikan emperyalizmine, İsrail Siyonizmine
karşı büyük tarihsel mücadelelerden geçerek bugünlere uzanan tarihte bu
halkların kazandığı deneyi asla küçümsememeliyiz. Bu halkların devrimci
önderlik sorununu çözemedikleri için yaşadıkları savruluşlar, radikal İslamın
güçlenmesi ve dünya gericiliğinin elinde bu akımın ana gövdesinin kullanılması
yanıltıcı olmamalıdır. Gerek uzak, gerekse de yakın tarih içerisinde halkların
mücadele ve başkaldırı, ayaklanma deneyimleri bölge halklarının belleğinde
değişik biçimlerde yaşamaya devam etmektedir…
Emperyalizmin
ve bölgesel gericiliğin ekonomik, siyasal, askeri çıkarları için kurban seçilen
ve kurban edilen halkların din, mezhep, milliyet farklılıkları kullanılarak
birbirine kurban edilmesinin de bir miladı olacaktır. İçten içe bölgesel çapta
mayalanmakta ve olgunlaşmakta olan yeni bir devrimci yükseliş kaçınılmazdır.
Bölge halkları kışkırtılan boğazlaşmalar içerisinde yitip gitmeyi kabul
etmeyecektir. Tarihsel ve güncel direnişçi, devrimci birikimler ummadık
biçimlerde ve zamanlarda gün ışığına çıkarak yolunu açacaktır. Ve tamda burada
Filistin İntifadalarının ve Kürt halkının başkaldırılarının bölge halkları
üzerindeki devrimci etki gücü de daha güçlü açığa çıkarak gelişecektir. Bölge
halklarının içerisinde yaşadıkları rejimlere karşı devrimci öfkeyle baktıkları
unutulmamalıdır. Çürümüş Ortadoğu’nun zalim ve iki yüzlülükte sınır tanımayan
rejimleri hakların eliyle tepelenecektir.
Türkiye
devrimci hareketi artmış olan bölgesel devrim olanağını (ki bu olanak salt
Ortadoğu’yla sınırlı değil, küresel ölçekte artmış bir devrimci olanaktır)
perspektifine içselleştirerek teorik, programatik, taktiksel çizgisini
yenileyerek geliştirmelidir. Demokratik ve sosyalist bölgesel federal
cumhuriyetler birliği hedefini teorik ve pratik olarak ısrarla işlemelidir.
Burjuva
milliyetçiliğinin, dinsel gericiliğin, “neoliberal” gericiliğin, emperyalist ve
emperyal gericiliğin bölge halklarına vereceği bir şey kalmamıştır. Böyle de
olsa, devrimci önderlik sorunu çözülmedikçe, bölge halkları daha uzun süre ağır
bedeller ödemeye devam edecektir. Halkların birleşik cephesinin geliştirilmesi,
güncel görevlerden birisi olarak çözümünü artan keskinlikte dayatmaktadır. Bu
bağlamda Rojava devriminin demokratik halkçı çözüm pratiği ve önerisi, salt
Rojava’yla sınırlı bir çözüm değil, aksine, bölgesel ölçekte de somut siyasal
bir seçenek olarak gündemleşmiş bir olguyu ifade etmektedir. Kanlı
boğazlaşmalar ve kaos dayatması karşısında Rojava’nın pratik-politik duruşuyla
dile gelen çözüm gücünün bölge halkları tarafından algılanmadığını düşünmek
saflık olacaktır…
Bölge
halkları tarihsel deneyimleriyle küresel güçlerin ve onlara eklemlenen bölgesel
güçlerin hegemonya ve rekabet mücadelesinin halklara soykırımı, cins kırımını,
tarih ve kültür kırımını, arkeolojik ve çevre yıkımını, toplumsal
zenginliklerinin yağmalanmasını, milyonlarca insanın yerinden-yurdundan
edilmesini dayattığını anlayabilecek durumdadır. Tarihsel arka plana sahip,
somut tarihsel koşullar içerisinde sayısız biçimler alarak gün ışığına çıkan
hegemonya ve rekabet mücadelelerinin halkları nasıl tükettiğini gören bölge halkları,
barışa susamış durumdadır. Tarihsel ve toplumsal önyargılara karşın, halklar
emperyalizmin bölgeye müdahalesinin, işbirlikçi rejimlerin emperyalizmle
birlikte saf tutmasının faturasının kendilerine kesildiğini bir biçimde
görmekte ve halkların kardeşleşmesi yolunda yürümek gerektiği konusunda bir
düşünceye ve özleme de sahiptirler. Bu gerçeği somutlayan, geliştiren bir
seçenek halkların desteğini kazanacak, sanılandan daha hızlı ve güçlü bir birleşik
mücadele gücünü açığa çıkarabilecektir. Öncülük iddiası olan kuvvetlerin bu
eksende ortaya koyacağı irade, kuşkusuz ki yol açıcı olacaktır. Ortadoğu
halklarının sürekli savaş, yıkım, ölüm istediğini düşünmek aptalca olacaktır. Bölge
halklarının emperyalizmin ve bölgesel işbirlikçilerinin halklara dayattığı
kaostan memnun kaldığını düşünmek saçma olur. Kaldı ki sorun salt “Büyük
Ortadoğu” ile de sınırlı bir sorun değildir, aksine bölgesel ve küresel etki
alanı içerisinde politik açılım, politika yapmak gibi daha derin ve geniş bir
alan üzerinde sorunun ele alınması, çözümler geliştirilmesi gerektiği de açık
olmalıdır…
Gelişme hattı
bakımdan ulusal ve toplumsal mücadeleyi birleştiren, Türkiye devrimi olan
Kürdistan devrimini Batıya taşıyan, Batının Doğululaştığı Doğunun
Batılılaştığı, Ortadoğu’nun Rojavalaştığı bir gelişme hattından yürüyüp gitmek
gerekmektedir…
*Yazının ilk üç
bölümü 1 Kasım seçimlerinden önce yayınlanmıştı. Araya seçimler girince, 1
Kasım seçimlerini değerlendiren yazı serisini kaleme aldık. Böyle olunca yazının
son bölümünü (IV. bölüm) gecikerek ve içeriğini sınırlayarak yayınlıyoruz.