7)Görkemli Başarılar, Zafer Sarhoşluğu ve Partinin
Körelen İç Gözü
Stalin’in
önderliği döneminde kazanılan başarılar muazzamdır. Tarihte ilk defa bu denli
görkemli ve göz kamaştıran zaferler peş peşe kazanılmıştır. Eski, eşsiz bir
devrimci coşku, yüksek bir özgüven ve dizginsiz bir feda ruhu eşliğinde
yıkılmış, yepyeni bir dünya kurulmuş, yepyeni bir tarih yapılmış ve
yazılmıştır.
Pre-kapitalist
ilişkiler, kapitalizm ve burjuvazi tasfiye edilmiştir. Devrilmiş gericiliğin
başkaldırısı devrimci terörle ezilmiştir. Bir düzine emperyalist devletin
SSCB’ye müdahale ve işgali yenilgiye uğratılmıştır. Geri bir tarım ve köylü
ülkesi olan Rusya’da dev bir sosyalist sanayi kurulmuştur. SSCB dünyanın ikinci
büyük sanayi ülkesi haline gelmiştir. Tarımın sosyalist dönüşümü yoluyla küçük
meta ekonomisi, özel mülkiyetin bu son kalesi de yıkılmış; güçlü, birleşmiş
sosyalist kooperatifsel-kolhozcu tarım yaratılmıştır. Her bir kesitte
anti-Marksist-Leninist karaktere sahip olan parti içi muhalefet proleter
demokrasi, eleştiri ve tartışma özgürlüğü temelinde açık bir başarıyla
yenilgiye uğratılarak tasfiye edilmiştir. Geri bir köylü ülkesi, yüksek
kültürle donanmış bir ülke haline getirilmiştir. Hitler canavarı ve faşist kamp
başında büyük Stalin’in durduğu SSCB tarafından ezilmiştir. Yıkıma uğrayan ülke
bir kez daha SSCB proletaryası ve halkları tarafından parlak ve eşsiz bir
şekilde yeniden inşa edilmiştir. Güçlü bir sosyalist kamp doğmuş, böylece SSCB
tecrit olmaktan kurtulmuştur. Tek ülkede sosyalizmin inşası yerini bir dizi ülkede
sosyalizmin birlikte inşası sürecine bırakmıştır. Dünya devrimcidir, devrim
dalgası yer kürenin dört bir yanını sarsmaktadır. Büyük Stalin’in, SBKP(B)’nin,
SSCB’nin, sosyalizm ve komünizm idealinin prestiji doruklardadır. Proletarya ve
halklar artık geleceğe daha büyük bir özgüven ve kazanma duygusuyla
bakmaktadırlar, vb. Tam da burada Stalin’in
şu sözlerini hatırlatmanın yeridir:
“Parti tarihi
bundan başka bize başarılardan başı dönen, kendini büyük gören,
çalışmalarındaki kusurları görmezden gelmeye başlayan ve hatalarını
kabullenmekten ve onları zamanında içtenlikle ve dürüstçe düzeltmekten korkan
bir partinin, işçi sınıfına önderlik rolünü oynayamayacağını öğretiyor.”
“Bir parti
hatalarını gizlerse, sancılı meseleleri örtbas ederse her şey yolundaymış gibi
davranarak eksikliklerin üstünü örterse, eleştiri ve özeleştiriye tahammül
göstermezse, kendini beğenmişliğe ve gurura kapılırsa ve ilk başarılarıyla
yetirirse, mahvolur.” (Stalin, Eserler
C.15, s. 409)
Tarihsel
gerçekler ve deneyim, son derece alçak gönüllü bir kişiliğe ve sade bir
yaşantıya sahip olan Stalin’in bu uyarılarının ne denli yaşamsal ve çarpıcı
gerçekler olduğunu ortaya koydu. SBKP ve önderleri, tarihin ilk kez tanık
olduğu devsel başarı ve zaferlerin bir sonucu olarak, ne yazık ki, zafer
sarhoşluğuna kapıldılar. Gurura ve kendini beğenmişliğe yenik düştüler.
Hata, eksiklik ve zaaflarını derinliğine göremez hale geldiler. Onları mahveden
de bu oldu.
Lenin, “
‘bugüne kadar bütün devrimci partiler, gurura
kapıldıkları güçlerinin nerede
yattığını göremedikleri ve zaaflarını
ortaya koymaktan korktukları için mahvoldular. Ama biz yıkılmayacağız,
çünkü biz zaaflarımızı ortaya koymaktan korkmuyoruz ve onları altetmesini
öğreneceğiz.” (age., s. 409-410, iLa.) der.
SBKP ve
önderleri Lenin’in bu uyarısına bağlı kaldıkları tüm zamanlarda daima
kazandılar. Ne zaman ki bu uyarının menzilinden çıkmaya başladılar, işte o
zaman, kendi nesnelliklerinin bir parçası olarak, adım adım mahvolmaya doğru
sürüklendiler, “bürokratik pasla örtülme”lerine izin verdiler…
Yukarıda sözü
geçen zaferler tablosu, eskiden geri bir
köylü ülkesi olmaktan da gelen idealist
etkiyle de birleşerek Stalin, önderler, parti, devlet, yetkililer idealize edilmeye başlandı. Bir önderlik kültü, her şeyi bilen, sezen,
yanılmaz yetkililer kültü, bir kişi kültü, parti ve devlet kültü (putlaştırma, tanrılaştırma) ortaya çıktı ve bir
kanser gibi yerleşik toplumsal bir hastalığa dönüştü; önderleri, yöneticileri,
kurumları, işçi ve emekçi kitleleri tutsak aldı.
Stalin ve
Partisi, bir çağrıyla milyonları harekete geçirebiliyorlardı. Stalin ve SBKP
eşsiz ve görkemli önderlik yeteneği ve dev başarıları sayesinde kadroların,
işçi sınıfının, halkların nezdinde haklı olarak yüksek ve dizginsiz bir
prestije sahiptiler. Bu güven sınırsız bir coşkuyla, feda ruhuyla, tarihe karşı
sorumluluk bilinciyle, her türlü zorluğu kuşatılmışlık koşullarında yene yene,
yıka yıka, çöze çöze ilerlemekle; yeni bir yaşam, sömürüsüz bir dünya kurmakla
kazanılmıştı.
Ama ne yazık
ki, Bolşevikler de yakalarını zafer sarhoşluğu ve kibir hastalığından
kurtaramadılar. Yanılmaz önderler ve parti kültü, dev başarıların ihtişamı
altında partinin iç gözünü süreç içerisinde köreltmişti. Evet, ulaşılan düzey dönemin doruğuydu,
zaferlerin zirvesiydi. Zirve ve ışıltı baş döndürüyordu.“Göz kamaştırıcı nesnelerin parıltısı arttıkça insanın iç gözü de o
derece körleşir.” (Gılgamış Destanı’ndan). Tablo budur. Gılgamış Destanı’ndaki
vurgu birkaç bin yıl sonra bir kez daha kendi gerçekliği içinde parlak bir
biçimde doğrulanıyor, yeni bir karanlık ve acı dönemi şekillendiriyordu.
Tablo budur.
19. Parti
Kongresi bürokratik dejenerasyona ve tehlikeye ciddi bir biçimde dikkat çeker
ve “bilge önderlik tehlike etkinleşmeden görendir” övgüsünü yaparken, gerçekte
“Atı alan Üsküdar’ı” çoktan geçmişti bile. İnsanlar, partiler, önderler,
kitleler bir kere gerçeklerden kopmasın, sonun ne olacağı hiç belli olmaz ve
olmuyor da. Burada, SBKP (B)’nin 19. Parti Kongresi’nin 1952’de toplandığını,
Stalin’i 1953 yılında kaybettiğimizi, Kruşçev revizyonizminin ise 1956’da
iktidara geldiğini hatırlatmak gereksiz olmasa gerek!
Diyalektik
gerçek şudur: Doruk, düşüşün de başlangıcıdır. Düşüş, doruğa doğru tırmanma
sürecinin bağrında kökleşerek gelişmeye başlamıştır SSCB’de…
1953-56 arası geçiş sürecinin ardından 56’da politik
iktidar tekelini gasp ederek zaferini ilan eden (tarihin tanık olduğu en sinsi)
modern revizyonist karşı-devrim, SSCB’yi, Sosyalist Kamp’ı bir başka yola,
kapitalist restorasyon yoluna sokmayı başarmıştır.
19. Parti
Kongresi’nde bürokratik dejenerasyona dikkat çekilirken, gerçekte partinin iç
gözü çoktan körelmeye başlamış,
“gülücük arkasında hançer” saklayanlar, görkemli başarıların göz kamaştırıcı
ışıltısının arkasına saklanmış Stalin’in ölümünü ya da öldürülmesini
beklemekteydiler.
Oluşan yanılmaz
kişi, yetkililer, önderler, önder kültü, devlet ve parti kültü, bir dizi başka
etkenle birleşerek bir yandan SBKP (B)’nin, proletarya diktatörlüğünün
kitlelerle canlı bağlarını kemirip paslandırırken, kadroların, kurumların,
kitlelerin bağımsız devrimci inisiyatifini köreltirken, bürokratik
merkeziyetçiliği, bürokratik çürümeyi derinleştirirken, öte yandan küçük
burjuva bürokratik tabakanın oluşup gelişmesinde, güçlenmesinde aktif bir etken olurken, diğer yandan da bu kült, küçük burjuva
bürokratik kesimlerin elinde, bilinçli sistematik yönelimle güçlenen bürokratik
tabakanın çıkarlarını güvence altına almanın, ardına gizlenmenin, yeni döneme
hazırlanmanın güçlü bir silahı rolünü oynamıştır.
Kişi,
önderler, parti, devlet, yanılmaz yetkililer kültü bürokratik dejenerasyonun eseridir ya da karşılıklı birbirini
besleyen bu olgunun ürünü olmuştur. Bu olgu, dış tehlikeye karşı yüksek
uyanıklığın, iç tehlikeye karşı
uyanıklıkla birleştirilememesine,
diğer faktörlerle birlikte, aşırı
özgüvenin etkisiyle, yeni tip iç tehlikenin de görülememesine yol
açmıştır.
Stalin
bağlamında kişi putlaştırılmasıyla ilgili AEP Tarihi’nde, şu değerlendirmeler
yapılır:
“J.V. Stalin
kişinin putlaştırılmasına karşı çıkmış ve onu sık sık eleştirmişti; kitlelerin
rolünü doğru bir biçimde değerlendirmiş ve partinin ve Sovyet devletinin
kolektif önderliği ilkesini daima yüksekte tutmuştu. Ancak hayatının son
yıllarında parti önderliğindeki gizli düşmanlarının ibret verici ve uğursuz
kışkırtmaları altında Sovyet propagandasının kendisine yağdırdığı aşırı ve
tamamen gereksiz övgüleri dizginlemek için yeterince tedbir almamıştı.” (AEP
Tarihi Cilt 2, s. 163, Yurt Yay.)
Örneğin
Molotov, Stalin için, “Başlangıçta putlaştırma ile biraz mücadele etti ama daha
sonra, bu biraz hoşuna gitti.” (Molotov
Anlatıyor, s. 280, Yordam Yay., 2. Baskı) saptamasını yapıyor.
Ne olursa
olsun, Stalin’in söz konusu kültün oluşmasındaki rolünü görmek ve kabul etmek
zorundayız. Lenin’in dediği gibi:
“Siyasi bir önder sadece kendi yönetim biçiminden değil aynı zamanda kendisine
bağlı kimselerin eyleminden de sorumludur. Zaman zaman onların ne yaptığından
habersiz olabilir, çoğu zaman bazı şeyleri yapmamış olmalarını isteyebilir, ama
gene de sorumlu olan odur.” (Sendikalar, Bugünkü Durum ve Troçki’nin Hataları,
s. 265)
Savaş sanatı
üzerinde çalışan ve çalışmasının özetini Stalin’e gönderen ve sorduğu sorulara
yanıt bekleyen Prof. Albay dr. Rasin’i 23 Şubat 1946 tarihinde yanıtlayan
Stalin, albayın kendisi ile ilgili yazdığı övücü satırlar hakkında şöyle der:
“Stalin üzerine methiyeler de kulak tırmalıyor- bunları okumak insanı
utandırıyor.” (Eserler Cilt 16, s. 69)
Örneğin II.
Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde “Stalin’e Sovyetler Birliği Kahramanı unvanı”
verilmek istenir. “Stalin Sovyetler Birliği Kahramanı ölçütlerine uymadığını
söyler. Bu unvan kişisel cesaret örneklerine verilmektedir.”, “Ben böyle bir
cesaret göstermedim”, der ve yıldızı kabul etmez. Yine de portrelerine
eklerler.” Örneğin, “Bir dönem Moskova’nın adını Stalin yapmak için sürekli
öneriler vardı. Çok üstelenmişti!” “Bu Stalin’i kızdıran bir şeydi.” (Molotov
Anlatıyor, s. 274)
“Stalin’in insanlarla ilişkiler nasıldı?”
sorusuna Molotov “Gayet basitti. Çok iyi bir adam, gayet geçimli. İyi bir
yoldaştı. Çok iyi tanırdım ben onu.”, diyerek yanıtlar. Zaten Stalin’in
yaşamını inceleyen bir dizi eserden, anılardan vb. Stalin’in gayet basit, sade,
şatafat ve gösterişten, lüksten uzak bir yaşantısının olduğunu görüyoruz.
Evet,
Stalin’in birey olarak yapay bir tarzda yüceltilmesine gerçekten de gereksinimi
yoktu; dahası Stalin, Alman bir gazeteciyle yaptığı bir röportajda, kendisini
putlaştırma propagandasının arkasında, düşman unsurlar olduğunu açıkça söyler.
Ama bu açıklamalara karşın yine de ülkede oluşan kişi, lider, parti ve devlet
kültünde, Stalin’i sorumlu tutmak
zorundayız, hem de birinci derecede! Çünkü Stalin sosyalizmin, SBKP’nin,
uluslararası proletaryanın önderi konumundaydı; evet, söz konusu propaganda ve
kültü Stalin teşvik etmemiştir, dahası eleştirmiştir de; ama tarihi deneyin
gösterdiği şey odur ki, Stalin bu kültün gelişmesine yeterince müdahale
edememiş, etmemiştir. Örneğin Stalin daha hayattayken binlerce ama binlerce
“Stalin nişan ve ödülleri” verilmiştir; oysa komünist liderler ve yöneticiler yaşarken onlar adına bu tip ödüllerin
verilmesi (heykellerinin yapılması vb.) doğru değildir bizce.
SBKP (B)’nin
18. Kongresi’ne Jdanov tarafından sunulan “Rapor”da geçen ve kongre tarafından
da onaylanmış olan şu sözler, oldukça dikkat çekicidir:
“Bolşevik
parti içi demokrasinin özü nedir? Stalin Yoldaş’ın tekrar tekrar söylediği
gibi, Bolşevik parti içi demokrasisinin özü, bağımsız inisiyatif ve parti
önderlerinin çalışmalarına parti üyelerinin aktif katılımıdır.” (age., s. 54)
Bu yaklaşım
yanlıştır ve baştan aşağı da yanlıştır. Kişi ve önderler kültünün teorize
edilmesinin ifadesidir. Lenin açıklıkla vurgulamıştır: Proleter demokrasinin
özü, eleştiri ve tartışma özgürlüğüdür. (Alıntıdaki “bağımsız inisiyatif”
formülünü geçiyoruz. Demokratik merkeziyetçiliğe dayanan özerklik ve bağımsız
inisiyatif, evet, proleter demokrasinin vazgeçilmez bileşenlerinden birisidir.)
Bunun yerine, Bolşevik parti içi demokrasisinin özü, “parti önderlerinin
çalışmalarına parti üyelerinin aktif katılımıdır” tezi geçirilirse, bu durumda,
Bolşevik demokrasi anlayış ve uygulaması, yerini, giderek revizyonizme,
bürokratizme, kişi ve önderler kültüne bırakmış olur. Yapılmış olan tanımın özü
de budur zaten. Ama ne yazık ki söz konusu kült, yanılmaz
önderler-parti-devlet, yanılmaz yetkililer kültü olarak, SSCB’yi teslim
almıştır.
Vurgulamak
gerekiyor: Marksizm-Leninizm partiye değil, parti Marksizm-Leninizm’e tabidir.
Parti önderlere değil, önderler Marksizm-Leninizm’e ve partiye tabidir. Tüm
parti üyeleri ve tüm parti önderleri ve yöneticileri parti kongresine tabidir.
İki kongre arası dönemde de tüm parti MK’ya tabidir. Sosyalist demokrasi
partide, parti üyelerinin, parti örgütlerinin, parti yöneticilerinin, parti
önderlerinin Marksizm-Leninizm’e, parti çizgisine, parti kongresine, parti
tüzüğüne, tüm bunlara şartsız olarak tabi olması; parti önderlerinin değil,
tekrar vurguluyoruz, parti önderlerinin değil, ama parti MK vb. gibi merkezi
kurumların önderlik çalışmasına bağımsız inisiyatifle, eleştiri ve tartışma
özgürlüğü temelinde aktif katılımını ifade edebilir, daha doğru ifade ile parti
içi demokrasisinin bir biçimi de budur. Seçim ilkesi, eleştiri ve tartışma
özgürlüğü, parti içi proleter demokrasinin unsurlarıdır. Hele de iktidarda olan
bir partiysen, iç savaş, emperyalist müdahale gibi özel koşullar dışında,
demokrasi ilkesini en tam tutarlılıkla uygulamak zorundasın. Açık ve net bir
şekilde vurguluyoruz: Parti içi demokrasinin, parti üyelerinin önderlerin
çalışmalarına aktif katılımı olduğu düşüncesini, Bolşevizm’e aykırı görüyoruz.
Bu, küçük burjuva bürokratizmi hastalığıdır. Marksizm-Leninizm’e, partinin
programına, tüzüğüne, partili mücadele yöntemlerine ilkeli bir bağlılıkla,
bağımsız inisiyatif, eleştiri ve tartışma özgürlüğü bir birini bütünler. Parti
çalışmasına, partinin kongre ve MK gibi organlarının çalışmasına bireysel ve
kolektif katılım, aritmetik değil, organik bir birlik olan partinin,
partililiğin bir gereğidir. Jdanov’un Stalin’e atfen vurguladığı anlayış, kişi
ve önder kültünün, etkin birey, etkin sekreter, etkin önder, etkin yönetici kültünün
ifadesidir. Bu, kolektif aklın yerine, kolektivizmin ve iç demokrasinin yerine,
kolektif ruhla yetişmiş kolektif etkin bireyin yerine, kolektif önderlik yerine
biçimsel bir kolektivizmin ardına
saklanmış etkin bireyin, etkin bireylerin aklının, yanılmaz stratejik önderin
liderliğinin, bireyselliğin, bireyciliğin, bireysel önderliğin, elitin,
elitleşmiş kategorilerin, ekipçilerin, koltuk sevdalıların geçirilmesidir. Bu,
demokratik merkeziyetçiliğin yerine, bürokratik merkeziyetçiliğin
geçirilmesidir. Ki, SBKP (B) deneyiminden görülebileceği gibi, bu anlayışlar,
zaaflar vb. aniden ortaya çıkmamıştır. Adım adım gelişerek zamanla egemenlik
kurmuştur. Bu, biz komünistleri de uyarmalıdır.
Bireysel
çalışma değil, kolektif çalışma. Biçimsel bir örtüye dönüşen bir sözde
kolektivizm değil, işlevsel bir kolektivizm. Etkin birey değil, kolektif etkin
birey. Sözde kolektif etkin birey değil, gerçekten kolektivizm ruhuna sahip bağımsız
karakter sahibi kolektif etkin birey. Bireysel önderlik değil, etkin kolektif
önderlik. Sözde kolektif önderlik değil, işlevsel bir kolektif önderlik.
Bürokratik merkeziyetçilik değil, demokratik merkeziyetçilik. Lafta demokratik
merkeziyetçilik değil, işlevsel demokratik merkeziyetçilik. Parti çizgisine ve
tüzüğüne şartsız uyan, kendini yasaların, kadroların, kongrelerin, tüzüğün
üstünde görmeyen, çifte standardı bir erdem olarak görmeyen, yetki gücünü keyfi
bir biçimde kullanmayan, kendisini değil, kendilerini değil, partiyi ve
kadroları önemseyen, eleştiri ve denetime gelen, ikna gücüne dayanarak yetki
gücü kullanan, bağımsız inisiyatif ve eleştiri gücünü boğmayan, narsizme
düşmeyen vb. bir önderlik ve çalışma tarzı. İhtiyaç budur.
Burada en
temel şey, bu kültün gelişmesinin/geliştirilmesinin sosyalist inşa sürecine,
komünist bilincin geliştirilmesine verdiği ağır zararların görülmesidir.
Gelişen yeni tip küçük burjuva bürokratik tabakanın bu alanda da oynadığı
uğursuz rolün kavranmasıdır. Bu kültün/idealizasyonun/tapınmanın onların elinde
nasılda bir örtüleme işlevi
oynadığının görülüp bilince çıkarılmasıdır. Ne yazık ki SSCB’de bu olgu, kâğıt
üzerinde yazılanlara ya da parti propagandasında ilan edilen doğru sözlere göre
değil de, toplumsal, siyasal pratiğe göre değerlendirdiğimizde, esasen bilince
çıkarılamamıştır.
Bu bağlamda,
komünist yaşamda, parti yaşantısında, sosyalist inşada vb. daima kişi kültüne, önderlik
kültüne, yanılmaz önderler ve
yetkililer kültüne, etkin birey kültüne, yanılmaz parti kültüne karşı uyanık
olmak, eleştirici davranmak; Leninist eleştiri özeleştiri ekseninde bireyi,
kadroları idealize etmeden tamamen kolektivizm ruhuna sadık kolektif etkin
bireyi, kolektif önderliği, kolektif aklı, kolektif çalışmayı demokratik
merkeziyetçilik temelinde geliştirmek, parti içi demokrasiyi, partili mücadele
yöntemlerini, Bolşevik eleştiri-özeleştiri silahını yetkinleştirmek; kitlelerin
sesine sürekli eleştirel destek vermek; başarı ve atılımlardan baş dönmesine
tutulmamak, kibire kapılmamak, iç gözün körelmesine izin vermemek, tarih ve
deneyin yaşamsal önemde olan bir dersi ve güçlü uyaranıdır biz komünistler
için. (Ki, bu konuda da kendimize eleştirel yaklaşmak gerektiği, bu doğrultuda
süreç içerisinde önemli, giderek yapısallaşan/mış zaafların geliştiği açık ve
kesindir.)
Bu konuda
Marksizm-Leninizm’i daha derinden incelemek, özümsemek; SBKP(B)’nin ve
sosyalist inşa sürecinin zengin derslerini eleştirel kuşanmak ve derinleşmek;
bunu öz deneyimimizle birleştirerek daha somut ve bütünlüklü tarzda ele almak
Marksist-Leninist Komünistlerin ivedi
görevidir. Çünkü aydın, yarı-aydın bireyciliğinin ve geri bilincin koşulladığı
kişi ve önder kültünden, bürokratik deformasyondan, bu tip küçük burjuva
eğilimlerden azade olmadığımızı özellikle vurgulamak isteriz. Kuşkusuz ki,
sosyalizmin tarihsel deneyimlerinin eleştirel incelenmesi sorunu daha geniş bir
temel ve çerçevede ele alınmalı ve özümsenmelidir. Yani, sorun salt kişi,
önderler, yöneticiler kültüyle sınırlı değildir. Tersine, bu sorun da dahil,
sosyalizmin sorunları, kapsamlı eleştiri-özeleştiri ve yeni bir donanım kazanma
harekatının bir parçası olarak ele alınmalıdır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder