Bir Demagoji ve Gerçekler
Kruşçev’le
başlayan ve ardılları tarafından tekrarlanan ve bir dizi revizyonist ve
tasfiyeci akım ve aydın çevreleri tarafından yüksek sesle dile getirilen bir
iddiaya göre, Stalin ağır sanayiye o kadar çok ağırlık vermiştir ki, Sovyet
insanı hep acil tüketim gereksinimleri sıkıntısı içinde yaşamış, açlık vs.
çekmiştir.
Birinci
olarak bu demagoji, sosyalist inşada ve komünizmin maddi-teknik temelini
kurmada üretim araçları üreten sanayinin sosyalizmde önder ve temel bir sektör
olarak kavranmasına duyulan anti-proleter tepkilerin ürünüdür. İkinci olarak bu
demagoji gerçeği de ifade etmemektedir. Şu tablo, modern revizyonist hainlerin
iftirasını iyi bir şekilde sergilemektedir:
A-1
grubu A-2 grubu
|
Stalin dönemi (1950) % 72
% 28
|
Kruşçev dönemi (1960) % 78
% 22
|
Brejnev dönemi (1965-66)
% 82 % 18
|
(Doğu
Perinçek, Stalinden Gorbaçov’a, s. 41)
“A-1 grubu”, üretim araçları üreten sanayiyi,
“A-2 grubu”, tüketim araçları üreten sanayiyi temsil ediyor. Perinçek, bu
verileri “Stalin’i ajanlıkla bile suçlayan Voslensky’in verdiği” rakamlardan
aldığını açıklıyor.
Konuyla
ilgili J.M. Chauvıer, Abel Aganbegiyan’ın
1965 yılında hazırladığı bir raporu hatırlatır. Aganbegiyan, üretim, ulusal
gelir, verimlilik, sabit fonlar ve yatırımlar veriminde, “bütün alanlarda”
görülen düşüşün nedenlerini sorgular ve bunu iki nedene bağlar. Bu iki nedenden
birincisi şöyle özetlenir Chauvıer tarafından: “… bir kere (ekonominin-bn.)
gelişmesi tek yanlıdır. A grubu ile (üretim araçları sektörü) B grubu (tüketim
malları sektörü) arasındaki orantılar. Birincinin özgül ağırlığı 1930’dan önce
% 40’ın altındadır, altmışlı yılların ortasında % 70’in üstüne çıkar. A grubuna
öncelik, sanayileşme için ödenmesi kaçınılmaz bir bedeldir. Ama savaştan hemen
sonra değişiklik yapmak gerekti. Tarımı, hafif sanayiyi ve konut yapımını
arttırmak gerekti. Bunlar 1953’ten sonra yapıldı ama çok az ve çok düzensiz
olarak. Tarım yatırımlarının payı 1953’de % 20’lere kadar çıkmış, sonradan
yeniden % 5’e düşmüştür..” (age., s. 182)
Tablo ve
verilerden görülebileceği gibi, Stalin’i suçlayan Kruşçevler, Brejnevler
gerçekte kendi eylemleri ile halkın tüketimini daha fazla kısarken, öte yandan
da üretim araçları üreten sanayiye (ağır sanayi) daha fazla yüklenmişlerdir.
Burada ekonominin militarizasyonunun geliştirilmesinin özel bir yer tuttuğundan
bahsedilebilir. Rus sosyal emperyalizminin giderek Amerikan emperyalizmiyle
dünya pazarlarının, etki alanlarının, hammadde kaynaklarının, sermaye ihraç
alanlarının, stratejik bölgelerin paylaşımı doğrultusunda giriştiği emperyalist
hegemonya ve rekabet mücadelesinin, yeni burjuvazinin askerileşmeye güçlü bir
tarzda yönelmesine yol açtığını, bunun kaçınılmaz bir biçimde, tüketim
sanayinden ve sosyal haklardan daha fazla kesintiler yapılmasına ve kitlelerin
daha fazla yoksullaşmasına yol açtığını belirtmek gerekiyor. Açık ki, Stalin
döneminde bilinen ağır koşullara karşın halkın tüketim düzeyi çok daha iyidir.
Hainler, “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” misali kendi niyet ve eylemlerini
Stalin’e ve sosyalizme mal etmişlerdir. Bir de, böylece, emperyalist dünyaya ve
bu dünyanın hizmetindeki sayısız oportünist akıma benzer demagojik saldırılar
için sahte ama etkili bir silahta vermiş oluyorlardı.
Bu konuda,
sosyalizmin ve Stalin’in düşmanlarının ağzından bazı veri ve değerlendirmeleri
yazımıza aktarmak istiyoruz.
“Perestroyka’nın mimarlarından”, “Gorbaçov’un ekonomi alanında sağ kolu”
Abel Aganbegyan, şunları açıklar:
“Halk
sağlığı. 1950’lerin sonları ile 1960’ların başlarında Sovyetler Birliği diğer
ülkelerle karşılaştırıldığında çok iyi durumdaydı; örneğin ölüm oranı binde 6-7
ile yeryüzündeki en düşük orandı; 70 yıllık yaşam beklentisi Japonya’nınkine
eşitti; çocuk ölüm oranı en düşük 15 ülke arasındaydı. O zamandan bu yana ciddi
bir kötüleşme meydana gelmiştir…20 yılda… milli gelirin sağlık bakımına tahsis
edilen oranı, diğer ülkelerden iki veya üç misli daha düşük düzeye indi…Doktorların
ve hemşirelerin ücretleri göreli olarak düştü. Sonuç olarak 1985’e gelindiğinde
ölüm oranı binde 10.8’e çıkmış, yaşam beklentisi iki yıl azalarak 68’e inmişti.
“Eğitim.
1950’lerde eğitime milli gelirin yüzde 10’nu ayrılıyordu. İlk Sputnik uzaya fırlatıldığında,
bir ABD komisyonu SB’ndeki ilerlemenin nedenlerini araştırmış; sırrın, okul
düzeyindeki Sovyet eğitimimin kalitesinde yattığına karar vermişti. O sırada
SSCB’nin yüzde 10’una karşılık, ABD’nin kendi GSMH’inin sadece yüzde 4’ünü
eğitime harcıyordu.
“1985’e
gelindiğinde ise, ABD’nin milli gelirdeki eğitim harcamaları yüzde 11’e
çıkarken, SB’de yüzde 7’ye, yani çağdaş hayatın icaplarının oldukça altında bir
düzeye inmişti.”( age., s.42)
Bir
dönemlerin ünlü Sovyet muhalifi ve daha sonra Gorbaçov’un ateşli destekçisi
olan Roy Medvedev, 1972’de Batıda yayınlanan bir kitabında, “Brejnev döneminde,
eski iyi günlere özlem” doğduğunu anlatır.
“Son on yılın
(62-72) ekonomik ve politik zorlukları birçok sıradan parti üyesini, aynı
zamanda partisiz işçi ve memurları, yakın geçmişi idealize etmeye götürmüştür.
“Fiyatlar
yükselince, ‘Stalin yönetiminde düşerdi’ denmektedir.
“Yeterli
eğitim görmemiş çok sayıda işçi ve memurun…henüz az gelişmiş bilinçlerinin
geçmişe ‘kaçması’ hayret verici değildir.
“Stalincilik
1930-40 arasında, halkımızın çoğunluğunun gözü kapalı coşkusuna ve genç
kadrolarımızın en iyi, en dürüstlerinin sınırsız bağlılıklarına dayanıyordu.
“Stalincilik,
mülksüz işçinin her gün kendisini hor görenlerle hesaplaşma hayalini temsil
etmektedir…Böyle bir Stalincilik Bürokrasiye duyulan kinin ifadesidir.
“’Sovyetler
Birliği Elçisi’ ve ‘Kurtuluş’ filmlerinin gösterilmesi sırasında, Stalin
perdede gözükünce, seyircilerin
gösterdikleri olumlu tepki…Birçok sinemada, bu arada işçi semtlerinde halk
Stalin’i alkışladı. Bunun için birçok neden vardır. Özellikle bugünkü durumun
yol açtığı hoşnutsuzluk, zorlukları protesto ve verilen sözlerin yerine
getirilmemesi, bu nedenlerin başında geliyordu.” (age., s. 42-43-44)
Bu
açıklamaları özel olarak yorumlamaya gerek var mı!
Stalin
döneminde ekonomik, bilimsel, teknik atılımları vurgulayan ve bazı tali
hatalara karşın “bütünde yönelim”in “tümüyle doğru seçil”diğini dile getiren
Benediktov, “Aynı şeyi toplumsal alan hakkında, toplumdaki ideolojik-siyasal
iklim hakkında da söylemek mümkündür” dedikten sonra, şunları söylemektedir:
“Sovyet
insanlarının temel kitlesi hayatından memnundu, geleceğe iyimserlikle bakıyor
ve yöneticilerine inanıyordu. Hruşçov, dünyanın en yüksek emek üretkenliğine
ulaşma ve bilimsel-teknik ilerlemede dünyanın en ileri hattına çıkma görevini
ortaya attığı zaman pek az kişi sonunda başaracağımızdan kuşku duyuyordu-kendi
gücümüze güven, Amerika’ya yetişme ve geçme yeteneğimize güven öylesine
büyüktü.
“Fakat
Hruşçov, Stalin değildi. Kötü kaptan en iyi gemiyi karaya oturtmaya
yeteneklidir. Böyle de oldu. Kaptanlarımız önce verilen tempoyu yitirerek
rotadan çıktılar, daha sonra bir uçtan ötekine savruldular ve en sonunda dümeni
hepten elden kaçırarak ekonomiyi çıkmaza soktular.” (age, s. 12)
Nereden ve
nasıl kıyaslanırsa kıyaslansın, Lenin-Stalin dönemi ile Kruşçev ve sonrası
arasındaki farlılık çarpıcı ve açıktır…
Yeni tip
kapitalist yeniden inşa sürecinin her bir önemli dönemecinde,
Marksizm-Leninizm’e, proletaryanın değerlerine, sosyalizm dönemine yeni bir
saldırı dalgası örgütlenir; her saldırı dalgasında burjuva revizyonist mızrak
“Stalinizm”e yöneltilir ve azgın bir anti-Stalin’ci kampanya örgütlenir.
Gorbaçov dönemi de böyle bir önemli dönemeci oluşturuyordu. Ve bir kez daha
“Stalinizm” düşmanlığı şahlanır ve doludizgin yol alır. Revizyonist burjuvazi
ve açık kapitalizm yandaşları kol kola dört bir yandan devrimci ve sosyalist
olan her şeye karşı ve inşa edilen kapitalizme karşın sosyalizmin döneminden
arta kalan kazanımları tümden yok etmek için bir kez daha “Stalinizmi” günah
keçisi ilan ederek saldırdılar. Bu saldırılara karşı çıkan namuslu seslerde vardı.
Ama ne yazık ki henüz zayıftı. Ama zayıfta olsa, tüm bir kapitalist inşa ve
kapitalizm döneminde yaratılan belleksizleştirmeye, aşağılık tahrifatlara
karşın yine de bu seslerin çıkması, özellikle sıradan işçi, emekçi ve
aydınların yüreğinde yatan Stalin sevgisinin ve sosyalizm dönemine olan
bağlılığın dile gelmesi olarak son derece değerliydi. Aşağıdaki açıklamaları
okuyucuyla bölüşmek için kitabımıza aktarmaya karar verdik.
“Moskovalı
bir mühendis şöyle der:
‘Stalin hiç
mi olumlu bir şey yapmamıştır? Şunun şurasında bir caniler çetesine değil bir
devlete başkanlık yapıyordu. Eğer her şey şu sırada basında gösterildiği
gibiyse, ana-babalarımızı ve bizi aldatmışlar ve çocuklarımızı da aldatmaya
devam ediyorlar demektir.’”
“Bir bayan
öğretmen şöyle anlatıyor: ‘Bütün sokak hopörlerinden kalın ve törensel bir ses
onun ölüm haberini verdiği sırada okuldan dönüyordum. Olanları anlayamıyordum.
İnsanlar aptallaşmışlardı. O zaman 18 yaşındaydım. Çılgın gibi koşmaya
başladım. İnsanlar evlerinden çıkıyorlardı. Sokaklar insan seliydi. Şaşkın,
aptallaşmış, gözleri yaşlı. Bir şey 22 Haziran 1941 sabahında bize
söylediklerine benziyordu. Apartmanın girişinde kadınlar ağlıyordu. Annem
perişan bir haldeydi…İşte böyleydi. Şimdi ise ne diyeceğimi bilmiyorum. Ama biz
ona tapıyorduk. Ruslar anlaşılmaz insanlar, o onları yüceltiyordu. Zalimdi. Ama
adildi.’” (SB ESG, s. 51)
“Bir tarihçi:
‘Stalin’i yıkarken o dönemin bütün başarılarını ve yaptıklarını da
yıkıyorsunuz. Her şeyi bir kişinin adına indirgemekle insanların anısına zarar
veriyorsunuz. Anlamıyorsunuz ve siz halkın nasıl bir coşkuyla sosyalizmi
kurduğunu ve Stalin adını söyleyerek ülkeyi savunduğunu görmediniz.’
“Bazıları da
sanki hiçbir şey olmamış gibi konuşurlar:
‘Otuzlu
yıllarda benim yaşadığım işçi sitesinde, hiç kimse tutuklanmadı. O dönem sade
insanlar huzur içinde yaşıyorlardı. Bir tarım Rusya’sı devralan ve onlara atom
bombası bırakan şefleri Stalin’e inanıyorlardı. Churchill bile bunu kabul
etti. Stalin yaşasaydı sade halkın hayat
seviyesi bakımından dünyada birinci ülke haline gelirdik. Bize kısaca ve sadece
‘Aziz vatandaşlarım, biz galip halk ikinci, üçüncü olamayız, ilk sıralarda
yerimizi alalım’ derdi ve biz de dediğini yapardık.’
“Burada
sıradan insanların huzur içinde yaşadıklarının doğrulanmasından öte, düzen ve
işin hüküm sürdüğü bir zamana duyulan özlem çok iyi hissediliyor. Bazıları o
dönemde fiyatların istikrarlı olduğunu ya
da düştüğünü (iya.) ekliyorlardı. Bugünkünden daha az kuyruklar vardı.”
“Ribavkov’un
kitabından sözeden bir emekli kadın şunları söyler: ‘Yazar otuzlu yıllardan
öyle bir kinle bahsediyor ki,… O yıllar benim gençlik yıllarımdı. Komsomol
toplantılarında ateşin etrafında toplanırdık. Alkollü içki içilmezdi. Korku
nedir bilmezdik…Romana göre Sovyet iktidarının düşmanı yoktur…1939’da Orconikidze’de
(Kafkasya) şekerden zehirlenerek kaç çocuk öldü…Yani bunu Stalin mi yaptı?’
“Bugün 70-80
yaşlarında iki dost, ikisi de mühendis: ‘Biz Moskova’ya otuzlu yılların başında
geldik. Büyük annem daha sonra geldi. Köy kolektifleştirilmişti. Köylülerimiz
buna karşı değillerdi. Hayat çok zordu ama insanlar birbirleriyle nasıl
dayanışırdı! Okuduk, çalıştık. Her yerde yapılar kuruluyordu. Savaş çıktı. Kaç
yılımız savaşta ve yeniden kurmada geçti? Her şeyi yeniden yapmak gerekti.
Sonra, ellili yıllarda çok daha iyi yaşadık. Belki bugünden daha iyi yaşadık.
Belki bugünden daha iyi. Mağazalarda bugün bulamadığımız bir sürü şey vardı.
İnsanların başka bir ahlakı vardı. Burada bile, bizim mahallede çevreyi
düzenlemek için izin alıyorlardı. İnsanlar bilinçliydiler. Bir şeye
inanıyorlardı. Ya şimdi? Her şeye boş verilmiş. Düzenleme her gün değişiyor,
insanlar nereye başvuracaklarını bilmiyorlar. Hayat zor. Hiçbir şey hayatı
durduramıyor ve biz de ihtiyarlıyoruz…”
“Bir Pravda
okuyucusu bayan: ‘Hayatın gerisinde miyim? Savaş boyunca para, cephe için kalın
giysiler ve koliler toplarken birlikte çalıştıklarıma hep öyle derdim:
‘Sızlanıp durmayın. İleride bütün bunlara sahip olacağız. Şimdilik zaferi
beklemek gerekiyor.’ Şimdi artık hayat kolaylaştı, kızım kariyer yapmak için
partiye girdiğini açıklıyor bana. Şaşırıp kaldım. Torunum benden kendisine
devrimi anlatmamı istediği zaman damadım: ‘Çocuklarımı alışılmış gelenekler
içinde yetiştirmeyi bırak’, diyor. Geride kalıyorsunuz. Şimdi insanlar
kendileri için yaşıyorlar. Biz de öyle.’” (age., s. 62-63)
“Kahramanlık zamanlarını (iya.) özleme,
otuzlu yıllarda ilk büyük fabrikaları kuran işçilerin anılarında dile gelir.
“Bir
tesviyeci: ‘1929 kışıydı. On sekiz yaşındaydım. Gazeteden Komsomol’un
Stalingrad traktör fabrikasının kurulmasına katılacak 7.000 gence çağrıda
bulunulduğunu öğrendim. Stalingrad’a gittik. Küçük bir çıkın, delik bir çift
potin, ekmek ve kitaplarla.’ Bir başka kadın tesviyeci: ‘Buz, rüzgâr.
Üşüyorduk. Başlangıçta çok zordu. Her şeyi elimizle yapıyorduk. Çimento,
inşaat, camlar. Otuz kişiydik. On sekiz oğlan ve ben. Ben çavuştum. Hem
çalıştık, hem işçi fakültesine devam ettik.’”
“Bugün -yetmişten
fazla yaşım finişe yaklaştım- ilk beş yıllık planın kuşkusuz güç ama unutulmaz
fevkalade günleri üzülerek hatırlıyorum. O zamanlar mutluyduk… Durmadan
çalışıyorduk. Aynı dünya anlayışını paylaşıyor, gerçek yoldaşlar olarak yaşıyor
ve çalışıyorduk. İçimizde hiç kimse kendisini Rus, Ukraynalı, Yahudi ya da
Tatar olarak görmezdi.
“Kendimizi
ortak bir esere eşit olarak katılan, bir fikirle birbirine kenetlenmiş insanlar
olarak hissediyorduk. Havanın sertliğine ve açlığa karşın kartımızla biraz
ekmek ve zaman zaman biraz çamaşır alabiliyorduk…Stalin’in allahın belası
beşinci kolu, Yahudi düşmanlığı, ulus ayrımı yoktu….Olağanüstü neşeli
günlerdi…1937’e kadar bu zamanların geleceği umudunu saflıkla korudum. Ama o
şahane günler geçmişte kaldı…(sözlerin sahibi eski bir troçkist-bn).” (age., s. 63-64)
“O zaman
mutluyduk.”, “O zaman ideallerle doluyduk.”, “O zaman zaferler vardı.”, “O
zaman dayanışma vardı.”, “O zaman kazanma vardı.”, “O zaman Stalin vardı”…
Bir de
sosyalizmin ve Stalin’in son derece bilinçli düşmanı, kapitalizm ve
emperyalizmin sadık savunucusu Yakovlev’in kaleminden dile gelen şu satırlara
bakın:
“O dönem
çelişkilerle doluydu. Bu dönemin bir kısmını Yaroslav’da yaşadım. Obkum’un üç
ya da dört sekreterini tutukladılar. Ama kentte, bölgede yaşayanlar korku
duymuyorlardı. Çelişkili görünebilir ama ben Partideki kariyerime Stalin henüz
iktidardayken başladım. 1950’den 1953’e kadar Yaroslav bölgesinde, Oblast
Komitesine üye seçildim. Çok gençtim. Parti bölge toplantılarında öylesine
eleştiriler yapılırdı, öylesine kılı kırk yarılırdı ki! Elbette Politbüroya hiç
dokunmadan. Gayet tabii ki, iktidarın tepesi eleştirilmezdi. Kimse bunu
aklından geçirmedi: Stalin’e hürmet edilirdi.” (Aleksandr Yakovlev, Sovyetler
Birliği’nde Ne Yapmak İstiyoruz?, s. 38)
“Öte yandan
çok derin dostluk ruhu ve yardımlaşma vardı. Bir gün evimiz tutuşup kül olduğu
zaman, köyümüzün tüm mujikleri toplanıp duvarları yeniden yükselmemize yardım
ettiler. Öyle bir güven ortamı vardı ki, kimse evinin kapısını kilitlemezdi.
Kapılar ardına kadar açık bırakılırdı. Her akşam bir komşu sizi rızkını
paylaşmaya çağırırdı…” (age., s. 42-43)
Gerçekler
inatçıdır. Yakovlev, Stalin döneminin tablosunun bir kısmını, işte böyle itiraf
etmek zorunda kalıyor.
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder