9 Kasım 2019 Cumartesi

MARKSİZM-LENİNİZM VE DEVRİMCİ ROMANTİZM
III

Şimdi de Mark, Engels'e bakalım;
Engels, Komünist Parti Manifesto'suna yazdığı önsözde, Manifesto'nun ''Komünist'' olarak nitelenmesinin nedenini şöyle anlatır;
''Ama, çıktığında, gene de, ona sosyalist Manifesto diyemezdik. 1847'de, sosyalist denilince, iki tür insan anlaşılıyordu. Bir yanda çeşitli ütopik sistemlerin yandaşları vardı, özellikle, o tarihte her ikisi de salt mezhep durumuna düşüp giderek ölmekte olan İngiltere'deki Ovıncılar ile Fransa'daki Furiyeciler. Öte yanda ise, toplumsal bozuklukları çeşitli her derde deva yollarla, her türden bölük-pürçük çalışmalarıyla, sermayeye ve kâra hiç bir zarar vermeksizin gidermek isteyen çok çeşitli türden toplumsal şarlatanlar. Her iki durumda da, işçi hareketinin dışında duran ve daha çok 'eğitim görmüş' sınıflardan destek arayanlar. Ama, işçi sınıfının salt siyasal devrimlerin yeterli olmadığına inanan, toplumun köklü bir biçimde yeniden inşaasını isteyen kesimi, kendisine o sıra komünist diyordu. Bu henüz yontulmamış, yalnızca içgüdüsel ve çoğu kez de biraz kaba bir komünizmdi. Ama, gene de, ortaya iki ütopyacı komünizm sistemini, Fransa'da Cabet'nin 'İkaryan' komünizmini, ve Almanya'da da Weitling'inkini çıkartacak kadar güçlüydü. 1847'de, sosyalizm bir burjuva hareketi, komünizm ise bir işçi sınıfı hareketi anlamına geliyordu. Sosyalizm, hiç değilse Kıtada, çok saygı değerdi, komünizm için ise, durum bunun tam tersiydi. Ve 'işçilerin kurtuluşu işçi sınıfının kendi eseri olmalıdır' kanısını daha o sıralar kesinlikle taşıyor olduğumuzdan, bu iki addan hangisini seçmemiz gerektiği konusunda hiç bir duraksama gösteremezdik. O günden beri bunu yadsımak da aklımızdan geçmiş değildir.''
Bu saptamalardan da bilimsel sosyalizmin ütopik sosyalizmin eleştirel aşılmasıyla Bilimsel Sosyalizm haline geldiğini görüyoruz. Ütopik sosyalizm, ütopik komünizm kapitalist toplumsal gelişmesinin daha geri aşamalarında, proletaryanın gelişmesinin henüz zayıf olduğu dönemde şekillenen ütopyalar olduğu açıktır. Proletaryanın burjuvaziden bağımsız bir politik güç olarak tarih sahnesine çıkmaya başlamasıyla, koşullar, proletaryanın dünya görüşü, dünyayı değiştirmenin aracı olarak Bilimsel Sosyalizmin doğmasına ve bilimsel sosyalizmin Marksizm olarak bayraklaşmasına yol açtı.
Manifesyonun şiirsel bir dille nehirce akan şu güçlü tahlilleri ütopik ve romantik akımların tarihsel ve sınıfsal temelini ve karakterine kavramamıza ışık olmaktadır;
''Burjuvazi tarihte son derece devrimci bir rol oynadı.
Burjuvazi, üstünlüğü ele geçirdiği her yerde, bütün feodal, ataerkil, romantik ilişkilere son verdi. İnsanı 'doğal efendiler'ine bağlayan çok çeşitli feodal bağları acımasızca kopardı, ve insan ile insan arasında, çıplak öz-çıkardan, katı 'nakit ödeme'den başka hiç bir bağ bırakmadı. Dinsel tutkuların, şövalyece coşkunun, darkafalı duygusallığın en ilâhi vecde gelmelerini, bencil hesapların buzlu sularında boğdu. Kişisel değeri, değişim-değerine indirgedi, ve sayısız yokedilemez ayrıcalıklı özgürlüklerin yerine, o tek insafsız özgürlüğü, ticaret özgürlüğünü koydu. Tek sözcükle, dinsel ve siyasal yanılsamalarla perdelenmiş sömürünün yerine, açık, utanmaz, dolaysız, kaba sömürüyü koydu.
''Burjuvazi, şimdiye dek saygı duyulan ve saygılı bir korkuyla bakılan bütün mesleklerin halelerini söküp attı. Doktoru, avukatı, rahibi, şairi, bilim adamını kendi ücretli emekçisi durumuna getirdi.
''Burjuvazi, aile ilişkisindeki duygusal peçeyi yırtıp attı ve bunu salt bir para ilişkisine indirgedi.''
''Burjuvazi, üretim araçlarını, ve böylelikle üretim ilişkilerini ve, onlarla birlikte, toplumsal ilişkilerin tümünü sürekli devrimcileştirmeksizin varolamaz. Daha önceki bütün sanayici sınıfların ilk varlık koşulu, bunun tersine, eski üretim biçimlerinin değişmeksizin korunmasıydı. Üretimin sürekli altüst oluşu, bütün toplumsal koşullardaki düzenin kesintisiz bozuluşu, sonu gelmez belirsizlik ve hareketlilik, burjuva çağını bütün daha öncekilerden ayırdeder. Bütün sabit, donmuş ilişkiler, beraberlerinde getirdikleri eski ve saygıdeğer önyargılar ve görüşler ile birlikte tasfiye oluyorlar, bütün yeni oluşmuş olanlar kemikleşemeden eskiyorlar. Yerleşmiş olan ne varsa eriyip gidiyor, kutsal olan ne varsa lânetleniyor, ve insan, kendi gerçek yaşam koşullarına ve hemcinsiyle olan ilişkilerine nihayet ayık kafa ile bakmak zorunda kalıyor.''
Bu çarpıcı tablo, ''Kurulan Yeni dünya''dan yıkımla çıkan tüm sınıf ve tabakaları ''Akıl çağı''na karşı harekete geçirir. ''Eşitlik, Özgürlük, Kardeşlik'' bayrağı burjuva aklın elinde kendi sınıfsal çıkarlarının acımasız ve soğukkanlı papazı ve celladı olarak dalgalanır. Kiliseye, feodal aristokrasiye, Ortaçağa karşı burjuvazinin liderliğinde savaşan ve asıl bedeli ödeyen ezilen, sömürülen kitlelerin, kapitalizmin asıl ve temel ürünü olan proletaryanın tepkisi ütopizmin, romantizmin değişik türevlerinde de kendini dışa vurur.
''Akıl çağı'' yeni çağdır. Kapitalizmin gelişip yükseldiği çağdır. Bu çağdan beklentilerini bulamayan, kapitalizmin ve burjuvazinin çıkarlarından ve hegemonyasından başka bir şey olmayan ''Akıl çağı''nın sınır tanımayan yıkımları karşısında şaşkınlığa düşen, derin hayal kırıklığına saplanan, umutsuzluğun girdabında isyancı ruhla dolup taşan sınıf ve tabakaların arayışlara girmemesi düşünülenemezdi bile. Bu bağlamda, dünya saflığını yitirmiştir. Dünyanın büyüsü bozulmuştur. ''Kayıp cennet'' yeniden bulunmalıdır. Burada nostalji, melankoli, mistisizm, büyüsünü yitirmiş dünyaya karşı isyan;, akılla değil, duygusal, sezgisel elit akılla ideal dünyaya ulaşma, bilime de kuşkulu ve mesafeli yanaşım vb. iç içe geçer. Egzotik, otantik olanın kutsanarak bayraklaştırılması öne çıkmaya başlar. İşte bu ütopik, nostaljik, romantik arayış ve çıkışlar, nesnel gerçek karşısında güçsüz kalmaya mahkum ütopik romantik çıkışlarda, teorilerde, projelerde, yönelişlerde ifadesini bulmuştur. Komünal topluma, bozulmamış doğaya, ''masumiyet çağına'', Ortaçağ kültürüne özlem ve dönüş istemleri bu temelde romantik haykırışlar olarak gündemleşir.
Bu akımlar, yeni çağın nesnel gerçeğini, kapitalizmin hareket yasalarını, sınıflararası temel ilişkiler alanını ve sınıfların geleceğe dönük nesnel hareketini kavramaktan uzak oldukları için, henüz proletarya ve burjuvazi arasındaki sınıf kaşıtlığının yeterince keskinleşmediği bir tarihsel kesitte, yeni bir dünya tasarımlarıyla ortaya çıkmaya başladılar. “Katı olan her şeyin buharlaşıp kutsal olan her şeyin dünyevileşmesine”, ''insan ile insan arasında, çıplak öz-çıkardan, katı 'nakit ödeme'den başka hiç bir bağ bırakma''yan, doğayı hammadde kaynağına dönüştürüp yıkıma sürükleyen para ekonomisine ve buz gibi soğuk gerçeğine, ''Üretimin sürekli altüst oluşu, bütün toplumsal koşullardaki düzenin kesintisiz bozuluşu, sonu gelmez belirsizlik ve hareketlilik''le karakterize olan burjuva çağına karşı isyancı öfke ve arayış, kendine değişik biçimlerde yer açmaya başlayarak serpilip gelişir.
Kapitalizm karşısında eskiye, saf ve bozulmamış eski çağa, ''Altın çağ''a, doğaya, köylüler çağına dönüş özlemleri ve arayışları, kapitalizmin amansız teşhiri ve hümanist, ahlaki vurgularla şekillenen saf ve temiz bir dünya kurma projeleri, adalet isteği, akla karşı arzuyu, ütopik, romantik, mesiyanik düşçülüğü yükselterek kendini üretmeye başlar.
Doğal olarak, erişilemez özlemlere karşı duyulan romantik melankoli, mistik alanın, geçmişte kalan idealize edilmiş masumiyete vurgu ve sonuçsuz arzuların haykırışı arasında bir gelecek sunamaz insanlığın acılarına. Aklın küçümsenmesinden reddine kadar varan eğri üzerinde çeşitli romantik formlar bütünsellikten uzak, bilincin yerine bilinç dışını, akla karşı duyguları, nesnel gerçeğin karşısına düşsel özlemleri çıkaran bir akım olarak, tarihin idealist-metafizik tarzda yorumlanmasıyla akıl çağının kapitalist üretim tarzını ifade ettiğini ve o yıkılmadan yeni bir devrimci gelişmenin ve kurtuluşun olmayacağını anlamaktan yoksundur; keza kapitalizmin asıl ve temel ürünü olan prolataryayı ve onun gelecekteki rolünü...
Böylece romantizmin kapitalist yıkıma karşı isyanı ile ütopik ve romantik düşsel girdabı, geçmişin nostaljik övgüsü onu giderek öğütür, estetize edilmiş, dilsel ve imgesel kıvraklıkla iç içe geçmiş, bireysel yaratıcılığın ve sezginin yaratıcı gücünü burjuvazinin, paranın Tanrılaşmasına, mekanik katı kuralcılığına, bireyi para krallığına köle eden modern meta ekonomisi sistemine karşı öne çıkaran haykırış, yine kapitalizmin ve burjuva aklın sınırları içerisinde, ona bir biçimde yedeklenerek biçimlenir. Bu olgu, giderek romantik düşçülüğü tüketmeye başlayarak doğal olarak ona bir çıkış tanımaz ve sınıflar mücadelesinin gelişerek sertleşmesiyle dibe vurarak yeni arayışlara yol açar... Romantizmin sanat-edebiyat cephesinde ''Klasizme bir tepki'' olarak olarak ortaya çıkması ve makine çağına, doğaya ve insanı kendine yabancılaştıran karakterine karşı mücadelesi, sanat cephesine kattığı olumlu katkılar da içinde olmak üzere yukarıda anlatageldiğimiz tabloyla bağlıdır.
Kuşkusuz ki, gerici ve ilerici, devrimci, devrimci öğelerin patlayıp gelişmesine yol açan romantik ve ütopik akımlar arasında ayrım yapılması ve bu ayrımların görülmesi gerekir. Ütopik, romantik karakterine karşın politik bakımdan tarihin tekerliğini geriye çevirerek ''insanlığın acıları''na çare arayan gerici akımlarla geleceğe akışın karşısına dikilmeden çözüm önermeye çalışan ve mücadele eden akımlar aynı duruşu temsil etmezler. Bu ikinci noktada, bu akımlar ideolojik gericiliğine karşın, politik bakımdan olumlu roller oynamışlardır.
Tarihin tekerliğini geriye çevirmeye çalışan ütopik ve romantik kategori ve projecilik, devrilmiş feodal gericiliğin gerici ütopya ve romantizminin gerçeği olarak ortaya çıkar ve kapitalizmin yıkımları karşısında birikmiş tepkileri kendine yedeklemeye çalışır... Öte yandan, hümanist, ahlakçı, romantik çerçevede, kapitalizmin vahşetini ve dehşetini, ahlaki çökşünü acımasızca teşhir eden, ''kahpe dünya''nın acılarını dindirmeye çalışan, iyi niyetli arayış ve çözüm önerileriyle kapitalizmin sonuçlarına karşı mücadele eden, sömürülenlere, ezilenlere seslenen ve mücadele eden değişik türden ütopyacı akımlar. Bu ikinci romantik ve ütopik arayış ve projecilik, tüm ayakları havadanlığa karşın, tarihsel bakımdan ilerici bir çıkışı ifade etmekteydi. Proletaryanın tarihsel mücadelenin alanına bağımsız bir sınıf olarak çıkmasıyla, Bilimsel Sosyalizmin doğuşuyla, bu akım artık nesnel olarak kapitalizmin tutsağı olarak ütopik romantik karakteriyle giderek gerici bir rol oynamaya başlamıştır.
Ütopik romantik arayışın en ileri temsilcisi olan ve küçük burjuva demokrasisinin radikal kanadını temsil eden devrimci-demokrasinin nihai olarak kapitalizmin çerçevesine çakılıp kalan sözde sosyalizm, komünizm vurgusu, onun değişik formlarının ütopik-romantik karakterinin yansımasıdır. Özel mülkiyet temeli üzerinde kalarak, küçük meta üretimine dayanarak, devlet kapitalizmine dayanarak sömürünün yok edileceği, sosyalizmin kurulacağı düşü tümüyle ütopik-romantik bir alemi ifade eder.
''Yeni umut çağı'' bağıntısında romatizm, ütopizm kapitalizmin doğuşu ve gelişmesiyle, onun değişik evreleri ile koşuttur. Feodal çağa, feodal aristokrayiye, Kilise hegemonyasına karşı burjuvazinin, burjuva aklın isyanı, geniş köylü kitlelerin, henüz oluşma halinde olan işçi sınıfının devrimci öfkesini de yedekleyerek baş kaldırdığı bir tarihsel dönemeçte romantizmin, ütopik teori ve projelerin ortaya çıkarak yaygınlaşması doğaldı. Özellikte yeni çağdan, burjuvaziden, onun egemenliğinden, parlak vaatlerinden umduğunu bulamayan, derin acılar içerisinde kıvranan sınıfın ve emekçi kitlelerin acılarına tercüman olan düşüncelerin yükselmesi kaçınılmazdı. Bu çıkış ve oluşlar aklın ürünü değildi, aksine içerisinde geçilen somut tarihsel koşulların, sınıflar çatışmasının ürünüydü; bu koşullara karşı bir tepki hareketinin ifadesiydi...
Kapitalizm doğayı hammadde kaynağına, kullanım değerlerini değişim değerlerine, emeği ücretli köleliğe, bütün ilişkileri parasal ilişkilere indirgeyerek doğayı ve insanı acımasızca tahrip eden, doğaya, emeğe, kendine yabancılaşan bireyci insanı yarattı. Sanatçıyı, edebiyatçıyı ücretli köleye dönüştüren kapitalizm ve sermayeyi kutsayan burjuva akıl, özgürlük adına verdiği sözleri tarihin çöplüğüne attı. Çünkü o artık kendi egemenliğini kurmuştu. Artık her şeyin, hakikatın tek ölçütü artı değeri, karı, değişim değerini kutsayan burjuva akıldı. Bilim de burjuvazinin ücretli kölesi olarak onun yıkıcı egemenliğinin bir parçasına dönüşmüştü. Her şeyi metalaştıran kapitalizmin bütün hesabı, kitabı, ölçütleri, ölçümlerinin tek cetveli kalbi olmayan buz gibi soğuk kar, para cetveliydi.
Bu tablo içerisinde, burjuva aklın eleştirisi, tarihin ve toplumların hareket yasalarının bilincinde olmayan bir akıl olarak, yine kapitalizm tabanı üzerinde kapitalizme karşı bir eleştiri hareketi olarak gelişti. Her şeyin parayla ölçüldüğü bir dünyaya karşı çıkış, nihai olarak yine o aklın çerçevesinde kalmakla birlikte, aklın yerine duyguların, gerçeklerin yerine mitlerin, yeniye karşı eskiye dönüş, ideal yaşanılır bir dünya kurma gibi karakteristik özellikler taşıyan romantizm, romantik düşçü aklın tasarımları olarak ortaya çıktı. Aklın iflas ettiğini, yerine duygular ve arzular dünyasının geçmesi gerektiğini net ya da fulu olarak ileri süren romantizm ve değişik türevleri, fantastik, mesiyanik, gizemli, şiirsel bir alemde dolaşır. Kapitalizmin vahşeti karşısında aydınlanmacı burjuva akla baş kaldıran romantizm, bir yandan geçmişe, o güzel günlere dönme arzusu, öte yandan da parlak romantik, ütopik ideal insan ve toplum tasarımlarıyla geleceğe ve nesnel gerçeğe, toplumsal gerçeklere kuşkuyla bakar; duygular dünyasında, duygu, coşku, semboller dünyasında kendini üretir, üretimini imgelerle yüceltir.
Sözgelimi romantizmin özellikle sanat-edebiyat cephesinde ortaya çıkarak yükselişi, burjuva vahşetin kaba, açık, maskelenmemiş şirret yüzüne, sanat-edebiyat da dahil bütün estetik değerleri, duygular dünyasını da metalaştırmasına karşı bir muhalefet hareketi olarak kendini dışa vurma haykırışıydı. Kapitalizmin ve burjuva aklın soğuk, duyarsız, vicdandan, moral değerlerden yoksun işleyiş ve mantığı, aklın yüceltilmesine koşut insanlığı, duyguları ''bencil hesapların buzlu sularında boğ''an; tüm toplumsal ilişkileri parasal değerlere indirgeyen ''modernite''ye karşı tepkisel bir çıkış ve şekillenmenin ürünüydü. Ancak bu çıkış, sonuç itibari ile kapitalizmin temellerine dokunmayan, ''modernite'' çerçevesinde muhalefet hareket(ler)i olarak kalan tepkiydi.
Özlemi çekilen sevgiliye ulaşamayan ya da özlemi çekilen sevgiliyi bir türlü bulamayan; istek ve arzular dünyasının melankolik girdabında özlenen ama bir türlü ulaşılamayan ''şeyler'' tutkusuyla ama derinden derine yaşanan hayal kırıklığının, umutsuzluğun ıstırabını tersyüz ederek örtmeye, manipüle etmeye endekslenmiş ''coşkulu'' haykırışlar romantizmiyle gelecek zaten kazanılamaz. ''Büyüsü bozulmuş dünya''yı büyüleme melankolisi ile doymamış komplekslerini tatmin etmeye adanmış, kendine tutkunluğunu, romantik alemlerin insanı izlenimlerinin üretimine adapte olmuş bir zihniyetin gerçekte dışa vuran kendine tutkunluğunun girdabında kendi düşçülüğünü tüm toplumun ve ezilenlerin platformu olarak sunan küçük burjuva ve küçük burjuvazi kendine sevdalı türküler söyler. Kendini amaçlaştırarak her şeyi araçsallaştıran egonun girdabında gerçekte uzağında olduğu kahramanlığı özleyen ve özenen ama bu güç ve enerjiden yoksun, anı, dönemi yaşamayı idealize eden, tutkulu bir yaşamı özleyen ama dışa dönük manipülatif, histoyik narsist zihniyet ve karakter olarak şekillenmiş, duygular dünyasının hassasiyetlerini manipüle ederek bağımlılık ağı kuran, kendi komplekslerini bir üstünlük komleksine çevirerek kendini tatmin eden yönelim ve duruşlarda bir gelecek izi bile yoktur.
Sıradan şeylere yüksek bir anlam, başarı, zafer anlamı yükleyen, alışıldık olana ya da yapılması gereken ve yapılana, merkezde kendi durdukça, gizemli bir itibar ve yüceltme, bilinene bilinmeyenin ve yeni yaratıcı açılımların kutsallığını atfeden bireyler ve partiler, ancak küçük burjuva ''romantik'' bireyler ve partiler olabilir. Sınıf mücadelesinde, iyiler ve kötüler, ya ak ya da kara, romantik kahramanlar ve onlara tapınanlar, kahraman romantikler ve pasif yığınlar vb. ikilemleriyle romantizm yapan zihniyetlere her zaman tanık olunacaktır.
Devrimci-demokratik romantik kahramanlığa özenmekle devrimci kahramanlık üretilemez. Sözgelimi devrimci kahramanlıklarıyla kendini tarihe yazan 1870'lerin Narodnikleri ya da 71 devrimci önderlerinin devrimci kahramanlığıyla tarihe iz bırakan devrimciliği ile ona özenen ama kendinde bu gücü taşımayan, umutsuz melankolinin ütopik-romantik tasavvurlarını ''vakar içinde'' her fırsatta yücelterek politik tatmin arayan zihniyetlerin arasındaki fark ''yerle gök'' kadar birbirinden uzaktır. Yaşamın gerçekliğinde bu renklerde vardır ama kuşkusuz ki, proleterce olmayan, Marksizm-Leninizm'i, proletaryayı, proleterce olan her şeyi bozan, kirleten bir renk olarak. Bu gerçeğin temelinde de toplumsal yaşamın, sınıfların, sınıf mücadelesinin gerçekleri durur...
Romantizm, nesnel gerçeğin karşısına ''ide'nin, ütopik iradenin, bilimsel komünist aklın karşısına duygular dünyasının koyulması ya da çıkarılmasıdır da diyebiliriz. Romantizmin, hele de devrimci romantizmin sevgiliye taşınan demet demet çiçeklerle, histiyonik narsist gösterilerle, Nemrut dağında sabahlayan iki sevgilinin doğan güneşin görkemiyle mest olmuş halde dışa vuran duygusal haykırışlarıyla vb. ilişkisi yoktur. O bir akım, sayısız renkleri ile bir felsefe, teori, politika, tarzdır. İçerisinde ''kurtarıcı kültü'', ''büyüleme kültü''de dahil olmak üzere, elitist, bilimsel tutarlıktan yoksun ama değişik formlarda kendini ifade eden, iç bütünlükten uzak, kimisi de isyancı, baş eğmez başkaldırıyı temsil eden, ancak tarihin, çağın, sınıfsal gerçeklerin anlaşılmasıyla anlaşılabilecek bir akımdır.
Tarihsel ve toplumsal gelişmenin nesnel hareket yasalarının kavranmaması ütopik sosyalizmin, ütopik komünizmin, devrimci romantizmin karakteristiğidir. ilerici ve devrimci karakter taşıdığı sürece politik bakımdan değerli olan bu ilerici ve devrimci niteliğe karşın gerçek budur. Onlar, bilimsel bir teoriye dayanmazlar, tarihsel hareketi anlama nitelikleri taşımazlar. Kapitalizm koşullarında gerçekleşmesi olanaklı olmayan hayallerle, duygusal ve tutku dolu coşkun çıkış ve çözümlerle geçmişe ve geleceğe bakarlar. Sosyalizm adına proletaryayı küçük burjuvaziye yedeklemeye çalışırlar. Proletaryayı kendi amaçları için nicelik olarak güçlü ama nitelik olarak güçsüz bir sınıf olarak küçük burjuva amaçları için kullanmak isterler. Yüzlerine taktıkları sosyalizm ve komünizm kamuflajıyla proletaryanın bağımsız politik kimliğinin oluşumunu önlemeye çalışırlar... Değişik formlarda değişik biçimlerde ortaya çıkan, yansıyan, söz gelimi, ''Elveda proletarya, hoş geldin çokluk, ezilenler'' ya da ''Komünist partisi proletaryanın, ezilenlerin öncü feda müfrezesidir'' örneğinde olduğu gibi.
En nihayetinde gelişen kapitalizm karşısında güçsüz, dağılmakta, proletaryanın saflarına atılmakta olan küçük burjuva sınıfın kapitalizmde bir geleceği yoktur. Kapitalizmde proletarya ile burjuvazi arasında yer alan ve dağılmakta olan bir sınıf olarak onun bir kanadının devrimci kahramanlığın altına imza atması, Bakuninizmden Blankizme, Narodnizmden fokoculuğa, öncü savaşçılığa kadar uzanan değişik ekollerde savaşması, küçük burjuvazinin isyanının, umutsuzluğunun birer ifadesi olarak tarihte iz bırakır. Fakat Lenin'in dediği gibi, “Gerçek yaşamda küçük burjuvazi burjuvaziye bağımlıdır… burjuvazinin dünya görüşünü izler.'' (Devrimimizde Proletaryanın Görevleri) Ve yine Lenin'in yol göstericiliğinde vurgulamak gerekir ki, enternasyonal komünist proletarya, hayal kırıklığının girdabında, proletaryadan ve Marksizm-Leninizm'den umudunu kesmiş bireyci aydının kendi hayal kırıklığına boyun eğişin ifadesi olan romantik düşçü özlemlere kaşıdır. Bu romantisizmle ya da ona yönelmekle ne tutarlı devrimcilik yapılabilir ne de sosyalist ve komünist bir dünyanın savaşımı verilebilir.











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder