18 Kasım 2020 Çarşamba

EMPERYALİZMİN NESNEL GELİŞME YASALARI YOK MU? III. BÖLÜM

 

EMPERYALİZMİN NESNEL GELİŞME YASALARI YOK MU?

 III. BÖLÜM


''Gerek kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde gerekse onun en üst ve son aşaması olan emperyalist kapitalizm çağında, kapitalist üretim tarzı P-M-P' hareketine dayanır. Emperyalizm döneminde bu temel sarsılmış da olsa, sözkonusu maddi temel ve hareket biçimi devam etmektedir.''



III. BÖLÜM


Yazarımızın kapitalist emperyalizmin aşıldığı, emperyalist küreselleşme aşamasında olduğumuz, varoluşsal krizin her şeye damgasını bastığı, kapitalizmin ekonomik yasalarının olmadığı, maddi temelden yoksun finansal kapitalizmin başat biçim olduğu teorisi Marksist-Leninist teoriden kopuşun ifadesi ve ürünüdür. Yazarın lafazanlığını bir yana bırakarak savunduğu teori ve analizinin özüne baktığımızda söyledikleri ''finansal emperyalizm'' tezidir. Oysa tarihsel gelişmesi içerisinde hiçbir dönem kapitalist emperyalizm ekonomik yasalardan yoksun salt para hareketine dayanmamıştır ve dayanamaz da. Mali piyasaların hareketini de yöneten yasalar, yazarın olmadığını iddia ettiği kapitalist emperyalizmin nesnel yasalarıdır. Bu, bugün de geçerlidir.


Bugün de şu gerçekler olduğu gibi ve daha yüksek tekelci kapitalizm koşullarında, üstelik daha çarpıcı geçerlidir;


Marx, kapitalist toplumda, tüm ilişkilerin parasal ilişkilere indirgenmiş olduğunu vurgular. Lenin, Marx’ın teorisine bağlı olarak, kapitalist üretim tarzının temelinde “para ekonomisi” yattığını vurgular (Seçme Eserler, C.I, s. 357) Marx’ın belirttiği gibi, para, kapitalizmde zenginliğin soyut ve genel biçimidir. “Realize edilmiş fiyat”tır. Genelleşmiş bir (değerlerin) ölçü birimi, bir dolaşım aracı, birikim aracı, ödeme aracı ve dünya parası olarak hizmet veren bir metadır. “Paranın ana işlevi, metaların değer ölçüsü olarak hizmet etmesidir.” Kapitalizmde para, “sadece bir aracı ya da ölçü değil, başlı başına amaçtır”, “her türlü ihtiyaç nesnesiyle, her türlü somut özgüllüğe karşı kayıtsız olarak mübadele edilebileceğine göre, her ihtiyacı karşılar. Meta böyle bir şeyi, ancak paranın aracı rolü sayesinde yapabilir. Oysa para bu özelliğe dolaysız olarak, metalar aleminin tümü üzerinde sahiptir. Parada genel zenginlik sadece biçim değil, aynı zamanda içeriktir” (Grundrısse, s.259) Böylece para, “metalar dünyasının efendisi ve Allahı kesiliver”ir. Kapitalizmde paranın “kendinden üstün bir toplumsallığa tahammülü yoktur.” (age., s. 260) “Para, demek ki zenginlik hırsının yönelebileceği hedeflerden biri değil, tek hedefidir.” Açıktır ki kapitalizmde para, “genel olarak tüm mülklerin temsilcisi, tüm nesnelerin soyut toplumsal, mübadele değerinin elle tutulur, cisimleşmiş biçimi olarak başlı başına bir amaç”tır. Ve böylece, “mübadele süreci çerçevesinde bakıldığında, her birey ötekinin gözünde sadece para sahibi olarak, hatta para olarak vardır.” (age., s. 281, iMa.) Paranın kapitalizmdeki bu rolü, meta fetişizminin tipik bir görünümü, tapınma ve yabancılaşmanın en yüksek biçimi ve berrak ifadesidir.


Marks'ın yukarıda dillendirdiği gerçekleri bugün de yaşamın her alanında en çarpıcı biçimlerde yaşamaktayız. Bütün yeryüzü para ekonomisinin girdabında. Dünyamız kapitalist tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar metalaşmış, metalaştırılmış; modern meta ekonomisi, ''para ekonomisi'' yeryüzünün en ince köşelerine dek sızmış; uzayın metalaştırılması yolunda dört nalla ilerliyor.


Tablo bu ama sen kalk, yok canım kendinizi kandırmayın, ''emperyalist küreselleşme'' dünyasında kapitalizm maddi temelini; yani, kapitalist meta ekonomisi, para ekonomisi temelini, kapitalist üretim ilişkilerinde ifadesini bulan nesnel karakterini yitirmiş, bu gerçeği kabul edin ve hayal dünyasında yaşamaktan çıkın vs. çığırtkanlığı yap.

Tekrar vurgalamak isteriz ki, toplumsal ilişkilerin temelinde maddi üretim ilişkileri yatar. Üretim ilişkilerinin yeniden ve yeniden genişletilmiş temelde üretimi kapitalist toplumsal ilişkilerin de yeniden ve yeniden üretimidir. Marx’ın dediği gibi “üretim basit bir teknik süreç değil… toplumsal ilişkilerin de yeniden üretimidir.” (Grundrisse, s. 135) Ancak yazarın düşüncelerinin nesnel içeriği ve bazı temel formül ve analizlerinden görüldüğü gibi, O, bu nesnel gerçeği, nesnel ekonomik hareket yasalarını reddediyor; nesnel yasalardan yoksun kapitalizm, nesnel maddi temelini yitirmiş bir kapitalizm; üretim ilişkilerini yitirmiş/son bulmuş bir kapitalizm çığırtkanlığı ile Marks'ın kapitalizm, Lenin'in emperyalizm düşüncelerinin geçersizleştiğini savunmaktadır ya da bu zihniyetin başka bir anlamı da yoktur.


Yazara göre kapitalizmin ekonomik yasaları ortadan kalktığına göre, yukarı da işaret ettiğimiz nesnel gelişme yasaları yok ve ''emperyalist küreselleşme'' havada asılı ve salt iradeyle yürüyor, yürütülüyor. ''Emperyalist küreselleşme'' aşamasında, ''kapitalizmin varoluşsal krizi'' aşamasında olduğumuz, nesnel ekonomik yasaların olmadığı, emperyalist kapitalizm ha yıkıldı yıkılacak bir gelişme aşamasında olduğu ya da aslında kendiliğinden aşıldığı, bu tablo, yazarın çizdiği tablodur. Sorumlulukta yazarın sırtındadır. Gerisi laf salatasıdır, oportünizmini örtülemeye dönük lafazanlıktır.


Yazar, kapitalist emperyalizmin artık artı değer üretemediğini, teknolojik yenilik ve göreli artı değer üretiminin sonlandığını, yani kapitalizmin bittiğini savunuyor. Küreselleşmiş kapitalizmin, maddi temelini yitirmiş olarak para sermayenin hareketine (salt P-P’ hareketine) dayandığını ileri sürebiliyor. Demek ki Marks'ın ortaya koyduğu kapitalizmin nesnel hareketini ve temelini oluşturan P-M-P' içerik ve formülü de artık çoktan geride kalmıştır. Fakat bu yaklaşım, postkapitalizm savunusudur; sağından değil de ''sol''undan, ''sol'' keskinlikle örtüleme tutumuyla ortaya çıkan yorumuyla ya da kılıfıyla.


Gerek kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde gerekse onun en üst ve son aşaması olan emperyalist kapitalizm çağında, kapitalist üretim tarzı P-M-P' hareketine dayanır. Emperyalizm döneminde bu temel sarsılmış da olsa, sözkonusu maddi temel ve hareket biçimi devam etmektedir. Artı değer üretmeyen salt para sermayeye dayanan bir kapitalizm yoktur ve olmayacaktır. Çünkü “Artıdeğer üretimi, bu üretim tarzının mutlak yasasıdır.” (Kapital, C.I, s. 590) Ve bu yasa, emperyalizm olgusuyla birlikte azami kar yasası olarak süreci belirlemektedir. “Kar oranı, kapitalist üretimin itici gücüdür. Nesneler, ancak, bir kar üretebildikleri sürece üretilir.” (age., s. 229) Bugün de aynı değil mi! Açık ki, artı-değer hem sermayenin, hem de sermaye birikiminin ve genişletilmiş yeniden üretimin başlıca kaynağıdır. Zaten kapitalizmin gizi de burada yatar. Bu gizemi aydınlatan da Marx’dır. Sermayenin kendini genişletmesinin sırrı, “özü bakımından karşılığı ödenmemiş emeğin maddeleşmesi” demek olan artı-değer gaspıdır. (Kapital, C. I, age., s.507)


Kapitalist üretim biçiminin maddi temelini para-sermaye (finansal sermaye) değil kapitalist meta üretimi oluşturur. Kapitalizmde meta üretimi, genel ve egemen hale gelir. Kapitalist üretim pazar için üretimdir. Her iktisadi-toplumsal formasyonun bir maddi temeli vardır. Kapitalizmde bu temel; metadır, meta üretimidir. Kapitalizmde para sermaye üretiminin de maddi temelini kapitalist maddi üretim oluşturur. Kapitalist üretim tarzının doğuş ve gelişme süreci P-M-P' hareketinin, bu temele bağlı olarak kapitalist para sermayenin de (P-P' hareketinin) doğuş ve gelişme sürecidir.


Böyle bir maddi temel olmaksızın, kapitalist para sermayeden ve P-P' hareketinden de bahsedilemez. Demek ki artı-değeri yaratan sektör, para-sermaye sektörü değil, kapitalist maddi üretim sektörüdür. Kapitalist maddi üretim sektöründe (P-M-P') yaratılan artı-değer; kârın, faizin, rantın ana kaynağını oluşturur. Artı-değer, burjuvazi içerisinde kar, faiz, rant olarak dağılır. O halde para sermayesinin de kaynağı artı değerdir. Para sermaye artı-değer yaratmaz ama artı-değerden pay alarak, gelişir, semirir. Ve o, maddi üretime akan kısmı hariç, tümüyle tefeci, rantiyer, asalak karaktere sahiptir.


Bu gerçeklerden yola çıktığımızda ''emperyalist küreselleşme'' aşamasında kapitalist üretim tarzının artı-değer yaratmadığı bir palavradan ibarettir, dahası P-M-P' hareketi sonlandığına göre P-P' hareketi de sonlanmış demektir. Öyle ya ikincisi birinci hareketin üzerinde yükselir ve birincisinin son bulmuş olması ikincisinin de sonlandığı ve günümüzün küresel kapitalist mali sermayesinin bir temelden ve pusuladan yoksun keyfi kararlarla yönetildiği, hareket ettiğini savunmak demektir. Yani hayali bir dünyada, hayali bir ekonomik ve mali piyasalardan bahsediliyor gerçekte. O zaman sormak gerekiyor hangi toplum biçiminde yaşıyoruz? Bu nesnel yasaları olmayan, maddi temeli olmayan bu toplum ne menem bir toplumdur? Anlaşılan postmodernizmin teorisinin sağından değil de solunda mevzilenerek ütopik, sanal bir toplum biçimi savunuluyor yazar tarafından.



Ayrıca vurgulamak isteriz ki, artı-değer üretmeyen, sadece finansa dayanan bir kapitalizm düşünülemez. Marx, burada da bizlere yol göstermektedir: “... Bütün sermayeyi para sermayeye çevirme fikri, hiç kuşkusuz, düpedüz saçmalıktır. Hele, sermayenin, herhangi bir üretken işlevi yerine getirmeksizin, yani faizin ancak bir kısmını teşkil ettiği artı-değeri yaratmaksızın, kapitalist üretim tarzı temeli üzerinde faiz sağlayabileceğini; kapitalist üretim tarzının, kapitalist üretim olmaksızın da yoluna devam edebileceğini düşünmek daha da büyük saçmalık olur. Eğer kapitalistlerin çok büyük bir kısmı, sermayelerini para-sermayeye çevirecek olsaydı, para sermayede korkunç bir değer kaybı, faiz oranında müthiş bir düşme olur, pek çoğu hemen, faizle yaşamlarını sürdüremeyecek hale gelir ve tekrar sanayi kapitalisti haline gelmek zorunda kalırlardı.” (Kapital, C.III, s. 332)


Yazar bunları anlamaktan, kavramaktan yoksundur. Kanıtı da savunduğu teori ve tezlerdir.


Bugün dolaşımdaki sermayenin %95/98’inin üretim sermayesinden, maddi üretimden koparak her türlü mali piyasalarda (borsa, devlet tahvili, hisse senedi, repo, döviz kurları, gayrimenkul piyasası vs.) vurgun yaptığını biliyoruz.


Fakat bundan hareketle tekelci kapitalizmi “finansal kapitalizm” olarak tanımlamak ya da farklı kılıflarla bu vb. teorileri savunmak emperyalizmi tanımamak, kavramamak ve dahası postmodernizmin ideolojik etkisi altında emperyalizmi tahrif etmek demektir. Çünkü , emperyalist karın kaynağı artı değerdir. Artı değer ise, kapitalist maddi üretim sektörleri tarafından üretilmektedir. Para sermayenin de, faizin de kaynağı artı değerdir ve aşırı birikmiş sermaye, aşırı birikmiş bedava emek ya da gasp edilmiş artı değerdir. Artı değer üretmeyen bir kapitalist emperyalizm, kapitalist emperyalizm olmaktan çıkmış demektir. Oysa emperyalist kapitalizm tekelci kapitalizm olarak kaldıkça bu mümkün değildir. Dolayısıyla, “finansal kapitalizm” tezi ya da teorisi, nesnel olarak, bu gerçeği yadsımaktadır. Artı değer üretmeyen ve her bakımdan para sermayeye dayanan bir emperyalizm tezi, emperyalizmin niteliğinin değiştiği, emperyalizmden sonra gelen yepyeni bir ekonomik ve toplumsal düzenle karşı karşıya olduğumuz ya da artık böyle bir toplumda yaşadığımız savunusunun değişik bir biçimini/versiyonunu ifade eder.


Ekonomilerin malileşmesi” emperyalizmin temel karakteristik özelliklerinden birisidir ve emperyalist tekelci kapitalizmin bu eğilimi uluslararası tekellerin emperyalizmiyle birlikte en uç noktalarına doğru uzanmış bulunuyor. Bu kronik sermaye fazlası olgusunun da çarpıcı bir yansımasıdır. Küreselleşerek kronikleşmiş sermaye fazlası, kronik kitlesel işsizlik, kronik kapasite kullanım düşüklüğü, kronik kitlesel yoksulluk, kronik durgunluk eğilimi emperyalist tekelci kapitalizmin çürümesinin, asalaklaşmasının, üretici güçlerin özgürce gelişimini ne denli keskin ve yıkıcı bir şekilde önlediğinin de çarpıcı bir dile gelişidir. Para sermayenin bu denli üretim sermayesinden koparak uçması, emperyalizmin “finansallaşma” eğiliminin bu denli yükseklere çıkması (Lenin de bunu tahlil eder) özellikle emperyalist küreselleşmenin son atılımına özgü bir özellik olarak saptanabilir. Ama emperyalizm bununla birlikte emperyalizm olmaya devam etmektedir. Dolayısıyla Lenin’in emperyalizm teorisinin bu yeni dönemde eskidiği vs. teori ve tezleri işkembe-i kübradan konuşmaktan ve tasfiyeci manipülasyondan ibarettir.


Bu olgu, emperyalist kapitalizmin aşırı çürüdüğünü, doğanın ve insanlığın sırtından bir an önce atılması gereken bir sistem olduğunu kanıtlar. O, kendi yıkımının koşullarını kendisi yaratmış, olgunlaştırmış, keskinleştirmiştir. Tarihsel ve toplumsal gelişmenin sermayenin paslı parangalarından, proletarya ve halkların, doğanın yıkımdan kurtulmasının, kurtarılmasının tek yolu, eşitsiz gelişme yasası üzerinde yükselen ve yükselecek olan uluslararası proleter devrimin zaferidir ve nesnel koşullar bugün dünden daha keskinleşerek olgunlaşmıştır. Enternasyonal proletaryanın önderliğinde emperyalist dünya sistemi yıkılmadıkça o ne kendiliğinden yıkılacaktır ne de emperyalizmden sonra gelen ve emperyalizm olmaktan çıkmış bir kapitalizm aşamasına geçilecektir. Emperyalizmin ekonomik, siyasi, ideolojik, kültürel krizi onun genel bunalımının ifadesidir ve emperyalizmdeki aşırı çürüme, onun genel bunalımını sürekli keskinleştirirken, devrimci ve sosyalist yıkımın zaferi için de koşulları daha keskin hazırlamaktadır. Nesnel yasalar yadsınarak bu gerçekler anlaşılamaz, dahası keyfi teoriler, tezler, analizler Marksizm vs. adına ortalığı alabildiğince kirletir ve kirletmektedir de.


Unutmamak gerekir ki, kapitalizmde her şey gibi ücretli emek de metadır. Marx’ın dediği gibi, “ücretli emek bir metadır. Hatta ürünlerin metalar olarak üretiminin, üstünde gerçekleştiği temeldir.” (Artı-Değer Teorileri, İkinci Kitap, s. 380, Sol Yay.) Bu temel bugün de devam etmektedir.


Bu bağlamda Lenin'in şu saptaması bize yol göstermeye devam ediyor;


Bu sözler (Lenin’in bu paragraftan hemen önce kitabına aktardığı Alman iktisatçı Kestner’in sözleri- bn.), açıkça şu anlama geliyor: Kapitalizmin gelişmesi öyle bir noktaya kadar varmıştır ki, meta üretimi henüz egemenliğini korumak ve ekonomik yaşamın temeli sayılmakla birlikte, aslında, sarsılmakta ve karların büyük kısmı para oyunları yapan ‘dehalara’ akmaktadır. Bu para oyunlarının, bu düzenbazlıkların temelinde ise üretimin toplumsallaşması vardır; ancak bu toplumsallaştırmaya değin yükselmiş insanlığın böylece gerçekleştirdiği büyük ilerlemeden yararlananlar spekülatörlerdir…” (Emperyalizm, s. 30-31) “Kapitalizmin özelliği, genel olarak, sermaye sahipliğini, bu sermayenin sanayide uygulanışından; para sermayeyi, sınai ya da üretken sermayeden, yalnızca para sermayeden elde ettiği gelirle yaşayan rantiyeyi, sanayiciden ve sermayenin yönetimi ile ilgili herkesten ayırır. Bu ayrılma, geniş ölçülere ulaştığı zaman, mali sermayenin egemenliği ya da emperyalizm, kapitalizmin en yüksek aşama çizgisine gelir. Mali sermayenin bütün öbür sermaye çeşitlerinden üstünlüğü rantiyenin ve mali oligarşinin egemenliği anlamını da taşır…”


Lenin'in bu analizi bugün, uluslararası tekellerin damgasını bastığı emperyalizm evresinde çok daha çarpıcı, daha keskin geçerli hale gelmiştir.


Sermaye kar oranları kapitalist maddi üretim sektörlerinde düşük olduğu için mali piyasalara yığılmaktadır. Sermayenin bu yönelimi aynı zamanda kar oranlarının düşüşünü engellemeyi amaçlamaktadır. Aşırı birikmiş sermaye, aşırı birikmiş para sermaye üretim yerine, değersizleşme ve çökme riskine karşı koymak için, artan oranda paradan para kazanma piyasasına yönelmektedir. Bu yolla da artı değere artan oranda el koymaktadır. Mali piyasalar, para sermayenin kendini ürettiği ve birikimini geliştirdiği piyasalardır. Para sermayenin artan oranda üretimden kopuşu ve paradan para kazanmaya yönelmesi emperyalizmin eğilimlerinden birisidir. Bu eğilim, bugün kendi doruğuna ulaşmıştır. Yani bu eğilim, ne yenidir ne de son çeyrek asırlık kesitte ilk defa ortaya çıkan bir eğilimdir. Bu eğilim daha baştan emperyalist kapitalizme içselleşmiş bir eğilimdir ve emperyalizmin artan durgunluk ve çürümesinin, can çekişmesinin somut, tipik ve başta gelen görünümlerinden birisini oluşturmaktadır. Emperyalist kapitalizmin üretici güçlerin özgürce gelişimini çok keskin bir şekilde önlediğinin çarpıcı kanıtlarından birisidir.


''Emperyalist küreselleşme aşaması'' ve ''Varoluşsal kriz'' ardına geçerek kapitalizmin nesnel temelinin olmadığını (kapitalizmin nesnel yasalarının olmadığını) iddia etmek küçük burjuvazinin burjuva demokratik ön yargılarının subjektif idealizm olarak dile gelmesinden öte başka bir şey değildir.


DEVAM EDECEK


Hasan OZAN İLTEMUR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder