''Gerçek nasıl araştırılmalıdır? Kişi, birbiriyle çelişkin fikir ve savlar kargaşası içinde yolunu nasıl bulabilir?
Her mantıklı kişi, eğer belli bir konu üzerinde sert bir tartışma fırtınası esiyorsa, gerçeği bulmak için, tartışmadaki tarafların söyledikleriyle yetinmemesi, gerçekleri ve belgeleri bizzat incelemesi, tanıklardan elde edilebilecek kanıtlar olup olmadığını ve varsa bu kanıtlara güvenilip güvenilmeyeceğini görmesi gerektiğini bilir.
“Kuşkusuz bunu yapmak her zaman kolay değildir. Ele geleni, kulağa rasgeleni, daha ‘açıktan’ haykırılanı falan olduğu gibi kabul etmek, çok ‘daha kolay’dır. Ancak bunlarla yetinen kişiye herkes ‘akılsız’ der, kuş beyinli der, kimse ciddiye almaz. Önemli herhangi bir sorunda, bağımsız olarak gerekli ölçüde araştırma ve inceleme yapmadıkça gerçeği bulmak olanaksızdır. Çalışmaktan korkan kişi gerçeği bulamaz.'' (Lenin, Tasfiyecilik Üzerine, s. 249, ila.–italikler Lenin’e ait-, Sol Yay.)
Yazımızın ilk bölümünde, Marks ve Engels'in komünizm teorisini, ikinci bölümünde Lenin'in, üçüncü bölümünde Stalin ve III. Enternasyonal'in, dördüncü bölümünde Enver Hoca'nın komünizm teorisini inceleyeceğiz. Bu inceleme onların sosyalizm ve komünizm arasındaki diyalektik ilişkiyi nasıl kavradıkları ve teorik düzeyde sorunu nasıl koyduklarını gösterecek.
Burjuva liberal fırtınan, post-Marksist tasfiyeci rüzgarlar olarak komünist hareketi teslim almaya, uzun yıllardır içerden kemirerek esaslı tahribatlar yarattığı koşullarda bu sorunun eleştirel perspektiften ele alınması, revizyonist, oportünist, reformist, Troçkist eğilim ve çizgilerin gerçeklerinin açığa çıkarılması zorunludur. Geride kalan süreçte faşist diktatörlük partiye on kez zarar vermişse, tasfiyecilik partiye yüz kez zarar vermiştir. Bu tablo, aynı zamanda partinin küçük burjuva oportünist günahlarının ürünüdür. Bu günahlarımız tasfiyecilik için zemin oluşturmuş, alan açmış, adeta özgürce at koşturmasına, proletarya sosyalizmini darbelemeye devam etmesine hizmet etmiştir.
Burjuva baskısının parti içerisindeki gerici etkisi ve yansıyıp somutlaşması olan ve dünya proletaryasına, dünya proleter devrimine, onun ifadesi olan Marksizm-Leninizm'e karşı yine Marksizm maskesiyle mücadele eden tasfiyecilik ve değişik renkleri, inanç yitimini ifade etmektedir. ''Dogmatizme'', ''ideolojik-teorik tutuculuğa'', ''mezhepçi Marksizme'', ''muhafazakarlığa'' karşı mücadele, ''Stratejik önderlik'', ''parti tarzı'', ''eleştirinin devrimci şiddeti'', ''düzgün parti işlerliği'', ''adanmış devrimcilik'', ''romantik devrimcilik'', ''yaratıcı Marksizm'', ''21. yüzyılın sosyalizmi'', ''ezilenlerin feda partisi'' vb. laf yığınlarının, sloganların ve teorileştirmelerin arkasına gizlenmiş olan tasfiyecilik partiyi parti olmaktan çıkararak dar bir sekte, niteliğini bir hayli yitirmiş bir yapıya indirgemiştir. Her saniye hatırlanmalıdır ki, revizyonizm, tasfiyecilik, oportünizm tarihsel sürekliliğe ve uluslararası karaktere sahiptir; anlık ortaya çıkan ve yok olan, ''bazı yoldaşların hataları'', kısmi bir olgu değildir. Bir Japon atasözü şöyle der, ''Pirincin içindeki siyah taştan değil, beyaz taştan kork.''
Bu süreç, değişik tasfiyeci revizyonist eğilimlerin sıkı bağlaşması temelinde gerçekleşmiştir, gerçekleştirilmiştir. Açık ki, ''sosyalizmin sorunları'' üzerinde süregiden ideolojik mücadele ve tarihten çıkarılan dersler kendi tarihimizin evriminde, yalnız teori değil, politika ve örgüt, kadro politikası ve çalışma tarzı, yönetme yönetilme ilişkilerinin ideolojik mücadele, eleştiri, özeleştiri bütünselliğinde somutlaşmazsa, gerçek bir ilerleme kazanılamayacak, her duruma ve döneme kendisini uyarlama yeteneğine sahip çok dinli, çok kişilikli oportünist zihniyet ve kişilerin, yeni manevralarına alan açacaktır. Buna daha baştan izin verilmemeli, partinin geleceği ve amaçlarına doğru yürürken ilkelerini ve ilkeli pratiğini ideolojik-siyasi-örgütsel bakımdan bütünsel donanımla güvence altına almak zorunludur.
Bu ön açıklamanın ardından konuya girebiliriz artık.
Önce bir hatırlatma, çünkü bu sözde düşüncelerin propagandası bangır bangır yapılmaktadır.
Troçki'ye ve izleyicilerine inanacak olursak, sosyalizm sınıfsız toplumdur. Komünizm sadece sosyalist toplumun olgunlaşmış evresidir. İkisi de sınıfsız toplumdur. Aradaki fark, sadece niceliksel farklılıktır, sınıfsız komünizm sınıfsız sosyalizmin daha olgunlaşmış halidir. İnanacak olursak bu teori Marks ve Engels'e aittir. Lenin de Marks ve Engels'in teorisini savunmaktadır. Troçkizm'e göre, sosyalizmin sınıflı bir geçiş toplumu olarak kavranması ''Stalinist çarpıtmanın'' ürünüdür. Stalin ve III. Enternasyonal Bolşevizm'e/Leninizm'e ihanet etmiştir. Bu ihanet, Marks, Engels, Lenin'in sosyalizm ve komünizm teorisinin revize edilmesinde de somutlaşmıştır.
Troçkizm'e ve izleyicilerine göre, emperyalizmin en zayıf bir ya da birkaç halkasının proleter devrimle kırılmasıyla, proletarya diktatörlüğünün kurulmasıyla, proletarya önderliğinde sosyalizmin inşa edilebileceğini savunmak ''Stalinist milliyetçi sosyalizm''dir, ''Stalinist ihanet''in eseridir. Bir ya da birkaç ülkede proleter devrimin zaferi, proletarya diktatörlüğünün kurulması, sınıfın öncülüğünde sosyalist bir toplumun kurulması imkansızdır ve yenilgiye de mahkumdur. Çünkü sosyalizm komünist sınıfsız toplumdur ve ancak en ileri kapitalist ülkelerde proleter devrimin zaferi eşliğinde dünya devriminin zaferiyle sosyalizm-komünizmin inşanın yolu açılabilir. Yani bu yolun açılması, kaderimiz AB, ABD, İngiltere gibi emperyalist merkezi kapsayan ülkelerde proleter devrimin zaferine bağlıdır. Dünya devrimi zafere eriştikten sonra da sosyalizme geçilemez, bunun için uzun bir geçiş süreci yaşanacak, sosyalist sınıfsız topluma ulaşabilmek için ''geçiş toplumu'' sürecinden geçilecektir. İnanacak olursak Lenin de sorunu böyle koymuştur ve Lenin, Ekim Devrimi ile Troçki sayesinde kendini yenileyerek hidayete ermiştir.
Biz burada, şimdilik kendimizi sosyalizm ve komünizm teorisi alanıyla sınırlayarak sorunu ortaya koyacağız.
Troçki ve izleyicileri, Marks, Engels, Lenin'in sosyalizm ve komünizmi, olgunlaşmamış komünizm olan sosyalizmle olgunlaşmış komünizm olan sınıfsız toplum arasında ayrım yaptıklarını çok iyi biliyorlar. Marksizm-Leninizm ustalarının, kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde sosyalizmin komünist toplumun alt evresi, henüz sınıflı bir toplum olduğunu; komünizme, proletaryanın proletarya diktatörlüğü aracılığıyla kesintisiz bir devrim sürecinden geçerek ulaşılacağını savunduklarının mükemmel bir biçimde farkındadırlar. Böyle olduğu içindir, Troçkist demagoji ve ideolojk saldırı revizyonizmlerini kamufle etme gereksinimi duyuyorlar. Teorilerinin Marks ve Lenin'le uyumlu olduğunu göstermek için iki aşamadan falan bahsediyorlar. Bu manevrayla, Marksist-Leninist teoriyi tümden revize ederek Marksizm-Leninizm'in yerine Troçkizm'i geçirmek istiyorlar ya da geçiriyorlar. Leninizm'e, Marksizm-Leninizm'e saldırılarını da ''Stalinizm''e, ''Stalinist tek ülkede sosyalizmin inşası teorisi''ne karşı mücadele adına maskeliyorlar.
Konuya hep birlikte yakından inceleyelim, bakalım Marks, Engels bu konuda ne demiş;
''Komünist toplumun daha yüksek bir evresinde, bireylerin işbölümüne kölece boyun eğmesinin ve onunla birlikte de kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin ortadan kalkmasından sonra; emek, yalnızca yaşam aracı değil, yaşamın birincil gereksinmesi haline gelmesinden sonra; bireylerin her yönüyle gelişmesiyle birlikte, üretici güçlerin de artması ve bütün kolektif zenginlik kaynaklarının gürül gürül fışkırmasından sonra - ancak o zaman, burjuva hukukunun dar ufukları tümüyle aşılmış olacak ve toplum, bayraklarının üzerine şunu yazabilecektir: 'Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre! " (Gotha ve Erfut Programının Eleştirisi )
Demek ki komünizm (olgunlaşmış komünizm) sınıfsız toplumdur. ''Herkesten yeteneğine, herkese gereksinmesine göre!'' ilkesinin geçerli olduğu toplum biçimidir.
Engels, ''Komünizmin İlkeleri''nde şunları yazar;
“Gelişimin akışı içerisinde sınıf ayrımları kalktığında ve üretim tüm ulusun geniş bir birliğinin ellerinde yoğunlaştığında, kamu gücü siyasal niteliğini yitirecektir. Gerçek anlamında siyasal güç, bir sınıfın bir başka sınıfı ezmek amacıyla örgütlenmiş gücüdür. Eğer proletarya, burjuvaziyle savaşımında, koşulların zorlamasıyla, kendisini bir sınıf olarak örgütlemek zorunda kalacak, bir devrim yoluyla kendisini egemen sınıf durumuna getirecek, ve egemen sınıf olarak eski üretim koşullarını zor kullanarak ortadan kaldıracak olursa, o zaman, bu koşullarla birlikte, sınıf karşıtlıklarını ve genel olarak sınıfların varlık koşullarını da ortadan kaldırmış ve, böylelikle, bir sınıf olarak kendi egemenliğini ortadan kaldırmış olacaktır.
Sınıflarıyla ve sınıf karşıtlıklarıyla birlikte eski burjuva toplumunun yerini, kişinin özgür gelişiminin, herkesin özgür gelişiminin koşulu olduğu bir birlik alacaktır.” (Marx – Engels, Seçme Yapıtlar, C. 1, s. 155)
Demek ki, komünizme, yani sınıfsız topluma proleter devrimin zaferiyle hemen ve doğrudan değil, ''Gelişimin akışı içerisinde'' ulaşılacaktır.
Peki olgunlaşmamış komünizm, bir diğer ifade ile sosyalizm nedir? Yine Marks'ı izleyelim;
''Burada ele almamız gereken, kendi temelleri üzerinde gelişmiş olan değil, tersine, kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle bir komünist toplumdur; dolayısıyla, iktisadi, manevi, entelektüel, bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun damgasını hâlâ taşıyan bir toplumdur.''
Demek ki, sosyalizm, kendi öz temelleri üzerinde yükselen bir toplum değil. Aksine, ''kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle bir komünist toplumdur.'' Demek ki, kapitalizmden komünizme geçişte alt bir evre, bir geçiş toplumudur sosyalizm. Doğal olarak, proletarya, proleter devrimin zaferiyle tarihten, kapitalizmden kaynaklanan ve süregelen eşitsizliklere bir çırpıda son veremez. Marks'ın dediği gibi, ''Ama bu gibi kusurlar, uzun ve sancılı bir doğumdan sonra kapitalist toplumdan çıkıp geldiği şekli ile komünist toplumun birinci evresinde kaçınılmaz şeylerdir.” (Marx – Engels, Seçme Yapıtlar, C. 3, s. 21.3)
Biliniyor, ''gelişme karşıtların mücadelesidir'', bu bir. “Somut tarihsel durumda geçmişin ve geleceğin unsurları elbette iç içe geçer, iki yol kesişir.” (Lenin), bu da iki. Bu gerçekler, kapitalizmden komünizme geçiş sürecinin çarpıcı olguları olarak karşımıza çıkar. Sosyalizmden komünizme geçiş süreci bir yanda yıkılmış ama eşitsizlikleri, gerilikleri, kiri-pası ile kapitalizmin yolunu besleyen ve restorasyonu tehlikesini içeren, öte yandan nihai amaca kilitlenmiş bir yolda sosyalist üretim ilişkilerinin örgütlendiği ve geliştirildiği bir süreçtir. Burada geçmişin ve geleceğin unsurları iç içe geçmiştir ve aralarındaki kesintisiz mücadele her cepheyi kapsayarak gelişir; proletarya komünizme doğru yürüdükçe, eski yitip gider, yerini kendi bağımsız temelleri üzerinde yükselen komünizme bırakır.
Bu durum nesnel bir durumdur, kararnameler çıkarmakla, masabaşı kararlarla, parti ve devletin direktifleriyle, niyet beyanları ile, bir sihirli dernekle aşılması olanaklı değildir.
Kapitalizmin bağrında doğan, gelişen ve zafer kazanan proletarya devrimi, politik iktidar tekeline dayanarak sosyalist üretim ilişkilerini örgütlemeye başlar. Çünkü sosyalist üretim ilişkileri, kapitalist üretim tarzının bağrında doğmaz, kapitalist üretim ilişkileri ile yan yana olamaz ve gelişemez. Böyle olduğu içindir ki proletarya devriminin zaferi ile kurulan proletarya diktatörlüğü, ekonomik devrimi örgütlemeye girişir. Kent ve kır burjuvazisi mülksüzleştirilir. Temel üretim araçları devletleştirilir. Sosyalist planlı ekonomiyi geliştirerek örgütler vb.
Bu olgunlaşmamış komünizm olan ama komünizme doğru gelişen sosyalizm gerçeğidir. Komünizmin alt evresi olan sosyalizmde sınıf mücadelesi iç ve küresel alanda karmaşık daha keskin ve özgül biçimler alarak sürer; sosyalizm henüz sınıflı bir toplum olduğu için sınıf mücadelesinin araçları olan parti, devlet, ideoloji vs. varlığını korur. Sınıfsız, devletsiz bir sosyalizm teorisi, ütopiktir, idealisttir, dogmatik bir şemadır, tarihsel ve toplumsal gelişmenin nesnel karakterini ve nesnel gelişme yasalarını yadsır.
Peki komünizmin alt evresi, komünizme (sınıfsız toplum) geçiş toplumu olan sosyalist toplumun genel çizgileriyle tablosu nedir? Özetleyelim;
“Kapitalist toplum ile komünist toplum arasında, birinden ötekine devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Buna da bir siyasal geçiş dönemi tekabül eder ki, burada devlet proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.” (Marx – Engels, Seçme Yapıtlar, C. 3, iMa., s. 312)
Demek ki, burjuva egemenliğin proleter devrimle yıkılmasıyla açılan yeni tarihsel süreç, bir geçiş sürecidir ve bu geçiş sürecinin (sosyalizm) devleti de proletarya diktatörlüğüdür. Proletarya diktatörlüğü olmaksızın ne proletaryanın egemen sınıf olarak hegemonyasından, ne sosyalizmden ne de komünizme geçişten bahsedilebilir.
Proletarya diktatörlüğü (sosyalist devlet) bir geçiş devletidir. İşte bu geçiş süreci sınıflı bir toplum olduğu için bir devlet vardır, devletsiz bir sosyalizm teorisi anarşist bir saçmalıktır. Sınıf mücadelesi temelinde sınıfsız topluma geçişi örgütleyerek kendi varlığı da sönümlenen bir devlettir. Sosyalist toplumun bir geçiş toplumu olması, aynı zamanda sosyalist devletin de bir geçiş devleti olmasını belirleyip yönlendirmektedir. Sınıfsız sosyalizm, devletsiz sosyalizm, sosyalist toplumu örgütlemeden komünizmin üst evresine doğrudan geçiş teorileri gerici bir safsatadan ibarettir. Devlet komünizmde sonlanır.
Marksizm-Leninizm’e göre komünist toplum sınıfsız, devletsiz bir toplumdur. Komünizmin alt evresi sosyalizmde ise, hala sınıflar, devlet vardır… Sınıflar ve devlet, komünizmin alt evresi sosyalizmin gelişerek komünizmin üst evresine varmasıyla son bulacaktır. Ve bu geçiş sürecinin devleti de proletarya diktatörlüğüdür. Açık ki, proletarya diktatörlüğü, kapitalizmden komünizmin alt evresine değil, komünizmin üst evresine (olgunlaşmış komünizm) geçiş sürecinin devletidir. Oysa burjuva, küçük burjuva kurnazlığı, proletarya diktatörlüğünü, proletarya diktatörlüğü altındaki geçiş sürecini komünizme (komünizmin üst evresine) değil, komünizmin alt evresi olan sosyalizmle sınırlıyor, böylece sosyalizmi sınıfsız toplum olarak lanse ediyor.
Burjuva diktatörlüğü yıkılmasına ve proletarya egemen sınıf olarak örgütlenmesine (proletarya diktatörlüğü) karşın, bu yeni tarihsel dönemeçte ve süreçte, sınıflar henüz ortadan kaldırılabilmiş değil, toplumsal iş bölümü sürmektedir. Kafa emeği ile kol emeği, kent ile kır, yönetme ve yönetilme ilişkileri, cinsiyet eşitsizliği ve çelişkileri bir olgudur. Henüz ''burjuva ufkun dar sınırları'' aşılamamıştır. Çalışma, henüz ''yaşamın birincil gereksinmesi haline'' gelmemiştir. Üretici güçler yeterince gelişmediği, üretim yetersizliği henüz aşılamadığı için ''Herkesten yeteneğine, herkese emeğine göre'' ilkesi sosyalist toplumun genel ilkesi olarak sürece damgasını basmaktadır. Sınıflarla birlikte sınıf mücadelesi sürmektedir. Sınıf mücadelesi yeni tarihsel koşullar altında gelişir. Devrilmiş sınıfların kaybettikleri cenneti geri almak için direnişi bin kez daha şiddetli keskinleşir; gerek içerde gerekse de dışardan gelen tehlikeler yüzünden kapitalizmin restorasyonu tehlikesi devam eder.
Bu tablo içinde,
''Proletarya, siyasal egemenliğini, tüm sermayeyi burjuvaziden derece derece koparıp almak, bütün üretim araçlarını devletin, yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın elinde merkezileştirmek için, ve üretici güçlerin tamamını olabildiğince çabuk artırmak için kullanacaktır.'' (Engels)
Komünizmin alt evresi, komünizme bir geçiş evresi, bir geçiş toplumu olan sosyalizm kurulmadan komünizme geçişten zaten bahsedilemez ki! Geçiş toplumu üzerine boş lafazanlık, sınıflar üstü bir geçiş toplumu üzerine anarşist demagoji şunları izah edemez;
Bir geçiş toplumu aracılığıyla sosyalist üretim ilişkileri kurulup yetkinleştirilmeden nasıl komünist üretim ilişkilerine dayanan sınıfsız komünist topluma geçilebilir?
Eğer komünizm Marks'ın vurguladığı iş bölümünün son bulduğu, sınıfların ve sınıflar mücadelesinin araçlarının sonlandığı bir toplumsa, “Komünist toplumun daha yüksek bir evresinde, bireylerin işbölümüne kölece boyun eğmesinin ve onunla birlikte de kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin ortadan kalkmasından sonra'';
''emek, yalnızca yaşam aracı değil, yaşamın birincil gereksinmesi haline gelmesinden sonra;''
''bireylerin her yönüyle gelişmesiyle birlikte, üretici güçlerin de artması ve bütün kolektif zenginlik kaynaklarının gürül gürül fışkırmasından sonra'' geçilebilecekse;
yani ancak bu son durumda, yani geçiş toplumunun sonunda '' ancak o zaman, burjuva hukukunun dar ufukları tümüyle aşılmış olacak ve toplum, bayraklarının üzerine şunu yazabilecektir: ‘Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre!'' ilkesi yaşam bulacaksa, bu durumda sınıfsız toplumun alt evresi olan bir sosyalizm evresi olmadan ve bu evrede tüm bu eşitsizlikleri önce daraltacak, sonra giderecek bir geçiş aşaması yaşanmadan, yani sosyalist iktisadi temel, sosyalist üretim ilişkileri kurulup geliştirilmeden (maddi-ekonomik temel) nasıl komünizmin üst evresine geçilebilir ki!!!
''Olgunlaşmamış komünizm olan sosyalizm aşamasında bölüşüm alanında geçerli ilke 'herkesten yeteneğine herkese emeğine göre' ilkesidir. Ve burada söz konusu olan 'eşit hak, hala - ilke olarak - burjuva bir haktır', 'bu eşit hak', hala burjuva sınırlar içerisinde kalmaktadır. Üreticilerin hakkı, sağladıkları emekle orantılıdır; gerçekte, ölçümün aynı ölçütte, emek ile yapılmasından ileri gelmektedir.” (Age., s. 29, iMa.)
İddia edildiği gibi, eğer sosyalizm komünizmse, sosyalizm sınıfsız toplumsa, birincisi ile ikincisi arasındaki ilke ayrılığı (herkesten yeteneğine, herkese emeğine göre + herkese yeteneğine, herkese gereksinmelerine göre) olmazdı.
Açıkça kavranabileceği gibi Troçkist vb. akımların sosyalizmi komünizm olarak sunmaları Marks'ı, Engels'i çapıtarak mümkündür; bu fikirleri Marks'ın, Marksizm fikirleri olarak sunmak sefil bir demagoji ve manipülasyondur. Oltada balık olmak komünistlerin işi değildir. Troçkizm Marksizm-Leninizm'e karşı gerici savaşımını görünmez hale getirmek, Troçkizm'i Marksizm, Marksizm ve Lenincilik olarak pazarlamak için bu manipülasyonu yapmaktadır.
Sosyalist devrimin zaferi bir son değil, yeni bir başlangıçtır; dünya çapında komünizm nihai amacına bağlanmış bir kesintisiz devrim sürecidir. Proletarya diktatörlüğü de kesintisiz devrimin aracıdır. Politik devrim, ekonomik devrim, ideolojik ve kültürel devrim, tek ve birleşik, iç içe geçmiş devrimci geçiş sürecinin, olgunlaşmamış komünizmden olgunlaşmış komünizme geçişin aracıdır. Tarihten devralınan tüm ekonomik ve sosyal eşitsizliklerin, sosyalist üretim ilişkilerinin sürekli devrimcileştirilmesi temelinde adım adım aşılması sürecidir. Bu kesiksiz devrim süreci, iç ve uluslararası arenayı kapsayan, dünya komünizminin zaferiyle bağlı bir geçiş sürecidir. Kendi başına, kendisine yeten bir devrim ve inşa süreci değil, emperyalizmin en zayıf bir ya da birkaç halkasının proleter devrimle kırılmasıyla, kapitalizmin eşitsiz gelişme yasası ekseninde uluslararası proleter devrim sürecinin zaferi, sosyalist toplumun inşasının sürekli geliştirildiği ve dünya komünizmine (sınıfsız toplum) varma eylemidir. Proletarya diktatörlüğü altında sosyalist üretim ilişkileri yaratılmadan, en ileri teknik temele dayan sosyalist ekonomik temel yaratılarak kesintisiz yetkinleştirilmeden; komünizme giderken, sürekli bir gelişme çizgisinde her türlü eşitsizliğin giderek azaldığı ve giderek aşıldığı bir sosyalist toplum kurulamadan komünizme ulaşmak olanaklı olmayacaktır. Ki bu süreç diyalektik gelişimi içerisinde tamamlandığında kendi öz bağımsız temelleri üzerinde yükselen komünist topluma (olgunlaşmış komünizme) ulaşılmış; zorunluluklar aleminden özgürler alemine geçilmiş olunacaktır.
Bu süreç mekanik bölünmeye dayanan bir süreç değil, aksine ilk aşamanın evrimi ikinci aşamanın gelişmesi; birincisinin gelişimi ikinci tarafından aşılması olarak bütünsel bir gelişme sürecidir. Bu süreç iç içe geçmiş bir gelişim sürecidir. Birincisi ikincisine dönüşür, ikinci birincisinin olgunlaşmış ve birincisinin tarihsel olarak aşılmış halidir; geçiş süreci (olgunlaşmamış komünist toplum) ve kendi bağımsız temelleri üzerine yükselmiş temel toplum biçimine (olgunlaşmış komünist toplum) dönüşme. Sorun böyle konulabilir ancak.
Sosyalizmden komünizme geçiş sürecini belirleyen ve biçimlendiren şey, şudur;
“Bu sosyalizm genel olarak, sınıf farklılıklarının ortadan kaldırılması, sınıf farklılıklarının dayandıkları bütün üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılması, bu üretim ilişkilerine uygun düşen bütün toplumsal bağıntıların ortadan kaldırılması, bu toplumsal bağıntılardan doğan bütün düşüncelerin altüst edilmesine varmak üzere, devrimin sürekliliğinin ilânıdır, zorunlu bir geçiş noktası olarak proletaryanın sınıf diktatörlüğüdür” diyordu. (Marx-Engels, Seçme Yapıtlar, C. I, Sol Yay, Birinci Baskı, s. 341)
Ve açık ki, söz konusu geçiş sürecinin temel çelişkisi kapitalist yol ile sosyalist yol arasındaki çelişkidir ve geçiş toplumunu belirleyen olgu sınıfsızlık değil, sınıf mücadelesi ve kesintisiz devrim süreci olmasıdır.
Sosyalizmi, sosyalist inşayı, bu sürecin temel dinamiği olan sınıf mücadelesini ve kesiksiz devrimi reddederek komünizme varılamaz. Komünizmin henüz sınıflı alt evresi ve geçiş toplumu olan sosyalizmi sınıfsız toplum ilan etmek, sosyalist inşayı reddetmek, proletarya ile burjuvazi, kapitalizm ile sosyalizm arasındaki sayısız biçim alacak sınıf mücadelesini reddetmek, son tahlilde düpedüz dünya kapitalizmin ve burjuvazinin yanında saf tutmaktır. Troçkizm'in kapitalizmden sözde sınıfsız toplum olan sosyalizme geçiş sürecini ''geçiş toplumu'' olarak nitelerken, bu geçiş sürecinin karakterini bilimsel olarak açıklayıp tanımlamaması, geçiş toplumunu sınıflarüstü bir toplum görmesi, nesnel ekonomik yasaları olan bir toplum olarak görmemesi rastlantısal değildir yani.
Bir kere bu geçiş toplumunun maddi-teknik temeli yaratılır ve kurulur. Proletarya proletarya diktatörlüğüne dayanarak sosyalist üretim ilişkilerini inşa eder; politik geçiş sürecinde, ''''Proletarya, siyasal egemenliğini, tüm sermayeyi burjuvaziden derece derece koparıp almak, bütün üretim araçlarını devletin, yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın elinde merkezileştirmek için, ve üretici güçlerin tamamını olabildiğince çabuk artırmak için kullanacaktır.'' (Engels) İşte geçiş sürecinin karakteristiklerini Engels böyle ortaya koyar. Bunu yadsımak ve Marksizm olarak yutturmak revizyonizmdir, Troçkist dogmanın demagoji ve manipülasyonudur.
Marks ve Engels'in ifade ettiği geçiş süreci, ulusal ve uluslararası arenada süren ve dünya çapında proleter devrimin zaferiyle, proletarya diktatörlüğünün kuruluşuyla, proletarya diktatörlüğü (sosyalist demokrasi) aracılığıyla gerçekleşecek bir tarihsel devrim sürecidir. Komünizm temel toplum biçimidir. Sosyalizm bir geçiş toplumudur. Kapitalizmden komünizme geçişte bir ara basamaktır. İkincisi sınıfsız bir toplum, birincisi henüz sınıflı toplumdur. Sosyalizmden komünizme geçiş sınıflı toplumdan sınıfsız topluma geçiştir. Geçişin tarihsel karakterini belirleyen de budur. Troçkist teoriler bu teorik ve tarihsel deneyimi demagojik bir tarzda redderek Marksizm-Leninizm'e saldırmaktadırlar. Meselenin özü de buradadır. Troçkizm'in söz konusu çarpıtması, son derece bilinçlidir. Emperyalizmin, kapitalizmin, devrilmiş gericiliğin Hitler faşizminin ve faşist kampın amansızca yıkmak istediği SSCB'de (sonra ''Doğu Avrupa''da) kurulan toplumun sosyalizm olmadığını kanıtlamak, ''Stalinist kanlı gerici diktatörlüğü yıkmak'' için yürüttükleri mücadelenin haklı ve meşru olduğunu haklı çıkarabilmek için de bu çarpıtmayı teorileştirmiştir. Yani, minareyi çalan kılıfı hazırlar hikayesi...
Komünizmden kapitalizme geri dönüş olanaklı değildir, çünkü komünizm sınıfsız toplumdur, kendi öz temelleri üzerinde biçimlenmiş bir temel toplum biçimidir; kapitalizme geriye dönüşü örgütleyecek iç ve küresel arenada herhangi bir sınıf bulunmamaktadır. Oysa bir geçiş toplumu olan sosyalizmde ise, kapitalizmin restorasyonu tehlikesi ve bu tehlikenin bir olguya dönüşmesi olanaklıdır. SSCB ve sosyalist kampın deneyimi bu olguyu çarpıcı bir tarzda doğrulamıştır. Üstelik bu deneyimin en çarpıcı olgusu, restorasyonun kalenin içten fethiyle gerçekleşmesidir; kızıl maskeli bürokratik burjuva karşı-devrim yoluyla sosyalizmin ve proletarya diktatörlüğün tasfiye edilmesidir.
Devrilmiş gericiliğin iç savaşı ezilmiştir. Emperyalist ve faşist ülkelerin emperyalist işgalleri ezilmiş, püskürtülmüştür. Bu yollardan kapitalizm yeniden kurulamamıştır. Emperyalist ablukaya karşın, geri bir köylü ülkesinde sosyalist inşa başarılı olmuştur. Dahası sosyalist bir kampın varlığına ve böylece birçok ülkede sosyalizmin inşa sürecine rağmen, sosyalizm kapitalizm karşısında yenilebilmiştir. Bu yenilginin nedeni iç savaş, dış müdahale değildi. Bu yenilgi, emperyalizm ve gericiliğin baskı ve kuşatması koşullarında, sosyalizmin zaaflarından beslenerek içerden doğan ve gelişen yeni tip bir karşı-devrim eliyle gerçekleşmiştir. Tarihsel deneyim, söz konusu geçiş sürecinde kapitalist yol ile sosyalist-komünist yol arasındaki mücadelenin en keskin ve en tehlikeli biçiminin yeni tipte burjuvazinin doğup gelişmesi olduğunu kanıtlamıştır...
Bu olgu, sosyalizmin zaferi ve kesin zaferi olarak formüle edilen teorinin sınırlılığını da açığa çıkararak teorinin zenginleştirilerek geliştirilmesi gerektiğini çarpıcı bir tarzda ortaya koymuştur. Açık ki, kapitalizmin restorasyonu tehlikesini engellemek bakımından Lenin tarafından ortaya koyulan ve Stalin tarafından geliştirilen sosyalizmin zaferi ve kesin zaferi teorisi kapitalizmin yeni bir yoldan, sosyalizmin zaferi ve kesin zaferi koşulları olarak olarak teorileştirilen teorinin ve pratiğin sınırlılıklarını ve aşılması gerektiğini de göstermiştir. Teori pratiğin deneyimlerinin eleştirel genelleştirilmesiyle geliştirilir. Tarihte ilk defa sosyalizm inşa edildiği ve farklı bir deneyim de olmadığı için Lenin ve Stalin'in yoksun oldukları deneyimi, acılı bir tarzda yaşamış olan Marksist-Leninistler, doğaldır ki deneyimlerin ilkeli eleştirel öğrenilmesiyle aşmaktadırlar.
Lenin ve Stalin'in önderlik ettiği SSCB'nin (ve sosyalist kampın) yeni tip bir karşı-devrimle, kalenin içten kızıl maskeli bir karşı-devrimle fethedilerek tasfiyesinden çıkarılacak temel tarihsel ders, ''işte hepimiz gördük, tek ülkede sosyalizm kurulamaz, yenilgi kaçınılmazdır, kurtarsa kurtarsa bizi Avrupa devriminin topyekün zaferi kurtarır'' vs. olamaz. Bunu düşünenler, bu vb. gerici teorilere tutsak düşenler, proletarya sosyalizmine inancını yitirenler olabilir ama zaten dünya burjuvazisi de bunu söylemiyor mu!!!
Komünistler yaşanan tarihsel deneyimden sonra, Lenin'in şu uyarısının değerini keskin anlam derinliğini bilince çıkarmalıdır;
“Sorunun özünü ele aldığımızda ise-tarihte hiçbir yeni üretim tarzının, uzun bir başarısızlıklar, hatalar, geri tepmeler dizisi olmadan bir çırpıda kök saldığı görülmüş müdür…''
Bu bağlamda, SSCB'de ve sosyalist kampta sosyalizmin inşası ve sonra sosyalizmin giderek kapitalizmin restorasyonuna yenik düşmesi tarihsel derslerinden teorinin geliştirilmesinde bize yol göstermesi gereken perspektif ve teorinin zenginleştirilerek geliştirilmesine dayanan eleştiri gücü şu bakış açısı ve yöntemdedir;
“Marx’ın teorisini asla bitmiş ve dokunulmaz bir şey olarak görmüyoruz; tersine, eğer yaşamda geri kalmak istemiyorlarsa, sosyalistlerin, tüm yönlere doğru geliştirmek zorunda oldukları o bilimin yalnızca temel taşını koyduğuna inanıyoruz…” (Aktaran Stalin, açL., Eserler C. 16, s. 68-69)
“Papaz çömezleri ve talmutçular, Marksizm’e, Marksizm’in değişik sonuç ve formüllerine hiçbir zaman değişmeyen, hatta toplumun gelişme koşulları değiştiği zaman bile değişmeyen bir dogma olarak bakarlar. Sanırlar ki, bu sonuçları ve bu formülleri ezberlerlerse yerli-yersiz onları aktarırlarsa, herhangi bir sorunu çözümleyebilecek duruma gelirler, umarlar ki öğrendikleri bu sonuçlar ve formüller, kendilerine her dönemde bütün ülkeler ve yaşamın bütün koşulları için yarar sağlayacaktır. Oysa ancak Marksizm’in lafzını gören ama onun özünü göremeyen, Marksizm’in sonuçlarını ve formüllerini ezbere öğrenen, ama kapsamını anlayamayan insanlar böyle düşünebilirler.'' (Stalin, Son Yazılar 1950- 1953, s. 57-58, Sol Yay.)
Yenilgilere karşın komünistlerin inancı şudur;
''Proleter devrimden, komünist devrimden başka hiçbir şey, insanlığı, emperyalizmin ve emperyalist savaşların soktuğu çıkmazdan kurtaramaz. Devrimin önündeki zorluklar ne kadar büyük olsa da, hangi geçici yenilgilere uğrasa da, karşıdevrimin dalgaları ne kadar yüksek olsa da, proletaryanın nihai zaferi kesindir.'' (Lenin)
Aslında Troçkist teori tüm sol keskinliğine karşın sosyalizm ve komünizme inanmaz. Geçiş toplumu teorisiyle sosyalizm ve komünizme karşı kapitalizmi savunur ve devlet kapitalizmine dayalı kapitalist toplumu hedefler. ''Geçiş toplumu'' dediği şey, sınıflarüstü gösterdiği devlet kapitalizmine dayanan kapitalist üretim tarzıdır.
Dünya devrimi olmadan ''sosyalizm kurulamaz ve sosyalizme geçilemez''; dünya devriminin gerçekleşebilmesi de ancak Avrupa ve ABD'de ''proleter devrimin'' zafere ulaşmasıyla olanaklı hale gelir; buna rağmen yine sosyalizm kurulamaz, bunun için ne idiğü belirsiz bir ''geçiş toplumu'' döneminden geçmemiz gerekir teorisi Troçkizm'in herhangi bir biçimde devrimci olmadığını, devrim ve sosyalizm diye bir derdinin olmadığını, dünya burjuvazisini ve kapitalizmi ebedileştirme için proletaryayı silahsızlandırmayı asli işlevi gördüğünü kanıtlar.
Troçkizm'in ve Troçkist enternasyonallerin SSCB'de ve sosyalist kampta sosyalizm inşasını 'Stalinist bürokratik karşı-devrim, kanlı diktatörlük'' olarak lanse etmesi; emperyalizm ve faşizmin yok etmeye çalıştığı Lenin ve Stalin'inin SSCB'nin ve sosyalist kampın ''politik devrim''le yıkılmasını teori ve pratiğinin merkezine koymuş; Titoculuktan Kruşçev, Brejnev'e kadar uzanan tarihte modern revizyonist karşı-devrimi desteklemesi; revizyonist/kapitalist sistem ve kampın yıkılmasını ''Stalinizmin yıkılması'', ''devrimlerin zaferi'' ilan etmesi; dahası sosyalist olmamakla birlikte anti-emperyalist Küba'nın, Kuzey Kore'nin ''Stalinist'' ilan edilerek ''devrimle yıkılması'' gerektiği propagandası yapması dediklerimizi kanıtlamaya da yetmektedir. Lenin boşu boşuna Troçkizm'i tersyüz edilmiş Kautskycilik olarak ilan etmemiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder