ABD YENİLGİSİ, AFGANİSTAN VE TALİBAN...
8) Dünya proletaryası ve halklarının baş düşmanı Amerikan emperyalizminin (ve NATO'nun, AB emperyalistlerinin) yenilerek geriye çekilmesiyle Taliban iktidarının gerici-şeriatçı karakteri vurgulanarak ABD-NATO'nun ''geri çekilmesi'' eleştirilmektedir. Bir zamanlar, Afganistan'ın işgaline karşı çıkan ya da hayırhah bir tutum takınan burjuva liberal ve sosyal reformist çevreler, bu kampanyaya yedeklenmiş durumda. Radikal siyasal İslam korkusu, İŞID gerçeği, Türkiye'de ise siyasal İslamcı faşist bir diktatörlüğün varlığı ve yarattığı yıkımlar birleşerek söz konusu kampanyaya kan taşımaktadır.
Bu bağlamda şu gerçeği vurgulamak doğru olacaktır; revizyonist/kapitalist kampın çöküşüyle geliştirilen ABD stratejisi (ki bu strateji, başka öğeler de içermekte, NATO ve AB emperyalistleri tarafından, keza Çin, Rusya gibi devletler tarafından benimsenen bir stratejidir), ''terörizm''i ve ''İslami terörizm''i baş hedef ilan etti; bu bakımdan El Kaide tarafından yapıldığı ilan edilen 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler ve Pentagon saldırısı farklı bir dönüm noktası olarak kaydedilebilir. ''Uygarlıklar çatışması'', ''Önleyici saldırı'', ''terörizme karşı sonsuz savaş'' adıyla da parlatılan bu strateji radikal İslama karşı ''ılımlı İslam''ı, yani Batı güdümlü bir işbirlikçi İslamı geliştirmeyi de hedefliyordu... Ilımlı İslam projesinin başarısızlıkla sonlandığını ise ''Arap baharı''nın ardından yaşanan süreçten, İŞID deneyinden biliyoruz.
Şeriatçı Taliban'ın iktidarı ele geçirmesiyle emperyalizm gerçeği, İslamcı gericilikle emperyalizm ve ABD arasındaki tarihsel ve güncel bağlar da gözlerden kaçırılmaya çalışılıyor. Dünyamızdaki tüm toplumsal kötülüklerin kaynağı kapitalist üretim tarzı ve emperyalist dünya sistemidir. Dinsel gericiliğin kaynağı da dünya burjuvazisidir; ortaçağcıl gericiliği ayakta tutmaya çalışan; radikal siyasal İslamda içinde olmak üzere dinsel gericiliği dünya çapında devrim ve sosyalizm davasına karşı kullanan emperyalizm ve yerli gerici burjuva devletlerdir. Radikal dinsel gericiliği kendi ekonomik, siyasi, askeri çıkarlarına dayanan hegemonya ve rekabet mücadelesinde birbirlerine karşı bir silah olarak kullananlar yine kendileridir. Bu bağlamda ABD ve bağlaşıkları sınır tanımayan iki yüzlüler olarak söz konusu kampanyayı özel olarak geliştirmektedir. Bu tuzağa düşmemek gerekir. Taliban müttefiğimiz değildir ama emperyalizmden daha büyük bir tehlike de değildir. Propaganda ve ajitasyonumuzun merkezine emperyalizmi teşhir etmeyi oturtmalı. Şeriatçı gericilikle Amerikan emperyalizmi ve emperyalist devletler arasındaki tarihsel ve güncel bağları teşhir etmeliyiz. Talibancı şeriatçı diktatörlüğe karşı halkların, kadınların eylemleri desteklenmeli, dahası bu mücadeleye de önderlik edilmelidir.
Bir tarihsel gerçek asla unutulmamalıdır; İslami halklar, İslamı benimseyen ülkeleri yağmalayan, halkları köleleştiren emperyalizm ve sömürgeciliğe, keza Osmanlı İmparatorluğu'na karşı sık sık dinsel örtü altında mücadele etmiştir. Bu tarihsel gerçekleri görmezden gelerek emperyalizmi, ABD'yi, NATO'yu haklı çıkarmak tutarlı bir burjuva demokratizmiyle bile bağdaşmaz. Dinsel örtü altında gelişen her hareketi mahkum etmek yerine, somut analizlerle sonuca gitmeliyiz.
9) Taliban yekpare değil, cephesel karakterde bir örgüttür. Farklı etnik, inançsal, aşiretsel, siyasal çevrelerden oluşan bir cephedir. Taliban'ın iktidarı ele geçirmesiyle başlayan süreçte iç iktidar bölünmesi ve yeni çatışmalar gündemdedir, dahası bu olgu, gün ışığı görmeye başlamıştır. Büyük olasılıkla yeni bir iç savaş gelişecektir. Taliban'ın iktidarı ele geçirmesiyle yeni güç dengeleri ortaya çıkmıştır. Emperyalist devletler ve bölge devletleri bu yeni duruma göre pozisyon almaya başlamıştır. Bu pozisyonlar küresel ve bölgesel hesaplarla birlikte ele alınacak ve Afganistan'ın kaderi bu hesaplara endekslenmek istenecektir. Afganistan'da iktidar paylaşımının ekseni iç, bölgesel, uluslararası ilişkilerle iç içe geçecektir, geçmiştir. Ekonomik ve siyasal iktidardan en büyük payı kapma mücadelesi belirleyici olacaktır. Bu bağlamda da esas olan güç ilişkileri, güçler dengeleri olacaktır. Kuşkusuz ki, bu bakımdan tablo, karmaşık bir tablodur, egemen ulus (Peştunlar) dışında kalan Özbek, Tacik, Beluci, Hazaralar gibi ulusal toplulukların, Şiilik gibi farklı inanç gruplarının hak mücadelesi gibi unsurlarla da iç içe gelişecektir. Bu bağlamda Afgan işçilerinin, emekçilerinin, kadınların demokratik mücadelesinin rolü yaşamsal önemdedir. İç ve küresel alanda emperyalizm ve şeriatçı iktidarın oyunlarını boşa çıkaracak tek güç, Afgan halklarının mücadelesidir. Bugün için Afgan proletaryası ve halklarının devrimci ve komünist bir liderlikten yoksun oluşu en temel sorunu oluşturmaktadır...
''Kuzey İttifakı'' olarak anılan (''Afganistan Birleşik İslami Kurtuluş Cephesi'') ve Taliban'ın ele geçiremediği, üstünlük kuramadığı bölge (Pençhir Vadisi), 1996-2001 arası dönemde olduğu gibi bugün de Taliban karşıtı Amerikancı silahlı direniş hareketinin üssü olmaya devam etmektedir. Cephenin lideri Ahmet Mesud, ABD ve Batının kendilerine silah ve mühimat, askeri ve politik destek vermesini talep ederken, ABD'nin ''hala büyük bir demokrasi cephesi inşa edebileceği''ni de fütursuzca ilan etmiştir. Ki ''Kuzey ittifakı'', ABD yandaşıdır. İşgal başladığında ''Kuzey İttifakı'' kara birlikleriyle işgali desteklemişti. Türk sermaye devletinin ve Erdoğan diktatörlüğünün ''Kuzey ittifakı'' içerisinde yer alan savaş ağalarıyla yakın bağları vardır...
10)Afganistan halkları kendi kaderlerini kendileri tayin etme hakkına sahiptir. Bu hak ihlal edilemez. Gerek emperyalist gerekse de bölge devletlerinin Afganistan'ın iç işlerine karışmasına karşı çıkılmalıdır. Afganistan'da kurulan gerici İslamcı iktidarı yıkmak Afgan halklarının meşru tarihsel ve güncel hakkı ve görevidir. Bu hakkı yok sayan, ezmeye yönelen ve yönelecek olan Talibancı radikal İslami gericiliğe karşı mücadele meşrudur ve bu mücadele her cephede desteklenmelidir. Afganistan'ın demokratik ve sosyalist geleceği Afganistan işçilerinin ve halklarının, kadınlarının ellerindedir. Emperyalizm ve şeriatçı hareket boğmaya çalışsa da Afganistan işçi ve emekçilerinin tarihten gelen demokratik gelenek ve kültürü de var. Bu gelenek ve kültür, politik bilinç emperyalizm ve radikal İslami gericiliğin baskı ve saldırılarıyla ağır darbeler almış, üzerine kalın bir sis perdesi çökmüş olsa da mücadelenin gelişim seyrinde bu gelenek ve kültür toplumun kolektif belleğinde yeniden canlanarak bir mücadele dinamiğine ve manivelasına dönüşecektir*.
11) Erdoğan liderliğindeki İslamcı faşist diktatörlük, Afganistan'ın işgaline ortak oldu. İşgal süreci yoksul Afganistan'da ağır maddi ve manevi yıkımlara yol açtı. Türk sermayesi ve sermaye devleti emperyalizmin, NATO'nun suç ortağı olarak hareket etti. Şu çok ahlaklı ve sözde İslam kardeşliğini savunan İslamcı/Müslüman Erdoğan ve AKP'si, AKP-MHP ortaklığı, Afganistan'ı sömürgeleştiren ve sayıları yüz binleri bulan işgalci askerlerin ''cinsel ihtiyaçları'' için on binlerce Afgan kadın ve çocuğunun devasa bir fuhuş sektörüne çekilmesinin de sorumluluları içerisinde yer almaktadır.
Sayısının daha yüksek olduğunu düşünmemek için bir nedenin olmadığı verilere göre, Afganistan'da her on gençten birisi uyuşturucu bağımlısı** haline gelmiş ve getirilmiştir. Türk sermayesi, devleti ve Erdoğan iktidarı Afganistan'da yaratılan yıkımın, kan denizinin, uyuşturucu ticaretinin, katliamların suç ortağıdır. Türk burjuva devletinin küresel alanda adı Narko devlete çıkmıştır. Afganistan, İslamcı faşist diktatörlük ve Erdoğan rejimi için karlı bir uyuşturucu ticareti alanıdır. Erdoğan iktidarı, öteki şeylerin yanı sıra, uyuşturucu ticaretini kaybetmemek için de Afganistan'da kalmak istemektedir. Afganistan'da yaşanan insani dramın, katliamların, uyuşturucu ticaretinin suç ortağı olan Türk sermayesi ve ele başı Erdoğan Afganistan'daki göçün de sorumlularındandır.
Duruma göre oynayan Türk İslamcı faşist diktatörlüğü ve Erdoğan, bu sefer de Taliban'a, biz aynıyız, aynı düşünceleri paylaşıyoruz, sizden farklı inancımız yok, açın kapılarınızı gelip sizi yağmalayalım vs. demektedir. Türk sermayesine ve özelde de ''yandaş sermaye''ye Afganistan'ı peşkeş çekmek, ABD, AB, Rusya, Çin vbg. devletler karşısında elini güçlendirmek için yeni kirli hesaplar yapmaktadır. Dış politikadaki çizgisiyle Türk burjuvazisinin emperyal politikası için yeni fırsatlar yaratmaya çalışmaktadır. Afganistan'da başlamış olan kapsamlı göçü de bu aşağılık hedef ve amaçları doğrultusunda, keza iç politikada alçakça kullanmak istemektedir...
Türk burjuva devleti ve Erdoğan iktidarı çevre ve bölge ülkeler ve halklar için gitgide büyüyen bir tehdit haline gelmiştir. Bu, Afganistan halkları bakımından da böyledir. Türk faşist diktatörlüğünün Türkiye'yi çevreleyen geniş bölgeden olduğu gibi Afganistan'dan da çekilmesi, Afganistan'ın da iç işlerine müdahale etmemesi talebi yükseltilmelidir. Diğer mültecilere olduğu gibi Afgan mültecilere de her türlü insani, ekonomik, sosyal ve demokratik haklar verilmeli; ırkçı kışkırtmalara etkin bir şekilde karşı çıkılarak halkların kardeşliği bayrağı yükseltilmelidir.
Göç ve mülteci sorunu dış politikada araçsallaştırıldığı gibi ülke içerisinde ırkçı kışkırtmaların, gerici iç savaş denemelerinin aracı haline getirilmiş ve daha kapsamlı getirilecektir... Türkiye'de de göç ve mülteci sorunu büyümeye devam edecektir. Bu sorunun kaynağı emperyalizm ve işbirlikçi devletlerdir ve bu bağlamda Kuzey Afrika'da, Ortadoğu'da, Suriye, Irak, Libya gibi ülkelerde, Orta Asya'da istikrarsızlık ve kaos yaratan, emperyal müdahaleleri örgütleyen Türk burjuva devleti ve Erdoğan rejiminin teşhiri özel bir önem taşımaktadır.
Göç ve mülteci sorunu 21. asırın en önemli sorunlarından birisidir. Bu meselenin hemen hemen bütün ülkelerin karşısına daha kapsamlı ve farklı biçimlerde çıkacağı açıktır. Küresel ısınma, emperyalist ve gerici müdahale, işgaller, savaşlar, yoksulluk; dünya çapında keskinleşen emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesi, faşist hareketin dünya çapında güç kazanması gibi olgular bu sorunu daha yakıcı hale getirecektir. Anti-kapitalist bir perspektiften bu mücadelenin iç ve küresel alanda ele alınması, faşizm ve sermayeye karşı bir mücadele olanağına dönüştürülmesi güncel bir görevdir.
* Bu arada belirtmek gerekir; 70'li yıllarda, tek yanlı bir bakış açısıyla Afganistan'da gelişen demokratik halk hareketinin değerini yeterince anlayamadık; bu durum enternasyonalizmle bağdaşmayan bir zaafımızdı. SSCB'de gerçekleşen yeni tip karşı-devrime, kapitalizmin restorasyonuna, sonra Rus sosyal emperyalizmine karşı tek yanlı tepkimiz bizleri bu zaafa da sürükledi. Fakat asıl sorun komünist hareketin diyalektik materyalist yönteme dayanarak, sürece eleştirel, somut şartların somut tahliline dayanarak bakamama zaafıydı.
Aşağıdaki görüşlere bir ölçekte ve bazı bakımlardan katılmasak da Kaan Kangal'ın makalesinde sunduğu şu veriler bizlere, en azından bazı bakımlardan değerlendirebileceğimiz bir fikir verebilir;
''1978 Devrimi ve AHDP
17 Nisan 1978’de AHDP liderlerinden Nur Akbar Haydar, Davud Han’ın İran yanlısı içişleri bakanı Abdul Nuristani’nin organize ettiği bir suikasta kurban gitti. Askeri müdahale için uygun zamanı bekleyen Sovyet birlikleri Haybar’ın öldürülmesinden birkaç gün sonra, ciddi bir direniş gösteremeyen Afgan ordusunu devre dışı bırakarak ana hareket noktası olarak Kabil Hava Limanı’nı seçerek Kabil’ i 27 Nisan’ da ele geçirdi, 28 Nisan’da Davud Han öldürüldü ve aynı gün devrimci ve halkçı rejim ilan edildi (28 Nisan 1978).
Taraki,
Amin ve Karmal yönetimindeki AHDP o güne kadar arkasına alabildiği
60.000’lik bir kitleyi, getirdiği sosyal reformlar sayesinde
genişletti. Durumdan rahatsız olan Amerika, Sovyetler’i
“an
ti-demokratik” olmakla suçlarken, CIA’ in ve Amerikan
ordusunun ülkedeki gücünü kapsamlı ölçüde zayıflatacak olan
AHDP, Amerika’nın Sovyet karşıtı anti-komünist propagandasını
dinlemeyerek ortaya koyduğu politik projeleri birer birer
gerçekleştirdi.
1978
başlarında 600 yeni okul açıldı. Afgan tarihinde bir ilk olarak
hükümet, Afgan topraklarında yaşayan azınlıkların kendi
dillerinde basın yayın organlarında ifade özgürlüğüne
kavuşmasını sağladı. Yargı, yasama ve yürütme disiplinleri
altında farklı etnik kökene sahip Afgan vatandaşları eşit
haklar elde ettiler. Aynı senenin Eylül ayında radyo ve televizyon
programları, edebiyat, eğitimsel ve politik yayın organları
Farsça dışında Özbekçe, Türkmence, Beluçice ve Nuristani
dillerinde yayınlanmaya başlandı. Taraki 1979 yılında
okuma-yazma sorununa başlattığı eğitim kampanyasıyla kalıcı
çözümler getirdi. 5000 profesyonel ve 20.000 gönüllü
katılımcıyla 925.000 Afgan vatandaşına okuma-yazma öğretildi.
İlköğretim öğrencilerine anadillerinde eğitim görme olanağı
sağlandı. Halka ilk defa politik ve kültürel organizasyon,
sendikal örgütlenme hakkı ve sosyal güvence verildi. Mayıs
1978’de ilk sendikalar kuruldu ve 1979 sonuna kadar toplam 270.000
endüstri işçisinden 120.000’i ve hizmet sektöründen 60.000’i
sendika üyesi oldu. Kraliyet ailesi ve toprak ağalarının elinde
bulunan araziler köylüye ve çiftçiye dağıtıldı. İlk olarak
Kabil’in iki büyük işletmesinden 1200 çalışanı bulunan
makine fabrikası Cangalak’ta ve yapı makinesi üreten 2000
çalışanın bulunduğu başka bir fabrika’da çalışma saatleri
7 saate indirildi ve işçilerin ücretleri 2500 Afgani’ye
yükseltildi (oransal olarak %6-7). Bunun dışında ücretsiz öğle
yemeği verilmeye, işçilerin politize olması için düzenli olarak
eğitim seminerleri ve toplantılar yapılmaya başlandı. 1979’da
yapılan sayıma göre bu iki fabrikada bu seminerlere düzenli
olarak katılan 300’e yakın işçi vardı. Sendikalar da açtıkları
kütüphaneler, yaptırdıkları toplu konutlar, tiyatro ve
sinemalarla bu projede önemli bir rol üstlendiler. Sağlık hizmeti
ücretsiz hale getirildi, ev kirası ve gıda fiyatları düşürüldü,
içme suyu ve acil yardım hizmeti sağlandı; köylere yol ve
elektrik getirildi.
Ülkenin devrimci hükümetin yönetiminde kalkınmaya başladığını görmekten rahatsız olan ABD devlet başkanı Jimmy Carter, Sovyetler’i ve AHDP’yi “demokratik olmamakla” suçlayarak başında Ziya Ül-Hak’ın bulunduğu Pakistan üzerinden, ülkeyi bölmek ve Sovyetler’i bölgeden çıkartabilmek için radikal İslamcı mücahitlere ve Cemiyet-i İslami gruplarına 2 milyon dolarlık bir para aktarımı sağladı. Açıkça Afganistan’da, Pakistan’da ve Orta Asya’daki Sovyet devletlerinde savaşı destekleyecek Amerikan başkanı Carter, yaptığı bu “barışçıl” girişimlere “sayesinde” 2002 yılında Nobel Barış Ödülüne layık görülmüştür.'' (Afganistan'da Emperyalizm ve Sovyet Düşmanlığı)
Yazarın bu makalesine blogumuzda yer vereceğiz. Makale, SSCB ve Afganistan ilişkilerine ve emperyalist devletlerin Afganistan'a müdahalesine ışık tutmaktadır.
**Afganistan'daki son gelişmeleri tahlil eden Tarık Ali, ''Afganistan'da Bozgun'' başlıklı makalesinde, ironi yaparak şu bilgileri verir;
''Hakkını verelim: Ülkenin ihracatında büyük bir artış oldu. Taliban yıllarında afyon üretimi sıkı bir şekilde izlendi. ABD işgalinden bu yana afyon üretimi dramatik bir şekilde arttı ve şimdi küresel eroin pazarının yüzde 90’ını oluşturuyor – bu uzun süreli çatışmanın en azından kısmen yeni bir afyon savaşı olarak görülmesi gerekip gerekmediği merak ediliyor. Trilyonlarca kâr elde edildi ve işgale hizmet eden Afgan kesimleri arasında paylaştırıldı. Batılı görevlilere, ticareti mümkün kılmaları için cömertçe paralar ödendi. Her on genç Afgan’dan biri artık afyon bağımlısı. NATO kuvvetleri için rakamlar mevcut değil.''