Translate

16 Eylül 2021 Perşembe

TROÇKİZM BALTASI, MAHİR SAYIN, SAVRAN... III. BÖLÜM

 

TROÇKİZM BALTASI, MAHİR SAYIN, SAVRAN... III. BÖLÜM

''Devletin, kendi karşıtıyla (kendisine karşıt olan sınıfla) uzlaşması olanaksız belirli bir sınıfın egemenlik organı olması, küçük-burjuva demokrasisinin hiçbir zaman anlayamadığı bir şeydir. Bizim Devrimci-Sosyalistlerimizle Menşeviklerimizin devlet karşısında takındıkları tutum, onların hiç de sosyalist değil (bunu biz Bolşevikler, hep tanıtladık), sözde-sosyalist laf ebeliği meraklısı küçük-burjuva demokratları olduklarını gösteren en açık kanıtlardan birisidir.'' (Lenin)

''Proletaryanın, sömürücülerin direncini bastırmak için olduğu kadar, nüfusun büyük yığınını —köylülük, küçük-burjuvazi, yarı-proleterler— sosyalist ekonominin "kurulması" işinde yönetmek için de devlet iktidarına, merkezi bir güç örgütüne, bir zor örgütüne gereksinimi vardır.'' (Lenin)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Gül bahçesinde yaşamıyoruz. Devrimden, proletarya diktatörlüğünden, burjuvaziyi yok eden ve dünya çapında yok edecek bir devrimden bahsediyoruz. Tarih boyunca proletarya ve halkların kanını dökmekte bir an olsun bile duraksamayan, tarih boyunca yüz milyonları yok etmiş ve eden ve etmeye devam edecek olan burjuvazi ve gericiliğe karşı mücadelede en büyük ve zorlu bedeller ödenmeden kapitalizm yıkılıp sosyalizm kurulamaz.

Tarih, sınıflı toplumdan bu yana sınıflar mücadelesi tarihidir. Ve sınıf mücadelesi, çağımızda, emperyalizm ve proleter devrimler çağında, en keskin, en derin, en kapsamlı düzeyine varmıştır. Rus kesintisiz devriminin zaferi, proletarya diktatörlüğü altında sosyalist inşanın deneyimi, Hitler faşizminin saldırısı, ''Soğuk savaş'' stratejisi vb. bu gerçeği yeterince kanıtlamıştır.

Hangi devrim kansız, bedelsiz zafere erişmiş ki! Şiddete dayanan devrim her devrimin temel ve genel yasasıdır. İktidarı ele geçiren her sınıf kendi egemenliğini aynı zamanda zora dayanarak elde tutar. Hele de kendi egemenliğine bir başkaldırısı varsa! Başkaldırı varsa, bu başkaldırının ezilmesi asla ''milyonların kanının dökülmesi'' anlamına gelmez.

Hatalardan, eksikliklerden, ağır zaaflardan azade çiçek bahçesinden geçerek, gönlünce gezinerek sosyalist inşanın gerçekleştirilmesinin olanaklı olmadığı kesindir. Her devrim ve diktatörlük kendi meşruiyetini ve yasallığını devrilmiş gericiliğe dayatacaktır. Bu SSCB için de geçerlidir. Proletarya diktatörlüğünün önderliğinde ilk sosyalist inşa sürecini yaşayan SSCB'de, Lenin ve Stalin'in önderlik ettiği SSCB'de dışardan emperyalizmin baskı, kuşatma, yıkma mücadelesi, içerde burjuvazi ve devrilmiş gericiliğin baş kaldırıları, sızma, sabotaj, imha, komplo, sosyalizmi yıkma mücadelesi olmasaydı, elbette ki ''milyonların kanı'' dökülmeyecekti. Komünistler, proletarya kan dökmeye meraklı değildir. Aşırılıklar mı var, başarılıksızlar mı var, çok güzel, sosyalizme reddiye yazmak ve bilmem kimin kanlı diktatörlüğü üzerine gericiliğin propagandasını yapmak yerine, tarihin deneyimlerini tartışalım, dersler çıkararak yürüyelim ama kuşkusuz ki bu bağlamda sorun bu değil, sorunun özü, burjuva saflara geçiştir... Proletarya ile burjuvazi arasında yalpalayan küçük burjuvazi, devrimin bayram günlerinde en hızlı devrimci, yenilgi ve gericilik yıllarında ise en büyük pişmanlığı sergiler. Tarihsel deneyimlerle bu olgu sabittir ve bu gerçek Mahir Sayın'ın geçirdiği evrim tarafından da kanıtlanmıştır.

Neymiş, Lenin'den başlayarak özellikle de Stalin döneminde propaganda, ajitasyon, örgütlenme ve eylem özgürlüğü yokmuş veya yok edilmişmiş.

Lenin ve Stalin, proletarya diktatörlüğünün meşruiyetine ve yasallığına karşı illegal, yasadışı gerici mücadeleye girilmedikçe hiçbir partiyi yasaklamamıştır. Menşevik ve Sosyalist Devrimci Parti, anarşist hareket, Ekim Devrimi'ne, proletaryanın egemenliğine karşı, devrilmiş gericilikle ve emperyalizmle birleşerek silahlı mücadeleye girdikleri için kendi kendilerini tasfiye etmişlerdir. Bu onların gerçeğiydi. 1918'de ''Sol Sosyalist Devrimci Parti'' iktidar ortağıydı. Devlet ve hükümette önemli görevler üstlenmeye devam etmişti. Sonra proletarya diktatörlüğünü yıkmak için başarısız bir darbe gerçekleştirdi (Bolşevik önderlere suikastler düzenleyen, Lenin'i ağır yaralayarak erken ölümüne yolaçan parti). Ne yapacaktı Bolşevikler, gül mü atacaktı? Öteki yanaklarını mı çevirecekti? İktidarı mı verecekti? Canınız sağ olsun, demokrasi var, haydi özgürce yapmak istediklerinizi yapmaya devam edin mi diyecekti? Onlar bu gerici, karşı devrimci saldırıyla kendi elleriyle kendi varlıklarına son verdiler. Tıpkı diğer küçük burjuva partiler gibi.

Bu gerçekleri gizleyip, çarpıtıp bu gericileşen, karşı devrime katılan partileri savunmak kuşkusuz ki, komünistlerin ve tutarlı devrimcilerin işi olamaz. Demokrasi, insan hakları, özgürlük adına silahlı karşı devrime demokrasinin D'si bile uygulanamaz; aksine devrimin zoruyla, proletarya diktatörlüğünün amansız gücüyle gericiliği, gericilikle birleşenleri ezmek tümüyle meşru ve tarihsel-politik haktır. Paris Komünü'nün tarihsel deneyiminden de bildiğimiz gibi, karşı-devrimci zora karşı ikircimsiz ve amansız devrimci zoru uygulamadan bir gün bile ayakta kalmak olanaklı değildir.

Sınıflara üstü, tarafsız bir demokrasi ve zordan bahsedilemez. Zor vardır zor vardır; ilerici, devrimci zor ile gerici, karşı devrimci zoru aynı kefeye koyup zor karşıtlığı yapamayız. Milyonların, on milyonların dökülen kanı demagojisi ile sosyalist zoru reddenler, sosyalist zoru vahşet ilan edenler, haklı haksız savaş, haklı ve devrimci ve haksız ve gerici zor arasındaki ayrımları muğlaklaştıranlar, dahası reddiye yazanlar eğer cehaletten değilse, ya burjuvazinin ve Troçkizm'in temsilcisidirler ya da burjuvazinin ve yedeğindeki gerici akımların dümen suyuna kapılmış demektir.

Tarihsel gelişmenin karşısına dikilen her zor gericidir, haksızdır. Tarihsel gelişmeyi hızlandıran, o arada proletaryayı ve halkları hedefleyen gerici zora karşı devrimci zor mutlak bir haktır ve zorunludur. Bu hakkın reddi; bu cürettin gösterilmemesi uluslararası proleter devrim sürecinde, giderek sosyalizmin inşası ve komünizme gidiş sürecinde devrimci sınıf zorunun reddi, tam da uluslararası burjuvazinin ve yedeğindeki ideolojik ve siyasi akımların tarihsel ve politik misyonları çerçevesinde proletarya ve halklara dayattıkları gerici bir teori ve pratiktir. Burjuva hümanizmiyle, sivil toplumcu düşlerle ise zaten bu mesele doğru konulamaz ve burjuva ideolojik saldırılar göğüslenemez.


Sınıflar üstü bir demokrasi ne dün, ne bugün ne de yarın olacaktır. Proletarya diktatörlüğü, adı üzerinde sınıfsal bir diktatörlüktür; egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın devrilmiş gericilik üzerindeki örgütlü sosyalist zorudur. Proleter devrimin zaferinden doğan proletarya diktatörlüğü sınıf mücadelesinin sonu değil, komünizme gidişte yeni bir başlangıçtır; bu yeni başlangıçtan başlayarak kapitalizmden komünizme gidiş sürecinde sınıf mücadelesi daha sert, karmaşık, zorlu biçimler alacaktır, ki bu süreç kesintisiz bir devrim sürecidir. SSCB deneyimi bu gerçeği yeterince açığa çıkarmıştır, hakeza, sınıf mücadelesinin yeni biçimler alacağını, önlenemezse yeni tip bir küçük burjuva katmanın ortaya çıkacağını, giderek kızıl maskeli bir karşı devrimi örgütleyerek iktidarı gaspedeceğini, kapitalizmi yeni tipte restore edeceğini de göstermiştir.


Ya proletarya diktatörlüğü ya da burjuva diktatörlüğü! Ortası yok! SSCB deneyimi bu gerçeği, yalın bir biçimde ortaya koymuştur. Proletarya diktatörlüğü, tüm burjuvazinin ve yedeğindeki anti-Stalinistlerin de en büyük korkusudur. Ve onlar biçimsel burjuva demokrasisinin ölçülerini öne sürerek ve dayatarak proletarya diktatörlüğü teori ve pratiğini, tarihsel deneyimini mahkum etmektedirler. Lenin ve Stalin ve partisi, fikirlerinden dolayı değil, proletarya diktatörlüğüne ve sosyalist inşaya karşı, illegal-yasadışı örgütlenerek, iç ve dış gericilikle birleşerek gerici, karşı devrimci bir mücadeleye giriştikleri için bu kategoriyi hedefleyen devrimci zora başvurmuştur. Bu ana tarihsel gerçeği gizleyerek yapılan Bolşevizm düşmanı propaganda, sınırsız bir iki yüzlülüğün de ifadesidir. Söz konusu olan proletarya ve halklar değil, söz konusu olan toplumun küçücük bir kesimidir; iç ve uluslararası gerici bağlaşıklarıyla her türlü yöntemi kullanarak proletarya diktatörlüğünü yıkma, sosyalizmi tasfiye etme mücadelesi veren çok küçük bir karşı devrimci kesimdir. Emperyalistler, Troçkistler, sosyal demokratlar vb. bu gerçeği yok sayarak, karşı-devrimci çetelere uygulanan devrimci zoru sanki Sovyet halklarına (o dönem 180 milyonluk kitleye) uygulanmış zor gibi lanse ederek kirli bir savaş yürütmektedir. Bu gerici propagandayı kılık değiştirmiş bir çizgide ''Marksizm'', ''sosyalizm'', ''demokrasi'', ''özgürlük'' vs. adına üstlenenler burjuvazinin, Troçkizm'in, Kruşçevciliğin safına geçerek, gerici propagandanın taşıyıcı kolonlarından birine dönüşerek, ideolojik gericiliğin yayılmasının aracı/aleti olmaktadırlar.


Komünistler eşitlikten biçimsel olan burjuva anayasal eşitliği, proletarya ve burjuvazinin yasal eşitliğini anlamazlar. Anayasal eşitlik bütün biçimselliğine ve sınıflararası uçurumu gizlemesine karşın, feodal gericiliğe karşı burjuvazinin devrimci mücadelesinin ürünü olan çok önemli tarihsel ve politik kazanımdır. Fakat komünistler anayasal eşitliğin temeline ekonomik eşitliği koyar ve dünyayı değiştirme devrimci eylemini bu temele ve hedefine oturturlar ve bunun mücadelesini verirler. Emek sermaye temel çelişkisinin sosyalist devrimle (ve sosyalist inşa yoluyla) çözülmediği koşullarda proletarya ve halkların sömürüden, zulümden ve toplumsal eşitsizliklerden kurtulabilmesi olanaklı değildir. Dolayısıyla, kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde proletarya diktatörlüğü, bu geçişin zorunlu politik ön koşuludur. Bunu yadsıyanlar, böylece Marksizm-Leninizm'e karşı savaşanlar burjuva demokrasisinin uzantıları olmaya mahkumdur. Gerek Lenin gerekse de Stalin döneminde bir proletarya diktatörlüğü vardı, uygulandı, iç ve dış düşmanlar ezildi. Bu gerçek kabul edilmeden sosyalist demokrasi üzerine yapılacak tartışmalar boş tartışmalardır. ''Neo-Liberalizm çağı''yla birlikte burjuva liberalizmiyle silahlanarak hidayete erişenlerin proletaryaya, proletarya diktatörlüğüne, sosyalist inşa ve sisteme karşı demokrasi, insan hakları, özgürlük vs. maskesi ile baş kaldırması ve baş kaldıranlar (ki bu eski bir numaradır) öyle ya da böyle uluslararası sermaye cephesine iltihak edenlerdir.

Marksizm-Leninizm'in diktatörlük ve demokrasi anlayışı her zaman geçerlidir. Marks ve Lenin'in devlet teorisi doğrudur. Somut şartların somut tahlili Marksizm-Leninizmin yaşayan ruhudur. Teori ancak yaşamla birleşerek pratikleşir. Teori, gri ama yaşam ağacı yeşildir. Marks ve Lenin Paris Komünü deneyiminden çıkardığı dersler son derece değerlidir ve sosyalist inşa sürecinin somut gelişim seyri içerisinde yaşama geçirilmelidir. Keza Ekim Devriminin, sosyalist inşanın dev tarihsel pratiği ve deneyimine dayanarak, ordan çıkarılacak derslerle daha gelişkin bir teoriye, devlet, parti, kitleler vb. gibi sorunlarda zenginleşmiş bir teoriye gereksinimimiz olduğu da açıktır. Ancak her halükarda bu sorun, sivil toplumcu, anarşist, Troçkist, postmodernist, post-Marksist vbg. teorilerle ele alınamaz, çözülemez. Sayın'ın yaptığı gibi somut tarihsel koşullardan kopuk, idealize edilmiş tablolar çizerek, burjuva demokrasisi, sivil toplumcu ve anarşizm sempatisiyle Marks ve Lenin'in devlet teorisinin ''berhava'' edildiğini ileri sürmek oportünizmdir. Bu zihniyet ve eleştiriler mekanik kafaların, inkarcılık üreten mükemelliyetçiğin ifadesi olabilir ancak. Uluslararası ölçekte emperyalist dünyanın/kampın zayıfladığı, sosyalist dünyanın/kampın açık ve kesin üstünlük sağladığı koşullar ile tek bir ülkede, SSCB'de kurulan, ölüm kalım mücadelesi veren ve emperyalist, faşist kuşatma altında yaşayan bir ülke gerçeğinin aynı şey olmadığını ve olmayacağını kavramamak, dahası yadsımak herhalde sosyalizmin tarihsel deneyimlerinden ders çıkarmak anlamına gelmez. Örneğin Kızıl Ordu kurulmasaydı devrilmiş gericiliğin ve Ekim Devrimi'ni ezmek için müdahale eden emperyalist devletlerin proletarya diktatörlüğünü yıkacağı gün gibi açık değil mi? Örneğin İkinci Emperyalist Dünya Savaşına güçlü bir ekonomik temel yaratarak yetkinleştirilen düzenli ordu olmasaydı, Hitler faşizminin, dünya emperyalizmi tarafından desteklenen faşist kampın SSCB'yi ezip geçeceği açık değil mi? 26 milyon evladını kaybeden SSCB, eğer o dev sosyalist ekonomiyi ve dev bir Kızıl Ordu'yu yaratıp yönlendirmeseydi, yerinde yeller esecekti. Evet profesyonel düzenli ordu kalkmalı ve yerine silahlanmış proletarya ve halkların gücü, tüm toplumu kapsayan milis örgütlenmesi geçirilmelidir. Fakat emperyalist kuşatma koşullarında milise dayanarak tepeden tırnağa silahlanmış, alabildiğine merkezileşmiş, profesyonel, ihtisaslaşarak yetkinleşmiş, yüksek teknolojiye dayanan sofistike silah sistemlerine sahip emperyalist düşman ve Hitler faşizminin yenilgisinin olanaklı olmayacağını bilakis SSCB deneyimi göstermiştir. Tüm halkın silahlanmasına dayanan milis, ancak sosyalist kampın emperyalist kamp karşısında üstünlük sağladığı koşullarda bir gerçeğe dönüşecektir. Böyle bir tablonun sunduğu elverişli koşullarda profesyonel ordu gereksinimi de ortadan kalkacaktır.

Burjuva, küçük burjuva dar kafalılığı elbette ki bunu anlayamaz, hele bir de 90'lı yıllardan sonra şaha kalkmış gericik fırtınası ve yenilgi koşullarında kendini yitirenlerin ise zaten anlayamayacağı bir tarihsel gerçektir. Ütopik yaklaşımlar tarihsel gerçeğin yerine geçirilemez. Dört duvar arasında oturup masa başında proletaryaya, proleter dünya devrimine, sosyalizmin tarihsel deneyimine karşı küçük burjuva aydınlara özgü sorumsuzlukla kalem sallayabilirsiniz. Hayal dünyanız ne kadar zenginse, işte o çerçevede en mükemmel şemaları çizerek, tozpempe koşullara dayanan sosyalist projecilik yapabilir ve sosyalizmi kan dökülmeden, profesyonel orduya da gerek olmadan kuracağınızı ya da kurulabileceğini düşünebilirsiniz. Ancak tarihsel deneyim işlerin hiç de böyle gitmediğini ve gitmeyeceğini açığa çıkarmıştır. Küçük burjuva ütopik sosyalizme değil, Bilimsel Sosyalizm'e, Marksizm-Leninizm'e ihtiyacımız var. Bu yolu terkedenlerin hazin sonu dün olduğu gibi bugün de ortadır...

Sayın'ın yazısının 3. dipnotunda ''Karşı devrimin bastırılması için'', '' ille de profesyonel ordu'' gerekli değildi'', ''Bu konuda Alman istilasına karşı Ukrayna’daki direnişi örgütleyen Anarşist Mahno profesyonel bir ordu yerine milis ordusuyla bu işi'' başarmıştı, ondan öğrenmeliyiz (o durup duruken bu örneği vermiyor) diyor. Mahno'nun milis ordusunun hikayesi ayrı bir konu ama onun da sonu belli. Mahnocu bir askeri güçle karşı-devrimin, emperyalist müdahalenin ezilemeyeceği tarihsel açıdan açık bir konudur.


Proletarya diktatörlüğü teori ve pratiğini fütursuzca reddeden, Leninist devrim teorisi ve uygulamasına kinle saldıran ve proletarya diktatörlüğü kavramını ağzına alamayan, yerine ''sosyalist demokrasi'', ''işçi demokrasisi'' kavramını geçirerek ideolojik saldırılarını örgütleyen Troçkizm, dünya burjuvazisine çalışmaktadır. Onun ''sol'' çığırtkanlığı da kendi gerçek konum ve işlevini gizlemeye yöneliktir. Bugün kendilerini Troçkizm'e adayanların, Troçki'nin ideolojik yörüngesine girenlerin oynayacağı ya da oynadıkları rol de Troçkizm gibi emperyalist dünya sistemine hizmet etmektedir. Bu, nesnel bir durumdur, yoksa Troçkizm'den etkilenerek Troçkist saflara katılan pek çok devrimci insan bulunmaktadır. Burada sorun, Troçkizm'in nesnel karakteri, tarihsel ve politik işlevidir. Dolayısıyla bu sorun, iyi niyet ya da kötü niyet meselesi değildir. Her nesnellik, kendi nesnel karakterine uygun bir teori ve pratik yaratır ve geliştirir...

Sorunu değişik yönleriyle irdelemeye devam edeceğiz.

DEVAM EDECEK


HATIRLATMA

Sayın'ın şu analizini bir kez daha okumak yararlı olacaktır, yararlı olacaktır çünkü bilinç ve ruh haline ve sözde sosyalizmin tarihsel deneyiminden çıkardığı derslere de ışık tutmaktadır;

''Böylesine bir kan deryasının üzerinde insanlığın geleceğinin yükseleceğini bekleyebilmek için ya dünyadan habersiz olmak ya da insanlık adına epeyce bir eksikliğe sahip olmak gerekir.[2] Üstelik bütün bu çekilen acıların sonucunda ortaya sahiden bir zafer çıkmış olsa, insanlar geriye dönüp baktıklarında, “çok kayıp verdik, çok eziyet çektik ama şu günleri de gördük!” diyebilselerdi bari! 

 

Sovyet insanı ne gördü? Cenneti ararken bin bir eziyet çekerek kapitalist olmayan yoldan cehenneme/kapitalizme nasıl gidileceğini! Bunun için bunları yaşamaya hiç gerek yoktu. Zaten cehennemdeydiler. Çarlık yerinde kalsa da olurdu. Nasıl olsa başka ülkelerde olduğu gibi Rusya’da da kapitalizm gelişecek ve şimdi ulaşılan kapitalizm düzeyine çoktan ulaşılmış olacaktı. Çarlıktan çıkıp sosyalizmden geçip yeniden kapitalizme varmanın bedeli çekilen bunca acı olurken bir de bunların hepsi kapitalist zulmü ortadan kaldıracağını, insanın insan üzerindeki egemenliğine son vereceğini ilan eden sosyalizme fatura edilmiş oldu.''

Bu ibretlik sözde analiz ilk kez Sayın tarafından ortaya koyulmuş değil, bu sözde yaklaşım özellikle 89/91 dönemecinden sonra gelişmiş, hatta genelleşmiştir. Söz konusu ''analiz'' uluslararası burjuvazinin ve ideolojik silahşörlerinin devrim ve sosyalizme karşı ideolojik saldırıda kullandığı ve etkili de olan propagandadan başka şey değildir. Troçkistlerin, Savranların ''Stalinizm'' düşmanlığı tesadüfi değil, onlar bu yola Sayın'dan çok ama çok önce girmiş ve proletaryaya, Bolşevizm'e, sosyalizmin başarı ve kazanımlarına karşı en şiddetli saldırıları yapmışlardır.


Pravda” yayın yönetmeni Viktor Kozhemiako’nun mantıkçı, sosyolog ve yazar Aleksandr A. Zinovyev’yle röportaj''da şu soruyu sorar;

''V. Kozhemiako. Ama bize bugün şunu soruyorlar: “Toplumu altüst edip devrim yapmaya gerçekten gerek var mıydı? Sovyetler Birliği yıkıldığına göre, geçmişe, özel mülkiyetin geçerli olduğu sisteme yeniden döndüğümüze göre onca yıllık Sovyet egemenliği ne işe yaradı? Devrim yapmak boş bir çaba mıydı yoksa?”

A. Zinovyev. Bu tür yorum ve sorular tamamen anlamsız. Sadece soran kişinin entelektüel sefaletini ve Marksizmin, Leninizmin, Komünizmin temsil ettiği her şeye karşı derin nefretini gösterir. Bu sorular neden saçmadır? Çünkü Devrim yoktan varolmadı. Yüzyıllar süren bir sürecin mantıksal sonucu olarak doğdu; Ekim Devrimi insanlığın en iyi temsilcilerince verilen mücadelenin meyvesiydi.''


Yani olmaz olsaydı, neler neler açtılar dertsiz olabilecek başımıza, batsın bu dünya diyenler, batsın Ekim Devrimi, batsın proletarya diktatörlüğü, batsın sosyalist inşa, batsın şu ''Stalinizm'', batsın şu Stalin ve Stalin'in önderi Lenin, batsın sosyalist kamp diyerek göz yaşı döküyorlar, böylece Marksizm-Leninizm'den, devrimci-demokrasiden ne denli koptuklarını, kendilerine karşı nasıl yabancılaştıklarını, pişmanlık gösterdiklerini kanıtlıyorlar; bazıları gerçekten de ideolojik ve ruhsal çöküşlerine bağlı olarak içtenlikle bu vb. sözleri ediyorlar ama bu neyi değiştirir ki? İçten ya da dıştan, bu bakış açısı ve propaganda nesnel olarak kapitalizme hizmet etmekte; küresel burjuvazi ve yedeğindeki ideologların, ideolojik uşakların, papazların anti-komünist, anti-Stalinist, Marksizm-Leninizm düşmanı kampanyasıyla birleşmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder