7 HAZİRAN GENEL SEÇİMLERİNİN SONUÇLARI
ÜZERİNE (III)
HDP’nin
aldığı oylar ekmek, barış, adalet, özgürlük taleplerine ve demokratik değişime
verilmiş oylardır. Sömürüye, zulme, toplumsal adaletsizliğe; dinci faşist
rejime, tek millet, tek dil, tek din, tek mezhep, “tek adam”, milli şef
politikasına; dış politikada komşu ülkeler ve halklar için ivmelenerek büyüyen
aşırı saldırgan, maceracı düşmanlık politikalarına karşı birikmiş tepki ve
mücadelenin dinamikleri üzerinde yükselen oylar olmuştur. HDP’nin 12 Eylül
faşizminin koyduğu barajları yıkarak ve keza onun
rantını yiyen gerici-faşist partilerin koyduğu barajları da yıkarak aşmasının
sırı burada yatmaktadır. Bu bağlamda HDP’nin oyları “emanet” oy falan değil,
HDP’nin oylarıdır. Baraj sayesinde gasp edilen, yağmalanan oylarını HDP geri
almıştır ve almaya da devam edecektir.
“Memleketin
gidişini gidiş” olarak görmeyen, Erdoğan ve AKP nefretinden dolayı “emaneten”
HDP’ye verilmiş oylar da bulunmaktadır ama bu oylar, HDP’nin barajı aşmasında herhangi
bir belirleyici yere sahip değildir. Bu gerçeğe karşın HDP’nin bu oyları da
önemseyerek “emanete hıyanet edilmeyeceği”ni açıklaması da yerinde olmuştur.
HDP
milletvekillerinin sokaklarla ve kitlelerle yakın ve sistematik bağlarının
korunması ve geliştirilmesi asla ihmal edilmemelidir. Geride kalan süreçte
kendi formunda değerli olan parlamenter mücadelenin deneyimlerinin eleştirel
gözden geçirilerek daha nitelikli bir mücadelenin geliştirilmesi gerekmektedir…
HDP, meşruiyet zemininden, sokaklardan, parlamento dışı mücadeleden kopmadan; parlamenter mücadeleyi parlamento dışı
mücadeleye bağlı kılarak mücadeleci bir duruş sergilemeye ve geliştirmeye devam
etmelidir. Emperyalizmin ve işbirlikçi
gericiliğin, faşist diktatörlüğün HDP’yi parlamenter bataklıkta ehlileştirme,
çürütme, etkisizleştirme vb. politika ve kuşatmasına karşı Program ve Seçim
Bildirgesi doğrultusunda daha güçlü bir duruş sergilemelidir.
Kuşkusuz ki bu
sorun ne salt HDP ile sınırlıdır ne de parlamentarist bataklıkta boğulmak bir
kaderdir. Türkiye ve Kürdistan’ın tarihsel ve siyasal birikimi ve donanımı şimdilik bu vb. politikaları boşa
çıkaracak durumdadır. Fakat sorun, bir gelecek perspektifiyle ele alınmalı ve
buna uygun bir perspektif ve duruş gösterilebilmeli ve geliştirilebilmelidir…
Parlamenter mücadeleye, parlamentoya hapsolacak bir HDP, kaçınılmaz olarak
politik ölüm fermanını da imzalamış olacaktır. Kuvvetle vurgulamak gerekir ki,
emperyalizmin, egemen sınıfların, faşist diktatörlüğün “istikrar”ına ve
istikrar arayışına destek vermek, “istikrar”larını restore etmek halkların ve
HDP’nin işi değildir. Zira bu istikrar sömürünün, yağmanın ve zulmün
istikrarıdır…
Zulme karşı
ayaklanma hakkından, meşru mücadele ve direnme savaşımından, sokaklardan,
Rojava devriminden, Kobani direnişinden, Haziran Ayaklanması’ndan gücünü alan
HDP’nin başarılı seçim çalışması ve seçim zaferi, halkların kardeşliği
ekseninde daha güçlü atılım ve zaferleri de ivmeleyecek tarihsel ve siyasal bir
geleceğe akmaktadır. Yeter ki yön sapmasına kayılmasın. Bunu görenlerin ya da
görebilenlerin, birleşik mücadele yolundan politik özgürlük ve devrim kavgasını
büyütmek amacıyla söz konusu çizgide savaşı geliştirmeye devam edecekleri
açıktır. HDP, kesintisiz devrimimizin ilk adımı olan anti-emperyalist
demokratik halk devrimimizin gelişme sürecinin sadece bir halkası, siyasal bir
evresi ve daha büyük mücadelelere sıçramada bir dayanak noktası, araçlarından
bir tanesidir… Altı çizilerek okunmalıdır: Zor bir döneme, zorlu bir döneme
giriyoruz. Büyük avantajlar kadar büyük tehlikeler de devrimci ve komünist
hareketi, yurtsever hareketi, HDK ve HDP’yi beklemektedir. Boş liberal
beklentiler yaratmadan, halkların siyasal uyanıklığını asla köreltmeden “Bu
daha başlangıç, mücadeleye devam!” sloganıyla daha zorlu ve büyük mücadelelere
doğru yürümek gerekir.
7 Haziran
seçimlerinin sonuçlarından da görülebileceği gibi, BHH, 7 Haziran seçimlerinin
altında kaldı. Son ana dek ısrarla HDP’ye oy verme çağrısı yapmaktan kaçınan
ama oportünizme has manevralarla HDP’yi de işaret eder gibi göründükleri bir
tutum takınan BHH’nin çeşitli bileşenleri,
acaba bu yeni süreçte bir durum değerlendirmesi yapma becerisi
gösterebilecekler mi? Ufukta böyle bir şey gözükmüyor. Örneğin ÖDP
eşbaşkanlarının yaptığı açıklamadan da bunu görmekteyiz. Kuşkusuz ki başta ÖDP
kadro ve tabanı olmak üzere “BHH” diyen pek çok insanın HDP’ye oy verdiğini
biliyoruz. Örneğin ÖDP’nin müşahit desteği gibi değerli tutumlarının da
farkındayız ama sorun bu vb. destekler değil, politik mücadelenin gerekleri ve
gereksinmeleri ekseninde BHH’nin, BHH bileşeni olarak ÖDP’nin kendini ortaya
koyuş tarzının, zihniyetinin yanlış bir çizgiyi temsil etmesidir… Kanımızca
ÖDP’nin HDK, HDP’de yer alması mücadelesi ihmal edilmemeli; ikna temelli bir
ilişkileniş hattından ilerlenmelidir. Eleştiri ihmal edilmemelidir. Fakat, politik
ve toplumsal mücadelenin deneyimlerinin zaman içerisinde ÖDP vb. akımları ikna
edebileceği ihtimal dışı değildir. Kaldı ki ÖDP vb. akımlar bugün olduğu gibi
yarın da HDK ve HDP gibi bir birleşik cephe harekâtı içerisinde yer almayabilirler;
bu durumda da onlarla güç ve eylem birliği hattından ilerlemeye önem vermek
gerekmektedir. Bu bağlamda soruna kısa vadeli değil uzun erimli bir perspektiften
bakmak doğru olacaktır.
Devrimci-demokratik
bir politik güç olarak dar grupçuluğu ve rekabetçiliğiyle, sekterlik ve
doktrinerizmiyle ünlü, yurtsever demokratik Kürt hareketine karşı ise ezen
ulusun küçük burjuva milliyetçiliğinin sosyal şoven ideolojik saldırganlığının
temsilcilerinden biri olarak Halk Cephesi, bolca “2015 yılı genel seçimleri
yaklaşırken reformizm ve onun peşinden sürüklenen oportünizm yine seçim
hayalleri içine daldı” ajitasyonu yapa geldi. Meşruiyet zemininde direnişi
örgütleyen ve bir anti-faşist cephe hareketi olan HDP gerçeğini ısrarla
çarpıtmaktan da geri kalmadı. HDK ve HDP pratiğine de sırtını dönerek halkların
kardeşliğine ve birleşik mücadelenin geliştirilmesine karşı arasına mesafe
koyan HC, yurtsever hareketi, devrimci ve komünist hareketi bol bol
reformizmle, parlamentarizmle, tasfiyecilikle suçlamakla uğraştı.
Politikasızlığı, boş keskinlik gösterilerinin eşliğinde politika yapmak olarak
lanse etti. Halk Cephesi’ne de en iyi yanıtı 7 Haziran seçimlerinden büyük bir
politik zaferle çıkan; ekmek, adalet, barış, özgürlük mücadelesinin önünü açma işlevi oynayan milyonlar ve HDP verdi…
Kızıl Bayrak
çevresi seçimlere “bağımsız adaylar”la girdi.
Böylece esasen kendisini kandırdı. Öte yandan ulaşabildikleri sınırlı
kitleleri HDP’ye karşı manipüle etmekle uğraştı. 7 Haziran’ın, HDP’nin politik
zaferinin tokadını yiyenlerden birisi de bu dar grupçu, dogmatik, işçici çevre
oldu. Onların, sınıf, komünizm, reformizm, parlamentarizm vs. adına boş
laflarını ellerinden alıp bir kenara koyduğunuzda ortada kalan şey, dar grupçu,
sekter, doktriner, sosyal şoven, ezen ulus küçük burjuva milliyetçiliğinin
yüzüdür. “Sınırlı güçlerine ve mütevazı olanaklarına rağmen devrimin bayrağını
yükseklerde tutan, devrimin sesini emekçilere taşımaya çalışan biricik devrimci
odak” olmakla övünen Kızıl Bayrak çevresi, bu sözleriyle gerçekler dünyasından
ne denli kopmuş olduğunu da bir güzel sergilemiş olmaktadır. Kızıl Bayrak
çevresinin “liberal demokratik platforma”-çizgiye sahip olduğunu ilan ettiği,
“reformist-parlamentarist blok” olarak damgaladığı HDP’ye oy vermeyin çağrısı
ya da bunu ifade eden analiz ve çağrıları, niyetleri ne olursa olsun, halklara
değil diktatörlüğe, rejime, AKP’ye vb. yaramıştır. Bu tutumda ise devrimci olan
hiçbir şey bulunmamaktadır. Devrimci-demokrat bir çevre olarak Kızıl Bayrak
çevresinin tutumu, “sol” keskinlikle kendini tatmin etme tutumu olmuştur.
Milyonlarca işçi, emekçi HDP’nin emek, adalet, barış, özgürlük talep ve
mücadelesini sahiplenir, halkların kardeşliği etrafında kenetlenirken, 12 Eylül
faşizminin ve diktatörlüğün barajlarını yıkarak HDP’yi yüceltirken, bu dar
kafalı işçici halkçı çevre, kendi dar hayal dünyasında politika(!) yapmakla, kendi
kendini övmekle meşgul olmaya devam etmektedir.
Egemen ulus
şovenizminin, küçük burjuva milliyetçiliğinin, Kemalizm’in karanlık
bataklığında kulaç atan ve “Bu düzeni sıfırla sloganı”yla 7 Haziran seçimlerine
katılan (“550 kadın milletvekiliyle”) SİP’çi KP’nin 7 Haziran seçimlerinin
ardından “memleketin aklı ve vicdanı olmaya devam ede”ceği açıklaması,
gerçekte, aynı kibir ve bağnazlıkla yoluna devam edeceğini göstermektedir. Ki “Bu
düzeni sıfırla” sloganıyla seçimlere katılarak % 0.03 (13. 780) oy alabilen bu
sahte komünist parti, kendisine yakışanı yapmıştır.
KP, Türkiye
halklarının, başta da Kürt halkının politik özgürlük kavgasına karşı
konumlanarak “mücadele” etmeyi asli görevi olarak görmektedir. “Memleketin aklı
ve vicdanı” olmaya devam edeceği açıklaması ile KP, “ülkemizin”, “memleketin” gerçeklerinden ne
denli koptuğunu ortaya koyduğu gibi 7 Haziran seçim sonuçlarının derslerinden
de bir şey anlamadığını sergilemiş olmaktadır. Halkların HDP nezdinde kazandığı
büyük politik zaferi bile bile görmezden gelen ve yok saymaya çalışan KP, belli ki HDP’nin başarı ve atılımından hem mutsuz
olmuş, hem de korkmuştur. KP, kendi medyasında ve açıklamalarında, işçi
sınıfının, halkların, ezilenlerin lehine olan, doğan, büyüyen devrimci
olanakları ve gelişmenin yönünü görmeyen, görmek istemeyen bir analiz ve
propaganda rüzgârı ile oportünizme has bir duruş sergilemeye devam etmektedir.
Çubuğu adeta tek yanlı olarak emperyalizmin, yerli gericiliğin vb. güç ve
kudreti lehine bükerek hala “memleketimizi”, “ülkemizi” uyarmaya devam etmekle
meşgul. Küçük burjuvazinin, küçük burjuva aydının devrime, devrimci olanaklara,
kazanılan ilerici ve devrimci zafer ve kazanımlara asla inanmayan, karamsar,
kötümser ve halklara güvenmeyen ruh hali berbat bir biçimde KP’de sırıtıyor.
Ama boş keskinlik de elden bırakılmıyor ve “Seçimle bir şey olmaz, bu düzen değişmeli,
düzenin değişmesi için örgütlü mücadele yükseltilmeli’ dediğimiz için...” boş
lafları edilmeye devam ediliyor. Hani ruhlarının her zerresine kadar reformist,
tasfiyeci, sosyal şoven, Kemalist olduklarını bilmemiş olsaydık biz de
yiyeceğiz bu militan(!) açıklamaları… Gezi/Haziran Ayaklanması’nın ardına
sığınarak ama onu da anlamamış, esasen demagojisini yaparak Kemalist ruhunu
gizlemeye çalışan SİP/KP’den devrim ve sosyalizm kavgasına herhangi bir ciddi
katkı ise zaten beklenemez.
EMEP çeşitli
gerekçelerle HDP çatısı altında yer almayarak HDP ile bir seçim ittifakı
yolunda yürümüştü. HDP deneyimi ve 7 Haziran seçim sonuçları EMEP’in bu geri,
dar grupçu, sosyal şovenizmin etkisini ifade eden tutumunu özeleştirel aşması
için bir vesile olursa sevindirici olur…
Halk
Evleri’nin HDK ve HDP’de yer almamakla birlikte “koşulsuz” HDP’ye seçim desteği
vermesi değerli bir politik tutum ve duruş olarak kaydedilmelidir.
Özgür Gelecek
çevresinin sekter boykot çizgisini terk ederek genel seçimlerde “oylar HDP’ye”
demesi; keza DHF’nin, HDP’de yer almamakla birlikte, geçmiş boykotçu vb. sekter
tutumlarından vazgeçerek HDP ile bir seçim ittifakı kurması bir diğer değerli
ve olumlu bir yönelim ve duruş olarak kaydedilmelidir.
Bütün
açıklığıyla vurgulanması gerekir ki HDP’nin geliştirilip güçlendirilmesi
yaşamsal önemde bir görevdir. HDP’de cisimleşen ama farklı formlarda
anti-emperyalist, anti-faşist bir birleşik cephenin Türkiye, Kürdistan, Ortadoğu
çapında (giderek genişleyen bir coğrafyada daha yetkin ve zenginleştirilmiş
biçimlerde uluslararasılaştırılması) büyütülmesi devrimimizin de önünde duran
acil politik görevlerden birisidir. Politik olarak bu tarihsel ve güncel görevi
anlamayan siyasal kuvvetlerin sınıf mücadelesinde boşa düşmesi, bir sekt
olmaktan kurtulamaması, giderek tasfiye olması kaçınılmaz bir kaderdir. Fakat
bu böyle olmakla birlikte, Türkiye, Kürdistan, Ortadoğu (ve dünya) devriminin
görevleri bu çerçeveye sıkıştırılamaz, sınırlanamaz, mahkum edilemez. Resmen ya
da fiilen böyle bir duruş, devrimi
anlamayan devrimcilik olur ve giderek sosyal reformist bir güç olarak devrime
ve sosyalizme karşı konumlanmayı getirir. Bu tehlike ve benzeri tehlike ve
tehditler görülmeden, buna uygun ideolojik ve politik donanım ve pratik
geliştirilmeden; anın devrimci görevleri içerisinde bir gelecek perspektifiyle
kuvvetler şekillendirilmeden bu vb. tehlikelere karşı da koyulamaz.
HDP’nin
politik zaferi sosyalist değil, demokratik halkçı karaktere sahiptir. Bu
mücadele ve zaferin içinde komünist bir gücün varlığı ne HDP’yi ne de HDP’nin
seçim zaferini sosyalist yapmaz ve yapamaz da… Ancak söz konusu (çalışma,
mücadele ve) kazanım, nesnel olarak, sosyalizm mücadelesinin de önünü açan bir
rol oynamaktadır; yeter ki gerçek komünistler tarafından bu olanaklar, herhangi
bir görüş açısından değil, yalnızca Marksist-Leninist program ve stratejinin
gereklerine sıkı sıkıya bağlı kalarak değerlendirilebilsin…
Sadece veya
esas olarak HDP’de somutlaşan bir politik çalışma, komünist devrimci güçleri
komünist olmaktan çıkararak HDP’lileştirir. Böyle bir tablo ideolojik, politik,
örgütsel tasfiyeciliği; “Elveda proletarya!”, “Elveda Marksizm-Leninizm!” demek
noktasına dek gelip kalıcı olarak ezilenci oportünizmin, post-Marksizmin
çizgisine batmayı ifade eder.
Devrimci
proletaryanın anti-faşist, anti-emperyalist halkçı devrimci geçici görevlerinden
farklı olarak sosyalist ve komünist amaçları vardır. Ve devrimci proletarya
sınıf mücadelesinin bütün kısmi, geçici, güncel, kısa erimli görevlerini, onun
genel ve temel, uluslar arası ve sürekli çıkarlarına tabi kılmak; asgari ve
azami politik hedef ve amaçlarına bağlı olarak ele almak zorundadır. Güncel
mücadelenin çıkarlarının komünist devrimcilerin devrim ve sosyalizm ve komünizm
hedef ve amaçlarına şartsız olarak
bağlı ele alınması komünist devrimciliğin olmazsa olmazıdır. Lafta değil ama pratik-politik duruşu ile proletarya
hareketiyle birleşemeyen, komünist işçi hareketi yaratamayan bir güç, tüm
emekçi sınıf ve tabakalarla, ezilenlerle bu teorik ve (özellikle de) pratik
duruş ve yönelimle ilişkilenerek mücadeleye öncülük/önderlik edemeyen bir güç;
nerde hareket orada bereket diyen güç ise bir gelecek vaat edemez. Anı
yaşamakla, nerde hareket orada bereket demekle, program ve stratejiden kopuşla,
ilkelerin yerine pagmatizmi geçirmekle ne köy olur ne de kasaba. Kuşkusuz ki
uzun erimde proletarya sosyalizmi ya bu zaaflarından arınacak ya da bir çıkış
yolu açacaktır. Dünya devrim deneyimleri de bu gerçeğin sayısız örnekleriyle
doludur. HDP’de yer almak, Rojava devrimini devrimimiz olarak görüp pratik
olarak savaşıma katılmak değerli bir politik duruştur ama bu, komünist devrimci
olmak için ne yeterlidir ne de temel, yapısal zaafların üstünü örtebilir; en
nihayetinde de çeşitli devrimci parti ve çevreler de bu savaşımın içinde
bulunmaktadır. Bilakis bu savaşımın önderi, öncüsü, ana kuvveti yurtsever
harekettir ama bu gerçekler, yurtsever hareketi komünist devrimci yapmaya
yetememektedir ve yetmez de.
Bugün dünden
farklı olarak devrimci ve komünist hareketin önüne daha geniş çaplı bir politik
çalışma için çok önemli tarihsel ve politik fırsatlar ve olanaklar çıkmıştır.
Komünist hareket bu olguyu kendi özgün çizgisi ekseninde nitelikli, kapsamlı
bir şekilde değerlendirmekle yükümlüdür. Tarihsel, yapısal ve güncel zaaflar, bu
zaafların teorileştirilmiş olması, bu bağlamda temel bir engel olarak
hareketin, gelişmenin, komünist devrimci yenilenmenin önünde ve en önde barikat
kurmaya devam etmektedir. Yeni bir komünist devrimci dinamizme ve yenilenmeye
gereksinim olduğu ise açık ve kesindir. Türkiye devrimci ve komünist
hareketinin yenilenmeye, yeni çözümlere gereksinimi bütün yakıcılığı ile devrim
ve sosyalizm kavgasının önünde durmaktadır.