19 Aralık 2016 Pazartesi

SSCB’DE KAPİTALİZMİN RESTORASYONU, SOSYALİZMİN SORUNLARI TARİHİ DERSLER II. BÖLÜM



II. BÖLÜM
1956: Kapitalist Restorasyonun Başlangıcı
“Monoton ve tarihi olaylar arasındaki ayrımdan bahsetmek, doğal olarak gereksiz söz tekrarıdır; fakat tekrarlanan ifadeler aydınlatıcı olabilir. Sovyetler Birliği’ndeki parti kongreleri de oldukça monoton, önceden tahmin edilebilir olaylardır; fakat Kruşçev’in 20. Kongre’de yaptığı konuşma farklıydı. Stalin’in suçlarını ortaya koyarak ve redderek, Kruşçev insanların algılarını değiştirdi ve hatta komünist rejimin hemen değişmese de, konuşmanın tahmin edilemez sonuçları oldu; Yirmi yıl sonra Glasnost’un öncüleri olanların görüşleri, gençlik yıllarındaki Kruşçev’in ifşaları ile şekillendi.” (Soros, Açık Toplum Küresel Kapitalizmde Reform, s. 35, Truva Yay.)
Yukarıdaki sözler, aşağılık bir gururla, “Sovyet sisteminin dağılmasında aktif olarak görev aldım” diyen Soros’a ait. Soros’un SSCB’nin sosyalizmden uzaklaşmasını örneğin SBKP’nin 10. ya da 15. ya da 18. ya da 19. parti kongrelerinden herhangi birinde değil de Kruşçev ve 20. Kongre ile başlatması dikkate değer bir değerlendirmedir, diyerek konumuzu açıyoruz. Kruşçev de Anılarında 20. Kongre’nin “büyük iş” başardığını ve kongrenin “en büyük başarısı”nın “Partiyi Stalincilik hareketinden temizlemek” ve “ülke”nin yeniden “Leninci yaşama” dönüş olduğunu vurgulayarak kitabının birinci bölümünü (PDF formatında s. 450) bitirir.
SBKP 20. Parti Kongresi, 1956 yılında toplanır. Kruşçev ve Mikoyan önderliğindeki revizyonist bürokrat burjuvazi, Stalin’in ölümünden sonraki süreci politik zaferini ilan etmek için etkin bir şekilde değerlendirir. 53-56 yılları arası tarihsel kesit bir geçiş sürecidir. Bu süreç kızıl maskeli karşı-devrimin yeni döneme hazırlandığı, manevralar yaptığı, mevzilerini pekiştirdiği, güç biriktirdiği, her bakımdan devrime, sosyalizme, proletarya diktatörlüğüne, Marksizm-Leninizm’e ve proletarya enternasyonalizme karşı azgınca saldırıya geçmek üzere son hazırlıklarını yaptığı bir süreçtir. Bu süreç, bir yandan Kruşçev’in revizyonist burjuva rakiplerini, öte yandan Lenin-Stalin çizgisine bağlı kuvvetleri kitlesel olarak tasfiye ettiği bir süreçti.
Kruşçevizm SBKP 20. Parti Kongresi ile zaferini ilan eder. 24 Şubat 1956 tarihinde, 20. Parti Kongresi Raporu’nun, “baştan sona ve tamamıyla onaylandığı” vurgulanır. Kongre, SBKP MK’nın faaliyetini “başarılı” bulur. MK’nın  Marksizm-Leninizmi yaratıcı” şekilde geliştirdiğini vurgular ve “dogmatizme” karşı savaş ilan eder. Kongre, Kruşçevizm’in II. Dünya Savaşı’nın ardından  “çağımızda” ortaya çıkan “derin değişiklikler”e ilişkin çizgisini onaylar.
Her okurun, “SBKP 20. Kongre Raporu”nu incelemesi gerekir; ayrıca “Pekin-Moskova Çatışması” (Bilim ve Sosyalizm Yay.) kitabında yer alan SBKP MK’ın ÇKP MK’ya yanıt mektubunu da birlikte incelemesinin yararlı olacağını düşünüyoruz.
Biz, aşağıda, politik iktidar tekelini gasp ederek açıkça ortaya çıkan yeni burjuvazinin politik programını oluşturan, sosyalizmden kapitalizme geriye dönüşü yeni tarzda örgütleyen Kruşçevci revizyonizmin ana tezlerini kısaca vermek ve yorumlamakla yetineceğiz.
Bürokratik burjuvazi, SSCB’de sosyalizmden komünizme geçiş aşamasına girildiğini dolayısıyla, artık proletarya partisine gereksinim kalmadığını, proletarya partisinin “tüm halkın partisi”ne dönüştüğünü ilan eder.
Oysa biliyoruz ki, kapitalizmden komünizme geçiş, ancak ve ancak komünist partisi önderliğinde mümkündür. Dolayısıyla, Komünist Partisinin önderliğini reddetmek, sosyalizmi ve kapitalizmden komünizme geçişi reddetmektir. Proletaryanın sınıfsal hegemonya ve önderliğini ret ve tasfiye etmektir.
Burjuvazi ve her renkten oportünizm, daima, saldırılarının merkezine, proletaryanın politik genelkurmayını yerleştirmiş; proletaryayı yenilgiye mahkum etmenin en güvenceli yolunun komünist partileri yozlaştırmak, yok etmek, tasfiye etmek olduğunu derinden içselleştirmiştir. Proletaryanın sınıf mücadelesinin tüm bir tarihi ve tarihsel deneyimi bu olgunun sayısız kanıtıyla doludur.
Yeni tip burjuvazi ve ideolojisi olan modern revizyonizm, uluslararası sermayenin bir parçası olarak, işe SBKP’yi yozlaştırmakla, devrimin aleti olmaktan çıkararak karşı devrimin aleti haline getirmekle başlamış ve bunu da başarmıştır.
Kruşçev revizyonizmi açık bir şekilde proletaryanın önderliğini, devrim ve komünizm kavgasında proletaryanın önderliğinin örgütlenmesi olan proletarya partisini, “tüm halkın partisi” teziyle yadsıyıp tasfiye ederek SBKP’yi yeni burjuvazinin aracı haline getirmiştir.
Komünist Partisinin önderliğini reddetmek, sosyalizmi reddetmektir. Proletaryanın önderliğini ret ve mahkûm etmek, yeni burjuvazinin program ve taktiğinin ana taşıdır. Yeni burjuvazi kendi önderliğini “tüm halkın partisi” formülasyonu ile açıkça ilan etmiştir. Mesele bundan ibarettir*.
Modern revizyonist burjuvazi, SSCB’de sosyalizmin kurulduğu, komünizme geçiş aşamasının başladığı, artık baskı altında tutulacak bir sınıf kalmadığı gerekçesiyle, proletarya diktatörlüğü döneminin de sona erdiğini, proletarya diktatörlüğünün yerini “tüm halkın devletine” bıraktığını ileri sürer.
Oysa proletarya diktatörlüğü, kapitalizmden komünizme politik geçiş sürecinin olmazsa olmaz koşuludur. Geçiş süreci ancak proletarya diktatörlüğü aracılığıyla örgütlenebilir. Yeni tip burjuvazi açıkça proletarya diktatörlüğünü ret ve tasfiye ederek, proletarya diktatörlüğünü yeni tip burjuva diktatörlüğüne dönüştürerek, kendi diktatörlüğünü “tüm halkın diktatörlüğü” adı altında ilan etmiştir.
Marksizm-Leninizm’le oportünizm arasındaki her türlü ayrımın mihenk taşını proletarya diktatörlüğünü teoride ve pratikte kabul edip etmemek oluşturur. Proletarya diktatörlüğünü reddetmek, sosyalizmi reddetmektir. Yeni tip burjuvazi bu tasfiye eylemini  20., 21., 22.  Parti Kongrelerinde açıkça ilan etmiştir.
Sosyalizmden kapitalizme geçişin zorunlu temel politik önkoşulu, proletarya iktidarının gasp edilmesidir; örneğimizde yeni tip burjuvazinin siyaseti yönetmesidir. 20. Parti Kongresi, proletaryanın iktidarının revizyonist burjuvazi tarafından ele geçirilişinin temel tarihsel dönemecini oluşturmuştur.
Her devrimin temel sorunu, iktidar sorunudur. Proleter devrim, proletaryanın egemen sınıf olarak örgütlenmesidir. Sosyalizmden kapitalizme geriye dönüşün örgütlenmesinde de karşı devrimin temel sorunu keza iktidar sorunudur. O halde demek ki, iktidarın karşı-devrim tarafından ele geçirilişi kapitalist restorasyonun başlangıcıdır.
1956 yılı, revizyonist bürokrat burjuvazinin iktidarı gasp edip egemenliğini açıkça ilan ettiği tarihsel dönemeç noktasıdır; bu dönemeç, proletaryanın iktidarı kaybetmesiyle yeni tip karşı-devrimin ve kapitalist restorasyonun başlangıcıdır. Çok iyi biliyoruz ki, “Ayrıca, devlette proletaryanın egemenliği olmadan sosyalizm düşünülemez.” (Lenin, Seçme Eserler, C. 9, s.196, italikler bana ait.)
Modern revizyonist burjuvazi, SSCB’de antagonist sınıflar olmadığı için SSCB’de sınıf mücadelesinin son bulduğunu, yumuşama sürecine girildiğini ilan eder.
Gerçekte bu, politik iktidar tekelini gasp eden yeni tip burjuvazinin proletaryaya, sosyalizme, komünizme, devrimci olan her şey karşı, yeni bir aşamaya sıçrayan savaş ilanıdır. Nitekim Stalin ve proletarya diktatörlüğü döneminde mahkûm edilenler on binler halinde affedilir, itibarları iade edilir. Komünistler kitleler halinde her cephede tasfiye edilir. 20. Kongre Raporu’nun açıklamasına göre 53-56 arası dönemde partiden, devletten, öteki kurumlardan tasfiye edilenlerin sayısı 750 bin’dir. Yeni tasfiyelerin süreceği de açıkça ilan edilir. Nitekim tasfiye operasyonları daha sonra da sürer.
Kruşçevizm ile birlikte burjuva ideolojisi ve kültürü, burjuva ideolojisinin yeni bir türevini oluşturan modern revizyonist burjuva ideolojisi ve kültürüyle el ele sosyalist toplumun üstene çullanır. Proletaryaya, halka, komünistlere karşı uzlaşmaz bir sınıf mücadelesi yürüten revizyonist burjuva karşı-devrim, öte yandan da her türlü burjuva yozluğa geniş bir hoşgörü gösterir; İncil, ilk kez Kruşçev eliyle basılıp dağıtılır. Ama diğer yandan Kruşçevci revizyonist karşı-devrime karşı çıkan komünistler toplama kamplarına kapatılır, SSCB’de sürgünde bulunan değişik komünist partilerin kadroları, önderleri acımasızca katledilir, zindanlara tıkılır.
Kapitalizmden komünizme geçiş tarihsel sürecinde sınıf mücadelesi sürer. Bu mücadele, kapitalist yolla sosyalist yol arasındaki keskin mücadeledir. Geçiş süreci, sınıf mücadelesinin ve uluslararası cephede derin ve kapsamlı bir şekilde sürdüğü bir süreç; kesintisiz bir devrim olarak içte ve dışta derinleşerek geliştiği bir süreçtir.
Sosyalizmden komünizme geçişte, Marksizm-Leninizm’in sınıf mücadelesi teorisinin yerine sınıf barışı teorisinin geçirilmesi, proletaryanın kapitalist yola karşı mücadelesine yasak koymak, yeni tip burjuvazinin; eski dünyanın kalıntılarının, emperyalizmin baskısının özgürce at koşturmasına ve kapitalist restorasyona kapıların ardına dek açılması demektir. Nitekim olan şey de budur.
Bu teori (ve pratik), proletaryanın önderliğini, proletarya diktatörlüğünü ve komünizme gidişi reddederek kapitalizmi yeniden kurma teorisidir. Bunun en çarpıcı kanıtı da tüm bir SSCB’nin sosyalist inşa ve 56 sonrası geriye dönüş sürecinin deneyimlerinin ta kendisidir.
Modern revizyonist burjuvazi, çağımızın 1945’lerden sonra değiştiğini, çağımızın” barış çağı”, “ barışı elde etme çağı”, vs. olduğunu ilan etti.
Bu tez,  Browderizm’in, Titoizm’in, 45-53 arası dönemde SSCB’de Varga’nın, Vozenskylerin ilan ettiği, Stalin önderliğinde SBKP(B)’nin mahkum ettiği görüşlerdir. Bu görüşler zaten burjuvazinin ve sosyal demokrasinin de bas bas bağırarak savunduğu görüşlerdi.
Marksizm’e karşı savaşında Brenstein revizyonizmi de, Marksizm-Leninizm’e karşı savaşımda Kautskyizm ve 2. Enternasyonal oportünizmi de aynı tezleri içerik olarak defalarca ilan etmişlerdi.
Gerçekte bu tez, emperyalizmin karakterinin değiştiği, emperyalizmin artık uygarlaştığı, artık devrimlere gerek kalmadığı gibi sahte savlara dayanmaktadır. Nitekim çağın ve emperyalizmin değiştiği savunusuyla “Barış içinde bir arada yaşama ilkesi” SSCB’nin dış politikasının temeli/özü ilan edildi.
Bu tezle açıkça, proletaryanın burjuvaziye, ezilen halkların emperyalizme karşı devrim yapmaktan vazgeçmesi, sınıf işbirliğine gidilmesi gerektiği savunuldu. Artık devrimlere gerek kalmadığı, kapitalizmden sosyalizme barışçıl, parlamenter yoldan geçişin çağımızın temel özelliği haline geldiği bayağı bir burjuva demagojisinin eşliğinde yırtınırcasına ilan edildi.
SSCB’de ve Sosyalist Kamp’ta sosyalizmin tasfiyesi ve devrimlerden vazgeçilmesi politika ve eylemi, Kruşçevci revizyonizmin ve ardıllarının açık burjuva ve karşı devrimci karakterinin, emperyalizm ile modern revizyonizmin dünya devrimini boğma, ezme, tasfiye etme bağlaşmasının tipik bir ifadesi idi.
Kruşçevci kızıl maskeli karşı-devrimin, proletaryanın tarihinde karşılaştığı bu en iğrenç ihanet, bu tezleriyle bir yandan sosyalizmi, devrimleri tasfiye etmeye girişirken, öte yandan da emperyalist/kapitalist dünyanın yeni patronu ABD ile birlikte dünyanın “barışçıl” yoldan paylaşımını savunuyor, ABD’den kendi emperyalist-şovenist siyasetinin meşruiyetini onaylamasını istiyordu.
Modern revizyonist burjuvazi, savaş, barış gibi temel tezlerde de Marksist-Leninist teori ve politikaları tasfiye ederek “yeni koşullar”, “yaratıcı Marksizm-Leninizm”, “dogmatizme karşı mücadele”, vb. sloganlar altında bir yandan Amerikan emperyalizminin nükleer savaş şantajına ve Soğuk Savaş Stratejisine boyun eğerken, öte yandan da bu durumu modern revizyonist tezlerine haklılık kazandırmak için kullanıyordu.
Bu revizyonist hainler, “Gerçekten de yalnızca iki yol vardır: Ya barış içinde bir arada yaşama, ya da tarihte en korkunç imha savaşı. Üçüncü bir yol yoktur.”  felaket tellallığıyla devrimi açıkça reddediyor, proletarya ve halklara devrim yapmayı yasaklıyorlardı. Yeni burjuvazi, ABD’ye, “eğer işbirliği ve anlaşma arzusu gösterilirse, görüşmeler yoluyla uluslararası ilişkilerdeki en karmaşık sorunların bile çözülebileceğine” inandıklarını, “Görüşmeler yöntemi,  uluslararası sorunların hallinin tek yöntemi haline gelmesi” gerektiğini, “Bütün dünyada barışın pekiştirilmesi de dünyanın en büyük iki devleti SB ile ABD arasında dayanıklı dostça ilişkiler kurulmasının öneminin büyük” olduğunu, “bunun bütün insanlık için çok büyük önemi olacağı”nı vurgular ve propaganda ederler.
Amaç açıktır: Sosyalizmi tasfiyede, devrimci eylem odaklarını söndürmede emperyalizmle elbirliği, dünya etki alanlarının paylaşımında da karşılıklı anlayış, uzlaşma ve işbirliği.
Modern revizyonizmin, SSCB’de komünizme geçiliyor palavrası bir yana, onların komünizme geçiyoruz dedikleri şeyin/hedefin gerçekte kapitalizmin inşası, sosyal emperyalizm olduğu gerçeği bugün zaten daha çarpıcı açığa çıkmıştır.
Modern revizyonizm ve Kruşçevci burjuvazi, Yugoslavya’yı “sosyalist”, İngiliz-ABD işbirlikçisi Tito’yu “büyük Marksist-Leninist” ilan ederek, 20. Parti Kongresi aracılığıyla bir kez daha bunu açıklayarak Marksizm-Leninizm’e, sosyalizm ve devrime düşman, aynı kapitalist yolun yolcuları olduklarını fütursuzca ilan ettiler.
Modern revizyonizm, “kapitalist olmayan kalkınma yolu” teziyle, ulusal kurtuluş mücadelesinin zafere eriştiği ilerici burjuva ve küçük burjuva iktidarları; ABD ve Batı etkisinden kurtulan, SSCB’ye yanaşan ülkeleri bir yandan kendi yeni-sömürgeci hegemonyaları altına almaya çalışırken, öte yandan da bu ülkelerdeki proletarya ve komünistlerin kendi ülkelerinde devrim yapma hakkına yasak koyarak, bu ülke proletaryası ve halklarını kendi burjuva iktidarlarının işbirlikçileri ve ülke içerisinde sovyet sosyal emperyalizminin yeni sömürgeci araçları haline getirmeye çalıştılar.
“Lenin’e dönüş”, “kişi putlaştırmasına karşı mücadele” adı altında, Stalin’in Komintern’e önderlik ettiği dönem de mahkûm edilmeye çalışıldı.
Uluslararası Komünist Hareket (UKH) içinde baş tehlike “dogmatizm” ilan edildi. Modern revizyonizme karşı tavır alan devrimci liderler ve komünist partiler, “dogmatik, sekter, bölücü, bürokrat, maceracı”, “yaratıcı Marksizme” karşı savaşan ve kişiyi putlaştıranlar olarak damgalandı. UKH, her türlü burjuva revizyonist baskıyla teslim alınmaya çalışıldı. AEP ve ÇKP’ye karşı yürütülen kirli revizyonist savaş aracılığıyla da uluslararası sermayeye güven telkin edildi, destek alınmaya çalışıldı.
Revizyonist 20. Kongre çizgisi, baskıcı ve keyfi bir biçimde UKH’nın genel çizgisi ilan edildi.
“Kruşçev tek yanlı bir karar aldı ve hiç kimseye sormadan Enformasyon Bürosu’nu tasfiye etti.” (Enver Hoca)
“Revizyonizm, Marksizm-Leninizm’e karşı yürüttüğü mücadeleyi başlıca üç demagojik sloganın ardına gizledi: ‘Marksizm-Leninizmin yaratıcı bir biçimde geliştirilmesi ve dogmatizme karşı mücadele’ , ‘Marksizm-Leninizmin her ülkenin somut şartlarına yaratıcı bir biçimde uygulanması’ ve ‘Stalinizme’ ya da ‘kişi putlaştırılmasına karşı mücadele.’” (Enver Hoca, AEP Tarihi, C. 2, s.179, Yurt Yay.)
Modern revizyonizm, her bir sosyalist ülkenin çıkarlarını “tüm sosyalist kampın çıkarları ile başarıyla”  birleştirilmesi için “ihtisaslaşmanın ve işbirliğinin” geliştirilmesinin “büyük öneme sahip” olduğu demagojisi altında şunları savunur: “Bugün artık her sosyalist ülkenin, eskiden tek sosyalist ülke olan ve uzun zaman kapitalist çember içinde bulunan SB’nin yapmak zorunda olduğu gibi, ağır sanayinin her dalını mutlaka geliştirmesi zorunlu değildir… Avrupa’daki her bir halk demokrasisi ülkesi, en elverişli doğal ve ekonomik önkoşulların bulunduğu sanayi dallarında ve mal üretiminde ihtisaslaşabilir. Aynı zamanda bu, tarımın ve hafif sanayinin gelişmesi için gerekli önemli miktarda tahsisat ayrılması ve bu temel üzerinde halkların maddi ve kültürel gereksinimlerinin daha tam olarak tatmin edilmesi için gerekli ön şartları yaratır.” (SBKP(B) XlX. Ve XX. PK Raporları, s.126 )
Bu değerlendirme ve politikanın Marksizm-Leninizm’le, Stalin’in politikalarıyla hiçbir ilişkisi yoktur.
Bu politika, sosyalist kamp ülkelerini “arka bahçe”, “muz cumhuriyetleri” haline getirmeyi ifade eden revizyonist burjuvazinin sömürgeci, yayılmacı politikasıdır. Modern revizyonizmin, yeni tip burjuvazinin, doğası gereği, burjuva milliyetçi, büyük devlet şovenisti politika ve pratiğidir. Bu politika, emperyalist dünyanın ve her renkten diplomalı uşaklarının, ideolojik papazlarının, satılık kalemşorlarının, ikiyüzlü politik sözcülerinin savuna geldiği yeni sömürgeci politikadır.
Biliyoruz ki kapitalizmden komünizme geçiş üretici güçlerin en ileri düzeyde, sınırsız geliştirilmesini gerektirir. Biliyoruz ki, ulusal bağımsızlığın güvencesi, tarımın ve bir bütün olarak toplumun sosyalist dönüşümü; tarihten devralınmış kent kır, kafa emeği ile kol emeği, vb. vb. arasındaki eşitsizlikleri yok edebilmek için üretim araçları üreten/makine üreten makine sanayiye, ağır sanayiye gereksinim var. Ağır sanayinin, her ülkede, bilim ve tekniğin en son verilerine dayalı bir tarzda kesintisiz geliştirilmesi, genişletilmiş yeniden üretim sürecinde sosyalist/komünist ekonominin maddi temeli ve can damarı olarak inşası ve yetkinleştirilmesi sosyalist inşanın ve proletaryanın komünizme geçişinin asla vazgeçilmez olmazlarındandır.
Ağır sanayinin kurulmasını reddetmek sosyalizmin inşasını reddetmektir. SSCB’de güçlü bir ağır sanayi var diye halk demokrasisi ülkelerinin ağır sanayiyi kurmaktan vazgeçmesini önermek, istemek bu ülkelerde sosyalist inşanın reddi ve bu ülkeleri tarıma, hafif sanayiye dayanan, ucuz işgücü ve hammadde kaynağı, birer askeri üs olarak gören sosyalizm maskeli tipik bir emperyalist ve sömürgeci politikadır. Sovyet modern revizyonistleri, sosyalist kamp ülkelerini kendi yeni tip yeni sömürge uyduları haline getirmeyi de kapitalist restorasyon sürecine bağlı olarak başarmışlardı.
Modern revizyonist burjuvazi, merkezi planlamayı büyük oranda tasfiye ederek, işletme özerkliğini geliştirerek, değer yasasının alanını sürekli geliştirerek, karlılık ve azami kar yasasına bağlı ekonomik işlerliği kararlaştırarak, maddi teşvikleri temel itici haline getirerek, yeni ekonomi-politikası ve yeni ekonomik-politikası aracılığıyla sosyalist ekonomiyi, süreç içerisinde, kapitalist/revizyonist bir ekonomi haline getirmeyi, SSCB’yi dünya devrimin ana üssünden dünya karşı devrimin sosyal emperyalist üssü haline getirmeyi de başardı.
Kapitalizmin yeni tipten inşasının ekonomik programını inceleyeceğimiz bölümde sorunun bu boyutunu ayrıca ele alacağımız için şimdilik işin bu yanını geçiyoruz.
Kruşçevci revizyonist burjuva klik, 20. Parti Kongresi’nin son gününde, üstelik seçimler yapılıp iktidarını güvence altına aldıktan sonra “Kişi Putlaştırmasına ve Bunun Sonuçlarına Karşı Mücadele” isimli “Gizli Rapor”u darbeci bir tarzda kongrenin kapalı oturumuna sunar. Not alınmanın da yasaklandığı oturumda bu belge, Kongre’de hazır bulunan UKH heyetlerinin sadece sorumlularına verilir**.
Bu belge, SSCB’de hiçbir zaman yayınlanmaz. Ama belge, 20. Kongre’den hemen sonra emperyalist Batıya alelacele ulaştırılır. Ki, elli yıl boyunca gizli kalması öngörülen bu rapor, ancak 2006 yılında Rusya’da yayınlanır. Söz konusu ihanet belgesi Rusya Devlet Tarih Müzesi'nde açılan bir sergide sergilenir. Hemen eklemek gerekir: Kongreye sunulan bu belge, el altından sızdırılmadan önce üzerinde tahrifatlar yapılarak yayınlanmıştır. Konu bağlamında Grover Furr, şunları yazmaktadır:
“Hruşçov’un XX. Kongrede yaptığı konuşmada kullandığı çarpıtma yöntemlerine geçmeden önce bu konuşmanın yayınlanmış metninde de tahrifat yapıldığını göstermeliyiz.
“Hruşçov’un konuşmasının ‘SBKP MK İzvestiya’da yayınlanan metni,  SBKP MK Başkanlık Heyetine 1 Mart (1956) tarihinde sunduğu ve SBKP MK Başkanlık Heyetinin 7 Mart 1956 tarihli kararıyla yayına hazırlanıp yerel parti örgütlerine dağıtılan metindi. Bu metin Hruşçov’un kongrede okuduğu metinle bire bir aynı değildi. Örneğin bu kongreye katılanların tümünün hatırlarında konuşmanın salonda büyük bir sessizlikle dinlendiği belirtiliyor. ‘SBKP MK İzvestiya’da yayınlanan metinde ise ‘kapalı oturum’un gerçek havasını yansıtmayan ‘salonda hareketlenmeler’, ‘salonda öfkeli sesler’, ‘alkışlar’ gibi ifadeler var (ben detaylandırdım.-G.F.).
“Sonuç olarak, incelemelerimiz sonucunda raporun sadece içeriğinde değil sunumunda da tahrifatlar yapıldığı ortaya çıktı.” (Hruşçov’un Yalanları, SBKP (B) XX. kongresinde yapılan suçlamalar hakkında, s. 153-154, boldlar yazara ait)
Stalin yaşarken Stalin’in ve çizgisinin en büyük savunucusu gözüken revizyonistler, Stalin’in ölümünün ardından O’nu bir cani, bir katil, bir psikopat, Lenin’in düşmanı ilan ettiler. Gizli Rapor’da emperyalistlerin, sosyal demokratların, Troçkistlerin, faşistlerin, Titocuların Stalin ve SSCB ile ilgili bütün iftiraları kabul edilip Stalin suçlanıyor, burjuva iftira ve kara çalma misliyle tekrarlanıyordu.
Bu proletarya, Marksizm-Leninizm, devrim, sosyalizm düşmanı hainler, dönekler ve korkaklar güruhu Stalin yaşarken O’na ve Marksist-Leninist çizgisine karşı çıkma cüretini hiçbir zaman gösterememişlerdi. Burjuvazi ve oportünistler Stalin’den ve O’nun demir yumruğundan ve bu iradenin arkasındaki işçi-emekçi kitlesinden ölesiye korkuyorlardı.
“Neden Stalin yaşarken karşı çıkmadınız, bu görüşlerinizin mücadelesini vermediniz” sorusunu Kruşçevci MK ve Kruşçev haini şöyle yanıtlar:
“O zamanki şartlarda bu mümkün değildi… Sovyet insanları Stalin’i devamlı, düşmanın vuruşlarına karşı SSCB’yi korumak için, sosyalizm davası için mücadele eden bir insan olarak biliyorlardı…. Bu koşullarda Stalin’e karşı her çıkış, halk tarafından kavranamazdı ve burada söz konusu olan, asla kişisel cesaret eksikliği değildir. Açık ki, bu atmosfer altında Stalin’e karşı çıkan hiç kimse halktan destek alamazdı.” (Aktaran, Teoride Doğrultu)
İşçi sınıfının, halk düşmanlarının bu korkuları hiç de haksız değildi. Kendi aşağılık itirafları da bunu kanıtlıyor. Marksizm-Leninizm’in, devrimin, sosyalizmin, Stalin’in düşmanlarının, bu aşağılık korkak leş kargalarının söz konusu sözleri, gerçekte revizyonistlerin daha Stalin hayattayken, Stalin sonrası döneme hazırlık yaptıklarının da dolaylı ama açık itirafıdır. “Benden sonra SB’ni satarsınız” diyen Stalin, ne yazık ki, haklı çıkmıştır. Ama bu, tersinden Stalin’in Stalin sonrasına ilkeli, sağlam bir SBKP bırakamadığının da acı bir itirafıdır.
Stalin, sosyalizmin zaferi, burjuvazi ve yardakçılarının sürekli yenilgisi demekti. Burjuvazi ve oportünistlerin Stalin’den nefret etmeleri, her türlü kara çalmaları anlaşılabilir bir olgudur. Stalin, hem sınıf düşmanları ve hainler tarafından en nefret edilen ve en korkulan kişi olmuş ve hem de emekçi insanlık içerisinde en sevilen devrimci liderlerden belki de başta geleni olmuştur.
Devrimden, komünistlerden, işçi ve emekçilerden ölesiye korkan burjuvazi ve çanak yalayıcıları, aynı burjuva soydan olan Kruşçevciler ve ardıllarının korkusu anlaşılırdır: Her şeyden önce SSCB proletaryası ve halklarının iradesi Stalin’in arkasındadır. Bu öyle bir irade ve sevgidir ki, revizyonist burjuvazi, SSCB işçi ve emekçileri önünde Stalin’i mahkum edememiş, “Gizli Rapor”u hiçbir zaman SSCB’de yayınlayamamıştır.
Devrimin, komünizmin, Stalin’in bilinçli azılı düşmanı A.Yakovlev, “Stalinciliği daha da nefret kılan, halkın büyük bir bölümünün bunun sorumluluğuna ortak olmasıdır.” (SB’de Ne Yapmak İstiyoruz, s. 38), der.
Kruşçev’in açıklaması ile Yakovlev’in sözleri ne güzelde çakışıyor ve temel gerçek, Stalin’e duyulan işçi, emekçi sevgisidir. Bu vb. itiraflar, Stalin önderliğinde sosyalizmin bir işçi-emekçi hareketi olarak doğuşu ve zaferini ve Stalin’in büyüklüğünü çok güzel ifade etmektedir.
Peki, revizyonistler neden işe Stalin düşmanlığıyla başlamak zorundaydılar?
Birinci olarak revizyonist burjuvazi, özellikle 1945’ler sonrası “Stalin kültü”nü bilinçli tarzda geliştirdi. Amaçları, Stalin sonrası dönemde Stalin’e, sosyalizme can alıcı noktadan saldırmaktı ve bu külte de dayanarak iktidarı ele geçirmekti. Stalin’i adeta Tanrı katına yücelterek tapınma kültürü yaratan bürokratik- revizyonist güruhtur. Stalin yaşarken bu külte karşı çıktı ve mücadele etti.
Ne var ki, bu mücadelenin yeterli olmadığı, burada da Stalin’in ciddi bir hatası olduğunun altı çizilmelidir. Dahası eklemek gereklidir: Stalin yüksek otoritesine karşın kadir-i mutlak bir güce de sahip değildi. Bunu da akılda tutmakta yarar vardır. Yoksa abartılı eleştiri ve değerlendirmelere kaymak kaçınılmaz olabilir. Sayısız veri Stalin’in külte karşı mücadele ettiğini ama bunu önleyemediğini de kanıtlıyor.
SSCB halklarının Stalin sevgisi doğaldı. Sahte olan revizyonist bürokratların sevgi gösterisi ve törenleriydi.
İkinci olarak, kişi kültü salt Stalin’le, dahası asıl olarak Stalin ile sınırlı değildi.
Kişi kültü, parti kültü, devlet kültü, “yanılmaz” yetkililer kültü, önder kültü ile birleşmiş ve kaynaşmıştı. Siyasal ve toplumsal bir olguya dönüşmüştü; ki bu olgunun altı çizilmelidir. Revizyonistler, bürokratlaşma/yozlaşma sürecini bu kültün arkasına ustaca gizleyerek de geliştirip, güçlendiler.
Üçüncü olarak, kişi putlaştırmasına (kültüne) karşı mücadele adı altında, gerçekte, toplumsal-siyasal bir kansere dönüşmüş olan söz konusu kült yüceltildi. “Kişi kültüne karşı mücadele” sloganı toplumsal, siyasal, ideolojik bağlamlarından koparılarak salt Stalin ve Lenin-Stalin çizgisine bağlı kalan komünistlerin eleştirisi(!) ile, bir de rakip revizyonist kliklerin tasfiyesi ile sınırlanarak kullanıldı. Hatırlatmak yararsız olmasa gerek: Yeni tip burjuvazi ve temsilcileri “kişi kültü” derken “Stalin kültü”, “kişi kültüne karşı mücadele” derken “Stalinizme karşı mücadele”yi anlamakta ve propaganda etmekteydiler. Gerçekte yeni tip küçük burjuva sınıfına-bürokrasisine dayanan ve onu ifade eden kültü olduğu gibi koruyup daha da geliştirerek, dahası, revizyonist burjuvazinin diktatörlüğünün ve kapitalizmi inşa çizgisinin payandası yaptılar.
Dördüncü olarak, kişi putlaştırmasına karşı “Leninist mücadele”, “Leninizm’e dönüş” bayrağı altında “Stalinizm”e karşı ilan edilen mücadele ile proletarya diktatörlüğünü yıkma, sosyalizmi tasfiye etme, proletarya enternasyonalizmini yok etme, devrimci olan ne varsa ona düşmanlığın teori ve pratiği olarak azgınca kullandılar. Stalin’i mahkum etmeden, Stalin’in Marksist-Leninist çizgisini ve pratiğini ret ve tasfiye etmeden, revizyonist burjuvazinin sosyalizmi tasfiye etmesi, kapitalizmi kurması olanaklı değildi. Sinsi düşman, bu hainler ve dönekler ordusu “Stalinizme karşı mücadele”  bayrağı altında tam da bunu hedefleyerek gerçekleştirdiler. Böylece, Menşevizmin, II. Enternasyonal oportünizminin ve Troçkizm’in, Titoizm’in “Stalinizme karşı mücadele” bayrağını fütursuzca devralarak etkin bir tarzda kullandılar.
Beşinci olarak, “Stalinizm”e karşı mücadeleyle emperyalist dünyanın, her türden burjuva akımın, sosyal demokrasinin, Troçkizm’in aktif desteğini almaya çalıştılar. Çünkü sosyalizmi tasfiye etmek için, devrimci eylem odaklarını söndürmek ve UKH’yı dağıtmak için,  uluslararası reformizmi, revizyonizmi iyice diriltmek için, kapitalist-emperyalizmi korumak, sağlamlaştırmak için, doğal bağlaşıklarının desteğini örgütlemeye gereksinimleri vardı.
Nitekim uluslararası sermaye ve yedeğindeki ideolojik-siyasi akımlar, Titocular, Troçkistler, SSCB’de mahkûm edilmiş, yenilgiye uğratılmış; her türlü açık ve gizli burjuva akım, Kruşçev’i, Kruşçevizm’i, O’nun “reform”larını, “Stalinizm” düşmanlığını dizginlenemez bir sevinç çığlığı ile selamladılar ve maddi-manevi olarak çılgınca desteklediler ve daha ileri gitmesi için teşvik ettiler.
Kruşçevizm, tarihin gördüğü en sinsi ve en büyük ihanettir. Ki enternasyonal proletaryanın tüm sınıf düşmanları bunu hemen anladı. Modern revizyonist ideoloji ve pratiği (hegemonyacı sosyal emperyalist politikasıyla çatışmaktan geri durmaksızın) her bakımdan destekledi.
Altıncı olarak, “kişi putlaştırmasına”, “Stalinizme” karşı mücadele bayrağı partide, devlette, kitle örgütlerinde Lenin ve Stalin’in çizgisine bağlı olanların etkin bir şekilde temizlenmesi, bir kesimin de tarafsızlaştırarak yedeklenip kullanılması için de gerekliydi.
Nitekim süreç böyle gelişti. Köklü, yaygın, kapsamlı, her cepheyi kapsayacak tarzda fiziksel imha da dâhil kapsamlı tasfiyeler örgütlendi. O aşamadaki güçler dengesi nedeniyle, bir de Stalin’in yakın çalışma arkadaşları olmaları ve Kruşcevizm’e suç ortaklığı yaptıkları için artık “bolşevizmin bir cesedi” (E. Hoca) haline gelmiş Molotov-Kagonoviç-Voroşilov gibilerini hem iç güç dengelerinden dolayı hem de Sovyet proletaryası ve halklarını kandırmada tepe tepe kullanmak için 1957’ye dek elde tuttular.
Vurgulamak isteriz, Lenin’e dayanan Stalin’in çizgisinden sosyalizm çıktı. Kruşçevizm’in çizgisinden ve “Stalinizm”e karşı mücadeleden modern revizyonizm, revizyonist burjuvazi, sosyal emperyalizm, Gorbaçovculuk, derken Yeltsincilik çıktı.
Sosyalizmi, Sosyalist Kamp’ı tasfiye etmek için uluslararası burjuvazinin enerjik enternasyonal desteği gerekiyordu. Kruşçevizm ve ardılları, bu desteği almayı başardı. Uluslararası burjuvazi ve oportünizm bu yolda modern revizyonizmle omuz omuza savaştı.
Onlar sosyalizmi birlikte tasfiye ettiler.
Yedinci olarak, dünya burjuvazisi, bir dizi modern revizyonist ve oportünist akım, Troçkizm’i, Browderizm’i, Titoizm’i alkışladıklarından daha çok Kruşçev modern revizyonizmini alkışlayarak, destekleyip teşvik ederken öte yandan da pek bilinen klasik burjuva kurnazlığıyla, modern revizyonizmin, revizyonist burjuvazinin, sosyal emperyalizmin her türlü çirkef ve başarısızlığının faturasını da sosyalizme, “Stalinizm”e yıkmak, “Stalincilikten yeterince kopmamaya”  bağlayarak bir de bu cepheden Marksizm-Leninizm’e, Stalin’e saldırarak gözden düşürmeye çalıştılar.
Benediktov’un, Litov’un bir sorusunu yanıtlarken verdiği şu cevap da (ki sadece bir kısmını aktaracağız) soruna ışık tutmaktadır:
“Hruşçov’un eylemlerinin ana ekseni iktidar mücadelesi, parti ve devlet aygıtlarında tekelci bir konum mücadelesiydi ve sonunda bunu başarıp iki büyük mevkiyi elde etti: SBKP MK Birinci Sekreterliği ve SSCB Bakanlar Kurulu Başkanlığı.
“Ama Nikita Sergeyeviçin durumu ilk başta zordu. Parti merdiveninde birinci olmasına karşın Politbüro’dakilerin çoğu yandaşı değildi, hatta tersine. Molotov, Malenkov, Kaganoviç, Voroşilov, Stalin’in eski çevresinden önde gelen diğer parti ve devlet adamları asla Hruşçov hakkında olumlu bir fikre sahip olmadılar, onu daha ziyade üzerinde uzlaşılan bir figür, geçici bir adam olarak görüyorlardı ve elbette ki Hruşçov da bunu iyi anlıyordu. Yerel parti ve devlet aygıtlarında yine epey sayıda Stalin okulundan geçmiş ve Hruşçov’un ‘yenilikçiliği’ne oldukça şüpheli bakan insanlar bulunuyordu. Bu ‘muhalefeti’ zayıflatmak ve kırmak, rakiplerini kötü göstermek, toplumsal bilincin Stalin’e karşı bir ruhla kitlesel bir ruhla yoğrulmasını gerçekleştirmek gerekiyordu. Marksist-Leninist yaklaşımın titiz bir bilimsel gerçekçiliğine ters düşen maceracı küçük burjuva hayalcilik için gereken zeminin hazırlanmasını kastediyorum.  Stalin’in karalanması ve onun ‘baskıları’na kurban gidenlerin rehabilitasyonu kampanyası bu amaçlar için idealdi. Üstelik rehabilite edilenlerin bir kısmı parti ve devlet aygıtında görevler aldı ve doğal olarak Hruşçov’un dayanağı haline geldi.” (Stalin ve Hruşçov Hakkında, İvan Aleksandroviç ile Söyleşi, V. Litov, s. 70)
Okurları, 20. Parti Kongresi’ne sunulan “Kişi Kültüne Karşı” adlı belgeyi incelemeye çağırıyoruz. Bu rapor “XX. Kongre Gizli Raporu, Kişi Kültüne Karşı” başlığıyla 1991 yılında “Pencere Yayınları” tarafından yayınlanmıştır. Belgede, dikkat çeken bazı olguların altını çizmekte yarar görüyoruz.
Birinci olarak, doğrudan olmasa da, “Stalinizm”e karşı mücadele politikası Stalin’in ölümünün hemen ardından başlatılır.
Şu sözler bu olgunun birinci ağızdan itirafıdır:
“Stalin’in ölümünden sonra, Parti Merkez Komitesi bir kişiyi yüceltmenin, onu tanrı gibi doğaüstü niteliklere sahip bir süpermene dönüştürmenin Marksizm-Leninizm ruhuna uygun olmadığını, yabancı olduğunu sürekli açıklama politikasını uygulamaya başladı.” (Kişi Kültüne Karşı, s.10)
Bu itiraf, Stalin’in naaşı daha yerdeyken koltukları paylaşan ve “deStalinizasyon” doğrultusunda önemli kararlar alanların sürece hazırlıklı girdiklerinin de kanıtıdır.
İkinci olarak, kötü ünlü raporda, Stalin’in halktan koptuğu “En son bir köyü ziyaret etmesi… Ocak 1928 ” ise (ki, bu bir palavra) ve “Birçok film kolhoz yaşamını öyle tasvir ediyordu ki, sofralardaki masalar hindi ve kazların ağırlığı altında bükülmüş. Stalin durumun gerçekten böyle olduğunu sanıyordu.” (agk., s. 69) saptaması doğru ise (ki bu da bir palavradır), bu demektir ki, Enver Hoca’nın vurguladığı şey, Stalin’e yanlış bilgi aktarılıyor, Stalin’e tozpembe bir tablo çiziliyordu saptaması da doğrudur.
Bu sözler küçük burjuva bürokratik-revizyonist tabakanın Stalin’e ve parti önderliğine yoğun bir yalan-yanlış bilgi akışı örgütlediğini kanıtlıyor. Anlaşılan revizyonist-bürokratlar, bir yandan Stalin’i putlaştırarak zararsız aziz tahtına oturtmaya, O’nu cam bir fanusun içine hapsetmeye çalışırken, bir de ölümünden ya da öldürülmesinden sonra bir kez daha öldürmek için hazırlık yapmışlardır.
Üçüncü olarak, Stalin Jdanov’un öldürüldüğünden kuşkulanır, olayı aydınlatmak için soruşturma başlatır. Bazı maddi veriler ortaya çıkar. Ünlü “Suikastçı Doktorlar Davası” başlatılır. Fakat Stalin kısa bir süre sonra ölür (ya da öldürülür.) Molotov’un söylediğine göre Stalin’in ölümü tam da “Suikastçı Doktorlar Davası”nın mahkemesinin başlayacağı günde gerçekleşir. Hainler, konuyla ilgili “Gizli Rapor”da şunları söylüyorlar:
“Doktorlar Davası’nı Stalin’in ölümünden sonra incelediğimizde, baştan sona uydurma olduğunu anladık.”
“Bu yüz kızartıcı dava Stalin tarafından düzenlendi. Ne var ki, sonuçlandırmaya zamanı (ömrü) yetmedi. Bu nedenle doktorlar hala yaşıyorlar. Şimdi hepsinin itibarı iade edildi. Önceden çalıştıkları yerde çalışıyorlar, sadece hükümet üyelerini değil, üst düzeydeki kişileri de tedavi ediyorlar, onlara tam güvenimiz var; önceden olduğu gibi görevlerini dürüstlükle yapıyorlar.” (agk., s. 58-59)
Açıkça görülen o ki, revizyonistler kendi tetikçilerini aklayıp ödüllendirmişler. Bu aklama faaliyeti ve Jdanov davasının üstünün sessiz sedasız örtülmesi çok açık bir şekilde gerçek suçluları ele vermektedir.
Dördüncü olarak, belgede (Gizli Rapor), Stalin’in kuşkuculuğundan, çevresine güvensizliğinden oldukça sıkça bahsedilir. Bu kuşkuculuğun 40’lı yıllarda ve ölümüne doğru oldukça arttığı belirtilir. Stalin, paranoyak ve adeta bir deli olarak tasvir edilir.
Benediktov’un (Stalin’in çevresinde yer alan sosyal demokrat mayalı Kruşçev vb gibilerden ve Bolşevik mayadan yoksun oldukları halde bazı yeteneklerinden dolayı, Stalin tarafından politikaları belirlemede karar verici konumda olmalarına izin verilmeksizin, değerlendirildiklerinden bahsettikten sonra) şu paranoya ve delilik demagojisini anlamamıza hizmet eden açıklamaları da oldukça önem taşımaktadır:
“Çeşitli türden ‘anılarda’ iddia edildiği gibi, hayatının son aylarında en yakın çalışma arkadaşlarından korkan Stalin değildi. Asıl ondan ölümüne korkan Hruşçov, Beria, Malenkov ve ötekilerdi, çünkü çok eskide kalmış suçlar için bile er ya da geç hesap sorulacağını biliyorlardı. Stalin’in hayatının son günlerinde neredeyse delirmiş gibi gösterme çabalarının sebebi de budur. Üstelik Stalin daha önce söylediğim gibi eski tüfek partililerin yerine genç kadroları açıkça hazırlıyordu. Bu da, elbette bu eski tüfeklerce kendilerine çekilmiş silah olarak algılanıyordu.” (age., s. 98)
Hatırlayalım, Kruşçev, Mikoyon gibileri, Stalin hayattayken O’nu öldürmeyi planladıklarından bahsederler. Stalin, “benden sonra Sovyetler Birliği’ni satarsınız” diyor Kruşçev’e. Gizli Rapor’da ise şunlar yazılı:
“Açıkça Stalin’in politbüronun eski üyelerini bitirme planları vardı. Sık sık politbüro üyelerinin yenilenmesi gerektiğinden söz ederdi.
“Merkez Komitesi Prezidyumunu yeni 25 kişinin seçilmesiyle ilgili olarak XIX. Kongreden sonra yaptığı öneri eski politbüro üyelerini uzaklaştırma ve her yönden desteklesinler diye daha az deneyimli üyeleri alma amacını taşıyordu.
“Buradan gelecekte eski politbüro üyelerini yok etmenin bir planı olduğunu ve bu yolla Stalin’in bütün utanç verici hareketlerini, şimdi değerlendirdiğimiz (rapordaki suçlamalar kastediliyor-bn.) hareketlerini örtme planı olduğunu tahmin edebiliriz.” (agk., s. 74)
Bu saptamalar ve çizilen tablo Stalin’in revizyonist bürokratları temizleme niyet ve hazırlığının itiraflarıdır. Yine Stalin’in bu yönelimi Stalin’in ölümünün bir politik cinayet olabileceğini de güçlendiren bir veridir. Ve tekrar hatırlatmak isteriz, yeni tip burjuvazinin önündeki en büyük engel, zaafları ne olursa olsun, yine Stalin’di. Yukarıdaki itiraflar, daha Stalin hayattayken Stalin’i tasfiye etme planlarının, dahası girişimlerinin olduğunu, revizyonist kliklerin buna uygun bir hazırlık içinde olduklarını dolaylı ama açıkça göstermektedir.
Kızı Svetlana’nın Mektuplar’ında Stalin’in güvenlik adına sürdürmek zorunda olduğu tecrit yaşama ilişkin değerlendirmeleri dikkat çekicidir. Svetlana söz konusu tecridin Stalin’in tercihiyle değil, parti ve devlet bürokrasisi tarafından inşa edildiğini de vurgular. Bu durumu, yeni tip küçük burjuva kastın Stalin’i dizginleme, sınırlama, çevreleme, etkisizleştirme harekâtı olarak da yorumlayabiliriz. Bunun doğru olmadığını düşünmek için ortada bir neden de gözükmemektedir zaten.
W.B. Bland, 1930’lardan başlayarak Stalin’in ölümüne dek geçen süreçte, SBKP (B) MK’ya “gizli revizyonist bir çoğunluk”un egemen olduğunu, Stalin ve çevresinin -komünistlerin- bir azınlık oluşturduğunu ileri sürmektedir. SSCB’de restorasyonun Stalin’in ölümünden sonra, bu “gizli revizyonist çoğunluk” tarafından başlatıldığını savunmaktadır. Her ne kadar W. B. Bland’ın bu düşüncesine katılmasak da, yine de, 1945 sonrası için bu tezin son derece dikkate değer olduğunu belirtmek isteriz. Çünkü 45’ler sonrası küçük burjuva bürokratik tabaka bir kasta da dönüşmüştür. Ve bu kast, henüz bütün çıplaklığı ile kendi ideolojisini, politikasını ortaya koymaya cesaret edememektedir. Bu doğrultudaki öncü çıkışları ifade eden Vargaların, Vozenskylerin sonu da biliniyor. Yani politik kuvvet ilişkileri ya da politik güç dengeleri bu kastın açıktan ortaya çıkmasına henüz elverişli değildi. Dolayısıyla illegaliteye yatmasına yol açmaktaydı. Yeni tip bürokratik çürüme olgusu ve partinin Bolşevik ruhunu büyük bir oranda kaybetmiş olması olgusu burada özenle hesaba katılmalıdır. Bu durumda Stalin’in en yakın dava arkadaşlarının Stalin’in ölümünün hemen ardından yön değişikliğine başlaması olgusu herhalde rastlantılarla izah edilemez. Belli ki partide temel eğilim farklılıkları bulunmakta ama su yüzüne çıkma cesareti gösterememekte ya da bunun için uygun fırsatı beklemekte ve kollamaktadır. Bu konuda Molotov’un açıklama ve değerlendirmelerinin göz önünde bulundurularak sorunun incelenmesi yerinde olacaktır.
Svetlana’nın “Her yerde düşman görüyordu. Suçlama ve kin hastalığına yakalanmıştı, yalnızlığın ve tecrit olmanın sonucuydu.” saptamasını doğru olarak yorumlayacak olursak, bunun anlamı şudur: Stalin yeni tip bürokratlaşmayı, giderek kastlaşmayı, bu kastın iç iktidar dalaşını, semirme mücadelesini, gitgide daha fazla komploculuğa, entrikacılığa, manipülasyona battığını görüyordu. En keskin Stalinci görünerek kendisini zararsız bir aziz derekesine çıkartıldığını görüyordu. “Stalinci düzen”in Stalin’e yabancılaştığını (ki bu Stalin’in sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır) anlıyordu. Daha köklü bir müdahalenin gerekli olduğunu düşünüyordu. Kızının “Yaşlandıkça babam yalnızlık çekmeye başlamıştı. Artık o kadar herkesten uzaklaşmış ve yüceltilmişti ki boşlukta yaşıyor gibiydi. Konuşacağı bir insan yoktu.” (age., s. 200) saptaması boş bir saptama olarak görülmemelidir. Görülen o ki, Stalin, yüksek otoritesine rağmen, son yıllarında, büyük bir oranda zararsız bir aziz haline getirilmiştir ya da tablo buna yakın.
Stalin’in kuşkuculuğu konusunda Molotov da şunları söyler:
“-Son yıllarda Stalin biraz düşmeye başladı bana göre. O kadar zorlu zamanlar geçirdi ki! O kadar şeyi zaten nasıl kaldırabildi kendime soruyorum!”
“-Yaşla birlikte herkes çeşitli derecelerde skleroz olabilir. Ama Stalin’de bu çok belirgindi; dahası çok sinirli olmuştu ve herkesten şüphe ediyordu. Son dönemindeyse bence artık tehlikeli olmuştu. Bazı aşırılıklara düşüyordu. Yazdıklarında, bazı söylev ve makalelerinde eski kalıpları büyük bir dikkatle değiştiriyordu. 29.04. 1982” (age., s. 320-21) 
“Stalin zaman zaman aşırı kuşkucu biri oluyordu. Ancak kuşkucu olmamasına imkân yoktu… 15.08.1975)” (Molotov Anlatıyor, s. 339)
“Çok şüpheciydi. O kadar zor yıllar yaşadı ve o kadar büyük yüklerin altına girdi ki son yıllarda biraz dengesini yitirdi. Kafasında en küçük bir hata korkunç bir olayın nedeni olabilirdi.” (age., s. 501)
Molotov’la 140 görüşmeyi yapan Feliks Çuyev, “…Arkadaşlarımdan bir yazar Paris’ten getirdiği A. Avtorhanov’un Stalin’in Ölümü Muamması adlı kitabını bana ödünç vermişti. Ben de Molotov’a verdim, birkaç gün sonra gelip izlenimlerini sordum.”, diyor. Molotov Çuyav’e şunları söyler:
“-Kitap çok ahlaksızca! dedi. Hepsi haydut gerçekten de! Tabii ki gerçek olan bir yanı da var. Beria geçmişten çok geleceğe ait bir adamdı, kendisine bu yönde bir yol açmaya çalışmış. Gerici olarak çok aktifti. Özel mülkiyet dışında bir şey görmüyordu. Sosyalizmi kabul etmiyordu. İleri gittiğini sanıyor oysa aslında geriye çekiyordu, en betere doğru.” (age., s. 347)
“…Beria bence yabancı birisi. Partiye kötü niyetlerle girdi.” “Beria ilkesiz bir adamdı.”
“-Bu dördünün Stalin’e karşı Avtorhanov’un yazdığı gibi bir komplo tezgâhlamış olmaları akla yatkın mı?
“-Üçü, üçü (Beria-Kruşçev-Malenkov kastediliyor-bn). Bulganin hariç. Evet her çeşit plan kaynatmış olabilirler. Beria’nın oynadığı rol ise hala biraz karanlık.” (age., s. 348)
“Ben Beria’yı ilkesiz bir adam olarak gördüm ve hala da öyle görüyorum. Çıkarcıdır. Sadece kendisine kazanç sağlayacak işlerle ilgilenirdi. Kariyerist bile değildi.”
“…İlkesiz bir adamdı. Ve komünist değildi. Partiye yamanmış biri olarak görürüm onu. 21.10.1982 ” (age., s. 364-65)
“-Bu kitaba göre (Stalin-bn.) Beria’ya da güvenini kaybetmiş.
“-Bunun doğru olduğunu düşünüyorum. Beria’nın kendi paçasını kurtarmak için her şeye hazır olduğunu biliyordu. Güvenlik personelinin seçimini yapan Beria’dı, Stalin her şeye kendisinin karar verdiğini sanarak önüne sunulanlar arasında seçimini yapıyordu. Oysa Beria onu mecbur kılıyordu.
“-Kriz geçirmesinden bir gün önce birlikte içerlerken Stalin’i zehirlemiş olabileceği ihtimali var mı?
“-Bu mümkün, evet. Beria’yla Melankov birbirlerine çok sıkı bağlıydılar. Hruşçov da onlara katıldı, onun kendi amaçları vardı. O da herkesi oyuna getiriyordu. Hruşçov’un sosyal temeli daha sağlamdı çünkü küçük burjuvazi her yandaydı. O da tam küçük burjuvaziye hitap ediyordu zaten. Hruşçov’un ne ideolojiyle ne de komünizmin inşasıyla bir ilgisi vardı.’….” (age., s. 349)
Çuyev sorularını sormaya devam eder:
“Poskrebıyşev’e gittim ve Vlasik’in kızıyla konuştum. Bana söylediğine göre babasını tutukladıklarında: ‘Stalin’in günleri sayılı. Yaşayacak az zamanı kaldı,’ demiş. Beria’nın Stalin’in bütün yandaşlarını elediğini fark etmiş, dedim ben.
“-Doğru, dedi Molotov…” (age., s. 350)
Molotov, Stalin’in zehirlenerek öldürülmüş olabileceğini ama bugün bunun kanıtlanamayacağını belirtiyor. Molotov’un sorulan soruları yanıtlarken birkaç yerde geçen şu anlatımları da Stalin’in öldürüldüğü iddiasını güçlendiren açıklamalar niteliğindedir:
“-Stalin, zamanının çoğunu Kuntsevo’yadaki ‘Yakın’ daçasında geçiriyordu. Ve orada öldü. O son günlerini yaşarken ben, sözün doğrusu, gözden düşmüştüm… Stalin’in ölümünden dört veya beş hafta önce gördüm. Son derece sağlıklıydı. Hastalandığında beni çağırdılar. Daçasına gittim, Politbüro üyeleri de oradaydı. Üye olmayan bir tek ben ve Mikoyan vardık. Emirleri veren Beria idi.
“Stalin kanepede yatıyordu. Gözleri kapalıydı. Arada sırada gözlerini açıyor ve konuşmaya çalışıyordu ama hiç kendine gelemedi. Konuşmaya kalkıştığında Beria hemen gidip ellerini öpmeye başlıyordu.
“-Stalin’i zehirlediler mi?
-Olabilir. Ama bugün kim ispat edebilir? 22.04.1970” (age., s. 352)
“Beria’nın bu işe bulaşmış olmasını akla yatkın buluyorum. Uğursuz bir rol oynamıştır. 13.01.1984)” (age., s .352)
 “ Bana söylediği şeye ve benim de hissettiklerime dayanarak, Stalin’in ölümünde parmağının olması imkânsız bir şey değil… Stalin mozolesinde, 1953 1 Mayısında, garip imalarda bulundu. Benim anlayışla karşılayacağımı umuyordu şüphesiz. Dedi ki: ‘Onu elimine eden benim.’ Sanki benim çıkarıma bir şey yapmış gibi. Bende sempati uyandırmak istiyor tabii ki. ‘Hepinizi kurtardım!’ Huroşçov’un yardım ettiğini sanmıyorum. Bazı şeylerin kokusunu almış olabilir… Yine de… Çok yakındı ikisi. Malenkov daha fazla şey biliyordur. Çok daha fazla. 24.08.1971, 09.06.1976 ” (age., s. 353)
Tarihin aydınlanmayan pek çok bölümü var. Bunu bugün, hemen ve doğrudan aydınlatmak elbette ki olanaklı değil. Ancak tüm gizli kalmış yanlarıyla gerçeğin, gelecekte, mutlaka aydınlanacağına inanıyoruz. Leninizm’e dönüş, demokratikleşme, toplumsal adalet, suçların aydınlanması ve haksızlıkların düzeltilmesi vs. vb. adına sahtekârca devrime, sosyalizme, Marksizm-Leninizm’e karşı saldırıya geçen, emperyalist, faşist, Troçkist, Titoist, sosyal demokratik vb. iftiralara sarılan ve Stalin’i itibarsızlaştırma operasyonuna girişen Kruşçevler ve ardılları suçlarını örtmek için sayısız belgeyi yok etmiş olsalar da gerçekler inatçıdır ve er geç bütün boyutlarıyla ortaya çıkacaktır.
Molotov’un verdiği şu bilgi, geleceğe de ışık tutacaktır:
“-Savaş sırasında Stalin şöyle demişti: ‘Biliyorum, ölümümden sonra mezarımın üstüne yığınla pislik atacaklar. Ama tarihin rüzgârı onları temizleyecek.” (age., s. 353)
Yeni tip burjuvazinin ve modern revizyonizmin önderi olarak ortaya çıkan Kruşçevcilerin ilk yaptıkları işlerden birisi de belgeleri tahrif ve yok etmek olmuştur. Konu hakkında tarihin tanıklarından Benediktov şunları söyler:
“İşin özüne varmak istiyorsanız, kafanızı daha fazla çalıştırınız. Hruşçov iktidara geldiği andan itibaren bu belgelere o kadar çok sahtekârlık ve konjonktürellik karıştı ki, hayret etmemek elde değil-bu kadarı bizim partinin komünist yayınlarında nasıl olabilir! Bugün bir türlü, yarın başka türlü, öbürgün de üçüncü türlü yazan ‘önde gelen’ bilim insanları ve uzmanlar da pek güvenilir kaynak değildir.” (age., s. 16)
“Stalin’den nefret eden ve kişisel çıkarlarını ve kinini büyük politikaya taşıyan Hruşçov’un eliyle bu noktada çok şey yapıldı. İşi bilen yetkili kişiler bana Hruşçov’un 30’lu, 40’lı yılların temizliklerine ilişkin birçok belgeyi yok etme emri verdiğini söylediler. Hruşçov ilk başta elbette Moskova’da, Ukrayna’daki kanunsuzluklardaki kendi rolünü gizlemeye çalıştı, Ukrayna’da iken merkeze yaranmak için birçok suçsuz insanı mahvetmişti. Aynı zamanda başka türden belgeler de yok edildi, 30’lu yılların sonunda önde gelen bazı parti yetkililerine karşı uygulanan temizliğin tamamen haklı olduğunu kanıtlayan belgeler. Taktik anlaşılıyor: Hruşçov kendini korumaya alarak kanunsuzlukların bütün suçunu Stalin’e ve kendi iktidarına büyük tehlike gördüğü ‘Stalinistlere’ atmaya çalıştı.” (age., s. 27)
Aynı konuda Molotov da şunları söyler:
“-Hruşçov o sırada KGB Başkanı olan Semiçastniy’i, kendisinin Ukrayna’da yönetimde olduğu döneme ait belgeleri toplamakla görevlendirmişti. Stalin karşıtı kampanyanın en üst noktası buydu.
“-Ukrayna’daki baskılar sırasında kendisi tarafından imzalanmış belgeleri yok etmek için tedbirdi bunlar, diye ekledi Molotov.” (Molotov Anlatıyor, s. 387)
Burada, okuyucunun, Benediktov’un Stalin döneminde mahkemeler ve arşivler halka açıktı, Kruşçev’le birlikte kapatıldı açıklamasını da anımsamasının yararlı olacağını düşünüyoruz. Kuşkusuz ki sorun kişisel kinle izah edilemez, bunu geçiyoruz; sorun yeni burjuvazinin sınıfsal karakterinde, yeni tip burjuva hegemonyanın kurulmuş olmasında, kapitalizmin restorasyonu eyleminde yatmaktadır… Geçmeden, Benediktov’un “Devlet ricali arasında Hruşçov belki de herkesten daha çok Stalin önünde yaltaklanırdı”, vb. sözlerini ve “Daha önce dediğim gibi, Stalin Hruşçov’un sloganları ve programının küçük burjuva özünü herkesten önce ve derinden kavradı. Ancak yine de ülkeyi ve dünya sosyalizmini, Hruşçov ve benzeri ‘gayri Bolşevik’ tipte liderlerin iktidara gelmesinden koruyacak önlemler almayı beceremedi…” değerlendirmesini de hatırlatmak isteriz. Keza Molotov’un “Stalin’in hatası kendisinden sonra gelecek olanın hazırlığını yapmamış olmasıydı.” (Molotov Anlatıyor, s. 373) değerlendirmesini de buraya aktarmak isteriz.
Ancak revizyonist hainlerin yukarıdaki saptamaları, Benediktov’un ve Moltov’un açıklamaları Stalin’in öldürülmüş olabileceği kuşkusunu olabildiğine güçlendiren bir itiraf ve açıklamalardır. Bu itiraflar ve açıklamalar, gerçekte revizyonistlerin Stalin’in daha hayattayken Stalin sonrasına hazırlık yaptıklarının da açık kanıtıdır.
Raporda, Stalin’den bir cani, bir katil, kan dökmekten zevk alan bir vampir; bir narsist, makyavelist, bir canavar; tek başına ülkeyi yöneten ve her türlü keyfi davranışı olan bir diktatör; on binlerce insanı keyfi olarak yok eden bir paranoyak; soykırımcı; kendini tanrı katına koymaktan ve bu propagandayı yapmaktan zevk alan adi bir işkenceci; vahşi işkencelerle sahte itiraflar alan, düzmece davalar düzenleyen bir zorba; binlerce, on binlerce komünisti, yüzlerce SBKP önderini işkenceden geçirip kurşuna dizdiren bir despot olarak bahsedilir. Stalin dönemindeki başarıların Stalin’e rağmen kazanıldığı iğrenç demagojisi yapılmaktadır.
Yeni burjuvazi, ideolojisi, ahlakı ve önderleriyle kendi niteliklerini,  uluslararası sınıf kardeşlerinin nitelik ve alçaklıklarını, “Gizli Rapor”da Stalin’e, proletarya diktatörlüğüne, o dönemin şanlı SBKP(B)’ne atfeder. Raporda, Stalin Hitler’den daha büyük bir cani ve katliamcı olarak lanse edilir. Tabii hainler ve korkaklar çetesi bunu Lenin’i ağızlarından düşürmeden, Marksizm-Leninizm bayrağını en önde taşıyan “sadık leninistler” demagojisiyle yaptılar. Tıpkı “Leninist-Bolşevik” Troçki gibi.
Kruşçev haini, 1964’te revizyonist burjuvazinin öteki kanadı tarafından tasfiye edilene dek, bir elinde “Stalinizme karşı mücadele” bayrağını sallarken, öteki elinde de kızıl bayrağı sallamaya ve ardına gizlenmeye devam etti.
20., 21. ve 22. Kongre ile revizyonist burjuvazi, iktidarını sağlamlaştırmada ve kapitalizmin inşası yolunda hızlı bir tempoda bir hayli yol aldı.
Kruşçev haini, başta ekonomik alan olmak üzere, iç ve dış politikadaki başarısızlıkları sonucu yıprandı, gözden düştü. Revizyonist burjuvazi atı yenilemek gerektiğini anladı. Kruşçev, Ekim 1964’teki MK toplantısında, bütün görevlerinden alınarak tasfiye edildi. Kruşçevizm’i (sosyalizmi tasfiye, kapitalizmi kurma, sosyal-emperyalist devlet haline gelme program ve eylemini) kurtarmak için, Kruşçev feda edildi. Yeni inisiyatif odağı artık Brejnev-Kossigin kliğiydi.
Brejnev-Kosigin liderliğindeki yeni tip burjuvazi, Kruşçev çizgisini rötuşlayarak, kapitalizmi inşa çizgisinde dolu-dizgin ilerledi. “NeoStalinistler” olarak lanse edilen Brejnevci klik, “kişi putlaştırmasına”, “Stalinizme” karşı mücadelesini bir an bile elinden bırakmadı. Kuşkusuz ki Brejnevci kliğin “neoStalinist”, “Stalinist” olarak lanse edilmesi adi bir burjuva kurnazlığının ve demagojisinin ifadesi olmaktan öte herhangi bir değeri yoktur.
Burjuvazi ve revizyonist akımların pek çoğu revizyonist burjuvaziyi ısrarla “Stalinist” vb. olarak lanse etti daima. Onlar bunu yaparken bir yandan Brejnev döneminde hızlanan kapitalizmin inşası çizgisini desteklemeye, öte yandan da Brejnevleri “neoStalinist” göstererek bir taşla birçok kuş vurma taktiğini izlemeye devam ettiler. Troçkistler de aynı koronun içerisinde yer aldıkları gibi, dahası, çığırtkanlıkta daima önde olmaya da devam ettiler.
Troçkist Sungur Savran’ın özelde Gorbaçovculukla ilgili ortaya çıkan tabloya değinirken yazdığı şu sözleri, aynı ihanetçi taktiğin çarpıcı bir kanıtı olarak göz çıkarıyor:
“Başka dersler var; ‘Tek ülkede sosyalizm’ programı, bürokratik hâkimiyet sistemi ve Stalinizm artık yolun sonuna geldi. Bugün bürokrasi ve onun siyasal/ideolojik hareketi Stalinizm kendi kendini tasfiye ediyor.” (Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, C. 5, s.1693)
Yani Savran’a göre “Stalinist” dönem Gorbaçovculukla birlikte son buluyor, ama o döneme dek iktidarda olan burjuvazi değil, “Stalinizmdir! Burada revizyonist bürokrat burjuvazi Stalinist ilan edilirken, klasik kapitalist biçimlere geçişi savunan ve hazırlayan kesimlere karşı çıkan bürokrat burjuva klikler de ayrıca “neoStalinist” olarak lanse ediliyor. Bu hileli yolla da Marksizm-Leninizm’e, Stalin’e, Stalin döneminin sosyalist yapısına karşı iğrenç bir saldırı örgütleniyor.
Kruşçev dönemi ile Brejnev dönemi, aynı tarihsel-ideolojik-siyasi sürekliliğin dolaysız ifadesidirler. Aralarındaki farklılıklar yöntemlere ilişkindir. Örneğin, “Stalinizm” sorununda çizgi aynı çizgidir, ama aradaki taktiksel ve yöntemsel farklılıklar söz konusudur. Bu konuda, Brejnev döneminde basılmış olan “SBKP Tarihi” kitabında, 20. Parti Kongresi kutsanıp yüceltiliyor, tüm tezleri onaylanıyor. (Bkz. age, s. 466…)
“SBKP MK’nın 30 Haziran 1956 tarihli kararnamesi parti ve ülke için, bütün uluslararası komünist ve işçi hareketi için bir bakıma özellikle önemliydi. ‘Kişiye tapmayı ve onun doğurduğu zararları yok etmeye dair’ adını taşıyan bu kararname, önemli sorulara cevap verdi. Stalin kültü nasıl türüyebilmiş, kişiye tapmak neden marksizme, leninizme yabancıdır, kişiye tapma ve bundan doğan zararları yok etme işine SBKP neden girişmiştir?” (age., s. 485)
“XX. Kongre, ‘Kişiye tapma ve onun neden olduğu zararlar üstüne ‘raporu dinledi. (….) ve Marksizm-Leninizm’e kesinlikle yabancı olan kült olgusunu kesinlikle yerdi.” (age., s. 483)
Brejnevci Parti Tarihi kitabı (ki, 1959’da da Kruşçevci SBKP Tarihi yayınlanmıştır), 20. Kongre’yi ve 20. Kongre’nin “Stalinizme” karşı mücadele politikasını eksiksiz desteklerken şu sözlerle de, gerçekte, halkın “Stalinizme” karşı geliştirilen alçakça saldırılara da katılmadığını dolaylı biçimde itiraf etmiş oluyor:
“Parti anlıyordu ki, kişiye tapmanın neden olduğu yanlışların ve aşırılıkların açıklanması halkta üzüntü uyandıracak ve düşmana Sovyet aleyhtarlığı için fırsat verecekti. Fakat parti bu rizikoyu üzerine aldı…
“Gerçekten de zorluklarla karşılaşıldı. Sonra, Stalin kültünü çözme işi bazen kampanyalar biçiminde, tek taraflı yapılıyordu. Yapılan eleştiri, her zaman objektif değildi. Yanlışlar çoğu kere öyle ele alınıyorlardı ki, Sovyet halkının sosyalizm kuruculuğunda, Büyük Anayurt Savaşında kazandığı başarılar küçümsenmiş oluyordu.” (age., s. 488)
Bu sahtekârlar ve hainler çetesi, anti-Stalinist kampanyanın zaten halkı demoralize etmek, sosyalizmi yıkmak, Sovyet düşmanlarını sevindirerek elbirliğiyle devrimci olan ne varsa onu yıkmak için örgütlendiğini görmezden gelerek, üstünü örterek bu satırları yazıyorlar. Ancak aynı satırlar, anti-Stalinist, anti- komünist karşı-devrimci kampanyanın kimleri üzdüğünü ve hedef aldığını, kimleri sevindirip dostluğunu kazandırdığının da açık bir itirafını oluşturuyor.
Anti-Stalinist karşı-devrimci kampanyaya tepki duyan SSCB işçi sınıfı ve halkları, restorasyon sürecine karşı sayısız biçimde direnmiştir. Gürcistan’da patlak veren bir ayaklanmayı gazeteci Jean Marie şöyle anlatır:
“Bir direnme oldu ayaklanan kalabalık Stalin’in memleketi Gürcistan’da günlerce başkent Tiflis’i ellerinde tuttu”
Stalin’e sınırsız bir sınıf kini besleyen ve ondan ölesiye korkan revizyonist burjuvazi, Stalin’i mezarında da rahat bırakmaz. SBKP 22. Kongresi’nin aldığı bir kararla, naaşı Kızıl Meydan’dan, Lenin’in mozolesinin yanından kaldırılır.
“1961’deki SBKP’nin XXII. Kongresi bu kez ulu orta yapılan bu açıklamalar dalgası 1956 suçlamalarını doğruladı ve gözler önüne serdi. İlk defa tapma döneminden konuşulmaya başlandı. Güvenlik şefi Şelepin yasaları çiğneme ve polis aygıtındaki tasfiye konusunu ayrıntılı bir raporla suçlamada yerini aldı. Molotov, Malenkov suçlanıyorlardı. İlk defa adaleti yerine getirmekten, suçluları yargılamaktan, işlenen hataları onarmaktan söz ediliyordu. Kruşçev, eski diktatörün Kızıl Meydandaki Anıt Mezardan cesedinin çıkarılmasını, heykellerin yıkılmasını, adını taşıyan sokaklara, alanlara, kentlere yeniden isim verilmesini, Stalin cinayetlerinde kurban gidenler için bir anıt dikilmesini tasarladı.”(Jean Marie Chauvier, age., s. 58)
Modern revizyonizmin adım adım iktidarı gasp etmeye hazırlandığı 53-56 arası dönemde, SSCB’de, Sosyalist Kamp’ta, UKH içinde kokuyu iyi alan burjuva öğeler, oportünist, reformist, revizyonist, Troçkist kesim ve eğilimler dört bir yandan canlanmaya, parti ve devlet iktidarlarını teslim almak için silahlarını kuşanmaya, fırsat kollamaya başladılar.
1956 yılında 20. Kongre ile iktidarın revizyonist burjuvazi tarafından gasp edilmesinden sonra, Sosyalist Kamp’ta ve UKH içinde revizyonizm ve her türden burjuva etki atağa kalktı. Polonya’da, özellikle de Macaristan’da karşı devrim Titoizmin, Troçkistlerin ve uluslararası sermayenin enerjik desteğinde ayaklandı. UKH içinde derin bir ideolojik kargaşa patlak verdi. UKH bileşenlerini oluşturan komünist partilerin ezici bir çoğunluğu modern revizyonist çizginin hegemonyası altına girdi.
Başını AEP’in ve Enver Hoca’nın çektiği Marksist-Leninist ve devrimci partiler modern revizyonist ihaneti kavradıkları ölçüde, gecikmeli de olsa, baş kaldırdılar. Devrimci-demokratik dinamizmini henüz yitirmemiş olan ÇKP’de kendi özgün devrimci konumundan ve bir dizi özel ulusalcı çıkarların (örneğin atom bombasının sırlarının verilmemesi, sınır sorunları, Tayvan sorunu, Çin’in BMÖ üyeliği sorunu vb.) etkisiyle de ihanete, karşı-devrime karşı direndi. ÇKP, başta, yöntemsel ayrılıklarına ve önemli ayrılık ve eleştirilerine karşın, Kruşçev modern revizyonizminin derin etkisi altında kaldı. ÇKP MK’sının tavrını yansıtan ve “Renmin Ribao”da –Halkın Gazetesi- yayınlanan “Proletarya Diktatörlüğünün Tarihsel Deneyimi” ve “Proletarya Diktatörlüğünün Tarihsel Deneyimleri Üzerine Biraz Daha” başlıklı makaleler bu bakımdan önemlidir. Bu iki makale, 20. Kongre’nin ardından, birincisi 5 Nisan, ikincisi 29 Aralık 1956 tarihinde yayınlanmıştır. Birinci makalede Kruşçevci 20. Kongre, şöyle değerlendiriliyor:
“Kişiye tapmaya karşı mücadele sorunu XX. Parti Kongresinin çalışmalarında önemli bir yer tuttu. Parti Kongresi bütün samimiyetiyle, uzun zamandan beri Sovyet toplum yaşamında birçok hatalara ve zararlı sonuçlara yol açan kişiye tapmanın yaygın olduğu gerçeğini ortaya koydu. SBKP’nin kendi hatalarına karşı yaptığı cesur eleştiri, parti içi işleyişin derin ilkeli karakterini ve Marksizm-Leninizmin büyük canlılığını göstermektedir.” (Proletarya Diktatörlüğünün Tarihsel Deneyimleri, s.13, İnter Yay.)
“Parti ve devletin baş önderi olarak Stalin, hayatının son döneminde tam da bu nedenle bazı ciddi hatalar yapmıştır, çünkü o, farklı davrandı. O, burnu büyük oldu; itinasızdı, görüşleri subjektivizme ve tek yanlılığa açıktı…” (age., s.17)
“Gelişme halindeki sosyalist üretici güçler, sosyalist ekonomik ve siyasi sistem ve parti yaşamı, böyle bir kişiye tapma atmosferi ile her gün daha keskin bir çelişki ve çekişme içine girmişlerdir. SBKP XX. Parti Kongresinde kişiye tapmaya karşı gelişen mücadele, gelişmenin karşısında duran ideolojik engelleri silip süpüren Sovyet komünistlerinin ve Sovyet halkının gerçekten büyük ve kahraman bir mücadelesidir.” (age., s. 21)
“Çin Komünist Partisi, kişiye tapmaya karşı tarihsel olarak anlamlı mücadelede SBKP’nin kazandığı büyük başarıları selamlamaktadır.” (age., s. 22)
“Stalin hayatının son döneminde kazandığı bazı zaferler ve buna bağlı olarak yapılan övgüler Stalin’in başını döndürdü. O yer yer kaba bir biçimde diyalektik materyalist düşünce tarzından uzaklaştı, sübjektivizme düştü. Kendi bilgeliğine ve otoritesine körce inanmaya başladı.” (age., s. 50)
“…burjuvazi ve Batı’nın sağ sosyal-demokratları, kasıtlı olarak Stalin’in hatalarının düzeltilmesini ‘destalinizasyon’ (Stalin’den arınma-çn.) olarak gösterdiler ve bunu ‘antiStalinist unsurların’ ‘Stalinist unsurlara’ karşı mücadelesi diye adlandırdılar. Çirkef niyetleri tümüyle ortadır. Ne yazık ki, buna benzer görüşler bazı komünistlerde de yaygındır. Komünistlerin böyle görüşler savunmalarını çok zararlı buluyoruz.” (age., s. 51)
ÇKP, Titoizm’i ve Titozm’le barış ilan eden ve kutsayan Kruşçev revizyonizmini ise şöyle olumluyor:
“Sovyet hükümetinin Yugoslavya ile ilişkileri düzeltmek için gösterdiği çabalar, 30 Ekim 1956 açıklaması ve Polonya ile Kasım 1956’daki görüşmeler, bütün bunlar, dış ilişkilerde geçmişte yapılan hataların radikal biçimde ortadan kaldırılması amacıyla, SBKP ve Sovyet hükümetinin kararlılığını göstermektedir. Sovyetler Birliği’nin bu adımları, proletaryanın uluslararası dayanışmasının güçlendirilmesinde büyük bir katkıdır.” (age., s. 71)
“Tito yoldaşın ve Yugoslavya Komünistler Birliği’nin diğer yönetici yoldaşlarının Stalin’in hataları ve buna bağlı konularda son konuşmalarında ortaya koydukları tavra objektif ve haklı bir tavır denemez. Yugoslav yoldaşların Stalin’in hatalarına karşı özel bir kin duymaları anlaşılır bir şeydir. Onlar geçmişte çok zor koşullar altında sosyalizme sarılmak için övgüye değer çabalar gösterdiler. İktisadi kuruluşların ve diğer sosyalist kuruluşların demokratik yönetimi konusundaki deneyleri de dikkat ekti. Çin halkı, bir yanda Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülkelerle, diğer yanda Yugoslavya arasındaki çekişmelere son verilmesini selamlar; aynı zamanda Çin ile Yugoslavya arasındaki dostluk ilişkilerinin kurulması ve gelişmesini selamlar; Yugoslavya halkı gibi Çin halkı da, Yugoslavya’nın sosyalizme giden kendi yolunda refahı ve gücünün artmasını umut eder…” (age., s. 53)
Burada amacımız, başlı başına ÇKP’nin tutumun değerlendirmek değildir; ama geçerken bu olguları hatırlatmak istedik.
Bölünme, kendi ulusal burjuvazisinin çıkarları doğrultusunda direnme revizyonizmin burjuva milliyetçi doğasında vardır.
Nitekim her türlü baskı, şantaj, abluka, iç işlerine zorbaca müdahale vb. araçlarla UKH’yı uluslararası modern revizyonist hareket haline getirmeyi başaran Kruşçevci hainler, kısa sürede “çok merkezli” revizyonist bir hareketle yüz yüze kaldılar. 2. Dünya Savaşı yıllarında ve sonrasında sağ oportünizmin geliştiği İtalya Komünist Partisi, Fransız Komünist Partisi, İspanya Komünist Partisi gibi partiler öncelikle Kruşçevci revizyonizmden “Avrupa komünizmine” doğru evrildiler. Togliatti, 20. Kongre’nin ardından bu görüşlerin babasının kendisi olduğunu ve hakkının teslim edilmesi gerektiğini yüzsüzce ilan etti. Togliatti, “çok merkezlilik” teorisinin önderi olarak ihanete en erken teslim olanların başında geldi ve Fransız Komünist Partisi lideri G. Marchais, İspanya Komünist Partisi lideri Carillo ile birlikte Euro-Komünizmi’nin önderliğini yaptı(lar).
Kruşçevizm, biçimsel de olsa, kendi liderliğinin tanınması koşuluyla, zorunlu bir taviz olarak, Euro-Komünizmi’ni tanımak zorunda kaldı.
Gerek UKH içerisinde komünizmden koparak sosyal reform partilerine geçiş sürecinde olsun, gerekse de Sosyalist Kamp ülkelerinde sosyalizmden kapitalizme geçiş sürecinde olsun “Stalinizme”, “kişi putlaştırmasına karşı mücadele”, “dogmatizme karşı mücadele”, “yaratıcı Marksizm” sloganları ve bayrağı hep başköşeye oturtuldu. Troçkizm’in, “Batı-Marksizmi”nin, “post-modernizmin”, “post-Marksizm”in, “Ezilenlerin Marksizmi”nin de aynı sloganlarla ve oportünist duruşlarla Marksizm-Leninizm’e, dünya Marksist Leninist Komünistlerine saldırısı tesadüfi değildir. En nihayetinde, revizyonizm, reformizm, oportünizm, Troçkizm vb. akımlar aralarındaki farklılıklara karşın ve her birinin doğarak geliştiği ulusal alanlardaki özgün biçimlenmelerine karşın, aynı emperyalist dünya sistemi temeli üzerinde, son tahlilde, ortak küresel nitelikler üzerinde birleşerek, Marksizm-Leninizm’e karşı, dünya proleter devrimine ve sosyalizme karşı mücadele etmektedirler. Her bir dönemde ya da dönemeçte, hangi farklı özgün kılıflarla ortaya çıkarsa çıksınlar, en nihayetinde dünya kapitalizminin hizmetindedirler. Bu, çağımızın tipik olgularından birisidir.
Kanımızca, Kruşçev revizyonizmi önderliğinde toplanan ve “oy birliğiyle” onaylanan 1957 ve 1960 UKH belgeleri, gerçekte modern revizyonizmin damgasını taşıyan belgelerdi. Bu belgeler incelendiğinde de rahatlıkla görülebileceği gibi bir uzlaşmanın ürünüdür. AEP, ÇKP vb. partilerin modern revizyonist çizgiye karşı mücadelesi, bu belgelerin Marksizm-Leninizm ile revizyonizmin eklektik bir bileşkesi olarak çıkmasına yol açmıştır. Kanımızca, E. Hoca ve AEP’in iddia ettiği gibi bu belgeler ilkesel olarak Marksist-Leninist belgeler değildir.
Bu belgeler, tüm Marksist-Leninist lafazanlığına karşın ve dahası Kruşçevizm’in geri adım atarak imzalamış olmasına rağmen, modern revizyonizmin damgasını taşıyor. Belgelerde 20. Kongre onaylanıp övülüyor, 20. Kongre’nin tüm temel oportünist gerici tezleri belgelerde yer alıyor.
Bizce Marksist-Leninist Komünistler bu belgeleri revizyonist belgeler olarak mahkum etmeli ve AEP’in tavrını da açıkça eleştirmelidir.
SSCB’de iktidarı gasp eden yeni burjuvazi, sosyalizmin tasfiyesine ve kapitalizmin inşasına klasik burjuva ideolojisiyle, programıyla başlayamazdı. Bunun için kendini, içerisinde doğup büyüdüğü tarihsel, siyasal, iktisadi ve kültürel koşullara adapte etmek zorundaydı.
Kapitalizm ve burjuvazi uluslararası karaktere sahiptir. Bu maddi/tarihsel nesnel gerçek, revizyonizmin de uluslararası karakterini belirleyen olgudur. Dolayısıyla revizyonizm, hangi ülkede ortaya çıkarsa çıksın, temel karakteristik özellikleriyle uluslararası bir karaktere sahiptir. Revizyonizm, doğası gereği, burjuva ideolojisinin biçimlerinden biridir ve o, proletarya saflarında burjuva bir etkiyi, akımı temsil eder. Uluslararası karakterine karşın; revizyonizme karşı mücadele emperyalizme karşı mücadeleden ayrılamazsa da o, içerisinde doğduğu toplumsal, tarihsel koşulların özgün özelliklerini taşır. Bu bağlamda, revizyonizmi inceler ve çözümlerken onun uluslararası karakterinin yanı sıra, bir de ulusal alanda aldığı özgün biçimleri de özenle incelemek, çözümlemek gerekir.
Kruşçevci modern revizyonizmin ideolojik kökleri, Brenstein’e, Kautsky’e, sosyal demokrasiye, Troçkizm’e, Buharinciliğe, Titoizme dayanır.
Ama o, sosyalizmin zafer kazandığı bir ülkede iktidarda olan bir revizyonizm olarak, revizyonizmin en güçlü ve en tehlikeli türü olarak, 2. Dünya Savaşı’nın ardından, emperyalizmin Soğuk Savaş Stratejisi’nin ürünü olarak da doğan bir revizyonizm; sosyalizmi tasfiye etme, kapitalizm ve sosyal emperyalizmi inşa etme misyonunu üstlenmiş modern revizyonizmin bir türüdür. Bu akımın SSCB’de, ülke içerisinde maddi temelini ise ayrıcalıklı bir katman haline dönüşen yeni tip küçük burjuva bürokratik-aristokratik-teknokratik tabaka oluşturmuştur.
Eşyanın doğası gereği, Kruşçevizm, ancak, içerisinde doğduğu sosyalizm koşullarında, Marksizm Leninizm, sosyalizm zırhına bürünerek iktidarı gasp edebilir, kapitalizmi inşa edebilirdi. Bu bağlamda, modern revizyonizm, klasik burjuva ideolojisi, yeni revizyonist bürokrat burjuvazi, klasik burjuva kapitalist sınıf, SSCB’de inşa edilen kapitalizm klasik kapitalizm, inşa edilen emperyalizm klasik emperyalizm olamazdı; nitekim olmadı da. Tüm yapılanlar Marksizm Leninizm, sosyalizm, proletarya enternasyonalizmi vb. adı altında yapıldı.
Zaten restorasyon ve restorasyon programı ve eylemi, o günkü somut tarihsel koşullarda, SSCB koşullarında ve Sosyalist Kamp’ta başka biçimde de ortaya çıkamaz, kamufle edilemez ve gerçekleştirilemezdi. 1956 yılında ortaya çıkıp, “Kahrolsun Marksizm Leninizm, sosyalizm, komünizm!”, “Yaşasın kapitalizm, emperyalizm, burjuvazi!” denmiş olsaydı açık ki, SSCB proletaryası, halkları bu hainleri bir kaşık suda boğar, sosyalizme sahip çıkarlardı. Hainler Stalin’e saldırırken bile taktik olarak ona bir biçimde sahip çıkmak zorunda kalmışlardır.
Öğretici ve uyarıcı olacağı için A.Yakovlev’den bazı aktarmalar yapmak yararlı olacaktır. Aşağıdaki alıntıları okurken yılın 1990 olduğunu unutmayalım. Aşağıdaki sözlerin sahibinin sosyalizmin aşırı bilinçli düşmanı, klasik kapitalizmin tutkulu bir gerici militanı olduğunu bilelim. Ve bu kitabın her okuyucu tarafından incelenmesinin sayısız yararı olacağını da belirtelim.
“Bizde halkın zenginlere hiç sempatisi yoktur ve onlara güvenmez.” (Sovyetler Birliğinde Ne yapmak İstiyoruz?, s. 46)
“Köylülerin bir kısmı kendi hesabına çalışmayı kabul ediyor ama büyük çoğunluğu bunu istemiyor”
“Yine de bir çok kolhoz ve solhozun çok iyi çalıştığını kabul etmek zorundayız.”(age., s. 50)
“Toprak sahibi olmak isteyenlerin sayısı ise ne yazık ki, daha önce değindiğim gibi çok az. Tersini düşünürdüm. Yanılmışım.”(age.,  s. 51)
“Hukuk devletine gelelim. Daha işin başındayız, çünkü henüz uygun bir anayasamız yok… kanuna uyulmadan hiçbir şey yapılamaz.
“Bizde demokrasi henüz mevcut değil… Toplumun demokrasi geleneği yok, ilkeleri bilmiyor, oyunun kurallarını sezdiği an da bunlara saygı göstermeye hazır değil.” (age., s. 55)
“Birisine örneğin hakları olduğu kadar görevleri de olduğunu söylerseniz o size insan haklarını ihlal ettiğiniz karşılığını veriyor! Görevler tamamen devlete ait.”(age., s. 56)
“Aslında beni korkutanlar sağcı yöneticiler - ‘sağcı’ Sovyet şartlarında Stalin’ci-Brejnevci anlamına geliyor-(röportajı yapan gazetenin ekidir)- değil, onların arkasındakiler, onların yönlendirdiği, ekonomik durumdan hoşnut olmayan kitlelerdir. Eskiden işler daha iyiydi diyorlar ki bu doğru!” (age., s. 60)
“Kamuoyunda belli bir inandırıcılığa sahip olmak için bugün hala Lenin’e başvuruyoruz. (Kruşçevlerden, Brejnevlerden beri bu hep böyle oldu ve tabii ki daima Lenin’i en aşağılık bir şekilde çarpıtarak!-bn.) Ülkede muhafazakâr görüşler hala çok güçlü olduğundan Lenin’e dayanmak gerektiğini düşünüyorum (iba.). Meta sözcüğünü duyduğu an insanlarda oluşan güvensizliği gördüğünüz zaman, bunu fark ediyorsunuz.” (age., s. 63, iya.)
“Eski usul sosyalizmimiz tek bir şartla, işinin başına gitmesi şartıyla, herkese aynı ücreti verirdi. Bunun korkunç sonucu olarak, insanlar yayılıp oturmaya alıştılar… insanlar hiçbir şey yapmayıp, konut, sağlık hizmetleri, bedava kreş, yuva ve parasız eğitim gibi temel ihtiyaçlarının her şeye rağmen kendilerine sağlanmasına alıştılar. Bu durum devletin daima daha fazla hizmet vermesi gerektiği duygusuna dayanan, bir hak iddia etme anlayışını körükledi. Bence bu zihniyet değiştirmek için herkesi kendi sorumluluğunu üstlenmek zorunda bırakmak gerekiyor.” (age., s. 65-66)
“İdeolojilerin sonunun geldiğinden giderek daha sık söz ediliyor. Ben, daha ziyade efsanelerin sonu diyeceğim. XXVIII. Kongre hala komünist efsanelerin izlerini taşıyor. Elbette, serbest piyasa ekonomisine geçmeye karar verdik, bir hukuk devleti oluşturuyoruz… bugün çoğulcu sistemin varolma hakkı var. Bunların hepsi prestroika zihniyetinden kaynaklanıyor. Ama sanki bunların hiçbiri mevcut değilmiş gibi, XXVIII. Kongre ‘program deklerasyonunda SBKP sosyalizm yolunu seçmiş ve komünizmi hedefleyen bir partidir’ diye yazıyor (Kruşçev babanız da aynı aşağılık taktiği izlemişti-bn.)” (age., s. 66)
Yukarıda aktardığımız alıntılar sosyalizmin ve 56 sonrası da sosyalizm döneminden kalan ve gasp edilememiş hakların Sovyet işçisi ve emekçiler arasında ne denli kök salmış ve kapitalizme, özel mülkiyete, zenginlere ne denli öfkeyle baktıklarını gösteriyor. Aynı açıklamalar, birkaç on yıldır sosyalizm tasfiye edilmiş olduğu halde Gorbaçovcu hainlerin hala neden 1990’larda dahi, Lenin’i çarpıtarak ve arkasına gizlenerek, iğreti bir biçimde de olsa, sahtekârca programlarına “sosyalizm yolunu seçmiş, komünizmi hedefleyen bir parti” olduklarını yazma gereksinimini duyduklarını gösteriyor.
Troçkizm, “Stalinizm”i “karşı-devrim”, “bürokratik karşı-devrim” olarak tanımlar. Troçkizm ve IV. Enternasyonal 1956’yı “Destalinizasyon” yolunda olumlu bir dönemeç olarak görür ama Kruşçev ve ardıllarının Stalincilikten yeterince kopuşamayarak Stalin’in çizgisini, modelini bir biçimde devam ettirdiğini savunur. Bakın Yakovlev Stalin hakkında neler söylüyor:
“Stalin’in benim için kötülük timsali olduğunu söylemeliyim.” (age., s. 30)
“Stalin eleştirildikten sonra Stalinci modelde ısrar edildi.” (age., s. 24)
“Stalin’in yaptığı gerçekten sosyalizmin bir ifadesi olarak görülebilir mi? Hayır! Tersine tam bir karşı-devrimdir.” (age., s. 29)
Kendisine ve kendilerine  “Leninist-Bolşevik”, “Devrimci Marksizm”, “komünist” dahası Marksizm’in çağımızda geliştirilmesinin ifadesinin Leninizm değil de Troçkizm olduğu yaftasını yapıştırmayı seven Troçki, Troçkizm ve IV. Enternasyonal ile Marksizm-Leninizm’in, devrim ve komünizmin bilinçli azılı düşmanı A. Yakovlev’in Stalin’e karşı aynı cephede ve mevzide saf tutmuş olmaları ve aynı sözlerle saldırmaları çarpıcı bir şekilde örtüşüyor ve burjuva sınıf kardeşliğini çarpıcı bir şekilde ele veriyor. Evet, Troçkizm’in stratejik çekirdeği bilinçli anti-komünistlerden oluşmaktadır. Tarihsel deneyim bu geçeği çok çarpıcı bir tarzda açığa çıkarmıştır.
Kruşçevizm ve ardılları revizyonist bürokratik karşı-devrimi simgelerken, Gorbaçovculuk ise 56’dan başlayarak revizyonist karşı-devrimin klasik kapitalist karşı-devrime yol açan doruk noktası olarak olgunlaşıp çürümesidir. Yeltsincilik ise karşı-devrim içinde karşı-devrimdir. İkincisi birincisinden doğmuş, birincisi yerini ikincisine bırakmıştır. Böylece miadını dolduran tekelci devlet kapitalizmi, klasik kapitalist biçimler alarak dağılmış, tipik klasik kapitalist dönem başlayıp yeni sürece damgasını basmıştır.
Karşı-devrim içinde karşı-devrim, Kruşçev-Brejnev dönemini “Stalincilik”, “neoStalinizm” dönemi olarak damgalamış; birinci karşı-devrim Gorbaçovculukla Stalin dönemini bir kez daha mahkûm ederek, geniş çaplı anti Stalinist kampanyayla ikinci karşı-devrime yolu düzlemiştir. Her iki burjuva karşı-devrimin temsilcileri, her bir aşamada Stalin’e, sosyalizme ve Marksizm- Leninizm’e sınır tanımaz kin ve saldırıda dizginsizce birleşmiştir. Ve Troçkizm de her bir aşama ve dönemeçte onları eleştirel(!) enerjik tarzda desteklemiş ve teşvik etmiştir.
Gerçekler bunlardır.
  “Sovyet tarihçisi” Yuriy Afanasiyev, 10 Haziran 1987 yılında yapılan röportajda, “Bugün Stalinizm bir davranış biçimi, görüş ya da düşünce sistemi olarak hala varlığını sürdürüyor mu?” sorusunu, şöyle yanıtlıyor:
“Bizim ülkemizde değişik nedenlerle Stalin’le ilgili olarak ‘iyi anıları olanlar’ hiç de az değildir. Tarihsel anlamda bellek düne ilişkin bilimsel olmayan ‘sıradan, günlük’ deneyim ve değerlendirmeleri de içerir. Bu düşüncelerin ortaya çıkışı, gelişimi kendiliğinden oldu genellikle, ama gelişmesine ve kuvvetlenmesine ideolojimiz de katkıda bulundu. Filimlerimize göz atmak, birkaç kitap okumak yeterli: Stalin yüce, bilge kişi olarak tanıtılıyor. Daha düne kadar otomobillerin camlarına da Stalin’in resmi yapıştırılırdı. Stalin’in doğrudan fotoğrafları, ya da fotoğraflı hediyelikler Gürcistan’da açık açık satılırdı da. Stalin’in adı birçok kimse için sağlam politika, disiplin ve düzenle eş anlamlı hale gelmişti. İnsanlar içtenlikle inanırlardı buna. Bu mirastan kurtulabilmemiz için yalnızca bilime değil, propagandaya da önemli görevler düşüyor.” (Bitirilmemiş Devrim, s. 128-29, iba., Amaç yay.)
“İlerleyebilmek İçin Tarihten Dersler Çıkarmak Gerekiyor” başlığı altında yukarıdaki kitapta yayınlanan konuşmasında Nikolay Malov, “SBKP tarihini öğreten ders kitabı nasıl olmalıdır?” sorusu bağlamında, “Moskova’daki Parti Tarihi Kürsüleri eğitmenleri için düzenlenen seminerde” (yıl 1987), şu itirafta bulunur:
“Parti yöneticilerine gelince: Lenin’den bu yana tek yönetici bile yok. Bu en azından son yıllarda yayınlanan ders kitaplarına göre böyle. Stalin ve Hruşçov bile en fazla, parti kongrelerinde rapor okuyan kişiler olarak anılıyor. Oysa onlar devletin ve partinin yönetiminde olan, karmaşık ve çelişkilere sahip kişiliklerdi. Bilimsel somutlulukta irdelenmeleri ve değerlendirilmeleri gerekmektedir. Roosevelt’e, Churchill’e ve Eden’e ilişkin kitaplar yayınlandı, ama Stalin’in politik kariyerini anlatan kitap hala yok. Oysa dünya çapında ona ilişkin yüzlerce kitap yayınlandı ve yayınlanıyor. Üstüne üstlük bu yayınlar antisovyetik, antikomünist görüşler temelinde hazırlanıyor. Bu başkaları için de geçerli.” (s. 133-134, iba.)
Yuriy Afanasiyev’in açıklama ve değerlendirmesi, Stalin’in ölümünden bu yana süre gelen “deStalinizasyon”a, Stalin’ini itibarsızlaştırma operasyonuna rağmen Stalin’in, Sovyet halkları ve işçi sınıfı nezdinde itibarının yaşamaya devam ettiğinin itirafıdır. Yıl 1987. Gorbaçov’la birlikte anti-Stalinist kampanya dizginlerinden boşanmış dörtnala yol almaktadır. Ama hala bay “Sovyet tarihçisi”, Stalin’den, “Stalinci miras”tan, “Bu mirastan kurtulabilmemiz için yalnız bilime değil, propagandaya da önemli görevler” düştüğünden bahsetme gereğini duymaktadır. Bayın bahsettiği “bilim ve propaganda” ise tümüyle demagoji ve manipülasyondan ibarettir. Söylemek isteği şey, sözde bilimin, bilimsel kılıf giydirilmiş manipülasyonun ve iliklerine kadar çürümüş ve kokuşmuş olan yalan ve demagojiye dayanan burjuva ve burjuva revizyonist propagandanın misliyle yoğunlaştırılarak, devrimi, sosyalizmi, Marksizm-Leninizm’i, Stalin’i proletarya ve halkların belleğinden tümüyle sökülüp atılmasıdır. Belli ki pek sayın tarihçimiz, 50’lerden 90’lara yaklaşmış tarihsel kesitte, emperyalizmin, modern revizyonizmin ve yeni burjuvazinin bin bir biçimde pratikleştirdiği anti-Stalinist kampanyayı, “bilim” ve “propaganda” adına, hala yetersiz bulmakta, “Daha fazla yalan, daha fazla iftira için haydi ileri!” çığlığı atmaktadır. Eh, boşu boşuna “At sahibine göre kişner”, dememişler.
Nikolay Malov’un konuşması da bir başka itiraftır. Modern revizyonist burjuvazinin Stalin, devrim, sosyalizm ve komünizm düşmanlığının tablosunu özlü ama çarpıcı bir tarzda yansıtmaktadır. Stalin ve sosyalizm adı belgelerden, kitaplardan vb. silinmiştir. O, yok sayılmıştır. Nasıl tanımlanırsa tanımlansın, artık SSCB yok. Ama meydanlara çıkan işçiler, emekçiler Kruşçevlerin, Brejnevlerin, Çernenkoların, Andropovların, Gorbaçovların değil, Lenin ve Stalin’in posterlerini taşıyarak yürümektedirler. Eee, gerçekler inatçıdır ve siz onları kıvrak kalem darbeleriyle, demagoji ve manipülasyonla, zorla, satılmışların it gibi havlamasıyla değiştiremezsiniz.
Burada hatırlatmanın yeridir: Uluslararası sermaye, Troçkizm, sosyal-demokrasi, Titoculuk, başta Sovyet modern revizyonizmi olmak üzere modern revizyonizm, dikkat edilsin, herhangi bir SBKP kongresini değil, söz gelimi SBKP’nin 10. ya da 14., 15., 16., 17., 18., 19. parti kongresini değil 20. Parti Kongresi’ni esin kaynağı olarak açıklamış ya da desteklemiş, övmüş, bir milat olarak almıştır. İşte Lenin ve Stalin dönemi ile 20. Kongre ve Kruşçev ve Kruşçevizm ile açılan dönem arasındaki fark bu kadar temel bir farktır aynı zamanda. Çünkü Lenin ve Stalin döneminin SBKP’si ile Kruşçev, 20. Kongre ve ardılları dönemindeki SBKP arasındaki farklılık, proleter çizgi ile burjuva çizgi, sosyalizm ile kapitalizm arasındaki farktır.
SBKP’nin 20. Kongre süreciyle açılan kapitalizmin restorasyonu ve bu restorasyonun kapitalizmin yeni tipte inşası ile ve süreciyle birlikte burjuva revizyonist bir karşı devrimci kulüp haline getirilen SBKP’nin iğrenç bir şekilde çürüdüğünü görebilmek bakımından, şu iki örnek son derece çarpıcıdır. İlk örnek, Yeltsin’le ilgili olacak. Bakın SBKP’ye girerek Polit Büro üyeliğine kadar yükselen Yeltsin, anılarında neler yazmış:
“Parti komitesinin bana sorduğu çok sayıda sorunun arasında, ondan gelen şu soru vardı: ‘Marks, Das Kapital’in hangi sayfasında mal-para ilişkilerine değiniyor?’ Kendisinin Marks’ı hiçbir zaman ciddi bir şekilde okumamış olduğunu, asla bilemeyeceğini, zaten para-mal ilişkisinin ne olduğundan da haberi olmadığını biliyordum. Hemen cevap verdim. Şakacı bir ses tonuyla, bir saniye bile düşünmeden ‘C. II, sayfa 387’ dedim. Yüzünde bilgiç bir ifadeyle,’ Aferin’ dedi. ‘Marks’ı iyi biliyorsun.’ Ondan sonra parti üyesi olarak kabul edildim.” (Boris Yeltsin, Bu Gidişe Karşıyım, Altın Kitaplar, s. 54’ten aktaran Ahmet Hamdi Dinler, Sosyalizm Yolunda Yeni Açılımlar, s. 130-131)
İkinci örnek, SBKP Genel Sekreteri Y. Andropov’la ilgilidir. Bakın bu zat-ı muhterem neler demiş vaktiyle:
“ Kısacası komünizm, komünist yetersizliğinden ölmüştür. Dünyadaki komünistlerin en azı, eskiden komünist sistem ile yönetilen ülkelerde yaşamıştır. Andropov’un dediği SBKP içindeki komünist sayısının  % 8 oranı doğru ise o zaman partinin % 92’si sadece partili idi. Zaten kendisi ‘komünistlik başka, particilik başka’ dememiş miydi? Bütün komünist partileri içinde sürü ile partili bulmak mümkün. Oysa komünistleri fener ile aramak gerekirdi.” (Vasili Rafailides, EONOE aktaran Cumhuriyet Gazetesi, Aktaran A. H. Dinler  age., s.133)
Bu tabloyu özel olarak yorumlamaya gerek var mı acaba! Evet, bürokratik tasfiyeci çürümenin ortaya çıktığı koşullarda partili olmakla komünist olmanın farklı şeyleri ifade ettiğini biz de biliyoruz. Kendi özgün deneyimimizden bu olguyu, çarpıcı olarak yaşıyoruz. Bu bakımdan da sosyalizmin tarihinden gerçekten öğrenmeliyiz.
Gorbaçov’la birlikte SBKP içerisinde neoliberalinden faşistine kadar sayısız çeşitlilikte politik grubun ortaya çıkışı yeni tip burjuvazinin, modern revizyonizmin, yeni tipte inşa edilmiş kapitalizmin ve sosyal emperyalizmin ne derece korkunç çürüdüğünü kanıtlamıştır.
Brejnev’den adeta hayranlıkla bahseden Yalçın Küçük’ün, “Sosyalizmden soğumuş, yaşadığı toplumda mutsuz, kapitalizmin faziletlerine inanan ve bunları abartan bir entelijansiya, Brejniev döneminin en büyük miraslarından birisidir; Mihail Garbaçov, eninde-sonunda Sovyetler Komünist Partisi ile çatışmaya girdiği zaman bu gayri memnun entelijansiyaya döndü. Bu gayri memnunlar ordusunu harekete geçirmek için Brejniev’i kötülemek bulunmaz bir yöneliş oluyordu; Garbaçov ekibinin, Brejniev dönemi için bulduğu, ‘zastoy’, durgunluk, nitelemesi, muhalif entelijansanın içyapısına da uygun düşüyordu.”  (Sovyetler Birliği’de Sosyalizmin Çözülüşü, s. 153) analiziyle, O şu “gayri memnunlar ordusunu”nun nedenini ya da “bir nedenini” Brejnev’in ücretler politikasında büyük eşitlikçi olmasına her ne kadar bağlıyorsa da ( ki bu yanlıştır), gerçekte, sorunu üreten temel olgu 1956 ile ortaya çıkan ve Brejnev dönemiyle atağa geçen ve bir olguya dönüşen kapitalizmin restorasyonudur, restorasyon sürecidir. İşte bundan dolayıdır ki, Batı kapitalizmi hayranı “gayri memnun” aydınlar ordusu, en fazla da Brejnev döneminde ürüyor. Gorbaçov’a da düşen, bu orduyu yedekleyerek ya da ittifak kurarak harekete geçirmek oluyor. Eh, sonuç da ortada zaten...
Geçmeden bir-iki olguya daha dikkat çekmek istiyoruz.
SSCB’de Kruşçevci modern revizyonist karşı-devrimle açılan tarihsel süreci anlamamış, kapitalizmin yeni yoldan inşasını kavramamış bir dizi oportünist akım ve aydın, revizyonist/kapitalist sistem ve kampın dağılışını da doğru değerlendirememiş; tarihten de ilkeli, bütünlüklü dersler çıkaramamıştır. Daha trajikomik olanı ise, dağılışın, Kruşçevci modern revizyonist karşı-devrimin, kendi çizgi ve eyleminde kararlılıkla ilerleyememesine bağlamalarıdır. Örneğin bu bağlamdaki eleştiri ve değerlendirmelerin savunucularından birisi de Mehmet Yılmazer’dir. Yılmazer’in, 1988-93 arası tarih kesitinde yayınlanmış yazıların derlemesinden oluşan kitabı, bu bakımdan bir ibret örneğidir. Amacımız başlı başına Yılmazer’in kitabını değerlendirmek değil. Zaten bu, gerekli de değildir. Yıkılanın, çözülerek dağılan sistem ve kampın, revizyonist/kapitalist sistem ve kamp olduğu olgusunu bilince çıkarmaktan zaten uzak olan ve yıkılışı “sosyalist sistemin yıkılışı” olarak tanımlayan ve çözümleyen Yılmazer’in bu sözde anlayışını geçiyoruz.
Yılmazer’in, “Sosyalist sistemin çöküşü karşısında metodik olarak yaklaşırken başlıca üç farklı tavır ortaya çıktı.” “Sovyetler Birliği’ni zaten ‘sosyal emperyalist’ olarak gören siyasal akımlar açısından ortada önemli bir değişme yoktu. ‘Bürokratik kapitalizmden pazar kapitalizmine’ bir geçiş yaşanıyordu. Onlar söyleyeceklerini Mao ile birlikte zaten 60’lı yılların sonlarına doğru söylemiştiler. Dolayısıyla bu siyasal akımlar açısından sosyalist sistemin çöküşünden teorik ve siyasal sonuçlar çıkartmak mümkün değildi. Aslında onların mantığı açısından gerekli de değildi.” (Kapitalizmden Sosyalizme Geçiş Çağına Ne Oldu, s. 10, iba., Alaz Yay.) eleştirisi, eleştiriden ziyade demagojiden ibarettir. Sözgelimi SSCB’de Kapitalizmin Restorasyonu, Sosyalizmin Sorunları ve Tarihi Dersler, (Hasan Ozan, Ceylan-Akademi Yayınları) vb. çalışmalar Yılmazer’in önyargılı, sübjektif ve manipülatif duruşunun somut bir kanıtıdır.
Kuşkusuz ki, SSCB’nin ve Sosyalist Kamp’ın 56 ile, Kruşçevci kızıl maskeli beyaz karşı-devrimle birlikte kapitalizmin restorasyonu sürecine girdiğini ve bu sürecin 70’lere gelince sosyal-emperyalizm olarak olgunlaştığını düşünen cenahta,   “değişen bir şey yok, ne dedikse o çıktı” keyfiyetine saplanmış akımlar vardır ama bundan hareketle Yılmazervari genelleme yapmak, ilkesiz bir yöntem ve bakış açısını ifade etmektedir.
Yılmazer’i hep birlikte dinlemeye devam edelim:
“Stalin’e ilk önemli eleştiri Kruşçev’in XX. Kongre’de (1956) yaptığı ‘gizli’ konuşma ile başladı. Kongre sonrası MK’nın aldığı ‘Kişi Tapıncı Ve Sonuçlarının Giderilmesi Üzerine’ başlıklı kararla resmileşti. Bu karar Stalin döneminin oldukça iyi bir değerlendirmesini içerir. (agk., s. 35, iba.)
Yılmazer, “Bu karar Stalin döneminin oldukça iyi bir değerlendirmesini içerir” saptamasıyla safını ve duruşunu seçer. (Yukarıda, Kruşçevizmin, 20. Kongre’ye, 20. Kongre kararlarına, “Gizli Rapor”a dayanan anti-Stalinist çizgisinin karakterini, kampanyanın içeriğini, hedef ve amaçlarını ortaya koymuş olduğumuz için bir kez daha tekrarlamak gerekmiyor.) Bu duruş, yeni tip burjuvazinin, modern revizyonist karşı-devrimin, kapitalizmin restorasyonun yanıdır… Yılmazer’in bazı haklı eleştirileri ise, temel tahlili ve duruşu yanında önemsizdir. Seçtiği safı da değiştirmiyor.
Yılmazer, Kruşçev’i bazı hataları olan bir komünist olarak değerlendiriyor. Kruşçev, Brejnev ve ardıllarının “hatalar”ını Stalin dönemine, Stalin döneminin modern revizyonizm tarafından köklü bir şekilde aşılamamasına, bu amaçla ortaya konulması gereken sürekliliği olan sistematik irade eksikliği ile izah ediyor ve eleştiriyor(!). Modern revizyonist burjuvazinin 56 sonrası süreçteki başarısızlıklarının faturasını da fütursuzca sosyalist geçmişe mal ediyor. Örneğin o, “Böylece şu gerçeklik açıkça ortaya çıkıyor: Kruşçev dönemindeki ‘reformlar’ doğru noktalara dokunsa da eski mantık ve yöntemlerle pratiğe geçirilince işlemez hale gelmiş, düzensiz uygulamalara dönüşmüştür.” (age., s.48)
Açıkça görülebileceği gibi, Yılmazer, sosyalizmi tasfiye, kapitalizmi yeniden kurma teori ve pratiği olan Kruşçevizm’e sahip çıkıyor; dahası, kraldan daha kralcı kesilip, yeni tip burjuvaziyi, reformları tutarsız, istikrarsız, yetersiz, sistemsiz vb pratikleştirmekle eleştiriyor (!). Yeni tip burjuvaziyi, modern revizyonizmi, kapitalizmin restorasyonunu savunmanın klasik yöntemlerinden birisi de, öteden beri sayısız Troçkist, revizyonist, orta yolcu akımın ve aydının yapageldiği gibi, bir yandan Kruşçevlerin restorasyon yolunu savunmak, öte yandan da revizyonist bürokrat burjuvaziyi ileri gitmede, yenilenmede yetersiz kalmakla eleştirmektir(!). Yılmazer de yeni bir şey yapmıyor, revizyonist tasfiyeciliğin ayak izlerine basarak ilerliyor. Hepsi bu kadar!
Şu sözler de bayımıza ait:
“Gerçekten Brejnev, Kruşçev’i ‘iradi’ ve ‘subjektif’ olarak eleştirirken, kendisi Stalin döneminin bir karikatürünü yaratmaktan öteye gidememiştir.”
Yılmazer, 1935’lerden sonra, Stalin dönemindeki “ekonomik yönetim ve politikada yetki ve yürütüm, kaçınılmaz bir şekilde Sovyet tarihindeki en merkezi noktasına” çıktığını, “Bu, koşulların zorunlu bir sonucuydu. Elbette ki böyle bir yapılanmanın olumsuz birikimleri de olacaktı.” dedikten sonra, şöyle devam eder:
“Fakat 1948’den sonraki yıllarda emperyalist kuşatma geri çekilmiş, içeride burjuva artıkları etkisini yitirmiş durumdadır. Bu objektif değişim, parti politikasına yansımamızlık edemezdi. Yeni girilen döneme uygun politikalar üretmede Kruşçev dönemi bir adım atmış olsa da bu adım eski dönemin ve yeni koşulların yeterince kavranmayışından dolayı karşı uca sıçrayan tutarsızlıklardan öteye gidememiştir. Brejnev dönemi ise, değişen koşullara yeterince hızla ayak uyduramamış, Stalin döneminin politikalarını yeni koşullarda biraz deforme ederek uygulamakla yetinmiştir.” (age., s. 50-51)
Burada da açıkça görülebileceği gibi, bu değerlendirmeler tümüyle sübjektiftir. Modern revizyonizmi, Kruşçevleri, Brejnevleri örtülü bir şekilde savunma, meşrulaştırma, aklama; suçu, Stalin dönemine yıkarak işin içinde çıkma oportünizmiyle yüz yüzeyiz. Açık ki bu durumda da, Stalinci politika ve yapılar sürmüş, aşılamamış, vs. oluyor.
Görüldüğü gibi, Yılmazergiller familyasının tipik kaşarlanmış revizyonist teorik-siyasal değerlendirmeleriyle karşı karşıya bulunuyoruz. SSCB’de ve Sosyalist Kamp’ta sosyalizmi yeni yoldan tasfiye edenlerle Yılmazergiller familyası arasında nesnel içsel ideolojik bir bağ vardır. Bu bağ, sosyalizm ve komünizm adına modern revizyonist çizginin, orta yolcu oportünizme has koşullar içerisinde kendisini yeni bir biçimde üreterek karşımıza Kruşçevlerin, Brejnevlerin hataları olan komünistler olarak değerlendirilip eleştirilmesinde de açığa çıkmaktadır.
İşte bu revizyonist, sosyal reformcu zihniyetin sonucudur ki Yılmazer, Gorbaçovculuğu da şöyle kutsayabiliyor:
“Perestroykayla sosyalizm bir döneme giriyor. Bu ‘dönem’ sosyalizmin kuramsal aşamalarından birisi değil, tamamıyla Sovyetler’de sosyalizmin gelişiminin özel bir aşamasıdır. Herhangi bir ülkede tekrarlanması ne bir kader ne de bir kaçınılmazlıktır. Ancak bu büyük deney her devrimci örgütlenme için zengin bir yol göstericidir.
“Çalışan yığınların topyekün inisiyatifi temeline dayanan sosyalizm, bürokratik yozlaşmalarla kendi canlı özüne yabancılaşabilmiştir. Şimdilerde bu çember kırılıyor.” (age., s. 60, iya.)
“Yazımızı ‘yeni düşünce’yle ilgili bir notla sonuçlandıralım. Sovyetler’deki uygulamalar, genel özüyle olumlu özellikler taşıyor. Yıllardır geciken adımlar atılıyor….” (age., s. 61)
Yukarıdaki satırlar Eylül 1988’de yazılmıştır. İşte Yılmazer’in geldiği yer: Gorbaçovculuğun savunusu. Gorbaçovculuğun geldiği yer mi? SSCB’nin de dağılışı, tarihin karanlıklarına gömülüşü…
Evet, Yılmazer sayfalar dolusu yazmıştır. Ama boş yazmıştır. Eleştiri adına, ders çıkarma adına sosyalizmin tarihinden doğru sonuçlar çıkarmayı ve devrimci bir tarzda hesaplaşmayı da zaten başaramamıştır. Tek tek bazı devrimci eleştirileri ise ana yaklaşım ve değerlendirmelerinin karanlığında yitip gitmiştir.

* Geçmeden eklemeliyiz: Komünist partisini işçi sınıfının değil de “ezilenlerin partisi” ilan etmek, Kruşçevci modern revizyonizmin de ideolojik etkisini yansıtır; “tüm halkın partisi” teorisinin başka bir versiyonunu ifade eder. Komünist partiler yalnızca ve yalnızca işçi sınıfının politik temsilcisidirler; işçi sınıfının partileri olan komünist partileri, halkın ve ezilenlerin de mücadelesine önderlik eder. Bu iki şey iki farklı olgudur. Biri diğerinin yerine ikame edilemez. Tıpkı “Batı Marksizmi”nin, tıpkı “post-Marksizm”inin, tıpkı Troçkizm’in olduğu gibi, onların bir diğer versiyonu olan “ezilenlerin Marksizmi”nin, “ezilenlerin Marksizm-Leninizm”inin de Marksizm-Leninizm ile herhangi bir ilişkisinin olmaması gibi. Tıpkı ezilenlerin ya da halkın proletaryanın yerine ikame edilmeyeceği gibi.
**Ayrıntılar için bkz. Kruşçev’in Anıları I, s. 442 ve sonrası. Kruşçev’in Anıları (1 ve 2) PDF formatında internetten bulanabilir ve indirilebilir.
DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder