20) Eleştirel Değerlendirme ve Ders Çıkarmada Neden
Geciktik?
Öncellerimiz
de içerisinde olmak üzere sosyalizmin tarihsel deneyimlerine bütünlüklü bir inceleme temelinde eleştirel
yaklaşmamış, eleştirel öğrenmemiş olmamız bizlerin en büyük hata ve
eksikliklerindendir.
1956’lardan
sonra modern revizyonizme karşı mücadelede öne çıkan Enver Hoca ve AEP’in,
sosyalizm ve proletarya diktatörlüğünün tarihsel deneyimine, o arada bu tarihe
damgasını basan Stalin’e (ciddi dolaylı eleştirilere karşın) karşı, modern revizyonist
ihanetin baskısı altında, eleştirel yaklaşmaması, bizleri de yönlendirmiştir.
Dahası gördüğümüz ölçüde de Stalin ve inşa dönemine ilişkin (ki buna önceller
dönemi de dâhil) eleştirilerimizi, derinleştirip geliştirerek sonuçlandırmadık.
Dogmatik yaklaşımımızı
üç unsur besledi: Birincisi; teoriyi,
teorik çalışmayı küçümsedik. Tarihsel deneyimden eleştirel öğrenme ve aşmada
teorik-politik perspektifimiz dardı. Uluslararası Komünist Hareket’in (UKH)
deneyimine, tarihsel evrimine eleştirel yaklaşmada, bu olgular bizi cesaretsiz,
tutuk ve tutucu kıldı. UKH’nın bu alandaki 1940’lar asıl olarak da 1956 sonrası
gelişen yanlış ve geri geleneği bizi
de yönlendirdi.
Bu olgu ya da
olgular, Marksizm Leninizm’i kavramada, Uluslararası Komünist Hareket’in en iyi
devrimci geleneklerini özümsemede önemli bir geriliğimizi, olgunlaşma eksikliğimizi
ifade etmekteydi. Teorik ve politik sorunlarda tek yanlı bağımlılık,
duygusallık, sosyalizmin tarihinin idealize edilişi, bağımsız ideolojik ve politik kimliğin oluşmasındaki zafiyet
tartıştığımız sorunlarda bizi yönlendirdi.
Dogmatik
yaklaşımımızı belirleyen ikinci unsur; emperyalizmin, sosyal demokrasinin,
Troçkizm’in, modern revizyonizmin, oportünist tasfiyeciliğin adeta tek sesli,
tek merkezli derin ve kapsamlı bir cepheden sosyalizme, SSCB’ye, Stalin’e dönük
ilkesiz, demagojik, iğrenç saldırıların baskısıdır.
Bu durum, konu bağlamında bizlerde tutucu ve dogmatik
reflekse yol açtı.
Bu nesnel bir
olgudur. Bu olgu birinci temel gerçekle birleşerek, birincisinin üzerinde yükselerek
ayaklarımıza pranga vurdu.
Dogmatizme
sürüklenmemizde üçüncü bir unsur, 1980’ler sonrası, gerek Türkiye’de gerekse de
özellikle de 1985’ler sonrası uluslararası alanda içerisine girilen yenilgi ve gericilik döneminin üzerimizdeki baskısıdır.
Tasfiyeci
oportünizm, yenilgi ve gericilik döneminin tipik
hastalığıdır. Marksizm- Leninizm’den, devrim ve sosyalizmden, devrimci program,
strateji ve taktikten vazgeçişle, döneklik ve ihanetle belirlenen; dizginsiz
bir çözülüş, bir kaçış; burjuvazi ve kapitalizm önünde utanç verici bir diz
çöküştür.
12 Eylül
askeri faşist darbesiyle açılan yenilgi ve gericilik yılları ile 1980’ler
sonrası, özellikle de 1985-89-91 yıllarında yaşanan gelişmeler (Gorbaçovculuk
ve revizyonist-kapitalist kampın dağılışı) sürecinde dünya devrim dalgasının
ağır bir biçimde dibe vurması ve tarihte görülmemiş derinlik ve yaygınlıkta,
odağında burjuvazinin durduğu gericilik ve karşıdevrim dalgasının Türkiye’deki
yenilgi ve gericilik dalgasıyla birleşmiş
olması, böylece tasfiyeci oportünizmin dizginlerinden kurtularak şaha kalkması,
tüm bunlar, bizleri, bugün üzerine tartıştığımız sorunlarda geriye çeken, tutuk
bırakan bir baskılanmaya itti.
Bu dönem,
zaten ağır tasfiyeci, pragmatik ve
sekter zaaflarla malul UKH
dağıldı. AEP ve ASCH kapitalizme yenik düşerek tasfiye oldu; böylece
sosyalizmin son kalesi de yıkıldı. Sosyal demokrasi, açık burjuva kimliğiyle
emperyalist kapitalizmle daha derinden bütünleşti. Modern revizyonizm, açık
burjuva ve sosyal demokrat kimliğiyle, burjuva liberalizmine de dönüşerek
ortaya çıktı. “Neo-liberalizm” ve “post-modernizm”, tasfiyeci ihanet dönemin
yükselen değerleri olarak yerkürenin üstüne aşağılık bir şekilde doludizgin
boşandı. Tarihte insanlık, ezilenler, proletarya ve bilim adına ilerici olan ne
varsa karşı-devrim dalgasının ve emperyalist kapitalizmin neo-liberal ve
post-modernist dalgasının barbarca saldırısına uğradı. SSCB ve sosyalist
ülkeler, sosyalizm ve önderi Stalin’in tarihsel gerçekliği unutturulmak
istendi. Gericilik dalgasının alçakça saldırısından, çarpıtma ve kara
çalmasından, demagoji ve manipülasyonundan dizginsiz sevinç duyan, ilham alan
sözde “sol” akımlar da aynı gerici saldırı dalgasının militanları olarak
davrandılar.
Yenilgi ve
gericilik yılları, devrimci hareketi de pençesine aldı. “Yenilgiden öğrenmek”,
“sosyalizm deneylerinden ders çıkarmak”, “yenilenmek”, “dogmatizme karşı
mücadele”, “yeni tarihi koşulları bilince çıkarmak”, “Marksizm tabanında
bulunan akım ve bireyleri birleştirmek”, “uluslararası ideolojik merkezler son
bulduğu için bağımsız düşünmeyi öğrenmek”, “Stalinci dogmatizmden arınmak”,
“dogmatik Marksizmi reddetmek, yaratıcı Marksizmi savunmak”, “aşılmış olan 20.
asırın teorik-ideolojik-programatik çerçevesini cesurca aşmak”, “sosyalizmin
yeni döneminin sorunlarını çözmek”, “Marksizm’in”, “Marksizm-Leninizm’in
bunalımını aşmak” vb. sloganlarla devrimci hareketin büyük bir bölüğü (Dev-Yol,
Kurtuluş, TDKP vb.) liberalleşti; teoride revizyonizme, politikada reformizme,
örgütlenmede legalizme kapaklandı.
Yine
özellikle de bu dönem modern revizyonizm, Gorbaçovculuk, revizyonist/
kapitalist ülkelerde karşıdevrim içinde karşıdevrimi temsil eden burjuvazi ile
Troçkizm ve liberal, neo-liberal burjuva akımlar tam bir elbirliğiyle
emperyalizmin aktif desteğinde Stalin’e, Stalin şahsında Marksizm Leninizm’e,
sosyalist inşa pratiğine azgınca saldırıya geçtiler.
Yenilgiden
öğrenme şiarı ile tasfiyeci oportünizm, “sosyalist demokrasi”, “özgürlükçü
sosyalizm”, “ sosyalist pazar ekonomisi”, “dogmatizme” , “teorik tutuculuğa”,
“muhafazakarlığa”, “mezhepçi Marksizme” karşı mücadele vb. argümanlarını
yeniden ve yeniden üretti. Tasfiyecilik, yönelişini, argümanlarını, çizgisini,
pratiğini Marksizm Leninizm’in, sosyalizmin ve Stalin’in ret ve mahkumiyeti
ekseninde teorileştirdi ve dizginsiz bir demagoji ve manipülasyona girişti.
Bu tablo,
nesnel olarak, önyargılı biçimde sosyalizmin tarihsel deneyiminin
tartışılmasına cüretsiz yaklaşım ve korkuları besledi, sorunun zamanında (ki
zaten oldukça gecikilmişti) aydınlatılmasını önledi.
Aslında
sosyalizmin tarihsel deneyimini ve restorasyon olgusunu inceleme gereksinimi
çoğu zaman çeşitli biçimlerde dile getirildi; özellikle de yeni dönem
açısından, gerek birlik görüşmeleri döneminde, birliğin hazırlanan programı
üzerinde yapılan tartışmalarda, gerekse de birlik devrimi sonrası süreçte
sorunun çözümü için önemli bir istek gösterildi. Ne var ki istekler, niyetler,
dilekler, sorunun çözümüne dair kararlar, gerek sınıf düşmanının saldırısı ama
asıl olarak da, “teoriye, teorik çalışmaya” hep “üçüncü derecede” yer veren
önderlik ve çalışma tarzı nedeniyle öyle kaldı. Dolayısıyla sorunun çözümü için
yapılması gerekenler bu güne dek sarkarak geldi; ama olağanüstü gecikmeyle de
olsa bu kez, sosyalizmin sorunları ve tarihi dersleri eleştirel tartışılmaya
başlanmıştır. Ve burada da eleştiri ve tartışma özgürlüğü, sosyalist demokrasi başköşeye
oturmak zorundadır. Bu hak, dokunulamaz bir haktır. Bu hakkın şöyle ya da böyle
ihlali affedilemez. Hele de bu hakkın bürokratik çifte standarda kurban
edilmesi, bürokratik sopa gücüyle önlenmesi, darbelenmesi, ilkeli teorik
çalışma ve Marksist-Leninist ideolojik mücadelenin önüne set çekilmesi amacıyla
kullanılması sadece ve sadece bürokratik ve tasfiyeci ilkesizliği ve çürümeyi
ifade eder. Sosyalizmin tarihsel deneyimlerinin tartışıldığı, sosyalist
demokrasi bakımından da derin eleştirel derslerin çıkarılması gerektiği bir
dönemeçte, bu vb. tavırlar yaman bir trajedi ve yaman bir komediyi yansıtır
sadece ve sadece. UKH’nın da tarihsel deneyimlerinden bildiğimiz gibi, komünist
partilerde herkesi ve her kurumu ayrımsız ve ayrıcalıksız bağlayan yasalarla
proleter demokrasinin özünü oluşturan eleştiri ve tartışma özgürlüğü güvence
altına alınmıştır. Ama aynı deneyimlerden biliyoruz ki, sosyalist yasallık
bürokratik bir yasallığa dönüşmeye başlayınca orada artık yasaların güvencesi
kalmamakta, oportünizm ve ilkesizlik, çifte standart geçer akçe haline gelmekte
ve ideolojik ve örgütsel yıkım, açıklık ve güven ilkesi ya da ilkeleri erozyona
uğramaktadır. Marksizm-Leninizm’in, UKH’nın ve Türkiye devrimci hareketinin bu
tarihi temel dersi asla unutulmamalı ve herhangi bir alanda olduğu gibi
eleştiri ve tartışma özgürlüğü alanında da zaafların, parti ilkesine,
özeleştiri ilkesine, açıklık ilkesine, komünist güven, ahlak, vicdan ilkelerine
bağlı olarak net bir şekilde ortaya konulması gerekmektedir.
Marksizm-Leninizm’e, sınıfa ve tarihe karşı sorumlulukla davranmış
komünistlerin tavrı da daima bu olmuştur.
Gerek
önceller döneminde, gerekse birlik ve partileşme döneminden bu yana süregelen
değerlendirmelerde, teorik çalışmanın ihmal edildiği, fiilen 3. derecede önem
verildiği özeleştirileri, tarihsel ve
yapısal karakterdeki bir zafiyetimize işaret etmektedir. Ve
kuşkusuz ki bu durum “parti tarzı” ile izah edilemez, aksine, idare-i
maslahatçılık, dar pratikçi önderlik ve çalışma tarzı, burada da, temel bir
yerde durmaktadır*.
Tek cümleyle,
bu zafiyet, son tahlilde, sosyalizm
ve proletarya diktatörlüğü, kapitalizmin restorasyonu vb. kapsamındaki
sorunların çözülmemesinde, gecikilerek sorunların ele alınışında, ana kaynağı ve en önemli nedeni oluşturmaktadır. Aslında bu tablo, önderleşme ve iktidar
mücadelesindeki zafiyetimizin de açık ve kesin bir yansıması olarak
kavranmalıdır. Bu vb. zaafların “parti tarzı”yla izah edilemeyeceği, dahası
böyle bir çaba ve yönelimin demagojik olduğu ve olacağı çok açıktır. Aksine bu
tablo bir parti tarzına denk düşen önderlik ve çalışma tarzına ulaşılamadığını,
bu bakımdan açık bir başarısızlık sergilendiğini göstermektedir. Yeni dönemde,
eskinin yeni içerisinde, yeni bir biçimde tutunarak, yeni tipte bir tutuculuk olarak geliştiği ve sıçramamızı önlediği
açıklıkla vurgulanmalıdır. Bu, bir diğer ifadeyle, Birlik Devrimi zihniyetinin
kesintiye uğraması, eski tarzın, idare-i maslahatçılığın, dar pratikçi tarzın yeni
dönemde yeni ve giderek yapısallaşan tasfiyeci bürokratik zaaflarla birleşerek egemenlik
kurması olgusunu ifade etmektedir. Komünistlerin kendi tarihlerine de daha
köklü eleştirel yaklaşması gerektiği çok açıktır. Bu bakımdan da yeni tip
tutuculukla, yenilikçi söylemle kamufle edilmiş tutuculuk ve boş ajitasyonla,
Hareketi ideolojik ve örgütsel olarak tasfiyeye götüren açık ve gizli
oportünizmle ilkeli ve yapıcı bir şekilde hesaplaşmak gerektiği açıktır. Bedeli
ağır olan sonuçlardan da ortaya çıktığı gibi, bugüne kadar geldiğimiz gibi
artık gidemeyiz. Bunda direnmek açık bir şekilde daha fazla ideolojik vb. yıkım
örgütlemektedir. “Parti tarzı” ajitasyonu eşliğinde birey, önder, yönetici
kültü ile de kendini tekrarlayan zaaflardan yeni
bir birlik devrimi zihniyeti ile kopuşmalıyız. Sosyalizmin
tarihsel deneyiminin eleştirel incelenmesi ve derslerinin özümsenmesi süreci
komünist hareketin de kendini her bakımdan eleştirel aşma süreci olmalıdır aynı
zamanda. Eğer Birlik Devrimi zihniyeti, ilkeli bir tarzda kendini yenileyerek,
üreterek gelişebilseydi, eğer Birlik Devrimi zihniyeti teorik ve pratik olarak
kararlıca kolektif akla dayanan eleştiri-özeleştiri temelinde kendini yenileyerek
ilerleyebilseydi, kuşkusuz ki, bir dizi sorunun yanı sıra tartıştığımız konuda
da bugün bu kadar geri noktalarda olmayacak, dahası yeni sıçramalarla yürüyerek
ilerliyor olacaktık. Tarihsel deneyimden biliyoruz ki, her devrim hız kestiği,
durağanlaşmaya başladığı, yüzeyselleşerek gerilemeye başladığı yerde
bürokratizm ve tasfiyecilik hortlar…
Teori ve
ideoloji ile beslenmeyen politik ve örgütsel çalışma, UKH’nın, sosyalist
inşanın ve kendi deneyimimizin gösterdiği gibi, uzun vadede yenilmeye,
sendeleyerek yürümeye, kendini tekrara vb. mahkûmdur. “Siyasal çalışma bütün
çalışmaların can damarıdır.” (Mao), ama teorinin yol göstericiliğinde
yürütülmeyen bir siyasal çalışma eninde sonunda yozlaşmaya ve yıkıma mahkûmdur.
Teorisiz pratik olmaz sözünün bir anlamı da budur. Teori pratiğin hizmetindedir
sözünün çarpıcı bir anlamı da budur.
Yukarıdaki
eleştiri ve değerlendirmelerimiz kendi
adımıza yaptığımız bir özeleştiridir de…
Sosyalizm ve
proletarya diktatörlüğünün tarihsel deneyimine eleştirel olmayan bağlılığımız,
gerçekte sosyalizme yönelen saldırılara karşı etkin, vurucu, donanımlı ve
yetkin bir ideolojik mücadele
geliştirmemizi, programımızı
derinleştirmemizi önemli ölçüde zayıflatmıştır. Bu, daima niteliksel bir zaafla yaşayarak geldiğimiz anlamına gelmektedir. Bu
gerçeğin de bilincinde olmalıyız. Kanımızca kişi ve önderler kültü geliştirmek
yerine, büyük önderlik, yanılmaz “stratejik önderlik” üzerine lafazanlık yapmaktansa bu vb.
sorunlar ve gerçekler üzerinde daha gerçekçi ve derinlemesine düşünmek ve adım
atmak, değerli olan ve olacak tek tutumdur.
Doğru yöntem
ve çizgide yapılacak her tartışma sürecinin ve çıkarılacak derslerin öncüyü ve
kadroları her bakımdan daha yüksek
donanımla silahlandıracağı açıktır. Bunun hem öncünün programını
geliştireceğine, hem Marksizm Leninizm, devrim, sosyalizm ve Stalin
düşmanlarının saldırılarını püskürtmede daha güçlü ve gerçekçi mevzilere
yerleşmiş olarak ideolojik saldırı
üstünlüğünü ele geçirmemize yardım edeceğine, hem de günlük devrimci çalışmada bizleri daha güçlü mevzilere taşıyacağına
inanıyoruz.
Proletarya
diktatörlüğünün tarihsel deneyimine ve Stalin yoldaşa bilinçli düşmanca
saldırının işçi sınıfı, emekçi sınıf ve tabakalar, ilerici aydınlar ve devrimci
hareket saflarında ciddi bir kafa karışıklığına yol açtığını, derin tahribatlar
yarattığı gerçeğini es geçemeyiz.
“Sosyalizmin
yenilgisi” olarak ifade edilen şeyin, “Marksizm’in”, “Marksizm-Leninizm’in
krizi”
olarak ifade edilen şeyin komünist ve devrimci saflarda derin bir kafa
karışıklığına yol açmadığını iddia etmek atı arabanın arkasına koşmaktan başka
bir değeri olmayacaktır.
Stalin’i ve
proletarya diktatörlüğü tarihsel deneyimini başarılı bir şekilde sahiplenmenin
yolu, Stalin’i ve sosyalist inşa sürecini idealize
etmekten, eleştirisiz savunmaktan geçmez. Bu bağlamda, nesnel, bilimsel, denetlenebilir verilere dayanarak sosyalist inşa
süreci ve bağlı olarak Stalin eleştirel incelenmeli, bir gelecek
perspektifiyle gerekli dersler çıkarılmalıdır.
Bu bir
şeydir, “yenilenme”, “teorik tutuculuğa karşı mücadele”, “dogmatizmi aşma”,
“yaratıcı Marksizm”, “Marksizmin krizi”, “yenilgiden öğrenme” gibi teori ve
tezler kamuflajıyla ya da Stalin’i savunma adı altında gerçekte Stalin’e
reddiye yazmak, Stalin’e, proletarya diktatörlükleri dönemine reddiye yazmak bambaşka bir şeydir.
İkincisi tasfiyeciliktir.
Örneğin,
tasfiyeci Stalin savunucularından biri Doğu Perinçek’tir. Bu tescilli Kemalist,
“Stalin Rusya’sı başka bir mekân ve zaman. Üstelik Türkiye’de tekrar etmesi
mümkün olamayan bir deneyim.”(Stalinden Gorbaçov’a, s. 13); “Stalin’in
pratiğini bugün tekrar etmeye kalkışmak ise bambaşka bir tavırdır.” (age. s.
241) vurgulamasıyla bir yandan emperyalizme, faşizme, burjuvaziye güven vermeye
çalışırken, öte yandan da sözde Stalin savunusunu yaptığı kitabında, Stalin’in
Rusya koşullarıyla sınırlı ve o da, o tarihsel koşullarda, kaçınılmaz olan
uygulamanın önderi olduğunu savunuyor.
Devrim ve
sosyalizmin ve Stalin’in amansız düşmanı olan ve Türk burjuva devletinin bu
güvenilir ve sadık evladı, sahte ve ikiyüzlü bir Stalin savunuculuğuyla hem Stalin’i tarihe gömüyor, hem Stalin
önderliği dönemini mahkûm ediyor, hem
de Stalin’in bugün savunulamayacağını
ileri sürüyor.
Perinçek’in
Stalin savunuculuğu, gerçekte, anti-Stalinist tasfiyeciliğinin,
Marksizm-Leninizm’i ret ve mahkûm etmenin iğrenç bir kamuflajı ve aracıdır. O
sözde Stalin’i savunurken, bir yandan Buharinciliği
yüceltiyor, öte yandan da Troçki önünde diz çöküyor: “Troçki’nin
esasta yanlışı temsil etmesine
rağmen, işçi sınıfı içinde sayılması gereken bir sosyalist düşünce”de (age. s.
231, iPa.) olduğunu ilan ediyor. “Türkiye’de hem teoride hem pratikte Stalin’in
esaslı ve tutarlı bir eleştirisinin daha 1980 öncesinde Aydınlıkçılar yaptılar.
Aydınlıkçılık ideolojik planda Stalin’in aşılmasıdır.” (age., s. 232)
böbürlenmesiyle kendinden geçerken kendi gerçeğini de ele vermiş oluyor.
Bu konuda
verilebilecek ikinci örnek, “Stalin’i Anlamak” isimli kitabında yaptığı
değerlendirmelerle Cemil Hekimoğlu’dur. Kitabının “Önsöz”ünde şunları yazıyor
Hekimoğlu:
“Peşinen
söylemek istiyorum: Sosyalist mücadelenin bugünkü sorunlarının çözümünde
Stalin’in çok önemli bir yerinin olduğunu düşünmüyorum.”
Kruşçevleri, Brejnevleri vb. kötü komünistler olarak gören, SSCB’deki karşı devrimi Gorbaçov ve
sonrasıyla sınırlı gören Hekimoğlu’nun sözde
Stalin’in hakkını Stalin’e teslim etmek için yazdığı kitabında, gerçekte
Stalin’i SSCB’nin bir dönemine hapsediyor, hapsettiği yerde de etrafına bir de
Hekimoğluvari oportünist duvarlar örüyor.
Stalin’in
teorik ve pratik hazinesi yalnız bir dönemin değil, günümüzün de pek çok teorik ve politik sorununun çözümünde
incelenecek, öğrenilecek değerli bir
kaynaktır. Yalnız bugünün değil, sosyalist inşa sürecine girecek her ülke
proletaryasının Stalin’den öğrenmeye devam edeceğini vurgulayalım.
Farklı
değerlendirmelerine karşın, Stalin’i 30-40’ların SSCB’sine gömme kararlılığı
konusunda Aydınlıkçılarla Gelenekçilerin yaman bir irade savaşı vermeleri,
oldukça ilginç ve dikkat çekicidir…
* Küçük
burjuva tasfiyeci bürokratik oportünist sapmanın uzun yıllara dayanan “ideolojisizleştirme”
yönelimi, bir dönemden beri, yöntem ve biçim değiştirerek kendi ideolojik ve
örgütsel misyonunu oynamaya devam ettiğini vurgulamak isteriz. Bu “yeni”,
“yaratıcı Marksist” tasfiyeci yöntem, Marksizm-Leninizm’le, Marksist Leninist
Komünist Hareket’in program ve tüzüğüyle bağdaşmayan burjuva liberal, tasfiyeci
Troçkist, Leninizm’i de açıktan ret ve inkâr eden sözde “yaratıcı Marksist” düşüncelerin, özgürce propagandasına imkân
verilmesine dayanmaktadır. Uzun yıllardır biçimselleştirilmiş, büyük bir oranda
tasfiye edilmiş, demokratik dayanışma mekanizmasının bile doğru dürüst
işlemediği, işletilmediği iç demokrasi, şimdi de demokrasicilik gösterisinin
eşliğinde, Marksizm-Leninizm’e ve Komünist Hareket’in varlık hakkına yönelen
ideolojik-siyasi saldırının önünün ardına
kadar açılmasıyla birleştirilmektedir. Yani aynı tasfiyeci bürokratik
oportünizm “ideolojisizleştirme” misyonunu yeni biçimlerde, eski ve yeni
biçimleri çeşitli biçimlerde birleştirerek, duruma göre davranarak oynamaya
devam ediyor. Sorunu ve sorunları eleştirel inceleme ciddiyetine sahip her
okura, özelde 2016 Mart-Nisan-Mayıs aylarında yayınlanmış yazılarımızı
incelemesini tavsiye ederiz.
I. BÖLÜMÜN SONU
NOT: Yazı dizimiz II. Bölüm’le devam
edecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder