ÖN AÇIKLAMA
''Revizyonist Enternasyonal'e Doğru Mu?'' başlıklı yazı 1995 tarihinde Proleter Doğrultu dergisinde yayınlandı. Bu yazı, kopuştan sonra, Garbis tarafından kendi sitesinde de (Turkishmarxist ) yayınlanmıştı. Bu belge, Enternasyonal Büro tarafından, ''Belçika Emek Partisi (PTB)'nin Brüksel'de düzenlemiş olduğu toplantıya katılan MLKP-K temsilcilerinin toplantı içeriğine ilişkin olarak hazırlayıp dağıttıkları broşürün çevirisidir.'' Yazıyı hazırlama görevi Garbis'e verilmişti. Hazırlanan yazı kollektif denetimden sonra söz konusu platforma sunulmuştu.
Yazıyı
bloğumuzda yayınlıyoruz. Yazı, uluslararası revizyonizmi
eleştirirken, kendini Marksist-Leninist gören akımları
Marksist-Leninist kabul eden ve eski ideolojik ayrımların
önemsizleştiğini ileri süren, dolayısıyla yeni bir komünist
enternasyonal kurmak için birlikte hareket etmek gerektiğini
savunan ''20 Nisan 1992 tarihli “Pyongyang Deklarasyonu”, PTB
(Belçika Emek Partisi)’nin 2 Mayıs 1993 tarihli “Uluslararası
Komünist Hareketin Birliği İçin Yedi Öneri”si ve 3 Mayıs 1994
tarihli “Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin
Öneriler” başlıklı) tasfiyeci belgelerin eleştirisini
içermektedir.
Bu
revizyonist düşünceler özellikle de kapitalist/revizyonist sistem
ve kampın dağılışından sonra giderek popüler hale geldi.
Marksizm-Leninizm'le her türden oportünizm ve revizyonizmi
birleştirme teori ve pratiği kuşkusuz ki Marksizm-Leninizm'in,
komünist çizginin red ve inkarı temelinde yükselmektedir.
Kendisini Marksist, Marksist-Leninist ilan eden parti ve çevreleri
komünist görme; değişik renklerden oluşan bu akımları
Marksizm'in değişik mezhepleri olarak değerlendirme çizgisi
devrimci proletaryayı uluslararası sermayenin uzantısı haline
getirme çizgisinden başka bir şey değildir. 20. asrın ideolojik
ayrılıklarının önemini yitirdiği, ideolojik ve programatik
çerçevesinin aşıldığı, ''Marksizm tabanı'' üzerinde bulunan
akımlarla tek parti çatısı altında birleşmek gerektiği vb.
analizleri söz konusu tasfiyeci akımın karakteristik
nitelikleridir.
Bu
perspektifin teori ve pratiği tasfiyeci ve inkarcı karakterdedir.
Uluslararası Komünist Hareket'in, Ekim Devrimi'nin, III.
Enternasyonal'in, Marksizm-Leninizm'in mücadelesinin her düzeyde
yadsınması ve yerine, tasfiyeciliğin, eklektisizmin, revizyonizmin
geçirilmesi teori ve pratiğidir. Titoizm'e, Kruşçevcilikde
somutlaşan Sovyet modern revizyonizmine, SSCB'de ve sosyalist bloğda
kapitalizmin restorasyonuna, Avrupa komünizmine, Çin modern
revizyonizmine karşı verilen mücadelenin yadsınmasıdır.
80-90'lar
sonrasının yenilgi ve gericilik dönemi, küresel arenada atağa
kalkan tasfiyeci oportünist dalganın kaynağını oluşturmaktaydı.
Postmodernizm ve onun bir versiyonu olan postMarksizm söz konusu
tasfiyeci oportünist dalganın görünümleriydi. Bugün, dünya
devrim dalgasının canlanmasıyla bu akım gerilemekle birlikte hala
en gerici etkili tasfiyeci dalgayı oluşturmaktadır. Ayrıca
hatırlatmak bile gereksizdir ki, burjuva ve küçük burjuva
ideolojik saldırılar herbir dönemin koşullarına kendisini
uyarlama yeteneğine sahiptir...
12
Eylül askeri faşist darbesinin açtığı yenilgi ve tasfiyecilik
yılları, daha sonra 89-91 süreciyle birleşerek Türkiye devrimci
hareketinde de kapsamlı ve derin yıkımlara yol açtı. DEV-YOL,
Kurtuluş, TDKP, TKEP vb. yapıların tasfiyeci reformizmde
konaklaması iç ve uluslararası tasfiyeci rüzgarların somut
ürünüydü. Türkiye devrimci-demokratik ve komünist hareketini
değişik düzey ve derinlikte güçlü bir şekilde etkilemeye devam
eden postMarksist zihniye(tler)in etkisinin görülebilmesi için
''Revizyonist
Enternasyonal'e Doğru Mu?'' başlıklı belge bir kaynak
oluşturmaktadır.
Proletaryanın
yerine ezilenlerin, Marksizm-Leninizm'in yerine postMarksizmin,
ezilenlerin Marksizminin geçirilmesinin bir yanı
devrimci-demokrasinin tarihsel ve politik gerçeğiyle, onun etki
gücüyle ilişkilidir. Öte yandan, özel olarak vurgulamak gerekir
ki, 80-90'lar kesitinde ortaya çıkan yenilginin (emperyalist
küreselleşme + bilimsel teknolojik devrim + küresel alanda ortaya
çıkan yeni güç dengeleri + teorinin geliştirilmesi gereksinim ve
değişmelerinin etkileri de içinde olmak üzere) ürünü olan
tasfiyecilikle, postMarksizm arasında daha özel içsel bir bağ
vardır...
Uluslararası
ideolojik merkezlerin dağıldığı, eski ideolojik ayrılıkların
önemsizleştiği ve aşıldığı; kendine Marksist, komünist vs.
diyenlerin komünist olduğu, gerek coğrafyamızda gerekse de
uluslararası alanda birleşmek gerektiği zihniyeti ezilenlerin
birliği, ezilenleri temel alma, Ezilenlerin Marksizmini savunmaya
götürmekte ya da tersinden bir birlik içinde kendini ortaya
koymaktadır. Oportünizmin, revizyonizmin, reformizmin, kısmi,
yerel ya da salt ulusal çapta ortaya çıkan bir olgu olmadığını,
onun/bu akımların uluslararası bir akım olduğunu kavrayan
komünistler için bu bakış açısı ve analizin tasfiyeci
postMarksist karakteri anlaşılırdır. Kuşkusuz ki söz konusu
akımların ortaya çıkışı ve gelişiminde herbir ülkenin somut
tarihsel koşullarının rolünü kavrayamamak da Marksizm-Leninizm
ile bağdaşmaz. Bu olgu, teori tarafından aydınlatılmış,
tarihsel deneyim tarafından da doğrulanmıştır.
Bu
düşüncelerin komünist hareket içerisinde görünür ya da
görünmez biçimlerde ortaya çıkıp gelişmesinin rastlantısal
olmadığı açıktır. Birlik Devrimi ile ilkeli bir tarzda kendini
ortaya koyan komünist hareketin daha sonraki süreçte bu tür
düşüncelerden kapsamlı etkilenmesi, kimi eğilimler tarafından
derinlemesine bir şekilde savunulması tasfiyeci oportünizmin
etkisini göstermektedir. İdeolojik uzlaşmanın, ideolojik
tavizlerin, eklektisizmin eğer ideolojik olarak hesaplaşılmazsa,
eni-sonu, her komünist partiyi tasfiyecilik ve revizyonizm batağında
boğması kaçınılmazdır. Tarih buna tanıktır.
''REVİZYONİST BİR ENTERNASYONALE DOĞRU MU? Nisan
1995
Burada temsil edilen partiler ve örgütler,
uluslararası komünist hareketin kurulması ya da yeniden kurulması
konusunda düşünce birliğine varmaya ve birleşmeye çağrılmakta
ve onlardan böyle davranmaları beklenmektedir. Bu projenin
temelleri; 20 Nisan 1992 tarihli “Pyongyang Deklarasyonu”, PTB
(Belçika Emek Partisi)’nin 2 Mayıs 1993 tarihli “Uluslararası
Komünist Hareketin Birliği İçin Yedi Öneri”si ve 3 Mayıs 1994
tarihli “Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin
Öneriler” gibi belgelerinde ortaya konmuş bulunuyor. Değişik
parti ve örgütlerin bu ve benzer belgeleri ve açıklamalarında
dile getirilen görüşleri şöyle özetleyebiliriz:
1) “Sosyalizm davasını savunmak ve ilerletmek için bütün bu partiler (“Sosyalizme özlem duyan… partiler”) bağımsızlıklarını kararlılıkla sürdürmeli ve kendi güçlerini pekiştirmelidirler.”…
“Sosyalist hareket, bağımsız bir harekettir.”…
“Sosyalizm davası ulusal bir dava ve aynı zamanda insanlığın ortak davasıdır.” (“Pyongyang Deklarasyonu”)
2) “Çağımız bağımsızlık çağıdır ve sosyalizm davası, halk kitlelerinin bağımsızlığını gerçekleştirmeyi hedefleyen kutsal bir davadır.”…
“Sosyalist toplum özünde, halk kitlelerinin her şeyin efendisi olduğu ve her şeyin onlara hizmet ettiği gerçek bir toplumdur.” (“Pyongyang Deklarasyonu”)
3) “Her parti Marksist-Leninist ilkeleri kendi kavrayışı temelinde bugünkü gerçekliğe uygular… Her parti kendi siyasetini tümüyle bağımsız bir tarzda belirler. Fakat bu, uluslararası komünist hareketin birliğini sürdürme göreviyle çelişmez; çünkü bu birlik de önemli bir ilke sorunudur.” (“Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler”)
4) “1956’dan bu yana, uluslararası komünist hareket, esas olarak Kruşçov’un revizyonist çizgisi, fakat aynı zamanda aşırı sol tutumlar nedeniyle bölünmüş ve parçalanmıştır.” (“Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler”)
5) “Tarihin belli bir anında meydana gelmiş olan bu bölünmelerin doğruluğu ya da gerekliliği konusunda ne düşünülürse düşünülsün, bugün bu bölünmeleri aşma ve geleneksel olarak Sovyet-yanlısı, Çin-yanlısı, Arnavutluk-yanlısı, Küba-yanlısı ve bağımsız çizgiler doğrultusunda parçalanmış olan Marksist-Leninist partilerin birliğini sağlama olanağı vardır.” …
“Bugünkü durumda Marksizm-Leninizmin devrimci ilkelerine bağlı kalan tüm partiler, eski bölünmelerin üstünden atlama ve birleşme gereksinimi duymaktadırlar.” (“Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler”)
6) “Sovyetler Birliği’nde kapitalizmin bütünüyle restore edilmesinden sonra tüm komünistler, revizyonizmin Marksizm-Leninizmin en tehlikeli ideolojik düşmanı olduğu noktasında anlaşabileceklerdir. Yaşam, revizyonizmin, komünist hareket içindeki burjuvazi olduğunu kanıtlamıştır.” (“Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler”)
7) “Komünistler, Marksizm-Leninizm ve proleter enternasyonalizmi temeli üzerinde birleşmelidirler. Marksizm-Leninizm temeli üzerinde birliği, revizyonizme, sektarizme ve dogmatizme karşı savaşım içinde pekiştirmek gerekir. Komünistler arasında önemli, hatta son derece önemli düzeylerdeki görüş ayrılıklarının uzun bir dönem boyunca süreceğini kabul etmeliyiz. Eleştiriyi ve karşı-eleştiriyi kabul etmeli ve birliği sürdürmeliyiz.” (“Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Yedi Öneri”)
8) “1960’lı yıllarda revizyonizm tehlikesini en iyi kavrayan Mao Zedung oldu. Enver Hoca, Ho Şi Min, Kim İl Sung ve Che Guevara da revizyonizme karşı savaşıma önemli katkılarda bulundular.” (“Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler”)
9) “Revizyonizme karşı ideolojik savaşım, karmaşık ve uzun erimli bir görevdir. Bir çok partiyi yıkıma uğratan revizyonizm, kendiliğinden ortadan kalkmayacaktır. Tito’nun revizyonizmi, uluslararası komünist hareket tarafindan ta 1948’de eleştirilmisti… Revizyonist düşünce ve tezler derinlemesine irdelenmez ve eleştirilmezlerse, varolmaya devam edecek ve tasfiyeci akım yeniden saldırabilecek ve yeni kurbanlar alabilecektir.” (“Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler”)
1) “Sosyalizm davasını savunmak ve ilerletmek için bütün bu partiler (“Sosyalizme özlem duyan… partiler”) bağımsızlıklarını kararlılıkla sürdürmeli ve kendi güçlerini pekiştirmelidirler.”…
“Sosyalist hareket, bağımsız bir harekettir.”…
“Sosyalizm davası ulusal bir dava ve aynı zamanda insanlığın ortak davasıdır.” (“Pyongyang Deklarasyonu”)
2) “Çağımız bağımsızlık çağıdır ve sosyalizm davası, halk kitlelerinin bağımsızlığını gerçekleştirmeyi hedefleyen kutsal bir davadır.”…
“Sosyalist toplum özünde, halk kitlelerinin her şeyin efendisi olduğu ve her şeyin onlara hizmet ettiği gerçek bir toplumdur.” (“Pyongyang Deklarasyonu”)
3) “Her parti Marksist-Leninist ilkeleri kendi kavrayışı temelinde bugünkü gerçekliğe uygular… Her parti kendi siyasetini tümüyle bağımsız bir tarzda belirler. Fakat bu, uluslararası komünist hareketin birliğini sürdürme göreviyle çelişmez; çünkü bu birlik de önemli bir ilke sorunudur.” (“Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler”)
4) “1956’dan bu yana, uluslararası komünist hareket, esas olarak Kruşçov’un revizyonist çizgisi, fakat aynı zamanda aşırı sol tutumlar nedeniyle bölünmüş ve parçalanmıştır.” (“Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler”)
5) “Tarihin belli bir anında meydana gelmiş olan bu bölünmelerin doğruluğu ya da gerekliliği konusunda ne düşünülürse düşünülsün, bugün bu bölünmeleri aşma ve geleneksel olarak Sovyet-yanlısı, Çin-yanlısı, Arnavutluk-yanlısı, Küba-yanlısı ve bağımsız çizgiler doğrultusunda parçalanmış olan Marksist-Leninist partilerin birliğini sağlama olanağı vardır.” …
“Bugünkü durumda Marksizm-Leninizmin devrimci ilkelerine bağlı kalan tüm partiler, eski bölünmelerin üstünden atlama ve birleşme gereksinimi duymaktadırlar.” (“Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler”)
6) “Sovyetler Birliği’nde kapitalizmin bütünüyle restore edilmesinden sonra tüm komünistler, revizyonizmin Marksizm-Leninizmin en tehlikeli ideolojik düşmanı olduğu noktasında anlaşabileceklerdir. Yaşam, revizyonizmin, komünist hareket içindeki burjuvazi olduğunu kanıtlamıştır.” (“Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler”)
7) “Komünistler, Marksizm-Leninizm ve proleter enternasyonalizmi temeli üzerinde birleşmelidirler. Marksizm-Leninizm temeli üzerinde birliği, revizyonizme, sektarizme ve dogmatizme karşı savaşım içinde pekiştirmek gerekir. Komünistler arasında önemli, hatta son derece önemli düzeylerdeki görüş ayrılıklarının uzun bir dönem boyunca süreceğini kabul etmeliyiz. Eleştiriyi ve karşı-eleştiriyi kabul etmeli ve birliği sürdürmeliyiz.” (“Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Yedi Öneri”)
8) “1960’lı yıllarda revizyonizm tehlikesini en iyi kavrayan Mao Zedung oldu. Enver Hoca, Ho Şi Min, Kim İl Sung ve Che Guevara da revizyonizme karşı savaşıma önemli katkılarda bulundular.” (“Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler”)
9) “Revizyonizme karşı ideolojik savaşım, karmaşık ve uzun erimli bir görevdir. Bir çok partiyi yıkıma uğratan revizyonizm, kendiliğinden ortadan kalkmayacaktır. Tito’nun revizyonizmi, uluslararası komünist hareket tarafindan ta 1948’de eleştirilmisti… Revizyonist düşünce ve tezler derinlemesine irdelenmez ve eleştirilmezlerse, varolmaya devam edecek ve tasfiyeci akım yeniden saldırabilecek ve yeni kurbanlar alabilecektir.” (“Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler”)
Değerli arkadaşlar,
Uluslararası komünist hareket yukarıda adı geçen tezler ve öneriler temeli üzerinde kurulamaz ya da yeniden kurulamaz. Biz burada temsil edilen parti ve grupların, en azından büyük çoğunluğunun içtenlik ve iyi niyetlerinden kuşku duymuyoruz. Fakat, atasözünde de belirtildiği gibi, cehenneme giden yol iyi niyet taşları ile döşenmiştir. Her şeyden önce biz, komünist güçlerin birliği sorunuyla, anti-emperyalist ve anti-faşist güçlerin birliği sorunu arasında bir ayrım yapmak zorundayız. Yukarıda adı geçen belgeler; emperyalizme, ırkçılığa, faşizme, kapitalizme vb. karşı bir savaşın gerekliliğinden söz etmekte ve daha sonra, komünist olmayan güçler de içinde olmak üzere tüm devrimci güçlerin komünizmin bayrağı altında birleştirilmesini önermektedirler. Biz, demokratik ve sosyalist görevler ve devrimci-demokratik ve komünist güçler arasında son derece kesin bir ayrım çizgisinin çekilmediği bu koşullarda, gerçek bir anti-emperyalist ve demokratik cephenin de kurulamayacağına inanıyoruz. Bu soruna daha sonra değineceğiz.
Uluslararası komünist hareket yukarıda adı geçen tezler ve öneriler temeli üzerinde kurulamaz ya da yeniden kurulamaz. Biz burada temsil edilen parti ve grupların, en azından büyük çoğunluğunun içtenlik ve iyi niyetlerinden kuşku duymuyoruz. Fakat, atasözünde de belirtildiği gibi, cehenneme giden yol iyi niyet taşları ile döşenmiştir. Her şeyden önce biz, komünist güçlerin birliği sorunuyla, anti-emperyalist ve anti-faşist güçlerin birliği sorunu arasında bir ayrım yapmak zorundayız. Yukarıda adı geçen belgeler; emperyalizme, ırkçılığa, faşizme, kapitalizme vb. karşı bir savaşın gerekliliğinden söz etmekte ve daha sonra, komünist olmayan güçler de içinde olmak üzere tüm devrimci güçlerin komünizmin bayrağı altında birleştirilmesini önermektedirler. Biz, demokratik ve sosyalist görevler ve devrimci-demokratik ve komünist güçler arasında son derece kesin bir ayrım çizgisinin çekilmediği bu koşullarda, gerçek bir anti-emperyalist ve demokratik cephenin de kurulamayacağına inanıyoruz. Bu soruna daha sonra değineceğiz.
Komünist güçlerin birliği konusuna girmeden önce,
Marksizm-Leninizmden açıkça kopuşu ele veren bazı belirsiz ve
oportünist formülasyonları eleştirmek istiyoruz. Bu belgelerde ne
proletaryanın özel ve dünya-tarihsel rolünden, ne de proleter
diktatörlüğünün mutlak gerekliliğinden söz edilmektedir.
Lenin,
“Marks’ın öğretisindeki asıl şey, sosyalist toplumun kurucusu olarak proletaryanın tarihsel rolünün açığa çıkarılmasıdır.” (“The Historical Destiny of the Doctrine of Karl Marks”, Collected Works, Cilt 18, Moskova, Progress Publishers, 1968, s. 582) demişti. Ve o, ünlü Devlet ve İhtilal adlı kitabında,
“Yalnızca sınıflar savaşımını kabul eden biri, bundan ötürü Marksist değildir; henüz burjuva düşüncesinin, burjuva politikasının çerçevesinden çıkmamış biri olabilir. Marksizmi sınıflar savaşımına indirgemek, onun kolunu kanadını kırpmak, bozmak, onu burjuvazi için kabul edilebilir bir şeye indirgemek demektir. Sınıflar savaşımının kabulünü, proletarya diktatorasının kabulüne dek genişleten kişi bir Marksisttir ancak. Marksisti bayağı küçük (ve büyük) burjuvadan temelden ayırdeden şey, işte budur. Marksizmin gerçekten anlaşılıp kabul edildiğini, işte bu denektaşı ile sınamak gerekir. Avrupa tarihi, işçi sınıfını bu soruna pratik olarak yanaşmaya götürünce, bütün oportünist ve bütün reformistlerle birlikte, bütün ‘Kautskist’lerin de (yani reformizmle Marksizm arasında duraksayanların da) acınası hamkafalar ve küçük-burjuva demokratlar olarak, proletarya diktatorasının yadsıyıcıları olarak ortaya çıkmaları, hiç de şaşılacak bir şey değildir.” (Devlet ve İhtilal, Ankara, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 1989, s. 45) diyordu.
“Marks’ın öğretisindeki asıl şey, sosyalist toplumun kurucusu olarak proletaryanın tarihsel rolünün açığa çıkarılmasıdır.” (“The Historical Destiny of the Doctrine of Karl Marks”, Collected Works, Cilt 18, Moskova, Progress Publishers, 1968, s. 582) demişti. Ve o, ünlü Devlet ve İhtilal adlı kitabında,
“Yalnızca sınıflar savaşımını kabul eden biri, bundan ötürü Marksist değildir; henüz burjuva düşüncesinin, burjuva politikasının çerçevesinden çıkmamış biri olabilir. Marksizmi sınıflar savaşımına indirgemek, onun kolunu kanadını kırpmak, bozmak, onu burjuvazi için kabul edilebilir bir şeye indirgemek demektir. Sınıflar savaşımının kabulünü, proletarya diktatorasının kabulüne dek genişleten kişi bir Marksisttir ancak. Marksisti bayağı küçük (ve büyük) burjuvadan temelden ayırdeden şey, işte budur. Marksizmin gerçekten anlaşılıp kabul edildiğini, işte bu denektaşı ile sınamak gerekir. Avrupa tarihi, işçi sınıfını bu soruna pratik olarak yanaşmaya götürünce, bütün oportünist ve bütün reformistlerle birlikte, bütün ‘Kautskist’lerin de (yani reformizmle Marksizm arasında duraksayanların da) acınası hamkafalar ve küçük-burjuva demokratlar olarak, proletarya diktatorasının yadsıyıcıları olarak ortaya çıkmaları, hiç de şaşılacak bir şey değildir.” (Devlet ve İhtilal, Ankara, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 1989, s. 45) diyordu.
Yukarıda adı geçen belgelerin yazarları, sosyalist
toplumu, “halk kitlelerinin her şeyin efendisi olduğu ve her
şeyin halk kitlelerine hizmet ettiği gerçek bir toplum”
(“Pyongyang Deklarasyonu”) olarak tanımlarken Marksizm-Leninizmi
yadsımaktadırlar. Ve doğallıkla onlar, komünist hareketin sonal
hedefinin komünizm, sınıfsız toplum olduğu gerçeğine
açık-seçik bir tarzda işaret etmedikleri için de
eleştirilmelidirler. Onlar, sosyalizmin geçici niteliğini unutmuş
ve onu komünist hareketin sonal hedefi gibi sunmuşlardır. Bu,
Marksizm-Leninizmin düpedüz yadsınmasıdır. Gotha Programının
Eleştirisi adlı yapıtında Marks şöyle diyordu:
“Kapitalist toplum ile komünist toplum arasında, birinciden ötekine devrim yoluyla geçiş dönemi yer alır. Buna bir siyasal geçiş dönemi tekabül eder ki, burada, devlet, proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.” (K. Marx, F. Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, Ankara, Sol Yayınları, 1976, s. 41)
“Kapitalist toplum ile komünist toplum arasında, birinciden ötekine devrim yoluyla geçiş dönemi yer alır. Buna bir siyasal geçiş dönemi tekabül eder ki, burada, devlet, proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.” (K. Marx, F. Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, Ankara, Sol Yayınları, 1976, s. 41)
Burada bağımsızlığa yapılan ve milliyetçilik
kokan aşırı bir vurguyla karşı karşıya bulunuyoruz. “Çağımız
bir bağımsızlık çağıdır”, sosyalizm “halk kitlelerinin
bağımsızlığı”nın gerçekleştirilmesini hedefler, “Sosyalist
hareket bir bağımsızlık hareketidir” (“Pyongyang
Deklarasyonu”) deniyor bize. Bunlar Marksist önermeler değildir.
Neden? Çünkü, her şeyden önce çağımız hala “emperyalizm ve
proleter devrimleri çağıdır” ve onun asıl içeriği
kapitalizmden sosyalizme geçiştir. İkincisi, sosyalizmin “halk
kitlelerinin bağımsızlığı”nı hedeflediğini ileri sürmek,
en iyi olasılıkla, proletaryanın kafasının karışmasına ve
onun yolundan saptırılmasına hizmet eden boş ve anlamsız bir
gevezelik olmaktan ileriye gitmez. Üçüncüsü, “sosyalist
hareket”i bir “bağımsızlık hareketi” olarak tanimlamak ve
“sosyalizme özlem duyan… partiler”in “kararlı bir biçimde
bağımsızlıklarını korumaları” gerektiğini ileri sürmek,
sosyalist hareketi ulusal-demokratik hareket düzeyine indirmek ve
işçi sınıfı hareketinin ve komünist hareketin uluslararası
niteliğini yadsımak anlamına gelir.
Daha 1867’de Marks şöyle diyordu:
“Şimdiye değin büyük amaca yönelik tüm çabalar, her ülkedeki işçi hareketinin değişik bölümleri arasındaki dayanışmanın eksikliği ve değişik ülkelerin işçi sınıfları arasında kardeşçe birlik bağlarının yokluğu yüzünden başarısızlığa uğramıştır.
“Emeğin kurtuluşu, ne yerel ve ne de ulusal bir sorun olmayıp, çağdaş toplumun oluşmuş olduğu bütün ülkeleri kucaklayan toplumsal bir sorun, çözümü için en ileri ülkelerin pratiksel ve teorik işbirliğine dayanan bir sorundur.” (“Rules and Administrative Regulations of the International Working Men’s Association”, K. Marx-F. Engels, Collected Works, Cilt 20, Londra, Lawrence & Wishart, 1985, s. 441) Ve Ağustos 1920’de Lenin’in kaleme aldığı Komünist Enternasyonal’in Tüzüğü’nde şunları okuyoruz:
“Komünist Enternasyonal, zaferi yakınlaştırmak için, kapitalizmi ortadan kaldırmak ve komünizmi kurmak amacıyla savaşan bir Uluslararası İşçi Birliği’nin güçlü bir merkezselleşmiş örgüte gereksinimi olduğunu bilmektedir. Gerçekte ve eylemde Komünist Enternasyonal, değişik ülkelerdeki partilerin, bölümleri gibi davrandıkları tek bir evrensel komünist partisi olmalıdır. Komünist Enternasyonal’in örgütsel aygıtı, her ülkenin emekçilerinin herhangi bir zamanda diğer ülkelerin örgütlü proleterlerinden en üst düzeyde destek almalarını güvence altına alabilmelidir.” (Theses, Resolutions & Manifestoes of the First Four Congresses of the Third International, London, Pluto Press Ltd. 1983, s. 124)
“Şimdiye değin büyük amaca yönelik tüm çabalar, her ülkedeki işçi hareketinin değişik bölümleri arasındaki dayanışmanın eksikliği ve değişik ülkelerin işçi sınıfları arasında kardeşçe birlik bağlarının yokluğu yüzünden başarısızlığa uğramıştır.
“Emeğin kurtuluşu, ne yerel ve ne de ulusal bir sorun olmayıp, çağdaş toplumun oluşmuş olduğu bütün ülkeleri kucaklayan toplumsal bir sorun, çözümü için en ileri ülkelerin pratiksel ve teorik işbirliğine dayanan bir sorundur.” (“Rules and Administrative Regulations of the International Working Men’s Association”, K. Marx-F. Engels, Collected Works, Cilt 20, Londra, Lawrence & Wishart, 1985, s. 441) Ve Ağustos 1920’de Lenin’in kaleme aldığı Komünist Enternasyonal’in Tüzüğü’nde şunları okuyoruz:
“Komünist Enternasyonal, zaferi yakınlaştırmak için, kapitalizmi ortadan kaldırmak ve komünizmi kurmak amacıyla savaşan bir Uluslararası İşçi Birliği’nin güçlü bir merkezselleşmiş örgüte gereksinimi olduğunu bilmektedir. Gerçekte ve eylemde Komünist Enternasyonal, değişik ülkelerdeki partilerin, bölümleri gibi davrandıkları tek bir evrensel komünist partisi olmalıdır. Komünist Enternasyonal’in örgütsel aygıtı, her ülkenin emekçilerinin herhangi bir zamanda diğer ülkelerin örgütlü proleterlerinden en üst düzeyde destek almalarını güvence altına alabilmelidir.” (Theses, Resolutions & Manifestoes of the First Four Congresses of the Third International, London, Pluto Press Ltd. 1983, s. 124)
Bu yazdıklarımızdan “bağımsızlık” sorununun
Marksist-Leninistler tarafından algılanışının, yukarda adı
geçen belgelerin yazarlarının algılayışından bütünüyle
farklı olduğu açıkça görülmelidir. Sözkonusu yazarlar
bağımsızlığı ulusal dışlayıcılık ve darkafalılığın
ışığında yorumluyor ve enternasyonalizmi dayanışmaya vb.
ilişkin gevezelik düzeyine indiriyorlar. Onların
“enternasyonalizm”inin içeriği de budur. Marksist-Leninistlere
göre ise “sosyalist hareket”in, daha doğrusu komünist ve işçi
sınıfı hareketinin ideolojik, siyasal ve örgütsel bakımlardan
burjuvazinin, daha doğrusu mülk sahibi sınıflardan bağımsız
olması gerekirken, onun, komünist ve işçi sınıfı hareketinin
diğer bölüklerinden bağımsız olması, esas olarak
gerekmemektedir. Uluslararası komünist ve işçi sınıfı
hareketinin değişik bölümleri birbirlerine olabildiğince yakın
olmalıdırlar. Bu yüzdendir ki, Marksist-Leninistler “Bütün
ülkelerin işçileri, birleşiniz!” sloganından yanadırlar. Ve
bu yüzdendir ki onlar, her zaman tek tek ülkelerdeki işçi
sınıflarının ulusal çizgiler boyunca bölünmesine her zaman
karşı çıkmışlardır. Bolşevikler işçi sınıfının ulusal
kesimlere bölünmesini reddettiler ve şu görüşü ileri
sürdüler.
“… İşçi sınıfının çıkarları, belirli bir devlet içindeki işçilerin ortak proleter, siyasal, sendikal, kooperatif, eğitsel ve diğer örgütlerde bileştirilmelerini gerektirir.” (Aktaran S. Shaheen, The Communist Theory Of National Self-Determination, 1956, s, 74)
“… İşçi sınıfının çıkarları, belirli bir devlet içindeki işçilerin ortak proleter, siyasal, sendikal, kooperatif, eğitsel ve diğer örgütlerde bileştirilmelerini gerektirir.” (Aktaran S. Shaheen, The Communist Theory Of National Self-Determination, 1956, s, 74)
*
* *
*
*
Yukarıda adı geçen belgelerin yazarları, önerilerinin esasını oluşturan düşünceyi, “Marksist-Leninist partiler arasındaki eski bölünmeler aşılabilir” deyişiyle özetlemişlerdir. Fakat onlar, bu savın geçerliliğini kanıtlama ve bugünkü ideolojik farklılıkları ve hatta uçurumları aşma doğrultusunda kesinlikle hiçbir çaba harcamamaktadırlar. Ve onlar, Marksizm-Leninizm ve revizyonizmi tanımlamaya ve ikisini birbirinden ayırdetmeye yarayacak nesnel ve bilimsel ölçütler saptama yolunda da kesinlikle hiçbir çaba harcamamaktadırlar. Bu güçlükleri sözümona aştıktan sonra bize, “eski bölünmeleri aşma ve birleşme” öğüdü vermeye girişmektedirler. Onlar ayrıca bize, -ona ne kuşku!- Marksizm-Leninizm ve proleter enternasyonalizmi temeli üzerinde birleşmeyi ve bunun yapılabilmesi için de sağ ve “sol” oportünizme karşı savaşımı güçlendirmeyi öğütlemektedirler. Fakat “yüce yargıçlarımız” bize hala Marksizm-Leninizmle sağ ve “sol” oportünizmi birbirinden ayırdetmemizi sağlayacak kılavuz ipini sağlamamışlardır. Ortalama zeka düzeyine sahip bir insan, bu yaklaşımın mantıksal olarak çelişmeli doğasını kolaylıkla algılayacaktır. Bir yandan, “eski bölünmelerin … aşılabileceği” ve onların bir yana atılması gerektiği söylenmekte ve öte yandan oportünizme ve revizyonizme karşı savaşımın sürdürülmesi çağrısında bulunulmaktadır. Bugün olduğu gibi, kendilerini Marksist-Leninist olarak adlandıran bütün eğilimler gerçekte Marksist-Leninist olmuş olsalardı, aşağıdaki sonuçlara varmak kaçınılmaz olacaktı:
1) Geçtiğimiz on yıllarda sürdürülen ideolojik savaşımlar aslında Marksist-Leninistler arasındaki ideolojik savaşımlardı.
2) Bu ideolojik savaşımların yürütülmemesi gerekirdi; bu savaşımlar boşuna yürütülmüştü.
Yukarıda adı geçen belgelerin yazarları, önerilerinin esasını oluşturan düşünceyi, “Marksist-Leninist partiler arasındaki eski bölünmeler aşılabilir” deyişiyle özetlemişlerdir. Fakat onlar, bu savın geçerliliğini kanıtlama ve bugünkü ideolojik farklılıkları ve hatta uçurumları aşma doğrultusunda kesinlikle hiçbir çaba harcamamaktadırlar. Ve onlar, Marksizm-Leninizm ve revizyonizmi tanımlamaya ve ikisini birbirinden ayırdetmeye yarayacak nesnel ve bilimsel ölçütler saptama yolunda da kesinlikle hiçbir çaba harcamamaktadırlar. Bu güçlükleri sözümona aştıktan sonra bize, “eski bölünmeleri aşma ve birleşme” öğüdü vermeye girişmektedirler. Onlar ayrıca bize, -ona ne kuşku!- Marksizm-Leninizm ve proleter enternasyonalizmi temeli üzerinde birleşmeyi ve bunun yapılabilmesi için de sağ ve “sol” oportünizme karşı savaşımı güçlendirmeyi öğütlemektedirler. Fakat “yüce yargıçlarımız” bize hala Marksizm-Leninizmle sağ ve “sol” oportünizmi birbirinden ayırdetmemizi sağlayacak kılavuz ipini sağlamamışlardır. Ortalama zeka düzeyine sahip bir insan, bu yaklaşımın mantıksal olarak çelişmeli doğasını kolaylıkla algılayacaktır. Bir yandan, “eski bölünmelerin … aşılabileceği” ve onların bir yana atılması gerektiği söylenmekte ve öte yandan oportünizme ve revizyonizme karşı savaşımın sürdürülmesi çağrısında bulunulmaktadır. Bugün olduğu gibi, kendilerini Marksist-Leninist olarak adlandıran bütün eğilimler gerçekte Marksist-Leninist olmuş olsalardı, aşağıdaki sonuçlara varmak kaçınılmaz olacaktı:
1) Geçtiğimiz on yıllarda sürdürülen ideolojik savaşımlar aslında Marksist-Leninistler arasındaki ideolojik savaşımlardı.
2) Bu ideolojik savaşımların yürütülmemesi gerekirdi; bu savaşımlar boşuna yürütülmüştü.
Bu vargı, yukarıda adı geçen belgelerin yazarlarının
konumlarının aşırı oportünizmini ve saçmalığını ortaya
koyar; fakat bu yaklaşım kendi içinde tutarlıdır. Kendisini
komünist ve sosyalist ilan eden bütün partilerin ve grupların
birleşmesi çağrısında bulunanlar başka türlü davranamazlardı.
Fakat onlar bir yandan da revizyonizmin, “Marksizm-Leninizmin en
tehlikeli düşmanı” olduğunu belirtiyor ve onun “komünist
hareket içindeki burjuvazi” olduğunu ileri sürüyorlar. Ve onlar
hem 1956’dan önce, hem de o tarihten sonra oportünizme ve
revizyonizme karşı sürdürülen ideolojik savaşımları
alkışlıyorlar.
Eğer onlar, revizyonizmin böylesine büyük bir
tehlike oluşturduğuna gerçekten de inanıyorlarsa, neden
emperyalizmin ve burjuvazinin bu acentasını tanılamaktan ve
tanımlamaktan bu denli özenle kaçınıyor ve Sovyet-yanlısı,
Çin-yanlısı, Arnavutluk-yanlısı, Küba-yanlısı ve bağımsız
grupların birleşmesi ve bir ideolojik ateşkes ilan etmeleri için
çağrı yapıyorlar? Bunun iki farklı açıklaması olabilir. Onlar
ya ne dediklerinin farkında değillerdir ya da kendilerini komünist
ve sosyalist ilan eden tüm parti ve grupların içinde yer alacağı
revizyonist bir enternasyonalin kurulmasını savunmaktadırlar. Her
iki durumda da onlar, işçi sınıfının ve içtenlikli
devrimcilerin saflarında kafa karışıklığı yaratmak ve
revizyonizmin değişik türlerinin, kendilerini Marksist-Leninist ve
uluslararası komünist hareketin bileşenleri olarak yutturmalarına
yardımcı olmak suretiyle emperyalizmin ve burjuvazinin çıkarlarına
hizmet etmektedirler.
Revizyonizme karşı savaşım ve komünistlerin birliği
ikili ve birbiriyle ilişkili sorunlarına Marksist-Leninist
yaklaşım, yukarda adı geçen belgelerin yazarlarınınkiyle taban
tabana karşıttır. Marksist-Leninistler her zaman gerek tek tek
partiler ve gerekse uluslararası komünist hareket içinde
oportünizme ve revizyonizme karşı uzlaşmaz ideolojik savaşımdan
yana olmuşlardır. Dahası, onlar savaşımın belirli bir
aşamasında komünist örgütlerin oportünist öğelerden
arındırılmasından da yana olmuşlardır. Oportünizme karşı
Leninist tutumu anlatırken Stalin şöyle diyordu:
“Bütün bu küçük-burjuva gruplar şu ya da bu biçimde partiye girerler; partiye kararsızlık ve oportünizm ruhunu, moral bozukluğu ve güvensizlik ruhunu getirirler. Hizipçiliğin ve geçimsizliğin başlıca kaynağı, içten baltaladıkları partide kargaşalığın başlıca kaynağı onlardır. Geride böyle ‘müttefikler’ varken emperyalizmle savaşa tutuşmak, kendini hem önden, hem arkadan iki ateş arasında bırakmak demektir. Bu yüzden böyle unsurlara karşı amansız bir savaşım verilmesi ve bunların partiden kovulması, emperyalizme karşı savaşın başarısı için önkoşuldur.” (Leninizmin İlkeleri, 1979, Ankara, Sol Yayınları, 1979, s. 112) Zimmerwald ve Kienthal’ın merkezci oportünistlerini eleştirirken aynı yaklaşımı sergileyen Lenin şöyle diyordu:
“Oportünizme karşı savaşımla sıkı sıkıya bağlantılı değilse, emperyalizme karşı savaşım ya bir boş söz, ya da bir sahtekarlıktır. Zimmerwald ve Kienthal’in temel bir zaafı -Üçüncü Enternasyonal’in bu embriyonlarının fiyaskoyla sonuçlanma olasılığının yüksek olmasının nedenlerinden biri- oportünizmle savaşım sorununun, oportünistlerle kesin bir kopuşmanın ilan edilmesi anlamında çözülmesi bir yana açıkça dile bile getirilmemiş olmasıydı.” (“The Military Programme of the Proletarian Revolution”, Collected Works, Cilt 23, Moskova, Progress Publishers, 1974, s. 83) Yukarıda adı geçen belgelerin, Marksizm-Leninizm ve proleter enternasyonalizmi adına bize oportünizm ve revizyonizmle barışmamızı öğütleyen yazarlarının tersine Lenin “Enternasyonal Sosyalist Komiteye ve Tüm Sosyalist Partilere Bir Çağrı İçin Tezler”inde şunları söylüyordu:
“Enternasyonalizm üzerine yemin billah etmekle yetinenler enternasyonalist değildirler. Kendi burjuvazilerine, kendi sosyal-şovenistlerine, kendi Kautskistlerine karşı gerçekten enternasyonalist tarzda savaşanlar enternasyonalisttir ancak.” (“Theses For an Appeal to the International Socialist Committee and All Socialist Parties”, Collected Works, Cilt 23, s. 209)
“Bütün bu küçük-burjuva gruplar şu ya da bu biçimde partiye girerler; partiye kararsızlık ve oportünizm ruhunu, moral bozukluğu ve güvensizlik ruhunu getirirler. Hizipçiliğin ve geçimsizliğin başlıca kaynağı, içten baltaladıkları partide kargaşalığın başlıca kaynağı onlardır. Geride böyle ‘müttefikler’ varken emperyalizmle savaşa tutuşmak, kendini hem önden, hem arkadan iki ateş arasında bırakmak demektir. Bu yüzden böyle unsurlara karşı amansız bir savaşım verilmesi ve bunların partiden kovulması, emperyalizme karşı savaşın başarısı için önkoşuldur.” (Leninizmin İlkeleri, 1979, Ankara, Sol Yayınları, 1979, s. 112) Zimmerwald ve Kienthal’ın merkezci oportünistlerini eleştirirken aynı yaklaşımı sergileyen Lenin şöyle diyordu:
“Oportünizme karşı savaşımla sıkı sıkıya bağlantılı değilse, emperyalizme karşı savaşım ya bir boş söz, ya da bir sahtekarlıktır. Zimmerwald ve Kienthal’in temel bir zaafı -Üçüncü Enternasyonal’in bu embriyonlarının fiyaskoyla sonuçlanma olasılığının yüksek olmasının nedenlerinden biri- oportünizmle savaşım sorununun, oportünistlerle kesin bir kopuşmanın ilan edilmesi anlamında çözülmesi bir yana açıkça dile bile getirilmemiş olmasıydı.” (“The Military Programme of the Proletarian Revolution”, Collected Works, Cilt 23, Moskova, Progress Publishers, 1974, s. 83) Yukarıda adı geçen belgelerin, Marksizm-Leninizm ve proleter enternasyonalizmi adına bize oportünizm ve revizyonizmle barışmamızı öğütleyen yazarlarının tersine Lenin “Enternasyonal Sosyalist Komiteye ve Tüm Sosyalist Partilere Bir Çağrı İçin Tezler”inde şunları söylüyordu:
“Enternasyonalizm üzerine yemin billah etmekle yetinenler enternasyonalist değildirler. Kendi burjuvazilerine, kendi sosyal-şovenistlerine, kendi Kautskistlerine karşı gerçekten enternasyonalist tarzda savaşanlar enternasyonalisttir ancak.” (“Theses For an Appeal to the International Socialist Committee and All Socialist Parties”, Collected Works, Cilt 23, s. 209)
“Uluslararası
Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler” adlı belgede şu
satırları okuyoruz:
“1) 1919’da kurulmasından bu yana uluslararası komünist hareket tarihi sarsmış ve dünyanın bakış açısını değiştirmiştir. Komünist Enternasyonal”in Temmuz 1920’de toplanan II. Kongresi bir tüzük, giriş koşulları, manifesto ve uluslararası komünist hareketi sosyal demokrasiden ayırdeden diğer özsel kararları kabul etti. 1956’ya kadar uluslararası komünist hareket devrimci yönelimini ve birliğini sürdürdü; onun gücü ve etkisi dünya ölçeğinde artmaya devam etti.
“2) Anlamlı bir akım olarak dünya sahnesinde yeniden ortaya çıkabilmesi için uluslararası komünist hareketin bu ortak tarihe sahip çıkması gerekir.”
“1) 1919’da kurulmasından bu yana uluslararası komünist hareket tarihi sarsmış ve dünyanın bakış açısını değiştirmiştir. Komünist Enternasyonal”in Temmuz 1920’de toplanan II. Kongresi bir tüzük, giriş koşulları, manifesto ve uluslararası komünist hareketi sosyal demokrasiden ayırdeden diğer özsel kararları kabul etti. 1956’ya kadar uluslararası komünist hareket devrimci yönelimini ve birliğini sürdürdü; onun gücü ve etkisi dünya ölçeğinde artmaya devam etti.
“2) Anlamlı bir akım olarak dünya sahnesinde yeniden ortaya çıkabilmesi için uluslararası komünist hareketin bu ortak tarihe sahip çıkması gerekir.”
Biz bu yaklaşıma tümüyle ve koşulsuz olarak
katılıyoruz. Bu, MLKP-K’nın yaklaşımıdır ve o, bu yaklaşımı
benimseyen tüm komünist parti ve örgütlerle birlikte ve uyum
içinde davranmaya hazırdır. Fakat, ne yazık ki, yukarda adı
geçen belgelerin yazarlarının genel usyürütme ve davranış
tarzı, bu yaklaşımla uyuşmamaktadır. Dahası, onların,
revizyonizme karşı savaşım ve komünistlerin birliği sorunlarına
karşı gerçek tutumları, doğru tutumla taban tabana karşıtlık
içindedir. Sözkonusu belge, uluslararası komünist hareketin
mirasına sahip çıkmaktan söz ediyor. Fakat onun analizleri, temel
yaklaşım ve önermeleri, aşırı bir oportünizmi ele vermektedir.
Uluslararası komünist hareketin mirasına sahip çıkanlar,
Komintern’e katılmanın 21 koşulunun ruhuna uygun olarak düşünmek
ve davranmakla yükümlüdürler. Bu koşulların bazıları
aşağıdaki gibiydi:
“6) Komünist Enternasyonal’e katılmayı arzulayan her parti, sadece açık sosyal-yurtseverliği değil, sosyal-pasifizmin namussuzluğunu ve ikiyüzlülüğünü de teşhir etmekle yükümlüdür: kapitalizm devrimci yoldan yıkılmadıkça ne uluslararası hakem mahkemelerinin, ne savaş silahlarının sınırlanmasına ilişkin anlaşmaların, ne de Cemiyet-i Akvam’ın ‘demokratik’ tarzda düzeltilmesinin hiçbir zaman yeni emperyalist savaşları önleyemeyeceğini işçilere sistemli biçimde anlatmalıdır.
“7) Komünist Enternasyonal’e katılmak isteyen partiler, reformizmden ve ‘merkez’in politikasından tümüyle kopuşu onaylamak ve parti üyelerinin geniş çevrelerinde bu kopuşun propagandasını yapmakla yükümlüdürler. Bu olmadan tutarlı bir komünist politika yürütmek mümkün değildir.” (III. Enternasyonal, 1919-1943, Belgeler, İstanbul, Belge Yayınları, s. 31)
“6) Komünist Enternasyonal’e katılmayı arzulayan her parti, sadece açık sosyal-yurtseverliği değil, sosyal-pasifizmin namussuzluğunu ve ikiyüzlülüğünü de teşhir etmekle yükümlüdür: kapitalizm devrimci yoldan yıkılmadıkça ne uluslararası hakem mahkemelerinin, ne savaş silahlarının sınırlanmasına ilişkin anlaşmaların, ne de Cemiyet-i Akvam’ın ‘demokratik’ tarzda düzeltilmesinin hiçbir zaman yeni emperyalist savaşları önleyemeyeceğini işçilere sistemli biçimde anlatmalıdır.
“7) Komünist Enternasyonal’e katılmak isteyen partiler, reformizmden ve ‘merkez’in politikasından tümüyle kopuşu onaylamak ve parti üyelerinin geniş çevrelerinde bu kopuşun propagandasını yapmakla yükümlüdürler. Bu olmadan tutarlı bir komünist politika yürütmek mümkün değildir.” (III. Enternasyonal, 1919-1943, Belgeler, İstanbul, Belge Yayınları, s. 31)
Söylenenlerden, yukarıda adı geçen belgelerin
yazarlarının gerçekte hiçbir zaman, Komintern de içinde olmak
üzere uluslararası komünist hareketin mirasına sahip çıkmadıkları
yeterince açık olmalıdır. Tersine, haklı olarak, onların,
uluslararası komünist hareketin temsil ettiği her şeyin karşıt
kutbunda bulunduğunu söyleyebiliriz. Onların, uluslararası
komünist hareket saflarında birlik konusuna ilişkin çizgileri,
II. Enternasyonal’inki kadar, hatta daha da oportünist bir nitelik
taşımaktadır. Giderek derinleşen oportünizmine karşın II.
Enternasyonal asla tüm “sosyalist” eğilimleri, kendilerini
Marksist ya da sosyalist olarak adlandıran tüm parti ve örgütleri
kucaklamıyordu. Örneğin, anarşist ve anarko-sendikalist parti ve
örgütler bu platformdan dışlanmışlardı; Millerand, Bernstein
vb. gibilerin daha oportünist çizgileri, II. Enternasyonal
kongrelerinin kararlarında resmen kınanmıştı ve kitlesel ve
siyasal çalışmasını işçi sınıfı içinde yoğunlaştıran
II. Enternasyonal’e bağlı partilerin programları, esas olarak
Marksizmin temel ilkeleriyle uyumluydu. Fakat, kendilerini
uluslararası komünist hareketi yeniden kurma yetkisiyle donatan
dostlarımız bu türden sınırlamaları tanımıyorlar! Onların
anlatımıyla, Sovyet-yanlısı, Küba-yanlısı, Çin-yanlısı,
Arnavutluk-yanlısı, bağımsız vb. olabilirsiniz. Eğer, onların
son derece “hoşgörülü” ve herkesi kucaklayan belgelerinin
altına imzanızı atmaya hazırsanız ve Marksizm-Leninizmi ve
proleter enternasyonalizmini savunmak ve sağ ve “sol”
oportünizme karşı savaşmak için yemin ederseniz, anında,
yepyeni bir Enternasyonal’in kurucuları arasında yer
alabilirsiniz! Biz onlara, Lenin’in, “Bern” Enternasyonali’nin
merkezci oportünistlerine yönelttiği acımasız eleştiriyi
anımsatacağız:
” ‘Bern’ Enternasyonali’nden kaynaklanan tehlikelerin en büyüğü, proleter diktatörlüğünün söylem düzeyinde kabulüdür. Bu kişiler, işçi hareketinin başında kalabilmek için her şeyi kabul edebilir, her türlü belgeyi imzalayabilirler. Kautsky şimdi, kendisinin proleter diktatörlüğüne karşı olmadığını söylüyor! Fransız sosyal-şovenistleri ve ‘merkezcileri’ proleter diktatörlüğünden yana kararların altına imza atıyorlar!
“Fakat bu, onların güvenilirliklerini zerrece arttırmıyor.
“Gerekli olan, söylem düzeyinde kabul değil, eylemde reformizm siyasetinden, burjuva demokrasisine ilişkin ön yargılardan tümüyle kopulması ve devrimci sınıf savaşımı yolunun gerçekten tutulmasıdır.” (“The Tasks of the Third International”, Selected Works, Cilt 10, Lawrence & Wishart Ltd, 1938, s. 51)
” ‘Bern’ Enternasyonali’nden kaynaklanan tehlikelerin en büyüğü, proleter diktatörlüğünün söylem düzeyinde kabulüdür. Bu kişiler, işçi hareketinin başında kalabilmek için her şeyi kabul edebilir, her türlü belgeyi imzalayabilirler. Kautsky şimdi, kendisinin proleter diktatörlüğüne karşı olmadığını söylüyor! Fransız sosyal-şovenistleri ve ‘merkezcileri’ proleter diktatörlüğünden yana kararların altına imza atıyorlar!
“Fakat bu, onların güvenilirliklerini zerrece arttırmıyor.
“Gerekli olan, söylem düzeyinde kabul değil, eylemde reformizm siyasetinden, burjuva demokrasisine ilişkin ön yargılardan tümüyle kopulması ve devrimci sınıf savaşımı yolunun gerçekten tutulmasıdır.” (“The Tasks of the Third International”, Selected Works, Cilt 10, Lawrence & Wishart Ltd, 1938, s. 51)
Öte yandan, yukarıda adı geçen belgelerde, Stalin’e
üstü örtülü bir saldırının yöneltildiği ve revizyonizmin
Maoist türünün empoze edilmeye çalışıldığı gözden
kaçmamaktadır. Bu, sekter olmama, tarafsızlık, bölücülüğe
karşı savaş ve revizyonizme karşı söylem düzeyinde savaşım
görüntüsü altında yapılmaktadır. Stalin, Kruşçovcu
revizyonizmin ortaya çıkmasına ve Sovyetler Birliği’nde
kapitalizmin restorasyonunun başlamasına katkıda bulunmakla
suçlanmaktadır. “Pyongyang Deklarasyonu”nda şöyle
deniliyor:
“Bazı ülkelerde sosyalizmin başarısız bir tarzda inşasının nedenlerinden biri, bu ülkelerin halk kitlelerinin temel gereksinimlerini karşılama yeteneğine sahip bir toplumsal yapı oluşturmayı ve sosyalizmi, bilimsel sosyalizmin teorisiyle uyumlu bir tarzda kurmayı başaramamış olmalarıdır.” Ve “Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler” adlı belgede ise şu satırları okuyoruz:
“12) Stalin dönemi SBKP’nin deneyimine ilişkin tartışma, uluslararası komünist hareket içinde yeniden açılmalıdır. Anti-Stalinizm, anti-komünizmin, uluslararası komünist hareket içine sokulmuş Truva atı olmuştur.”
“13) Stalin yoldaşın yapıtının değerlendirilmesi konusundaki görüş ayrılıkları belirli bir süre varlığını sürdürecektir. Bu görüş ayrılıkları, bilimsel bir tarzda ve sınıfsal konumlardan hareketle ele alınmalıdır.”
“Bazı ülkelerde sosyalizmin başarısız bir tarzda inşasının nedenlerinden biri, bu ülkelerin halk kitlelerinin temel gereksinimlerini karşılama yeteneğine sahip bir toplumsal yapı oluşturmayı ve sosyalizmi, bilimsel sosyalizmin teorisiyle uyumlu bir tarzda kurmayı başaramamış olmalarıdır.” Ve “Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler” adlı belgede ise şu satırları okuyoruz:
“12) Stalin dönemi SBKP’nin deneyimine ilişkin tartışma, uluslararası komünist hareket içinde yeniden açılmalıdır. Anti-Stalinizm, anti-komünizmin, uluslararası komünist hareket içine sokulmuş Truva atı olmuştur.”
“13) Stalin yoldaşın yapıtının değerlendirilmesi konusundaki görüş ayrılıkları belirli bir süre varlığını sürdürecektir. Bu görüş ayrılıkları, bilimsel bir tarzda ve sınıfsal konumlardan hareketle ele alınmalıdır.”
Bu noktada şunu sormamız gerekiyor: Kim kimi
yargılıyor? “Pyongyang Deklarasyonu” ve konuya ilişkin diğer
belgeler bazı komünist ve devrimci gruplarca desteklenmektedir.
Fakat, “kendi” egemen sınıflarıyla iyi ilişkileri olan sözde
komünist ve sosyalist parti ve gruplar da bu belgelere destek
vermişlerdir. Biz, Türkiye’den İşçi Partisi (eski adı
Sosyalist Parti) gibi parti ve grupların Stalin’e ilişkin
herhangi bir eleştirel yorum yapmaya hakları olmaması gerektiği
kanısındayız. Stalin’e yönelik haksız saldırının, O’nu
kararlılıkla savunması gereken gerçek devrimci parti ve grupların
işbirliği ya da en azından üstü örtülü onayıyla
sürdürülmesi, bu durumun kabul edilmezliğini daha da
artırmaktadır.
“Uluslararası
Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler” adlı belgenin
yazarları Stalin’e saldırır ve onu dolaylı bir tarzda
suçlarken, komünist ve devrimci parti ve gruplara, Mao Zedung’un
sözümona büyüklüğünü ve doğruluğunu kabul ettirmeye
çalışmaktadır. Bu belgede bize şunlar söyleniyor:
“Sovyetler Birliği’nin yozlaşmasının ışığında Mao Zedung yoldaşın yapıtının yeniden değerlendirilmesi gerekiyor. Büyük bir üçüncü dünya ülkesinde ulusal-demokratik devrime önderlik etmek ve bu devrimi sosyalist devrime dönüştürmek suretiyle o,
dünya ölçeğinde önem taşıyan bir katkıda bulunmuştur. Mao Zedung, Kruşçov’a ve daha sonra Brejnev’in revizyonizmine karşı koymuştur. O, tarihte ilk kez kitleleri parti içindeki yozlaşma eğilimlerine karşı savaşa çekme yolunda girişimde bulundu.”
“Sovyetler Birliği’nin yozlaşmasının ışığında Mao Zedung yoldaşın yapıtının yeniden değerlendirilmesi gerekiyor. Büyük bir üçüncü dünya ülkesinde ulusal-demokratik devrime önderlik etmek ve bu devrimi sosyalist devrime dönüştürmek suretiyle o,
dünya ölçeğinde önem taşıyan bir katkıda bulunmuştur. Mao Zedung, Kruşçov’a ve daha sonra Brejnev’in revizyonizmine karşı koymuştur. O, tarihte ilk kez kitleleri parti içindeki yozlaşma eğilimlerine karşı savaşa çekme yolunda girişimde bulundu.”
Biz, bu koşullarda uluslararası komünist hareketin
herhangi bir birliğinin sağlanabileceğini düşünmüyoruz. Bu
birlik, asla diplomatik pazarlık ve değişik eğilimler arasında
karşılıklı ideolojik ödünler verilmesi yoluyla sağlanamaz.
Lenin, “Ne Yapmalı?” adlı yapıtında, Alman Sosyal-Demokrat
İşçi Partisi önderlerinin Lassalle’in Alman İşçileri Ulusal
Birliği’yle birleşme konusunda eleştiren Marks’a göndermede
bulunurken şöyle diyordu:
“Eğer birleşmek zorundaysanız, diye yazıyordu parti liderlerine Marks, hareketin pratik amaçlarını karşılayacak anlaşmalara girin, ama ilkeler konusunda herhangi bir pazarlığa izin vermeyin, teorik ‘ödünler’ vermeyin.” (Selected Works, Cilt 1, Moskova, Foreign Languages Publishing House, 1956, s. 226-27) Dolayısıyla, yukarıda adı geçen belgelerin yazarlarına bir kez daha sormak istiyoruz: Uluslararası komünist hareketi kurmak ya da yeniden kurmak için kimlerle birleşeceksiniz?
“Eğer birleşmek zorundaysanız, diye yazıyordu parti liderlerine Marks, hareketin pratik amaçlarını karşılayacak anlaşmalara girin, ama ilkeler konusunda herhangi bir pazarlığa izin vermeyin, teorik ‘ödünler’ vermeyin.” (Selected Works, Cilt 1, Moskova, Foreign Languages Publishing House, 1956, s. 226-27) Dolayısıyla, yukarıda adı geçen belgelerin yazarlarına bir kez daha sormak istiyoruz: Uluslararası komünist hareketi kurmak ya da yeniden kurmak için kimlerle birleşeceksiniz?
Ardından, egemen sınıfların onbinlerce komünist,
devrimci ve demokratı öldürdüğü 1976 askeri-faşist darbesini
desteklemiş olan Arjantin Komünist Partisi ile mi?
Kamboçya’nın 1975’de ABD emperyalizminin
pençelerinden kurtulmasından sonra bir terör yönetimi kuran,
milyonlarca insanı zorla kırsal bölgelere yollayan ve en azından
bir milyon işçi, köylü ve aydını katleden Kızıl Kmerlerle
mi?
Doğu Alman işçileri ve emekçilerini Rus ve Doğu
Alman bürokratik burjuvazisi adına sömüren, Sovyet
sosyal-emperyalistleri ve Küba revizyonistleriyle birlikte Etiyopya
ve Eritre halklarının kanını döken, Kruşçov ve Brejnev
kliklerini destekleyen ve Stalin’e saldıran Alman Demokratik
Cumhuriyeti’nin yöneticisi SED (Sosyalist Birlik Partisi)’in
doğrudan ardılı PDS (Demokratik Sosyalizm Partisi) ile mi?
1962’de Hindistan ile Çin arasındaki sınır
çatışmasında açıkça Hint büyük burjuvazisi ve toprak
ağalarından yana çıkan, Sovyet modern revizyonizmini destekleyen
ve iktidara geldiği eyaletlerde egemen sınıfların ajanı rolünü
oynayan Hindistan Komünist Partisi ile mi?
ANC (Afrika Ulusal Kongresi) ile el ele Güney-Afrika
halklarına ihanet eden, emperyalizme ve beyaz burjuvaziye teslim
olan, Kruşçov, Brejnev ve Gorbaçov’u destekleyen ve Stalin’e
saldıran Güney Afrika Komünist Partisi ile mi?
Küba ekonomisini Sovyetler Birliği ekonomisinin bir
eklentisi durumuna getiren, Çekoslovakya, Afganistan ve Etiyopya’ya
yönelik Rus saldırısını destekleyen, Etiyopya ve Eritre
halklarına karşı savaşan, Kruşçov, Brejnev ve Gorbaçov
kliklerini destekleyen ve Stalin’e saldıran Küba Komünist
Partisi ile mi? (1)
1980 askeri-faşist darbesinden önce, devrimci harekete
karşı saldırısında açıkça büyük burjuvazi ve toprak
ağalarıyla birlikte saf tutan, legal günlük gazetesinde devrimci
militanların adlarını, adreslerini ve bulundukları yerleri
açıklayan, Eylül 1980 askeri-faşist darbesini destekleyen ve
halihazırda Türk ordusunun Kuzey Irak’ı işgalini açıkça
savunan Türkiye’deki İşçi Partisi (eskiden Sosyalist Parti) ile
mi?
Görkemli ulusal kurtuluş savaşında kazanılan
zaferden sonra Sovyet modern revizyonizminin izinden giden, Sovyet
sosyal-emperyalistlerinin kışkırtmasıyla 1979’da Kamboçya’yı
işgal eden ve orada kukla Heng Samrin rejimini kuran ve revizyonist
blokun çöküşünden sonra “özgür” girişimin “erdemleri”ni
keşfeden ve uluslararası finans kapitale ve IMF’ye (Uluslararası
Para Fonu) teslim olan Vietnam İşçi Partisi ile mi?
Bu konuyu gerçekten iyi düşünmelidirler.
Bu konuyu gerçekten iyi düşünmelidirler.
*
* *
* *
Belirli koşullar altında bu platform, anti-emperyalist ve anti-faşist bir forum işlevi görebilir. Fakat bunu yapabilmesi için bu forumun, bazı durumlarda, tüm devrimci güçlere karşı burjuvazi, gericilik ve emperyalizmle açık işbirliğine girecek kadar yozlaşan revizyonizme karşı çetin bir ideolojik savaşım sürecinden geçmesi gerekir. Böylesi parti ve gruplar bu platformdan dışlanmalı ve bu ve benzer platformlara kabul edilmemelidirler. Bu noktada, bütün komünistlere ve içtenlikli devrimcilere, yukarıda adı geçen belgelerin yazarlarının ima ettiğinin tersine, Sovyet modern revizyonizminin sonunun hiçbir biçimde tüm revizyonizmin sonu anlamına gelmediğini anımsatmak isteriz. Doğallıkla biz, Sovyet blokunun, sonuçlarından biri revizyonizmin en etkili kaynaklarından birinin yıkımı olan, çöküşünün ve sosyal-emperyalist Sovyet imparatorluğunun dağılmasının -olumlu ve olumsuz- etkilerini küçümsemiyoruz. Fakat sorun, yazarlarımızın, revizyonizmin kaynağı ve doğasını ve onun, kapitalizmin yapısı içinde sahip olduğu derin kökleri kavrayamamasında yatmaktadır. Tersine onlar revizyonizmi, değişik komünist parti ve örgütlere dışarıdan, bu durumda Sovyet revizyonist kliği tarafından empoze edilmiş dışsal bir olgu olarak algılamışlardır. Onları, Sovyet modern revizyonizminin çöküşünün, bütün komünist ve devrimci parti ve grupların birleştirilmesi için son derece elverişli bir fırsat sunduğunu düşünmeye iten boş beklentinin asıl nedeni budur. Toplumsal bir boşlukta varolmaktan uzak olan proletarya, diğer sınıflarla yanyana yaşamaktadır. Finans kapital, burjuvazi ve küçük burjuvazi varolduğu, sınıflar ve sınıf savaşımı varolduğu sürece, proletarya, işçi sınıfı hareketi ve komünist hareket, şu ya da bu ölçüde, bu proleter-olmayan sınıfların ideolojik etki ve nüfuzuna açık olacaktır. Bu, bireylerin, grupların ve partilerin iradesinden bağımsız nesnel bir olgudur. Dolayısıyla, işçi sınıfının öncü birlikleri olan komünist partileri, oportünizm ve revizyonizmin tüm varyantlarına karşı savaşı sürdürmekle yükümlüdürler ve onlar bu savaşımın çok karmaşık, uzun süreli ve kritik bir savaşım, komünizme değin sürecek bir savaşım olduğunu bir an bile unutamazlar. DİPNOTLAR
(1) Fidel Castro şöyle demişti:
“Gorbaçov’un amacının sosyalizmi geliştirmek olduğundan herhangi bir kuşkum olmadığı için, onun, Sovyetler Birliği’nin yıkımında bilinçli bir rol oynadığını söyleyemem.” (Fidel Castro, Guardian, 30 Mayıs 1992, s. 25) Öte yandan o, Stalin’e şu sözlerle gözü dönmüşcesine saldırıyordu:
“Stalin, iktidarını büyük ölçüde kötüye kullandı. Bana öyle geliyor ki, toprağı çok küçük bir tarihsel dönem içinde şiddet yoluyla toplumsallaştırma girişimi, ekonomik ve insansal açıdan çok pahalıya mal olmuştur…
“O, ünlü Molotov-Ribbentrop Paktı’nı imzaladı. Ben aynı zamanda, kesinlikle savaşın patlak vermesine yol açtığı için saldırmazlık paktının ona zaman kazandırmaktan çok, onun zamanını azalttığını düşünüyorum.
“Ve orada bence bir başka önemli hata işlendi. Polonya saldırıya uğradığında, o, nüfusu bilmiyorum Rus mu, Ukraynalı mı olduğu için tartışmalı olan toprakları işgal etmek için askeri birlikler yolladı.
“Ben, Finlandiya’ya karşı savaşın, hem ilkeler açısından, hem de uluslararası hukuk açısından bir başka devasa hata olduğunu düsünüyorum…
“Son olarak, Stalin’in karakteri, onun her seye karşı duyduğu korkunç güvensizlik, onun daha başka ağır hatalar işlemesine yol açti: Bunlardan biri… savaşın öngününde silahlı kuvvetleri korkunç ve kanlı bir biçimde arındırmaya girişmesi ve Sovyet ordusunu fiilen sakat bırakmasıydı.” (F. Castro, Aynı yerde, s. 25)
Belirli koşullar altında bu platform, anti-emperyalist ve anti-faşist bir forum işlevi görebilir. Fakat bunu yapabilmesi için bu forumun, bazı durumlarda, tüm devrimci güçlere karşı burjuvazi, gericilik ve emperyalizmle açık işbirliğine girecek kadar yozlaşan revizyonizme karşı çetin bir ideolojik savaşım sürecinden geçmesi gerekir. Böylesi parti ve gruplar bu platformdan dışlanmalı ve bu ve benzer platformlara kabul edilmemelidirler. Bu noktada, bütün komünistlere ve içtenlikli devrimcilere, yukarıda adı geçen belgelerin yazarlarının ima ettiğinin tersine, Sovyet modern revizyonizminin sonunun hiçbir biçimde tüm revizyonizmin sonu anlamına gelmediğini anımsatmak isteriz. Doğallıkla biz, Sovyet blokunun, sonuçlarından biri revizyonizmin en etkili kaynaklarından birinin yıkımı olan, çöküşünün ve sosyal-emperyalist Sovyet imparatorluğunun dağılmasının -olumlu ve olumsuz- etkilerini küçümsemiyoruz. Fakat sorun, yazarlarımızın, revizyonizmin kaynağı ve doğasını ve onun, kapitalizmin yapısı içinde sahip olduğu derin kökleri kavrayamamasında yatmaktadır. Tersine onlar revizyonizmi, değişik komünist parti ve örgütlere dışarıdan, bu durumda Sovyet revizyonist kliği tarafından empoze edilmiş dışsal bir olgu olarak algılamışlardır. Onları, Sovyet modern revizyonizminin çöküşünün, bütün komünist ve devrimci parti ve grupların birleştirilmesi için son derece elverişli bir fırsat sunduğunu düşünmeye iten boş beklentinin asıl nedeni budur. Toplumsal bir boşlukta varolmaktan uzak olan proletarya, diğer sınıflarla yanyana yaşamaktadır. Finans kapital, burjuvazi ve küçük burjuvazi varolduğu, sınıflar ve sınıf savaşımı varolduğu sürece, proletarya, işçi sınıfı hareketi ve komünist hareket, şu ya da bu ölçüde, bu proleter-olmayan sınıfların ideolojik etki ve nüfuzuna açık olacaktır. Bu, bireylerin, grupların ve partilerin iradesinden bağımsız nesnel bir olgudur. Dolayısıyla, işçi sınıfının öncü birlikleri olan komünist partileri, oportünizm ve revizyonizmin tüm varyantlarına karşı savaşı sürdürmekle yükümlüdürler ve onlar bu savaşımın çok karmaşık, uzun süreli ve kritik bir savaşım, komünizme değin sürecek bir savaşım olduğunu bir an bile unutamazlar. DİPNOTLAR
(1) Fidel Castro şöyle demişti:
“Gorbaçov’un amacının sosyalizmi geliştirmek olduğundan herhangi bir kuşkum olmadığı için, onun, Sovyetler Birliği’nin yıkımında bilinçli bir rol oynadığını söyleyemem.” (Fidel Castro, Guardian, 30 Mayıs 1992, s. 25) Öte yandan o, Stalin’e şu sözlerle gözü dönmüşcesine saldırıyordu:
“Stalin, iktidarını büyük ölçüde kötüye kullandı. Bana öyle geliyor ki, toprağı çok küçük bir tarihsel dönem içinde şiddet yoluyla toplumsallaştırma girişimi, ekonomik ve insansal açıdan çok pahalıya mal olmuştur…
“O, ünlü Molotov-Ribbentrop Paktı’nı imzaladı. Ben aynı zamanda, kesinlikle savaşın patlak vermesine yol açtığı için saldırmazlık paktının ona zaman kazandırmaktan çok, onun zamanını azalttığını düşünüyorum.
“Ve orada bence bir başka önemli hata işlendi. Polonya saldırıya uğradığında, o, nüfusu bilmiyorum Rus mu, Ukraynalı mı olduğu için tartışmalı olan toprakları işgal etmek için askeri birlikler yolladı.
“Ben, Finlandiya’ya karşı savaşın, hem ilkeler açısından, hem de uluslararası hukuk açısından bir başka devasa hata olduğunu düsünüyorum…
“Son olarak, Stalin’in karakteri, onun her seye karşı duyduğu korkunç güvensizlik, onun daha başka ağır hatalar işlemesine yol açti: Bunlardan biri… savaşın öngününde silahlı kuvvetleri korkunç ve kanlı bir biçimde arındırmaya girişmesi ve Sovyet ordusunu fiilen sakat bırakmasıydı.” (F. Castro, Aynı yerde, s. 25)