Translate

30 Aralık 2019 Pazartesi

ÖDP'DEN SOL PARTİ'YE...

ÖDP'DEN SOL PARTİ'YE...
III
Sol Parti'nin hedefi sermayeyi ve sermaye devletini yıkmak değil, dinci faşist politik rejimi ''yıkmak''tır. ÖDP-Sol Parti'nin burjuva demokratik ve sosyal reformist karakteri gereği, faşizm ve sermayeye karşı mücadeleden anladığı, politik rejim değişikliğidir. Devletin faşist, dinci faşist biçimi yerine burjuva demokrasisine dayanan bir devlet biçimi hedefiyle hareket etmektedir.. Devrimle işbirlikçi tekelci burjuvaziyi ve emperyalizme bağımlılık ilişkilerini yıkmayı değil, sosyal reformlarla devleti yeniden yapılandırmayı savunmaktadır. Devrimci değil, sosyal reformist bir partidir. Politik çizgisi (program, strateji ve taktikler) sosyal reformlar üzerinde şekillenmektedir.
Devlet ve politik rejim aynı şey değildir; devleti yıkmakla politik rejimi değiştirmek aynı şey şeyi ifade etmez. Devlet egemen sınıfın egemenlik, diktatörlük aracıdır. Devleti belirleyen örgütlenmiş zordur. Politik rejim ise devlet zorunun örgütlenme biçimidir; politik rejim denen şey, budur.
Burjuva devletin politik biçimleri ya da egemen sınıfın egemenliğini örgütlemenin tek biçimi değil, pek çok biçimi vardır. Faşizm gibi burjuva demokrasisine dayanan devlet biçimleri de burjuva devletin değişik politik biçimleridir ve kuşkusuz ki, burjuva demokratik biçime sahip burjuva devlet, burjuva egemenliğin en gelişkin biçimidir... Faşizm, dinsel faşizm gibi politik rejimlerin çözülüşü, yıkılması, yerini burjuva demokratik politik rejimlere bırakması proletarya ve halklar bakımından politik olarak ilerici bir kazanımdır; bunun için devrimin zaferi şart değildir. Fakat bunun kazanılması bile, proletarya ve halkların bedeller ödemeye dayanan devrimci mücadelesiyle gerçekleşebilir yalnızca.
Bu bağlamda ÖDP/Sol Parti, her devrimin temel ve genel yasası olan şiddete dayanan devrim perspektifine sahip değildir; ÖDP/Sol Parti geçtik devrimi, yasal mücadeleyi bile yasalara bağlı kalarak yürüten, yürütmek isteyen bir partidir. Bu bağlamda ÖDP ve Sol Partinin politik çizgisi pasifist niteliktedir; yasal mücadeleyi meşru zemine dayanarak yürütme teorisi ve pratiğinden de uzaktır. Sol Parti'nin (SP) de bu yolda yürüyeceğine kuşku yoktur ama pratik duruşlarıyla (legalist, parlamenterist bir akım olsa bile), meşruiyet temelli aktif bir anti-faşist çizgi izlerlerse buna sevinir ve yanıldığımızı da kabul ederiz.
IV
ÖDP egemen ulus olan Türk ulusunun küçük burjuva milliyetçiliğinin temsilcisidir aynı zamanda. Onun egemen ulus küçük burjuvazisinin sözcülerinden biri olması ÖDP'nin sosyal şövenizminin sınıfsal karakterinin nesnel temelidir. Tutarlı bir burjuva demokrat olmanın sac ayaklarından birisi, dahası, en başta gelen sorunu Kürt sorununda tutarlı bir anti-faşist demokratik halkçı bir çizgiye sahip olmaktır. Oysa ÖDP hiçbir zaman bu tutarlılığa sahip olmamıştır. Bu olgu, ÖDP'nin yalın bir gerçeğidir. Bunu gerek ÖDP sürecinden/deneyiminden, gerekse de 8. Olağanüstü Kongre'nin kamuoyuna açıklanan Manifesto'sundan biliyor ve görüyoruz.
Konu bağlamında Manifesto'da yazılanlar şunlardır;
''Kürt sorunu hem ülke hem de bölge açısından en acil sorunların başında geliyor. Kürt sorununun barışçıl bir temelde ve halkın nasıl yaşamak isterse öyle yaşamasını kabul eden bir yerinden demokrasi anlayışıyla çözülmesi gereklidir. Şiddet politikaları halkları birbirine düşman etmenin yanı sıra çözümü de imkânsızlaştırmaktadır. Sorunun çözümünde silahlardan arınmış bir barışçıl siyasal süreç devreye sokulmalıdır.''
Bu açıklama tipik burjuva liberal, sosyal şöven bir açıklamadır ama ÖDP/Sol Parti'nin gerçeğidir. Herhangi bir burjuva liberal kalemden de bu bu vb. satırları okuyabilirsiniz.
Türkiye çok uluslu bir ülkedir. Türk ulusu egemen ve ayrıcalıklı bir ulustur. Kürdistan ise sömürge.
Kürdistan ilk olarak, 1639 Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla Osmanlı devleti ile Safavi devleti arasında ikiye parçalanmış; ikinci defa 1923 Lozan Antlaşması ile Türkiye, İran, Irak, Suriye arasında dört parçaya bölünmüştür. Kürdistan'ın en büyük parçası (Kuzey Kürdistan) Türk egemen sınıflarına kalmıştır.
Kürt sorunu salt Türkiye'ye özgü bir sorun da değildir; o, Ortadoğu çapında bir sorun, bölgesel uluslararası karaktere sahip bir sorundur. Ki Kürt halkının yürüttüğü mücadeleler, özellikle de Rojava devriminin başarı ve kazanımları sayesinde gitgide daha fazla uluslararasılaşmış bir sorun karakteri kazanmıştır. Ortadoğu gibi emperyalist rekabet ve hegemonya mücadelesinin merkezinde her devletin, özelde bölgesel ve emperyalist devletlerin bir politikası vardır ve her bir aşamaya özgü bu politikalar yeniden şekillendirilmektedir.
Türkiye'de Kürt ulusu sömürgeci boyunduruk altında inim inim inliyor ama Kürt ulusal demokratik devrimi 40 yıldır Türk egemen sınıflarının kirli, haksız, sömürgeci savaşına karşı kahramanca savaşıyor. Öyle ki Türk sermayesinin sömürgeci faşist diktatörlüğü iç ve dış politikasını başta Kuzey Kürdistan olmak üzere Ortadoğu çapında, onun uluslararası arenadaki etkileri de dahil, Kürt sorunu ve direnişine göre şekillendiriyor ya da öncelikle bunu gözeterek adım atıyor...
Peki ağır bir tarihsel arka planı olan bu denli derin, geniş, köklü bir sorunda, güncel bakımdan da Türkiye proletaryası ve halklarını öncelikle ve en yakıcı bir biçimde etkileyen bu sorunda ÖDP/Sol Parti'nin önerdiği çözüm nedir? Vurgulamak gerekir ki, ırkçılığın, militarizmin, şövenizmin, devlet terör ve soykırımının, bölgesel yayılmacı politikanın demagojik ve manipülatif aracı yapılan Kürt sorunu ve mücadelesi koşullarında ilkeli, tutarlı, kapsamlı, pratik politikada anlamını bulan bir politikaya sahip olmayanların ''sosyalist''liği, demokratlığı, ''faşizme karşı mücadele''si ne kadar anlamlı olabilir ki?!
Neymiş, ''Kürt sorununun barışçıl bir temelde ve halkın nasıl yaşamak isterse öyle yaşamasını kabul eden bir yerinden demokrasi anlayışıyla çözülmesi gerekli''miş. Başka, ''Şiddet politikaları halkları birbirine düşman etmenin yanı sıra çözümü de imkânsızlaştırmaktadır. Sorunun çözümünde silahlardan arınmış bir barışçıl siyasal süreç devreye sokulmalı''ymış.
Tutarlı bir demokrat olmak, sosyal şövenizmle hesaplaşabilmek, her bakımdan Türk ulusundan işçi ve emekçileri tutarlı bir demokratizmle aydınlatabilmek için asgari olarak şunlar kabul edilmelidir;
Kürtlerin tarihsel ve güncel olarak uğradıkları her haksızlığa karşı kesin ve tutarlı bir mücadele yürütülmelidir. Ulusların ve dillerin eşitliği, ezilen ve sömürge ulusların direnme ve ayaklanma hakkı savunulmadan tutarlı bir demokrat bile olunamaz.
Kürt ulusu ayrı bir ulustur. Her ulus gibi Kürt ulusunun da ayrılma, özgürce ulusal devletini kurma hakkı, kayıtsız şartsız savunulması gereken bir haktır.
Ortadoğu'da bağımsız, birleşik devletini kurma hakkı, Kürt ulusunun şartsız hakkıdır. Emperyalizm ve bölge devletlerinin bu politikaya karşı her duruşuna, inkar ve imha, soykırımına karşı savaşmak, Kürt ulusal direniş ve devrimine siyasal destek vermek, katılmak, siyasal özgürlük mücadelesinde omuz omuza savaşmak zorunludur. Türk egemen sınıflarının ve sermaye devletinin sömürgeciliğine, şövenizme ve sosyal şövenizme karşı karşı, lafta da değil, pratik-politik olarak mücadele etmeyen hiçbir siyasal yapı tutarlı bir antifaşist demokratlığı bile temsil edemez.
ÖDP/Sol Parti geçtik yukarıda koyduğumuz sınırlı, asgari çerçeveyi savunmayı, günlük anti-faşist mücadelede bile Kürt hareketiyle (ve aynı zamanda devrimci ve komünist hareketle) arasına ısrarla kalın bir sınır çizgisi çekegelmiş; ısrarla sosyal şöven karakterini sergilemeye devam etmiştir.
Tarihte ve politikada bütün temel sorunlar, zor yoluyla çözülmüştür. Bu Kürt ulusal sorununun çözülmesi bağlamında da böyledir ve böyle olacaktır. Ortadoğu'da Kürt sorunu ve direnişinin gerçeği de bunu kanıtlamaktadır...
Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümü talebini Kürt sorunu temel gerçeğinin reddinin kılıfı yapıldığı oranda, orada demagojik ve manipülatif bir propaganda ve ajitasyon var demektir. Barış talebi, faşizm ve gericilikle halklar arasındaki çelişki ve çatışmaları keskinleştirerek, faşizm ve sermayenin siyasal teşhirine, kitle mücadelesini geliştirmeye, şövenizmin etkisini kırmaya hizmet ettiği oranda değerlidir; yoksa, barış adına liberal gerici söylem burjuvaziye, devlete, faşizm ve gericiliğe hizmet eder ve sınıfı, kitleleri, halkları pasife ederek sınıfsal ve ulusal mücadeleye ağır zararlar verir.
Haklı ve haksız savaş ayrımı yapmadan silahlı mücadeleyi reddetmek burjuva liberal gerici bir politik çizginin ifadesidir.
Türk egemen sınıflarının sömürgeci savaşını mahkum etmeden, onun haksız bir savaş olduğu söylenip açığa çıkarılmadan, Kürt ulusunun ulusal demokratik serhildanlarını ve silahlı ulusal ayaklanmasının haklı savaş, desteklenmesi gereken bir savaş olarak görüp anlatmadan tutarlı bir demokrat bile olunamaz. ÖDP/SP çizgisinde ve pratik-siyasal duruşunda bunun izi bile yok. ''Şiddet politikaları halkları birbirine düşman etmenin yanı sıra çözümü de imkânsızlaştırmaktadır.'' saptaması dipten doruğa şövenizmle, sosyal şövenizmle damgalıdır.
Burada haklı haksız savaş ayrımı, burada gerici, faşist sömürgeci devlete karşı haklı ulusal direnişin, ayaklanmanın, silahlı mücadelenin desteklenmesinin izi yok. Haksız savaş yürütenlerle haklı savaş yürütenler aynı çuvala koyuluyor ve sözde tarafsız kalınarak her iki taraf mahkum ediliyor. Gerçekte bu politikayla, nesnel olarak, Türk egemen sınıfının egemenliği ve sömürgeci haksız savaşı desteklenmiş oluyor. Sınıf ve Türk halkı ideolojik ve siyasal olarak silahsızlandırılıyor, Türk burjuvazisine yedekleniyor; Kürt ulusunun tarihsel ve güncel haklı güvensizliği kışkırtılıyor ve halkların birleşik devrimci-demokratik mücadelesi parçalanıyor ya da engellenmiş olunuyor.
Çözümü engelleyen Kürt ulusal mücadelesi ve devrimi değil, işbirlikçi Türk sermayesi, devleti ve dinci faşist rejimdir. Sorun dosdoğru böyle ortaya konulmalı ve sınıfa, ezilenlere de bu gerçek alabildiğince yalın bir şekilde anlatılmalıdır. Peki ÖDP/SP siyasal çizgisinde ve duruşunda, örneğin 8. Olağanüstü Kongre'nin Manifestosu'nda bunun bir izi bile var mı? Hayır!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder