Translate

31 Mart 2020 Salı

KAPİTALİZM, CORONA VİRÜS, TEKNOLOJİ VE DEVLETLER

KORONA SALGINI VE BURJUVA DEVLET(LER) GERÇEĞİ

‘’Korona krizi’’i yansıtılmaya çalışıldığı gibi tek başına bir salgın krizi değildir. ‘’Korona krizi’’ emperyalist dünya sisteminin ve burjuva devletlerin krizidir. Bu kriz, kapitalist emperyalizmin ve uluslararası tekellerin dünyasının ne denli güçsüz olduğunu gösterdi. Korona krizi emperyalizmin genel bunalımının ne denli keskinleşmiş olduğunun çarpıcı bir kanıtıdır. Korona salgını ile patlak veren kriz emperyalist kapitalizmin genel ve güncel krizinin yeni biçimler altında patlak vermesinden ya da bu gerçeğin kör gözlerin içerisine sokulmasından ibarettir.
Korona krizini gerekçe gösteren burjuva devletler derhal harekete geçerek ulusal tekellerini trilyonlarca dolarla fonlamaya başladı. Salgının yarattığı ve körükledikleri korku kasırgası ile perdelenerek krizin bütün yükü proletarya ve halklara yıkıldı. Her kriz döneminde olduğu gibi bir kez daha işçiler, halklar, yoksullar feda edilmeye başlandı. Salgın, burjuva devletlerin tekelci sermaye sınıfını, kar için üretim düzenini temsil ettiğini çarpıcı bir tarzda ortaya koydu.

‘’Küreselleşme’’ ile salgın hastalıkların da küreselleştiği, eko-sistemin gaddarca kar hırsına feda edildiği, ‘’kamusal sağlık’’ sisteminin özel kapitalist sektöre devredilerek sermayeleştirildiği; maddi ve manevi olan her şeyin metalaştırıldığı; piyasa değerlerinin sağlık ve sağlıklı yaşamın çıplak değerleri haline getirildiği; yoksullara paran yoksa öl dendiği bir dünya gerçeğinde küresel salgına karşı işçi sınıfının ve halkların korunamayacağı bu kez Korona salgınında açığa çıktı, hem de çok çarpıcı biçimlerde.

Korona salgını, odağında uluslararası tekellerin durduğu emperyalist dünya düzeninin ve burjuva devletlerin insanlığın ve gezegenimizin karşı karşıya kaldığı yıkıcı tehlike ve tehditleri çözme yeteneği olmadığının ve olmayacağının tipik yeni bir olgusudur.

‘’Corona krizi’’ karşısında çaresiz kalan uluslararası sermaye ve burjuva devletler, fırsattan istifade ‘’Toplumu yeniden dizany etme’’ operasyonunu da başlattı. Çözüm olarak ileri sürülen kaderci, sosyal Darwinist, Malthusçu, Big Brother devleti politikasının propagandasından da bu gerçeği görmekteyiz. Daha da önemlisi, emperyalist devletler, salgına karşı mücadele adına alınan olağanüstü tedbirlerin içeriğini ulusal ve küresel ölçekte meşrulaştırmaya ve süreklilik kazandırmaya çalışmaktadırlar.

Bir yandan virüsü ve salgını günah keçisi ilan ediyorlar. Öte yandan kapitalizmi ve yarattığı yıkımları aklamaya çalışıyorlar. Oysa eko-sistemin yıkımının kaynağı olduğu gibi Korona salgınının da tek sorumlusu emperyalist kapitalizmdir, uluslararası sermayedir. Diğer yandan ‘’Terörizme karşı savaş stratejisi’’ ile salgına karşı mücadele politikasını pratikleştiriyorlar. Proletarya ve halklar korkuyla, panikle, yıldırılarak, öz güven duygu ve bilinci yıkılarak ‘’gönüllü’’ teslimiyete çağrılıyor. Asker-polis-istihbarat-teknolojik denetim gücüne dayanarak yönetmeyi, olağanüstü hal kriz yönetim modelini olağanlaştırarak yetkinleştirmeye çalışıyorlar. ‘’Küreselleşme’’ ile zaten geliştirilmeye çalışılan bu model, salgın vesilesi ile derinlemesine ve genişlemesine yerleştiriliyor. Demokratik hak ve özgürlüklerin gaspı normalleştirilmeye çalışılıyor. Gidişin yönü, dünya çapında siyasal gericiliğin daha da yoğunlaşarak, saldırganlaşarak yayılması yönündedir.

Bu bağlamda bazı gerçeklerin altını çizmek gerekiyor.

Emperyalizm, uluslararası tekeller, burjuva devlet ve siyasal gericilik arasındaki temel bağ; dünya devrimi tehditi karşısında tekelci sermayenin ve yöneticilerinin içsel gerçeği anlaşılmadan bugünkü gelişmeler de anlaşılamaz ve ‘’dünyanın lanetlileri’’ne de anlatılamaz.

Lenin, 103 yıl önce yazdığı ‘’Emperyalizm’’ kitabında, “Emperyalizm, her yere, özgürlük değil, egemenlik eğilimi götüren mali sermayenin ve tekellerin çağıdır. Bu eğilimin sonucu ise şöyle olmaktadır: Siyasal rejim ne olursa olsun, her planda gericilik ve bu alanda mevcut uzlaşmaz karşıtlıkların aşırı derecede yoğunlaşması.” “Bu yeni ekonominin, tekelci kapitalizmin (emperyalizm tekelci kapitalizmdir) siyasal üstyapısı, demokrasiden siyasal gericiliğe değişimdir. Demokrasi serbest rekabete tekabül eder. Siyasal gericilik tekele tekabül eder.” analiziyle, emperyalist siyasal gericilik eğilimiyle emperyalizmin ekonomik temeli arasındaki dolaysız bağa işaret eder.

Küreselleşme” ile emperyalist siyasal gericilik eğilimi de daha fazla “küreselleşerek” keskinleşmiştir. Çağımızda her türden siyasal gericiliğin merkezi ve destekçisi kapitalist emperyalizmdir. Kapitalist emperyalizm, Korona salgını kullanarak zaman kazanmaya, yitirdiği dengesini bulmaya, devrimci bir krizin patlamasını önlemeye çalışıyor. Tekeller ve burjuva devletler ana çözümü her planda siyasal gericiliği daha da yoğunlaştırmakta arıyor.

Uluslararası tekellerin egemenliğiyle belirlenen tekelci kapitalizm olgusu, özellikle 80’lerden bu yana iktisadi açıdan tekelci kapitalizmin daha yüksek tipten tekelleşmesinin bir ürünü olarak gelişti. Buna koşut (89-91 dönemecinde kapitalist-revizyonist kampın dağılışı, dünya devrim dalgasının geçici geri çekilişiyle de birleşerek), siyasal alanda, emperyalist devletin siyasal gericilik eğilimi de daha derinleşti.

Uluslararası tekellere ve burjuva devlete dayanan siyasal gericilik, iç politikada, yoğunlaşan faşizan burjuva terör, faşist akımların hızla güç toplaması, yükselen faşizm tehlikesi olarak karşımıza çık. Bu olgu, “Vatanseverlik Yasa”larında, “Terörizmle mücadele” yasalarında, “E-devlet” uygulamasının geliştirilmesinde, insanları çipleme, günlük yaşamın elektronik denetlenmesi vb. gibi neo-nazist, militarist düzenlemelerde, böylece, artan oranda burjuva demokratik hak ve özgürlüklerin açık açık gasp edilmesinde ifadesini bulmuştur. Bu bakımdan bugün de Korona salgını bulunmaz bir fırsata dönüştürülmeye çalışılıyor.

Uluslararası tekellere ve burjuva devlete dayanan siyasal gericilik, dış politika alanında ise, yükselen emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesinde, yer küremizin açık bir sömürgeye dönüştürülmesinde, yükselen militarizm ve artan askeri saldırganlık ve işgallerde (Yugoslavya’nın parçalanması ve yerle bir edilmesi, Afganistan, ardından Irak’ın, Somali’nin, Suriye’nin, Libya’nın işgal edilmesi, Venezüella’da darbe girişimi, Bolivya’da Morales’e karşı yapılan darbe, Ukrayna’ın parçalanması örnekleri hatırlansın); ‘’Küresel terörizme karşı mücadele strateji’’lerinde’’ ırkçı “medeniyetler çatışması”nın körüklenmesinde vb. pratikleşmiştir.

Sözde “STK”lar ve “halk” aracılığıyla yapıldığı propaganda edilen Ukrayna, Gürcistan, Kırgızistan vbg. ülkelerde gerçekleştirilen renkli sözde “devrimler”i ise sadece hatırlatarak geçiyoruz.

Küresel, kıtasal, bölgesel, ülkesel bazda kışkırtılan gerici fanatik ulusal, dinsel, mezhepsel boğazlaşmalar, dinsel gericiliğin korkunç biçimde horlatılması, ırkçılığın ayyuka çıkartılması; ortaçağın yardıma çağrılışı, sayısız sapkın akımın geliştirilmesi neyin ifadesi?

Mafyatik burjuva devletin geliştirilmesi, uyuşturucu kullanımının özellikle gençlik içerisinde bilinçli teşviki neyin ifadesi?

Sadece günü kurtararak yaşayan, tarih bilincinden yoksun, gelecek perspektifi olmayan, çağına, toplumuna ve mensubu olduğu emekçi sınıflara karşı hiçbir sorumluluk duymayan bir gençlik yetiştirme politikası neyi ifadesi?

Gemisini yürüten kaptandır propagandası, aşırı bencil ve tüketim delisi yırtıcı bireyin inşası; insani yabancılaşmanın tarihte hiçbir zaman görülmemiş derecelere yükselmesi neyin ifadesi?

Yurttaşlığın yerine müşteri ve tüketici bireyin geçirilmesi, para ve zenginlik tapıcılığın geliştirilmesi neyin ifadesi?

Kuşkusuz ki emperyalist ekonomik temel üzerinde yükselen katmerleşen emperyalist siyasal gericiliğin, toplumsal ve kültürel dejenerasyonunun göstergesidir.

Bütün dünyayı girdabına almış ve derinleşen çürüme sosyal sistemin (kapitalist üretim tarzının) çürümesidir. Bu çürümeye karşı onuru, geleceği temsil edenler ise yalnızca ve yalnızca gezegenimizin dört bir yanında direnen, mücadele yürüten işçi sınıfı, halklar, ezilen toplumsal kesimlerdir.

ÇUŞ’ların (uluslararası tekellerin) damgasını bastığı “küreselleşme”, emperyalist “neoliberal”, “postmodern”, “postmarksist” sahte propagandanın ileri sürdüğü gibi daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük, daha fazla insan hakları, daha az devlet, “ulus devletin sonu” ile belirlenen bir dönem olmamıştır. Aksine, ulus devletlerin sayısının artığı ve siyasal gericiliğin çok daha keskinleşerek, kapsamlılaşarak, “küresel”leşerek yoğunlaşıp yükseldiği bir tarih kesiti olmuştur.

Küreselleşme”nin devleti burjuva gericiliğin ve yardakçılarının iddia ettiği gibi “demokratik” değil “otoriter” devlettir. Enternasyonal proletarya ve halkların, sosyalist kampın baskı ve mücadelesiyle koparılıp alınmış, kazanılmış siyasal özgürlüklerin, ekonomik ve sosyal hakların özellikle son 40 yılda sürekli gaspedilerek tasfiye edilmesinden de bu olguyu açıkça görmekteyiz. Uluslararası tekellerin emperyalist kapitalizminden başka bir şey olmayan “neoliberal küreselleşme”nin burjuva ve küçük burjuva propagandistlerinin tümüyle demagojik ve manipülatif iddialarının aksine, gerçek budur. 2008 krizinden bu yana söz konusu propagandanın sahte karakteri daha fazla açığa çıktığını hepimiz biliyoruz. ‘’Korona krizi’’ ile sahte iddiaların yüzündeki boya daha keskin dökülmeye başladı.

Emperyalizmin ve “küreselleşmeci”lerin o çok yücelttikleri “liberal özgürlükler” bugün dünle kıyaslanmayacak kadar çok daha küçük bir azınlığı oluşturan ve primadin tepesinde oturan sermaye için çok daha fazla demokrasi, proletarya ve halklar için ise çok daha fazla diktatörlük haline gelmiştir.

Uluslararası tekellerin ve işbirlikçi tekellerin devlet aygıtı, kaçınılmaz olarak, daha da merkezileşmiş, esnek ve vurucu gücü daha yüksek, burjuva terörist karakteri daha çıplak hale gelm devlettir. Bu ise, burjuva devletin yüzündeki “demokratik” peçeyi daha iğreti hale getirmiştir ve getirmeye de devam etmektedir.

Emperyalizmin, Amerikan emperyalizminin, NATO’nun yeni geliştirilen neo-faşist saldırgan stratejisine göre, SSCB ve Doğu Bloku’nun tasfiyesinden sonra, dünyamız belirsiz/kaotik bir döneme girmiştir. “İnsanlık”, “özgür dünya”nın kutsal “değerleri” ve dünyamız geçmişten daha büyük tehlikelerle yüz yüzedir. İçerisine girdiğimiz bu kaotik dönemde, “düşman” belirsizdir. Tehlike ve düşman “her an ve her yerdedir”. Her an, tetikte olmak gerekir. Her an, her yere müdahale etmeye hazırlıklı olmak gerekir. Baş tehlike, “terörizmdir”. Terörizme karşı mücadelenin sınırları yoktur, belirsizdir ve bu durum ‘’önleyici saldırı’’ politikasını zorunlu kılmaktadır. Doğal felaketler, göçler; nükleer ve kimyasal silahların (kitle kıyım araçları) yaygınlaşması tehlikesi; “terörist örgütlerin” bunları kolayca ele geçirme veya yaygınlaşan teknolojileri kolayca edinip bu silahları üretip kullanması vb. olanaklıdır… O halde ülkeler, dünya süreklilik kazanmış bir kriz yönetimi” yönetim sitili ile yönetilmelidir. STK’lar, ‘’toplum’’, devletler bu politikaları birlikte yaşama geçirmelidir vs.

Vurgulamak isteriz ki, uluslararası tekeller tarafından yönetilen emperyalist dönemin gereksinimleri, burjuva ulus devletin ve devletler sisteminin daha da merkezileşmesini gerektirmektedir. Merkezileştirilerek tahkim edilmiş, daha esnek ve vurucu bir güç olarak yetkinleştirilmiş burjuva devlet yapılanmasında daha fazla öne çıkan olgu “demokrasi”, ‘’devletin zayıflatılması’’ vs. değil, aksine demokratik biçimsel uygulamaların da geniş ölçekte tasfiye edildiği, yasama ve yargı erklerinin zayıflatılarak geri plana itildiği ve her bakımdan burjuva yürütme erkinin öne çıkarılarak tahkim edildiği daha saldırgan bir devlet yapılanmasıdır.

Doğal olarak yukarıda kabaca ifade ettiğimiz neofaşist militarist yayılmacı stratejiye göre burjuva devletlerin merkezileşerek tahkim edilmesi ve sürekli kriz tehlikesine göre yapılanması, “kriz yönetim merkezi” olarak işlevselleşmesi gerekmektedir.

Dünya burjuvazisi, burjuva devletler emperyalist dünya sistemini bekleyen asıl tehlikenin dünya devrimi ve sosyalizm olduğunu çok iyi bilmekte. ‘’Güçlü devlet’’ olmadan, devletin cellat ve papaza dayanmadan ayakta kalamayacağını ise herkesten daha iyi kavramakta. Şu Korona günlerinde bu gerçek daha iyi görülmektedir.

Empeyalizmin temel ekonomik yasası azami kar yasasıdır. Ekonomik Darvinizm”, ‘’siyasi Darvinizm’’, ‘’askeri Darvinizm’’, hukuki darvinizm” emperyalist kapitalizmi, uluslararası tekelleri, burjuva devleti belirleyen; azami karın şekillendirdiği tarihsel ve sosyolojik gerçektir. Uluslararası tekellerin çıkarlarıyla belirlenip şekillenen burjuva devletin, dört dörtlük terörist güvenlik aygıtı olarak yapılandırılmış olması ve bu yapılandırımanın yüksek teknolojik temelde biçimlendirilmesi yönelimi, Korona salgını ile perdelenerek yetkinleştirilmek isteniyor. Yani dünya çapında yeni bir devrimci dalga ile önü kesilmezse, yıkıcı darbeler indirilmezse dünya devrim cephesine ve dinamiklerine karşı daha saldırgan, faşizme ve yeni bir emperyalist dünya savaşına doğru daha hızlı evrilen kapitalist ve emperyalist dünya devletleri gerçeği ile yüzyüze kalacağız.

Emperyalist ve gerici dünyanın demokrasi ve özgürlük söylemi proletarya ve halkları aldatarak yönetmenin bir aracıdır. Devrime ve sosyalizme, proletaryaya ve Marksizm-Leninizm’e karşı savaşmanın bir dayanağıdır. Sermayenin, proletarya ve halkların muhalefetini dizginlemesinin bir aracı ve emniyet sigortasıdır. Rakip devletleri kuşatmanın, dağıtmanın, diz çöktürmenin bir silahıdır. Demokrasi, özgürlük, insan hakları, hukuk düzeni, insani yardım müdahaleleri maskesinin arkasında uluslararası tekellerin, emperyalist ve işbirlikçi devletlerin ve sınıfların kanlı, kirli yüzü ve yumruğu vardır…

Uluslararası tekellerin neo-liberal saldırısının eşliğinde ‘’küreselleşme’’nin “insanlığı adil bir paylaşıma, refaha, barışa, demokrasiye, liberal özgürlüğe” vb. kavuşturacağı; “yeni bir çağın başladığı”, “sosyalizmin ebediyen yenilerek öldüğü”; “diktatörlük rejimlerinin, totaliter ve otoriter rejimlerin”, “ideolojilerin ve tarihin sonunun geldiği”, “ulusal sınırlar”ın ortadan kalkmaya başladığı, “ulus devlet artık tarih oldu”ğu, “sivil toplumun egemen toplum” olmaya başladığı, “sınırsız bir özgürlükler dünyası kurula’’acağı propagandası yapıldı. Sömürüden, uzlaşmaz sınıf karşıtlarından, krizlerden, savaşlardan arınmış, hızla devletsizliğe giden eşitlikçi vb. “küreselleşme” (“globalizm”) iddiası çıplak bir burjuva yalandan, tarihsel ve güncel gerçeklerin çarpıtılmasından başka bir şey olmadığı çoktan teşhir oldu.

Tüm bu demagoji ve manipülasyona karşın, yaşam, proletarya ve halklara başka bir şeyi anlatmaya ve göstermeye devam etti. Bilakis emperyalist demagoji, emperyalizmin azgın sömürü, ekonomik, politik ve askeri yayılma ve saldırılara dayanan pratiğiyle ıskartaya çıkmaya başladı ve bu süreç daha çarpıcı biçimler alarak sürmektedir. 2008 dünya ekonomik krizi ve bugün patlak veren ‘’Korona krizi’’ deneyimi bu gerçeğin altını çiziyor. 2000’lerden bu yana yeniden canlanan ve gelişen, bütün kıtaları ve ülkeleri kapsayan mücadele dalgası ile proletarya ve halkların daha güçlü mücadelelere hazırlandığı da çıktır.

Dünya proletaryasını belleksizleştirerek teslim alma saldırısıyla proletaryanın, emekçilerin, ezilenlerin tarihsel hafızası derin yaralar almasına karşın, yine de silinemedi. O tarihsel kolektif bellek yeni mücadelelerin ışığında yeniden uyanıyor, canlanıyor. Yeni bir küresel devrimci atılıma doğru ilerleyen halkların mücadelesi bu gerçeği kanıtlamaktadır.

DEVAM EDECEK

Hasan OZAN İLTEMUR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder