MARKSİZM’DE
PROLETER DEVRİM SORUNU*
I. BÖLÜM
Marks ve Engels’in Sorunu Ortaya
Koyuş Tarzı:
Burjuva demokratik devrimler çağında, feodalizmin çöküşü
kapitalizmin yükselişi çağında, tarihsel ve toplumsal gelişmenin önündeki başlıca
engel, feodalizmdi. Feodal aristokrasi dünya siyasal gericiliğinin merkezini
oluşturmaktaydı. Bu tarihsel gelişme aşamasına denk düşen yeni toplumsal
gelişme sürecinin temsilcisi ise kapitalizm ve burjuvaziydi. Feodal aristokrasi
ve monarşi çöken, burjuvazi ve demokratik cumhuriyet ise yükselen devrimci
değerleri ve geleceği temsil ediyordu. Rönensas, reformasyon, aydınlanma,
doğan, gelişen, yükselen kapitalizmin temsilcisi burjuvazinin ideolojik değerlerini, bu değerlerin inşasını ve iktidar perspektifli hazırlığını ve mücadelesini ifade ediyordu.
doğan, gelişen, yükselen kapitalizmin temsilcisi burjuvazinin ideolojik değerlerini, bu değerlerin inşasını ve iktidar perspektifli hazırlığını ve mücadelesini ifade ediyordu.
Bu tarihsel süreçte, zorunlu uygunluk yasası temelinde, feodalizme ve
feodal soyluluğa karşı yönelen ve tasfiye eden devrimler burjuva demokratik
devrimlerdi. Feodal gericiliğe yönelen demokratik devrimin önderi burjuvaziydi.
Köylülük burjuvazinin temel müttefiki, proletarya ise devrimde aktif rol
oynayan burjuvazinin bir yedeğiydi.
Klasik burjuva demokratik devrimler, iktisadi
alanda feodal sistemin bağrında oluşmuş ve az çok olgunlaşmış kapitalist
ekonominin önünü açmanın; siyasal
alanda, feodal aristokrasinin despotik diktatörlüğünün yerine burjuvazinin
diktatörlüğünü kurmanın; bir bütün olarak toplumsal yaşamın kapitalist temeller
üzerinde özgürce örgütlenmesini güvence altına almanın aracıydı. Zaten klasik
burjuva demokratik devrimlerin tarihsel işlevleri de burada somutlaşmaktaydı.
Tarihte gerçekleşen burjuva
demokratik devrimlerin en radikali 1789 Fransız burjuva devrimiydi. Fransız
devrimi burjuva devrimin en yüksek ve radikal tipini temsil etmekteydi. “Büyük Fransız devrimi
burjuvazinin üçüncü ayaklanmasıydı, ama din örtüsünü tümüyle sıyırıp atan ilk
ayaklanmaydı ve açıktan açığa politik alanda yürütüldü ve gene, taraflardan
birinin, aristokrasinin yıkımına ve öbürünün, burjuvazinin kesin zaferine kadar
sürdürülmüş ilk ayaklanmaydı.” (Engels) Fransız burjuva devriminin, Hollanda (1609),
İngiliz (1649), Amerika burjuva devrimlerinden (1783, ki Amerika’da feodalizm
bulunmamaktaydı) farklı olarak feodalite ile devrimci tarzda hesaplaşmasının en
temel nedeni, proletarya ve köylü yığınlarının devrimci eylemliğinin sonuna dek
gitmesi, burjuvazinin feodal aristokrasi ile uzlaşma girişimlerinin böylece
boşa çıkarılmış olmasıydı. Daha o koşullarda bile, devrimci burjuvazi, feodal
gericiliğe karşı mücadelede yalpalıyordu. Yalpalamasına karşın 1789 devriminin
ve önderi burjuvazinin feodal aristokrasiyle Jakobence hesaplaşmak zorunda
kalmış olmasının ana nedeni, işçi sınıfının ve başta yoksul köylülük olmak
üzere köylü hareketinin devrimci baskısı altında kalmasıydı. Engels’in dediği
gibi, “Paris’in mülksüz kitleleri Terör döneminde egemenliği bir an ellerine
geçirebilmiş (ve böylece burjuva devrimini bizzat burjuvaziye rağmen –italikler Engels’e ait- zafere
götürebilmişler)”dir.
Serbest rekabetçi kapitalizm
döneminde burjuvazi genel olarak devrimci bir rol oynadı. Fakat kapitalizmin
gelişmesi, doğal ve kaçınılmaz olarak, proletaryayı da geliştirdi. Modern
ücretli köleler sınıfını oluşturan proletarya, kapitalizmin ürünüydü.
Kapitalizm geliştiği oranda, kapitalizmin mezar kazıcısı proletaryanın
burjuvaziye karşı kavgası da gelişti. Proletaryanın giderek bağımsız devrimci
bir sınıf olarak gelişmesi süreci burjuvazinin de giderek gericileşmesi süreci
oldu.
Proletaryanın burjuvaziden
bağımsız ilk tarihsel eylemi 1830’lar İngiltere’sinde ortaya çıktı. “1831'de, Lyon'da, işçi
sınıfının ilk büyük ayaklanması oldu; 1838 ile 1842 arasında, İngiliz Çartistlerinin
ilk ulusal işçi sınıfı hareketi doruğuna ulaştı. Proletarya ile burjuvazi
arasındaki sınıf savaşımı, Avrupa'daki en ilerlemiş ülkelerin tarihinde, bir
yandan modern sanayinin, öte yandan da burjuvazinin yeni ele geçirdiği politik
üstünlüğünün gelişmesiyle orantılı olarak, ön plana geçti. 1832'de çıkarılan yasa,
kendilerini oy hakkından yoksun bırakınca, isteklerini Halk Buyrultusunda
(People's Charter) açıkça dile getirdiler ve Tahıl Yasalarının kaldırılmasından
yana olan büyük burjuva partisinin karşısında modern çağların ilk işçi partisi
olan bağımsız bir partide, Çartistler adı altında örgütlendiler. Sonra, 1848
Şubat ve Mart Kıtasal devrimleri oldu; işçi sınıfı, bu devrimlerde pek önemli
bir rol oynadı ve hiç değilse Paris'te, kapitalist toplum bakımından hiç kabul
edilmez istekler ileri sürdü.” (Engels,
Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Sol Yayınları)
1848 Şubat’ında Fransa’da patlak verip hızla tüm Avrupa’ya yayılan burjuva
demokratik devrimler sürecinde silahlı proletarya, Avrupa’da, devrimin zaferi
ve demokratik cumhuriyet, “Eşitlik, Özgürlük, Kardeşlik!” için aktif bir tarzda
savaştı. Marks’ın dediği gibi, “Geçici Hükümete ve Geçici Hükümet yoluyla da
bütün Fransa’ya cumhuriyeti dayatan proletarya, bağımsız parti olarak
birdenbire ön plana geçiyordu; ama aynı zamanda, bütün burjuva Fransa’ya da
meydan okuyordu. Proletaryanın kazanmış olduğu şey, devrimci kurtuluş uğruna
savaşım ereğiyle ele geçirdiği alandı, ama kesinlikle bu kurtuluşun kendisi
değildi.” “Nasıl, işçiler Temmuz günlerinde, burjuva monarşisi için savaştılar
ve kazandılarsa, Şubat günlerinde de burjuva cumhuriyet için savaştılar ve
kazandılar.” (Fransa’da Sınıf Savaşımları, 1848-1850, s. 40-41, Sol Yayınları)
Dahası, Şubat’ta, burjuvazi ile birlikte Şubat Devrimi’ni yaparak “burjuvazinin
yanında kendi çıkarlarını güvence altına almaya” çalışan proletarya, burada
durmadı; 1848 Paris Haziran Ayaklanması ile elde silah ve kızıl bayrağıyla burjuvaziye
karşı kendi egemenliği için de dövüştü. Marks, Haziran ayaklanmasını, “Avrupa
iç savaşlar tarihinde en yaman olay”, “modern toplumu ikiye bölen iki sınıf
arasında ilk büyük çarpışma”, “burjuva düzenin sürdürülmesi ya da ortadan
kaldırılması için kavga” olarak tanımlarken; Engels, bu ayaklanmayı, “Haziran
ayında Paris’te proletarya ile burjuvazi arasında iktidar uğruna” verilen “ilk
büyük kavga”; Lenin ise, “Proletarya ve burjuvazi arasındaki bu ilk büyük iç
savaş” olarak tanımlar. Marks, Haziran ayaklanmasını değerlendirirken, “Yalnız
Fransa değil, ama tüm Avrupa Haziran depremiyle dehşetle sarsıldı” der.
1871 Paris Ayaklanması’ndan ise tarihin ilk proletarya diktatörlüğü doğdu:
Paris Komünü! 18 Mart 1871 Paris Ayaklanması, tarihin ilk proletarya
devrimiydi. “Yaşasın Komün!” coşkulu haykırışlarıyla ilan edilen ve üç ay
ayakta kalabilen Komün, “Proletaryanın kaderini kendi eline almanın ve iktidarı
fethederek geleceğinin zaferini sağlamanın, kendi kaçınılmaz görevi olduğunu”
(Marks) anlamasını ifade ediyordu. Paris Komünü, proletaryanın kendi tarihinin
“en önemli” hareketiydi, “çünkü Komün, siyasal iktidarın işçi sınıfı tarafından
fethini simgeliyordu.” (Marks) “Bir tarihi olduktan sonra ilk kez olarak işçi sınıfı,
1871’de büyük bir başkentte siyasal iktidarı eline geçiriyordu.” (Engels) Evet,
Komün, tarihin tanık olduğu ilk proletarya diktatörlüğüydü ve burada,
proletarya, “kurtuluş hakkını savaş alanında” kazanıyordu. “Komünün tarihsel
büyüklüğünü oluşturan şey, onun son derece yüksek uluslararası niteliğiydi.”
(Engels) “Komünün gerçek gizemini onun her şeyden önce bir işçi sınıfı hükümeti, üreticiler sınıfının sahiplenenler sınıfına
karşı yürüttüğü savaşımın bir sonucu, ensonu bulunan ve Emek’in iktisadi kurtuluşunun
gerçekleşme olanağını sağlayan siyasal biçim alması oluşturur.” (Marks,
Fransa’da İç Savaş, s. 61, iMa.- italikler Marks’a ait-, Sol Yayınları) Paris
Komünü, proletarya devrimler çağını muştuluyordu; “insanlığı sınıflar
rejiminden ebediyen kurtaracak büyük toplumsal devrimin şafağı”ydı. İşgalci
Prusya militarizmi ve Versailles’in bağlaşmasıyla Komün yenilse de, Komünün
ilkeleri enternasyonal proletaryaya yol gösteren ölümsüz ilkeler olmaya devam
etti ve etmektedir. Komün’ün yenilgisiyle “Marx’ın önceden söylediği gibi,
Avrupa işçi hareketinin ağırlık merkezini, bir zaman için, Fransa’dan
Almanya’ya aktardı.” (Engels)
Fakat proletaryanın burjuvaziye karşı söz konusu bağımsız politik eylemleri
ve politik ayaklanmaları burjuvazi ve feodal gericiliğin ittifakı temelinde kan
ve barutla ezildi. Proletarya bakımından bu eylemler bir okul işlevini yerine
getirirken, burjuvazinin ise genel olarak ilerici niteliğini yitirip
gericileşmesine yol açtı. Aslında 1848-49 devrimleri dönemi, burjuvazinin artık
burjuva demokratik devrimlere önderlik yeteneğinin kalmadığını, proletaryanın bağımsız
sınıf kavgası sonucu kendini daha çok feodal aristokrasinin kollarına attığını,
devrimleri karşı devrime dönüştürme çizgisinde durduğunu, “değerli postunu”
kurtarmak için meşruti monarşiden yana olduğunu açığa çıkarmıştı. 1871 Paris
Komünü ise bu süreci daha da perçinledi; genel olarak burjuvazinin ilerici
barutunun artık tükendiğini çarpıcı bir tarzda sergiledi. Komünün yenilgisiyle
Avrupa’da işçi sınıfının ağırlık merkezi de Almanya’ya kaydı. Geçmeden
ekleyelim: Bu ağırlık merkezi, 19. yüzyılın sonlarına doğru, 20. yüzyılın
başlarında ise giderek Rusya’ya kaydı. Ki, Çarlık Rusyası, Avrupa ve Asya
gericiliğinin de en güçlü kalesini oluşturuyordu.
Bu olgular, 1789-1848 arası tarihsel
döneminden farklı olarak, artık burjuvazinin burjuva demokratik devrimlerin
önderi olamayacağını kanıtladı. 1848 devrimlerinin yenilgisi ile “Aşağıdan
yukarı devrimler dönemi” sona erdi; bunu, “yukarıdan aşağı devrimler dönemi
izle”meye başladı.
Marks ve Engels, özellikle 1848-49
devrimlerinin deneyimlerinin diyalektik materyalist çözümlemesi temelinde Bilimsel
Sosyalizm’i (Marksizm’i) geliştirdiler. Proletaryanın dünya görüşü olan
Marksizm, daha 1844’de doğmuştu. Ama Marksist teori, büyük kitle hareketleri ve
devrimlerin deneyleri temelinde giderek olgunlaştı. İşte 1848-49 devrimler
dönemi Marksist teorinin geliştirilmesinde bir laboratuar işlevi oynadı. Bu
bağlamda, temelleri daha 1844’de atılan Marksist teori, Marks-Engels tarafından
1848 devrimleri deneyiminin irdelenmesi sonucu daha bir geliştirildi.
Marks-Engels, 1848 devrimleri deneyimine dayalı bir şekilde demokratik devrimde
proletaryanın demokratik ve sosyalist görevleri, burjuva demokratik devrimlerin
sosyalist devrime dönüşümü ve kesintisiz devrim teorisini somutlaştırarak
formüle ettiler. Marks ve Engels’in birlikte kaleme aldıkları Mart 1850 tarihli
“Komünist Liga’ya Çağrı” belgesi bu olguyu açık bir şekilde doğrulamaktadır.
Onlar, daha sonraki süreçte de, başta tarihin ilk proletarya diktatörlüğü olan
Paris Komünü deneyimi olmak üzere, teorilerini yeni deneylerle, yeni
incelemelerle derinleştirerek geliştirdiler; böylece enternasyonal proletaryaya
dünyayı yorumlamanın ve değiştirmenin biricik bilimsel ve yenilmez silahını
verdiler.
Bilimsel Komünizm’in devrim
teorisi, iki farklı tarihsel aşamada iki farklı biçimde formüle edilmiştir.
Birinci tarihsel aşamada (burjuva demokratik devrimler çağında) Marks-Engels’in
sorunu ortaya koyuşu ile ikinci tarihsel aşamada (emperyalizm ve proleter devrimler
çağında) Lenin’in sorunu ortaya koyuşu bazı temel noktalarda farklılıklar
gösterir. İkinci koyuş tarzı birinci koyuş tarzının temelleri üzerinde, yeniçağın
bilimsel çözümlemesi temelinde bir devamı, yenilenip geliştirilmesini, eskimiş
önermelerinin aşılmasını ifade etmektedir. Marksizm’in emperyalizm öncesi
dönemde sorunu ortaya koyuş tarzı, içerisinde geçilen somut tarihsel nesnel
gerçekliğin bilimsel bir tarzda ifadesiyken, emperyalizm ve proleter devrimler
çağının Marksizm’i olan Leninizm ise, yeniçağın somut tarihsel nesnel
gerçeklerinin çözümlenmesi temelindeki ifadesi ve somutlanışıdır.
Özetle, Marks ve Engels’in devrim
teorisi, başlıca olarak, şu tezlerden oluşmaktaydı:
1) Marks-Engels,
proleter devrimin nesnel koşullarının şimdilik sadece Avrupa ve Amerika’da
oluştuğunu düşünüyorlardı. Demokrasi ve sosyalizm o somut tarihsel koşullarda
henüz tüm dünyanın, tüm ülkelerin gündemine girmemişti. Devrim, kapitalizmin ve
proletaryanın en fazla geliştiği ülkelerin sorunuydu.
2) Marks ve Engels, proleter
devrimin, tek ülkede zaferinin olanaksız olduğunu, devrimin kıtasal çapta
zamandaş bir devrim olarak patlak verip gelişerek kıtasal çapta zaferle
taçlanacağını saptıyorlardı. Örneğin Marks, 1848 Haziran Paris Ayaklanması’ndan
sonra yazdığı “Fransa’da Sınıf Savaşımları” adlı makalesinde, Fransa’da patlak
verecek her yeni ayaklanmanın hemen bir “dünya savaşının” başlangıcı olacağını,
Fransız devriminin “derhal ulusal alandan” ayrılarak 19. yüzyılda toplumsal
devrimin zafer kazanabileceği “tek alan” olan “Avrupa alanını ele geçirmek
zorunda kalacağını” vurguluyordu. Engels, 1847’de kaleme aldığı “Komünizmin
İlkeleri” isimli yapıtında, proleter devrimin yalnızca tek bir ülkede
gerçekleşip gerçekleşmeyeceği sorusunu yanıtlarken, “komünist devrimin” salt
ulusal sınırlar içinde değil, “tüm uygar ülkelerde, yani en azından İngiltere,
Amerika, Fransa ve Almanya’da eşzamanlı cereyan eden bir devrim” olacağını
söylüyordu. Yine Engels, 1892’de, “Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm”
kitabının İngilizce baskısına yazdığı “Giriş”te, bu düşünceyi, şöyle dile
getirir: “Ama Avrupa işçi sınıfının
zaferi, yalnız İngiltere'ye bağlı değildir. Bu zafer, ancak, hiç değilse
İngiltere'nin, Fransa'nın ve Almanya'nın işbirliği ile sağlanabilir. Bu son iki
ülkedeki işçi sınıfı hareketi, İngiltere'dekinden epeyce ilerdedir. Hatta
Almanya'daki, başarıya, ölçülebilir bir uzaklıktadır. Orada, son yirmi beş
yılda gösterdiği ilerleme, eşsizdir. Durmadan artan bir hızla ilerlemektedir.”*
Marks ve Engels’in bu yaklaşımı
proleter devrimin nesnel koşullarının şimdilik “uygar” ülkelerde oluşmuş
olmasıyla bağlıydı. Bu ülkelerin sosyo-ekonomik (ve politik) gelişmesi arasında
önemli farklılıklar bulunuyordu. Ama kapitalizmin ve proletaryanın en fazla
geliştiği ülkeler bu ülkelerdi. Kapitalist dünya pazarı bu ülkeleri birbirine
sımsıkı bağlamıştı. Kapitalizmin eşitsiz ve sıçramalı gelişimi yasası
ivmelenmekle birlikte henüz yeterince keskinleşmemişti. Ve proletaryanın
karşısında kıtasal çapta kutsal bir bağlaşma kurmuş olan tüm bir gericilik
duruyordu. İşte bu gerçeklerden dolayıdır ki, o tarihsel koşullarda devrimin ve
sosyalist inşanın tek ülkede zaferi olanaklı değildi. Proleter devrim ancak
kıtasal çapta zamandaş ve kesintisiz/sürekli bir devrim olarak zafere
erişebilirdi.
3) Marks
ve Engels, uluslararası proleter devrimi, tek tip devrimlerden, saf sosyalist
devrimlerden oluşan bir süreç olarak kavramıyorlardı. Onlar, kıtasal ve
zamandaş devrimin her ülkenin nesnel ve öznel koşullarına göre farklı
nitelikteki devrimlerden oluştuğunu saptıyor ve proletaryanın devrimci
görevlerini buna göre somutlaştırıyorlardı. Marks ve Engels, İngiltere, Fransa
ve Amerika’da devrimlerin sosyalist devrimler olarak, Almanya, İtalya,
Avusturya, Macaristan, İspanya gibi ülkeler de ise devrimlerin burjuva
demokratik devrimler olarak patlak verip gelişeceğini vurguluyorlardı. Onlar,
devrimin ilkin Fransa’da sosyalist, zamandaş olarak, Almanya’da ise burjuva
demokratik devrimler olarak patlak vereceğini, giderek öteki ülkelere de
yayılıp zafere dek ilerleyeceğini düşünüyorlardı. Engels, Fransa’da İç Savaş’a
yazdığı “Önsöz”de, “Fransa'nın
1789'dan sonraki iktisadi ve siyasal gelişmesi sonucu, elli yıldan beri,
Paris'te hiç bir devrim, proleter bir niteliğe bürünmeksizin patlak vermedi. Öyle
ki, zaferden sonra, onu kanı pahasına satın alan proletarya, kendi öz istemleri
ile sahneye giriyordu. Bu istemler, Paris işçileri tarafından erişilmiş bulunan
olgunluk derecesine göre, az çok bulanık, hatta karışık bir nitelik
taşıyorlardı. Ama, kısacası, hepsi de kapitalistler ile işçiler arasındaki
karşıtlığın ortadan kaldırılmasını amaçlıyorlardı. Bu işin nasıl yapılacağı
ise, doğrusunu söylemek gerekirse, bilinmiyordu. Ancak, henüz ne kadar belirsiz
bir biçimde ileri sürülmüş olursa olsun, isteğin kendisi, tek başına, kurulu
toplumsal düzen bakımından bir tehlike içeriyordu. Bu istemi ileri süren
işçiler henüz silahlı idiler. Öyleyse iktidarda bulunan burjuvaların ilk
görevi, işçilerin silahsızlandırılmasıydı. Bundan ötürü, işçilerin kanı
pahasına kazanılmış her devrimden sonra, işçilerin yenilgisiyle sonuçlanan yeni
bir savaşım patlak veriyordu.” analizini yapar ve Fransa’da
işçilerin bağımsız siyasal hareketinin 1830’lardan başlayarak ortaya çıktığını,
“burjuvaların ve hatta cumhuriyetçilerin düşündüklerinden çok daha büyük bir
siyasal bağımsızlık kazanmış” olduğunu belirtir.
4) Marks
ve Engels, devrimin kesintisiz bir devrim olacağını, proletaryanın yarı yolda
durmayacağını, kıtasal çapta iktidarı ele geçirinceye dek devrimin süreceğini,
bu kavgada “proletaryanın savaş haykırışı”nın “sürekli devrim” olacağını
vurguluyorlardı. Kuşkusuz ki, kıtasal çapta sürekli/kesintisiz devrimin
sosyalizmin zaferiyle de durmayacaktır, aksine, nihai hedefe doğru
sürekliliğini koruyacaktı. Marks’ın ifadeleri ile; “Bu sosyalizm genel olarak,
sınıf farklılıklarının ortadan kaldırılması, sınıf farklılıklarının
dayandıkları bütün üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılması, bu üretim
ilişkilerine uygun düşen bütün toplumsal bağıntıların ortadan kaldırılması, bu
toplumsal bağıntılardan doğan bütün düşüncelerin altüst edilmesine varmak
üzere, devrimin sürekliliğinin ilânıdır, zorunlu bir geçiş noktası olarak
proletaryanın sınıf diktatörlüğüdür” (Marks-Engels, Seçme Yapıtlar, C.1, Sol
Yayınları, Birinci Baskı, s. 341)
Marks ve Engels, 1848 devrimlerinin deneylerine dayanarak, devrimin ilk
adımının burjuva demokratik devrim olarak gelişeceği ülkelerde, burjuvazinin
devrimlere önderlik edemeyeceğini saptamışlardı. Artık bu devrimlerin yeni
önderi “küçük burjuva demokrasisi” olacaktı. Proletaryaya düşen başlıca görev
ise, burjuvazi ve küçük burjuvaziden bağımsız politik partisini örgütlemek ve
yetkinleştirmekti. Onlar, proletaryanın burjuva demokratik devrime bağımsız,
silahlı, en önde ve militan bir politik güç olarak katılmasını ön görüyorlardı.
Marks ve Engels, burjuva demokratik devrimin zaferinin ancak nüfusun büyük
çoğunluğunu oluşturan proletarya ve köylülüğün ittifakına bağlı olduğunu düşünüyorlardı.
Bundan dolayı da proletarya ve küçük burjuvazinin bağlaşması fikrini formüle
ettiler. Onlar, bu bağlaşma politikasını, proletaryanın devrimci-demokratik
nitelikteki küçük burjuva hareketini desteklemek, küçük burjuvazinin “kendi
çıkarları uğruna konumlarını pekiştirmeye çalıştıkları her şeyde onlara karşı”
çıkmak, müttefikini, bir düşmanı kollar gibi kollamak politikasına oturttular.
Burjuva devrimin ertesi günü, küçük burjuvazinin devrimi hızla sonlandırmaya ve
proletaryayı silahsızlandırmaya çalışacağını, iktidarı bu amaçla kullanacağını
vurguladılar. Dolayısıyla proletaryanın bağımsız politik ve askeri bir güç
olarak bir yandan devrimin kazanımlarını savunup geliştirmek, öte yandan ise
devrimi duraksamaksızın sosyalist devrime dönüştürmesi görevlerine özellikle
dikkat çekmekteydiler.
Yani, onlara göre, önce burjuva
demokratik devrimin önderi olarak küçük burjuvazi iktidarını kuracaktı. Burjuva
demokratik devrimin ve politik bakımdan ömrünü tamamlamamış küçük burjuva
hareketin üstünde atlanamazdı. Proletarya, sırası gelmesi için ve gelinceye
dek, burjuva demokratik devrime bağımsız ve silahlı en militan sınıf olarak
katılmalı, devrimin zaferinin hemen ardından kır proletaryası ile birlikte
kesintisiz sosyalist devrime geçmeli, yarı yolda durmamalıydı. Onların ifadesiyle, “Demokratik
küçük-burjuvazinin devrimi olabildiğince çabuk …sonuçlandırmayı arzulamasına
karşılık, az çok mülk sahibi tüm sınıflar egemen konumlarından
uzaklaştırılıncaya dek, proletarya devlet gücünü ele geçirinceye ve yalnızca
bir tek ülkedeki değil, dünyanın tüm önde gelen ülkelerindeki proleterlerin
birliğinin, bu ülkelerin proleterleri arasındaki rekabetin ortadan kalkmış
olduğu ve hiç değilse belli başlı üretici güçlerin proleterlerin ellerinde
toplanmış bulunduğu noktaya ulaşıncaya dek, devrimi sürekli kılmak bizim
sorunumuz ve bizim görevimizdir. Bizim için sorun özel mülkiyetin herhangi bir
değişikliğe uğratılması değil, olsa olsa yok edilmesidir; sınıf
karşıtlıklarının üzerinin örtülmesi değil, sınıfların ortadan kaldırılmasıdır;
mevcut toplumun iyileştirilmesi değil, yeni bir toplumun kurulmasıdır. Devrimin daha da gelişmesi sırasında küçük-burjuva demokrasisinin
Almanya'da geçici bir süre için üstünlüğü elde edeceğinden kuşku yoktur.”
Örneğin, Marks Engels, Komünist Manifesto’da, komünistlerin esas dikkatini
Almanya’ya çevirdiklerini vurgulamaktaydılar. Almanya’da devrimin 17. yüzyıl
İngiltere’sinden, 18. yüzyıl Fransa’sından “daha gelişkin bir Avrupa uygarlığı
altında ve çok daha gelişmiş bir proletarya ile yapılmak zorunda olan bir
burjuva devrim ön gününde” olduğunu ve “Almanya’daki burjuva devrim, onu hemen izleyecek
bir proleter devrimin başlangıcı olacağı”nı saptamaktaydılar. Nitekim Marks, 16
Nisan 1856’da Engels’e yazdığı mektubunda, çıkardığı bu sonucu, şu sözlerle,
ifade etmektedir: “Almanya’da her şey, proletarya devriminin, Köylü Savaşının
bir tür ikinci baskısıyla desteklenmesi olasılığına bağlı bulunmaktadır. Ondan
sonra işler daha iyi olacak…” (Marx-Engels, Seçme Yazışmalar, C.1, s. 104, Sol
Yayınları)
Marks ve Engels, başta Almanya
olmak üzere İtalya ve İspanya devrimlerine ilişkin değerlendirmelerinde de bu
düşüncelerin altını özenle çizerler.
5) Burjuvazinin gericileşerek
feodal aristokrasinin kollarına atılmasından sonra Marks ve Engels’in
demokratik devrime ilişkin bu çözümlemeleri, gerçekte, yeni tipte burjuva demokratik devrim teorisini oluşturmaktaydı.
Artık burjuvazinin devrimci olduğu, burjuva devrimlere önderlik ettiği dönem
(1789-1848) genel olarak son bulmuştur. Artık burjuvazi, devrimi karşı devrime
dönüştürerek feodal aristokrasi ve krallıkla ittifak içinde meşruti monarşinin
savunucusuydu. Artık sorun eski biçimde, klasik burjuva devrimler döneminde
olduğu gibi konulamazdı. Burjuvazinin ihaneti ve gericileşmesinden sonra,
burjuva demokratik devrimin önderi küçük burjuva demokrasisiydi. Proletaryanın
burjuva demokratik devrimde müttefiki kent küçük burjuvazisi ve köylülüktü.
Liberal burjuvazi yalıtılacak güçtü. Monarşi ve meşruti monarşi devrimin yıkacağı
hedeflerdi. Ve proletarya burjuva demokratik devrime bağımsız sınıf çıkarları
doğrultusunda katılacaktı. O, bu devrime sosyalist devrime yakınlaşmak,
demokratik devrimi sosyalist devrime dönüştürmek, proletarya diktatörlüğünü
kurmak, komünizme kesiksiz yürümek için katılıyordu.
6) Marks ve Engels, proleter
devrimin “uygar” ülkeler olarak niteledikleri ülkelerin dışında kalan dünya
ülkelerinin gündemine henüz girmediğini saptıyorlardı. Oluşmuş ve gelişen ama
henüz tamamlanmamış olan kapitalist dünya pazarının varlığının ve kıtasal çapta
zafer kazanacak proleter devrimin söz konusu ülkeleri de siyasi uykudan
sarsarak uyandıracağını “ve onların şimdiye kadarki gelişme tarzını tamamen
değiştirip çok hızlandıracağını” ve bu kategoride olan ülkelerde devrim
sorununun hangi biçimde çözüleceğini göstereceğini de saptıyorlardı. Onlar,
zamandaş ve kıtasal devrimin zaferinin “dünyanın öteki ülkeleri üzerinde de
önemli etkileri olacak ve bunların daha önceki gelişme biçimlerini tamamıyla
değiştirecek ve büyük çapta hızlandıracaktır. Bu, dünya çapında bir devrimdir
ve dolayısıyla kapsamı da dünya çapında olacaktır.” vurgusuyla soruna dikkat
çekerler. (Ayrıca bkz., Lenin, Marks Engels Marksizm, “Engels’in Kautsky’e
Mektubu” -12 Eylül 1882- s. 337)
Kuşkusuz ki Marks ve Engels, bu
saptamalarına karşın geri ülkelerin devrim sorununa yakın bir ilgi gösterdiler.
Marks ve Engels’in Rusya’ya ve Rusya devrimine ve olası gelişme çizgisine karşı
gösterdikleri yakın ilgi bu saptamamızın somut bir örneklerinde sadece birisini
oluşturmaktadır.
Yukarıda en önemli karakteristikleriyle
özetlediğimiz devrim teorisi Marks ve Engels’in proleter devrim teorisiydi.
Marks ve Engels’in geliştirdikleri bu teori, o günün somut tarihsel
gerçekliğinin ifadesi ve tanımlanmasıydı. Ve çağının tüm komünistlerinin elinde
güçlü bir silahtı.
Marks ve Engels’in bekledikleri
kıtasal devrimin gerçekleşmemesi, proletaryanın bu en yetkin iki beyninin erken
devrim beklentilerinin ifadesiydi. Engels, Marks’ın “Fransa’da Sınıf Savaşları”
adlı kitabına 1895’de yazdığı girişte, erken devrim beklentilerini kastederek,
yüce bir alçak gönüllülükle, “Tarih bize ve bize benzer düşünenlerin hiç
birisine hak vermedi” der. Devamla, tarihsel sürecin “kıtada ekonomik gelişme
düzeyinin kapitalist üretimi saf dışı etmek için henüz olgun olmaktan çok uzak
olduğunu açığa” çıkardığına dikkat çeker. Kapitalist gelişmenin göreli düşük
seviyesi, proletarya ve burjuvazinin hesaplaşması için sınıf karşıtlığının
henüz yeterince olgunlaşmamış, kapitalizmin genişleme yeteneğini henüz
kaybetmemiş olması, bu nesnel temel üzerinde proletaryanın bilinç ve
örgütlülüğünün yetersizliği ve dağınıklığı gibi temel faktörler, 19. yüzyılda
kıtasal çapta zaferle taçlanmış proleter devrimin gerçekleşmemiş olmasının
nedenlerini oluşturuyordu. Yanılgılarını açıkça ifade eden Engels, 1895’lere
gelindiğinde sanayi devriminin bu koşulları yarattığını tespit eder. Böylece O,
geçmişten gelecek için ders çıkarma temelinde, komünistlerin dikkatini
Marksizm’in proleter devrim teorisine dayalı güncel politik görevlerine çeker.
Lenin’in dünya proletaryasının önder ve öğretmenlerinden F. Engels’in
vefatı dolayısıyla 1895 yılında kaleme aldığı yazıda vurguladığı gibi, “Marks
ve Engels’in işçi sınıfına sundukları hizmetleri birkaç kelimeyle özetlemek
gerekirse, şu söylenebilir: Onlar işçi sınıfına kendini tanımayı ve kendi
bilincine varmayı öğrettiler ve hayallerin yerine bilimi koydular.”
* Bu yazı, “Kesintisiz Devrim Ve İktidar Sorunu” başlıklı kitabımızdan
alınmıştır. Yayınladığımız yazı, geleneksel oportünist vb. akımların yanı sıra
yeni tip sol liberal oportünizm ve tasfiyeciliğin, postMarksizmin, hidayete
erişerek Troçkizm’i keşfetmiş olanların Marks-Engels’i, Lenin ve Stalin’i sınır
tanımaz bir demagoji ve manipülasyonla çarpıtmasına ve ideolojik-politik
saldırılarına karşı ideolojik mücadele bağlamında verilmiş bir yanıttır.
* Bu konuda
ayrıca bakınız Lenin, Seçme Eserler, “Notlar”, 175. not.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder