Translate

8 Mayıs 2016 Pazar

MARKSİZM’DE PROLETER DEVRİM SORUNU*



 MARKSİZM’DE PROLETER DEVRİM SORUNU*
                      I. BÖLÜM
Marks ve Engels’in Sorunu Ortaya Koyuş Tarzı:
 Burjuva demokratik devrimler çağında, feodalizmin çöküşü kapitalizmin yükselişi çağında, tarihsel ve toplumsal gelişmenin önündeki başlıca engel, feodalizmdi. Feodal aristokrasi dünya siyasal gericiliğinin merkezini oluşturmaktaydı. Bu tarihsel gelişme aşamasına denk düşen yeni toplumsal gelişme sürecinin temsilcisi ise kapitalizm ve burjuvaziydi. Feodal aristokrasi ve monarşi çöken, burjuvazi ve demokratik cumhuriyet ise yükselen devrimci değerleri ve geleceği temsil ediyordu. Rönensas, reformasyon, aydınlanma,

 doğan, gelişen, yükselen kapitalizmin temsilcisi burjuvazinin ideolojik değerlerini, bu değerlerin inşasını ve iktidar perspektifli hazırlığını ve mücadelesini ifade ediyordu.
Bu tarihsel süreçte, zorunlu uygunluk yasası temelinde, feodalizme ve feodal soyluluğa karşı yönelen ve tasfiye eden devrimler burjuva demokratik devrimlerdi. Feodal gericiliğe yönelen demokratik devrimin önderi burjuvaziydi. Köylülük burjuvazinin temel müttefiki, proletarya ise devrimde aktif rol oynayan burjuvazinin bir yedeğiydi.
Klasik burjuva demokratik devrimler, iktisadi alanda feodal sistemin bağrında oluşmuş ve az çok olgunlaşmış kapitalist ekonominin önünü açmanın; siyasal alanda, feodal aristokrasinin despotik diktatörlüğünün yerine burjuvazinin diktatörlüğünü kurmanın; bir bütün olarak toplumsal yaşamın kapitalist temeller üzerinde özgürce örgütlenmesini güvence altına almanın aracıydı. Zaten klasik burjuva demokratik devrimlerin tarihsel işlevleri de burada somutlaşmaktaydı.
 Tarihte gerçekleşen burjuva demokratik devrimlerin en radikali 1789 Fransız burjuva devrimiydi. Fransız devrimi burjuva devrimin en yüksek ve radikal tipini temsil etmekteydi. Büyük Fransız devrimi burjuvazinin üçüncü ayaklanmasıydı, ama din örtüsünü tümüyle sıyırıp atan ilk ayaklanmaydı ve açıktan açığa politik alanda yürütüldü ve gene, taraflardan birinin, aristokrasinin yıkımına ve öbürünün, burjuvazinin kesin zaferine kadar sürdürülmüş ilk ayaklanmaydı.” (Engels)  Fransız burjuva devriminin, Hollanda (1609), İngiliz (1649), Amerika burjuva devrimlerinden (1783, ki Amerika’da feodalizm bulunmamaktaydı) farklı olarak feodalite ile devrimci tarzda hesaplaşmasının en temel nedeni, proletarya ve köylü yığınlarının devrimci eylemliğinin sonuna dek gitmesi, burjuvazinin feodal aristokrasi ile uzlaşma girişimlerinin böylece boşa çıkarılmış olmasıydı. Daha o koşullarda bile, devrimci burjuvazi, feodal gericiliğe karşı mücadelede yalpalıyordu. Yalpalamasına karşın 1789 devriminin ve önderi burjuvazinin feodal aristokrasiyle Jakobence hesaplaşmak zorunda kalmış olmasının ana nedeni, işçi sınıfının ve başta yoksul köylülük olmak üzere köylü hareketinin devrimci baskısı altında kalmasıydı. Engels’in dediği gibi, “Paris’in mülksüz kitleleri Terör döneminde egemenliği bir an ellerine geçirebilmiş (ve böylece burjuva devrimini bizzat burjuvaziye rağmen –italikler Engels’e ait- zafere götürebilmişler)”dir.
   Serbest rekabetçi kapitalizm döneminde burjuvazi genel olarak devrimci bir rol oynadı. Fakat kapitalizmin gelişmesi, doğal ve kaçınılmaz olarak, proletaryayı da geliştirdi. Modern ücretli köleler sınıfını oluşturan proletarya, kapitalizmin ürünüydü. Kapitalizm geliştiği oranda, kapitalizmin mezar kazıcısı proletaryanın burjuvaziye karşı kavgası da gelişti. Proletaryanın giderek bağımsız devrimci bir sınıf olarak gelişmesi süreci burjuvazinin de giderek gericileşmesi süreci oldu.
   Proletaryanın burjuvaziden bağımsız ilk tarihsel eylemi 1830’lar İngiltere’sinde ortaya çıktı. “1831'de, Lyon'da, işçi sınıfının ilk büyük ayaklanması oldu; 1838 ile 1842 arasında, İngiliz Çartistlerinin ilk ulusal işçi sınıfı hareketi doruğuna ulaştı. Proletarya ile burjuvazi arasındaki sınıf savaşımı, Avrupa'daki en ilerlemiş ülkelerin tarihinde, bir yandan modern sanayinin, öte yandan da burjuvazinin yeni ele geçirdiği politik üstünlüğünün gelişmesiyle orantılı olarak, ön plana geçti.  1832'de çıkarılan yasa, kendilerini oy hakkından yoksun bırakınca, isteklerini Halk Buyrultusunda (People's Charter) açıkça dile getirdiler ve Tahıl Yasalarının kaldırılmasından yana olan büyük burjuva partisinin karşısında modern çağların ilk işçi partisi olan bağımsız bir partide, Çartistler adı altında örgütlendiler. Sonra, 1848 Şubat ve Mart Kıtasal devrimleri oldu; işçi sınıfı, bu devrimlerde pek önemli bir rol oynadı ve hiç değilse Paris'te, kapitalist toplum bakımından hiç kabul edilmez istekler ileri sürdü.”  (Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Sol Yayınları)
1848 Şubat’ında Fransa’da patlak verip hızla tüm Avrupa’ya yayılan burjuva demokratik devrimler sürecinde silahlı proletarya, Avrupa’da, devrimin zaferi ve demokratik cumhuriyet, “Eşitlik, Özgürlük, Kardeşlik!” için aktif bir tarzda savaştı. Marks’ın dediği gibi, “Geçici Hükümete ve Geçici Hükümet yoluyla da bütün Fransa’ya cumhuriyeti dayatan proletarya, bağımsız parti olarak birdenbire ön plana geçiyordu; ama aynı zamanda, bütün burjuva Fransa’ya da meydan okuyordu. Proletaryanın kazanmış olduğu şey, devrimci kurtuluş uğruna savaşım ereğiyle ele geçirdiği alandı, ama kesinlikle bu kurtuluşun kendisi değildi.” “Nasıl, işçiler Temmuz günlerinde, burjuva monarşisi için savaştılar ve kazandılarsa, Şubat günlerinde de burjuva cumhuriyet için savaştılar ve kazandılar.” (Fransa’da Sınıf Savaşımları, 1848-1850, s. 40-41, Sol Yayınları) Dahası, Şubat’ta, burjuvazi ile birlikte Şubat Devrimi’ni yaparak “burjuvazinin yanında kendi çıkarlarını güvence altına almaya” çalışan proletarya, burada durmadı; 1848 Paris Haziran Ayaklanması ile elde silah ve kızıl bayrağıyla burjuvaziye karşı kendi egemenliği için de dövüştü. Marks, Haziran ayaklanmasını, “Avrupa iç savaşlar tarihinde en yaman olay”, “modern toplumu ikiye bölen iki sınıf arasında ilk büyük çarpışma”, “burjuva düzenin sürdürülmesi ya da ortadan kaldırılması için kavga” olarak tanımlarken; Engels, bu ayaklanmayı, “Haziran ayında Paris’te proletarya ile burjuvazi arasında iktidar uğruna” verilen “ilk büyük kavga”; Lenin ise, “Proletarya ve burjuvazi arasındaki bu ilk büyük iç savaş” olarak tanımlar. Marks, Haziran ayaklanmasını değerlendirirken, “Yalnız Fransa değil, ama tüm Avrupa Haziran depremiyle dehşetle sarsıldı” der.
1871 Paris Ayaklanması’ndan ise tarihin ilk proletarya diktatörlüğü doğdu: Paris Komünü! 18 Mart 1871 Paris Ayaklanması, tarihin ilk proletarya devrimiydi. “Yaşasın Komün!” coşkulu haykırışlarıyla ilan edilen ve üç ay ayakta kalabilen Komün, “Proletaryanın kaderini kendi eline almanın ve iktidarı fethederek geleceğinin zaferini sağlamanın, kendi kaçınılmaz görevi olduğunu” (Marks) anlamasını ifade ediyordu. Paris Komünü, proletaryanın kendi tarihinin “en önemli” hareketiydi, “çünkü Komün, siyasal iktidarın işçi sınıfı tarafından fethini simgeliyordu.” (Marks) “Bir tarihi olduktan sonra ilk kez olarak işçi sınıfı, 1871’de büyük bir başkentte siyasal iktidarı eline geçiriyordu.” (Engels) Evet, Komün, tarihin tanık olduğu ilk proletarya diktatörlüğüydü ve burada, proletarya, “kurtuluş hakkını savaş alanında” kazanıyordu. “Komünün tarihsel büyüklüğünü oluşturan şey, onun son derece yüksek uluslararası niteliğiydi.” (Engels) “Komünün gerçek gizemini onun her şeyden önce bir işçi sınıfı hükümeti, üreticiler sınıfının sahiplenenler sınıfına karşı yürüttüğü savaşımın bir sonucu, ensonu bulunan ve Emek’in iktisadi kurtuluşunun gerçekleşme olanağını sağlayan siyasal biçim alması oluşturur.” (Marks, Fransa’da İç Savaş, s. 61, iMa.- italikler Marks’a ait-, Sol Yayınları) Paris Komünü, proletarya devrimler çağını muştuluyordu; “insanlığı sınıflar rejiminden ebediyen kurtaracak büyük toplumsal devrimin şafağı”ydı. İşgalci Prusya militarizmi ve Versailles’in bağlaşmasıyla Komün yenilse de, Komünün ilkeleri enternasyonal proletaryaya yol gösteren ölümsüz ilkeler olmaya devam etti ve etmektedir. Komün’ün yenilgisiyle “Marx’ın önceden söylediği gibi, Avrupa işçi hareketinin ağırlık merkezini, bir zaman için, Fransa’dan Almanya’ya aktardı.” (Engels)
Fakat proletaryanın burjuvaziye karşı söz konusu bağımsız politik eylemleri ve politik ayaklanmaları burjuvazi ve feodal gericiliğin ittifakı temelinde kan ve barutla ezildi. Proletarya bakımından bu eylemler bir okul işlevini yerine getirirken, burjuvazinin ise genel olarak ilerici niteliğini yitirip gericileşmesine yol açtı. Aslında 1848-49 devrimleri dönemi, burjuvazinin artık burjuva demokratik devrimlere önderlik yeteneğinin kalmadığını, proletaryanın bağımsız sınıf kavgası sonucu kendini daha çok feodal aristokrasinin kollarına attığını, devrimleri karşı devrime dönüştürme çizgisinde durduğunu, “değerli postunu” kurtarmak için meşruti monarşiden yana olduğunu açığa çıkarmıştı. 1871 Paris Komünü ise bu süreci daha da perçinledi; genel olarak burjuvazinin ilerici barutunun artık tükendiğini çarpıcı bir tarzda sergiledi. Komünün yenilgisiyle Avrupa’da işçi sınıfının ağırlık merkezi de Almanya’ya kaydı. Geçmeden ekleyelim: Bu ağırlık merkezi, 19. yüzyılın sonlarına doğru, 20. yüzyılın başlarında ise giderek Rusya’ya kaydı. Ki, Çarlık Rusyası, Avrupa ve Asya gericiliğinin de en güçlü kalesini oluşturuyordu.
  Bu olgular, 1789-1848 arası tarihsel döneminden farklı olarak, artık burjuvazinin burjuva demokratik devrimlerin önderi olamayacağını kanıtladı. 1848 devrimlerinin yenilgisi ile “Aşağıdan yukarı devrimler dönemi” sona erdi; bunu, “yukarıdan aşağı devrimler dönemi izle”meye başladı.
  Marks ve Engels, özellikle 1848-49 devrimlerinin deneyimlerinin diyalektik materyalist çözümlemesi temelinde Bilimsel Sosyalizm’i (Marksizm’i) geliştirdiler. Proletaryanın dünya görüşü olan Marksizm, daha 1844’de doğmuştu. Ama Marksist teori, büyük kitle hareketleri ve devrimlerin deneyleri temelinde giderek olgunlaştı. İşte 1848-49 devrimler dönemi Marksist teorinin geliştirilmesinde bir laboratuar işlevi oynadı. Bu bağlamda, temelleri daha 1844’de atılan Marksist teori, Marks-Engels tarafından 1848 devrimleri deneyiminin irdelenmesi sonucu daha bir geliştirildi. Marks-Engels, 1848 devrimleri deneyimine dayalı bir şekilde demokratik devrimde proletaryanın demokratik ve sosyalist görevleri, burjuva demokratik devrimlerin sosyalist devrime dönüşümü ve kesintisiz devrim teorisini somutlaştırarak formüle ettiler. Marks ve Engels’in birlikte kaleme aldıkları Mart 1850 tarihli “Komünist Liga’ya Çağrı” belgesi bu olguyu açık bir şekilde doğrulamaktadır. Onlar, daha sonraki süreçte de, başta tarihin ilk proletarya diktatörlüğü olan Paris Komünü deneyimi olmak üzere, teorilerini yeni deneylerle, yeni incelemelerle derinleştirerek geliştirdiler; böylece enternasyonal proletaryaya dünyayı yorumlamanın ve değiştirmenin biricik bilimsel ve yenilmez silahını verdiler.
  Bilimsel Komünizm’in devrim teorisi, iki farklı tarihsel aşamada iki farklı biçimde formüle edilmiştir. Birinci tarihsel aşamada (burjuva demokratik devrimler çağında) Marks-Engels’in sorunu ortaya koyuşu ile ikinci tarihsel aşamada (emperyalizm ve proleter devrimler çağında) Lenin’in sorunu ortaya koyuşu bazı temel noktalarda farklılıklar gösterir. İkinci koyuş tarzı birinci koyuş tarzının temelleri üzerinde, yeniçağın bilimsel çözümlemesi temelinde bir devamı, yenilenip geliştirilmesini, eskimiş önermelerinin aşılmasını ifade etmektedir. Marksizm’in emperyalizm öncesi dönemde sorunu ortaya koyuş tarzı, içerisinde geçilen somut tarihsel nesnel gerçekliğin bilimsel bir tarzda ifadesiyken, emperyalizm ve proleter devrimler çağının Marksizm’i olan Leninizm ise, yeniçağın somut tarihsel nesnel gerçeklerinin çözümlenmesi temelindeki ifadesi ve somutlanışıdır.
   Özetle, Marks ve Engels’in devrim teorisi, başlıca olarak, şu tezlerden oluşmaktaydı:
   1) Marks-Engels, proleter devrimin nesnel koşullarının şimdilik sadece Avrupa ve Amerika’da oluştuğunu düşünüyorlardı. Demokrasi ve sosyalizm o somut tarihsel koşullarda henüz tüm dünyanın, tüm ülkelerin gündemine girmemişti. Devrim, kapitalizmin ve proletaryanın en fazla geliştiği ülkelerin sorunuydu.
   2) Marks ve Engels, proleter devrimin, tek ülkede zaferinin olanaksız olduğunu, devrimin kıtasal çapta zamandaş bir devrim olarak patlak verip gelişerek kıtasal çapta zaferle taçlanacağını saptıyorlardı. Örneğin Marks, 1848 Haziran Paris Ayaklanması’ndan sonra yazdığı “Fransa’da Sınıf Savaşımları” adlı makalesinde, Fransa’da patlak verecek her yeni ayaklanmanın hemen bir “dünya savaşının” başlangıcı olacağını, Fransız devriminin “derhal ulusal alandan” ayrılarak 19. yüzyılda toplumsal devrimin zafer kazanabileceği “tek alan” olan “Avrupa alanını ele geçirmek zorunda kalacağını” vurguluyordu. Engels, 1847’de kaleme aldığı “Komünizmin İlkeleri” isimli yapıtında, proleter devrimin yalnızca tek bir ülkede gerçekleşip gerçekleşmeyeceği sorusunu yanıtlarken, “komünist devrimin” salt ulusal sınırlar içinde değil, “tüm uygar ülkelerde, yani en azından İngiltere, Amerika, Fransa ve Almanya’da eşzamanlı cereyan eden bir devrim” olacağını söylüyordu. Yine Engels, 1892’de, “Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm” kitabının İngilizce baskısına yazdığı “Giriş”te, bu düşünceyi, şöyle dile getirir:  Ama Avrupa işçi sınıfının zaferi, yalnız İngiltere'ye bağlı değildir. Bu zafer, ancak, hiç değilse İngiltere'nin, Fransa'nın ve Almanya'nın işbirliği ile sağlanabilir. Bu son iki ülkedeki işçi sınıfı hareketi, İngiltere'dekinden epeyce ilerdedir. Hatta Almanya'daki, başarıya, ölçülebilir bir uzaklıktadır. Orada, son yirmi beş yılda gösterdiği ilerleme, eşsizdir. Durmadan artan bir hızla ilerlemektedir.”*
   Marks ve Engels’in bu yaklaşımı proleter devrimin nesnel koşullarının şimdilik “uygar” ülkelerde oluşmuş olmasıyla bağlıydı. Bu ülkelerin sosyo-ekonomik (ve politik) gelişmesi arasında önemli farklılıklar bulunuyordu. Ama kapitalizmin ve proletaryanın en fazla geliştiği ülkeler bu ülkelerdi. Kapitalist dünya pazarı bu ülkeleri birbirine sımsıkı bağlamıştı. Kapitalizmin eşitsiz ve sıçramalı gelişimi yasası ivmelenmekle birlikte henüz yeterince keskinleşmemişti. Ve proletaryanın karşısında kıtasal çapta kutsal bir bağlaşma kurmuş olan tüm bir gericilik duruyordu. İşte bu gerçeklerden dolayıdır ki, o tarihsel koşullarda devrimin ve sosyalist inşanın tek ülkede zaferi olanaklı değildi. Proleter devrim ancak kıtasal çapta zamandaş ve kesintisiz/sürekli bir devrim olarak zafere erişebilirdi.
   3) Marks ve Engels, uluslararası proleter devrimi, tek tip devrimlerden, saf sosyalist devrimlerden oluşan bir süreç olarak kavramıyorlardı. Onlar, kıtasal ve zamandaş devrimin her ülkenin nesnel ve öznel koşullarına göre farklı nitelikteki devrimlerden oluştuğunu saptıyor ve proletaryanın devrimci görevlerini buna göre somutlaştırıyorlardı. Marks ve Engels, İngiltere, Fransa ve Amerika’da devrimlerin sosyalist devrimler olarak, Almanya, İtalya, Avusturya, Macaristan, İspanya gibi ülkeler de ise devrimlerin burjuva demokratik devrimler olarak patlak verip gelişeceğini vurguluyorlardı. Onlar, devrimin ilkin Fransa’da sosyalist, zamandaş olarak, Almanya’da ise burjuva demokratik devrimler olarak patlak vereceğini, giderek öteki ülkelere de yayılıp zafere dek ilerleyeceğini düşünüyorlardı. Engels, Fransa’da İç Savaş’a yazdığı “Önsöz”de,  Fransa'nın 1789'dan sonraki iktisadi ve siyasal gelişmesi sonucu, elli yıldan beri, Paris'te hiç bir devrim, proleter bir niteliğe bürünmeksizin patlak vermedi. Öyle ki, zaferden sonra, onu kanı pahasına satın alan proletarya, kendi öz istemleri ile sahneye giriyordu. Bu istemler, Paris işçileri tarafından erişilmiş bulunan olgunluk derecesine göre, az çok bulanık, hatta karışık bir nitelik taşıyorlardı. Ama, kısacası, hepsi de kapitalistler ile işçiler arasındaki karşıtlığın ortadan kaldırılmasını amaçlıyorlardı. Bu işin nasıl yapılacağı ise, doğrusunu söylemek gerekirse, bilinmiyordu. Ancak, henüz ne kadar belirsiz bir biçimde ileri sürülmüş olursa olsun, isteğin kendisi, tek başına, kurulu toplumsal düzen bakımından bir tehlike içeriyordu. Bu istemi ileri süren işçiler henüz silahlı idiler. Öyleyse iktidarda bulunan burjuvaların ilk görevi, işçilerin silahsızlandırılmasıydı. Bundan ötürü, işçilerin kanı pahasına kazanılmış her devrimden sonra, işçilerin yenilgisiyle sonuçlanan yeni bir savaşım patlak veriyordu.”  analizini yapar ve Fransa’da işçilerin bağımsız siyasal hareketinin 1830’lardan başlayarak ortaya çıktığını, “burjuvaların ve hatta cumhuriyetçilerin düşündüklerinden çok daha büyük bir siyasal bağımsızlık kazanmış” olduğunu belirtir.
   4) Marks ve Engels, devrimin kesintisiz bir devrim olacağını, proletaryanın yarı yolda durmayacağını, kıtasal çapta iktidarı ele geçirinceye dek devrimin süreceğini, bu kavgada “proletaryanın savaş haykırışı”nın “sürekli devrim” olacağını vurguluyorlardı. Kuşkusuz ki, kıtasal çapta sürekli/kesintisiz devrimin sosyalizmin zaferiyle de durmayacaktır, aksine, nihai hedefe doğru sürekliliğini koruyacaktı. Marks’ın ifadeleri ile; “Bu sosyalizm genel olarak, sınıf farklılıklarının ortadan kaldırılması, sınıf farklılıklarının dayandıkları bütün üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılması, bu üretim ilişkilerine uygun düşen bütün toplumsal bağıntıların ortadan kaldırılması, bu toplumsal bağıntılardan doğan bütün düşüncelerin altüst edilmesine varmak üzere, devrimin sürekliliğinin ilânıdır, zorunlu bir geçiş noktası olarak proletaryanın sınıf diktatörlüğüdür” (Marks-Engels, Seçme Yapıtlar, C.1, Sol Yayınları, Birinci Baskı, s. 341)
Marks ve Engels, 1848 devrimlerinin deneylerine dayanarak, devrimin ilk adımının burjuva demokratik devrim olarak gelişeceği ülkelerde, burjuvazinin devrimlere önderlik edemeyeceğini saptamışlardı. Artık bu devrimlerin yeni önderi “küçük burjuva demokrasisi” olacaktı. Proletaryaya düşen başlıca görev ise, burjuvazi ve küçük burjuvaziden bağımsız politik partisini örgütlemek ve yetkinleştirmekti. Onlar, proletaryanın burjuva demokratik devrime bağımsız, silahlı, en önde ve militan bir politik güç olarak katılmasını ön görüyorlardı. Marks ve Engels, burjuva demokratik devrimin zaferinin ancak nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan proletarya ve köylülüğün ittifakına bağlı olduğunu düşünüyorlardı. Bundan dolayı da proletarya ve küçük burjuvazinin bağlaşması fikrini formüle ettiler. Onlar, bu bağlaşma politikasını, proletaryanın devrimci-demokratik nitelikteki küçük burjuva hareketini desteklemek, küçük burjuvazinin “kendi çıkarları uğruna konumlarını pekiştirmeye çalıştıkları her şeyde onlara karşı” çıkmak, müttefikini, bir düşmanı kollar gibi kollamak politikasına oturttular. Burjuva devrimin ertesi günü, küçük burjuvazinin devrimi hızla sonlandırmaya ve proletaryayı silahsızlandırmaya çalışacağını, iktidarı bu amaçla kullanacağını vurguladılar. Dolayısıyla proletaryanın bağımsız politik ve askeri bir güç olarak bir yandan devrimin kazanımlarını savunup geliştirmek, öte yandan ise devrimi duraksamaksızın sosyalist devrime dönüştürmesi görevlerine özellikle dikkat çekmekteydiler.
   Yani, onlara göre, önce burjuva demokratik devrimin önderi olarak küçük burjuvazi iktidarını kuracaktı. Burjuva demokratik devrimin ve politik bakımdan ömrünü tamamlamamış küçük burjuva hareketin üstünde atlanamazdı. Proletarya, sırası gelmesi için ve gelinceye dek, burjuva demokratik devrime bağımsız ve silahlı en militan sınıf olarak katılmalı, devrimin zaferinin hemen ardından kır proletaryası ile birlikte kesintisiz sosyalist devrime geçmeli, yarı yolda durmamalıydı. Onların ifadesiyle,Demokratik küçük-burjuvazinin devrimi olabildiğince çabuk …sonuçlandırmayı arzulamasına karşılık, az çok mülk sahibi tüm sınıflar egemen konumlarından uzaklaştırılıncaya dek, proletarya devlet gücünü ele geçirinceye ve yalnızca bir tek ülkedeki değil, dünyanın tüm önde gelen ülkelerindeki proleterlerin birliğinin, bu ülkelerin proleterleri arasındaki rekabetin ortadan kalkmış olduğu ve hiç değilse belli başlı üretici güçlerin proleterlerin ellerinde toplanmış bulunduğu noktaya ulaşıncaya dek, devrimi sürekli kılmak bizim sorunumuz ve bizim görevimizdir. Bizim için sorun özel mülkiyetin herhangi bir değişikliğe uğratılması değil, olsa olsa yok edilmesidir; sınıf karşıtlıklarının üzerinin örtülmesi değil, sınıfların ortadan kaldırılmasıdır; mevcut toplumun iyileştirilmesi değil, yeni bir toplumun kurulmasıdır. Devrimin daha da gelişmesi sırasında küçük-burjuva demokrasisinin Almanya'da geçici bir süre için üstünlüğü elde edeceğinden kuşku yoktur.” Örneğin, Marks Engels, Komünist Manifesto’da, komünistlerin esas dikkatini Almanya’ya çevirdiklerini vurgulamaktaydılar. Almanya’da devrimin 17. yüzyıl İngiltere’sinden, 18. yüzyıl Fransa’sından “daha gelişkin bir Avrupa uygarlığı altında ve çok daha gelişmiş bir proletarya ile yapılmak zorunda olan bir burjuva devrim ön gününde” olduğunu ve “Almanya’daki burjuva devrim, onu hemen izleyecek bir proleter devrimin başlangıcı olacağı”nı saptamaktaydılar. Nitekim Marks, 16 Nisan 1856’da Engels’e yazdığı mektubunda, çıkardığı bu sonucu, şu sözlerle, ifade etmektedir: “Almanya’da her şey, proletarya devriminin, Köylü Savaşının bir tür ikinci baskısıyla desteklenmesi olasılığına bağlı bulunmaktadır. Ondan sonra işler daha iyi olacak…” (Marx-Engels, Seçme Yazışmalar, C.1, s. 104, Sol Yayınları)
   Marks ve Engels, başta Almanya olmak üzere İtalya ve İspanya devrimlerine ilişkin değerlendirmelerinde de bu düşüncelerin altını özenle çizerler.
   5) Burjuvazinin gericileşerek feodal aristokrasinin kollarına atılmasından sonra Marks ve Engels’in demokratik devrime ilişkin bu çözümlemeleri, gerçekte, yeni tipte burjuva demokratik devrim teorisini oluşturmaktaydı. Artık burjuvazinin devrimci olduğu, burjuva devrimlere önderlik ettiği dönem (1789-1848) genel olarak son bulmuştur. Artık burjuvazi, devrimi karşı devrime dönüştürerek feodal aristokrasi ve krallıkla ittifak içinde meşruti monarşinin savunucusuydu. Artık sorun eski biçimde, klasik burjuva devrimler döneminde olduğu gibi konulamazdı. Burjuvazinin ihaneti ve gericileşmesinden sonra, burjuva demokratik devrimin önderi küçük burjuva demokrasisiydi. Proletaryanın burjuva demokratik devrimde müttefiki kent küçük burjuvazisi ve köylülüktü. Liberal burjuvazi yalıtılacak güçtü. Monarşi ve meşruti monarşi devrimin yıkacağı hedeflerdi. Ve proletarya burjuva demokratik devrime bağımsız sınıf çıkarları doğrultusunda katılacaktı. O, bu devrime sosyalist devrime yakınlaşmak, demokratik devrimi sosyalist devrime dönüştürmek, proletarya diktatörlüğünü kurmak, komünizme kesiksiz yürümek için katılıyordu.
   6) Marks ve Engels, proleter devrimin “uygar” ülkeler olarak niteledikleri ülkelerin dışında kalan dünya ülkelerinin gündemine henüz girmediğini saptıyorlardı. Oluşmuş ve gelişen ama henüz tamamlanmamış olan kapitalist dünya pazarının varlığının ve kıtasal çapta zafer kazanacak proleter devrimin söz konusu ülkeleri de siyasi uykudan sarsarak uyandıracağını “ve onların şimdiye kadarki gelişme tarzını tamamen değiştirip çok hızlandıracağını” ve bu kategoride olan ülkelerde devrim sorununun hangi biçimde çözüleceğini göstereceğini de saptıyorlardı. Onlar, zamandaş ve kıtasal devrimin zaferinin “dünyanın öteki ülkeleri üzerinde de önemli etkileri olacak ve bunların daha önceki gelişme biçimlerini tamamıyla değiştirecek ve büyük çapta hızlandıracaktır. Bu, dünya çapında bir devrimdir ve dolayısıyla kapsamı da dünya çapında olacaktır.” vurgusuyla soruna dikkat çekerler. (Ayrıca bkz., Lenin, Marks Engels Marksizm, “Engels’in Kautsky’e Mektubu” -12 Eylül 1882- s. 337)
   Kuşkusuz ki Marks ve Engels, bu saptamalarına karşın geri ülkelerin devrim sorununa yakın bir ilgi gösterdiler. Marks ve Engels’in Rusya’ya ve Rusya devrimine ve olası gelişme çizgisine karşı gösterdikleri yakın ilgi bu saptamamızın somut bir örneklerinde sadece birisini oluşturmaktadır.
   Yukarıda en önemli karakteristikleriyle özetlediğimiz devrim teorisi Marks ve Engels’in proleter devrim teorisiydi. Marks ve Engels’in geliştirdikleri bu teori, o günün somut tarihsel gerçekliğinin ifadesi ve tanımlanmasıydı. Ve çağının tüm komünistlerinin elinde güçlü bir silahtı.
   Marks ve Engels’in bekledikleri kıtasal devrimin gerçekleşmemesi, proletaryanın bu en yetkin iki beyninin erken devrim beklentilerinin ifadesiydi. Engels, Marks’ın “Fransa’da Sınıf Savaşları” adlı kitabına 1895’de yazdığı girişte, erken devrim beklentilerini kastederek, yüce bir alçak gönüllülükle, “Tarih bize ve bize benzer düşünenlerin hiç birisine hak vermedi” der. Devamla, tarihsel sürecin “kıtada ekonomik gelişme düzeyinin kapitalist üretimi saf dışı etmek için henüz olgun olmaktan çok uzak olduğunu açığa” çıkardığına dikkat çeker. Kapitalist gelişmenin göreli düşük seviyesi, proletarya ve burjuvazinin hesaplaşması için sınıf karşıtlığının henüz yeterince olgunlaşmamış, kapitalizmin genişleme yeteneğini henüz kaybetmemiş olması, bu nesnel temel üzerinde proletaryanın bilinç ve örgütlülüğünün yetersizliği ve dağınıklığı gibi temel faktörler, 19. yüzyılda kıtasal çapta zaferle taçlanmış proleter devrimin gerçekleşmemiş olmasının nedenlerini oluşturuyordu. Yanılgılarını açıkça ifade eden Engels, 1895’lere gelindiğinde sanayi devriminin bu koşulları yarattığını tespit eder. Böylece O, geçmişten gelecek için ders çıkarma temelinde, komünistlerin dikkatini Marksizm’in proleter devrim teorisine dayalı güncel politik görevlerine çeker.
Lenin’in dünya proletaryasının önder ve öğretmenlerinden F. Engels’in vefatı dolayısıyla 1895 yılında kaleme aldığı yazıda vurguladığı gibi, “Marks ve Engels’in işçi sınıfına sundukları hizmetleri birkaç kelimeyle özetlemek gerekirse, şu söylenebilir: Onlar işçi sınıfına kendini tanımayı ve kendi bilincine varmayı öğrettiler ve hayallerin yerine bilimi koydular.”
* Bu yazı, “Kesintisiz Devrim Ve İktidar Sorunu” başlıklı kitabımızdan alınmıştır. Yayınladığımız yazı, geleneksel oportünist vb. akımların yanı sıra yeni tip sol liberal oportünizm ve tasfiyeciliğin, postMarksizmin, hidayete erişerek Troçkizm’i keşfetmiş olanların Marks-Engels’i, Lenin ve Stalin’i sınır tanımaz bir demagoji ve manipülasyonla çarpıtmasına ve ideolojik-politik saldırılarına karşı ideolojik mücadele bağlamında verilmiş bir yanıttır.
* Bu konuda ayrıca bakınız Lenin, Seçme Eserler, “Notlar”, 175. not.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder