II. BÖLÜM
1956:
Kapitalist Restorasyonun Başlangıcı
“Monoton ve
tarihi olaylar arasındaki ayrımdan bahsetmek, doğal olarak gereksiz söz
tekrarıdır; fakat tekrarlanan ifadeler aydınlatıcı olabilir. Sovyetler
Birliği’ndeki parti kongreleri de oldukça monoton, önceden tahmin edilebilir
olaylardır; fakat Kruşçev’in 20. Kongre’de yaptığı konuşma farklıydı. Stalin’in
suçlarını ortaya koyarak ve redderek, Kruşçev insanların algılarını değiştirdi
ve hatta komünist rejimin hemen değişmese de, konuşmanın tahmin edilemez
sonuçları oldu; Yirmi yıl sonra Glasnost’un öncüleri olanların görüşleri,
gençlik yıllarındaki Kruşçev’in ifşaları ile şekillendi.” (Soros, Açık Toplum
Küresel Kapitalizmde Reform, s. 35, Truva Yay.)
Yukarıdaki
sözler, aşağılık bir gururla, “Sovyet sisteminin dağılmasında aktif olarak
görev aldım” diyen Soros’a ait. Soros’un SSCB’nin sosyalizmden uzaklaşmasını
örneğin SBKP’nin 10. ya da 15. ya da 18. ya da 19. parti kongrelerinden herhangi
birinde değil de Kruşçev ve 20. Kongre ile başlatması dikkate değer
bir değerlendirmedir, diyerek konumuzu açıyoruz. Kruşçev de Anılarında 20.
Kongre’nin “büyük iş” başardığını ve kongrenin “en büyük başarısı”nın “Partiyi
Stalincilik hareketinden temizlemek” ve “ülke”nin yeniden “Leninci yaşama”
dönüş olduğunu vurgulayarak kitabının birinci bölümünü (PDF formatında s. 450) bitirir.
SBKP 20. Parti
Kongresi, 1956 yılında toplanır.
Kruşçev ve Mikoyan önderliğindeki revizyonist bürokrat burjuvazi, Stalin’in
ölümünden sonraki süreci politik zaferini ilan etmek için etkin bir şekilde
değerlendirir. 53-56 yılları arası
tarihsel kesit bir geçiş sürecidir. Bu süreç kızıl maskeli karşı-devrimin yeni döneme hazırlandığı, manevralar
yaptığı, mevzilerini pekiştirdiği, güç biriktirdiği, her bakımdan devrime,
sosyalizme, proletarya diktatörlüğüne, Marksizm-Leninizm’e ve proletarya
enternasyonalizme karşı azgınca saldırıya geçmek üzere son hazırlıklarını
yaptığı bir süreçtir. Bu süreç, bir yandan Kruşçev’in revizyonist burjuva
rakiplerini, öte yandan Lenin-Stalin çizgisine bağlı kuvvetleri kitlesel olarak tasfiye ettiği bir
süreçti.
Kruşçevizm SBKP
20. Parti Kongresi ile zaferini ilan
eder. 24 Şubat 1956 tarihinde, 20. Parti Kongresi Raporu’nun, “baştan sona ve
tamamıyla onaylandığı” vurgulanır. Kongre, SBKP MK’nın faaliyetini “başarılı”
bulur. MK’nın “Marksizm-Leninizmi yaratıcı” şekilde geliştirdiğini vurgular ve “dogmatizme” karşı savaş ilan eder.
Kongre, Kruşçevizm’in II. Dünya Savaşı’nın ardından “çağımızda” ortaya çıkan “derin
değişiklikler”e ilişkin çizgisini onaylar.
Her okurun,
“SBKP 20. Kongre Raporu”nu incelemesi gerekir; ayrıca “Pekin-Moskova Çatışması”
(Bilim ve Sosyalizm Yay.) kitabında yer alan SBKP MK’ın ÇKP MK’ya yanıt
mektubunu da birlikte incelemesinin yararlı olacağını düşünüyoruz.
Biz, aşağıda,
politik iktidar tekelini gasp ederek açıkça ortaya çıkan yeni burjuvazinin
politik programını oluşturan, sosyalizmden kapitalizme geriye dönüşü yeni tarzda örgütleyen Kruşçevci
revizyonizmin ana tezlerini kısaca vermek ve yorumlamakla yetineceğiz.
Bürokratik
burjuvazi, SSCB’de sosyalizmden komünizme geçiş aşamasına girildiğini
dolayısıyla, artık proletarya partisine gereksinim kalmadığını, proletarya
partisinin “tüm halkın partisi”ne
dönüştüğünü ilan eder.
Oysa biliyoruz
ki, kapitalizmden komünizme geçiş, ancak ve ancak komünist partisi önderliğinde
mümkündür. Dolayısıyla, Komünist Partisinin önderliğini reddetmek, sosyalizmi
ve kapitalizmden komünizme geçişi reddetmektir. Proletaryanın sınıfsal
hegemonya ve önderliğini ret ve tasfiye etmektir.
Burjuvazi ve
her renkten oportünizm, daima, saldırılarının merkezine, proletaryanın politik genelkurmayını yerleştirmiş;
proletaryayı yenilgiye mahkum etmenin en
güvenceli yolunun komünist partileri yozlaştırmak, yok etmek, tasfiye etmek
olduğunu derinden içselleştirmiştir. Proletaryanın sınıf mücadelesinin tüm bir
tarihi ve tarihsel deneyimi bu olgunun sayısız kanıtıyla doludur.
Yeni tip
burjuvazi ve ideolojisi olan modern revizyonizm, uluslararası sermayenin bir
parçası olarak, işe SBKP’yi yozlaştırmakla, devrimin aleti olmaktan çıkararak
karşı devrimin aleti haline getirmekle başlamış ve bunu da başarmıştır.
Kruşçev
revizyonizmi açık bir şekilde proletaryanın önderliğini, devrim ve komünizm
kavgasında proletaryanın önderliğinin örgütlenmesi olan proletarya partisini,
“tüm halkın partisi” teziyle yadsıyıp tasfiye ederek SBKP’yi yeni burjuvazinin
aracı haline getirmiştir.
Komünist
Partisinin önderliğini reddetmek, sosyalizmi reddetmektir. Proletaryanın
önderliğini ret ve mahkûm etmek, yeni burjuvazinin program ve taktiğinin ana taşıdır.
Yeni burjuvazi kendi önderliğini “tüm halkın partisi” formülasyonu ile açıkça
ilan etmiştir. Mesele bundan ibarettir*.
Modern
revizyonist burjuvazi, SSCB’de sosyalizmin kurulduğu, komünizme geçiş
aşamasının başladığı, artık baskı altında tutulacak bir sınıf kalmadığı
gerekçesiyle, proletarya diktatörlüğü döneminin de sona erdiğini, proletarya
diktatörlüğünün yerini “tüm halkın
devletine” bıraktığını ileri sürer.
Oysa proletarya
diktatörlüğü, kapitalizmden komünizme politik geçiş sürecinin olmazsa olmaz koşuludur. Geçiş süreci
ancak proletarya diktatörlüğü aracılığıyla
örgütlenebilir. Yeni tip burjuvazi açıkça proletarya diktatörlüğünü ret ve
tasfiye ederek, proletarya diktatörlüğünü yeni tip burjuva diktatörlüğüne
dönüştürerek, kendi diktatörlüğünü “tüm halkın diktatörlüğü” adı altında ilan
etmiştir.
Marksizm-Leninizm’le
oportünizm arasındaki her türlü ayrımın mihenk
taşını proletarya diktatörlüğünü teoride ve pratikte kabul edip etmemek
oluşturur. Proletarya diktatörlüğünü reddetmek, sosyalizmi reddetmektir. Yeni tip burjuvazi bu tasfiye
eylemini 20., 21., 22. Parti Kongrelerinde
açıkça ilan etmiştir.
Sosyalizmden
kapitalizme geçişin zorunlu temel politik
önkoşulu, proletarya iktidarının gasp edilmesidir; örneğimizde yeni tip
burjuvazinin siyaseti yönetmesidir. 20. Parti Kongresi, proletaryanın
iktidarının revizyonist burjuvazi tarafından ele geçirilişinin temel tarihsel dönemecini oluşturmuştur.
Her devrimin
temel sorunu, iktidar sorunudur.
Proleter devrim, proletaryanın egemen
sınıf olarak örgütlenmesidir. Sosyalizmden kapitalizme geriye dönüşün
örgütlenmesinde de karşı devrimin temel
sorunu keza iktidar sorunudur. O
halde demek ki, iktidarın karşı-devrim
tarafından ele geçirilişi kapitalist restorasyonun başlangıcıdır.
1956 yılı,
revizyonist bürokrat burjuvazinin iktidarı gasp edip egemenliğini açıkça ilan
ettiği tarihsel dönemeç noktasıdır;
bu dönemeç, proletaryanın iktidarı kaybetmesiyle yeni tip karşı-devrimin ve
kapitalist restorasyonun başlangıcıdır. Çok iyi biliyoruz ki, “Ayrıca, devlette proletaryanın egemenliği
olmadan sosyalizm düşünülemez.” (Lenin, Seçme Eserler, C. 9, s.196,
italikler bana ait.)
Modern
revizyonist burjuvazi, SSCB’de antagonist sınıflar olmadığı için SSCB’de sınıf mücadelesinin
son bulduğunu, yumuşama sürecine girildiğini ilan eder.
Gerçekte bu,
politik iktidar tekelini gasp eden yeni tip burjuvazinin proletaryaya,
sosyalizme, komünizme, devrimci olan her şey karşı, yeni bir aşamaya sıçrayan
savaş ilanıdır. Nitekim Stalin ve proletarya diktatörlüğü döneminde mahkûm
edilenler on binler halinde affedilir, itibarları iade edilir. Komünistler
kitleler halinde her cephede tasfiye edilir. 20. Kongre Raporu’nun açıklamasına
göre 53-56 arası dönemde partiden,
devletten, öteki kurumlardan tasfiye
edilenlerin sayısı 750 bin’dir. Yeni tasfiyelerin süreceği de açıkça ilan
edilir. Nitekim tasfiye operasyonları daha sonra da sürer.
Kruşçevizm ile
birlikte burjuva ideolojisi ve kültürü, burjuva ideolojisinin yeni bir türevini
oluşturan modern revizyonist burjuva ideolojisi ve kültürüyle el ele sosyalist
toplumun üstene çullanır. Proletaryaya, halka, komünistlere karşı uzlaşmaz bir
sınıf mücadelesi yürüten revizyonist burjuva karşı-devrim, öte yandan da her
türlü burjuva yozluğa geniş bir hoşgörü gösterir; İncil, ilk kez Kruşçev
eliyle basılıp dağıtılır. Ama diğer yandan Kruşçevci revizyonist karşı-devrime
karşı çıkan komünistler toplama
kamplarına kapatılır, SSCB’de
sürgünde bulunan değişik komünist partilerin kadroları, önderleri acımasızca
katledilir, zindanlara tıkılır.
Kapitalizmden
komünizme geçiş tarihsel sürecinde sınıf mücadelesi sürer. Bu mücadele,
kapitalist yolla sosyalist yol arasındaki keskin mücadeledir. Geçiş süreci,
sınıf mücadelesinin iç ve uluslararası cephede derin ve kapsamlı
bir şekilde sürdüğü bir süreç; kesintisiz bir devrim olarak içte ve dışta
derinleşerek geliştiği bir süreçtir.
Sosyalizmden
komünizme geçişte, Marksizm-Leninizm’in sınıf mücadelesi teorisinin yerine sınıf barışı teorisinin geçirilmesi,
proletaryanın kapitalist yola karşı mücadelesine yasak koymak, yeni tip
burjuvazinin; eski dünyanın kalıntılarının, emperyalizmin baskısının özgürce at
koşturmasına ve kapitalist restorasyona kapıların ardına dek açılması demektir.
Nitekim olan şey de budur.
Bu teori (ve
pratik), proletaryanın önderliğini, proletarya diktatörlüğünü ve komünizme
gidişi reddederek kapitalizmi yeniden kurma teorisidir. Bunun en çarpıcı kanıtı
da tüm bir SSCB’nin sosyalist inşa ve 56 sonrası geriye dönüş sürecinin
deneyimlerinin ta kendisidir.
Modern
revizyonist burjuvazi, çağımızın 1945’lerden sonra değiştiğini, çağımızın”
barış çağı”, “ barışı elde etme çağı”, vs. olduğunu ilan etti.
Bu tez, Browderizm’in, Titoizm’in, 45-53 arası dönemde
SSCB’de Varga’nın, Vozenskylerin ilan ettiği, Stalin önderliğinde SBKP(B)’nin
mahkum ettiği görüşlerdir. Bu görüşler zaten burjuvazinin ve sosyal
demokrasinin de bas bas bağırarak savunduğu görüşlerdi.
Marksizm’e
karşı savaşında Brenstein revizyonizmi de, Marksizm-Leninizm’e karşı savaşımda
Kautskyizm ve 2. Enternasyonal oportünizmi de aynı tezleri içerik olarak
defalarca ilan etmişlerdi.
Gerçekte bu
tez, emperyalizmin karakterinin
değiştiği, emperyalizmin artık uygarlaştığı, artık devrimlere gerek kalmadığı
gibi sahte savlara dayanmaktadır. Nitekim çağın ve emperyalizmin değiştiği
savunusuyla “Barış içinde bir arada
yaşama ilkesi” SSCB’nin dış politikasının temeli/özü ilan edildi.
Bu tezle
açıkça, proletaryanın burjuvaziye, ezilen halkların emperyalizme karşı devrim
yapmaktan vazgeçmesi, sınıf işbirliğine gidilmesi gerektiği savunuldu. Artık
devrimlere gerek kalmadığı, kapitalizmden sosyalizme barışçıl, parlamenter
yoldan geçişin çağımızın temel özelliği haline geldiği bayağı bir burjuva
demagojisinin eşliğinde yırtınırcasına ilan edildi.
SSCB’de ve Sosyalist
Kamp’ta sosyalizmin tasfiyesi ve devrimlerden vazgeçilmesi politika ve eylemi,
Kruşçevci revizyonizmin ve ardıllarının açık burjuva ve karşı devrimci
karakterinin, emperyalizm ile modern
revizyonizmin dünya devrimini boğma,
ezme, tasfiye etme bağlaşmasının tipik bir ifadesi idi.
Kruşçevci kızıl
maskeli karşı-devrimin, proletaryanın tarihinde karşılaştığı bu en iğrenç
ihanet, bu tezleriyle bir yandan sosyalizmi, devrimleri tasfiye etmeye
girişirken, öte yandan da emperyalist/kapitalist dünyanın yeni patronu ABD ile
birlikte dünyanın “barışçıl” yoldan paylaşımını savunuyor, ABD’den kendi
emperyalist-şovenist siyasetinin meşruiyetini onaylamasını istiyordu.
Modern
revizyonist burjuvazi, savaş, barış gibi temel tezlerde de Marksist-Leninist
teori ve politikaları tasfiye ederek “yeni koşullar”, “yaratıcı
Marksizm-Leninizm”, “dogmatizme karşı mücadele”, vb. sloganlar altında bir yandan Amerikan emperyalizminin nükleer
savaş şantajına ve Soğuk Savaş Stratejisine boyun eğerken, öte yandan da bu
durumu modern revizyonist tezlerine haklılık kazandırmak için kullanıyordu.
Bu revizyonist
hainler, “Gerçekten de yalnızca iki yol
vardır: Ya barış içinde bir arada yaşama, ya da tarihte en korkunç imha savaşı.
Üçüncü bir yol yoktur.” felaket
tellallığıyla devrimi açıkça reddediyor, proletarya ve halklara devrim yapmayı
yasaklıyorlardı. Yeni burjuvazi, ABD’ye, “eğer işbirliği ve anlaşma arzusu
gösterilirse, görüşmeler yoluyla uluslararası ilişkilerdeki en karmaşık
sorunların bile çözülebileceğine” inandıklarını, “Görüşmeler yöntemi, uluslararası sorunların hallinin tek yöntemi
haline gelmesi” gerektiğini, “Bütün
dünyada barışın pekiştirilmesi de dünyanın en büyük iki devleti SB ile ABD
arasında dayanıklı dostça ilişkiler kurulmasının öneminin büyük” olduğunu, “bunun bütün insanlık için
çok büyük önemi olacağı”nı vurgular ve propaganda ederler.
Amaç açıktır:
Sosyalizmi tasfiyede, devrimci eylem odaklarını söndürmede emperyalizmle
elbirliği, dünya etki alanlarının paylaşımında da karşılıklı anlayış, uzlaşma
ve işbirliği.
Modern
revizyonizmin, SSCB’de komünizme geçiliyor palavrası bir yana, onların
komünizme geçiyoruz dedikleri şeyin/hedefin gerçekte kapitalizmin inşası, sosyal
emperyalizm olduğu gerçeği bugün zaten daha çarpıcı açığa çıkmıştır.
Modern
revizyonizm ve Kruşçevci burjuvazi, Yugoslavya’yı “sosyalist”, İngiliz-ABD
işbirlikçisi Tito’yu “büyük Marksist-Leninist” ilan ederek, 20. Parti Kongresi
aracılığıyla bir kez daha bunu açıklayarak Marksizm-Leninizm’e, sosyalizm ve
devrime düşman, aynı kapitalist yolun yolcuları olduklarını fütursuzca ilan
ettiler.
Modern
revizyonizm, “kapitalist olmayan kalkınma
yolu” teziyle, ulusal kurtuluş mücadelesinin zafere eriştiği ilerici
burjuva ve küçük burjuva iktidarları; ABD ve Batı etkisinden kurtulan, SSCB’ye
yanaşan ülkeleri bir yandan kendi yeni-sömürgeci hegemonyaları altına almaya
çalışırken, öte yandan da bu ülkelerdeki proletarya ve komünistlerin kendi
ülkelerinde devrim yapma hakkına yasak koyarak, bu ülke proletaryası ve
halklarını kendi burjuva iktidarlarının işbirlikçileri ve ülke içerisinde sovyet
sosyal emperyalizminin yeni sömürgeci araçları haline getirmeye çalıştılar.
“Lenin’e
dönüş”, “kişi putlaştırmasına karşı mücadele” adı altında, Stalin’in
Komintern’e önderlik ettiği dönem de mahkûm edilmeye çalışıldı.
Uluslararası
Komünist Hareket (UKH) içinde baş tehlike “dogmatizm”
ilan edildi. Modern revizyonizme karşı tavır alan devrimci liderler ve komünist
partiler, “dogmatik, sekter, bölücü,
bürokrat, maceracı”, “yaratıcı Marksizme” karşı savaşan ve kişiyi
putlaştıranlar olarak damgalandı. UKH, her türlü burjuva revizyonist baskıyla
teslim alınmaya çalışıldı. AEP ve ÇKP’ye karşı yürütülen kirli revizyonist
savaş aracılığıyla da uluslararası sermayeye güven telkin edildi, destek
alınmaya çalışıldı.
Revizyonist 20.
Kongre çizgisi, baskıcı ve keyfi bir biçimde UKH’nın genel çizgisi ilan edildi.
“Kruşçev tek
yanlı bir karar aldı ve hiç kimseye sormadan Enformasyon Bürosu’nu tasfiye
etti.” (Enver Hoca)
“Revizyonizm,
Marksizm-Leninizm’e karşı yürüttüğü mücadeleyi başlıca üç demagojik sloganın
ardına gizledi: ‘Marksizm-Leninizmin yaratıcı bir biçimde geliştirilmesi ve
dogmatizme karşı mücadele’ , ‘Marksizm-Leninizmin her ülkenin somut şartlarına
yaratıcı bir biçimde uygulanması’ ve ‘Stalinizme’ ya da ‘kişi putlaştırılmasına
karşı mücadele.’” (Enver Hoca, AEP Tarihi, C. 2, s.179, Yurt Yay.)
Modern
revizyonizm, her bir sosyalist ülkenin çıkarlarını “tüm sosyalist kampın
çıkarları ile başarıyla” birleştirilmesi için “ihtisaslaşmanın ve
işbirliğinin” geliştirilmesinin “büyük öneme sahip” olduğu demagojisi altında şunları savunur: “Bugün artık her
sosyalist ülkenin, eskiden tek sosyalist ülke olan ve uzun zaman kapitalist
çember içinde bulunan SB’nin yapmak zorunda olduğu gibi, ağır sanayinin her
dalını mutlaka geliştirmesi zorunlu değildir… Avrupa’daki her bir halk
demokrasisi ülkesi, en elverişli doğal ve ekonomik önkoşulların bulunduğu
sanayi dallarında ve mal üretiminde ihtisaslaşabilir. Aynı zamanda bu, tarımın
ve hafif sanayinin gelişmesi için gerekli önemli miktarda tahsisat ayrılması ve
bu temel üzerinde halkların maddi ve kültürel gereksinimlerinin daha tam olarak
tatmin edilmesi için gerekli ön şartları yaratır.” (SBKP(B) XlX. Ve XX. PK
Raporları, s.126 )
Bu
değerlendirme ve politikanın Marksizm-Leninizm’le, Stalin’in politikalarıyla
hiçbir ilişkisi yoktur.
Bu politika,
sosyalist kamp ülkelerini “arka bahçe”, “muz cumhuriyetleri” haline getirmeyi
ifade eden revizyonist burjuvazinin sömürgeci, yayılmacı politikasıdır. Modern
revizyonizmin, yeni tip burjuvazinin, doğası gereği, burjuva milliyetçi, büyük
devlet şovenisti politika ve pratiğidir. Bu politika, emperyalist dünyanın ve
her renkten diplomalı uşaklarının, ideolojik papazlarının, satılık
kalemşorlarının, ikiyüzlü politik sözcülerinin savuna geldiği yeni sömürgeci
politikadır.
Biliyoruz ki
kapitalizmden komünizme geçiş üretici güçlerin en ileri düzeyde, sınırsız
geliştirilmesini gerektirir. Biliyoruz ki, ulusal bağımsızlığın güvencesi,
tarımın ve bir bütün olarak toplumun sosyalist dönüşümü; tarihten devralınmış
kent kır, kafa emeği ile kol emeği, vb. vb. arasındaki eşitsizlikleri yok
edebilmek için üretim araçları üreten/makine üreten makine sanayiye, ağır
sanayiye gereksinim var. Ağır sanayinin, her ülkede, bilim ve tekniğin en son
verilerine dayalı bir tarzda kesintisiz geliştirilmesi, genişletilmiş yeniden
üretim sürecinde sosyalist/komünist ekonominin maddi temeli ve can damarı
olarak inşası ve yetkinleştirilmesi sosyalist inşanın ve proletaryanın
komünizme geçişinin asla vazgeçilmez olmazlarındandır.
Ağır sanayinin
kurulmasını reddetmek sosyalizmin
inşasını reddetmektir. SSCB’de güçlü bir ağır sanayi var diye halk
demokrasisi ülkelerinin ağır sanayiyi kurmaktan vazgeçmesini önermek, istemek
bu ülkelerde sosyalist inşanın reddi ve bu ülkeleri tarıma, hafif sanayiye
dayanan, ucuz işgücü ve hammadde kaynağı, birer askeri üs olarak gören
sosyalizm maskeli tipik bir emperyalist ve sömürgeci politikadır. Sovyet modern
revizyonistleri, sosyalist kamp ülkelerini kendi yeni tip yeni sömürge
uyduları haline getirmeyi de kapitalist restorasyon sürecine bağlı olarak
başarmışlardı.
Modern
revizyonist burjuvazi, merkezi planlamayı büyük oranda tasfiye ederek, işletme
özerkliğini geliştirerek, değer yasasının alanını sürekli geliştirerek,
karlılık ve azami kar yasasına bağlı ekonomik işlerliği kararlaştırarak, maddi
teşvikleri temel itici haline getirerek, yeni ekonomi-politikası ve yeni
ekonomik-politikası aracılığıyla sosyalist ekonomiyi, süreç içerisinde,
kapitalist/revizyonist bir ekonomi haline getirmeyi, SSCB’yi dünya devrimin ana
üssünden dünya karşı devrimin sosyal emperyalist üssü haline getirmeyi de
başardı.
Kapitalizmin
yeni tipten inşasının ekonomik programını inceleyeceğimiz bölümde sorunun bu
boyutunu ayrıca ele alacağımız için şimdilik işin bu yanını geçiyoruz.
Kruşçevci
revizyonist burjuva klik, 20. Parti Kongresi’nin son gününde, üstelik seçimler yapılıp iktidarını güvence altına aldıktan sonra “Kişi
Putlaştırmasına ve Bunun Sonuçlarına Karşı Mücadele” isimli “Gizli Rapor”u darbeci bir tarzda kongrenin kapalı oturumuna sunar. Not alınmanın da yasaklandığı oturumda bu belge,
Kongre’de hazır bulunan UKH heyetlerinin sadece
sorumlularına verilir**.
Bu belge,
SSCB’de hiçbir zaman yayınlanmaz. Ama belge, 20. Kongre’den hemen sonra
emperyalist Batıya alelacele ulaştırılır.
Ki, elli yıl boyunca gizli kalması öngörülen bu rapor, ancak 2006 yılında
Rusya’da yayınlanır. Söz konusu ihanet belgesi Rusya Devlet Tarih Müzesi'nde
açılan bir sergide sergilenir. Hemen eklemek gerekir: Kongreye sunulan bu
belge, el altından sızdırılmadan önce üzerinde tahrifatlar yapılarak
yayınlanmıştır. Konu bağlamında Grover Furr, şunları yazmaktadır:
“Hruşçov’un XX.
Kongrede yaptığı konuşmada kullandığı çarpıtma yöntemlerine geçmeden önce bu
konuşmanın yayınlanmış metninde de tahrifat yapıldığını göstermeliyiz.
“Hruşçov’un
konuşmasının ‘SBKP MK İzvestiya’da yayınlanan metni, SBKP MK Başkanlık Heyetine 1 Mart (1956)
tarihinde sunduğu ve SBKP MK Başkanlık Heyetinin 7 Mart 1956 tarihli kararıyla
yayına hazırlanıp yerel parti örgütlerine dağıtılan metindi. Bu metin Hruşçov’un kongrede okuduğu
metinle bire bir aynı değildi. Örneğin bu kongreye katılanların tümünün
hatırlarında konuşmanın salonda büyük bir sessizlikle dinlendiği belirtiliyor.
‘SBKP MK İzvestiya’da yayınlanan metinde ise ‘kapalı oturum’un gerçek havasını yansıtmayan
‘salonda hareketlenmeler’, ‘salonda öfkeli sesler’, ‘alkışlar’ gibi ifadeler
var (ben detaylandırdım.-G.F.).
“Sonuç olarak,
incelemelerimiz sonucunda raporun sadece içeriğinde değil sunumunda da
tahrifatlar yapıldığı ortaya çıktı.” (Hruşçov’un Yalanları, SBKP (B) XX.
kongresinde yapılan suçlamalar hakkında, s. 153-154, boldlar yazara ait)
Stalin yaşarken
Stalin’in ve çizgisinin en büyük savunucusu gözüken revizyonistler, Stalin’in
ölümünün ardından O’nu bir cani, bir katil, bir psikopat, Lenin’in düşmanı ilan
ettiler. Gizli Rapor’da emperyalistlerin, sosyal demokratların, Troçkistlerin,
faşistlerin, Titocuların Stalin ve SSCB ile ilgili bütün iftiraları kabul
edilip Stalin suçlanıyor, burjuva iftira ve kara çalma misliyle
tekrarlanıyordu.
Bu proletarya,
Marksizm-Leninizm, devrim, sosyalizm düşmanı hainler, dönekler ve korkaklar
güruhu Stalin yaşarken O’na ve Marksist-Leninist çizgisine karşı çıkma cüretini
hiçbir zaman gösterememişlerdi.
Burjuvazi ve oportünistler Stalin’den ve O’nun demir yumruğundan ve bu iradenin
arkasındaki işçi-emekçi kitlesinden ölesiye korkuyorlardı.
“Neden Stalin
yaşarken karşı çıkmadınız, bu görüşlerinizin mücadelesini vermediniz” sorusunu
Kruşçevci MK ve Kruşçev haini şöyle yanıtlar:
“O zamanki
şartlarda bu mümkün değildi… Sovyet insanları Stalin’i devamlı, düşmanın
vuruşlarına karşı SSCB’yi korumak için, sosyalizm davası için mücadele eden bir
insan olarak biliyorlardı…. Bu koşullarda Stalin’e karşı her çıkış, halk
tarafından kavranamazdı ve burada söz konusu olan, asla kişisel cesaret
eksikliği değildir. Açık ki, bu atmosfer altında Stalin’e karşı çıkan hiç kimse
halktan destek alamazdı.” (Aktaran, Teoride Doğrultu)
İşçi sınıfının,
halk düşmanlarının bu korkuları hiç de haksız değildi. Kendi aşağılık
itirafları da bunu kanıtlıyor. Marksizm-Leninizm’in, devrimin, sosyalizmin,
Stalin’in düşmanlarının, bu aşağılık korkak leş kargalarının söz konusu
sözleri, gerçekte revizyonistlerin daha Stalin hayattayken, Stalin sonrası
döneme hazırlık yaptıklarının da dolaylı
ama açık itirafıdır. “Benden sonra
SB’ni satarsınız” diyen Stalin, ne yazık ki, haklı çıkmıştır. Ama bu, tersinden
Stalin’in Stalin sonrasına ilkeli, sağlam bir SBKP bırakamadığının da acı bir itirafıdır.
Stalin,
sosyalizmin zaferi, burjuvazi ve yardakçılarının sürekli yenilgisi demekti.
Burjuvazi ve oportünistlerin Stalin’den nefret etmeleri, her türlü kara
çalmaları anlaşılabilir bir olgudur. Stalin, hem sınıf düşmanları ve hainler
tarafından en nefret edilen ve en korkulan kişi olmuş ve hem de emekçi insanlık
içerisinde en sevilen devrimci liderlerden belki de başta geleni olmuştur.
Devrimden,
komünistlerden, işçi ve emekçilerden ölesiye korkan burjuvazi ve çanak
yalayıcıları, aynı burjuva soydan olan Kruşçevciler ve ardıllarının korkusu
anlaşılırdır: Her şeyden önce SSCB proletaryası ve halklarının iradesi
Stalin’in arkasındadır. Bu öyle bir irade ve sevgidir ki, revizyonist
burjuvazi, SSCB işçi ve emekçileri önünde Stalin’i mahkum edememiş, “Gizli
Rapor”u hiçbir zaman SSCB’de
yayınlayamamıştır.
Devrimin,
komünizmin, Stalin’in bilinçli azılı düşmanı A.Yakovlev, “Stalinciliği daha da
nefret kılan, halkın büyük bir bölümünün bunun sorumluluğuna ortak olmasıdır.”
(SB’de Ne Yapmak İstiyoruz, s. 38), der.
Kruşçev’in
açıklaması ile Yakovlev’in sözleri ne güzelde çakışıyor ve temel gerçek,
Stalin’e duyulan işçi, emekçi sevgisidir. Bu vb. itiraflar, Stalin önderliğinde
sosyalizmin bir işçi-emekçi hareketi olarak doğuşu ve zaferini ve Stalin’in
büyüklüğünü çok güzel ifade etmektedir.
Peki,
revizyonistler neden işe Stalin düşmanlığıyla başlamak zorundaydılar?
Birinci olarak
revizyonist burjuvazi, özellikle 1945’ler sonrası “Stalin kültü”nü bilinçli
tarzda geliştirdi. Amaçları, Stalin sonrası dönemde Stalin’e, sosyalizme can
alıcı noktadan saldırmaktı ve bu külte de dayanarak iktidarı ele geçirmekti.
Stalin’i adeta Tanrı katına yücelterek tapınma kültürü yaratan bürokratik-
revizyonist güruhtur. Stalin yaşarken bu külte karşı çıktı ve mücadele etti.
Ne var ki, bu
mücadelenin yeterli olmadığı, burada
da Stalin’in ciddi bir hatası olduğunun altı çizilmelidir. Dahası eklemek
gereklidir: Stalin yüksek otoritesine karşın kadir-i mutlak bir güce de sahip
değildi. Bunu da akılda tutmakta yarar vardır. Yoksa abartılı eleştiri ve
değerlendirmelere kaymak kaçınılmaz olabilir. Sayısız veri Stalin’in külte
karşı mücadele ettiğini ama bunu önleyemediğini de kanıtlıyor.
SSCB
halklarının Stalin sevgisi doğaldı. Sahte olan revizyonist bürokratların sevgi
gösterisi ve törenleriydi.
İkinci olarak, kişi kültü salt Stalin’le, dahası asıl olarak Stalin ile sınırlı değildi.
Kişi kültü,
parti kültü, devlet kültü, “yanılmaz” yetkililer kültü, önder kültü ile
birleşmiş ve kaynaşmıştı. Siyasal ve toplumsal bir olguya dönüşmüştü; ki bu
olgunun altı çizilmelidir. Revizyonistler, bürokratlaşma/yozlaşma sürecini bu
kültün arkasına ustaca gizleyerek de
geliştirip, güçlendiler.
Üçüncü olarak,
kişi putlaştırmasına (kültüne) karşı mücadele adı altında, gerçekte,
toplumsal-siyasal bir kansere dönüşmüş olan söz konusu kült yüceltildi. “Kişi
kültüne karşı mücadele” sloganı toplumsal, siyasal, ideolojik bağlamlarından
koparılarak salt Stalin ve Lenin-Stalin çizgisine bağlı kalan komünistlerin
eleştirisi(!) ile, bir de rakip revizyonist kliklerin tasfiyesi ile
sınırlanarak kullanıldı. Hatırlatmak yararsız olmasa gerek: Yeni tip burjuvazi
ve temsilcileri “kişi kültü” derken “Stalin kültü”, “kişi kültüne karşı
mücadele” derken “Stalinizme karşı mücadele”yi anlamakta ve propaganda
etmekteydiler. Gerçekte yeni tip küçük burjuva sınıfına-bürokrasisine dayanan
ve onu ifade eden kültü olduğu gibi koruyup daha da geliştirerek, dahası,
revizyonist burjuvazinin diktatörlüğünün ve kapitalizmi inşa çizgisinin
payandası yaptılar.
Dördüncü
olarak, kişi putlaştırmasına karşı “Leninist mücadele”, “Leninizm’e dönüş” bayrağı altında “Stalinizm”e karşı ilan
edilen mücadele ile proletarya diktatörlüğünü yıkma, sosyalizmi tasfiye etme,
proletarya enternasyonalizmini yok etme, devrimci olan ne varsa ona düşmanlığın
teori ve pratiği olarak azgınca kullandılar. Stalin’i mahkum etmeden, Stalin’in
Marksist-Leninist çizgisini ve pratiğini ret ve tasfiye etmeden, revizyonist
burjuvazinin sosyalizmi tasfiye etmesi, kapitalizmi kurması olanaklı değildi.
Sinsi düşman, bu hainler ve dönekler ordusu “Stalinizme karşı mücadele” bayrağı altında tam da bunu hedefleyerek
gerçekleştirdiler. Böylece, Menşevizmin, II. Enternasyonal oportünizminin ve
Troçkizm’in, Titoizm’in “Stalinizme karşı mücadele” bayrağını fütursuzca
devralarak etkin bir tarzda kullandılar.
Beşinci olarak,
“Stalinizm”e karşı mücadeleyle emperyalist dünyanın, her türden burjuva akımın,
sosyal demokrasinin, Troçkizm’in aktif desteğini almaya çalıştılar. Çünkü
sosyalizmi tasfiye etmek için, devrimci eylem odaklarını söndürmek ve UKH’yı
dağıtmak için, uluslararası reformizmi,
revizyonizmi iyice diriltmek için, kapitalist-emperyalizmi korumak,
sağlamlaştırmak için, doğal bağlaşıklarının desteğini örgütlemeye
gereksinimleri vardı.
Nitekim
uluslararası sermaye ve yedeğindeki ideolojik-siyasi akımlar, Titocular,
Troçkistler, SSCB’de mahkûm edilmiş, yenilgiye uğratılmış; her türlü açık ve
gizli burjuva akım, Kruşçev’i, Kruşçevizm’i, O’nun “reform”larını, “Stalinizm”
düşmanlığını dizginlenemez bir sevinç çığlığı ile selamladılar ve maddi-manevi
olarak çılgınca desteklediler ve daha ileri gitmesi için teşvik ettiler.
Kruşçevizm, tarihin gördüğü en sinsi ve en büyük ihanettir. Ki enternasyonal
proletaryanın tüm sınıf düşmanları bunu hemen anladı. Modern revizyonist
ideoloji ve pratiği (hegemonyacı sosyal emperyalist politikasıyla çatışmaktan
geri durmaksızın) her bakımdan destekledi.
Altıncı olarak,
“kişi putlaştırmasına”, “Stalinizme” karşı
mücadele bayrağı partide, devlette, kitle örgütlerinde Lenin ve Stalin’in
çizgisine bağlı olanların etkin bir şekilde temizlenmesi, bir kesimin de
tarafsızlaştırarak yedeklenip kullanılması için de gerekliydi.
Nitekim süreç
böyle gelişti. Köklü, yaygın, kapsamlı, her cepheyi kapsayacak tarzda fiziksel
imha da dâhil kapsamlı tasfiyeler örgütlendi. O aşamadaki güçler dengesi
nedeniyle, bir de Stalin’in yakın çalışma arkadaşları olmaları ve Kruşcevizm’e
suç ortaklığı yaptıkları için artık “bolşevizmin bir cesedi” (E. Hoca) haline gelmiş
Molotov-Kagonoviç-Voroşilov gibilerini hem iç güç dengelerinden dolayı hem de Sovyet
proletaryası ve halklarını kandırmada tepe tepe kullanmak için 1957’ye dek elde
tuttular.
Vurgulamak
isteriz, Lenin’e dayanan Stalin’in çizgisinden sosyalizm çıktı. Kruşçevizm’in
çizgisinden ve “Stalinizm”e karşı mücadeleden modern revizyonizm, revizyonist
burjuvazi, sosyal emperyalizm, Gorbaçovculuk, derken Yeltsincilik çıktı.
Sosyalizmi,
Sosyalist Kamp’ı tasfiye etmek için uluslararası burjuvazinin enerjik
enternasyonal desteği gerekiyordu. Kruşçevizm ve ardılları, bu desteği almayı
başardı. Uluslararası burjuvazi ve oportünizm bu yolda modern revizyonizmle
omuz omuza savaştı.
Onlar
sosyalizmi birlikte tasfiye ettiler.
Yedinci olarak,
dünya burjuvazisi, bir dizi modern revizyonist ve oportünist akım, Troçkizm’i,
Browderizm’i, Titoizm’i alkışladıklarından daha çok Kruşçev modern
revizyonizmini alkışlayarak, destekleyip teşvik ederken öte yandan da pek
bilinen klasik burjuva kurnazlığıyla, modern revizyonizmin, revizyonist
burjuvazinin, sosyal emperyalizmin her türlü çirkef ve başarısızlığının
faturasını da sosyalizme, “Stalinizm”e yıkmak, “Stalincilikten yeterince kopmamaya” bağlayarak bir de bu cepheden
Marksizm-Leninizm’e, Stalin’e saldırarak gözden düşürmeye çalıştılar.
Benediktov’un,
Litov’un bir sorusunu yanıtlarken verdiği şu cevap da (ki sadece bir kısmını
aktaracağız) soruna ışık tutmaktadır:
“Hruşçov’un
eylemlerinin ana ekseni iktidar mücadelesi, parti ve devlet aygıtlarında
tekelci bir konum mücadelesiydi ve sonunda bunu başarıp iki büyük mevkiyi elde
etti: SBKP MK Birinci Sekreterliği ve SSCB Bakanlar Kurulu Başkanlığı.
“Ama Nikita
Sergeyeviçin durumu ilk başta zordu. Parti merdiveninde birinci olmasına karşın
Politbüro’dakilerin çoğu yandaşı değildi, hatta tersine. Molotov, Malenkov,
Kaganoviç, Voroşilov, Stalin’in eski çevresinden önde gelen diğer parti ve
devlet adamları asla Hruşçov hakkında olumlu bir fikre sahip olmadılar, onu
daha ziyade üzerinde uzlaşılan bir figür, geçici bir adam olarak görüyorlardı
ve elbette ki Hruşçov da bunu iyi anlıyordu. Yerel parti ve devlet aygıtlarında
yine epey sayıda Stalin okulundan geçmiş ve Hruşçov’un ‘yenilikçiliği’ne
oldukça şüpheli bakan insanlar bulunuyordu. Bu ‘muhalefeti’ zayıflatmak ve
kırmak, rakiplerini kötü göstermek, toplumsal bilincin Stalin’e karşı bir ruhla
kitlesel bir ruhla yoğrulmasını gerçekleştirmek gerekiyordu. Marksist-Leninist
yaklaşımın titiz bir bilimsel gerçekçiliğine ters düşen maceracı küçük burjuva
hayalcilik için gereken zeminin hazırlanmasını kastediyorum. Stalin’in karalanması ve onun ‘baskıları’na
kurban gidenlerin rehabilitasyonu kampanyası bu amaçlar için idealdi. Üstelik
rehabilite edilenlerin bir kısmı parti ve devlet aygıtında görevler aldı ve
doğal olarak Hruşçov’un dayanağı haline geldi.” (Stalin ve Hruşçov Hakkında,
İvan Aleksandroviç ile Söyleşi, V. Litov, s. 70)
Okurları, 20.
Parti Kongresi’ne sunulan “Kişi Kültüne Karşı” adlı belgeyi incelemeye
çağırıyoruz. Bu rapor “XX. Kongre Gizli Raporu, Kişi Kültüne Karşı” başlığıyla 1991 yılında “Pencere
Yayınları” tarafından yayınlanmıştır. Belgede, dikkat çeken bazı olguların
altını çizmekte yarar görüyoruz.
Birinci olarak,
doğrudan olmasa da, “Stalinizm”e karşı mücadele politikası Stalin’in ölümünün
hemen ardından başlatılır.
Şu sözler bu
olgunun birinci ağızdan itirafıdır:
“Stalin’in
ölümünden sonra, Parti Merkez Komitesi bir kişiyi yüceltmenin, onu tanrı gibi
doğaüstü niteliklere sahip bir süpermene dönüştürmenin Marksizm-Leninizm ruhuna
uygun olmadığını, yabancı olduğunu sürekli açıklama politikasını uygulamaya
başladı.” (Kişi Kültüne Karşı, s.10)
Bu itiraf,
Stalin’in naaşı daha yerdeyken koltukları paylaşan ve “deStalinizasyon” doğrultusunda
önemli kararlar alanların sürece hazırlıklı girdiklerinin de kanıtıdır.
İkinci olarak,
kötü ünlü raporda, Stalin’in halktan koptuğu “En son bir köyü ziyaret etmesi…
Ocak 1928 ” ise (ki, bu bir palavra) ve “Birçok
film kolhoz yaşamını öyle tasvir ediyordu ki, sofralardaki masalar hindi ve
kazların ağırlığı altında bükülmüş. Stalin durumun gerçekten böyle olduğunu
sanıyordu.” (agk., s. 69) saptaması
doğru ise (ki bu da bir palavradır), bu demektir ki, Enver Hoca’nın vurguladığı
şey, Stalin’e yanlış bilgi aktarılıyor, Stalin’e tozpembe bir tablo çiziliyordu
saptaması da doğrudur.
Bu sözler küçük
burjuva bürokratik-revizyonist tabakanın Stalin’e ve parti önderliğine yoğun
bir yalan-yanlış bilgi akışı örgütlediğini kanıtlıyor. Anlaşılan
revizyonist-bürokratlar, bir yandan Stalin’i putlaştırarak zararsız aziz tahtına oturtmaya, O’nu cam bir fanusun içine
hapsetmeye çalışırken, bir de ölümünden ya da öldürülmesinden sonra bir kez
daha öldürmek için hazırlık yapmışlardır.
Üçüncü olarak,
Stalin Jdanov’un öldürüldüğünden kuşkulanır, olayı aydınlatmak için soruşturma
başlatır. Bazı maddi veriler ortaya çıkar. Ünlü “Suikastçı Doktorlar Davası”
başlatılır. Fakat Stalin kısa bir süre sonra ölür (ya da öldürülür.) Molotov’un
söylediğine göre Stalin’in ölümü tam da “Suikastçı Doktorlar Davası”nın
mahkemesinin başlayacağı günde gerçekleşir. Hainler, konuyla ilgili “Gizli
Rapor”da şunları söylüyorlar:
“Doktorlar
Davası’nı Stalin’in ölümünden sonra incelediğimizde, baştan sona uydurma
olduğunu anladık.”
“Bu yüz
kızartıcı dava Stalin tarafından düzenlendi. Ne var ki, sonuçlandırmaya zamanı
(ömrü) yetmedi. Bu nedenle doktorlar hala yaşıyorlar. Şimdi hepsinin itibarı
iade edildi. Önceden çalıştıkları yerde çalışıyorlar, sadece hükümet üyelerini
değil, üst düzeydeki kişileri de tedavi ediyorlar, onlara tam güvenimiz var;
önceden olduğu gibi görevlerini dürüstlükle yapıyorlar.” (agk., s. 58-59)
Açıkça görülen
o ki, revizyonistler kendi tetikçilerini aklayıp ödüllendirmişler. Bu aklama
faaliyeti ve Jdanov davasının üstünün sessiz sedasız örtülmesi çok açık bir
şekilde gerçek suçluları ele vermektedir.
Dördüncü
olarak, belgede (Gizli Rapor), Stalin’in kuşkuculuğundan, çevresine
güvensizliğinden oldukça sıkça bahsedilir. Bu kuşkuculuğun 40’lı yıllarda ve
ölümüne doğru oldukça arttığı belirtilir. Stalin, paranoyak ve adeta bir deli
olarak tasvir edilir.
Benediktov’un (Stalin’in çevresinde yer alan sosyal
demokrat mayalı Kruşçev vb gibilerden ve Bolşevik mayadan yoksun oldukları
halde bazı yeteneklerinden dolayı, Stalin tarafından politikaları belirlemede
karar verici konumda olmalarına izin verilmeksizin, değerlendirildiklerinden
bahsettikten sonra) şu paranoya ve delilik demagojisini anlamamıza hizmet eden
açıklamaları da oldukça önem taşımaktadır:
“Çeşitli türden
‘anılarda’ iddia edildiği gibi, hayatının son aylarında en yakın çalışma
arkadaşlarından korkan Stalin değildi. Asıl ondan ölümüne korkan Hruşçov,
Beria, Malenkov ve ötekilerdi, çünkü çok eskide kalmış suçlar için bile er ya
da geç hesap sorulacağını biliyorlardı. Stalin’in hayatının son günlerinde
neredeyse delirmiş gibi gösterme çabalarının sebebi de budur. Üstelik Stalin
daha önce söylediğim gibi eski tüfek partililerin yerine genç kadroları açıkça
hazırlıyordu. Bu da, elbette bu eski tüfeklerce kendilerine çekilmiş silah olarak
algılanıyordu.” (age., s. 98)
Hatırlayalım,
Kruşçev, Mikoyon gibileri, Stalin hayattayken O’nu öldürmeyi planladıklarından
bahsederler. Stalin, “benden sonra Sovyetler Birliği’ni satarsınız” diyor Kruşçev’e. Gizli Rapor’da ise
şunlar yazılı:
“Açıkça Stalin’in
politbüronun eski üyelerini bitirme planları vardı. Sık sık politbüro
üyelerinin yenilenmesi gerektiğinden söz ederdi.
“Merkez
Komitesi Prezidyumunu yeni 25 kişinin seçilmesiyle ilgili olarak XIX. Kongreden
sonra yaptığı öneri eski politbüro üyelerini uzaklaştırma ve her yönden
desteklesinler diye daha az deneyimli üyeleri alma amacını taşıyordu.
“Buradan
gelecekte eski politbüro üyelerini yok etmenin bir planı olduğunu ve bu yolla
Stalin’in bütün utanç verici hareketlerini, şimdi değerlendirdiğimiz (rapordaki
suçlamalar kastediliyor-bn.) hareketlerini örtme planı olduğunu tahmin
edebiliriz.” (agk., s. 74)
Bu saptamalar
ve çizilen tablo Stalin’in revizyonist bürokratları temizleme niyet ve hazırlığının itiraflarıdır. Yine Stalin’in bu
yönelimi Stalin’in ölümünün bir politik cinayet olabileceğini de güçlendiren
bir veridir. Ve tekrar hatırlatmak isteriz, yeni tip burjuvazinin önündeki en
büyük engel, zaafları ne olursa olsun, yine Stalin’di. Yukarıdaki itiraflar,
daha Stalin hayattayken Stalin’i tasfiye etme planlarının, dahası
girişimlerinin olduğunu, revizyonist kliklerin buna uygun bir hazırlık içinde
olduklarını dolaylı ama açıkça göstermektedir.
Kızı
Svetlana’nın Mektuplar’ında Stalin’in güvenlik adına sürdürmek zorunda olduğu
tecrit yaşama ilişkin değerlendirmeleri dikkat çekicidir. Svetlana söz konusu
tecridin Stalin’in tercihiyle değil,
parti ve devlet bürokrasisi
tarafından inşa edildiğini de vurgular. Bu durumu, yeni tip küçük burjuva
kastın Stalin’i dizginleme, sınırlama, çevreleme, etkisizleştirme harekâtı
olarak da yorumlayabiliriz. Bunun doğru olmadığını düşünmek için ortada bir
neden de gözükmemektedir zaten.
W.B. Bland,
1930’lardan başlayarak Stalin’in ölümüne dek geçen süreçte, SBKP (B) MK’ya
“gizli revizyonist bir çoğunluk”un egemen olduğunu, Stalin ve çevresinin
-komünistlerin- bir azınlık oluşturduğunu ileri sürmektedir. SSCB’de
restorasyonun Stalin’in ölümünden sonra, bu “gizli revizyonist çoğunluk”
tarafından başlatıldığını savunmaktadır. Her ne kadar W. B. Bland’ın bu
düşüncesine katılmasak da, yine de, 1945 sonrası için bu tezin son derece
dikkate değer olduğunu belirtmek isteriz. Çünkü 45’ler sonrası küçük burjuva
bürokratik tabaka bir kasta da dönüşmüştür. Ve bu kast, henüz bütün çıplaklığı
ile kendi ideolojisini, politikasını ortaya koymaya cesaret edememektedir. Bu
doğrultudaki öncü çıkışları ifade eden Vargaların, Vozenskylerin sonu da
biliniyor. Yani politik kuvvet ilişkileri ya da politik güç dengeleri bu kastın
açıktan ortaya çıkmasına henüz elverişli değildi. Dolayısıyla illegaliteye
yatmasına yol açmaktaydı. Yeni tip bürokratik çürüme olgusu ve partinin
Bolşevik ruhunu büyük bir oranda kaybetmiş olması olgusu burada özenle hesaba
katılmalıdır. Bu durumda Stalin’in en yakın dava arkadaşlarının Stalin’in
ölümünün hemen ardından yön değişikliğine başlaması olgusu herhalde
rastlantılarla izah edilemez. Belli ki partide temel eğilim farklılıkları
bulunmakta ama su yüzüne çıkma cesareti gösterememekte ya da bunun için uygun
fırsatı beklemekte ve kollamaktadır. Bu konuda Molotov’un açıklama ve
değerlendirmelerinin göz önünde bulundurularak sorunun incelenmesi yerinde
olacaktır.
Svetlana’nın
“Her yerde düşman görüyordu. Suçlama ve kin hastalığına yakalanmıştı,
yalnızlığın ve tecrit olmanın sonucuydu.” saptamasını doğru olarak yorumlayacak
olursak, bunun anlamı şudur: Stalin yeni tip bürokratlaşmayı, giderek
kastlaşmayı, bu kastın iç iktidar dalaşını, semirme mücadelesini, gitgide daha
fazla komploculuğa, entrikacılığa, manipülasyona battığını görüyordu. En keskin
Stalinci görünerek kendisini zararsız bir aziz derekesine çıkartıldığını
görüyordu. “Stalinci düzen”in Stalin’e yabancılaştığını (ki bu Stalin’in
sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır) anlıyordu. Daha köklü bir müdahalenin
gerekli olduğunu düşünüyordu. Kızının “Yaşlandıkça babam yalnızlık çekmeye
başlamıştı. Artık o kadar herkesten uzaklaşmış ve yüceltilmişti ki boşlukta
yaşıyor gibiydi. Konuşacağı bir insan yoktu.” (age., s. 200) saptaması boş bir
saptama olarak görülmemelidir. Görülen o ki, Stalin, yüksek otoritesine rağmen,
son yıllarında, büyük bir oranda zararsız bir aziz haline getirilmiştir ya da
tablo buna yakın.
Stalin’in
kuşkuculuğu konusunda Molotov da şunları söyler:
“-Son yıllarda
Stalin biraz düşmeye başladı bana göre. O kadar zorlu zamanlar geçirdi ki! O
kadar şeyi zaten nasıl kaldırabildi kendime soruyorum!”
“-Yaşla
birlikte herkes çeşitli derecelerde skleroz olabilir. Ama Stalin’de bu çok
belirgindi; dahası çok sinirli olmuştu ve herkesten şüphe ediyordu. Son
dönemindeyse bence artık tehlikeli olmuştu. Bazı aşırılıklara düşüyordu.
Yazdıklarında, bazı söylev ve makalelerinde eski kalıpları büyük bir dikkatle
değiştiriyordu. 29.04. 1982”
(age., s. 320-21)
“Stalin zaman
zaman aşırı kuşkucu biri oluyordu. Ancak kuşkucu olmamasına imkân yoktu…
15.08.1975)” (Molotov Anlatıyor, s. 339)
“Çok
şüpheciydi. O kadar zor yıllar yaşadı ve o kadar büyük yüklerin altına girdi ki
son yıllarda biraz dengesini yitirdi. Kafasında en küçük bir hata korkunç bir
olayın nedeni olabilirdi.” (age., s.
501)
Molotov’la 140
görüşmeyi yapan Feliks Çuyev, “…Arkadaşlarımdan bir yazar Paris’ten getirdiği
A. Avtorhanov’un Stalin’in Ölümü Muamması adlı kitabını bana ödünç vermişti.
Ben de Molotov’a verdim, birkaç gün sonra gelip izlenimlerini sordum.”, diyor.
Molotov Çuyav’e şunları söyler:
“-Kitap çok
ahlaksızca! dedi. Hepsi haydut gerçekten de! Tabii ki gerçek olan bir yanı da
var. Beria geçmişten çok geleceğe ait bir adamdı, kendisine bu yönde bir yol
açmaya çalışmış. Gerici olarak çok aktifti. Özel mülkiyet dışında bir şey
görmüyordu. Sosyalizmi kabul etmiyordu. İleri gittiğini sanıyor oysa aslında
geriye çekiyordu, en betere doğru.” (age., s. 347)
“…Beria bence
yabancı birisi. Partiye kötü niyetlerle girdi.” “Beria ilkesiz bir adamdı.”
“-Bu dördünün
Stalin’e karşı Avtorhanov’un yazdığı gibi bir komplo tezgâhlamış olmaları akla
yatkın mı?
“-Üçü, üçü
(Beria-Kruşçev-Malenkov kastediliyor-bn). Bulganin hariç. Evet her çeşit plan
kaynatmış olabilirler. Beria’nın oynadığı rol ise hala biraz karanlık.” (age.,
s. 348)
“Ben Beria’yı
ilkesiz bir adam olarak gördüm ve hala da öyle görüyorum. Çıkarcıdır. Sadece
kendisine kazanç sağlayacak işlerle ilgilenirdi. Kariyerist bile değildi.”
“…İlkesiz bir
adamdı. Ve komünist değildi. Partiye yamanmış biri olarak görürüm onu.
21.10.1982 ” (age., s. 364-65)
“-Bu kitaba
göre (Stalin-bn.) Beria’ya da güvenini kaybetmiş.
“-Bunun doğru
olduğunu düşünüyorum. Beria’nın kendi paçasını kurtarmak için her şeye hazır
olduğunu biliyordu. Güvenlik personelinin seçimini yapan Beria’dı, Stalin her
şeye kendisinin karar verdiğini sanarak önüne sunulanlar arasında seçimini
yapıyordu. Oysa Beria onu mecbur kılıyordu.
“-Kriz
geçirmesinden bir gün önce birlikte içerlerken Stalin’i zehirlemiş olabileceği
ihtimali var mı?
“-Bu mümkün,
evet. Beria’yla Melankov birbirlerine çok sıkı bağlıydılar. Hruşçov da onlara
katıldı, onun kendi amaçları vardı. O da herkesi oyuna getiriyordu. Hruşçov’un
sosyal temeli daha sağlamdı çünkü küçük burjuvazi her yandaydı. O da tam küçük
burjuvaziye hitap ediyordu zaten. Hruşçov’un ne ideolojiyle ne de komünizmin inşasıyla
bir ilgisi vardı.’….” (age., s. 349)
Çuyev
sorularını sormaya devam eder:
“Poskrebıyşev’e
gittim ve Vlasik’in kızıyla konuştum. Bana söylediğine göre babasını
tutukladıklarında: ‘Stalin’in günleri sayılı. Yaşayacak az zamanı kaldı,’
demiş. Beria’nın Stalin’in bütün yandaşlarını elediğini fark etmiş, dedim ben.
“-Doğru, dedi
Molotov…” (age., s. 350)
Molotov,
Stalin’in zehirlenerek öldürülmüş olabileceğini ama bugün bunun
kanıtlanamayacağını belirtiyor. Molotov’un sorulan soruları yanıtlarken birkaç
yerde geçen şu anlatımları da Stalin’in öldürüldüğü iddiasını güçlendiren
açıklamalar niteliğindedir:
“-Stalin,
zamanının çoğunu Kuntsevo’yadaki ‘Yakın’ daçasında geçiriyordu. Ve orada öldü.
O son günlerini yaşarken ben, sözün doğrusu, gözden düşmüştüm… Stalin’in
ölümünden dört veya beş hafta önce gördüm. Son derece sağlıklıydı.
Hastalandığında beni çağırdılar. Daçasına gittim, Politbüro üyeleri de
oradaydı. Üye olmayan bir tek ben ve Mikoyan vardık. Emirleri veren Beria idi.
“Stalin
kanepede yatıyordu. Gözleri kapalıydı. Arada sırada gözlerini açıyor ve
konuşmaya çalışıyordu ama hiç kendine gelemedi. Konuşmaya kalkıştığında Beria
hemen gidip ellerini öpmeye başlıyordu.
“-Stalin’i
zehirlediler mi?
-Olabilir. Ama
bugün kim ispat edebilir? 22.04.1970” (age., s. 352)
“Beria’nın bu
işe bulaşmış olmasını akla yatkın buluyorum. Uğursuz bir rol oynamıştır.
13.01.1984)” (age., s .352)
“ Bana söylediği şeye ve benim de
hissettiklerime dayanarak, Stalin’in ölümünde parmağının olması imkânsız bir
şey değil… Stalin mozolesinde, 1953 1 Mayısında, garip imalarda bulundu. Benim
anlayışla karşılayacağımı umuyordu şüphesiz. Dedi ki: ‘Onu elimine eden benim.’
Sanki benim çıkarıma bir şey yapmış gibi. Bende sempati uyandırmak istiyor
tabii ki. ‘Hepinizi kurtardım!’ Huroşçov’un yardım ettiğini sanmıyorum. Bazı
şeylerin kokusunu almış olabilir… Yine de… Çok yakındı ikisi. Malenkov daha
fazla şey biliyordur. Çok daha fazla. 24.08.1971, 09.06.1976 ” (age., s. 353)
Tarihin aydınlanmayan pek çok bölümü var. Bunu
bugün, hemen ve doğrudan aydınlatmak elbette ki olanaklı değil. Ancak tüm gizli
kalmış yanlarıyla gerçeğin, gelecekte, mutlaka
aydınlanacağına inanıyoruz. Leninizm’e dönüş, demokratikleşme, toplumsal
adalet, suçların aydınlanması ve haksızlıkların düzeltilmesi vs. vb. adına sahtekârca
devrime, sosyalizme, Marksizm-Leninizm’e karşı saldırıya geçen, emperyalist,
faşist, Troçkist, Titoist, sosyal demokratik vb. iftiralara sarılan ve Stalin’i
itibarsızlaştırma operasyonuna girişen Kruşçevler ve ardılları suçlarını örtmek
için sayısız belgeyi yok etmiş olsalar da gerçekler inatçıdır ve er geç bütün
boyutlarıyla ortaya çıkacaktır.
Molotov’un
verdiği şu bilgi, geleceğe de ışık tutacaktır:
“-Savaş
sırasında Stalin şöyle demişti: ‘Biliyorum, ölümümden sonra mezarımın üstüne
yığınla pislik atacaklar. Ama tarihin rüzgârı onları temizleyecek.” (age., s.
353)
Yeni tip
burjuvazinin ve modern revizyonizmin önderi olarak ortaya çıkan Kruşçevcilerin
ilk yaptıkları işlerden birisi de belgeleri tahrif ve yok etmek olmuştur. Konu
hakkında tarihin tanıklarından Benediktov şunları söyler:
“İşin özüne
varmak istiyorsanız, kafanızı daha fazla çalıştırınız. Hruşçov iktidara geldiği
andan itibaren bu belgelere o kadar çok sahtekârlık ve konjonktürellik karıştı
ki, hayret etmemek elde değil-bu kadarı bizim partinin komünist yayınlarında
nasıl olabilir! Bugün bir türlü, yarın başka türlü, öbürgün de üçüncü türlü
yazan ‘önde gelen’ bilim insanları ve uzmanlar da pek güvenilir kaynak
değildir.” (age., s. 16)
“Stalin’den
nefret eden ve kişisel çıkarlarını ve kinini büyük politikaya taşıyan
Hruşçov’un eliyle bu noktada çok şey yapıldı. İşi bilen yetkili kişiler bana
Hruşçov’un 30’lu, 40’lı yılların temizliklerine ilişkin birçok belgeyi yok etme
emri verdiğini söylediler. Hruşçov ilk başta elbette Moskova’da, Ukrayna’daki
kanunsuzluklardaki kendi rolünü gizlemeye çalıştı, Ukrayna’da iken merkeze
yaranmak için birçok suçsuz insanı mahvetmişti. Aynı zamanda başka türden
belgeler de yok edildi, 30’lu yılların sonunda önde gelen bazı parti
yetkililerine karşı uygulanan temizliğin tamamen haklı olduğunu kanıtlayan
belgeler. Taktik anlaşılıyor: Hruşçov kendini korumaya alarak kanunsuzlukların
bütün suçunu Stalin’e ve kendi iktidarına büyük tehlike gördüğü ‘Stalinistlere’
atmaya çalıştı.” (age., s. 27)
Aynı konuda
Molotov da şunları söyler:
“-Hruşçov o
sırada KGB Başkanı olan Semiçastniy’i, kendisinin Ukrayna’da yönetimde olduğu
döneme ait belgeleri toplamakla görevlendirmişti. Stalin karşıtı kampanyanın en
üst noktası buydu.
“-Ukrayna’daki
baskılar sırasında kendisi tarafından imzalanmış belgeleri yok etmek için
tedbirdi bunlar, diye ekledi Molotov.” (Molotov Anlatıyor, s. 387)
Burada,
okuyucunun, Benediktov’un Stalin döneminde mahkemeler ve arşivler halka açıktı,
Kruşçev’le birlikte kapatıldı açıklamasını da anımsamasının yararlı olacağını
düşünüyoruz. Kuşkusuz ki sorun kişisel kinle izah edilemez, bunu geçiyoruz;
sorun yeni burjuvazinin sınıfsal karakterinde, yeni tip burjuva hegemonyanın
kurulmuş olmasında, kapitalizmin restorasyonu eyleminde yatmaktadır… Geçmeden,
Benediktov’un “Devlet ricali arasında Hruşçov belki de herkesten daha çok
Stalin önünde yaltaklanırdı”, vb. sözlerini ve “Daha önce dediğim gibi, Stalin
Hruşçov’un sloganları ve programının küçük burjuva özünü herkesten önce ve
derinden kavradı. Ancak yine de ülkeyi ve dünya sosyalizmini, Hruşçov ve
benzeri ‘gayri Bolşevik’ tipte liderlerin iktidara gelmesinden koruyacak
önlemler almayı beceremedi…” değerlendirmesini de hatırlatmak isteriz. Keza
Molotov’un “Stalin’in hatası kendisinden sonra gelecek olanın hazırlığını
yapmamış olmasıydı.” (Molotov
Anlatıyor, s. 373) değerlendirmesini de buraya aktarmak isteriz.
Ancak
revizyonist hainlerin yukarıdaki saptamaları, Benediktov’un ve Moltov’un
açıklamaları Stalin’in öldürülmüş olabileceği kuşkusunu olabildiğine
güçlendiren bir itiraf ve açıklamalardır. Bu itiraflar ve açıklamalar, gerçekte
revizyonistlerin Stalin’in daha hayattayken Stalin
sonrasına hazırlık yaptıklarının da açık kanıtıdır.
Raporda,
Stalin’den bir cani, bir katil, kan dökmekten zevk alan bir vampir; bir
narsist, makyavelist, bir canavar; tek başına ülkeyi yöneten ve her türlü keyfi
davranışı olan bir diktatör; on binlerce insanı keyfi olarak yok eden bir
paranoyak; soykırımcı; kendini tanrı katına koymaktan ve bu propagandayı
yapmaktan zevk alan adi bir işkenceci; vahşi işkencelerle sahte itiraflar alan,
düzmece davalar düzenleyen bir zorba; binlerce, on binlerce komünisti, yüzlerce
SBKP önderini işkenceden geçirip kurşuna dizdiren bir despot olarak bahsedilir.
Stalin dönemindeki başarıların Stalin’e rağmen kazanıldığı iğrenç demagojisi
yapılmaktadır.
Yeni burjuvazi,
ideolojisi, ahlakı ve önderleriyle kendi niteliklerini, uluslararası sınıf kardeşlerinin nitelik ve
alçaklıklarını, “Gizli Rapor”da Stalin’e, proletarya diktatörlüğüne, o dönemin
şanlı SBKP(B)’ne atfeder. Raporda, Stalin Hitler’den daha büyük bir cani ve
katliamcı olarak lanse edilir. Tabii hainler ve korkaklar çetesi bunu Lenin’i
ağızlarından düşürmeden, Marksizm-Leninizm bayrağını en önde taşıyan “sadık
leninistler” demagojisiyle yaptılar. Tıpkı “Leninist-Bolşevik” Troçki gibi.
Kruşçev haini,
1964’te revizyonist burjuvazinin öteki kanadı tarafından tasfiye edilene dek, bir
elinde “Stalinizme karşı mücadele” bayrağını sallarken, öteki elinde de kızıl
bayrağı sallamaya ve ardına gizlenmeye devam etti.
20., 21. ve 22.
Kongre ile revizyonist burjuvazi, iktidarını sağlamlaştırmada ve kapitalizmin
inşası yolunda hızlı bir tempoda bir hayli yol aldı.
Kruşçev haini,
başta ekonomik alan olmak üzere, iç ve dış politikadaki başarısızlıkları sonucu
yıprandı, gözden düştü. Revizyonist burjuvazi atı yenilemek gerektiğini anladı. Kruşçev, Ekim 1964’teki MK
toplantısında, bütün görevlerinden alınarak tasfiye edildi. Kruşçevizm’i (sosyalizmi tasfiye,
kapitalizmi kurma, sosyal-emperyalist devlet haline gelme program ve eylemini) kurtarmak için, Kruşçev feda edildi.
Yeni inisiyatif odağı artık Brejnev-Kossigin
kliğiydi.
Brejnev-Kosigin
liderliğindeki yeni tip burjuvazi, Kruşçev çizgisini rötuşlayarak, kapitalizmi inşa çizgisinde dolu-dizgin ilerledi.
“NeoStalinistler” olarak lanse edilen Brejnevci klik, “kişi putlaştırmasına”,
“Stalinizme” karşı mücadelesini bir an bile elinden bırakmadı. Kuşkusuz
ki Brejnevci kliğin “neoStalinist”, “Stalinist” olarak lanse edilmesi adi bir
burjuva kurnazlığının ve demagojisinin ifadesi olmaktan öte herhangi bir değeri
yoktur.
Burjuvazi ve
revizyonist akımların pek çoğu revizyonist burjuvaziyi ısrarla “Stalinist” vb.
olarak lanse etti daima. Onlar bunu yaparken bir yandan Brejnev döneminde
hızlanan kapitalizmin inşası çizgisini desteklemeye, öte yandan da Brejnevleri
“neoStalinist” göstererek bir taşla birçok kuş vurma taktiğini izlemeye devam
ettiler. Troçkistler de aynı koronun içerisinde yer aldıkları gibi, dahası,
çığırtkanlıkta daima önde olmaya da devam ettiler.
Troçkist Sungur
Savran’ın özelde Gorbaçovculukla ilgili ortaya çıkan tabloya değinirken yazdığı
şu sözleri, aynı ihanetçi taktiğin çarpıcı bir kanıtı olarak göz çıkarıyor:
“Başka dersler
var; ‘Tek ülkede sosyalizm’ programı, bürokratik hâkimiyet sistemi ve Stalinizm
artık yolun sonuna geldi. Bugün bürokrasi ve onun siyasal/ideolojik hareketi
Stalinizm kendi kendini tasfiye ediyor.” (Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler
Ansiklopedisi, C. 5, s.1693)
Yani Savran’a
göre “Stalinist” dönem Gorbaçovculukla birlikte son buluyor, ama o döneme dek
iktidarda olan burjuvazi değil, “Stalinizmdir! Burada revizyonist bürokrat
burjuvazi Stalinist ilan edilirken, klasik kapitalist biçimlere geçişi savunan
ve hazırlayan kesimlere karşı çıkan bürokrat burjuva klikler de ayrıca
“neoStalinist” olarak lanse ediliyor. Bu hileli yolla da Marksizm-Leninizm’e,
Stalin’e, Stalin döneminin sosyalist yapısına karşı iğrenç bir saldırı
örgütleniyor.
Kruşçev dönemi
ile Brejnev dönemi, aynı tarihsel-ideolojik-siyasi sürekliliğin dolaysız ifadesidirler. Aralarındaki farklılıklar
yöntemlere ilişkindir. Örneğin, “Stalinizm” sorununda çizgi aynı çizgidir, ama
aradaki taktiksel ve yöntemsel farklılıklar söz konusudur. Bu konuda, Brejnev döneminde basılmış olan “SBKP
Tarihi” kitabında, 20. Parti Kongresi kutsanıp yüceltiliyor, tüm tezleri onaylanıyor. (Bkz. age, s.
466…)
“SBKP MK’nın 30
Haziran 1956 tarihli kararnamesi parti ve ülke için, bütün uluslararası
komünist ve işçi hareketi için bir bakıma özellikle önemliydi. ‘Kişiye tapmayı
ve onun doğurduğu zararları yok etmeye dair’ adını taşıyan bu kararname, önemli
sorulara cevap verdi. Stalin kültü nasıl türüyebilmiş, kişiye tapmak neden
marksizme, leninizme yabancıdır, kişiye tapma ve bundan doğan zararları yok
etme işine SBKP neden girişmiştir?” (age., s. 485)
“XX. Kongre,
‘Kişiye tapma ve onun neden olduğu zararlar üstüne ‘raporu dinledi. (….) ve
Marksizm-Leninizm’e kesinlikle yabancı olan kült olgusunu kesinlikle yerdi.” (age., s. 483)
Brejnevci Parti
Tarihi kitabı (ki, 1959’da da Kruşçevci SBKP Tarihi yayınlanmıştır), 20.
Kongre’yi ve 20. Kongre’nin “Stalinizme” karşı mücadele politikasını eksiksiz desteklerken şu sözlerle de,
gerçekte, halkın “Stalinizme” karşı
geliştirilen alçakça saldırılara da katılmadığını
dolaylı biçimde itiraf etmiş oluyor:
“Parti
anlıyordu ki, kişiye tapmanın neden olduğu yanlışların ve aşırılıkların
açıklanması halkta üzüntü uyandıracak ve düşmana Sovyet aleyhtarlığı için
fırsat verecekti. Fakat parti bu rizikoyu üzerine aldı…
“Gerçekten de
zorluklarla karşılaşıldı. Sonra, Stalin kültünü çözme işi bazen kampanyalar
biçiminde, tek taraflı yapılıyordu. Yapılan eleştiri, her zaman objektif
değildi. Yanlışlar çoğu kere öyle ele alınıyorlardı ki, Sovyet halkının
sosyalizm kuruculuğunda, Büyük Anayurt Savaşında kazandığı başarılar
küçümsenmiş oluyordu.” (age., s. 488)
Bu sahtekârlar
ve hainler çetesi, anti-Stalinist kampanyanın zaten halkı demoralize etmek,
sosyalizmi yıkmak, Sovyet düşmanlarını sevindirerek elbirliğiyle devrimci olan
ne varsa onu yıkmak için örgütlendiğini görmezden gelerek, üstünü örterek bu
satırları yazıyorlar. Ancak aynı satırlar, anti-Stalinist, anti- komünist
karşı-devrimci kampanyanın kimleri üzdüğünü ve hedef aldığını, kimleri
sevindirip dostluğunu kazandırdığının da açık bir itirafını oluşturuyor.
Anti-Stalinist
karşı-devrimci kampanyaya tepki duyan SSCB işçi sınıfı ve halkları, restorasyon
sürecine karşı sayısız biçimde direnmiştir. Gürcistan’da patlak veren bir
ayaklanmayı gazeteci Jean Marie şöyle anlatır:
“Bir direnme
oldu ayaklanan kalabalık Stalin’in memleketi Gürcistan’da günlerce başkent
Tiflis’i ellerinde tuttu”
Stalin’e
sınırsız bir sınıf kini besleyen ve ondan ölesiye korkan revizyonist burjuvazi,
Stalin’i mezarında da rahat bırakmaz. SBKP
22. Kongresi’nin aldığı bir kararla, naaşı Kızıl Meydan’dan, Lenin’in
mozolesinin yanından kaldırılır.
“1961’deki
SBKP’nin XXII. Kongresi bu kez ulu orta yapılan bu açıklamalar dalgası 1956
suçlamalarını doğruladı ve gözler önüne serdi. İlk defa tapma döneminden
konuşulmaya başlandı. Güvenlik şefi Şelepin yasaları çiğneme ve polis
aygıtındaki tasfiye konusunu ayrıntılı bir raporla suçlamada yerini aldı.
Molotov, Malenkov suçlanıyorlardı. İlk defa adaleti yerine getirmekten,
suçluları yargılamaktan, işlenen hataları onarmaktan söz ediliyordu. Kruşçev,
eski diktatörün Kızıl Meydandaki Anıt Mezardan cesedinin çıkarılmasını,
heykellerin yıkılmasını, adını taşıyan sokaklara, alanlara, kentlere yeniden
isim verilmesini, Stalin cinayetlerinde kurban gidenler için bir anıt
dikilmesini tasarladı.”(Jean Marie Chauvier, age., s. 58)
Modern
revizyonizmin adım adım iktidarı gasp etmeye hazırlandığı 53-56 arası dönemde,
SSCB’de, Sosyalist Kamp’ta, UKH içinde kokuyu iyi alan burjuva öğeler,
oportünist, reformist, revizyonist, Troçkist kesim ve eğilimler dört bir yandan
canlanmaya, parti ve devlet iktidarlarını teslim almak için silahlarını
kuşanmaya, fırsat kollamaya başladılar.
1956 yılında
20. Kongre ile iktidarın revizyonist burjuvazi tarafından gasp edilmesinden
sonra, Sosyalist Kamp’ta ve UKH içinde revizyonizm ve her türden burjuva etki
atağa kalktı. Polonya’da, özellikle de Macaristan’da karşı devrim Titoizmin, Troçkistlerin ve uluslararası sermayenin enerjik
desteğinde ayaklandı. UKH içinde derin bir ideolojik kargaşa patlak verdi. UKH
bileşenlerini oluşturan komünist partilerin ezici bir çoğunluğu modern
revizyonist çizginin hegemonyası altına girdi.
Başını AEP’in
ve Enver Hoca’nın çektiği Marksist-Leninist ve devrimci partiler modern
revizyonist ihaneti kavradıkları ölçüde,
gecikmeli de olsa, baş
kaldırdılar. Devrimci-demokratik dinamizmini henüz yitirmemiş olan ÇKP’de kendi
özgün devrimci konumundan ve bir dizi
özel ulusalcı çıkarların (örneğin atom bombasının sırlarının verilmemesi, sınır
sorunları, Tayvan sorunu, Çin’in BMÖ üyeliği sorunu vb.) etkisiyle de ihanete,
karşı-devrime karşı direndi. ÇKP, başta, yöntemsel ayrılıklarına ve önemli
ayrılık ve eleştirilerine karşın, Kruşçev modern revizyonizminin derin etkisi altında
kaldı. ÇKP MK’sının tavrını yansıtan ve “Renmin Ribao”da –Halkın Gazetesi-
yayınlanan “Proletarya Diktatörlüğünün Tarihsel Deneyimi” ve “Proletarya
Diktatörlüğünün Tarihsel Deneyimleri Üzerine Biraz Daha” başlıklı makaleler bu
bakımdan önemlidir. Bu iki makale, 20. Kongre’nin ardından, birincisi 5 Nisan,
ikincisi 29 Aralık 1956 tarihinde yayınlanmıştır. Birinci makalede Kruşçevci
20. Kongre, şöyle değerlendiriliyor:
“Kişiye tapmaya
karşı mücadele sorunu XX. Parti Kongresinin çalışmalarında önemli bir yer
tuttu. Parti Kongresi bütün samimiyetiyle, uzun zamandan beri Sovyet toplum
yaşamında birçok hatalara ve zararlı sonuçlara yol açan kişiye tapmanın yaygın
olduğu gerçeğini ortaya koydu. SBKP’nin kendi hatalarına karşı yaptığı cesur
eleştiri, parti içi işleyişin derin ilkeli karakterini ve Marksizm-Leninizmin
büyük canlılığını göstermektedir.” (Proletarya
Diktatörlüğünün Tarihsel Deneyimleri, s.13, İnter Yay.)
“Parti ve
devletin baş önderi olarak Stalin, hayatının son döneminde tam da bu nedenle
bazı ciddi hatalar yapmıştır, çünkü o, farklı davrandı. O, burnu büyük oldu;
itinasızdı, görüşleri subjektivizme ve tek yanlılığa açıktı…” (age., s.17)
“Gelişme
halindeki sosyalist üretici güçler, sosyalist ekonomik ve siyasi sistem ve
parti yaşamı, böyle bir kişiye tapma atmosferi ile her gün daha keskin bir
çelişki ve çekişme içine girmişlerdir. SBKP XX. Parti Kongresinde kişiye
tapmaya karşı gelişen mücadele, gelişmenin karşısında duran ideolojik engelleri
silip süpüren Sovyet komünistlerinin ve Sovyet halkının gerçekten büyük ve
kahraman bir mücadelesidir.” (age., s. 21)
“Çin Komünist
Partisi, kişiye tapmaya karşı tarihsel olarak anlamlı mücadelede SBKP’nin
kazandığı büyük başarıları selamlamaktadır.” (age., s. 22)
“Stalin
hayatının son döneminde kazandığı bazı zaferler ve buna bağlı olarak yapılan
övgüler Stalin’in başını döndürdü. O yer yer kaba bir biçimde diyalektik
materyalist düşünce tarzından uzaklaştı, sübjektivizme düştü. Kendi bilgeliğine
ve otoritesine körce inanmaya başladı.” (age., s. 50)
“…burjuvazi ve
Batı’nın sağ sosyal-demokratları, kasıtlı olarak Stalin’in hatalarının
düzeltilmesini ‘destalinizasyon’ (Stalin’den arınma-çn.) olarak gösterdiler ve
bunu ‘antiStalinist unsurların’ ‘Stalinist unsurlara’ karşı mücadelesi diye
adlandırdılar. Çirkef niyetleri tümüyle ortadır. Ne yazık ki, buna benzer
görüşler bazı komünistlerde de yaygındır. Komünistlerin böyle görüşler
savunmalarını çok zararlı buluyoruz.” (age., s. 51)
ÇKP, Titoizm’i
ve Titozm’le barış ilan eden ve kutsayan Kruşçev revizyonizmini ise şöyle
olumluyor:
“Sovyet
hükümetinin Yugoslavya ile ilişkileri düzeltmek için gösterdiği çabalar, 30
Ekim 1956 açıklaması ve Polonya ile Kasım 1956’daki görüşmeler, bütün bunlar,
dış ilişkilerde geçmişte yapılan hataların radikal biçimde ortadan kaldırılması
amacıyla, SBKP ve Sovyet hükümetinin kararlılığını göstermektedir. Sovyetler
Birliği’nin bu adımları, proletaryanın uluslararası dayanışmasının
güçlendirilmesinde büyük bir katkıdır.” (age., s. 71)
“Tito yoldaşın
ve Yugoslavya Komünistler Birliği’nin diğer yönetici yoldaşlarının Stalin’in
hataları ve buna bağlı konularda son konuşmalarında ortaya koydukları tavra
objektif ve haklı bir tavır denemez. Yugoslav yoldaşların Stalin’in hatalarına
karşı özel bir kin duymaları anlaşılır bir şeydir. Onlar geçmişte çok zor
koşullar altında sosyalizme sarılmak için övgüye değer çabalar gösterdiler.
İktisadi kuruluşların ve diğer sosyalist kuruluşların demokratik yönetimi
konusundaki deneyleri de dikkat ekti. Çin halkı, bir yanda Sovyetler Birliği ve
diğer sosyalist ülkelerle, diğer yanda Yugoslavya arasındaki çekişmelere son
verilmesini selamlar; aynı zamanda Çin ile Yugoslavya arasındaki dostluk
ilişkilerinin kurulması ve gelişmesini selamlar; Yugoslavya halkı gibi Çin
halkı da, Yugoslavya’nın sosyalizme giden kendi yolunda refahı ve gücünün
artmasını umut eder…” (age., s. 53)
Burada
amacımız, başlı başına ÇKP’nin tutumun değerlendirmek değildir; ama geçerken bu
olguları hatırlatmak istedik.
Bölünme, kendi
ulusal burjuvazisinin çıkarları doğrultusunda direnme revizyonizmin burjuva
milliyetçi doğasında vardır.
Nitekim her
türlü baskı, şantaj, abluka, iç işlerine zorbaca müdahale vb. araçlarla UKH’yı
uluslararası modern revizyonist hareket haline getirmeyi başaran Kruşçevci
hainler, kısa sürede “çok merkezli” revizyonist bir hareketle yüz yüze
kaldılar. 2. Dünya Savaşı yıllarında ve sonrasında sağ oportünizmin geliştiği
İtalya Komünist Partisi, Fransız Komünist Partisi, İspanya Komünist Partisi
gibi partiler öncelikle Kruşçevci revizyonizmden “Avrupa komünizmine” doğru evrildiler.
Togliatti, 20. Kongre’nin ardından bu görüşlerin babasının kendisi olduğunu ve
hakkının teslim edilmesi gerektiğini yüzsüzce ilan etti. Togliatti, “çok
merkezlilik” teorisinin önderi olarak ihanete en erken teslim olanların başında
geldi ve Fransız Komünist Partisi lideri G. Marchais, İspanya Komünist Partisi
lideri Carillo ile birlikte Euro-Komünizmi’nin önderliğini yaptı(lar).
Kruşçevizm,
biçimsel de olsa, kendi liderliğinin tanınması koşuluyla, zorunlu bir taviz
olarak, Euro-Komünizmi’ni tanımak zorunda kaldı.
Gerek UKH
içerisinde komünizmden koparak sosyal reform partilerine geçiş sürecinde olsun,
gerekse de Sosyalist Kamp ülkelerinde sosyalizmden kapitalizme geçiş sürecinde
olsun “Stalinizme”, “kişi putlaştırmasına karşı mücadele”, “dogmatizme karşı
mücadele”, “yaratıcı Marksizm” sloganları ve bayrağı hep başköşeye oturtuldu.
Troçkizm’in, “Batı-Marksizmi”nin, “post-modernizmin”, “post-Marksizm”in,
“Ezilenlerin Marksizmi”nin de aynı sloganlarla ve oportünist duruşlarla
Marksizm-Leninizm’e, dünya Marksist Leninist Komünistlerine saldırısı tesadüfi
değildir. En nihayetinde, revizyonizm, reformizm, oportünizm, Troçkizm vb.
akımlar aralarındaki farklılıklara karşın ve her birinin doğarak geliştiği
ulusal alanlardaki özgün biçimlenmelerine karşın, aynı emperyalist dünya
sistemi temeli üzerinde, son tahlilde, ortak küresel nitelikler üzerinde
birleşerek, Marksizm-Leninizm’e karşı, dünya proleter devrimine ve sosyalizme
karşı mücadele etmektedirler. Her bir dönemde ya da dönemeçte, hangi farklı
özgün kılıflarla ortaya çıkarsa çıksınlar, en nihayetinde dünya kapitalizminin
hizmetindedirler. Bu, çağımızın tipik olgularından birisidir.
Kanımızca,
Kruşçev revizyonizmi önderliğinde toplanan ve “oy birliğiyle” onaylanan 1957 ve 1960 UKH belgeleri, gerçekte modern revizyonizmin
damgasını taşıyan belgelerdi. Bu
belgeler incelendiğinde de rahatlıkla görülebileceği gibi bir uzlaşmanın ürünüdür. AEP, ÇKP vb.
partilerin modern revizyonist çizgiye karşı mücadelesi, bu belgelerin
Marksizm-Leninizm ile revizyonizmin eklektik
bir bileşkesi olarak çıkmasına yol açmıştır. Kanımızca, E. Hoca ve AEP’in iddia
ettiği gibi bu belgeler ilkesel olarak Marksist-Leninist
belgeler değildir.
Bu belgeler,
tüm Marksist-Leninist lafazanlığına karşın ve dahası Kruşçevizm’in geri adım
atarak imzalamış olmasına rağmen, modern
revizyonizmin damgasını taşıyor.
Belgelerde 20. Kongre onaylanıp
övülüyor, 20. Kongre’nin tüm temel oportünist gerici tezleri belgelerde yer
alıyor.
Bizce
Marksist-Leninist Komünistler bu belgeleri revizyonist belgeler olarak mahkum etmeli ve AEP’in tavrını da açıkça eleştirmelidir.
SSCB’de
iktidarı gasp eden yeni burjuvazi, sosyalizmin tasfiyesine ve kapitalizmin
inşasına klasik burjuva
ideolojisiyle, programıyla başlayamazdı. Bunun için kendini, içerisinde doğup büyüdüğü tarihsel,
siyasal, iktisadi ve kültürel koşullara adapte etmek zorundaydı.
Kapitalizm ve
burjuvazi uluslararası karaktere sahiptir. Bu maddi/tarihsel nesnel gerçek,
revizyonizmin de uluslararası karakterini belirleyen olgudur. Dolayısıyla
revizyonizm, hangi ülkede ortaya çıkarsa çıksın, temel karakteristik
özellikleriyle uluslararası bir karaktere sahiptir. Revizyonizm, doğası gereği,
burjuva ideolojisinin biçimlerinden biridir ve o, proletarya saflarında burjuva
bir etkiyi, akımı temsil eder. Uluslararası karakterine karşın; revizyonizme
karşı mücadele emperyalizme karşı mücadeleden ayrılamazsa da o, içerisinde
doğduğu toplumsal, tarihsel koşulların özgün
özelliklerini taşır. Bu bağlamda, revizyonizmi inceler ve çözümlerken onun uluslararası karakterinin yanı sıra, bir
de ulusal alanda aldığı özgün biçimleri de özenle incelemek,
çözümlemek gerekir.
Kruşçevci
modern revizyonizmin ideolojik kökleri, Brenstein’e, Kautsky’e, sosyal
demokrasiye, Troçkizm’e, Buharinciliğe, Titoizme dayanır.
Ama o, sosyalizmin zafer kazandığı bir ülkede
iktidarda olan bir revizyonizm olarak, revizyonizmin en güçlü ve en tehlikeli türü olarak, 2. Dünya Savaşı’nın ardından, emperyalizmin Soğuk
Savaş Stratejisi’nin ürünü olarak da doğan bir revizyonizm; sosyalizmi
tasfiye etme, kapitalizm ve sosyal emperyalizmi inşa etme misyonunu üstlenmiş
modern revizyonizmin bir türüdür. Bu akımın SSCB’de, ülke içerisinde maddi temelini ise ayrıcalıklı bir katman haline
dönüşen yeni tip küçük burjuva bürokratik-aristokratik-teknokratik tabaka
oluşturmuştur.
Eşyanın doğası
gereği, Kruşçevizm, ancak, içerisinde doğduğu sosyalizm koşullarında, Marksizm
Leninizm, sosyalizm zırhına bürünerek
iktidarı gasp edebilir, kapitalizmi inşa edebilirdi. Bu bağlamda, modern revizyonizm, klasik burjuva
ideolojisi, yeni revizyonist bürokrat burjuvazi, klasik burjuva kapitalist
sınıf, SSCB’de inşa edilen kapitalizm klasik kapitalizm, inşa edilen
emperyalizm klasik emperyalizm olamazdı; nitekim olmadı da. Tüm yapılanlar
Marksizm Leninizm, sosyalizm, proletarya enternasyonalizmi vb. adı altında
yapıldı.
Zaten
restorasyon ve restorasyon programı ve eylemi, o günkü somut tarihsel
koşullarda, SSCB koşullarında ve Sosyalist Kamp’ta başka biçimde de ortaya
çıkamaz, kamufle edilemez ve gerçekleştirilemezdi. 1956 yılında ortaya çıkıp,
“Kahrolsun Marksizm Leninizm, sosyalizm, komünizm!”, “Yaşasın kapitalizm,
emperyalizm, burjuvazi!” denmiş olsaydı açık ki, SSCB proletaryası, halkları bu
hainleri bir kaşık suda boğar, sosyalizme sahip çıkarlardı. Hainler Stalin’e
saldırırken bile taktik olarak ona bir biçimde sahip çıkmak zorunda
kalmışlardır.
Öğretici ve
uyarıcı olacağı için A.Yakovlev’den
bazı aktarmalar yapmak yararlı olacaktır. Aşağıdaki alıntıları okurken yılın
1990 olduğunu unutmayalım. Aşağıdaki sözlerin sahibinin sosyalizmin aşırı
bilinçli düşmanı, klasik kapitalizmin tutkulu bir gerici militanı olduğunu
bilelim. Ve bu kitabın her okuyucu tarafından incelenmesinin sayısız yararı
olacağını da belirtelim.
“Bizde halkın
zenginlere hiç sempatisi yoktur ve onlara güvenmez.” (Sovyetler Birliğinde Ne
yapmak İstiyoruz?, s. 46)
“Köylülerin bir
kısmı kendi hesabına çalışmayı kabul ediyor ama büyük çoğunluğu bunu istemiyor”
“Yine de bir
çok kolhoz ve solhozun çok iyi çalıştığını kabul etmek zorundayız.”(age., s.
50)
“Toprak sahibi
olmak isteyenlerin sayısı ise ne yazık ki, daha önce değindiğim gibi çok az.
Tersini düşünürdüm. Yanılmışım.”(age.,
s. 51)
“Hukuk
devletine gelelim. Daha işin başındayız, çünkü henüz uygun bir anayasamız yok…
kanuna uyulmadan hiçbir şey yapılamaz.
“Bizde demokrasi
henüz mevcut değil… Toplumun demokrasi geleneği yok, ilkeleri bilmiyor, oyunun
kurallarını sezdiği an da bunlara saygı göstermeye hazır değil.” (age., s. 55)
“Birisine
örneğin hakları olduğu kadar görevleri de olduğunu söylerseniz o size insan
haklarını ihlal ettiğiniz karşılığını veriyor! Görevler tamamen devlete
ait.”(age., s. 56)
“Aslında beni
korkutanlar sağcı yöneticiler - ‘sağcı’ Sovyet şartlarında Stalin’ci-Brejnevci
anlamına geliyor-(röportajı yapan gazetenin ekidir)- değil, onların
arkasındakiler, onların yönlendirdiği, ekonomik durumdan hoşnut olmayan
kitlelerdir. Eskiden işler daha iyiydi diyorlar ki bu doğru!” (age., s. 60)
“Kamuoyunda
belli bir inandırıcılığa sahip olmak için bugün hala Lenin’e başvuruyoruz.
(Kruşçevlerden, Brejnevlerden beri bu hep böyle oldu ve tabii ki daima Lenin’i
en aşağılık bir şekilde çarpıtarak!-bn.) Ülkede muhafazakâr görüşler hala çok
güçlü olduğundan Lenin’e dayanmak
gerektiğini düşünüyorum (iba.). Meta sözcüğünü duyduğu an insanlarda oluşan
güvensizliği gördüğünüz zaman, bunu fark ediyorsunuz.” (age., s. 63, iya.)
“Eski usul
sosyalizmimiz tek bir şartla, işinin başına gitmesi şartıyla, herkese aynı
ücreti verirdi. Bunun korkunç sonucu olarak, insanlar yayılıp oturmaya
alıştılar… insanlar hiçbir şey yapmayıp, konut, sağlık hizmetleri, bedava kreş,
yuva ve parasız eğitim gibi temel ihtiyaçlarının her şeye rağmen kendilerine
sağlanmasına alıştılar. Bu durum devletin daima daha fazla hizmet vermesi
gerektiği duygusuna dayanan, bir hak iddia etme anlayışını körükledi. Bence bu
zihniyet değiştirmek için herkesi kendi sorumluluğunu üstlenmek zorunda
bırakmak gerekiyor.” (age., s. 65-66)
“İdeolojilerin
sonunun geldiğinden giderek daha sık söz ediliyor. Ben, daha ziyade efsanelerin
sonu diyeceğim. XXVIII. Kongre hala komünist efsanelerin izlerini taşıyor.
Elbette, serbest piyasa ekonomisine geçmeye karar verdik, bir hukuk devleti
oluşturuyoruz… bugün çoğulcu sistemin varolma hakkı var. Bunların hepsi
prestroika zihniyetinden kaynaklanıyor. Ama sanki bunların hiçbiri mevcut değilmiş
gibi, XXVIII. Kongre ‘program deklerasyonunda SBKP sosyalizm yolunu seçmiş ve
komünizmi hedefleyen bir partidir’ diye yazıyor (Kruşçev babanız da aynı
aşağılık taktiği izlemişti-bn.)” (age., s. 66)
Yukarıda
aktardığımız alıntılar sosyalizmin ve 56 sonrası da sosyalizm döneminden kalan
ve gasp edilememiş hakların Sovyet işçisi ve emekçiler arasında ne denli kök
salmış ve kapitalizme, özel mülkiyete, zenginlere ne denli öfkeyle baktıklarını
gösteriyor. Aynı açıklamalar, birkaç on yıldır sosyalizm tasfiye edilmiş olduğu
halde Gorbaçovcu hainlerin hala neden 1990’larda dahi, Lenin’i çarpıtarak ve
arkasına gizlenerek, iğreti bir biçimde de olsa, sahtekârca programlarına
“sosyalizm yolunu seçmiş, komünizmi hedefleyen bir parti” olduklarını yazma
gereksinimini duyduklarını gösteriyor.
Troçkizm,
“Stalinizm”i “karşı-devrim”, “bürokratik karşı-devrim” olarak tanımlar.
Troçkizm ve IV. Enternasyonal 1956’yı “Destalinizasyon” yolunda olumlu bir
dönemeç olarak görür ama Kruşçev ve ardıllarının Stalincilikten yeterince
kopuşamayarak Stalin’in çizgisini, modelini bir biçimde devam ettirdiğini
savunur. Bakın Yakovlev Stalin hakkında neler söylüyor:
“Stalin’in
benim için kötülük timsali olduğunu söylemeliyim.” (age., s. 30)
“Stalin
eleştirildikten sonra Stalinci modelde ısrar edildi.” (age., s. 24)
“Stalin’in
yaptığı gerçekten sosyalizmin bir ifadesi olarak görülebilir mi? Hayır! Tersine
tam bir karşı-devrimdir.” (age., s. 29)
Kendisine ve
kendilerine “Leninist-Bolşevik”,
“Devrimci Marksizm”, “komünist” dahası Marksizm’in çağımızda geliştirilmesinin
ifadesinin Leninizm değil de Troçkizm olduğu yaftasını yapıştırmayı seven
Troçki, Troçkizm ve IV. Enternasyonal ile Marksizm-Leninizm’in, devrim ve
komünizmin bilinçli azılı düşmanı A. Yakovlev’in Stalin’e karşı aynı cephede ve
mevzide saf tutmuş olmaları ve aynı sözlerle saldırmaları çarpıcı bir şekilde
örtüşüyor ve burjuva sınıf kardeşliğini çarpıcı bir şekilde ele veriyor. Evet,
Troçkizm’in stratejik çekirdeği bilinçli anti-komünistlerden oluşmaktadır.
Tarihsel deneyim bu geçeği çok çarpıcı bir tarzda açığa çıkarmıştır.
Kruşçevizm ve
ardılları revizyonist bürokratik karşı-devrimi simgelerken, Gorbaçovculuk ise
56’dan başlayarak revizyonist karşı-devrimin klasik kapitalist karşı-devrime
yol açan doruk noktası olarak olgunlaşıp çürümesidir. Yeltsincilik ise
karşı-devrim içinde karşı-devrimdir. İkincisi birincisinden doğmuş, birincisi
yerini ikincisine bırakmıştır. Böylece miadını dolduran tekelci devlet
kapitalizmi, klasik kapitalist biçimler alarak dağılmış, tipik klasik kapitalist
dönem başlayıp yeni sürece damgasını basmıştır.
Karşı-devrim
içinde karşı-devrim, Kruşçev-Brejnev dönemini “Stalincilik”, “neoStalinizm”
dönemi olarak damgalamış; birinci karşı-devrim Gorbaçovculukla Stalin dönemini
bir kez daha mahkûm ederek, geniş çaplı anti Stalinist kampanyayla ikinci
karşı-devrime yolu düzlemiştir. Her iki burjuva karşı-devrimin temsilcileri,
her bir aşamada Stalin’e, sosyalizme ve Marksizm- Leninizm’e sınır tanımaz kin
ve saldırıda dizginsizce birleşmiştir. Ve Troçkizm de her bir aşama ve
dönemeçte onları eleştirel(!) enerjik tarzda desteklemiş ve teşvik etmiştir.
Gerçekler
bunlardır.
“Sovyet tarihçisi” Yuriy Afanasiyev, 10
Haziran 1987 yılında yapılan röportajda, “Bugün Stalinizm bir davranış biçimi,
görüş ya da düşünce sistemi olarak hala varlığını sürdürüyor mu?” sorusunu,
şöyle yanıtlıyor:
“Bizim
ülkemizde değişik nedenlerle Stalin’le ilgili olarak ‘iyi anıları olanlar’ hiç
de az değildir. Tarihsel anlamda bellek düne ilişkin bilimsel olmayan ‘sıradan,
günlük’ deneyim ve değerlendirmeleri de içerir. Bu düşüncelerin ortaya çıkışı,
gelişimi kendiliğinden oldu genellikle, ama gelişmesine ve kuvvetlenmesine
ideolojimiz de katkıda bulundu. Filimlerimize göz atmak, birkaç kitap okumak
yeterli: Stalin yüce, bilge kişi olarak tanıtılıyor. Daha düne kadar
otomobillerin camlarına da Stalin’in resmi yapıştırılırdı. Stalin’in doğrudan
fotoğrafları, ya da fotoğraflı hediyelikler Gürcistan’da açık açık satılırdı
da. Stalin’in adı birçok kimse için sağlam politika, disiplin ve düzenle eş anlamlı
hale gelmişti. İnsanlar içtenlikle inanırlardı buna. Bu mirastan kurtulabilmemiz için yalnızca bilime değil, propagandaya da
önemli görevler düşüyor.” (Bitirilmemiş Devrim, s. 128-29, iba., Amaç yay.)
“İlerleyebilmek
İçin Tarihten Dersler Çıkarmak Gerekiyor” başlığı altında yukarıdaki kitapta
yayınlanan konuşmasında Nikolay Malov, “SBKP tarihini öğreten ders kitabı nasıl
olmalıdır?” sorusu bağlamında, “Moskova’daki Parti Tarihi Kürsüleri eğitmenleri
için düzenlenen seminerde” (yıl 1987), şu itirafta bulunur:
“Parti
yöneticilerine gelince: Lenin’den bu yana tek yönetici bile yok. Bu en azından
son yıllarda yayınlanan ders kitaplarına göre böyle. Stalin ve Hruşçov bile en
fazla, parti kongrelerinde rapor okuyan kişiler olarak anılıyor. Oysa onlar
devletin ve partinin yönetiminde olan, karmaşık ve çelişkilere sahip
kişiliklerdi. Bilimsel somutlulukta irdelenmeleri ve değerlendirilmeleri
gerekmektedir. Roosevelt’e, Churchill’e ve Eden’e ilişkin kitaplar yayınlandı, ama
Stalin’in politik kariyerini anlatan kitap hala yok. Oysa dünya çapında ona
ilişkin yüzlerce kitap yayınlandı ve
yayınlanıyor. Üstüne üstlük bu
yayınlar antisovyetik, antikomünist görüşler temelinde hazırlanıyor. Bu
başkaları için de geçerli.” (s. 133-134, iba.)
Yuriy
Afanasiyev’in açıklama ve değerlendirmesi,
Stalin’in ölümünden bu yana süre gelen “deStalinizasyon”a, Stalin’ini
itibarsızlaştırma operasyonuna rağmen Stalin’in, Sovyet halkları ve işçi sınıfı
nezdinde itibarının yaşamaya devam ettiğinin itirafıdır. Yıl 1987. Gorbaçov’la
birlikte anti-Stalinist kampanya dizginlerinden boşanmış dörtnala yol
almaktadır. Ama hala bay “Sovyet tarihçisi”, Stalin’den, “Stalinci miras”tan,
“Bu mirastan kurtulabilmemiz için yalnız bilime değil, propagandaya da önemli
görevler” düştüğünden bahsetme gereğini duymaktadır. Bayın bahsettiği “bilim ve
propaganda” ise tümüyle demagoji ve manipülasyondan ibarettir. Söylemek isteği
şey, sözde bilimin, bilimsel kılıf giydirilmiş manipülasyonun ve iliklerine
kadar çürümüş ve kokuşmuş olan yalan ve demagojiye dayanan burjuva ve burjuva
revizyonist propagandanın misliyle yoğunlaştırılarak, devrimi, sosyalizmi,
Marksizm-Leninizm’i, Stalin’i proletarya ve halkların belleğinden tümüyle
sökülüp atılmasıdır. Belli ki pek sayın tarihçimiz, 50’lerden 90’lara yaklaşmış
tarihsel kesitte, emperyalizmin, modern revizyonizmin ve yeni burjuvazinin bin
bir biçimde pratikleştirdiği anti-Stalinist kampanyayı, “bilim” ve “propaganda”
adına, hala yetersiz bulmakta, “Daha fazla yalan, daha fazla iftira için haydi
ileri!” çığlığı atmaktadır. Eh, boşu boşuna “At sahibine göre kişner”,
dememişler.
Nikolay
Malov’un konuşması da bir başka itiraftır. Modern revizyonist burjuvazinin
Stalin, devrim, sosyalizm ve komünizm düşmanlığının tablosunu özlü ama çarpıcı
bir tarzda yansıtmaktadır. Stalin ve sosyalizm adı belgelerden, kitaplardan vb.
silinmiştir. O, yok sayılmıştır. Nasıl tanımlanırsa tanımlansın, artık SSCB
yok. Ama meydanlara çıkan işçiler, emekçiler Kruşçevlerin, Brejnevlerin,
Çernenkoların, Andropovların, Gorbaçovların değil, Lenin ve Stalin’in
posterlerini taşıyarak yürümektedirler. Eee, gerçekler inatçıdır ve siz onları
kıvrak kalem darbeleriyle, demagoji ve manipülasyonla, zorla, satılmışların it
gibi havlamasıyla değiştiremezsiniz.
Burada
hatırlatmanın yeridir: Uluslararası sermaye, Troçkizm, sosyal-demokrasi,
Titoculuk, başta Sovyet modern revizyonizmi olmak üzere modern revizyonizm,
dikkat edilsin, herhangi bir SBKP kongresini değil, söz gelimi SBKP’nin 10. ya
da 14., 15., 16., 17., 18., 19. parti kongresini değil 20. Parti Kongresi’ni esin
kaynağı olarak açıklamış ya da desteklemiş, övmüş, bir milat olarak almıştır. İşte Lenin ve Stalin dönemi ile 20. Kongre
ve Kruşçev ve Kruşçevizm ile açılan dönem arasındaki fark bu kadar temel bir
farktır aynı zamanda. Çünkü Lenin ve Stalin döneminin SBKP’si ile Kruşçev, 20.
Kongre ve ardılları dönemindeki SBKP arasındaki farklılık, proleter çizgi ile
burjuva çizgi, sosyalizm ile kapitalizm arasındaki farktır.
SBKP’nin 20.
Kongre süreciyle açılan kapitalizmin restorasyonu ve bu restorasyonun
kapitalizmin yeni tipte inşası ile ve süreciyle birlikte burjuva revizyonist
bir karşı devrimci kulüp haline getirilen SBKP’nin iğrenç bir şekilde
çürüdüğünü görebilmek bakımından, şu iki örnek son derece çarpıcıdır. İlk
örnek, Yeltsin’le ilgili olacak. Bakın SBKP’ye girerek Polit Büro üyeliğine
kadar yükselen Yeltsin, anılarında neler yazmış:
“Parti
komitesinin bana sorduğu çok sayıda sorunun arasında, ondan gelen şu soru
vardı: ‘Marks, Das Kapital’in hangi sayfasında mal-para ilişkilerine
değiniyor?’ Kendisinin Marks’ı hiçbir zaman ciddi bir şekilde okumamış
olduğunu, asla bilemeyeceğini, zaten para-mal ilişkisinin ne olduğundan da
haberi olmadığını biliyordum. Hemen cevap verdim. Şakacı bir ses tonuyla, bir
saniye bile düşünmeden ‘C. II, sayfa 387’ dedim. Yüzünde bilgiç bir ifadeyle,’
Aferin’ dedi. ‘Marks’ı iyi biliyorsun.’ Ondan sonra parti üyesi olarak kabul
edildim.” (Boris Yeltsin, Bu Gidişe Karşıyım, Altın Kitaplar, s. 54’ten aktaran
Ahmet Hamdi Dinler, Sosyalizm Yolunda Yeni Açılımlar, s. 130-131)
İkinci örnek, SBKP Genel Sekreteri Y. Andropov’la
ilgilidir. Bakın bu zat-ı muhterem neler demiş vaktiyle:
“ Kısacası
komünizm, komünist yetersizliğinden ölmüştür. Dünyadaki komünistlerin en azı,
eskiden komünist sistem ile yönetilen ülkelerde yaşamıştır. Andropov’un dediği
SBKP içindeki komünist sayısının % 8
oranı doğru ise o zaman partinin % 92’si sadece partili idi. Zaten kendisi
‘komünistlik başka, particilik başka’ dememiş miydi? Bütün komünist partileri
içinde sürü ile partili bulmak mümkün. Oysa komünistleri fener ile aramak
gerekirdi.” (Vasili Rafailides, EONOE aktaran Cumhuriyet Gazetesi, Aktaran A.
H. Dinler age., s.133)
Bu tabloyu özel
olarak yorumlamaya gerek var mı acaba! Evet, bürokratik tasfiyeci çürümenin
ortaya çıktığı koşullarda partili olmakla komünist olmanın farklı şeyleri ifade
ettiğini biz de biliyoruz. Kendi özgün deneyimimizden bu olguyu, çarpıcı olarak
yaşıyoruz. Bu bakımdan da sosyalizmin tarihinden gerçekten öğrenmeliyiz.
Gorbaçov’la
birlikte SBKP içerisinde neoliberalinden faşistine kadar sayısız çeşitlilikte
politik grubun ortaya çıkışı yeni tip burjuvazinin, modern revizyonizmin, yeni
tipte inşa edilmiş kapitalizmin ve sosyal emperyalizmin ne derece korkunç
çürüdüğünü kanıtlamıştır.
Brejnev’den
adeta hayranlıkla bahseden Yalçın Küçük’ün, “Sosyalizmden soğumuş, yaşadığı
toplumda mutsuz, kapitalizmin faziletlerine inanan ve bunları abartan bir
entelijansiya, Brejniev döneminin en büyük miraslarından birisidir; Mihail
Garbaçov, eninde-sonunda Sovyetler Komünist Partisi ile çatışmaya girdiği zaman
bu gayri memnun entelijansiyaya döndü. Bu gayri memnunlar ordusunu harekete
geçirmek için Brejniev’i kötülemek bulunmaz bir yöneliş oluyordu; Garbaçov
ekibinin, Brejniev dönemi için bulduğu, ‘zastoy’, durgunluk, nitelemesi,
muhalif entelijansanın içyapısına da uygun düşüyordu.” (Sovyetler Birliği’de Sosyalizmin Çözülüşü,
s. 153) analiziyle, O şu “gayri memnunlar ordusunu”nun nedenini ya da “bir
nedenini” Brejnev’in ücretler politikasında büyük eşitlikçi olmasına her ne
kadar bağlıyorsa da ( ki bu yanlıştır), gerçekte, sorunu üreten temel olgu 1956
ile ortaya çıkan ve Brejnev dönemiyle atağa geçen ve bir olguya dönüşen
kapitalizmin restorasyonudur, restorasyon sürecidir. İşte bundan dolayıdır ki,
Batı kapitalizmi hayranı “gayri memnun” aydınlar ordusu, en fazla da Brejnev
döneminde ürüyor. Gorbaçov’a da düşen, bu orduyu yedekleyerek ya da ittifak
kurarak harekete geçirmek oluyor. Eh, sonuç da ortada zaten...
Geçmeden
bir-iki olguya daha dikkat çekmek istiyoruz.
SSCB’de
Kruşçevci modern revizyonist karşı-devrimle açılan tarihsel süreci anlamamış,
kapitalizmin yeni yoldan inşasını kavramamış bir dizi oportünist akım ve aydın,
revizyonist/kapitalist sistem ve kampın dağılışını da doğru değerlendirememiş;
tarihten de ilkeli, bütünlüklü dersler çıkaramamıştır. Daha trajikomik olanı
ise, dağılışın, Kruşçevci modern revizyonist karşı-devrimin, kendi çizgi ve
eyleminde kararlılıkla
ilerleyememesine bağlamalarıdır. Örneğin bu bağlamdaki eleştiri ve
değerlendirmelerin savunucularından birisi de Mehmet Yılmazer’dir. Yılmazer’in,
1988-93 arası tarih kesitinde yayınlanmış yazıların derlemesinden oluşan
kitabı, bu bakımdan bir ibret örneğidir. Amacımız başlı başına Yılmazer’in
kitabını değerlendirmek değil. Zaten bu, gerekli de değildir. Yıkılanın,
çözülerek dağılan sistem ve kampın, revizyonist/kapitalist sistem ve kamp
olduğu olgusunu bilince çıkarmaktan zaten uzak olan ve yıkılışı “sosyalist
sistemin yıkılışı” olarak tanımlayan ve çözümleyen Yılmazer’in bu sözde
anlayışını geçiyoruz.
Yılmazer’in,
“Sosyalist sistemin çöküşü karşısında metodik olarak yaklaşırken başlıca üç
farklı tavır ortaya çıktı.” “Sovyetler Birliği’ni zaten ‘sosyal emperyalist’
olarak gören siyasal akımlar açısından ortada önemli bir değişme yoktu.
‘Bürokratik kapitalizmden pazar kapitalizmine’ bir geçiş yaşanıyordu. Onlar
söyleyeceklerini Mao ile birlikte zaten 60’lı yılların sonlarına doğru
söylemiştiler. Dolayısıyla bu siyasal akımlar açısından sosyalist sistemin
çöküşünden teorik ve siyasal sonuçlar çıkartmak mümkün değildi.
Aslında onların mantığı açısından gerekli de değildi.” (Kapitalizmden
Sosyalizme Geçiş Çağına Ne Oldu, s. 10, iba., Alaz Yay.) eleştirisi,
eleştiriden ziyade demagojiden ibarettir. Sözgelimi SSCB’de Kapitalizmin
Restorasyonu, Sosyalizmin Sorunları ve Tarihi Dersler, (Hasan Ozan, Ceylan-Akademi
Yayınları) vb. çalışmalar Yılmazer’in önyargılı, sübjektif ve manipülatif
duruşunun somut bir kanıtıdır.
Kuşkusuz ki,
SSCB’nin ve Sosyalist Kamp’ın 56 ile, Kruşçevci kızıl maskeli beyaz
karşı-devrimle birlikte kapitalizmin restorasyonu sürecine girdiğini ve bu
sürecin 70’lere gelince sosyal-emperyalizm olarak olgunlaştığını düşünen
cenahta, “değişen bir şey yok, ne
dedikse o çıktı” keyfiyetine saplanmış akımlar vardır ama bundan hareketle
Yılmazervari genelleme yapmak, ilkesiz bir yöntem ve bakış açısını ifade
etmektedir.
Yılmazer’i hep
birlikte dinlemeye devam edelim:
“Stalin’e ilk
önemli eleştiri Kruşçev’in XX. Kongre’de (1956) yaptığı ‘gizli’ konuşma ile
başladı. Kongre sonrası MK’nın aldığı ‘Kişi Tapıncı Ve Sonuçlarının Giderilmesi
Üzerine’ başlıklı kararla resmileşti. Bu
karar Stalin döneminin oldukça iyi bir değerlendirmesini içerir.” (agk., s. 35, iba.)
Yılmazer, “Bu
karar Stalin döneminin oldukça iyi bir değerlendirmesini içerir” saptamasıyla safını ve duruşunu seçer. (Yukarıda, Kruşçevizmin, 20. Kongre’ye, 20. Kongre
kararlarına, “Gizli Rapor”a dayanan anti-Stalinist çizgisinin karakterini,
kampanyanın içeriğini, hedef ve amaçlarını ortaya koymuş olduğumuz için bir kez
daha tekrarlamak gerekmiyor.) Bu duruş, yeni tip burjuvazinin, modern
revizyonist karşı-devrimin, kapitalizmin restorasyonun yanıdır… Yılmazer’in
bazı haklı eleştirileri ise, temel tahlili ve duruşu yanında önemsizdir.
Seçtiği safı da değiştirmiyor.
Yılmazer,
Kruşçev’i bazı hataları olan bir komünist
olarak değerlendiriyor. Kruşçev, Brejnev ve ardıllarının “hatalar”ını Stalin
dönemine, Stalin döneminin modern revizyonizm tarafından köklü bir şekilde
aşılamamasına, bu amaçla ortaya konulması gereken sürekliliği olan sistematik
irade eksikliği ile izah ediyor ve eleştiriyor(!). Modern revizyonist
burjuvazinin 56 sonrası süreçteki başarısızlıklarının faturasını da fütursuzca sosyalist geçmişe mal ediyor. Örneğin o,
“Böylece şu gerçeklik açıkça ortaya çıkıyor: Kruşçev dönemindeki ‘reformlar’
doğru noktalara dokunsa da eski mantık ve yöntemlerle pratiğe geçirilince
işlemez hale gelmiş, düzensiz uygulamalara dönüşmüştür.” (age., s.48)
Açıkça
görülebileceği gibi, Yılmazer, sosyalizmi tasfiye, kapitalizmi yeniden kurma teori ve pratiği olan Kruşçevizm’e
sahip çıkıyor; dahası, kraldan daha kralcı kesilip, yeni tip burjuvaziyi,
reformları tutarsız, istikrarsız, yetersiz, sistemsiz vb pratikleştirmekle
eleştiriyor (!). Yeni tip burjuvaziyi, modern revizyonizmi, kapitalizmin
restorasyonunu savunmanın klasik
yöntemlerinden birisi de, öteden beri sayısız Troçkist, revizyonist, orta yolcu
akımın ve aydının yapageldiği gibi, bir yandan Kruşçevlerin restorasyon yolunu
savunmak, öte yandan da revizyonist bürokrat burjuvaziyi ileri gitmede,
yenilenmede yetersiz kalmakla eleştirmektir(!). Yılmazer de yeni bir şey
yapmıyor, revizyonist tasfiyeciliğin ayak izlerine basarak ilerliyor. Hepsi bu
kadar!
Şu sözler de
bayımıza ait:
“Gerçekten
Brejnev, Kruşçev’i ‘iradi’ ve ‘subjektif’ olarak eleştirirken, kendisi Stalin
döneminin bir karikatürünü yaratmaktan öteye gidememiştir.”
Yılmazer,
1935’lerden sonra, Stalin dönemindeki “ekonomik yönetim ve politikada yetki ve
yürütüm, kaçınılmaz bir şekilde Sovyet tarihindeki en merkezi noktasına”
çıktığını, “Bu, koşulların zorunlu bir sonucuydu. Elbette ki böyle bir
yapılanmanın olumsuz birikimleri de olacaktı.” dedikten sonra, şöyle devam
eder:
“Fakat 1948’den
sonraki yıllarda emperyalist kuşatma geri çekilmiş, içeride burjuva artıkları
etkisini yitirmiş durumdadır. Bu objektif değişim, parti politikasına yansımamızlık
edemezdi. Yeni girilen döneme uygun politikalar üretmede Kruşçev dönemi bir
adım atmış olsa da bu adım eski dönemin ve yeni koşulların yeterince
kavranmayışından dolayı karşı uca sıçrayan tutarsızlıklardan öteye
gidememiştir. Brejnev dönemi ise, değişen koşullara yeterince hızla ayak
uyduramamış, Stalin döneminin politikalarını yeni koşullarda biraz deforme
ederek uygulamakla yetinmiştir.” (age., s. 50-51)
Burada da
açıkça görülebileceği gibi, bu değerlendirmeler tümüyle sübjektiftir. Modern revizyonizmi, Kruşçevleri,
Brejnevleri örtülü bir şekilde savunma, meşrulaştırma, aklama; suçu, Stalin
dönemine yıkarak işin içinde çıkma oportünizmiyle yüz yüzeyiz. Açık ki bu
durumda da, Stalinci politika ve yapılar sürmüş, aşılamamış, vs. oluyor.
Görüldüğü gibi,
Yılmazergiller familyasının tipik kaşarlanmış revizyonist teorik-siyasal
değerlendirmeleriyle karşı karşıya bulunuyoruz. SSCB’de ve Sosyalist Kamp’ta
sosyalizmi yeni yoldan tasfiye edenlerle Yılmazergiller familyası arasında
nesnel içsel ideolojik bir bağ
vardır. Bu bağ, sosyalizm ve komünizm adına modern revizyonist çizginin, orta
yolcu oportünizme has koşullar içerisinde kendisini yeni bir biçimde üreterek
karşımıza Kruşçevlerin, Brejnevlerin hataları olan komünistler olarak
değerlendirilip eleştirilmesinde de açığa çıkmaktadır.
İşte bu
revizyonist, sosyal reformcu zihniyetin sonucudur ki Yılmazer, Gorbaçovculuğu
da şöyle kutsayabiliyor:
“Perestroykayla
sosyalizm bir döneme giriyor. Bu ‘dönem’ sosyalizmin kuramsal aşamalarından
birisi değil, tamamıyla Sovyetler’de sosyalizmin gelişiminin özel
bir aşamasıdır. Herhangi bir ülkede tekrarlanması ne bir kader ne de bir
kaçınılmazlıktır. Ancak bu büyük deney her devrimci örgütlenme için zengin bir
yol göstericidir.
“Çalışan
yığınların topyekün inisiyatifi temeline dayanan sosyalizm, bürokratik
yozlaşmalarla kendi canlı özüne yabancılaşabilmiştir. Şimdilerde bu çember
kırılıyor.” (age., s. 60, iya.)
“Yazımızı ‘yeni
düşünce’yle ilgili bir notla sonuçlandıralım. Sovyetler’deki uygulamalar, genel
özüyle olumlu özellikler taşıyor. Yıllardır geciken adımlar atılıyor….” (age.,
s. 61)
Yukarıdaki
satırlar Eylül 1988’de yazılmıştır. İşte Yılmazer’in geldiği yer:
Gorbaçovculuğun savunusu. Gorbaçovculuğun geldiği yer mi? SSCB’nin de dağılışı,
tarihin karanlıklarına gömülüşü…
Evet, Yılmazer
sayfalar dolusu yazmıştır. Ama boş yazmıştır. Eleştiri adına, ders çıkarma
adına sosyalizmin tarihinden doğru sonuçlar çıkarmayı ve devrimci bir tarzda
hesaplaşmayı da zaten başaramamıştır. Tek tek bazı devrimci eleştirileri ise
ana yaklaşım ve değerlendirmelerinin karanlığında yitip gitmiştir.
* Geçmeden
eklemeliyiz: Komünist partisini işçi sınıfının değil de “ezilenlerin partisi”
ilan etmek, Kruşçevci modern revizyonizmin de ideolojik etkisini yansıtır; “tüm
halkın partisi” teorisinin başka bir versiyonunu ifade eder. Komünist partiler
yalnızca ve yalnızca işçi sınıfının politik temsilcisidirler; işçi sınıfının
partileri olan komünist partileri, halkın ve ezilenlerin de mücadelesine
önderlik eder. Bu iki şey iki farklı olgudur. Biri diğerinin yerine ikame
edilemez. Tıpkı “Batı Marksizmi”nin, tıpkı “post-Marksizm”inin, tıpkı
Troçkizm’in olduğu gibi, onların bir diğer versiyonu olan “ezilenlerin
Marksizmi”nin, “ezilenlerin Marksizm-Leninizm”inin de Marksizm-Leninizm ile
herhangi bir ilişkisinin olmaması gibi. Tıpkı ezilenlerin ya da halkın
proletaryanın yerine ikame edilmeyeceği gibi.
**Ayrıntılar
için bkz. Kruşçev’in Anıları I, s. 442 ve sonrası. Kruşçev’in Anıları (1 ve 2)
PDF formatında internetten bulanabilir ve indirilebilir.
DEVAM EDECEK