TC., ROJAVA, İŞGAL HAREKATI
AKP-MHP-Ergenekon
ittifakına dayanan sömürgeci faşist diktatörlük, dizginsiz bir
dinsel faşist demagojinin eşliğinde Rojava Devrimi'ni boğmak için
''Fırat'ın Doğusu''na girdi. Diktatörlük paralı katiller ordusu
cihadist çeteleri ön hatlara sürerek kendi asker kayıplarını
azaltmaya çalışmaktadır. YPG-YPJ öncülüğündeki Demokratik
Suriye Güçleri (QSD) ise sömürgeci ordunun işgal harekatına
karşı kahramanca direnmektedir. Komünistler bütün
savaş mevzilerinde YPG-SDG güçleriyle birlikte hareket etmekte,
gerek Şehit Serkan
Taburu ve Şehit Alişer Deniz Tugay’ı ile gerekse de diğer
alanlarda doğrudan savaş cephelerinde yer almaktadırlar; Serekani
de ise daha etkin bir savaş gücü olarak en önde
savaşmaktadırlar.* Komünistler,
Serekani şehitliğinde yatan Baran Serhat'ın (Bayram Namaz) ve
şehitlerin erdemleriyle donanmış olarak savaş bayrağını
yüksekte tutmaktadırlar.
I
Diktatörlük, işgal yoluyla bir taşla birkaç kuş
vurmayı hedeflemektedir.
Diktatörlük, iğrenç bir psikolojik savaşın
eşliğinde içerde azgın faşist terör, dışarda emperyal ve
işgalci politikalarla Kürtlerin kazanımlarını yok etmek istiyor.
Türk egemen sınıfları ve faşist diktatörlük,
içerisine yuvarlandıkları ekonomik ve siyasi krizden çıkabilmek,
krizin faturasını halklara ödetmek için Afrin'den sonra
Kürdistan'daki işgali genişletmeye yöneliyor.
İşgal harekatıyla, içerde işçi sınıfının ve
halklarımızın dikkati dışa ve ''dışa'' çekilerek, birikmiş
toplumsal ve politik tepkinin yönü saptırılmaya çalışıyor.
Dinci, ırkçı, militarist, şoven, asimlasyoncu demagoji misliyle
yoğunlaştırılarak kitlelerin sömürüye, zulme, toplumsal
adeletsizliğe karşı gelişen öfkesi bastırılmak, gerici ve
faşist amaçlara yedeklenmek isteniyor. Halkların karşı karşıya
getirilmesi için, böl ve yönet politikasına başvuruluyor.
Biliyoruz ki, faşizm ve sermaye, Kürt-Türk, Laik-antilaik,
Alevi-Sünni ekseninde halkları bölme, birbirine düşmanlaştırma
politikasını öteden beri kullanmaktadır. Dinci faşist Erdoğan
cuntası, Suriye'ye emperyalist ve gerici müdahalenin başlamasından
bu yana ise bu politikayı daha etkin pratikleştirdi...
Amerikan emperyalizmi, İsrail siyonizmi, sömürgeci
faşist diktatörlük ve bağlaşıkları söz konusu çeteleri
Rus-Çin-İran bloğuna karşı Suriye'de, Ortadoğu'da, Asya'da vb.
bir vuruş gücü olarak kullanmak için korumaya önem
vermektedirler. Dolayısıyla Saray cuntası, IŞİD'in vb cihadist
çetelerin ezilmemesi, yeniden dirilmesi ve işlevselleşmesi için
Suriye'nin Kuzey ve Doğu'sunu işgal etmeye yöneldi.
Saray cuntası, Suriye Kürdistanı'nda sözde
kazanılmış zaferlerle top çevirmek için de söz konusu işgal
harekatını gerçekleştirmektedir. Erdoğan cuntası, özellikle 31
Mart yerel seçimlerinde daha çarpıcı açığa çıkan AKP'nin güç
kaybını, moral bozukluğunu ve partideki bölünmeleri önlemek;
Gül-Babacan ve Davutoğlu öncülüğünde kurulmak istenen
partilerin önünü kesmek, etki gücünü kırmak için işgal
hareketini kullanmaktadır. Erken ya da zamanında yapılacak genel
seçimlerde ve ''Cumhurbaşkanı'' seçimlerini kaybetmemek ve hesap
sorulmasını önlemek için de bu manevrayı kullanmaktadır. İşgal
girişimi ile her muhalif sesin boğulmak istendiği açıktır.
Erdoğan açıkça ifade etti, ''İnşallah Millet
ittifakını dağıtacağız.'' Nitekim Erdoğan işgal manevrasıyla
rakip gördüğü söz konusu bloğu etkisizleştirmek, parçalamak
için elinden geleni arkasına koymamaktadır.
Buna karşın CHP başta olmak üzere burjuva muhalefet
partilerinin ''milli çıkarlar'', ''memleket güvenliği'',
''terörle mücadele'' vs. vb. adına Saray cuntası ve bağlaşıkları
etrafında kenetlenmesi ise kimseyi şaşırtmadı...
Yukarıda anlattığımız odağında Kürt
kazanımlarını yok etmek olan tablo, iç ve dış politikanın
nasıl kaynaştığını göstermektedir. Diktatörlüğün ve başı
Erdoğan'ın elinde içerde terör, dışarıda yayılmacılık ve
işgal dışında bir silahı kalmamıştır. Her cephede açık
saldırı çizgisiyle ayakta kalmaya çalışmaktadır.
İç politikayla dış politikanın bu kadar açık ve
kaba, saldırganca iç içe geçmesi, diktatörlüğün gücünün
değil, zayıflığının ifadesidir. Bu olgu, sınıfın ve
kitlelerin öz deneyleriyle az-çok gerçekleri görmesine,
demokratik ve komünist propaganda ve ajitasyona daha açık hale
gelmesine hizmet etmektedir...
Kısacası, dikta ve Saray cuntası, bir taşla birçok
kuş avlamak istemektedir. Fakat ava gidenin avlandığı da tarihte
çok görülmüştür.
II
''3K'' olarak ifade edilen politika Türk egemen
sınıflarının ve devletin kırmızı çizgilerini belirlemektedir.
Daha öncesi bir yana, Komünizm-Alevi-Kürt düşmanlığını ifade
eden ''3K'' politikası Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu
yana, devlet politikası olarak uygulana gelmiştir. Kürt ulusuna
düşmanlık ve Kürt ulusal devrimini ezmek, ''Fırat'ın Doğusu''nu
işgal etmek bu politikanın eseridir. Tıpkı Batı Kürdistan'da
soykırım temelinde demografik yapıyı değiştirme, nüfus
yerleştirme ekseninde kukla bir yönetim kurma hedefinde olduğu
gibi. SDG-YPG liderliğindeki direniş harekatının tasfiyesi
gerçekleşmeden bu amacına ulaşamayacağını bilen Türk
gericiliğinin cihatçı çeteleri kurtarma, bir araç olarak
kullanma ve bu yetmediği için de doğrudan işgale başvurması
aynı politikanın yansıması ve somutlaşmasıdır.
Kürt ulusu büyük bir tarihsel haksızlığa uğramış,
ülkesi dört parçaya bölünmüş bir ulustur. Ve 4 parçaya
bölünmüş Kürt ülkesinin en büyük parçası sömürgeci Türk
burjuvazisinin hakimiyeti altındadır. Gerek ''Misak-i Milli
sınırları'' içerisinde gerekse de Ortadoğu'da Kürt
kazanımlarının en büyük tehlikeyi kendileri için yaratacağını
bilmekte ve bu korku, en büyük korkuları olarak onları bir gölge
gibi daima takip etmektedir. Bu olgu, Türk sermaye devletinin
tarihsel ve güncel özel Kürt düşmanlığı politikasının
temelidir.
Bu tarihsel haksızlık Kürtlerin bölgesel alanda
haklı mücadelesine, ulusal direnişine, ulusal ayaklanmalarına yol
açmıştır ve yol açmaktadır. Bağımsız Birleşik Kürdistan
hakkı Kürt ulusunun doğal hakkıdır. Bu hakka ve tümüyle meşru
olan ulusal demokratik direnişe karşı çıkmak tutarlı bir
burjuva demokrat olmakla bile bağdaşmaz. Kürt halkının hangi
parçada olursa olsun, ulusların ve dillerin eşitliği, kendi
kaderini tayin hakkı mücadelesi meşru bir mücadeledir ve
desteklenmelidir. Bu hak, Kürtlerin tartışılamaz ve dokunulamaz
demokratik hakkıdır. Bu hakkı nasıl kullanacağına ancak Kürtler
karar verebilir. Burjuva liberallerinin, küçük burjuva
demokratların ve Arap, Fars ve Türk milliyetçiliğiyle, şovenizm
ve sosyal şovenizmle belirlenen gerici karakterlerine ve
politikalarına karşı savaşmaksızın da bu hak tutarlıca
savunulamaz.
İşgal harekatının, sömürgeci faşist diktatörlüğü,
bölgesel ve uluslararası arenada teşhir ve tecrit ettiğini
vurgulamak gerekir. Keza, Türk sermaye devletinin işgal ve etnik
temizlik yönelimi zaten uluslararasılaşmış Kürt sorununu daha
da uluslararasılaştırdığını ve bu eğilimi daha da
keskinleştireceğinin de altını çizmek gerekir.
İşbirlikçi Türk sermayesinin ve sömürgeci devletin
Erdoğan liderliğindeki kirli, haksız, sömürgeci savaşı ve
işgal harekatının Kürt ulusal bilincini geliştirip ulusal birlik
talep ve eğilimini güçlü bir şekilde ivmelediğine de ayrıca
dikkat çekmek isteriz. Bu olguyu Kürdistan'ın dört parçasında
işgal harekatına karşı sokaklara çıkılmasından ve küresel
alanda gittikçe kitleselleşer büyüyen protesto eylemlerinden de
görmekteyiz. (Türkiye ve Kuzey Kürdistan'daki işgal karşıtı
protestoların kitleselliğinin zayıf kalması, en direnişçi
kesimlerle sınırlı olması dikkat çekicidir.)
İşgal harekatına karşı direniş küresel çapta
giderek etkisi artan yaygın ve kitleselliği de gitgide büyüyen
protestolarla gelişmeye devam etmektedir. Küresel arenada ayağa
kalkmaya başlayan enternasyonal desteğin ve sahiplenmenin giderek
büyüyeceğini, çeşitleneceğini, kitle tabanının
genişleyeceğini rahatlıkla ifade edebiliriz.
Kürt sorunu, yaşamsal
öneme sahip Ortadoğu çapında zaten bölgesel uluslararası
karaktere sahipti. Kürt sorunu, bölgede fay hatlarının harekete
geçmesiyle gittikçe daha fazla uluslararasılaşmıştı. Kürt
sorununun, Rojava Devrimi şahsında yaygın küresel destek ve
dayanışma bulması rastlantısal değildir; aksine miadını
doldurmuş Sykes-Picot Anlaşmasının
çöküşüyle, çözümü geç gündemleşmiş olan bir ulusal sorun
olarak tarihsel haksızlığa karşı mücadelenin gelişmesi ve
mevziler kazanmasıyla bağlıdır.
Tarihsel bir haksızlığın boyunduruğunda jeopolitik
önemi açık olan Ortadoğu gibi bir bölgede sömürge
boyunduruğuna mahkum edilmiş 45-50 milyonluk bir ulusun baş
kaldırmayacağını düşünmek zaten aptalca olur...
III
Tüm emperyalist devletlerin kanlı elleri
Ortadoğu'dadır. Suriye, küçük bir Ortadoğu'dur. Tüm
emperyalistlerin ve bölgesel burjuva devletlerin kanlı elleri
Suriye'nin içindedir. Ortak çıkarlar ve özgün çıkarlarla iç
içe geçen Ortadoğu ve Suriye arenasında kaotik bir hegemonya ve
rekabet mücadelesi yaşanmaktadır. Bu olgu, bölgede de artan
oranda istikrarsızlıklara ve alt-üst oluşlara yol açmaktadır.
Tüm bu rekabet sürecinde karmaşık ortamı ve çelişkileri kendi
lehine değerlendirmeye bakan Türk burjuva devleti, ''Güvenli
bölge'' adı altında Suriye-Türk sınır hattını işgal etmek ve
kendi piyonlarına da dayanarak söz konusu bölgeyi, TC'nin sömürge
toprakları haline getirmek istemektedir. Zaten eski Osmanlı
sınırları içerisinde kalan toprakları kendi toprakları olarak
gören Türk burjuva devleti ve neo-Osmanlıcı, Türkçü,
İttihatçı, İslamcı Erdoğan iktidarı, ''başka ülkelerin
topraklarında gözümüz yok'' derken, gerçekte Suriye'de dahil
ilgili ülkelerin topraklarının zaten kendi toprakları olarak
gördüklerini meşreplerine uygun anlatmış oluyorlar. Dinsel
faşist demagojinin ve manevraların sınır tanımadığını
biliyoruz. Tıpkı işgalci sömürgeleştirme harekatının ''Zeytin
Dalı Harekatı'', ''Barış Kalkanı Harekatı'', ''Barış Pınarı
Hareketi'' gibi gösterilmesinde olduğu gibi. Tıpkı ''ÖSO''cu
paralı çetelerin ''Milli Suriye Ordusu'', tecavüzcü, kadın köle
pazarları kuran, yağmacı, kitlesel katliamlar yapan IŞİD'li
cihadist çetelerin ''zalim Esad rejimine karşı savaşan özgürlük
savaşçıları'' ve cihadist hareketlerin ''masum gençlik
hareketleri'' olarak desteklenmesinde olduüu gibi. Kıbrıs
işgalinin ''Kıbrıs Barış Harekatı'', hapishane katliamlarının
''Hayata Dönüş Operasyonu'', Kürt ulusal direniş hareketinin
''bölücü terör'' gibi gösterilmesinde olduğu gibi.
IV
Sömürgeci Türk sermaye devletinin Rojava'yı işgal
harekatı Afrin'in işgali örneğinde olduğu gibi, öncelikle de
ABD ve Rusya'nın göz yummasıyla gerçekleşmektedir. Bu iki rakip
emperyalist devletin BM GK'inde basit bir kınama kararının
alınmasını bile önleme tavrından da bu gerçeği görmekteyiz.
Diğer emperyalist devletlerin ve bölgesel gerici devletlerin
demagojik açıklamalarından da bu gerçeği görmekteyiz. Hepsi
Kürt düşmanlığında birleşmektedir. Emperyalizm, Arap, Fars,
Türk gericiliği özellikle de devrimci-demokratik Kürt
kazanımlarından rahatsızlar. Hepsi kendi rekabet ve özgün
çıkarlarından yola çıkarak, son tahlilde, Kürt kazanımlarının
tasfiyesinde birleşmektedir. Rojava devriminin dünyaya, özellikle
de Ortadoğu halklarına demokratik, devrimci, birleştirici,
halkların kardeşliğine dayanan kalıcı bir örnek, bir ilham
kaynağı olmasını istememektedirler. Bundan dolayı Suriye
Demokratik Güçleri'ne, Suriye'nin kuzeyini yöneten Kuzey Suriye
Demokratik Federasyonu'na karşı düşmanlıkta birleşmektedirler.
Her bir taraf, Kürtleri Türk sopasını kullanarak terbiye etme ve
yedekleme hesabıyla davranmaktadır. Burjuva devletler ve hakim
sınıflar için önemli olan tek şey, kendi ekonomik, siyasi,
askeri çıkarlarıdır ve kuşkusuz hiçbir burjuva devlet asla Kürt
halkının dostu değildir ve olmayacaktır da.
*Şoreş: Rojava devrimini sahiplenmek hayati
önemdedir ,
QAMIŞLO
(Welat
Deniz),
11 Ekim
2019 Cuma, ETHA
Devam edecek
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder