17 Ekim 2019 Perşembe

TC., ROJAVA, İŞGAL HAREKATI

AKP-MHP-Ergenekon ittifakına dayanan sömürgeci faşist diktatörlük, dizginsiz bir dinsel faşist demagojinin eşliğinde Rojava Devrimi'ni boğmak için ''Fırat'ın Doğusu''na girdi. Diktatörlük paralı katiller ordusu cihadist çeteleri ön hatlara sürerek kendi asker kayıplarını azaltmaya çalışmaktadır. YPG-YPJ öncülüğündeki Demokratik Suriye Güçleri (QSD) ise sömürgeci ordunun işgal harekatına karşı kahramanca direnmektedir. Komünistler bütün savaş mevzilerinde YPG-SDG güçleriyle birlikte hareket etmekte, gerek Şehit Serkan Taburu ve Şehit Alişer Deniz Tugay’ı ile gerekse de diğer alanlarda doğrudan savaş cephelerinde yer almaktadırlar; Serekani de ise daha etkin bir savaş gücü olarak en önde savaşmaktadırlar.* Komünistler, Serekani şehitliğinde yatan Baran Serhat'ın (Bayram Namaz) ve şehitlerin erdemleriyle donanmış olarak savaş bayrağını yüksekte tutmaktadırlar.
I
Diktatörlük, işgal yoluyla bir taşla birkaç kuş vurmayı hedeflemektedir.
Diktatörlük, iğrenç bir psikolojik savaşın eşliğinde içerde azgın faşist terör, dışarda emperyal ve işgalci politikalarla Kürtlerin kazanımlarını yok etmek istiyor.
Türk egemen sınıfları ve faşist diktatörlük, içerisine yuvarlandıkları ekonomik ve siyasi krizden çıkabilmek, krizin faturasını halklara ödetmek için Afrin'den sonra Kürdistan'daki işgali genişletmeye yöneliyor.
İşgal harekatıyla, içerde işçi sınıfının ve halklarımızın dikkati dışa ve ''dışa'' çekilerek, birikmiş toplumsal ve politik tepkinin yönü saptırılmaya çalışıyor. Dinci, ırkçı, militarist, şoven, asimlasyoncu demagoji misliyle yoğunlaştırılarak kitlelerin sömürüye, zulme, toplumsal adeletsizliğe karşı gelişen öfkesi bastırılmak, gerici ve faşist amaçlara yedeklenmek isteniyor. Halkların karşı karşıya getirilmesi için, böl ve yönet politikasına başvuruluyor. Biliyoruz ki, faşizm ve sermaye, Kürt-Türk, Laik-antilaik, Alevi-Sünni ekseninde halkları bölme, birbirine düşmanlaştırma politikasını öteden beri kullanmaktadır. Dinci faşist Erdoğan cuntası, Suriye'ye emperyalist ve gerici müdahalenin başlamasından bu yana ise bu politikayı daha etkin pratikleştirdi...
Amerikan emperyalizmi, İsrail siyonizmi, sömürgeci faşist diktatörlük ve bağlaşıkları söz konusu çeteleri Rus-Çin-İran bloğuna karşı Suriye'de, Ortadoğu'da, Asya'da vb. bir vuruş gücü olarak kullanmak için korumaya önem vermektedirler. Dolayısıyla Saray cuntası, IŞİD'in vb cihadist çetelerin ezilmemesi, yeniden dirilmesi ve işlevselleşmesi için Suriye'nin Kuzey ve Doğu'sunu işgal etmeye yöneldi.
Saray cuntası, Suriye Kürdistanı'nda sözde kazanılmış zaferlerle top çevirmek için de söz konusu işgal harekatını gerçekleştirmektedir. Erdoğan cuntası, özellikle 31 Mart yerel seçimlerinde daha çarpıcı açığa çıkan AKP'nin güç kaybını, moral bozukluğunu ve partideki bölünmeleri önlemek; Gül-Babacan ve Davutoğlu öncülüğünde kurulmak istenen partilerin önünü kesmek, etki gücünü kırmak için işgal hareketini kullanmaktadır. Erken ya da zamanında yapılacak genel seçimlerde ve ''Cumhurbaşkanı'' seçimlerini kaybetmemek ve hesap sorulmasını önlemek için de bu manevrayı kullanmaktadır. İşgal girişimi ile her muhalif sesin boğulmak istendiği açıktır.
Erdoğan açıkça ifade etti, ''İnşallah Millet ittifakını dağıtacağız.'' Nitekim Erdoğan işgal manevrasıyla rakip gördüğü söz konusu bloğu etkisizleştirmek, parçalamak için elinden geleni arkasına koymamaktadır.
Buna karşın CHP başta olmak üzere burjuva muhalefet partilerinin ''milli çıkarlar'', ''memleket güvenliği'', ''terörle mücadele'' vs. vb. adına Saray cuntası ve bağlaşıkları etrafında kenetlenmesi ise kimseyi şaşırtmadı...
Yukarıda anlattığımız odağında Kürt kazanımlarını yok etmek olan tablo, iç ve dış politikanın nasıl kaynaştığını göstermektedir. Diktatörlüğün ve başı Erdoğan'ın elinde içerde terör, dışarıda yayılmacılık ve işgal dışında bir silahı kalmamıştır. Her cephede açık saldırı çizgisiyle ayakta kalmaya çalışmaktadır.
İç politikayla dış politikanın bu kadar açık ve kaba, saldırganca iç içe geçmesi, diktatörlüğün gücünün değil, zayıflığının ifadesidir. Bu olgu, sınıfın ve kitlelerin öz deneyleriyle az-çok gerçekleri görmesine, demokratik ve komünist propaganda ve ajitasyona daha açık hale gelmesine hizmet etmektedir...
Kısacası, dikta ve Saray cuntası, bir taşla birçok kuş avlamak istemektedir. Fakat ava gidenin avlandığı da tarihte çok görülmüştür.

II
''3K'' olarak ifade edilen politika Türk egemen sınıflarının ve devletin kırmızı çizgilerini belirlemektedir. Daha öncesi bir yana, Komünizm-Alevi-Kürt düşmanlığını ifade eden ''3K'' politikası Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana, devlet politikası olarak uygulana gelmiştir. Kürt ulusuna düşmanlık ve Kürt ulusal devrimini ezmek, ''Fırat'ın Doğusu''nu işgal etmek bu politikanın eseridir. Tıpkı Batı Kürdistan'da soykırım temelinde demografik yapıyı değiştirme, nüfus yerleştirme ekseninde kukla bir yönetim kurma hedefinde olduğu gibi. SDG-YPG liderliğindeki direniş harekatının tasfiyesi gerçekleşmeden bu amacına ulaşamayacağını bilen Türk gericiliğinin cihatçı çeteleri kurtarma, bir araç olarak kullanma ve bu yetmediği için de doğrudan işgale başvurması aynı politikanın yansıması ve somutlaşmasıdır.
Kürt ulusu büyük bir tarihsel haksızlığa uğramış, ülkesi dört parçaya bölünmüş bir ulustur. Ve 4 parçaya bölünmüş Kürt ülkesinin en büyük parçası sömürgeci Türk burjuvazisinin hakimiyeti altındadır. Gerek ''Misak-i Milli sınırları'' içerisinde gerekse de Ortadoğu'da Kürt kazanımlarının en büyük tehlikeyi kendileri için yaratacağını bilmekte ve bu korku, en büyük korkuları olarak onları bir gölge gibi daima takip etmektedir. Bu olgu, Türk sermaye devletinin tarihsel ve güncel özel Kürt düşmanlığı politikasının temelidir.
Bu tarihsel haksızlık Kürtlerin bölgesel alanda haklı mücadelesine, ulusal direnişine, ulusal ayaklanmalarına yol açmıştır ve yol açmaktadır. Bağımsız Birleşik Kürdistan hakkı Kürt ulusunun doğal hakkıdır. Bu hakka ve tümüyle meşru olan ulusal demokratik direnişe karşı çıkmak tutarlı bir burjuva demokrat olmakla bile bağdaşmaz. Kürt halkının hangi parçada olursa olsun, ulusların ve dillerin eşitliği, kendi kaderini tayin hakkı mücadelesi meşru bir mücadeledir ve desteklenmelidir. Bu hak, Kürtlerin tartışılamaz ve dokunulamaz demokratik hakkıdır. Bu hakkı nasıl kullanacağına ancak Kürtler karar verebilir. Burjuva liberallerinin, küçük burjuva demokratların ve Arap, Fars ve Türk milliyetçiliğiyle, şovenizm ve sosyal şovenizmle belirlenen gerici karakterlerine ve politikalarına karşı savaşmaksızın da bu hak tutarlıca savunulamaz.
İşgal harekatının, sömürgeci faşist diktatörlüğü, bölgesel ve uluslararası arenada teşhir ve tecrit ettiğini vurgulamak gerekir. Keza, Türk sermaye devletinin işgal ve etnik temizlik yönelimi zaten uluslararasılaşmış Kürt sorununu daha da uluslararasılaştırdığını ve bu eğilimi daha da keskinleştireceğinin de altını çizmek gerekir.
İşbirlikçi Türk sermayesinin ve sömürgeci devletin Erdoğan liderliğindeki kirli, haksız, sömürgeci savaşı ve işgal harekatının Kürt ulusal bilincini geliştirip ulusal birlik talep ve eğilimini güçlü bir şekilde ivmelediğine de ayrıca dikkat çekmek isteriz. Bu olguyu Kürdistan'ın dört parçasında işgal harekatına karşı sokaklara çıkılmasından ve küresel alanda gittikçe kitleselleşer büyüyen protesto eylemlerinden de görmekteyiz. (Türkiye ve Kuzey Kürdistan'daki işgal karşıtı protestoların kitleselliğinin zayıf kalması, en direnişçi kesimlerle sınırlı olması dikkat çekicidir.)
İşgal harekatına karşı direniş küresel çapta giderek etkisi artan yaygın ve kitleselliği de gitgide büyüyen protestolarla gelişmeye devam etmektedir. Küresel arenada ayağa kalkmaya başlayan enternasyonal desteğin ve sahiplenmenin giderek büyüyeceğini, çeşitleneceğini, kitle tabanının genişleyeceğini rahatlıkla ifade edebiliriz.
Kürt sorunu, yaşamsal öneme sahip Ortadoğu çapında zaten bölgesel uluslararası karaktere sahipti. Kürt sorunu, bölgede fay hatlarının harekete geçmesiyle gittikçe daha fazla uluslararasılaşmıştı. Kürt sorununun, Rojava Devrimi şahsında yaygın küresel destek ve dayanışma bulması rastlantısal değildir; aksine miadını doldurmuş Sykes-Picot Anlaşmasının çöküşüyle, çözümü geç gündemleşmiş olan bir ulusal sorun olarak tarihsel haksızlığa karşı mücadelenin gelişmesi ve mevziler kazanmasıyla bağlıdır.
Tarihsel bir haksızlığın boyunduruğunda jeopolitik önemi açık olan Ortadoğu gibi bir bölgede sömürge boyunduruğuna mahkum edilmiş 45-50 milyonluk bir ulusun baş kaldırmayacağını düşünmek zaten aptalca olur...

III
Tüm emperyalist devletlerin kanlı elleri Ortadoğu'dadır. Suriye, küçük bir Ortadoğu'dur. Tüm emperyalistlerin ve bölgesel burjuva devletlerin kanlı elleri Suriye'nin içindedir. Ortak çıkarlar ve özgün çıkarlarla iç içe geçen Ortadoğu ve Suriye arenasında kaotik bir hegemonya ve rekabet mücadelesi yaşanmaktadır. Bu olgu, bölgede de artan oranda istikrarsızlıklara ve alt-üst oluşlara yol açmaktadır. Tüm bu rekabet sürecinde karmaşık ortamı ve çelişkileri kendi lehine değerlendirmeye bakan Türk burjuva devleti, ''Güvenli bölge'' adı altında Suriye-Türk sınır hattını işgal etmek ve kendi piyonlarına da dayanarak söz konusu bölgeyi, TC'nin sömürge toprakları haline getirmek istemektedir. Zaten eski Osmanlı sınırları içerisinde kalan toprakları kendi toprakları olarak gören Türk burjuva devleti ve neo-Osmanlıcı, Türkçü, İttihatçı, İslamcı Erdoğan iktidarı, ''başka ülkelerin topraklarında gözümüz yok'' derken, gerçekte Suriye'de dahil ilgili ülkelerin topraklarının zaten kendi toprakları olarak gördüklerini meşreplerine uygun anlatmış oluyorlar. Dinsel faşist demagojinin ve manevraların sınır tanımadığını biliyoruz. Tıpkı işgalci sömürgeleştirme harekatının ''Zeytin Dalı Harekatı'', ''Barış Kalkanı Harekatı'', ''Barış Pınarı Hareketi'' gibi gösterilmesinde olduğu gibi. Tıpkı ''ÖSO''cu paralı çetelerin ''Milli Suriye Ordusu'', tecavüzcü, kadın köle pazarları kuran, yağmacı, kitlesel katliamlar yapan IŞİD'li cihadist çetelerin ''zalim Esad rejimine karşı savaşan özgürlük savaşçıları'' ve cihadist hareketlerin ''masum gençlik hareketleri'' olarak desteklenmesinde olduüu gibi. Kıbrıs işgalinin ''Kıbrıs Barış Harekatı'', hapishane katliamlarının ''Hayata Dönüş Operasyonu'', Kürt ulusal direniş hareketinin ''bölücü terör'' gibi gösterilmesinde olduğu gibi.

IV
Sömürgeci Türk sermaye devletinin Rojava'yı işgal harekatı Afrin'in işgali örneğinde olduğu gibi, öncelikle de ABD ve Rusya'nın göz yummasıyla gerçekleşmektedir. Bu iki rakip emperyalist devletin BM GK'inde basit bir kınama kararının alınmasını bile önleme tavrından da bu gerçeği görmekteyiz. Diğer emperyalist devletlerin ve bölgesel gerici devletlerin demagojik açıklamalarından da bu gerçeği görmekteyiz. Hepsi Kürt düşmanlığında birleşmektedir. Emperyalizm, Arap, Fars, Türk gericiliği özellikle de devrimci-demokratik Kürt kazanımlarından rahatsızlar. Hepsi kendi rekabet ve özgün çıkarlarından yola çıkarak, son tahlilde, Kürt kazanımlarının tasfiyesinde birleşmektedir. Rojava devriminin dünyaya, özellikle de Ortadoğu halklarına demokratik, devrimci, birleştirici, halkların kardeşliğine dayanan kalıcı bir örnek, bir ilham kaynağı olmasını istememektedirler. Bundan dolayı Suriye Demokratik Güçleri'ne, Suriye'nin kuzeyini yöneten Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu'na karşı düşmanlıkta birleşmektedirler. Her bir taraf, Kürtleri Türk sopasını kullanarak terbiye etme ve yedekleme hesabıyla davranmaktadır. Burjuva devletler ve hakim sınıflar için önemli olan tek şey, kendi ekonomik, siyasi, askeri çıkarlarıdır ve kuşkusuz hiçbir burjuva devlet asla Kürt halkının dostu değildir ve olmayacaktır da.
*Şoreş: Rojava devrimini sahiplenmek hayati önemdedir , QAMIŞLO (Welat Deniz), 11 Ekim 2019 Cuma, ETHA
Devam edecek

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder