''SOÇİ MUTABAKATI''...
IV
TC
ve Saray
cuntası, Soçi anlaşmasında vurgulanan ''Adana
Mutabakatı''na******* bir kez daha evet demek zorunda kaldı. Bu
evet, cuntanın, meşru olmadığını sürekli vurguladığı
Suriye rejimine doğru atmak zorunda kaldığı ya da kalacağı
adımların ifadesidir. Saray cuntasının Suriye rejimiyle
ilişkileri hala dolaylı olarak sürmektedir. Bu ilişkilerinin
giderek yerini, Erdoğan cuntasının isteksizliğine karşın, adım
adım doğrudan görüşmelere bırakması kaçınılmaz gözüküyor.
Bu gelişme, Suriye'yi kan ve ateşe boğan sömürgeci faşist
diktatörlüğün Esad rejimini yıkma stratejisinin başarısızlığının
yüzüne bir tokat olarak inmesi demektir. Çünkü doğrudan
görüşmelerin başlaması demek TC'nin Suriye rejimini yeniden
tanıması anlamına gelmektedir.
TC'nin ve katillerin başı Erdoğan'ın evet demek
zorunda kaldığı ''Adana Mutabakatı''nda TC'nin ''milli
güvenliğinin teröristler'' tarafından tehdit edilmesi durumunda
Suriye'nin en fazla 5 km derinliğine (ki bu konuda bile hala net bir
açıklama yok) operasyon yapabileceği sınırlaması getirilmiştir.
Rejimin (ve bağlaşıklarının) konumlarını sağlamlaştırdıktan
sonra, artık tehdit-mehdit yok, hadi kendi sınırlarına dön
diyeceği açıktır.
Soçi'de Esad-Putin
görüşmeleri sürerken Esad İdlib'i ziyaret etti. Ziyaret
esnasında Türk burjuva devleti hakkında sert açıklamalar yaptı.
Bu ziyaretin ve açıklamaların Rusya'nın onayıyla
gerçekleştirildiği açıktır. Bu açıklamalar Rusya-İran-Esad'ın
TC'ye verdiği mesajlardı. Soçi'de yapılan görüşmelerde Erdoğan
cuntasının İdlib ve ''Suriye Milli Ordusu'' olarak lanse ettiği
başı bozuk cinayet şebekeleri bağlamında verdiği sözlerin ve
tavizlerin ne olduğu ise hala bilinmiyor. Bir koyup (sabırla
beklemesini bilerek) üç almasını bilen Rusya'nın dinci faşist
diktaya neler dayattığını, hangi tavizleri kopardığını ancak
daha sonraki süreçte öğrenebileceğiz.
''Suriye'nin Kuvayı
Milliye''si
(Suriye Milli Ordusu) ilan edilen ve mevcudu 110 bin kişi olduğu
söylenen cihatçı çete koalisyonun sömürgeci faşist diktatörlük
ve Erdoğan cuntası tarafından kullanılmaktadır. Bu çetelerin
Rusya-rejim tarafından ise mutlaka dağıtılması, ezilmesi gereken
piyonlar olarak görüldüğünü hepimiz biliyoruz. Kuşkusuz Saray
cuntası bu çete sürülerini sonuna dek kullanmaktan vazgeçmek
istemeyecek, gönüllü olarak da dağıtmayacaktır. Ancak Rusya'nın
bu işin peşini bırakmayacağını biliyoruz. Kaldı ki, bu
çetelerin varlığının daha sonraki süreçte başlarına iş
açabileceği korkusundan dolayı AB de, şimdilik göz yumsa da,
gelecek açısından tavırsız kalmayacaktır.
Dünya çapında,
gerek ''ÖSO'' gerekse de İdlib'te yer alan çetelerin en büyük
destekçisinin Türk devleti ve Erdoğan cuntası olduğu bugün daha
net açığa çıkmış bulunuyor. Son olarak IŞİD/İD halifesi
Ebu-Bekir El Bağdadi'nin Erdoğan cuntasının ve ordusunun
doğrudan işgali altında olan ve Türkiye sınırlarına yakın bir
yerde saklanırken öldürülmesi de******** bu bağıntıyı
dünyanın gözü önüne daha çarpıcı bir şekilde serdi.
V
Vurgulamak gerekir ki Esad rejimi Arap burjuvazisinin
diktatörlüğüdür. İdeolojisi de Arap gerici milliyetçiliğidir.
Esad rejimi, en güçsüz olduğu dönemde bile haklarını tanıyarak
Kürtlerle bir birleşik cephe kurmaya yanaşmadı. Rejimin eli
yeteri kadar güçlendikten sonra da Kürtlere dostça davranmayacağı
açık ve kesindir. Verilmek zorunda kalınacak tavizler bile ilk
fırsatta yeniden gaspedilmek istenecektir. Yani her durumda da
Kürtler ve halklar kazanımlarını korumak ve büyütmek için
militanca mücadele etmek zorundadırlar. Rejimin yanı sıra ne
Rusya'nın ne de İran'ın Suriye'yi demokratikleştirmek gibi bir
projesi yoktur. Bu tip liberal burjuva beklentiler sadece daha ağır
kayıplara yol açacaktır. Hem Suriye'de hem de Kürdistan'ın diğer
parçalarında Kürt ulusal demokratik devrimini halklarla birleşik
yürütmek; Ortadoğu'da, uluslararası alanda en geniş cephesel
birlikleri kurup geliştirerek haklı savaşı yükseltmek tek
seçenektir. Demokratik, halkçı, devrimci bir çözüm sadece ve
sadece sömürgeci ve gerici haksız savaşlara karşı haklı
savaşları yükseltmek ve zaferle taçlandırmakla kazanılabilir.
Rejim ve egemen Arap
burjuvazisi için özel önem taşıyan bir olgu da petrol
yataklarının Suriye Kürdistanı (Rojava), DSG etki alanı
içerisinde olmasıdır. Dünya ekonomisi bakımdan önem taşımayan
ama Suriye'nin kapitalist ekonomisi için yaşamsal önemde olan
petrol kaynaklarının rejim tarafından Kürtlerin denetimine
bırakılmak istenmeyeceği vurgulanmalıdır. Bu olgu rejimin Kürt
kazanımlarının gaspına dayanan saldırganlığının özel bir
vesilesi olacaktır.
Esad rejimi, SDG'nin geri çekilmesine ve ağır bir
darbe almasına yol açan ABD-TC, Rusya-TC arasında imzalanan iki
anlaşmanın avantajlarını gelecek planları bakımından özel
olarak değerlendirecektir.
YPG, SDG Türk ordusunun işgaliyle, ağır bir mevzi
kaybına uğramakla birlikte, Rojava devriminin yenildiği saptaması
erken ve yanlış bir değerlendirmedir. Süreç, düz bir şekilde
değil, inişler ve çıkışlarla, ileri hamlelerle, geri
çekilmelerle dolu karmaşık bir süreçtir ve karmaşık bir süreç
biçiminde de gelişecektir. Süreç özgün biçimler alarak
sürmekte ve DSG yeni manevralarla kendine alan açmaya çalışmakta
ya da açacaktır. SDG kaybedilen mevzileri kazanma mücadelesini
sürdürecektir.
Suriye'de Kürt sorunun nasıl çözülebileceği henüz
netleşmiş değildir; aksine ucu açık çok yönlü bir sorun
durumunda. Nihai sonucun nasıl şekilleneceğine dair kesin
çıkarımlar şimdilik olanaklı değildir. Ama ne Suriye'de ne de
küresel alanda YPG-YPJ-SDG, Suriye Kürtleri görmezden gelinerek
Suriye sorunun çözümü olanaklı değildir. Dört parça
Kürdistan'a yayılmış Kürt direniş gücü, elde ettiği
mevziler, uluslararası alanda kazandığı dayanışma dikkate
alındığında bu olguyu görmek olanaklıdır. Ortadoğu'da Kürt
sorunu ve direnişi, sadece Kürt sorunu ve direnişi olmaktan
çıkarak dünya halklarının sorununa dönüşmüştür. Kürt
direnişinde kadın direnişi gerçeği de küresel çapta özel bir
etki gücü yaratmıştır. Hareketin demokratik seküler politik
karakterinin özel bir sempati, destek, dayanışma konusu olduğunun
da altı çizilmelidir.
Ortadoğu'da fay
hatları bir kez kırılmıştır. Kürtler tarih sahnesine
direnişleriyle çıkmıştır. Sykes-Picot
Anlaşması zamanını
çoktan doldurulup aşılmıştır. Artık geriye dönüş yok.
Ortadoğu'nun yeniden paylaşımı kavgası keskinleşerek
sürecektir. Üstelik sorun dar anlamıyla Ortadoğu'nun paylaşımıyla
da sınırlı değildir. Mesele çok kutuplu dünya gerçeğinin
giderek keskinleşmesiyle, küresel alanda daha da derinleşip
genişleyip sertleşen emperyalist hegemonya ve rekabet
mücadeleleriyle bağlıdır. Güncel olarak Ortadoğu'nun öne
çıkmış olması söz konusu mücadelenin bir gereği ve
gereksinimidir.
Yukarıdaki tabloyla bağlı ele aldığımızda,
Ortadoğu'da Kürt sorununun basit bir çözümü olmadığı,
aksine, son derece karmaşık ve zor bir sorun olarak dünyanın
gündemine girdiğini vurgulamak lazım. Bu bağıntıda, Rojava
devrimi somutunda Kürt sorununun daha özel biçimlerde
uluslararasılaşmasında IŞİD'in, radikal cihatçı katiller
ordusunun yenilgiye uğratılması, ''Halifeliğin Başkent''i ilan
edilen Rakka'nın kurtarılması, kadın direnişçi kimliğin güçlü
bir destek ve dayanışma kazanması, Ezidi soykırımına müdahale
edilmesinin yarattığı haklı itibar ve destek son derece temel bir
yerde durmaktadır. Ancak, aynı destek ve dayanışmanın bir İran,
bir Türkiye cephesi Kürtleri ve mücadeleleri söz konusu olunca
daha farklı olduğunu görmek ve tek yanlı abartılı
değerlendirmelere sürüklenmemek gerekir.
Rojava Devrimi'nin
zaferi ve kazanımları, sonuç ne olursa olsun, Ortadoğu'da Kürt
dinamiğinin daha çarpıcı açığa çıkarak dünyanın gündemine
güçlü bir şekilde girmesinde özel bir rol oynamıştır.
Ortadoğu'da Kürt mücadelesinin önünün daha güçlü bir şekilde
açılmasını sağlamıştır. Böylece, başta Kuzey Kürdistan
olmak üzere, bölgesel çapta mücadele eden Kürt ulusal
hareketinin küresel alanda kendini kabul ettirme, güçlü bir
destek ve dayanışma kazanma kudreti de artmıştır.
Rojava
devrimi gerçeğinin özgülünde de Kürt sorununun sadece bir
parçadaki çözümle sınırlı bir sorun olmadığı ve olmayacağı
görülmüştür.
Kürt ulusu,
Türk-Arap-Fars gericiliği tarafından kuşatılmıştır. Kürtlerin
bu tarihsel ve güncel gerçeği Ortadoğu halklarıyla birleşik
mücadele yolunda ısrarını koşullamaktadır. Dahası Kürt
sorununun devrimci nitelikte nihai çözümü, bölgesel devrimin
zaferinden geçmektedir. Evet, Kürt ulusal devrimi doğal olarak
eşitsiz gelişmektedir ve gelişecektir. Bölge devrimi için de
aynı olgu geçerlidir ancak, buna rağmen bölgesel düzeyde ve
uluslararası düzeyde en geniş demokratik, halkçı, devrimci
enternasyonal cephesel birlikler çizgisinde yürümekten başka bir
yol yoktur. Barzanileşmemek için de çözüm yolu buradan
geçmektedir.
VI
Rus ve TC mutabakatı, Rus emperyalizminin Suriye'deki
en önemli aktör olduğunu bir kez daha gösterdi. Önümüzdeki
süreçte Rusya'nın bu pozisyonunun güçleneceği de açıktır.
Rus-Çin-İran bloğu Suriye'nin siyasi birliğinin
korunmasından yanadır. ABD-TC-İsrail ise Suriye'nin toprak ve
siyasi birliğinin parçalanmasından yana. Birinci durum birinci
bloğun Suriye'de (ve Ortadoğu'da) kesin hegemonyasını
gerçekleştirme stratejisi ve devletsel çıkarlarıyla, ikinci
durum ise söz konusu bloğun Rusya'nın (ve bağlaşıklarının)
Suriye'de (ve Ortadoğu'da, Doğu Ak Deniz'deki) etkinliğini
geriletme, etkisizleştirme çıkarları ve rekabetiyle bağlıdır.
Bu bağıntıda TC için önem taşıyan özgün yan ise, bu
parçalanmanın Kürtlere herhangi bir kazanım sağlamadan
gerçekleşmesidir.
Bu bağlamda sürmekte olan hegemonya ve rekabet
mücadelesinde başarıyla ilerleyen güç Rusya-İran ittifakıdır.
Bu aşamadan sonra ABD bloğunun Suriye rejimini Batı emperyalizmine
bağımlı hale getirerek dizayn etme stratejisinin başarılı olma
şansı kalmamıştır. Rusya Suriye'deki çıkarlarını ve
hegemonyasını yeni manevralar ve yönelimlerle pekiştirecektir.
Ancak ABD liderliğindeki bloğ emperyalist ve gerici çıkarları
için özelde Suriye'yi karıştırmaya, pazarlık kozları yaratmaya
vb. devam edecektir. NATO'nun, Alman emperyalizminin önerisiyle,
oybirliğiyle aldığı ''Suriye'de Güvenli Bölge Kurma'' kararı
da bunun en son örneğidir.
VII
Erdoğan cuntası,
başta iliklerine dek çürümüş tetikçi medya gücü olmak üzere
elinde tuttuğu tüm imkanlara dayanarak son işgal harekatını
büyük komutanın, halifenin, peygamberin, dünya liderinin başarısı
olarak pazarlamaktadır iç kamuoyuna. Erdoğan, hem
Trump'u hem de
Putin'i hizaya sokan ve istediklerini alan yüce ve güçlü şahsiyet
vs. olarak lanse edilmektedir.
Erdoğan dinci faşist cuntası, söz konusu psikolojik
savaşla, içerde devlet terörünü, her türlü muhalefeti ezme
politikasını meşrulaştırmaya, olası seçimleri kazanmayı
garantilemeye çalışmaktadır. Bu demagoji ve saldırganlığın da
miadını doldurmaya doğru gittiğini söyleyebiliriz. Cuntanın
işgal ve imha siyasetinin içerde arzuladığı desteği sağlamaktan
uzak olduğu görülüyor.
Coğrafyamızın halkları cuntanın iç kamuoyundan
saklama çabasına karşın yine de bazı gerçekleri daha fazla
görmeye başlamıştır. Özellikle şövenizmin etkisi altında
olan kitleler, söz gelimi, dünya halkları nezdinde Kürtlerin
davasının gittikçe büyüyen bir destek ve dayanışma kazandığını
görmektedir.
TC'nin kimyasal silah kullanmak, sivilleri katletmek,
yüzbinleri göçe mecbur bırakmak, savaş kurallarını ihlal etmek
gibi uluslararası suçları daha fazla gündemleşmektedir. İçerdeki
dezenformasyona ve devlet terörüne karşın, bu gelişmeler, iç
kamuoyunda giderek daha geniş kesimler tarafından öğrenilmektedir.
Bu durum içerde cuntanın temellerinin zayıflamasına ve kitlelerin
devrimci tepkisinin büyümesine yol açmaktadır. Türkiye halkları
devrimci-demokratik ve sosyalist propaganda ve ajitasyona daha açık
hale gelmektedir. Ortadoğu'da, Suriye'de fetih harekatları ve fetih
demagojisi ekonomik, siyasi krizin, toplumsal yozlaşmanın ağır ve
yıkıcı cenderisinde etki gücünü giderek daha fazla
kaybedecektir. Yani ''Mızrak çuvala sığmıyor.''
Dinci faşist Hitler taslağı Erdoğan'ın, BM 74.
Genel Kurulu'nda "IŞİD tehdidinden en çok zarar gören
ülkeyiz" demagojisi eşliğinde, 30 kilometre derinliğinde,
480 kilometre uzunluğundaki haritayı havaya kaldırarak işgal
planını resmen deklare etmesi Türk sermaye devletinin planıydı.
O ve dikta bu planından vazgeçmiş değildir; ama giderek Suriye'de
dilediğince at koşturamayacağı da açığa çıkmıştır.
Osmanlı topraklarını ''yaşam alanı'' olarak ilan etmiş olan
dinsel faşist diktatörlüğün (ve IŞİD/ISIS/DEAŞ/İD
zihniyetli) elebaşının Ortadoğu'da giriştiği maceraların biraz
ileride dönüp kendisini daha çıplak vuracağına hep birlikte
şahit olacağız.
*******Madde
4: “Her iki taraf Adana Anlaşması’nın önemini teyit eder.
Rusya Federasyonu mevcut koşullarda Adana Anlaşması’nın
uygulanmasını kolaylaştıracaktır.”
********
Bkz QSD Genel Komutanlığı'nın yaptığı açıklamaya; ANF,
HESEKÊ , Pazar, 27 Eki 2019, 18:05
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder