Translate

29 Ekim 2019 Salı

''SOÇİ MUTABAKATI''...
IV
TC ve Saray cuntası, Soçi anlaşmasında vurgulanan ''Adana Mutabakatı''na******* bir kez daha evet demek zorunda kaldı. Bu evet, cuntanın, meşru olmadığını sürekli vurguladığı Suriye rejimine doğru atmak zorunda kaldığı ya da kalacağı adımların ifadesidir. Saray cuntasının Suriye rejimiyle ilişkileri hala dolaylı olarak sürmektedir. Bu ilişkilerinin giderek yerini, Erdoğan cuntasının isteksizliğine karşın, adım adım doğrudan görüşmelere bırakması kaçınılmaz gözüküyor. Bu gelişme, Suriye'yi kan ve ateşe boğan sömürgeci faşist diktatörlüğün Esad rejimini yıkma stratejisinin başarısızlığının yüzüne bir tokat olarak inmesi demektir. Çünkü doğrudan görüşmelerin başlaması demek TC'nin Suriye rejimini yeniden tanıması anlamına gelmektedir.
TC'nin ve katillerin başı Erdoğan'ın evet demek zorunda kaldığı ''Adana Mutabakatı''nda TC'nin ''milli güvenliğinin teröristler'' tarafından tehdit edilmesi durumunda Suriye'nin en fazla 5 km derinliğine (ki bu konuda bile hala net bir açıklama yok) operasyon yapabileceği sınırlaması getirilmiştir. Rejimin (ve bağlaşıklarının) konumlarını sağlamlaştırdıktan sonra, artık tehdit-mehdit yok, hadi kendi sınırlarına dön diyeceği açıktır.
Soçi'de Esad-Putin görüşmeleri sürerken Esad İdlib'i ziyaret etti. Ziyaret esnasında Türk burjuva devleti hakkında sert açıklamalar yaptı. Bu ziyaretin ve açıklamaların Rusya'nın onayıyla gerçekleştirildiği açıktır. Bu açıklamalar Rusya-İran-Esad'ın TC'ye verdiği mesajlardı. Soçi'de yapılan görüşmelerde Erdoğan cuntasının İdlib ve ''Suriye Milli Ordusu'' olarak lanse ettiği başı bozuk cinayet şebekeleri bağlamında verdiği sözlerin ve tavizlerin ne olduğu ise hala bilinmiyor. Bir koyup (sabırla beklemesini bilerek) üç almasını bilen Rusya'nın dinci faşist diktaya neler dayattığını, hangi tavizleri kopardığını ancak daha sonraki süreçte öğrenebileceğiz.
''Suriye'nin Kuvayı Milliye''si (Suriye Milli Ordusu) ilan edilen ve mevcudu 110 bin kişi olduğu söylenen cihatçı çete koalisyonun sömürgeci faşist diktatörlük ve Erdoğan cuntası tarafından kullanılmaktadır. Bu çetelerin Rusya-rejim tarafından ise mutlaka dağıtılması, ezilmesi gereken piyonlar olarak görüldüğünü hepimiz biliyoruz. Kuşkusuz Saray cuntası bu çete sürülerini sonuna dek kullanmaktan vazgeçmek istemeyecek, gönüllü olarak da dağıtmayacaktır. Ancak Rusya'nın bu işin peşini bırakmayacağını biliyoruz. Kaldı ki, bu çetelerin varlığının daha sonraki süreçte başlarına iş açabileceği korkusundan dolayı AB de, şimdilik göz yumsa da, gelecek açısından tavırsız kalmayacaktır.
Dünya çapında, gerek ''ÖSO'' gerekse de İdlib'te yer alan çetelerin en büyük destekçisinin Türk devleti ve Erdoğan cuntası olduğu bugün daha net açığa çıkmış bulunuyor. Son olarak IŞİD/İD halifesi Ebu-Bekir El Bağdadi'nin Erdoğan cuntasının ve ordusunun doğrudan işgali altında olan ve Türkiye sınırlarına yakın bir yerde saklanırken öldürülmesi de******** bu bağıntıyı dünyanın gözü önüne daha çarpıcı bir şekilde serdi.
V
Vurgulamak gerekir ki Esad rejimi Arap burjuvazisinin diktatörlüğüdür. İdeolojisi de Arap gerici milliyetçiliğidir. Esad rejimi, en güçsüz olduğu dönemde bile haklarını tanıyarak Kürtlerle bir birleşik cephe kurmaya yanaşmadı. Rejimin eli yeteri kadar güçlendikten sonra da Kürtlere dostça davranmayacağı açık ve kesindir. Verilmek zorunda kalınacak tavizler bile ilk fırsatta yeniden gaspedilmek istenecektir. Yani her durumda da Kürtler ve halklar kazanımlarını korumak ve büyütmek için militanca mücadele etmek zorundadırlar. Rejimin yanı sıra ne Rusya'nın ne de İran'ın Suriye'yi demokratikleştirmek gibi bir projesi yoktur. Bu tip liberal burjuva beklentiler sadece daha ağır kayıplara yol açacaktır. Hem Suriye'de hem de Kürdistan'ın diğer parçalarında Kürt ulusal demokratik devrimini halklarla birleşik yürütmek; Ortadoğu'da, uluslararası alanda en geniş cephesel birlikleri kurup geliştirerek haklı savaşı yükseltmek tek seçenektir. Demokratik, halkçı, devrimci bir çözüm sadece ve sadece sömürgeci ve gerici haksız savaşlara karşı haklı savaşları yükseltmek ve zaferle taçlandırmakla kazanılabilir.
Rejim ve egemen Arap burjuvazisi için özel önem taşıyan bir olgu da petrol yataklarının Suriye Kürdistanı (Rojava), DSG etki alanı içerisinde olmasıdır. Dünya ekonomisi bakımdan önem taşımayan ama Suriye'nin kapitalist ekonomisi için yaşamsal önemde olan petrol kaynaklarının rejim tarafından Kürtlerin denetimine bırakılmak istenmeyeceği vurgulanmalıdır. Bu olgu rejimin Kürt kazanımlarının gaspına dayanan saldırganlığının özel bir vesilesi olacaktır.
Esad rejimi, SDG'nin geri çekilmesine ve ağır bir darbe almasına yol açan ABD-TC, Rusya-TC arasında imzalanan iki anlaşmanın avantajlarını gelecek planları bakımından özel olarak değerlendirecektir.
YPG, SDG Türk ordusunun işgaliyle, ağır bir mevzi kaybına uğramakla birlikte, Rojava devriminin yenildiği saptaması erken ve yanlış bir değerlendirmedir. Süreç, düz bir şekilde değil, inişler ve çıkışlarla, ileri hamlelerle, geri çekilmelerle dolu karmaşık bir süreçtir ve karmaşık bir süreç biçiminde de gelişecektir. Süreç özgün biçimler alarak sürmekte ve DSG yeni manevralarla kendine alan açmaya çalışmakta ya da açacaktır. SDG kaybedilen mevzileri kazanma mücadelesini sürdürecektir.
Suriye'de Kürt sorunun nasıl çözülebileceği henüz netleşmiş değildir; aksine ucu açık çok yönlü bir sorun durumunda. Nihai sonucun nasıl şekilleneceğine dair kesin çıkarımlar şimdilik olanaklı değildir. Ama ne Suriye'de ne de küresel alanda YPG-YPJ-SDG, Suriye Kürtleri görmezden gelinerek Suriye sorunun çözümü olanaklı değildir. Dört parça Kürdistan'a yayılmış Kürt direniş gücü, elde ettiği mevziler, uluslararası alanda kazandığı dayanışma dikkate alındığında bu olguyu görmek olanaklıdır. Ortadoğu'da Kürt sorunu ve direnişi, sadece Kürt sorunu ve direnişi olmaktan çıkarak dünya halklarının sorununa dönüşmüştür. Kürt direnişinde kadın direnişi gerçeği de küresel çapta özel bir etki gücü yaratmıştır. Hareketin demokratik seküler politik karakterinin özel bir sempati, destek, dayanışma konusu olduğunun da altı çizilmelidir.
Ortadoğu'da fay hatları bir kez kırılmıştır. Kürtler tarih sahnesine direnişleriyle çıkmıştır. Sykes-Picot Anlaşması zamanını çoktan doldurulup aşılmıştır. Artık geriye dönüş yok. Ortadoğu'nun yeniden paylaşımı kavgası keskinleşerek sürecektir. Üstelik sorun dar anlamıyla Ortadoğu'nun paylaşımıyla da sınırlı değildir. Mesele çok kutuplu dünya gerçeğinin giderek keskinleşmesiyle, küresel alanda daha da derinleşip genişleyip sertleşen emperyalist hegemonya ve rekabet mücadeleleriyle bağlıdır. Güncel olarak Ortadoğu'nun öne çıkmış olması söz konusu mücadelenin bir gereği ve gereksinimidir.
Yukarıdaki tabloyla bağlı ele aldığımızda, Ortadoğu'da Kürt sorununun basit bir çözümü olmadığı, aksine, son derece karmaşık ve zor bir sorun olarak dünyanın gündemine girdiğini vurgulamak lazım. Bu bağıntıda, Rojava devrimi somutunda Kürt sorununun daha özel biçimlerde uluslararasılaşmasında IŞİD'in, radikal cihatçı katiller ordusunun yenilgiye uğratılması, ''Halifeliğin Başkent''i ilan edilen Rakka'nın kurtarılması, kadın direnişçi kimliğin güçlü bir destek ve dayanışma kazanması, Ezidi soykırımına müdahale edilmesinin yarattığı haklı itibar ve destek son derece temel bir yerde durmaktadır. Ancak, aynı destek ve dayanışmanın bir İran, bir Türkiye cephesi Kürtleri ve mücadeleleri söz konusu olunca daha farklı olduğunu görmek ve tek yanlı abartılı değerlendirmelere sürüklenmemek gerekir.
Rojava Devrimi'nin zaferi ve kazanımları, sonuç ne olursa olsun, Ortadoğu'da Kürt dinamiğinin daha çarpıcı açığa çıkarak dünyanın gündemine güçlü bir şekilde girmesinde özel bir rol oynamıştır. Ortadoğu'da Kürt mücadelesinin önünün daha güçlü bir şekilde açılmasını sağlamıştır. Böylece, başta Kuzey Kürdistan olmak üzere, bölgesel çapta mücadele eden Kürt ulusal hareketinin küresel alanda kendini kabul ettirme, güçlü bir destek ve dayanışma kazanma kudreti de artmıştır. Rojava devrimi gerçeğinin özgülünde de Kürt sorununun sadece bir parçadaki çözümle sınırlı bir sorun olmadığı ve olmayacağı görülmüştür.
Kürt ulusu, Türk-Arap-Fars gericiliği tarafından kuşatılmıştır. Kürtlerin bu tarihsel ve güncel gerçeği Ortadoğu halklarıyla birleşik mücadele yolunda ısrarını koşullamaktadır. Dahası Kürt sorununun devrimci nitelikte nihai çözümü, bölgesel devrimin zaferinden geçmektedir. Evet, Kürt ulusal devrimi doğal olarak eşitsiz gelişmektedir ve gelişecektir. Bölge devrimi için de aynı olgu geçerlidir ancak, buna rağmen bölgesel düzeyde ve uluslararası düzeyde en geniş demokratik, halkçı, devrimci enternasyonal cephesel birlikler çizgisinde yürümekten başka bir yol yoktur. Barzanileşmemek için de çözüm yolu buradan geçmektedir.
VI
Rus ve TC mutabakatı, Rus emperyalizminin Suriye'deki en önemli aktör olduğunu bir kez daha gösterdi. Önümüzdeki süreçte Rusya'nın bu pozisyonunun güçleneceği de açıktır.
Rus-Çin-İran bloğu Suriye'nin siyasi birliğinin korunmasından yanadır. ABD-TC-İsrail ise Suriye'nin toprak ve siyasi birliğinin parçalanmasından yana. Birinci durum birinci bloğun Suriye'de (ve Ortadoğu'da) kesin hegemonyasını gerçekleştirme stratejisi ve devletsel çıkarlarıyla, ikinci durum ise söz konusu bloğun Rusya'nın (ve bağlaşıklarının) Suriye'de (ve Ortadoğu'da, Doğu Ak Deniz'deki) etkinliğini geriletme, etkisizleştirme çıkarları ve rekabetiyle bağlıdır. Bu bağıntıda TC için önem taşıyan özgün yan ise, bu parçalanmanın Kürtlere herhangi bir kazanım sağlamadan gerçekleşmesidir.
Bu bağlamda sürmekte olan hegemonya ve rekabet mücadelesinde başarıyla ilerleyen güç Rusya-İran ittifakıdır. Bu aşamadan sonra ABD bloğunun Suriye rejimini Batı emperyalizmine bağımlı hale getirerek dizayn etme stratejisinin başarılı olma şansı kalmamıştır. Rusya Suriye'deki çıkarlarını ve hegemonyasını yeni manevralar ve yönelimlerle pekiştirecektir. Ancak ABD liderliğindeki bloğ emperyalist ve gerici çıkarları için özelde Suriye'yi karıştırmaya, pazarlık kozları yaratmaya vb. devam edecektir. NATO'nun, Alman emperyalizminin önerisiyle, oybirliğiyle aldığı ''Suriye'de Güvenli Bölge Kurma'' kararı da bunun en son örneğidir.
VII
Erdoğan cuntası, başta iliklerine dek çürümüş tetikçi medya gücü olmak üzere elinde tuttuğu tüm imkanlara dayanarak son işgal harekatını büyük komutanın, halifenin, peygamberin, dünya liderinin başarısı olarak pazarlamaktadır iç kamuoyuna. Erdoğan, hem Trump'u hem de Putin'i hizaya sokan ve istediklerini alan yüce ve güçlü şahsiyet vs. olarak lanse edilmektedir.
Erdoğan dinci faşist cuntası, söz konusu psikolojik savaşla, içerde devlet terörünü, her türlü muhalefeti ezme politikasını meşrulaştırmaya, olası seçimleri kazanmayı garantilemeye çalışmaktadır. Bu demagoji ve saldırganlığın da miadını doldurmaya doğru gittiğini söyleyebiliriz. Cuntanın işgal ve imha siyasetinin içerde arzuladığı desteği sağlamaktan uzak olduğu görülüyor.
Coğrafyamızın halkları cuntanın iç kamuoyundan saklama çabasına karşın yine de bazı gerçekleri daha fazla görmeye başlamıştır. Özellikle şövenizmin etkisi altında olan kitleler, söz gelimi, dünya halkları nezdinde Kürtlerin davasının gittikçe büyüyen bir destek ve dayanışma kazandığını görmektedir.
TC'nin kimyasal silah kullanmak, sivilleri katletmek, yüzbinleri göçe mecbur bırakmak, savaş kurallarını ihlal etmek gibi uluslararası suçları daha fazla gündemleşmektedir. İçerdeki dezenformasyona ve devlet terörüne karşın, bu gelişmeler, iç kamuoyunda giderek daha geniş kesimler tarafından öğrenilmektedir. Bu durum içerde cuntanın temellerinin zayıflamasına ve kitlelerin devrimci tepkisinin büyümesine yol açmaktadır. Türkiye halkları devrimci-demokratik ve sosyalist propaganda ve ajitasyona daha açık hale gelmektedir. Ortadoğu'da, Suriye'de fetih harekatları ve fetih demagojisi ekonomik, siyasi krizin, toplumsal yozlaşmanın ağır ve yıkıcı cenderisinde etki gücünü giderek daha fazla kaybedecektir. Yani ''Mızrak çuvala sığmıyor.''
Dinci faşist Hitler taslağı Erdoğan'ın, BM 74. Genel Kurulu'nda "IŞİD tehdidinden en çok zarar gören ülkeyiz" demagojisi eşliğinde, 30 kilometre derinliğinde, 480 kilometre uzunluğundaki haritayı havaya kaldırarak işgal planını resmen deklare etmesi Türk sermaye devletinin planıydı. O ve dikta bu planından vazgeçmiş değildir; ama giderek Suriye'de dilediğince at koşturamayacağı da açığa çıkmıştır. Osmanlı topraklarını ''yaşam alanı'' olarak ilan etmiş olan dinsel faşist diktatörlüğün (ve IŞİD/ISIS/DEAŞ/İD zihniyetli) elebaşının Ortadoğu'da giriştiği maceraların biraz ileride dönüp kendisini daha çıplak vuracağına hep birlikte şahit olacağız.


*******Madde 4: “Her iki taraf Adana Anlaşması’nın önemini teyit eder. Rusya Federasyonu mevcut koşullarda Adana Anlaşması’nın uygulanmasını kolaylaştıracaktır.”
******** Bkz QSD Genel Komutanlığı'nın yaptığı açıklamaya; ANF, HESEKÊ , Pazar, 27 Eki 2019, 18:05





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder