23 Ekim 2019 Çarşamba

ABD, TC, ''ATEŞKES'' VE ROJAVA...
                           I
TC'nin Kuzey ve Doğu Suriye'ye (Rojava) dönük yeni işgal harekatı 9 Ekim'de başladı. 17 Ekim'de ABD devreye girdi. YPG'nin dolaylı olarak içerisinde yer aldığı ABD-TC görüşmesi 5 günlük ateşkes kararıyla bitti. Buna karşın Türk burjuva devletinin Rojava'ya dönük saldırıları devam etti. ''Ne ateşkesi, bölücü terör örgütüyle ateşkes kabul edilemez, ateşkes ancak devletler arası savaşta olur'', ''askeri harekatımız hedefine varıncaya kadar kararlılıkla sürecektir'' diye gürlemesinin üzerinden bir-iki gün geçtikten sonra ateşkesin ilan edilmesi, Erdoğan cuntasını zor durumda bırakan bir gelişme oldu.
Kimyasal silahlar kullanan sömürgeci faşist diktatörlük ateşkes ilanıyla, dolaylı da olsa YPG ve Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu'nu muhatap almak zorunda kaldı. Bu, Erdoğan cuntasının mecbur kaldığı için ''bölücü teröre'' vermek zorunda kaldığı bir tavizdi.
Ateşkes ilanıyla sahada mücadele eden güçler, bu gelişmeyi güçlerini düzenleme, yeni manevralarla üstünlük yakalama, yeni pazarlıklar yapmanın fırsatı olarak değerlendirmeye başladı. Kısa ve geçici olan ateşkesin salt Erdoğan cuntasının bir kazanımı, sadece QSD ve YPG'nin kaybı olarak yorumlanması mekanik bir yorumdur. Bu gelişmenin iki taraf bakımından sunduğu avantajlar ve dezavantajlar vardır. Ancak ateşkes anlaşmasının en önemli sonucu ABD'nin Türk devletinin işgalini ateşkes üzerinden onaylaması oldu. YPG'nin çizilen sınırlar içerisinde geri çekilmek zorunda kalması ise Özerk bölge ve askeri güçleri için çok ciddi bir mevzi kaybıdır.
                                  II
Ateşkes ilanı bir sonuçtur ve geçicidir. Çünkü Saray cuntası Rojava devrimini boğma, dahası Suriye'nin belli bir bölgesini işgal etme, buralarda demografik yapıyı değiştirerek kukla bir yönetim kurma stratejisinden vazgeçmiş değil ve vazgeçmeyecektir de. Yani bu hamur daha çok su kaldırır.
Suriye'de ve Rojava'da sürmekte olan savaşın kısa sürede sonlanacağını düşünmek saflık olacaktır. Suriye arenasında hegemonya ve rekabet mücadelesi karmaşık biçimlerde sürecektir. Suriye savaşı, küresel arenaya uzanan ve Ortadoğu'nun paylaşımı, yeniden şekillendirilmesi gibi bir derinliğe ve kapsama sahiptir ve bu bağlamda Suriye sadece Suriye değildir ve olmayacaktır...
Ateşkes ilanı bir dizi faktörle; iç, bölgesel ve uluslararası arenada süregiden mücadelelerle, güç dengeleriyle bağlıdır. Sömürgeci faşist diktatörlük, kadir-i mutlak bir güç değildir tıpkı emperyalist devletler gibi. Onu da sınırlayan, kabaran iştahına gem vuran gerçekler vardır.
Öncelikle dinsel faşist diktatörlük, erken bir zafer peşindeydi. Devasa gücüne, silah teknolojisine ve (her hangi bir meşruiyeti olmayan) ''Suriye Milli Ordusu'' ilan ettiği dinci katiller sürüsüne dayanarak ilk evrede hedeflediği bölgeyi kolayca ele geçireceğini düşündü. Fakat böyle olmadı. Sert bir direniş kalesiyle ve direniş gücüyle yüz yüze kaldı. Rojava halkları nezdinde güçlü, cansiperane bir direnişle karşılaşarak ciddi kayıplar verdi.
TC'nin işgal harekatı ve vahşiyane saldırısı uluslararası alanda sert ve yaygın tepkilerle karşılandı. Diktatörlüğün işgali gayrimeşru ilan edildi. Rojava devriminin kazanımları ve işgale karşı kahramanca yürütülen mücadele sayesinde YPG güçlü bir enternasyonal destek ve dayanışma buldu. Haklı ve meşru direniş, bütün kıtalarda yapılan protestolarla desteklendi. Kürt sorunu ve Rojava devrimi daha fbüyük uluslararası bir soruna dönüşerek keskin bir biçimde gündemleşti. Saray cuntası ve diktatörlük bölgesel ve küresel alanda tam bir tecritle karşılaştı. Arap halkları nezdinde de daha fazla teşhir oldu. İsrail özentisi politikaları darbe yedi. TC'nin işlediği uluslarararası suçlar, İslamcı terör çeteleriyle bağları daha çarpıcı açığa çıktı. Rusya'ya bağımlılık ilişkisi gelişti. Stratejik müttefikleri ile arası bozuldu.
Belli başlı emperyalist devletler (ABD, AB) kendi kamuoylarının tepki ve baskısıyla karşı karşıya kalarak tutarsız da olsa işgal karşıtı açıklamalar yapmak, bazı tedbirler almak zorunda kaldılar.
Bu bağıntıda AB'nin ABD ile rekabet içerisinde olmasının ihtiyaçlarını da söz konusu açıklamalara yedirdiğini gözden kaçırmamalıyız. İslamcı çetelerin yeniden dirilmesi tehdidi, Avrupa'ya göç tehdidinin büyümesi gibi faktörlerin özel baskısı da kaydedilmelidir.
ABD ise, bu süreçte, hem nalına hem de mıhına vuran istikrarsız, tutarsız politikalarıyla, Erdoğan cuntasına sunduğu destekle halklar ve Kürtler nedinde daha fazla teşhir oldu. Trump'un tutarsız, istikrarsız politikası yüzünden ABD'de süren ve keskinleşen iç iktidar kavgasında Trump yönetimi daha fazla köşeye sıkıştı.
ABD, AB ve NATO'nun ikiyüzlü politikalarının bugün dünden daha fazla teşhir olduğunu, halklar nezdinde daha büyük bir tepkiyle karşılandığını rahatlıkla saptayabiliriz.
                             III
Türk sermaye devleti ve başı cuntanın Suriye stratejisinin hedefi, Şam'da Emevi Cami'nde namaz kılmaktı. Böylece hem ABD-NATO, Batı emperyalizminin koruması altında cihatçı çetelerle birlikte Suriye işgal edilmiş hem de Kürtlerin herhangi bir kazanım elde etmesi engellenmiş olacaktı. Ancak bu emperyal strateji Rusya'nın, İran'ın özel müdahalesiyle ve Kürtlerin direnişiyle boşa çıktı. Bu bağlamda TC politikası çöktü. Hem Suriye rejimi ayakta kaldı ve toparlanarak karşı saldırıya geçti hem de direniş sayesinde Kürtler, diğer halkların birlikte esaslı kazanımlar elde etti. Bu kazanımlardan biri de başta DAİŞ/IŞİD olmak üzere cihadist katiler ordusunun can bedeli bir mücadeleyle yenilgiye uğratılması sayesinde, Kürt sorununun dünyanın gündemine girerek uluslararası desteğin büyümesi oldu.
TC'nin politikasının başarısızlığa uğramasından sonra Saray cuntası, bir yandan cihadist çetelerin dağılmasını önlemeye, diğer yandan özellikle Rojava devrimini tasfiye etmek için her türlü baskı ve saldırıyı yoğunlaştırmaya, öte yandan da Batılı emperyalist güçlerin desteği ile Suriye'de pazarlık gücü kazanmaya ve elini güçlendirmeye çalıştı. Suriye rejiminin yıkılması için Arap gericiliğinin desteğini de korumaya önem verdi. Ancak gelinen yerde Suriye rejimini yıkmaya girişen gerici Arap devletlerinin de desteğini kaybederek bir bütün olarak tecrit çemberi içerisinde yuvarlandı.
BOP'un ve ''BOP Eşbaşkanlığı''nın çöküşünün ardından Suriye stratejisinin yenilgisi de Saray cuntasının gerçekleridir. Faşist diktatörlük, ''Komşularla sıfır sorun'' politikasından tüm komşularıyla sorunlu bir noktaya geldi. ''Model ülke rolü''nün yerlerinde yeller esiyor.
Tüm bunlara karşın TC Azez, Cereblus, Afrin alanlarını işgal ederek mevzi tuttu. Son olarak Tel Ebyad (Gire Spî) ve Ras’ul Ayn’ı (Serekaniye) işgal etmeye girişerek mevzilerini genişletti. Bu durum Erdoğan cuntasının pazarlık gücünü arttırdı. Bu gerçeklerin de belirtilmesi gerekir.
                                      IV
TC'nin işgal ettiği bölgelerden kolay kolay çekilmeyeceğini vurgulamak gerekir. Bu bağlamda sonucu belirleyecek olan, Suriye üzerinde hegemonya ve rekabet mücadelesi yürüten güçlerin durumu, Suriye rejiminin direngenliği, Kürtlerin savaşçılığı, halkların desteği ve böylece ortaya çıkacak güçler dengesidir.
Türkiye'nin Batısında gelişebilecek ve Kuzey Kürdistan'daki halk hareketiyle birleşebilecek büyük kitle mücadeleleri bu bağlamda çok önemli bir yere sahip olacaktır. Sömürgeci Türk burjuva devletinin içerisine yuvarlandığı ekonomik ve siyasi kriz, Ortadoğu'daki saldırganlığının giderek daha fazla ortaya çıkması, rüşvet ve yolsuzluk bataklığına gitgide daha fazla batması Batıda devrimci bir halk hareketinin gelişmesi ve Doğuyla birleşmesi için koşulları epeyce elverişli hale getirmiş bulunuyor. Bu bağıntıda en büyük dezavantajı Batıda devrimci bir halk hareketinin geliştirilememesi, devrimci-demokratik ve komünist hareketin oldukça dağınık ve zayıf olmasıdır.
TC ve dinci faşist elebaşı işgal ve soykırım harekatını sözde ''terörden arındırılmış güvenli bölge kurma'' vb. demagojisi ile meşrulaştırmaya çalıştı. Bir konuşmasında işgal harekatını açık bir şekilde ''fetih harekatı'' olarak da ilan etti. Camilerde ''Fetih Süresi'' okutulduğunu da biliyoruz. Ancak geride kalan süreçte sömürgeci diktatörlüğün söz konusu demagoji ve manipülasyonunun da daha kapsamlı açığa çıkarak teşhir olduğunu görüyoruz.
ABD ve TC arasında kotarılan, YPG'nin de dolaylı olarak yer aldığı, Rusya'nın da bilgi sahibi olduğu ve son tahlilde onaylamak zorunda kaldığı ateşkes süreci, gerçekte Rojava devrimi ve YPG aleyhine olmuştur. YPG işgale karşı yiğitçe direnmesine karşın, gerçek budur. Sahadaki güçler dengesi Rojava yönetimini YPG'yi yakın dönemde terörist ilan eden Suriye rejimine doğru itmiştir. Bu gelişme karşısında YPG ve QSD'nin Rusya aracılığıyla Şam rejimine yakınlaşması, zorunlu bir manevra olarak değerlendirilebilse de Rojava devriminin ve rejiminin elini zayıflatmıştır. Oyun içinde oyun geliştiren emperyalist Rusya bu sonucu bekliyordu zaten.
                            V
Rojava rejimi ve YPG-DSG olağanüstü eşitsiz koşullarda kahramanca mücadele etmektedir. Ancak YPG ve bağlaşıkları bir yandan Kürtleri kendi amaçlarına yedeklemek, öte yandan da Rojava devrimini boğmak üzerinde manevralar yapan geniş bir emperyalist ve gerici devletler gerçeğiyle karşı karşıya. Bu tablo karşısında Rojava'da savaşan kuvvetlerin devrimin kazanımlarının tasfiye olmaması, bütünü kurtarmak için parçayı feda etme taktiğini izlemesi son tahlilde anlaşılırdır. Dışardan ahkam kesmek, keskin lafazanlık yapmak vb. gerçekçi değildir. Kaldı ki eleştirilerimiz ne olursa olsun, Kürt ulusal devrimi ile politik olarak birlikte olmak, politik ve askeri bakımdan omuz omuza savaşmak tek devrimci tutumdur. Öncülük vs. adına bundan kaçınanlar, Türk milliyetçiliği ve sosyal şövenizmle zehirlenmiş olanlardır. Bu politika ve duruştan çıksa çıksa öncülük vb. adına artçılık, Türk burjuvazisine yedeklenmek çıkar ve çıkmaktadır.
Öyle ya da böyle Kürt ulusal devriminin direnişi ve mevzilerini koruma ve her fırsatta büyütme kavgası sürecektir. Ne Ortadoğu ne de Suriye eski Suriye ve Ortadoğu değildir ve olmayacaktır. Kürtler de öyle. Kürtler bir kez tarih sahnesine çıkarak küresel arenada görünür hale gelmişlerdir. Kürtler lehine uluslararası destek ve dayanışma güçlü bir şekilde gündemleşmiştir. Politik, askeri, diplomatik alanlarda çok deneyim kazanılmıştır. Ağır bedeller pahasına direnmekten de vazgeçmeyeceklerdir. Artık Kürt halkı yalnız değildir. İnkar ve görmezden gelme politikaları iflas etmiştir.
Emperyalist ve burjuva gerici devletlerden bir çözüm beklenmeyeceği açıktır. Onların tek çıkarı kendi sınıfsal çıkarlarıdır. Tarihin tanık olduğu gibi onlar asla halkların dostu değildir ve olmayacaklar da.
Emperyalistler ve gerici bölge devletleri Suriye'den ellerini çekmeden, işgalci güçler Suriye'den defedilip gönderilmeden, en asgari düzeyde bile demokratik, halkçı, eşitlikçi, halkların kardeşleşmesini ifade eden bir politik çözüm gerçekleşmeden Suriye arenasında daha çok kan akacak. Çözüm Suriye'de, Ortadoğu'da, uluslararası alanda halkların yürüteceği mücadeleye bağlıdır.










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder