ABD, TC, ''ATEŞKES'' VE ROJAVA...
I
TC'nin Kuzey ve Doğu Suriye'ye (Rojava) dönük yeni
işgal harekatı 9 Ekim'de başladı. 17 Ekim'de ABD devreye girdi.
YPG'nin dolaylı olarak içerisinde yer aldığı ABD-TC görüşmesi
5 günlük ateşkes kararıyla bitti. Buna karşın Türk burjuva
devletinin Rojava'ya dönük saldırıları devam etti. ''Ne
ateşkesi, bölücü terör örgütüyle ateşkes kabul edilemez,
ateşkes ancak devletler arası savaşta olur'', ''askeri harekatımız
hedefine varıncaya kadar kararlılıkla sürecektir'' diye
gürlemesinin üzerinden bir-iki gün geçtikten sonra ateşkesin
ilan edilmesi, Erdoğan cuntasını zor durumda bırakan bir gelişme
oldu.
Kimyasal silahlar kullanan sömürgeci faşist
diktatörlük ateşkes ilanıyla, dolaylı da olsa YPG ve Kuzey
Suriye Demokratik Federasyonu'nu muhatap almak zorunda kaldı. Bu,
Erdoğan cuntasının mecbur kaldığı için ''bölücü teröre''
vermek zorunda kaldığı bir tavizdi.
Ateşkes ilanıyla sahada mücadele eden güçler, bu
gelişmeyi güçlerini düzenleme, yeni manevralarla üstünlük
yakalama, yeni pazarlıklar yapmanın fırsatı olarak
değerlendirmeye başladı. Kısa ve geçici olan ateşkesin salt
Erdoğan cuntasının bir kazanımı, sadece QSD ve YPG'nin kaybı
olarak yorumlanması mekanik bir yorumdur. Bu gelişmenin iki taraf
bakımından sunduğu avantajlar ve dezavantajlar vardır. Ancak
ateşkes anlaşmasının en önemli sonucu ABD'nin Türk devletinin
işgalini ateşkes üzerinden onaylaması oldu. YPG'nin çizilen
sınırlar içerisinde geri çekilmek zorunda kalması ise Özerk
bölge ve askeri güçleri için çok ciddi bir mevzi kaybıdır.
II
Ateşkes ilanı bir sonuçtur ve geçicidir. Çünkü
Saray cuntası Rojava devrimini boğma, dahası Suriye'nin belli bir
bölgesini işgal etme, buralarda demografik yapıyı değiştirerek
kukla bir yönetim kurma stratejisinden vazgeçmiş değil ve
vazgeçmeyecektir de. Yani bu hamur daha çok su kaldırır.
Suriye'de ve Rojava'da sürmekte olan savaşın kısa
sürede sonlanacağını düşünmek saflık olacaktır. Suriye
arenasında hegemonya ve rekabet mücadelesi karmaşık biçimlerde
sürecektir. Suriye savaşı, küresel arenaya uzanan ve Ortadoğu'nun
paylaşımı, yeniden şekillendirilmesi gibi bir derinliğe ve
kapsama sahiptir ve bu bağlamda Suriye sadece Suriye değildir ve
olmayacaktır...
Ateşkes ilanı bir dizi faktörle; iç, bölgesel ve
uluslararası arenada süregiden mücadelelerle, güç dengeleriyle
bağlıdır. Sömürgeci faşist diktatörlük, kadir-i mutlak bir
güç değildir tıpkı emperyalist devletler gibi. Onu da
sınırlayan, kabaran iştahına gem vuran gerçekler vardır.
Öncelikle dinsel faşist diktatörlük, erken bir zafer
peşindeydi. Devasa gücüne, silah teknolojisine ve (her hangi bir
meşruiyeti olmayan) ''Suriye Milli Ordusu'' ilan ettiği dinci
katiller sürüsüne dayanarak ilk evrede hedeflediği bölgeyi
kolayca ele geçireceğini düşündü. Fakat böyle olmadı. Sert
bir direniş kalesiyle ve direniş gücüyle yüz yüze kaldı.
Rojava halkları nezdinde güçlü, cansiperane bir direnişle
karşılaşarak ciddi kayıplar verdi.
TC'nin işgal harekatı ve vahşiyane saldırısı
uluslararası alanda sert ve yaygın tepkilerle karşılandı.
Diktatörlüğün işgali gayrimeşru ilan edildi. Rojava devriminin
kazanımları ve işgale karşı kahramanca yürütülen mücadele
sayesinde YPG güçlü bir enternasyonal destek ve dayanışma buldu.
Haklı ve meşru direniş, bütün kıtalarda yapılan protestolarla
desteklendi. Kürt sorunu ve Rojava devrimi daha fbüyük
uluslararası bir soruna dönüşerek keskin bir biçimde
gündemleşti. Saray cuntası ve diktatörlük bölgesel ve küresel
alanda tam bir tecritle karşılaştı. Arap halkları nezdinde de
daha fazla teşhir oldu. İsrail özentisi politikaları darbe yedi.
TC'nin işlediği uluslarararası suçlar, İslamcı terör
çeteleriyle bağları daha çarpıcı açığa çıktı. Rusya'ya
bağımlılık ilişkisi gelişti. Stratejik müttefikleri ile arası
bozuldu.
Belli başlı emperyalist devletler (ABD, AB) kendi
kamuoylarının tepki ve baskısıyla karşı karşıya kalarak
tutarsız da olsa işgal karşıtı açıklamalar yapmak, bazı
tedbirler almak zorunda kaldılar.
Bu bağıntıda AB'nin ABD ile rekabet içerisinde
olmasının ihtiyaçlarını da söz konusu açıklamalara
yedirdiğini gözden kaçırmamalıyız. İslamcı çetelerin yeniden
dirilmesi tehdidi, Avrupa'ya göç tehdidinin büyümesi gibi
faktörlerin özel baskısı da kaydedilmelidir.
ABD ise, bu süreçte, hem nalına hem de mıhına
vuran istikrarsız, tutarsız politikalarıyla, Erdoğan cuntasına
sunduğu destekle halklar ve Kürtler nedinde daha fazla teşhir
oldu. Trump'un tutarsız, istikrarsız politikası yüzünden ABD'de
süren ve keskinleşen iç iktidar kavgasında Trump yönetimi daha
fazla köşeye sıkıştı.
ABD, AB ve NATO'nun ikiyüzlü politikalarının bugün
dünden daha fazla teşhir olduğunu, halklar nezdinde daha büyük
bir tepkiyle karşılandığını rahatlıkla saptayabiliriz.
III
Türk sermaye devleti ve başı cuntanın Suriye
stratejisinin hedefi, Şam'da Emevi Cami'nde namaz kılmaktı.
Böylece hem ABD-NATO, Batı emperyalizminin koruması altında
cihatçı çetelerle birlikte Suriye işgal edilmiş hem de Kürtlerin
herhangi bir kazanım elde etmesi engellenmiş olacaktı. Ancak bu
emperyal strateji Rusya'nın, İran'ın özel müdahalesiyle ve
Kürtlerin direnişiyle boşa çıktı. Bu bağlamda TC politikası
çöktü. Hem Suriye rejimi ayakta kaldı ve toparlanarak karşı
saldırıya geçti hem de direniş sayesinde Kürtler, diğer
halkların birlikte esaslı kazanımlar elde etti. Bu kazanımlardan
biri de başta DAİŞ/IŞİD olmak üzere cihadist katiler ordusunun
can bedeli bir mücadeleyle yenilgiye uğratılması sayesinde, Kürt
sorununun dünyanın gündemine girerek uluslararası desteğin
büyümesi oldu.
TC'nin politikasının başarısızlığa uğramasından
sonra Saray cuntası, bir yandan cihadist çetelerin dağılmasını
önlemeye, diğer yandan özellikle Rojava devrimini tasfiye etmek
için her türlü baskı ve saldırıyı yoğunlaştırmaya, öte
yandan da Batılı emperyalist güçlerin desteği ile Suriye'de
pazarlık gücü kazanmaya ve elini güçlendirmeye çalıştı.
Suriye rejiminin yıkılması için Arap gericiliğinin desteğini de
korumaya önem verdi. Ancak gelinen yerde Suriye rejimini yıkmaya
girişen gerici Arap devletlerinin de desteğini kaybederek bir bütün
olarak tecrit çemberi içerisinde yuvarlandı.
BOP'un ve ''BOP Eşbaşkanlığı''nın çöküşünün
ardından Suriye stratejisinin yenilgisi de Saray cuntasının
gerçekleridir. Faşist diktatörlük, ''Komşularla sıfır sorun''
politikasından tüm komşularıyla sorunlu bir noktaya geldi.
''Model ülke rolü''nün
yerlerinde yeller esiyor.
Tüm bunlara karşın TC Azez, Cereblus, Afrin
alanlarını işgal ederek mevzi tuttu. Son olarak Tel Ebyad (Gire
Spî) ve Ras’ul Ayn’ı (Serekaniye) işgal etmeye girişerek
mevzilerini genişletti. Bu durum Erdoğan cuntasının pazarlık
gücünü arttırdı. Bu gerçeklerin de belirtilmesi gerekir.
IV
TC'nin işgal ettiği bölgelerden kolay kolay
çekilmeyeceğini vurgulamak gerekir. Bu bağlamda sonucu
belirleyecek olan, Suriye üzerinde hegemonya ve rekabet mücadelesi
yürüten güçlerin durumu, Suriye rejiminin direngenliği,
Kürtlerin savaşçılığı, halkların desteği ve böylece ortaya
çıkacak güçler dengesidir.
Türkiye'nin Batısında gelişebilecek ve Kuzey
Kürdistan'daki halk hareketiyle birleşebilecek büyük kitle
mücadeleleri bu bağlamda çok önemli bir yere sahip olacaktır.
Sömürgeci Türk burjuva devletinin içerisine yuvarlandığı
ekonomik ve siyasi kriz, Ortadoğu'daki saldırganlığının giderek
daha fazla ortaya çıkması, rüşvet ve yolsuzluk bataklığına
gitgide daha fazla batması Batıda devrimci bir halk hareketinin
gelişmesi ve Doğuyla birleşmesi için koşulları epeyce elverişli
hale getirmiş bulunuyor. Bu bağıntıda en büyük dezavantajı
Batıda devrimci bir halk hareketinin geliştirilememesi,
devrimci-demokratik ve komünist hareketin oldukça dağınık ve
zayıf olmasıdır.
TC ve dinci faşist elebaşı işgal ve soykırım
harekatını sözde ''terörden arındırılmış güvenli bölge
kurma'' vb. demagojisi ile meşrulaştırmaya çalıştı. Bir
konuşmasında işgal harekatını açık bir şekilde ''fetih
harekatı'' olarak da ilan etti. Camilerde ''Fetih Süresi''
okutulduğunu da biliyoruz. Ancak geride kalan süreçte sömürgeci
diktatörlüğün söz konusu demagoji ve manipülasyonunun da daha
kapsamlı açığa çıkarak teşhir olduğunu görüyoruz.
ABD ve TC arasında kotarılan, YPG'nin de dolaylı
olarak yer aldığı, Rusya'nın da bilgi sahibi olduğu ve son
tahlilde onaylamak zorunda kaldığı ateşkes süreci, gerçekte
Rojava devrimi ve YPG aleyhine olmuştur. YPG işgale karşı yiğitçe
direnmesine karşın, gerçek budur. Sahadaki güçler dengesi Rojava
yönetimini YPG'yi yakın dönemde terörist ilan eden Suriye
rejimine doğru itmiştir. Bu gelişme karşısında YPG ve QSD'nin
Rusya aracılığıyla Şam rejimine yakınlaşması, zorunlu bir
manevra olarak değerlendirilebilse de Rojava devriminin ve rejiminin
elini zayıflatmıştır. Oyun içinde oyun geliştiren emperyalist
Rusya bu sonucu bekliyordu zaten.
V
Rojava rejimi ve YPG-DSG olağanüstü eşitsiz
koşullarda kahramanca mücadele etmektedir. Ancak YPG ve
bağlaşıkları bir yandan Kürtleri kendi amaçlarına yedeklemek,
öte yandan da Rojava devrimini boğmak üzerinde manevralar yapan
geniş bir emperyalist ve gerici devletler gerçeğiyle karşı
karşıya. Bu tablo karşısında Rojava'da savaşan kuvvetlerin
devrimin kazanımlarının tasfiye olmaması, bütünü kurtarmak
için parçayı feda etme taktiğini izlemesi son tahlilde
anlaşılırdır. Dışardan ahkam kesmek, keskin lafazanlık yapmak
vb. gerçekçi değildir. Kaldı ki eleştirilerimiz ne olursa olsun,
Kürt ulusal devrimi ile politik olarak birlikte olmak, politik ve
askeri bakımdan omuz omuza savaşmak tek devrimci tutumdur. Öncülük
vs. adına bundan kaçınanlar, Türk milliyetçiliği ve sosyal
şövenizmle zehirlenmiş olanlardır. Bu politika ve duruştan çıksa
çıksa öncülük vb. adına artçılık, Türk burjuvazisine
yedeklenmek çıkar ve çıkmaktadır.
Öyle ya da böyle Kürt ulusal devriminin direnişi ve
mevzilerini koruma ve her fırsatta büyütme kavgası sürecektir.
Ne Ortadoğu ne de Suriye eski Suriye ve Ortadoğu değildir ve
olmayacaktır. Kürtler de öyle. Kürtler bir kez tarih sahnesine
çıkarak küresel arenada görünür hale gelmişlerdir. Kürtler
lehine uluslararası destek ve dayanışma güçlü bir şekilde
gündemleşmiştir. Politik, askeri, diplomatik alanlarda çok
deneyim kazanılmıştır. Ağır bedeller pahasına direnmekten de
vazgeçmeyeceklerdir. Artık Kürt halkı yalnız değildir. İnkar
ve görmezden gelme politikaları iflas etmiştir.
Emperyalist ve burjuva gerici devletlerden bir çözüm
beklenmeyeceği açıktır. Onların tek çıkarı kendi sınıfsal
çıkarlarıdır. Tarihin tanık olduğu gibi onlar asla halkların
dostu değildir ve olmayacaklar da.
Emperyalistler ve gerici bölge devletleri Suriye'den
ellerini çekmeden, işgalci güçler Suriye'den defedilip
gönderilmeden, en asgari düzeyde bile demokratik, halkçı,
eşitlikçi, halkların kardeşleşmesini ifade eden bir politik
çözüm gerçekleşmeden Suriye arenasında daha çok kan akacak.
Çözüm Suriye'de, Ortadoğu'da, uluslararası alanda halkların
yürüteceği mücadeleye bağlıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder