24 Nisan 2020 Cuma

‘’COVİD-19 KRİZİ’’ VE MÜCADELE GÖREVLERİ


‘’COVİD-19 KRİZİ’’ VE MÜCADELE GÖREVLERİ

‘’En büyük maddi ve zihinsel işbölümü, kent ile kırın ayrılmasıdır.’’ (Marx-Engels, Alman İdeolojisi)

‘’Demek ki kent ile kır arasındaki karşıtlığın ortadan kaldırılması, yalnızca olanaklı olmakla kalmaz. Sınai üretimin dolaysız bir zorunluğu durumuna gelir, aynı biçimde tarımsal üretimin ve üstüne üstlük halk sağlığının da bir zorunluluğu durumuna gelmesi gibi. Havanın, suyun ve toprağın bugünkü kirlenmesi, ancak ve ancak kent ile köyün kaynaşmasıyla ortadan kaldırılabilir; bugün kentlerde mum gibi eriyen yığınları, pisliklerinin hastalıklar yerine bitkiler üretilmesine yarayacağı noktaya, ancak bu kaynaşma götürebilir.
Demek ki, kent ve kır ayrılığının ortadan kalkması, hatta büyük sanayinin ülke içinde olanaklı olduğuca eşit bir biçimde dağılmasını şart koşan bir olay olarak bile, bir ütopya değildir. Kuşkusuz uygarlık bize, büyük kentler ile ortadan kaldırılması için çok zaman ve çok çaba gerekecek bir kalıt bırakmıştır. Ama bu, uzun süreli bir süreç de olsa, o büyük kentleri ortadan kaldırmak gerekecektir ve o büyük kentler de ortadan kalkacaklardır.’’ (Engels, Anti Dühring)

                                    I

Dünya nüfusu- insanlık ilk kez küresel çapta bu denli etkili olan bir virüs salgını tehdidi ile karşı karşıya kaldı. İlk kez bu kadar büyük bir korkuyu yaşadı. Eko-sistemi yıkarak küresel salgınlara yol açan kapitalizm, dünya çapında yaşanan şoku, korkuyu kullanarak virüsleri insanlığın baş ve ortak düşmanı ilan etti ve savaşta oldukları propagandasına küstahça sarıldı. Böylece kendi yarattığı yıkımı C-19 salgınına yıkarken, gerek C-19 pandemisinin gerekse de emperyalizmin genel bunalımının ve patlak vermiş olan genel ekonomik krizinin sorumluluğundan sıyrılmaya çalıştı. Oysa proletarya ve halkların, doğanın, dünya nüfusunun onda dokuzunun baş ve ortak düşmanı kapitalizmdir, emperyalist dünya düzenidir, dünya nüfusunun onda birini oluşturan burjuvazi ve uluslararası tekellerdir.

Dünya burjuvazisi, salgın krizini kullanarak emperyalist dünya sisteminin krizini örtmek istemekte. Krizin yükünü proletarya ve halkların sırtına yıkarak krizden en az hasarla çıkmayı hedeflemekte. Krizi bir fırsata çevirerek yeni saldırı planlarını hayata geçirmeye çalışmakta.

Şu Koronalı günlerde burjuvazinin en büyük korkusu dünyanın işçi ve emekçilerinin ayağa kalkma, ayaklanma korkusudur. Proletarya ve halkları, yoksulları, işsizleri, yaşlıları, her türlü sosyal güvenceden yoksun geniş kitleleri gözden çıkaran sermaye ve devletleri, ilk şokun etkisi geçtikten sonra yeni bir mücadele dalgasının gelişeceğini bilmektedir. Ki krizlerin patlak verip geliştiği dönemlerde, sınıfsal gerçekler, devletin sınıfsal karakteri daha çıplak açığa çıkar; kitleler tarafından gerçekler daha açık görülür; ‘’tehlikeli fikirler’’ hızla yayılır; tıpkı şu Koronavirüs salgını döneminde olduğu gibi.

İlk şokun, ilk korku dalgasının atlatılması ile, daha bugünden uç verip gelişen mücadelelerin patlak verip gelişeceğini bilen burjuva devletler olağanüstü hali olağanlaştıran politik rejimlerle ve sahte beklentiler yaratarak süreci önlemeyi hedeflemektedir. Fakat bunun olanaklı olmayacağını, kitlelerin büyüyen devrimci öfkesinin sokakları tutuşturacağına hep birlikte tanık olacağız. Gelişecek mücadele dalgasının yalnızca neoliberal politikaların değil, kapitalizmin sorgulanmasıyla el ele gelişeceğini göreceğiz.

Milyarlarca işçi ve emekçi emperyalist dünya sisteminin, burjuva devletlerin, kapitalizmin o ihtişamlı teknolojisinin C-19 salgını karşısında nasıl güçsüz kaldığını, sermayenin trilyonları bulan devasa fonlarla fonlanırken kendilerinin nasıl kaderilerine terkedildiklerini çarpıcı bir tarzda yaşarak gördü. Kapitalizmin emekçi insanlığı, doğayı nasıl devasa tehlikelerle karşı karşıya getirdiğini yeni deneyimleriyle de anladı ya da daha hızlı ve derin anlama eğilimi güç kazandı. Sağlığa, eğitime, sosyal güvencelere değil, askeri-sanayi komlekse, militarizme, tekellere yatırım yaptığını; kar amacına hizmet etmeyen her şeyin ne kadar değersiz, gereksiz, hovardaca harcanacak şeyler olarak görüldüğünü ya da ilan edildiğini daha somut yaşadı.

Haberlerde, videolarda dünyanın dört bir yanında sokakların ıssız, insansız görüntülerinin ne denli hazin ve acı verici olduğuna ilk defa bu kadar keskin tanıklık yapıldı. Aynı zamanda doğanın kısmen de olsa ne kadar özgürleştiğine, hava kirliliğinin ne denli azaldığına da şahit olundu...

Bu tablonun sorumlusu elbette ki virüs değil, kapitalist emperyalizm ve dünya gericiliğidir. Düşman olan virüs değil, düşman azami kar için üretim düzeni olan kapitalizmdir ve onu temsil eden dünya burjuvazisidir. Suçu, sınır tanımayan iki yüzlülükle virüslere yıkan bir toplumsal sistemin yıkılması gerektiği, onu yıkmak için her türlü devrimci baş kaldırının meşru olduğu giderek daha fazla belirginleşti.

Marx’ın dediği gibi, dünya kimsenin özel mülkü değildir, olamaz; dünya, dünya üzerinde yaşayan tüm canlıların ortak yaşam alanı, canlı türlerin ve insan soyunun ortak yaşam koşulu ve gelecek nesillere korunarak devredilmesi gereken mirastır. Oysa özellikle de kapitalizm dünyayı kendi özel mülkü, kar amacıyla metalaştırılması, yağmalanması gereken bir kaynak olarak kullandı, kullanmaya da devam etmektedir. Dünyayı kendi çiftliği ilan eden ücretli kölelik sistemi kapitalizm yıkılmalıdır. Onun tek alternatifi sosyalizmdir. Tarih sosyalist SSCB’nin tarihsel kazanımlarının, kapitalist emperyalizm karşısındaki üstünlüğünün giderek daha fazla tartışılacağına, belleklerde silindiği varsayılan bu gerçeğin yeniden canlanarak yükseleceğine tanık olacaktır. Burjuvazinin ideolojik ve politik saldırılarına, bu saldırıların değişik formasyonları olan sosyal demokrasinin, Troçkizmin, sosyal reformizmin, postMarksist vb. akımların demagoji ve manipülasyonuna karşın bu dalga gelişecektir.

                                              II

Kapitalizm, emperyalist dünya sistemi kendiliğinden yıkılmayacaktır. Onu yıkacak güçler olmadıkça kapitalizm en derin krizlerinden çıkma niteliğine ve yeteneğine sahiptir. Kapitalizmi yıkacak tek sınıf ise işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı hareketine dayanmayan bir komünist gücün ise geleceği yoktur ve sınıfı temsil etmekten de çıkar…

Çağımız emperyalizm ve proletarya devrimler çağıdır. Bu çağda dünya proleterya devriminin nesnel koşulları olgunlaşmıştır ve bugün çok daha olgunlaşmıştır. Ana sorun emperyalist kapitalizmi yıkacak, dünya proleter devriminin zaferine önderlik edecek komünist partilerin olmamasıdır ya da dişe dokunur bir güç halinde olamamasıdır. Bu bağlamda dünya proleter devriminin nesnel koşulları ile öznel koşulları arasında bir uçurum bulunmaktadır. Temel tarihsel-politik güncel görev bu sorunun çözülmesidir. Dolayısıyla dünya proletaryası ve ezilenler somutunda karşılığını bulmayan, boş çığırtkanlığa dönüşen ‘’dünya devrimi’’ çağrıları ise herhangi bir öneme sahip değildir. ‘’Oturduğu ahır kapısı, çığırdığı İstanbul türküsü’’ konumlarından kopuşmadıkça da bu tablo değişmeyecektir.


                                           III
Patlak vermiş olan krizin ana çözümü sosyalizmdir. Kapitalizmin tek alternatifi sosyalizm ve komünizmdir. Proletarya, proleter devrim yoluyla egemen sınıf olarak örgütlenmedikçe, proletarya diktatörlüğü/sosyalist demokrasi yoluyla sosyalizmden komünizme doğru yürümedikçe genel olarak özel mülkiyet, özel olarak da emperyalist dünya sisteminin pisliklerinden kurtulamayacaktır. Ve biliyoruz ki, Marks’ın dediği gibi, proletarya sınıf bencilliğinden uzak tek sınıftır ve ancak kendisiyle birlikte insanlığı kurtararak nihai amacına ulaşabilir. Sınıflı bir dünyada yaşıyoruz ve sınıf mücadelesi sınıflı toplumların ana motorudur. Bu tarihsel gerçeği şu yaşadığımız Koronalı günlerde de en açık bir şekilde görmekteyiz. İnsanlığın, tarihsel ve toplumsal gelişmesinin önündeki engel olan kapitalizme ve sömürücü sınıfların egemenliğine son vermeden; üretimin kar için değil, insan için yapıldığı; proletarya ve halkların maddi ve manevi gereksinmelerini karşılamaya, zenginleştirmeye ve giderek ekonomik eşitlik temelinde sınıfsız topluma yürümeden gezegenimizin de insanlığın da kurtuluşu olanaklı olmayacaktır. Bu yol, Büyük Ekim Devrimi ile açılmış, Lenin ve Stalin’in SSCB’sinde ete kemiğe bürünmüştür. Kapitalist emperyalizmin gidebileceği yeni bir yer yok; o kaçınılmaz olarak yerini eşitsiz gelişme yasasının tepkimesi üzerinde dünya proleter devriminin zaferiyle sosyalizme bırakacaktır ama bu, asla kendiliğinden gerçekleşmeyecektir. Her devrimin temel ve genel yasası olan şiddete dayanan devrim yasası, emperyalist dünya sisteminin mezara gömülmesinin de belirleyici yoludur. Cennette yaşayanlar cenneti, cehennem hayatı yaşattıkları proletaryaya (ve halklara) asla barışçıl yollardan devretmeyeceklerdir. Zafer koparılıp alınacaktır.

Komünistler tam da bu dönemde sosyalist ve komünist programını sınıfa ve geniş kitlelere taşımakla; geçici demokratik görevlerini sosyalist perspektifle ele alarak programının propagandasını, programını yakıcı taleplerle yaratıcı bir şekilde birleştirerek ajitasyonunu yapmakla yükümlüdür. Dışardan seslenmekle, çağrılar yapmakla, keskin sloganlar haykırmakla söz konusu demokratik ve sosyalist görevlerin yerine getirilemeyeceği ise tarihsel deneyimle sabittir. Büyük kriz dönemlerinde, sınıfın ve kitlelerin tepki ve öfkesinin geliştiği dönemlerde, devrimci yükseliş ve atılımların geliştiği dönemlerde yeni bir devrimci çıkış, komünist devrimci yenilenme olanaklıdır ve bunun koşulları her zamankinden daha fazla gündemleşir. Kuşkusuz ki böyle bir yenilenme ve yeniden yapılanma esnaf politikasını mahkum etmekten, yeni deneylerle kuşanmaktan geçer. Şimdilik bundan oldukça uzak olunduğu kesindir. Ağır ideolojik karmaşa ve bunalım, ilkesiz, belkemiksiz, ne dediği belli olmayan, esen yele göre yön değiştiren oportünizm mahkum edilmeden ne tarihsel proleter devrimci görevler yerine getirilebilir ne de güncel mücadelenin geresinmelerine yanıt verilebilir. Ne acıdır ki tablo budur.

                          IV

Sermaye, bu kriz sürecinden de sınıfsal çıkarlarının gerektirdiği ekonomik, siyasal düzenlemeler yaparak çıkmaya çalışacaktır. Toplumsal sistemlerini tehdit eden ve edecek devrimci gelişmelere, kitle hareketlerine karşı gerekli tedbirleri sektirmeden alacaktır. Sermaye, emperyalist dünya sisteminin krizinin sistemi yıkacak dinamikler olmakla ve gelişmekle birlikte dünya devrimini yakın bir tehdit olarak görmemekte fakat gelişmenin yönünü gördüğünden gerekli ideolojik manipülasyon ve terör tedbirlerini geliştirmekte ve geliştirecektir. Bir yandan ırkçı faşist hareketi geliştirirken öte yandan sosyal demokrasiyi sosyal liberal çizgide ileri sürecektir. Keynesyen, neoKeynesyen umutları kışkırtarak kitleleri oyalamaya, sosyal reformizle zehirlemeye devam edecektir; kuşkusuz ki daha yoğun, daha etkin, daha kapsamlı organik çalışmalarla. Olağanüstü durum ve yönetim tarzlarını yeni normal olarak proletarya ve halklara dayatacaktır. Papaz ve cellad politikasını daha etkin kullanacaktır. Bu bağlamda burjuva teröre, faşizm ve savaş tehlikesine, emperyalist gericiliğin parçası olan ve kışkırtılan Ortaçağ gericiliği kalıntılarına karşı mücadele ederken, öte yandan da burjuvazinin ve yedeğindeki akımların ideolojik ve siyasal saldırılarına, manipülasyonuna karşı enerjik bir mücadele geliştirmek yaşamsal önemdedir.

Dünya burjuvazisi devrimci gelişmelere karşı, devrimci başkaldırılara karşı daima devrimin yangın söndürücüsü, sistemin yedek lastiği güçleri kullanagelmiştir. Nesnel olarak yangın söndürücülerin temelleri zayıflamış olmakla birlikte, küresel ölçekte devrimci ve komünist öncülüğün olmaması bu bakımdan emperyalizm ve yedeğindeki güçlere açık bir alan ve manevra gücü sunmaktadır. Şu 2000’lerin dünyasında kendisine sol, işçi, sosyalist, sosyal demokrat vs. diyen partilerin küresel kitle hareketini nasıl düzen içine çekerek söndürdüklerine hepimiz tanık olduk. Küresel ölçekte gelişen kitlesel mücadelelerden biri olan sosyal formların, sermayenin doğrudan ve dolaylı müdahaleleriyle hareketi nasıl kontrol altına alarak sönümlendirdiklerine hepimiz tanığız. Slavoj Zizek gibi postMarksist ‘’pop star’’ların piyasaya çıkıp içeriği boşaltılmış, komünizmle alakası olmayan açıklamalar eşliğinde de olsa komünizmin gerekliliğinden vs. bahsetmesi rastlantısal değildir. O ve onun gibi sözde solcu aydınlar gerçekte gelen ve gelecek olan dünya devrim dalgasının patlamak verme olasılığı için dünya burjuvazisini uyarmakta ve Keynesyen politikaların devreye sokulmasının, kamusal bazı önlemlerle kitlelerin manipüle edilmesini talep etmektedir.

                                         V

2000’lerden bu yana dünya proletaryası ve halkların mücadelesinde bir canlanma ve yükseliş yaşanmaktaydı. COVİD-19 salgını öncesinde ise 50 ülkeyi aşan büyük kitle gösterileri vardı ve gelişmekteydi. Demokratik kadın hareketi belirgin bir şekilde öne çıkmıştı. Ekolojik hareket gitgide daha fazla gelişmekteydi. Bu mücadeleler ekmek ve özgürlük, adalet, eşitlik, doğanın korunması istemleriyle yükselmekteydi. Proletarya ve halkların bu mücadele dalgası salgın nedeniyle şimdilik geri çekilmişse de, bir de yaşadığımız şu yeni deneyimlerin ışığında daha radikalleşerek, yaygınlaşarak yükselecektir. Gelişen ve gelişecek mücadele dalgasının kendiliğinden karakteri açık bir zaafiyeti oluştursa da gelişen dalga içinde devrmci-demokrasinin ve komünist hareketin atılım yapmasına da oldukça elverişli bir ortam ve imkan sunmaktadır. Bu bağlamda bütün mesele bu koşulları değerlendirebilmektedir

Proletarya ve kitlelerin geniş çaplı örgütsüzleştirilmiş olduğu, demokratik ve sosyalist hareketin ciddi bir varlık gösteremediği bir tarihsel-politik dönemden geçiyor oluşumuz ise en büyük handikap olarak karşımızda duruyor. Böyle olunca da en devrimci çağrılar, haklı olarak ileri sürülen talepler kitlelerde karşılığını bulmuyor. Çünkü geniş kitlelerin dışında kalan, kitleselleşemeyen, gettolaşmış bir devrimci hareket gerçegiyle karşı karşıyayız. Bu güçsüzlük devrimci hareketin öz gücüne güven zaafının da başta gelen kaynaklarındadır. Kuru, boş, keskin açıklamalar ve çağrılar yerine köklü özeleştirilerle yeni bir başlangıç ve atılıma kilitlenmek tek doğru devrimci politikadır. Kendi kendimize hitap ettiğimiz, kendi daracık dünyalarımızın küçük burjuva tatminine hizmet etmenin ve sözde başarılı bilmem ne önderliği üzerine lafazanlık yapmanın yerine, kendi zaaflarımızla hesaplaşarak yürümemiz gerekir. Güçler her ne kadarsa, ordan hareketle enerjik bir mücadele geliştirilmelidir ama herhalükarda bugünkü tabloya yol açan nedenlerle de hesaplaşarak yenilenmek lazım.

Küresel gericiliğe, emperyalist kapitalizmin küresel krizine karşı gelişen ve gelişecek hareket daha derin, daha radikal, daha geniş ve esnek bir karaktere sahip olacaktır. Yeni mücadele biçimleri ortaya çıkıp gelişecektir. Kuşkusuz ki ülkelerde, bölgelerde, küresel ölçekte gelişen mücadeleler küresel ölçekte de örgütlenmek zorunda. Ve bu mücadeleler devrim ve sosyalizm kavgasının zaferine bağlanmalıdır. Ancak bunun için de burjuvaziden bağımsız, proletarya ve halklara dayanan devrimci öncü kuvvetlerin öne çıkması, sürecin önünde kitlelerle birlikte yürümesi gerekir. Bu sorunun hemen ve doğrudan çözümünün olanaklı olmadığını da biliyoruz. Ancak bu hedefle çalışmak, yenilenmek, sıçrama yapmak hedefinde ısrarla yürümenin dışında başka bir seçenek de yoktur. Ki mücadelenin gelişmesi içinde bu sorun da mutlaka çözülecektir; gelişen mücadele kendi öncü kuvvetlerini de çıkaracaktır.

Devrimi hedef gösterir ve uğurda mücadele ederken, kitlelerin güncel taleplerine sıkı sıkıya sahip çıkmak ve bu mücadelelere de öncülük yapmak gerekir. Proletarya ve halkların, ezilen değişik toplumsal kesimlerin güncel taleplerine sahip çıkmadan da bir milim ilerlemek olanaklı olmayacaktır. Bu durumda da öncülük iddiası boşa düşecektir. Sınıf ve kitleler kendi öz deneyimlerinden öğrenir. Kendi yakıcı gereksinmeleri için mücadele eder. Sınıf ve kitleler kendi öz deneyleriyle öncünün çizgisinin haklılığını anladıkça öncülerini izlerler, davaları için her türlü fedakarlığı da yaparlar.

Mücadele biçimleri, masa başında üretilmez. Mücadele biçimlerinin kaynağı kitle hareketidir. Kitlelerin hareketinde doğan ve gelişen mücadele ve örgüt biçimlerini bilinç ve örgütlenmeyle donatarak genelleştirmek komünistlerin görevidir. Şu Koronalı günlerde proletarya ve halk kitlelerin, kadınların hareketinde uç verip gelişmeye başlayan mücadele biçimleri giderek gelişip yaygınlaşacaktır. Türkiye, Yunanistan, Almanya, Fransa, ABD, İsrail, Şili vb. gibi ülkelerde işten atılmalara, sağlık tedbirlerinden yoksun çalışma koşullarına karşı basın açıklamaları, fiziksel mesafeyi korumayı ihmal etmeden sokaklara yansıyan değişik eylem biçimleri gibi boy veren grev, protesto hareketlerini geliştirmek yaşamsal önemdedir. Çeşitli ülkelerde sosyal medya aracılığıyla aynı gün ve saatte başlatılan balkon eylemleri, pankrat asmalar, slogan atmalar, ışık kapatma açma eylemi gibi mücadele biçimlerin, sosyal medyanın etkin ve yaygın teşhir çalışmaların aracı olarak kullanılması, sayısız sosyal dayanışma ağının, sosyal dayanışma meclislerinin doğup yaygınlaşmış olması, gibi değişik türden sosyal ve politik dayanışma girişimlerinin örgütlenmesi dikkat çekici mücadele biçimleridir.

Korona bahanesiyle kitlelerin asosyaleştirilmesi, apolitikleştirilmesi, atomize edilmesi, dayanışmanın yıkılması, korkuya teslim edilmesi, gücü elde tutan sermaye devletine sığınması bir politik yönetim biçimi olarak kullanılıyor ve daha aktif kullanılacaktır. Buna karşı sosyalleşmenin, politikleşmenin, her cephede dayanışmanın büyütülmesi, döneme uygun biçimlerin birleşik tarzda geliştirilmesi ivedi bir duruştur. Sağlık tedbirlerini ihmal etmeden sokak eylemliliğin geliştirilmesi gerekir. Bu bakımdan her semt, her sokak, her ev protesto arenasına dönüştürülebilir. Merkezi kitlesel eylemler hedeflenmeli ve hazırlanmalıdır ama belli ki şimdilik tüm kenti, tüm semtleri, tüm sokakları kapsayacak tarzda dar kitlelerin katılacağı yaygın eylemlerden geniş kitle hareketlerine doğru ilerleyen, gelişen kitlesel biçimlere önem vermek gerekir. İlerici, devrimci, komünist kuvvetlerin, ilerici ve devrimci partilerin, sendika ve DKÖ’lerin, ilerici bilim insanlarının, sağlık çalışanlarının, kadın ve ekolojik hareket vb. gibi platformların birleştirilmesi ve kolektif kararıyla ortak bir simgenin belirlenmesiyle yaygın protesto biçimleri yapılabilir. Bu bağlamda önemli olan şey dar grupların çıkarları değil, geniş kitlelere hitap eden, onlar tarafından benimsenebilecek ortak bir simgenin ya da simgelerin belirlenip kullanılmasıdır.

Olanaklı olan her yerde meclis tipi örgütlenmenin alabildiğine her yerde (işyerlerinden, bloklardan, apartmanlardan sokak meclislerine kadar) yaygın örgütlenmesi yaşamsal önemdedir. Bu doğrultudaki gelişme henüz zayıf da olsa geliştirilebilme potansiyeline sahiptir.

Korona salgını karşısında işçiler bir yandan kitlesel olarak işten atılırken öte yandan da işçilere ve emekçilere gerekli sağlık tedbirlerinden yoksun zorunlu çalışma dayatılıyor. Açık açık ‘’Ölün, bu bizim için önemli değil ama çalışacaksınız’’ diyen sermaye ve devletine karşı ortak talepler etrafında değişik türden grevlerin yapılması ve giderek genelleştirilmesi olanaklıdır ve bu hedefe bağlı çalışmak önem taşımaktadır. İşsizlik kırbacı altında her gün, her saat C-19’a yakalanma ve ailesine, çocuklarına bulaştırma riskiyle iç içe olan miyonlarca işçinin kuzu gibi davranacağını düşünmek saçma olur. Bu bağlamda harekete geçebilecek sendikaların pasif, talepleri dile getiren, tehlikelere dikkat çeken açıklamalarla yetinmesi sınıfın eylem gücünün açığa çıkmasını önlemektedir.

Emperyalist dünya sistemi C-19 salgınında açık bir şekilde emekçi kitleleri kendi kaderiyle baş başa bıraktı. İşsizler, işçiler, işten atılanlar, kent yoksulları, yaşlılar, engelliler, evsizler, göçmenler, mülteciler, sosyal güvenceden ve gerekli gelirden yoksun olanların ve çocuklarının kolayca harcanması gereken sınıf ve tabakalar olarak görüldüğü, üstelik küresel çapta salgın gibi devasa bir kasırga anında daha keskin, daha iyi görüldü.

Tüm bu sosyal sınıf ve kategorilerin sayısız platformlarda örgütlenmesi, yerel, ulusal, bölgesel, küresel koordine edilmesi tümüyle olanaklıdır ve salgınla birlikte bu gereksinim daha yakıcı bir olguya dönüşmüştür. Üstelik geniş kesimlerde karşılık bulacak bir sosyal ve politik olguyla karşı karşıyayız.

Gerek küresel alanda gerekse de Türkiye’de pek çok ilerici sendika, DKÖ, parti salgına karşı mücadelede tamamen meşru ve doğru talepler formüle ederek devletin ve tekellerin bu yükü üstlenmesini istemiştir. Bunları burada sıralamak gerekmiyor. Sadece birkaç noktaya işaret etmekle yetinecek olursak;

Sermayeden varlık vergisi alınmalıdır. Alınan bu vergi salgına karşı önlemler çerçevesinde işsizlere, yoksullara, sosyal güvenceden yoksun olanlara aktarılmalıdır.

Salgına karşı mücadelede zorunlu sektörler (sağlık, gıda vb.) dışında çalışma ve işten çıkarma yasaklanmalıdır. Bu sektörlerin dışında kalan işçilerin ücretleri ve giderleri işveren ve devlet üstlenmelidir. Başta sağlık sektörü olmak üzere çalışmak zorunda olan sektörlerde, maliyeti sermaye ve devlet tarafından karşılanacak tarzda köklü sağlık ve koruyucu önlemler alınmalıdır.

Evde kalma zorunluluğu olanların her türlü gereksinimi devlet tarafından karşılanmalıdır. Sosyal güvencesi olmayan kitleler acilen sosyal güvencelere kavuşturulmalıdır.

Çalışma saatleri 6 saate düşürülmelidir.

Başta koruyucu sağlık olmak üzere sağlık sektörü parasız hale getirilmelidir. Orduya, silahlanmaya değil, sağlığa, eğitime yatırım yapılmalıdır.

COVİD-19 aşısı çıktığında aşı, parasız olarak yapılmalıdır.

Devam edecek olursak;

Eko-sistemin yıkımının insanlığın ve doğanın yıkımı anlamına geldiğini, yıkımın sorumlusunun kapitalizm olduğu gerçeği bugün geçmişten farklı olarak küresel ölçekte yüzmilyonlar, milyarlar tarafından çarpıcı bir deneyim üzerinden daha açık görüldü. Kapitalist emperyalizme, onun dünya sistemine karşı mücadelenin stratejik sac ayaklarından birisinin de ekolojik hareketi antikapitalist sosyalist perspektifle ele alarak geliştirmek olduğu bugün daha çıplak görülebilmektedir. Bu alanın liberallere, reformist akımlara, tekellerle, devletle bağlı organizasyonlara* bırakılmaması gerektiği açıktır. Bu bakımdan teorik çalışma ve deneyimler üzerinden programın, stratejinin, taktiklerin, sloganların geliştirilmesi; temel ve güncel taleplerin güçlü bir şekilde formüle edilerek net bir çizgiyle ortaya çıkılması ve güncel politik çalışmanın enerjik bir bileşenine dönüştürülmesi gerektiği özeleştirel bilince çıkarılmalıdır. Bu alanın ihmal edildiği, öneminin yeterince anlaşılamadığı açık ve kesindir.

Liberal gerici, küçük burjuva burjuva reformcu, Marksizm-Leninizm, sosyalizm, devrim, SSCB karşıtlığı ve düşmanlığıyla şekillenen, uluslararası sermayenin uzantısı olan ‘’ekolojik hareket’’e karşı olduğu gibi sosyalizm iddiası ile ortaya çıkan postMarksist ‘’Ekolojik Marksizm’’e, ‘’Ekolojik hareket’’e de karşı etkin bir ideolojik mücadele şarttır. Eko-sistemin yıkımının tüm insanlığın sorunu olduğu, bu mücadelenin sınıfsal karaktere sahip olamayacağı ya da bu sorunların ‘’sınıf sorunu gibi dar bir alan’’a sıkıştırılamayacağı saçmalığına karşı enerjik bir mücadele yürütülmelidir. Bu vb. yaklaşımlar, kapitalizmi ve onun insanı doğaya, insanın kendisine dönük ürettiği yabancılaşma ve yıkımı gizlemenin, kapitalizmi aklamanın bir aracıdır.

Eko-sistemi yıkan kapitalizmdir. Kapitalizme karşı mücadele sınıf mücadelesidir. Ekolojik mücadele sınıf mücadelesidir, sınıf mücadelesi ekolojik mücadeledir. Bu kapsamlı ve giderek daha fazla keskinleşerek öne çıkan eko-sistemin yıkımının yaşadığımız toplumsal koşullardan, kapitalist üretim tarzından, uluslararası tekellerin hegemonya ve yağmasından; artı değer, kar, rant üretiminden koparılarak yapılan her analiz sadece kapitalizme hizmet eder ve burjuvazinin egemenliğine su taşır. Ki kapitalizm ve burjuvaziyi hedefleştirmeyen teori ve pratikler burjuvazinin tarafından teşvik edilip fonlanmaktadır. Bu bağlamda, sorunun tarihsel arka planının ve sınıfsal temellerinin bilincinde olmayan ve kendiliğinden anti-kapitalist mücadele yürüten geniş kesimlerin kazanılması; özellikle gerek 60’dan başlayarak gelen ekolojik hareketin birinci ve gerekse de 80’ler, 90’lar sonrası gelişen ekolojik hareketin ikinci dalgası olsun, çok önemli deneyimler biriktirmiştir. Bu tarihsel deneyimden de ayrıca eleştirel öğrenmek gerektiği, bu alanın dünya komünist hareketi tarafından ihmal edildiği, teorinin, dolayısıyla politikanın zenginleştirilerek geliştirilemediği gerçeği de görülmeli; teorik ve pratik özeleştiri yoluyla bu mücadeleye öncülük perspektifinden müdahale edilmelidir.

Engels’in vurguladığı şu gerçek COVİD-19 salgını tarafından da çarpıcı bir şekilde kanıtlanmıştır;

Doğa üzerinde kazandığımız zaferden dolayı çok fazla böbürlenmeyelim. Böyle bir zafer karşısında doğa, bizden öcünü alır. Her zaferin beklediğimiz sonuçları ilk aşamada sağladığı doğrudur. Ama ikinci ve üçüncü aşamada da büyük çoğunlukla ilk sonuçları ortadan kaldıran bambaşka önceden görünmeyen etkileri vardır”.

Hasan OZAN İLTEMUR

* Örneğin Türkiye’de; TEMA, Türkiye Erozyanla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı. Sözde ‘’STK’’ olan vakıf, devlet ve büyük sermayenin güdümündedir. Destekçilerinden birkaçı, Avrupa Birliği, TOBB, Karamancı Holding, Koç Holding, Yapı Kredi Bankası, İş Bankası, Microsoft. (www.tema.org.tr › web)

Örneğin; ‘’Dünya Doğayı Koruma Vakfı (World Wide Fund for Nature ya da kısaca WWF)’’

Sözde ‘’Bağımsız ve siyaset dışında’’ bir kurum olduğu iddia edilen bu ‘’Sivil Toplum Kuruluşu’’nun Sponsorları içerisinde şunlar da yer almaktadı, ‘’Vakıf, Doğal Hayatı Koruma Derneği (DHKD) başta olmak üzere; Lafarge, Microsoft, Canon, Unilever, HSBC, ABB gibi çokuluslu şirketlerle de iş birliği yapmaktadır.’’ (Wikipedi)

Örneğin; ‘’1993-2001 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri'nin başkan yardımcılığını yaptı ve 2000 yılındaki ABD başkanlık seçimleri'nde Demokratik Parti'yi başkan adayı olarak temsil etti. Seçimi kaybettikten sonra siyasetten çekilen Al Gore çabalarını Küresel ısınma konusunda yoğunlaştırdı. Bu konuda yaptığı Uygunsuz Gerçek adındaki belgesel film 2007 yılında Akademi Ödülüne hak kazandı. Bu filmin yanı sıra Türkiye dahil dünyanın birçok ülkesinde bu konuda verdiği konferanslar ve diğer çalışmalar sayesinde 2007 yılında Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneliyle birlikte Nobel Barış Ödülüne uygun görüldü. ‘’ (Wikipedi)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder