‘’COVİD-19
KRİZİ’’ VE MÜCADELE GÖREVLERİ
‘’En
büyük maddi ve zihinsel işbölümü, kent ile kırın
ayrılmasıdır.’’ (Marx-Engels,
Alman İdeolojisi)
‘’Demek
ki kent ile kır arasındaki karşıtlığın ortadan kaldırılması,
yalnızca olanaklı olmakla kalmaz. Sınai üretimin dolaysız bir
zorunluğu durumuna gelir, aynı biçimde tarımsal üretimin ve
üstüne üstlük halk sağlığının da bir zorunluluğu durumuna
gelmesi gibi. Havanın, suyun ve toprağın bugünkü kirlenmesi,
ancak ve ancak kent ile köyün kaynaşmasıyla ortadan
kaldırılabilir; bugün kentlerde mum gibi eriyen yığınları,
pisliklerinin hastalıklar yerine bitkiler üretilmesine yarayacağı
noktaya, ancak bu kaynaşma götürebilir.
Demek
ki, kent ve kır ayrılığının ortadan kalkması, hatta büyük
sanayinin ülke içinde olanaklı olduğuca eşit bir biçimde
dağılmasını şart koşan bir olay olarak bile, bir ütopya
değildir. Kuşkusuz
uygarlık bize, büyük kentler ile ortadan kaldırılması için çok
zaman ve çok çaba gerekecek bir kalıt bırakmıştır. Ama bu,
uzun süreli bir süreç de olsa, o büyük kentleri ortadan
kaldırmak gerekecektir ve o büyük kentler de ortadan
kalkacaklardır.’’ (Engels,
Anti Dühring)
I
Dünya
nüfusu- insanlık ilk kez küresel çapta bu denli etkili olan bir
virüs salgını tehdidi ile karşı karşıya kaldı. İlk kez bu
kadar büyük bir korkuyu yaşadı. Eko-sistemi yıkarak küresel
salgınlara yol açan kapitalizm, dünya çapında yaşanan şoku,
korkuyu kullanarak virüsleri insanlığın baş ve ortak düşmanı
ilan etti ve savaşta oldukları propagandasına küstahça sarıldı.
Böylece kendi yarattığı yıkımı C-19 salgınına yıkarken,
gerek C-19 pandemisinin gerekse de emperyalizmin genel bunalımının
ve patlak vermiş olan genel ekonomik krizinin sorumluluğundan
sıyrılmaya çalıştı. Oysa proletarya ve halkların, doğanın,
dünya nüfusunun onda dokuzunun baş ve ortak düşmanı
kapitalizmdir, emperyalist dünya düzenidir, dünya nüfusunun onda
birini oluşturan burjuvazi ve uluslararası tekellerdir.
Dünya
burjuvazisi, salgın krizini kullanarak emperyalist dünya sisteminin
krizini örtmek istemekte. Krizin yükünü proletarya ve halkların
sırtına yıkarak krizden en az hasarla çıkmayı hedeflemekte.
Krizi bir fırsata çevirerek yeni saldırı planlarını hayata
geçirmeye çalışmakta.
Şu
Koronalı günlerde burjuvazinin en büyük korkusu dünyanın işçi
ve emekçilerinin ayağa kalkma, ayaklanma korkusudur. Proletarya ve
halkları, yoksulları, işsizleri, yaşlıları, her türlü sosyal
güvenceden yoksun geniş kitleleri gözden çıkaran sermaye ve
devletleri, ilk şokun etkisi geçtikten sonra yeni bir mücadele
dalgasının gelişeceğini bilmektedir. Ki krizlerin patlak verip
geliştiği dönemlerde, sınıfsal gerçekler, devletin sınıfsal
karakteri daha çıplak açığa çıkar; kitleler tarafından
gerçekler daha açık görülür; ‘’tehlikeli fikirler’’
hızla yayılır; tıpkı şu Koronavirüs salgını döneminde
olduğu gibi.
İlk
şokun, ilk korku dalgasının atlatılması ile, daha bugünden uç
verip gelişen mücadelelerin patlak verip gelişeceğini bilen
burjuva devletler olağanüstü hali olağanlaştıran politik
rejimlerle ve sahte beklentiler yaratarak süreci önlemeyi
hedeflemektedir. Fakat bunun olanaklı olmayacağını, kitlelerin
büyüyen devrimci öfkesinin sokakları tutuşturacağına hep
birlikte tanık olacağız. Gelişecek mücadele dalgasının
yalnızca neoliberal politikaların değil, kapitalizmin
sorgulanmasıyla el ele gelişeceğini göreceğiz.
Milyarlarca
işçi ve emekçi emperyalist dünya sisteminin, burjuva devletlerin,
kapitalizmin o ihtişamlı teknolojisinin C-19 salgını karşısında
nasıl güçsüz kaldığını, sermayenin trilyonları bulan devasa
fonlarla fonlanırken kendilerinin nasıl kaderilerine
terkedildiklerini çarpıcı bir tarzda yaşarak gördü.
Kapitalizmin emekçi insanlığı, doğayı nasıl devasa
tehlikelerle karşı karşıya getirdiğini yeni deneyimleriyle de
anladı ya da daha hızlı ve derin anlama eğilimi güç kazandı.
Sağlığa, eğitime, sosyal güvencelere değil, askeri-sanayi
komlekse, militarizme, tekellere yatırım yaptığını; kar amacına
hizmet etmeyen her şeyin ne kadar değersiz, gereksiz, hovardaca
harcanacak şeyler olarak görüldüğünü ya da ilan edildiğini
daha somut yaşadı.
Haberlerde,
videolarda dünyanın dört bir yanında sokakların ıssız,
insansız görüntülerinin ne denli hazin ve acı verici olduğuna
ilk defa bu kadar keskin tanıklık yapıldı. Aynı
zamanda doğanın kısmen de olsa ne
kadar özgürleştiğine,
hava kirliliğinin ne denli azaldığına
da şahit olundu...
Bu
tablonun sorumlusu elbette ki virüs değil, kapitalist emperyalizm
ve dünya gericiliğidir. Düşman olan virüs değil, düşman azami
kar için üretim düzeni olan kapitalizmdir ve onu temsil eden dünya
burjuvazisidir. Suçu, sınır tanımayan iki yüzlülükle virüslere
yıkan bir toplumsal sistemin yıkılması gerektiği, onu yıkmak
için her türlü devrimci baş kaldırının meşru olduğu giderek
daha fazla belirginleşti.
Marx’ın
dediği gibi, dünya kimsenin özel mülkü değildir, olamaz; dünya,
dünya üzerinde yaşayan tüm canlıların ortak yaşam alanı,
canlı türlerin ve insan soyunun ortak yaşam koşulu ve gelecek
nesillere korunarak devredilmesi gereken mirastır. Oysa özellikle
de kapitalizm dünyayı kendi özel mülkü, kar amacıyla
metalaştırılması, yağmalanması gereken bir kaynak olarak
kullandı, kullanmaya da devam etmektedir. Dünyayı kendi çiftliği
ilan eden ücretli kölelik sistemi kapitalizm yıkılmalıdır. Onun
tek alternatifi sosyalizmdir. Tarih sosyalist SSCB’nin tarihsel
kazanımlarının, kapitalist emperyalizm karşısındaki
üstünlüğünün giderek daha fazla tartışılacağına,
belleklerde silindiği varsayılan bu gerçeğin yeniden canlanarak
yükseleceğine tanık olacaktır. Burjuvazinin ideolojik ve politik
saldırılarına, bu saldırıların değişik formasyonları olan
sosyal demokrasinin, Troçkizmin, sosyal reformizmin, postMarksist
vb. akımların demagoji ve manipülasyonuna karşın bu dalga
gelişecektir.
II
Kapitalizm,
emperyalist dünya sistemi kendiliğinden yıkılmayacaktır. Onu
yıkacak güçler olmadıkça kapitalizm en derin krizlerinden çıkma
niteliğine ve yeteneğine sahiptir. Kapitalizmi yıkacak tek sınıf
ise işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı hareketine dayanmayan bir
komünist gücün ise geleceği yoktur ve sınıfı temsil etmekten
de çıkar…
Çağımız
emperyalizm ve proletarya devrimler çağıdır. Bu çağda dünya
proleterya devriminin nesnel koşulları olgunlaşmıştır ve bugün
çok daha olgunlaşmıştır. Ana sorun emperyalist kapitalizmi
yıkacak, dünya proleter devriminin zaferine önderlik edecek
komünist partilerin olmamasıdır ya da dişe dokunur bir güç
halinde olamamasıdır. Bu bağlamda dünya proleter devriminin
nesnel koşulları ile öznel koşulları arasında bir uçurum
bulunmaktadır. Temel tarihsel-politik güncel görev bu sorunun
çözülmesidir. Dolayısıyla dünya proletaryası ve ezilenler
somutunda karşılığını bulmayan, boş çığırtkanlığa
dönüşen ‘’dünya devrimi’’ çağrıları ise herhangi bir
öneme sahip değildir. ‘’Oturduğu ahır kapısı, çığırdığı
İstanbul türküsü’’ konumlarından kopuşmadıkça da bu tablo
değişmeyecektir.
III
Patlak
vermiş olan krizin ana çözümü sosyalizmdir. Kapitalizmin tek
alternatifi sosyalizm ve komünizmdir. Proletarya, proleter devrim
yoluyla egemen sınıf olarak örgütlenmedikçe, proletarya
diktatörlüğü/sosyalist demokrasi yoluyla sosyalizmden komünizme
doğru yürümedikçe genel olarak özel mülkiyet, özel olarak da
emperyalist dünya sisteminin pisliklerinden kurtulamayacaktır. Ve
biliyoruz ki, Marks’ın dediği gibi, proletarya sınıf
bencilliğinden uzak tek sınıftır ve ancak kendisiyle birlikte
insanlığı kurtararak nihai amacına ulaşabilir. Sınıflı bir
dünyada yaşıyoruz ve sınıf mücadelesi sınıflı toplumların
ana motorudur. Bu tarihsel gerçeği şu yaşadığımız Koronalı
günlerde de en açık bir şekilde görmekteyiz. İnsanlığın,
tarihsel ve toplumsal gelişmesinin önündeki engel olan kapitalizme
ve sömürücü sınıfların egemenliğine son vermeden; üretimin
kar için değil, insan için yapıldığı; proletarya ve halkların
maddi ve manevi gereksinmelerini karşılamaya, zenginleştirmeye ve
giderek ekonomik eşitlik temelinde sınıfsız topluma yürümeden
gezegenimizin de insanlığın da kurtuluşu olanaklı olmayacaktır.
Bu yol, Büyük Ekim Devrimi ile açılmış, Lenin ve Stalin’in
SSCB’sinde ete kemiğe bürünmüştür. Kapitalist emperyalizmin
gidebileceği yeni bir yer yok; o kaçınılmaz olarak yerini eşitsiz
gelişme yasasının tepkimesi üzerinde dünya proleter devriminin
zaferiyle sosyalizme bırakacaktır ama bu, asla kendiliğinden
gerçekleşmeyecektir. Her devrimin temel ve genel yasası olan
şiddete dayanan devrim yasası, emperyalist dünya sisteminin mezara
gömülmesinin de belirleyici yoludur. Cennette yaşayanlar cenneti,
cehennem hayatı yaşattıkları proletaryaya (ve halklara) asla
barışçıl yollardan devretmeyeceklerdir. Zafer koparılıp
alınacaktır.
Komünistler
tam da bu dönemde sosyalist ve komünist programını sınıfa ve
geniş kitlelere taşımakla; geçici demokratik görevlerini
sosyalist perspektifle ele alarak programının propagandasını,
programını yakıcı taleplerle yaratıcı bir şekilde
birleştirerek ajitasyonunu yapmakla yükümlüdür. Dışardan
seslenmekle, çağrılar yapmakla, keskin sloganlar haykırmakla söz
konusu demokratik ve sosyalist görevlerin yerine getirilemeyeceği
ise tarihsel deneyimle sabittir. Büyük kriz dönemlerinde, sınıfın
ve kitlelerin tepki ve öfkesinin geliştiği dönemlerde, devrimci
yükseliş ve atılımların geliştiği dönemlerde yeni bir
devrimci çıkış, komünist devrimci yenilenme olanaklıdır ve
bunun koşulları her zamankinden daha fazla gündemleşir. Kuşkusuz
ki böyle bir yenilenme ve yeniden yapılanma esnaf politikasını
mahkum etmekten, yeni deneylerle kuşanmaktan geçer. Şimdilik
bundan oldukça uzak olunduğu kesindir. Ağır ideolojik karmaşa ve
bunalım, ilkesiz, belkemiksiz, ne dediği belli olmayan, esen yele
göre yön değiştiren oportünizm mahkum edilmeden ne tarihsel
proleter devrimci görevler yerine getirilebilir ne de güncel
mücadelenin geresinmelerine yanıt verilebilir. Ne acıdır ki tablo
budur.
IV
Sermaye,
bu kriz sürecinden de sınıfsal çıkarlarının gerektirdiği
ekonomik, siyasal düzenlemeler yaparak çıkmaya çalışacaktır.
Toplumsal sistemlerini tehdit eden ve edecek devrimci gelişmelere,
kitle hareketlerine karşı gerekli tedbirleri sektirmeden alacaktır.
Sermaye, emperyalist dünya sisteminin krizinin sistemi yıkacak
dinamikler olmakla ve gelişmekle birlikte dünya devrimini yakın
bir tehdit olarak görmemekte fakat gelişmenin yönünü gördüğünden
gerekli ideolojik manipülasyon ve terör tedbirlerini geliştirmekte
ve geliştirecektir. Bir yandan ırkçı faşist hareketi
geliştirirken öte yandan sosyal demokrasiyi sosyal liberal çizgide
ileri sürecektir. Keynesyen, neoKeynesyen umutları kışkırtarak
kitleleri oyalamaya, sosyal reformizle zehirlemeye devam edecektir;
kuşkusuz ki daha yoğun, daha etkin, daha kapsamlı organik
çalışmalarla. Olağanüstü durum ve yönetim tarzlarını yeni
normal olarak proletarya ve halklara dayatacaktır. Papaz ve cellad
politikasını daha etkin kullanacaktır. Bu bağlamda burjuva
teröre, faşizm ve savaş tehlikesine, emperyalist gericiliğin
parçası olan ve kışkırtılan Ortaçağ gericiliği kalıntılarına
karşı mücadele ederken, öte yandan da burjuvazinin ve yedeğindeki
akımların ideolojik ve siyasal saldırılarına, manipülasyonuna
karşı enerjik bir mücadele geliştirmek yaşamsal önemdedir.
Dünya
burjuvazisi devrimci gelişmelere karşı, devrimci başkaldırılara
karşı daima devrimin yangın söndürücüsü, sistemin yedek
lastiği güçleri kullanagelmiştir. Nesnel olarak yangın
söndürücülerin temelleri zayıflamış olmakla birlikte, küresel
ölçekte devrimci ve komünist öncülüğün olmaması bu bakımdan
emperyalizm ve yedeğindeki güçlere açık bir alan ve manevra gücü
sunmaktadır. Şu 2000’lerin dünyasında kendisine sol, işçi,
sosyalist, sosyal demokrat vs. diyen partilerin küresel kitle
hareketini nasıl düzen içine çekerek söndürdüklerine hepimiz
tanık olduk. Küresel ölçekte gelişen kitlesel mücadelelerden
biri olan sosyal formların, sermayenin doğrudan ve dolaylı
müdahaleleriyle hareketi nasıl kontrol altına alarak
sönümlendirdiklerine hepimiz tanığız. Slavoj Zizek gibi
postMarksist ‘’pop star’’ların piyasaya çıkıp içeriği
boşaltılmış, komünizmle alakası olmayan açıklamalar eşliğinde
de olsa komünizmin gerekliliğinden vs. bahsetmesi rastlantısal
değildir. O ve onun gibi sözde solcu aydınlar gerçekte gelen ve
gelecek olan dünya devrim dalgasının patlamak verme olasılığı
için dünya burjuvazisini uyarmakta ve Keynesyen politikaların
devreye sokulmasının, kamusal bazı önlemlerle kitlelerin manipüle
edilmesini talep etmektedir.
V
2000’lerden
bu yana dünya proletaryası ve halkların mücadelesinde bir
canlanma ve yükseliş yaşanmaktaydı. COVİD-19 salgını öncesinde
ise 50 ülkeyi aşan büyük kitle gösterileri vardı ve
gelişmekteydi. Demokratik kadın hareketi belirgin bir şekilde öne
çıkmıştı. Ekolojik hareket gitgide daha fazla gelişmekteydi. Bu
mücadeleler ekmek ve özgürlük, adalet, eşitlik, doğanın
korunması istemleriyle yükselmekteydi. Proletarya ve halkların bu
mücadele dalgası salgın nedeniyle şimdilik geri çekilmişse de,
bir de yaşadığımız şu yeni deneyimlerin ışığında daha
radikalleşerek, yaygınlaşarak yükselecektir. Gelişen ve
gelişecek mücadele dalgasının kendiliğinden karakteri açık bir
zaafiyeti oluştursa da gelişen dalga içinde devrmci-demokrasinin
ve komünist hareketin atılım yapmasına da oldukça elverişli bir
ortam ve imkan sunmaktadır. Bu bağlamda bütün mesele bu koşulları
değerlendirebilmektedir
Proletarya
ve kitlelerin geniş çaplı örgütsüzleştirilmiş olduğu,
demokratik ve sosyalist hareketin ciddi bir varlık gösteremediği
bir tarihsel-politik dönemden geçiyor oluşumuz ise en büyük
handikap olarak karşımızda duruyor. Böyle olunca da en devrimci
çağrılar, haklı olarak ileri sürülen talepler kitlelerde
karşılığını bulmuyor. Çünkü geniş kitlelerin dışında
kalan, kitleselleşemeyen, gettolaşmış bir devrimci hareket
gerçegiyle karşı karşıyayız. Bu güçsüzlük devrimci
hareketin öz gücüne güven zaafının da başta gelen
kaynaklarındadır. Kuru, boş, keskin açıklamalar ve çağrılar
yerine köklü özeleştirilerle yeni bir başlangıç ve atılıma
kilitlenmek tek doğru devrimci politikadır. Kendi kendimize hitap
ettiğimiz, kendi daracık dünyalarımızın küçük burjuva
tatminine hizmet etmenin ve sözde başarılı bilmem ne önderliği
üzerine lafazanlık yapmanın yerine, kendi zaaflarımızla
hesaplaşarak yürümemiz gerekir. Güçler her ne kadarsa, ordan
hareketle enerjik bir mücadele geliştirilmelidir ama herhalükarda
bugünkü tabloya yol açan nedenlerle de hesaplaşarak yenilenmek
lazım.
Küresel
gericiliğe, emperyalist kapitalizmin küresel krizine karşı
gelişen ve gelişecek hareket daha derin, daha radikal, daha geniş
ve esnek bir karaktere sahip olacaktır. Yeni mücadele biçimleri
ortaya çıkıp gelişecektir. Kuşkusuz ki ülkelerde, bölgelerde,
küresel ölçekte gelişen mücadeleler küresel ölçekte de
örgütlenmek zorunda. Ve bu mücadeleler devrim ve sosyalizm
kavgasının zaferine bağlanmalıdır. Ancak bunun için de
burjuvaziden bağımsız, proletarya ve halklara dayanan devrimci
öncü kuvvetlerin öne çıkması, sürecin önünde kitlelerle
birlikte yürümesi gerekir. Bu sorunun hemen ve doğrudan çözümünün
olanaklı olmadığını da biliyoruz. Ancak bu hedefle çalışmak,
yenilenmek, sıçrama yapmak hedefinde ısrarla yürümenin dışında
başka bir seçenek de yoktur. Ki mücadelenin gelişmesi içinde bu
sorun da mutlaka çözülecektir; gelişen mücadele kendi öncü
kuvvetlerini de çıkaracaktır.
Devrimi
hedef gösterir ve uğurda mücadele ederken, kitlelerin güncel
taleplerine sıkı sıkıya sahip çıkmak ve bu mücadelelere de
öncülük yapmak gerekir.
Proletarya
ve halkların, ezilen değişik toplumsal kesimlerin güncel
taleplerine sahip çıkmadan da bir milim ilerlemek olanaklı
olmayacaktır. Bu durumda da öncülük iddiası boşa düşecektir.
Sınıf ve kitleler kendi öz deneyimlerinden öğrenir. Kendi yakıcı
gereksinmeleri için mücadele eder. Sınıf ve kitleler kendi öz
deneyleriyle öncünün çizgisinin haklılığını anladıkça
öncülerini izlerler, davaları için her türlü fedakarlığı da
yaparlar.
Mücadele
biçimleri, masa başında üretilmez. Mücadele biçimlerinin
kaynağı kitle hareketidir. Kitlelerin hareketinde doğan ve gelişen
mücadele ve örgüt biçimlerini bilinç ve örgütlenmeyle
donatarak genelleştirmek komünistlerin görevidir. Şu Koronalı
günlerde proletarya ve halk kitlelerin, kadınların hareketinde uç
verip gelişmeye başlayan mücadele biçimleri giderek gelişip
yaygınlaşacaktır. Türkiye, Yunanistan, Almanya, Fransa, ABD,
İsrail, Şili vb. gibi ülkelerde işten atılmalara, sağlık
tedbirlerinden yoksun çalışma koşullarına karşı basın
açıklamaları, fiziksel mesafeyi korumayı ihmal etmeden sokaklara
yansıyan değişik eylem biçimleri gibi boy veren grev, protesto
hareketlerini geliştirmek yaşamsal önemdedir. Çeşitli ülkelerde
sosyal medya aracılığıyla aynı gün ve saatte başlatılan
balkon eylemleri, pankrat asmalar, slogan atmalar, ışık kapatma
açma eylemi gibi mücadele biçimlerin, sosyal medyanın etkin ve
yaygın teşhir çalışmaların aracı olarak kullanılması,
sayısız sosyal dayanışma ağının, sosyal dayanışma
meclislerinin doğup yaygınlaşmış olması, gibi değişik türden
sosyal ve politik dayanışma girişimlerinin örgütlenmesi dikkat
çekici mücadele biçimleridir.
Korona
bahanesiyle kitlelerin asosyaleştirilmesi, apolitikleştirilmesi,
atomize edilmesi, dayanışmanın yıkılması, korkuya teslim
edilmesi, gücü elde tutan sermaye devletine sığınması bir
politik yönetim biçimi olarak kullanılıyor ve daha aktif
kullanılacaktır. Buna karşı sosyalleşmenin, politikleşmenin,
her cephede dayanışmanın büyütülmesi, döneme uygun biçimlerin
birleşik tarzda geliştirilmesi ivedi bir duruştur. Sağlık
tedbirlerini ihmal etmeden sokak eylemliliğin geliştirilmesi
gerekir. Bu bakımdan her semt, her sokak, her ev protesto arenasına
dönüştürülebilir. Merkezi kitlesel eylemler hedeflenmeli ve
hazırlanmalıdır ama belli ki şimdilik tüm kenti, tüm semtleri,
tüm sokakları kapsayacak tarzda dar kitlelerin katılacağı yaygın
eylemlerden geniş kitle hareketlerine doğru ilerleyen, gelişen
kitlesel biçimlere önem vermek gerekir. İlerici, devrimci,
komünist kuvvetlerin, ilerici ve devrimci partilerin, sendika ve
DKÖ’lerin, ilerici bilim insanlarının, sağlık çalışanlarının,
kadın ve ekolojik hareket vb. gibi platformların birleştirilmesi
ve kolektif kararıyla ortak bir simgenin belirlenmesiyle yaygın
protesto biçimleri yapılabilir. Bu bağlamda önemli olan şey dar
grupların çıkarları değil, geniş kitlelere hitap eden, onlar
tarafından benimsenebilecek ortak bir simgenin ya da simgelerin
belirlenip kullanılmasıdır.
Olanaklı
olan her yerde meclis tipi örgütlenmenin alabildiğine her yerde
(işyerlerinden,
bloklardan, apartmanlardan
sokak meclislerine kadar)
yaygın örgütlenmesi yaşamsal önemdedir. Bu doğrultudaki
gelişme henüz zayıf da olsa geliştirilebilme potansiyeline
sahiptir.
Korona
salgını karşısında işçiler bir yandan kitlesel olarak işten
atılırken öte yandan da işçilere ve emekçilere gerekli sağlık
tedbirlerinden yoksun zorunlu çalışma dayatılıyor. Açık açık
‘’Ölün, bu bizim için önemli değil ama çalışacaksınız’’
diyen sermaye ve devletine karşı ortak talepler etrafında değişik
türden grevlerin yapılması ve giderek genelleştirilmesi
olanaklıdır ve bu hedefe bağlı çalışmak önem taşımaktadır.
İşsizlik kırbacı altında her gün, her saat C-19’a yakalanma
ve ailesine, çocuklarına bulaştırma riskiyle iç içe olan
miyonlarca işçinin kuzu gibi davranacağını düşünmek saçma
olur. Bu bağlamda harekete geçebilecek sendikaların pasif,
talepleri dile getiren, tehlikelere dikkat çeken açıklamalarla
yetinmesi sınıfın eylem gücünün açığa çıkmasını
önlemektedir.
Emperyalist
dünya sistemi C-19 salgınında açık bir şekilde emekçi
kitleleri kendi kaderiyle baş başa bıraktı. İşsizler, işçiler,
işten atılanlar, kent yoksulları, yaşlılar, engelliler,
evsizler, göçmenler, mülteciler, sosyal güvenceden ve gerekli
gelirden yoksun olanların ve çocuklarının kolayca harcanması
gereken sınıf ve tabakalar olarak görüldüğü, üstelik küresel
çapta salgın gibi devasa bir kasırga anında daha keskin, daha iyi
görüldü.
Tüm
bu sosyal sınıf ve kategorilerin sayısız platformlarda
örgütlenmesi, yerel, ulusal, bölgesel, küresel koordine edilmesi
tümüyle olanaklıdır ve salgınla birlikte bu gereksinim daha
yakıcı bir olguya dönüşmüştür. Üstelik geniş kesimlerde
karşılık bulacak bir sosyal ve politik olguyla karşı karşıyayız.
Gerek
küresel alanda gerekse de Türkiye’de pek çok ilerici sendika,
DKÖ, parti salgına karşı mücadelede tamamen meşru ve doğru
talepler formüle ederek devletin ve tekellerin bu yükü
üstlenmesini istemiştir. Bunları burada sıralamak gerekmiyor.
Sadece birkaç noktaya işaret etmekle yetinecek olursak;
Sermayeden
varlık vergisi alınmalıdır. Alınan bu vergi salgına karşı
önlemler çerçevesinde işsizlere, yoksullara, sosyal güvenceden
yoksun olanlara aktarılmalıdır.
Salgına
karşı mücadelede zorunlu sektörler (sağlık, gıda vb.) dışında
çalışma ve işten çıkarma yasaklanmalıdır. Bu sektörlerin
dışında kalan işçilerin ücretleri ve giderleri işveren ve
devlet üstlenmelidir. Başta sağlık sektörü olmak üzere
çalışmak zorunda olan sektörlerde, maliyeti sermaye ve devlet
tarafından karşılanacak tarzda köklü sağlık ve koruyucu
önlemler alınmalıdır.
Evde
kalma zorunluluğu olanların her türlü gereksinimi devlet
tarafından karşılanmalıdır. Sosyal güvencesi olmayan kitleler
acilen sosyal güvencelere kavuşturulmalıdır.
Çalışma
saatleri 6 saate düşürülmelidir.
Başta
koruyucu sağlık olmak üzere sağlık sektörü parasız hale
getirilmelidir. Orduya, silahlanmaya değil, sağlığa, eğitime
yatırım yapılmalıdır.
COVİD-19
aşısı çıktığında aşı, parasız olarak yapılmalıdır.
Devam
edecek olursak;
Eko-sistemin
yıkımının insanlığın ve doğanın yıkımı anlamına
geldiğini, yıkımın sorumlusunun kapitalizm olduğu gerçeği
bugün geçmişten farklı olarak küresel ölçekte yüzmilyonlar,
milyarlar tarafından çarpıcı bir deneyim üzerinden daha açık
görüldü. Kapitalist emperyalizme, onun dünya sistemine karşı
mücadelenin stratejik sac ayaklarından birisinin de ekolojik
hareketi antikapitalist sosyalist perspektifle ele alarak geliştirmek
olduğu bugün daha çıplak görülebilmektedir. Bu alanın
liberallere, reformist akımlara, tekellerle, devletle bağlı
organizasyonlara* bırakılmaması gerektiği açıktır. Bu bakımdan
teorik çalışma ve deneyimler üzerinden programın, stratejinin,
taktiklerin, sloganların geliştirilmesi; temel ve güncel
taleplerin güçlü bir şekilde formüle edilerek net bir çizgiyle
ortaya çıkılması ve güncel politik çalışmanın enerjik bir
bileşenine dönüştürülmesi gerektiği özeleştirel bilince
çıkarılmalıdır. Bu alanın ihmal edildiği, öneminin yeterince
anlaşılamadığı açık ve kesindir.
Liberal
gerici, küçük burjuva burjuva reformcu, Marksizm-Leninizm,
sosyalizm, devrim, SSCB karşıtlığı ve düşmanlığıyla
şekillenen, uluslararası sermayenin uzantısı olan ‘’ekolojik
hareket’’e karşı olduğu gibi sosyalizm iddiası ile ortaya
çıkan postMarksist ‘’Ekolojik Marksizm’’e, ‘’Ekolojik
hareket’’e de karşı etkin bir ideolojik mücadele şarttır.
Eko-sistemin yıkımının tüm insanlığın sorunu olduğu, bu
mücadelenin sınıfsal karaktere sahip olamayacağı ya da bu
sorunların ‘’sınıf sorunu gibi dar bir alan’’a
sıkıştırılamayacağı saçmalığına karşı enerjik bir
mücadele yürütülmelidir. Bu vb. yaklaşımlar, kapitalizmi ve
onun insanı doğaya, insanın kendisine dönük ürettiği
yabancılaşma ve yıkımı gizlemenin, kapitalizmi aklamanın bir
aracıdır.
Eko-sistemi
yıkan kapitalizmdir. Kapitalizme karşı mücadele sınıf
mücadelesidir. Ekolojik mücadele sınıf mücadelesidir, sınıf
mücadelesi ekolojik mücadeledir. Bu kapsamlı ve giderek daha fazla
keskinleşerek öne çıkan eko-sistemin yıkımının yaşadığımız
toplumsal koşullardan, kapitalist üretim tarzından, uluslararası
tekellerin hegemonya ve yağmasından; artı değer, kar, rant
üretiminden koparılarak yapılan her analiz sadece kapitalizme
hizmet eder ve burjuvazinin egemenliğine su taşır. Ki kapitalizm
ve burjuvaziyi hedefleştirmeyen teori ve pratikler burjuvazinin
tarafından teşvik edilip fonlanmaktadır. Bu bağlamda, sorunun
tarihsel arka planının ve sınıfsal temellerinin bilincinde
olmayan ve kendiliğinden anti-kapitalist mücadele yürüten geniş
kesimlerin kazanılması; özellikle gerek 60’dan başlayarak gelen
ekolojik hareketin birinci ve gerekse de 80’ler, 90’lar sonrası
gelişen ekolojik hareketin ikinci dalgası olsun, çok önemli
deneyimler biriktirmiştir. Bu tarihsel deneyimden de ayrıca
eleştirel öğrenmek gerektiği, bu alanın dünya komünist
hareketi tarafından ihmal edildiği, teorinin, dolayısıyla
politikanın zenginleştirilerek geliştirilemediği gerçeği de
görülmeli; teorik ve pratik özeleştiri yoluyla bu mücadeleye
öncülük perspektifinden müdahale edilmelidir.
Engels’in
vurguladığı şu gerçek COVİD-19 salgını tarafından da çarpıcı
bir şekilde kanıtlanmıştır;
“Doğa
üzerinde kazandığımız zaferden dolayı çok fazla
böbürlenmeyelim. Böyle
bir zafer karşısında doğa, bizden öcünü alır.
Her zaferin beklediğimiz sonuçları ilk aşamada sağladığı
doğrudur. Ama ikinci ve üçüncü aşamada da büyük çoğunlukla
ilk sonuçları ortadan kaldıran bambaşka önceden görünmeyen
etkileri vardır”.
Hasan
OZAN İLTEMUR
*
Örneğin
Türkiye’de; TEMA, Türkiye Erozyanla Mücadele, Ağaçlandırma ve
Doğal Varlıkları Koruma Vakfı. Sözde ‘’STK’’ olan vakıf,
devlet ve büyük sermayenin güdümündedir. Destekçilerinden
birkaçı, Avrupa
Birliği, TOBB, Karamancı Holding, Koç Holding, Yapı Kredi
Bankası, İş Bankası, Microsoft. (www.tema.org.tr
› web)
Örneğin;
‘’Dünya Doğayı Koruma Vakfı (World
Wide Fund for Nature ya da kısaca WWF)’’
Sözde ‘’Bağımsız ve siyaset dışında’’ bir kurum
olduğu iddia edilen bu ‘’Sivil Toplum Kuruluşu’’nun
Sponsorları içerisinde şunlar da yer almaktadı, ‘’Vakıf,
Doğal
Hayatı Koruma Derneği (DHKD) başta olmak üzere; Lafarge,
Microsoft,
Canon, Unilever,
HSBC, ABB gibi
çokuluslu şirketlerle de iş birliği yapmaktadır.’’
(Wikipedi)
Örneğin; ‘’1993-2001
yılları arasında Amerika
Birleşik Devletleri'nin başkan yardımcılığını yaptı ve
2000
yılındaki ABD başkanlık seçimleri'nde Demokratik
Parti'yi başkan adayı olarak temsil etti. Seçimi kaybettikten
sonra siyasetten çekilen Al Gore çabalarını Küresel
ısınma konusunda yoğunlaştırdı. Bu konuda yaptığı
Uygunsuz Gerçek adındaki belgesel film 2007 yılında
Akademi
Ödülüne hak kazandı. Bu filmin yanı sıra Türkiye dahil
dünyanın birçok ülkesinde bu konuda verdiği konferanslar ve
diğer çalışmalar sayesinde 2007 yılında Hükümetlerarası
İklim Değişikliği Paneliyle birlikte Nobel
Barış Ödülüne uygun görüldü. ‘’ (Wikipedi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder