KÜRDİSTAN, SEKSİYON, ROJAVA...
I
Şöyle düşünelim, İran'da MLKP kuruluyor. İran MLKP'si bir Kürdistan seksiyonu inşa ediyor ve kendisini İran ve Ortadoğu çapında Kürdistan devriminin önderi ilan ediyor. Seksiyon aracılığıyla önderliği kazanacağız diyor vb. Bu iddiasını ''yaratıcı Marksizm''le, ''programatik'' derinleşmeyle, ''politik önderlik iddiası''nın büyümesi ile açıklıyor.
Aynı örneği, Irak MLKP'si ve Suriye MLKP'si için de geçerli sayalım. Bugün değilse yarın gerçekleşebilir bir şeydir bu, bizde olduğu gibi.
Bu bağlamda benzer bir politikayı, bugün değilse yarın, ''Türk solu''nun, Fars, Arap devrimci-demokratik hareketinin herhangi bir partisi/örgütü de savunabilir.
II
Türkiye'ye gelelim, kuruluş aşamasından farklı olarak MLKP, kendisini Türkiye ve Kuzey Kürdistan partisi değil, Türkiye-Kürdistan partisi olarak görüyor. MLKP'nin Kürdistan seksiyon örgütlenmesi var. MLKP kendisine bağlı seksiyon aracılığıyla tüm Kürdistan çapında kendisine misyon biçiyor. Kürdistan çalışmasını örgütleyip süreç içerisinde devrimde hegemonyayı kazanmayı hedefliyor. Bu perspektiften kendisini Ortadoğu çapında Kürdistan devriminin de önderi ilan ediyor.
Şimdi hep birlikte düşünelim; gerçekte bu ''yaratıcı Marksist açılım'', programatik bir derinleşme midir? Politik önderlik iddiasının gelişmesi midir? Evet, görünüşte öyledir. Fakat ne kadar gerçekçi bir yaklaşımdır bu? Bu politikanın yaşama geçme, geçirilme imkanı var mı? Rojava Devrimi'ne katılmamız, yer almamız, giderek göreli gelişmemizden hareketle Kürdistan devrimine MLKP'ye bağlı bir seksiyon ile önderlik iddiasında bulunmak savunulan politikanın doğruluğunun kanıtlı olabilir mi? Kürdistan'ın en gelişkin parçası olan Kuzey Kürdistan'ın varlığı bunun için yeterli bir veri olarak görülebilir mi?
Yarın öbürgün İran'da, Irak'da, Suriye'de ortaya çıkacak komünist partiler veya komünist olduklarını iddia eden partiler aynı perspektiften politik strateji geliştirerek seksiyonları aracılığıyla Kürdistan devrimine kendileri önderlik edecekleri iddiasıyla ortaya çıkarlarsa ne diyeceğiz acaba? Bu partiler, ''hayır kardeşim önderlikse biz önderiz, bizlerin de seksiyonu var, seksiyonumuz aracılığıyla Kürdistan devrimine biz önderlik edeceğiz, siz bize tabi olun ve olacaksınız'' iddiasına dayalı hareket ederlerse nasıl bir tutum takınacağız? Bu politikayı biz savunursak doğru onlar savunursa yanlış mı diyeceğiz?
III
Peki acaba Kürt halkı bu yüksek perdeden önderlik iddiası karşısında ne düşünecek? Böyle bir politika, ezilen ve sömürge ulusların halklarında ezen ve sömürgeci uluslara, halklara karşı oluşmuş tarihsel ulusal önyargılarını nasıl etkileyecek acaba? Bu önyargıları geriletecek mi yoksa dahada mı keskinleştirecek? Peki böyle bir politikayla egemen ulusun proletarya ve halkları devrimci bir bilinçle eğitilip donatılıp, sefer edilebilir mi?
Denebilir ki işin hakkını kim verirse o önderlik etsin falan. Sorun bu kadar basit mi? Ayaklarımız ne kadar yere basıyor acaba? Çok çekici görünen bu iddia acaba eleştirel perspektiften kolektif akla dayalı olarak ne kadar incelenerek tartışıldı?! Bir bütün olarak Kürdistan'ın tarihsel deneyimi, keza Rojava Devrimi'nin deneyimi komünist bir öncüye, kur kendine bağlı bir seksiyonu yönet Kürdistan devrimini mi diyor?!
Buyurun İran Kürdistanı'nda örgütlenin. Buyurun, Irak Kürdistanı'nda örgütlenin. Elinizi-kolunuzu bağlayan yok, ama buralara giriş Rojava girişine de benzemez. Rojava devrimi özel tarihsel koşullarda ve güç dengelerindeki değişimle ortaya çıkan ve PKK'nin devasa gücü, Suriye Kürtleri üzerindeki tarihsel etkisi ve çıkan bir fırsatı devrimci bir tarzda değerlendirmesiyle önderlik ettiği bir devrimdir. Biliniyor ki, Rojava'da, daha önceye dayanan bir çalışmamız, bir katkımız da yok.
Dışımızda doğan tarihsel ve politik bir fırsatı komünist öncü devrimci bir irade göstererek PKK'nin özel devrimci katkısı ve aktif desteği ile değerlendirmiştir. Rojava'ya giderek savaşa katılan insanlar, dışarıdan, Türkiye'den giden komünistlerdir. Orada şu an olan ve savaşan diğer devrimci-demokrat parti ve örgütler açısından da durum budur. Yani yerli bir temeli olmayan, yerlilere dayanmayan, dışardan giden bir güç gerçeği ile karşı karşıyayız. Yerli kitlelere ve yerli komünistlere dayanmayan güçler ise oralarda köksüzdür ve köksüz bir ağaç yeşermez, gelişmez, güçlenmez, devrime önderlik etmek iddiası da boş bir laf olarak kalmaya mahkumdur; dahası yerli proleterler ve halklar da bunu kabullenmez. Bu, dünyanın her ülkesinde böyledir, böyle olması da anlaşılırdır.
IV
Herbir ülkede devrim kendi somut tarihsel temelleri ve özgün koşulları içerisinde biçimlenir. Gerçek enternasyonalizm, biçimde ulusal ama özünde (uluslararası karakter taşıyan) kendi ülkesinde (örneğin Rusya devrimini düşünelim) devrim yapmada somutlaşır. Devrim her ülkenin kendi işçi sınıfı, halkı, halkları tarafından yapılır. Her ülke proletaryası da kendi ülke gerçeği üzerinde şekillenir ve partileşir.
Dünyada olduğu gibi bölgesel, kıtasal çapta da, (tıpkı dünya devrimi gibi), devrimin nesnel temelleri daha fazla olgunlaşmıştır. Komünist bir programın bölgesel devrim perspektifini gözetmesi bir şeydir, bölgesel devrimi temel alması başka bir şeydir. Bütünsel bir perspektif gerekli fakat, bölgesel devrim perspektifine sahip olmak bölgesel devrimi temel almak değildir. İran, Irak, Suriye, Türkiye komünist partilerinin Kürt sorununun bölgesel uluslararası karaktere sahip olması olgusundan, bu bağıntıda, Kürt sorununa karşı özel bir dikkat ve irade göstermesi, özgün politikalar geliştirmesi gerekli ama birer seksiyon kurarak önderlik iddiasında bulunması farklı şeylerdir. Evet Kürdistan devrimi bölgesel bir devrim karakteri de taşıyor ama eşitsiz gelişme yasası Kürdistan devriminin de gerçeğidir ve Kürdistan proletaryası hangi formlarda örgütlenirse örgütlensin, bu olgu onun da tarihsel ve politik gerçeğidir ve gerçeği olmaya da devam edecektir.
Devrimci bir fırsatı yakalamak ve kullanmak değerli bir duruştur ama bundan hareketle, mesela Rojava Devrimi'ni MLKP'ye bağlı bir Kürdistan seksiyonu ile biz yönetiyoruz, yöneteceğiz demek doğru bir politika ve yönelim değildir. İlk evrelerde gösterilen ve gösterilecek müdahaleden sonra eğer yerli bir kitle temeli varsa, (ki bu olanağın doğduğu ve gelişmekte olduğu iddiası var) eğer yerli güçlere dayanılıyorsa, neden Rojava komünistleri partileşerek ya da kendi öz komünist örgütünü/partisini kurarak kendi savaşımını kendi yürütmesin? Neden ilişki iki kardeş komünist partinin ilişkisi değil de Türkiye MLKP'sine bağlı seksiyonun uzantısı olarak yürütülsün? Madem yerli halklara dayanan temel var, o halde, bu aşamadan sonra, bu durumda da, Suriye ve Rojava komünistlerin yerine ve hangi hakla bu kararı MLKP (ya da diğer parçalardaki komünistler) versin? Evet, neden?
V
Devam edelim;
Kürt sorunu Ortadoğu çapında bir sorun. Çünkü Kürdistan dört ülke arasında parçalanmış ve ilhak edilmiş. Kürt ulusu büyük bir tarihsel haksızlıkla karşı karşıya. Bu tarihi haksızlık devrimle aşılabilir. Başta ayrı devlet kurma hakkı olmak üzere, Kürt ulusal hakları kayıtsız-şartsız savunulmalıdır. Silahlı direnme ve ayaklanma Kürt ulusunun tartışılmaz hakkıdır. Kürt ulusunun ulusal haklarını kazanma mücadelesi haklı, meşru bir mücadeledir. Bağımsız ve birleşik Kürdistan hakkı ve mücadelesi haklıdır. Bu hak kimse tarafından Kürt halkına bahşedilemez, bahşedilmemiştir, her ulus gibi, bu hak, Kürt ulusunun da doğal tarihsel ve güncel hakkıdır. Bu haklılığı ve meşruiyeti tanımayan hiçbir akım geçtik komünistlik iddiasını, az-çok tutarlı bir devrimci akım bile olamaz. Burjuva, küçük burjuva milliyetçiliğinin, sosyal şovenizmin damgasını bastığı siyaset, doğası gereği, Kürdistan'ı parçalayan, sömürgeci boyunduruk altına alan ve sömürgeci savaşla da Kürt ulusunu ve ulusun ana gücünü oluşturan Kürt halkının ezilmesinin başlıca sorumluları olan emperyalizm ve egemen sınıflarla aynı saflara düşmüş olur ya da oraya yedeklemeye götürür.
Ortadoğu çapında Kürt sorunun hangi tarihsel uğraklardan geçerek, hangi politik biçimler alarak çözüleceğini şimdiden bilmemiz olanaklı değildir, dolayısıyla bu konuda mekanik, dogmatik, şematik projeler savunulamaz. Söylenebileceklerin genel çerçevesi şudur, Kürt ulusu eninde sonunda ulus olarak haklarını kazanacaktır. Kürdistan birliğini kuracaktır. Bunun ana yolu da devrim ve sosyalizm mücadelesinin zaferinden geçmektedir. Bu mücadeleler değişik biçimler alarak gelişecektir. Bu devrimin eşitsiz gelişimi de kaçınılmazdır. Eşitsiz gelişme devrimlerin, dünya devriminin bir karakteristiğidir. Nitekim bu olguyu Kürdistan devriminin eşitsiz gelişiminden de görüyoruz. Kürt ulusal devrimi bir Ortadoğu devrimidir. Bir Avrasya devrimidir. Dünya devriminin önemli mücadele arenalarından birisidir.
VI
Kürt ulusal sorunu ulusal ve toplumsal devrim perspektifinden ele alınmalıdır. Özelde Ortadoğu'da proletarya ve halkların birleşik cephesinin geliştirilmesi Kürt ulusal devriminin de yakıcı özgül gereksinimidir. Her devrim gibi Kürt ulusal devrimi de tecrit halde gelişemez. Bölgesel ve uluslararası destek ve birleşik mücadele gereksinimi yakıcı bir gereksinim olarak Kürt ulusal devriminin de önünde yakıcı bir görev olarak durmaktadır ve duracaktır. Rojava Devrimi gerçeğinden de bu gerekliliği açık bir şekilde görmekteyiz. 1984'ten bu yana PKK liderliğinde süregelen ulusal kurtuluşçu Kürt devriminin deneyiminde de bu açıktır.
Türk, Fars, Arap proleterlerinin ve halklarının destek ve dayanışmasını, birleşik mücadele gücünü kazanamamış olmak, PKK önderliğindeki ulusal devrimin stratejik zayıflığı da olmaya devam etmektedir. Diğer gelişmelerle bağı olsa da, yurtsever hareketin ''Türkiyelileşmek'' vurgusunda, son tahlilde belirleyici olan Kürt hareketinin kendi öz deneyimleriyle anladığı stratejik zayıflığı gerçeğidir. Bölgesel gericilik tarafından kuşatılmış, bölge halklarının desteğini kazanamamış Kürt ulusal devrimi, Ortadoğu gibi bir cangılda, bütün uluslararası aktörlerin de elinin bölge ve Kürtler arasında olduğu bir arenada, sayısız zorluklarla ve baskılarla karşı karşıya. Bu çemberin kırılması ve saldırıların püskürtülmesi için, kendi öz gücüne dayanmanın yanısıra, özellikle Arap, Türk, Fars halklarının desteğinin kazanılması, daha da ilerisi proletarya ve halkların birleşik cephesinin geliştirilmesi yaşamsal önemdedir.
Türkiye'de de Kürdistan devriminin Türkiye işçi sınıfının ve Türk halkının desteğini hala kazanamamış olması, Kürt ulusal devriminin en zayıf yanı olmaya devam ediyor. Bu bağlamda Türkiye komünist ve devrimci hareketinin üzerine düşen görevleri yerine getirememesi somut politik bir olgudur. Kürt ulusal devriminin ulusalcı karakteri gereği politik ufkundaki darlığın halklar arası birleşik cephenin kurulmamasında önemli bir rolü olmakla birlikte, sorun bunun da ötesindedir. Bu bağıntıda Türkiye devrimine önderlik iddiasında olan devrimci hareketin, özellikle de proletarya adına komünist öncünün önderlik iddiasının gerçek yaşamda karşılığını bulamaması, dahası bundan oldukça uzak olması gerçeğinin altı çizilmelidir. ''Stratejik zayıflık'' dediğimiz şey, Türkiye ve Kürdistan devriminin ortak stratejik zaafıdır. Bu durum, ulusal kurtuluşçu devrimin ''Batı''ya taşınmasını, birleştirilmesini, yüksek bir devrimci avantajın ortaya çıkarılmasını ve zafere doğru geliştirilmesini de engellemektedir.
Devrimci-demokratik, proleter sosyalist çizgide Kürt ulusal sorunun çözülebilmesi ve bir Ortadoğu federasyonun kurulabilmesi için Fars, Türk, Arap, Kürt halklarının birlikte mücadelesi yaşamsal önemdedir. Bu sadece bugünün değil, geleceğin de yakıcı bir görevidir. Bu gereklilik, Türkiye, İran, Arap devrimlerinin zafere ulaşması için de zorunlu bir gerekliliktir. Kuşkusuz ki süreci belirleyecek ve şekillendirecek olan şey, iç, bölgesel, uluslararası güçler dengesidir. Ve Ortadoğu, dünyanın en çetrefilli bölgelerinin başında gelmektedir.
Bu tarihsel mücadelenin Kürdistan proletaryasının önderliğinde gelişmesi ve zafer kazanması için savaşmak komünistlerin görevidir. Her bir Kürdistan parçasında komünist partisinin gelişmesi uğruna mücadele edilmesi gerekir. Her bir Kürdistan parçasının içerisinde yer aldığı egemen ulus proletaryası ile birlikte savaşması istenen ve arzu edilen bir şeydir. Buna da söz konusu ülkelerde yer alan ezen ve ezilen ulusların komünistleri karar verecektir. Yani bir parçada kararlaştırılacak, bir seksiyonla ben önderlik edeceğim demekle bu işler olmaz.
Bu örgütlenmenin seksiyon düzeyinde mi ya da sınıfsal kardeşlik ve eşitlik, proletarya enternasyonalizmi temelinde iki parti biçiminde mi gerçekleşeceği, şu veya bu ülkede kararlaştırılamaz. Fakat her halükarda, daha özel olarak dört ülkede, dört parçada ortaya çıkan ya da çıkacak olan komünist partiler, dahası, bir Ortadoğu komünist federasyonu olarak örgütlenmelidir; ki, bu Ortadoğu çapında da gerçekleşmesi gereken bir hedeftir. Bu çizgide ana parti, yavru partiye yer yoktur. Enternasyonalist ortakça örgütlenme biçimleri değişik biçimler alabilir ama her halükarda bu ilişkiler eşitlik ilişkisi olarak da proletarya sosyalizmine, bu çizginin ilke ve perspektifine dayanmak zorundadır.
VII
Yukarıdaki perspektifin ışığında herhangi bir parçada kurulacak ya da kurulmuş bir komünist partisinin kendisine bağlı bir seksiyon kurup Kürdistan devriminin önderi benim, değilsem yarın ben olacağım deyip, bunu da politik önderlik yeteneğinin bir kanıtı olarak ileri sürmesi, propagandasını yapması yanlıştır. Yanlışın ötesine, egemen ulusun kendini beğenmiş küçük burjuva milliyetçiliğinin sosyal şovenizm olarak dile gelmesidir. Dolayısıyla, sözgelimi, Rojava'da gerekli olan şey, MLKP'ye bağlı, MLKP'nin yönettiği ya da yöneteceği bir seksiyona bağlı çalışma değil, Rojava'da bir komünist partisinin kurulması ve gelişmesidir. Başlangıçta, ilk zorunlu girişim aşamasında komünist devrimci ulusal kurtuluşçu perspektiften mücadelenin gelişmesi için doğrudan görevler üstlenmek anlaşılır bir durumdur ama eleştirel vurguladığımız Ortadoğu çapında bir seksiyon aracılığıyla Kürdistan devrimine önderlik iddiasıyla ortaya çıkılması farklı bir şeydir. Bu ikincisi doğru olmayan bir perspektiftir.
Diyelim ki dört parçada da benzer gelişmelerde enternasyonalist görevler gereği, daha gelişkin olan ya da olacak, imkanı olan komünist partilerin, Kürdistan'ın değişik parçalarında, oralarda komünist hareketin gelişmesi için geçici yükümlülükler üstlenmesi anlaşılır, reddedemeyeceğimiz devrimci tavırdır ve bundan da kaçınılmaması gerekir; ama bundan hareketle ben önderim, sen seksiyonsun ya da benim seksiyonum aracılığıyla buraları ben yöneteceğim demek farklı bir politikadır. Bu ikinci perspektif ve politikanın tehlikeli olduğunu vurgulamak isteriz. Bu perspektif ve iddia, objektif olarak, inceltilmiş bir egemen ulus şovenizminin ve kibrinin damgasını taşır ve özeleştirel olarak da düzeltilmelidir.
Söz konusu bağıntıdaki ''yaratıcı açılım'', ''politik önderlik yeteneğinin gelişmesi'', ezilen ve sömürge ulus proletaryası ve halk(lar)ı nezdinde, zaten tarihsel olarak gelişmiş köklü ulusal güvensizlikleri ve ön yargıları daha fazla geliştireceği, keza, egemen ulus proletaryası ve halkını da tutarlı bir enternasyonalist komünist bilinçle eğitilip seferber edilmesini önleyeceği özellikle vurgulanmalıdır.
Yerli temeli olmayan bir yerde, orta ve uzun vadede orada ne kendini var edebilirsin ne de bir parti kurabilirsin. Bu görev, yerli komünistlere dayanmak zorundadır. Bugün Rojava'da olan komünist ve devrimci güçler, Türkiye'den giderek savaşa katılan savaşçılardan oluşuyor; hiç olmazsa ana ağırlık bu olguya dayanıyor. Dendiği gibi öncü, yerliler içinde güç kazanmaya başlamışsa ve belli bir birikim yakalayabilmişse, (ki biz, bu iddia hakkında somut bir bilgiye sahibi değiliz, yapılan resmi açıklamalara, yapılan propaganda ve ajitasyona bakarak bunları yazıyoruz) bu durumda da yapılması gereken şey, oranın gerçeğine dayanan bir komünist örgütün kendi savaşımını kendi yönetmesidir. Bu durumda da olması gereken şey, Rojava çalışmasının MLKP'nin seksiyonun yönettiği çalışma değil, ayrı ve kendi kendisini yöneten kardeş bir komünist yapı olmalıdır.
VIII
Birlik Kongresi ile kararlaştırılan politikaya göre, MLKP Türkiye-Kuzey Kürdistan partisiydi. Batıda ikinci cephe açarak, ulusal kurtuluşçu devrimle Batıdaki proletarya ve emekçilerin birleşik savaşımı geliştirilecekti. Çünkü büyük bir kararlılık ve bedelle yürütülen Kürt ulusal mücadelesi bıraktık birlikte savaşmayı, Türk işçi ve emekçilerinden ciddi bir destek ve dayanışmayı bile alamıyordu. Devrimci ve komünist hareket Batıdaki görevlerini yerine getiremiyordu. Bu sorun, program, strateji ve taktiklerimiz bakımından acil olarak çözülmesi gereken yaşamsal bir göreve işaret ediyordu. Devrimci işçi ve emekçilere kitlesel olarak dayanan ikinci cephenin açılmasıyla hem ulusal demokratik hareketin stratejik bir zayıflığı giderilecek, hem de devrimi Batıda yayma olanağı sağlanacaktı. Ne var ki, komünist hareket bu politikayı hayata geçiremedi. Başarız oldu. Giderek bu iddiası zayıfladı. Öncünün yönünü Rojava'ya çevirmesinde bu başarısızlığın da önemli bir rolü vardır. Elbette ki Rojava devrimine katılmak gerekiyordu... Ancak Kürdistan ve Türkiye devrimine yapılacak en büyük katkı ve iddialı duruş, Batıda ikinci cephe açmaya kilitlenmekten ve giderek bu görevi başarmaktan geçiyordu.
Bu kilitlenme ve başarma iddiası temel alınmak zorundaydı. Rojava devrimine katılmak bu politika ile bağlı olarak ele alınmalıydı. 1994-2021, aradan 26 yıl geçti. Ve uzun yıllardır Batıda etkin bir güç olmaktan çıktığımız gibi, hala ciddi bir toparlanma süreci de yaşanmıyor. Ve bu süreçte, Kürdistan partisi de olma, seksiyonla Kürdistan devrimine de önderlik etme iddiası geliştirilmiştir. Ki Kuzey Kürdistan'da da etkin bir güç değiliz. Ciddi bir kitle temeli yaratılamadı. Bu gerçeklere gözlerimizi kapatmak ise, kafayı kuma gömmek demektir.
Özetle, komünistlerin, yukarıda ortaya koyduğumuz tablo üzerinde (Kürdistan, seksiyon, Rojava bağlamında) politikasını eleştirel gözden geçirmesi sağlıklı, doğru, komünist devrimci bir tavır olacaktır.
Hasan OZAN İLTEMUR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder