Translate

12 Ekim 2016 Çarşamba

I. BÖLÜM



9)Bürokratik Dejenarasyon Tüm Toplumsal Yapıyı Sararak Gelişir
Aydınlanmış küçük burjuvazi her zaman ilkesiz siyasetçilerin dayanağı idi. Hem geçmişte hem bugün, hem Batı’da hem de ne acıdır ki sosyalist toplumda.” (Benediktov)
Güzel bir atasözü var: “Balık baştan kokar.”  Bir diğer atasözünde dile geldiği gibi, “Kurt meyvenin içindedir.” Bunu, kendi deneyimlerimizden de çok iyi biliyoruz.
SSCB’deki bürokratik yozlaşma sorunu, sosyalist inşanın önderi SBKP(B) gerçeğinin daha derinlemesine incelenmesini gerekli kılmaktadır. Çünkü bürokratik deformasyon, giderek çürüme öncelikle partiden, partinin yönetici tabakasından başlamıştır.
Proletarya devriminin asıl içeriğini proletarya diktatörlüğü oluşturur ve proletarya diktatörlüğünün temel yönetici/önder çekirdeği ise proletarya partisidir. Sosyalist inşayı, tüm örgüt ve mücadele biçimlerini yöneten en yüksek sınıf ilkesi ve örgüt biçimi komünist partidir. Eğer SSCB’de bürokratik revizyonist bir karşı devrim iktidarı gasp ediyorsa, proletaryanın öncü politik kurmayı yeni tip burjuva karşı devrimin aleti ve öncü aracı haline geliyorsa, o halde SBKP yaşantısını ve evrimini incelemek, çözümlemek zorundayız demektir.
SBKP(B) yaşantısında parti kongrelerinin yapılış tarihlerini incelemek, bizlere, bu bakımdan ilginç ve çarpı bir tablo sunacaktır.
Aşağıdaki tablo, bu konuda, bizlere, somut veriler sunmaktadır:

Parti Kongreleri                 Tarihleri

6                    .           1917 (26 Temmuz)
7                    .           1918 (6 Mart)
8                    .           1919 (Mart)
9                    .           1920
10                .           1921
11                .           1922
12                .           1923
13                .           1924
14                .           1925
15                .           1927
16                .           1930
17                .           1934
18                .           1939
19                .           1952 (Stalin’in katıldığı son kongre)
20                .           1956
Tabloda dikkat çeken şey, 1917 yılından 1925’e kadar parti kongrelerinin düzenli, yılda bir toplanıyor olmasıdır. Bu tarihten sonra ise parti kongrelerinin düzensiz ve giderek uzun aralıklarla toplandığını görüyoruz.
Örneğin, 15. Parti Kongresi 1926 yılında değil de 1927 yılında toplanır. Yılda bir toplanan parti kongresi, ilk kez bir yıl gecikmeyle yapılır. Örneğin, 15. Kongre ile 16. Kongre arasında 3 yıl var. Gecikme bu kez üç yıla çıkar. Örneğin, 16. Kongre ile 17. Parti Kongresi arasında dört yıl var. Örneğin 17. Kongre ile 18. Kongre arasında beş yıl var. 18. Kongre ile 19. Kongre arasında arasındaki zaman dilimi ise, tam 13 yıla çıkıyor!!! 19. Parti Kongresi (Stalin’in katıldığı son kongre) ile Kruşçevci ihanetin Stalin düşmanlığı ile iktidarı ele geçirdiği 20. Kongre arasında ise  4 yıl var.
Bu tablo ve veriler SBKP(B) yaşantısı hakkında, partinin bürokratlaşma ve paslanma süreci hakkında çok çarpıcı bir panorama çizmektedir.
Hitler faşizminin sosyalist anavatanı işgalinden 2. Dünya Savaşı’nın bittiği 1945 yılları arası hariç, bu tabloya hoşgörü gösterilemez. SBKP (B), iktidarda olan bir partidir. Sosyalist inşa yolunda başarıyla yürüyen bir partidir. Böyle bir partinin yılda bir veya iki yılda bir parti kongrelerini düzenli toplamaması için hiçbir haklı neden gösterilemez. Bir yıllık sarkmadan başlayarak sürekli artan oranda kongreler arası zaman diliminin uzaması bürokratikleşmenin, bürokratik merkeziyetçiliğin gelişmesinin ve giderek yerleşiklik kazanmasının kanıtıdır. Hele de 1939’da toplanan 18. Parti Kongresi ile 1952’de toplanan 19. Parti Kongresi arasında geçen sürenin 13 yılı bulması daha da ürkütücü ve vahimdir. Tek başına bu olgu bile bürokratizm denen siyasal hastalığın nasıl da tüm parti aygıtını esir aldığını kanıtlıyor.
Stalin’in katıldığı son kongre olan “19. Parti Kongresi Raporu” incelendiğinde 13 yıldan beri, üstelik parti tüzüğüne rağmen, Kongrenin toplanmamış olması hakkında tek bir cümlenin bile geçmemiş, kongreye hesap verilmemiş olması göz çıkaran bir olgudur.
Peki, bu olgu ve olgular nasıl izah edilebilir? Tek cümleyle, bürokratik deformasyondan bürokratik yozlaşmaya uzanan evrimle izah edilebilir. Parti bu hale gelmişse varın gerisini siz düşünün…
Bu tablo, bir zafer sarhoşluğunu ve gelişen kibiri, bir önderler kültünü, parti içi demokrasi ve kolektif aklın, tabanın söz ve karar sahibi olma hakkının, hesap verme ve hesap sorma, öz denetim, eleştiri ve özeleştirinin, kolektif önderlik, işlevli parti örgütleri, demokratik merkeziyetçilik ilkesinin nasıl da giderek ayaklar altına alındığını kanıtlamaktadır.
Bu tablo, ekonomik ve politik bakımdan ayrıcalıklı bir tabakanın giderek kastlaştığını, bu kastın yerleşik bir bürokratik kasta dönüştüğünü, milyonların alkışları arasında, milyonların hareketi ve atılımları arasında, büyük zaferlerin ve zafer çığlıklarının gölgesinde her türlü kitle ve taban denetiminin dışına çıkıldığını gösterir.
Açık ki, bu tablo, olağanüstü koşullarla izah edilemez, haklı gösterilemez. Önderliğin, önderlerin, partinin görevi olağanüstü koşullarda bile Marksizm-Leninizm’e bağlı kalmak ve devrimci militan çözümler bulmaktır.
Sovyet halkları anti-faşist, sosyalist anavatanı savunma savaşında 20-25 milyon evladını kaybetti. SBKP (B) dört milyon üye, aday üyesinden 1.600 binini 2. Dünya Savaşı yıllarında şehit verdi.
Açık ki bu kayıplar, parti ve sosyalist toplum için niteliksel bir kayıptı. Bu nitelik yitiminin, nesnel olarak, revizyonist karşı-devrimin zaferinde lehte bir faktör, zemini çok daha elverişli hale getiren bir faktör rolü oynadığından kuşku duyulamaz.
Evet, başarılar görkemlidir. Bedeller de ağır.
Bir de soruna Parti’nin üye sayısı ve bu sayı içerinde işçilerin, köylülerin ve aydınların tuttuğu oranlar açısından bakmakta yarar vardır.

Yıl                  Üye                       İşçi               Köylü                       Aydın (%)
1918                270 bin                 56.9              14.5                          28.6
1930              1.270 bin                 65.3              20.2                          14.5
1934              1.874 bin                64.5              27.8                            7.7
1956               7.215 bin               32.0              17.1                          50.9
(Doğu Perinçek, Stalin’den Gorbaçova, s. 58, Kaynak Yay.)
Kısaltarak yukarıya aktardığımız tablo1934’lere kadar toplam üye sayısı içerisindeki oranıyla işçi sınıfının partiye damgasını bastığını gösteriyor. Yanı sıra oransal olarak emekçi köylülüğün artışını, aydınların ise göreli ağırlığının giderek epeyce gerilediğini gösteriyor.
1956 yılına gelindiğinde, yani Kruşçevci modern revizyonist burjuva karşı devrimin iktidar tekelini ele geçirdiği yıla gelindiğinde, partinin sosyal/sınıfsal bileşiminin ne denli köklü değiştiğini görüyoruz. Açık ki, aydınlar, bürokratik yönetici tabaka partiye damgasını basmaktadır. Oysa işçiler ile emekçi köylülüğün oranları ise oldukça düşüyor. Bu düşüş oranı işçilerde %50, kolhozcu köylülükte ise % 10.7’dir. Yukarıdaki tablonun muhtemelen bilinçli olarak yansıtmadığı bir olguya dikkat çekmek isteriz:  Partinin sosyal bileşimindeki en önemli değişikliğin ilk öncü adımı 1940’larda atılır; çünkü bu yıllarda, SBKP(B)’ye, aydın tabakanın çok yoğun bir yönelişi ve üyelik oranları içerisinde sayısal ve oransal ağırlığının arttırışı söz konusudur. Bunu, 19. Parti Kongresi Raporu’nda yapılan açıklama ve değerlendirmelerden görebiliyoruz.
1933-36 yılları arasında, 17. Parti Kongresi ile kıyaslandığında 18. Parti Kongresi’ne yaklaşık 1.600.000 üye ile gidilir. Yani temizlik sırasında 270 bin üye ihraç edilmiştir. (Bkz. 18. Parti Kongre Raporu’na)
1 Ekim 1952 günü itibariyle 6.882.145 kişi parti mensubudur; bunların 6.013.259’u üye, 868.886’sı aday üyedir. 18. Parti Kongresi sırasında ise parti mensubu sayısı 2.477.666 kişi, bunların 1.600.000’i üye, 888.814’ü aday üyedir; “savaştan sonra Parti MK’sı partiye üye alımını frenlemeyi kararlaştırdı, fakat buna rağmen üye alımı hızlı bir tempoyla sürdü” (19. Parti Kongresi Raporu, s. 86); yani 18. Kongre’yle 19. Kongre arası toplam üye sayısında %400’den fazla bir artış var. Savaştan sonra MK kararına rağmen parti üye saflarının hızla şişmesi oldukça dikkat çekicidir.
1920’li ve 30’lu yıllarda partinin niteliksel sağlamlaştırılması amacıyla partide kitlesel temizlik yöntemi uygulanmıştır. Bu uygulamalar SBKP(B)’yi sağlamlaştırır. Bu yöntemle Parti, pek çok küçük burjuva, antiMarksist-Leninist, kariyerist, hizipçi ve hainden, bürokrat ve sağlıksız öğeden arınır.
Kitlesel arınma yöntemine, 18. Parti Kongresi’nde yapılan tüzük değişikliğiyle son verilir. Partinin niteliksel sağlamlaşması ve kapitalizmin tasfiye edilmiş olması kitlesel temizlik yöntemine son verilmiş olmasının gerekçeleri olarak ortaya konulur.
Kuşkusuz ki kitlesel arınma yöntemi, ilke düzeyine çıkarılamaz. İlke, partinin niteliksel sağlamlığının korunması, kesintisiz yetkinleştirilmesi ve kitlelerin öncünün düzeyine çıkarılmasıdır. Kitlesel temizlik sadece yöntemlerden biridir, sıkça değil belli tarihsel dönemeçlerde kullanılabilecek ve genelleştirilmemesi gereken bir yöntemdir. Bu bağlamda özellikle de kapitalist restorasyon tehlikesine karşı temel güvencelerin oluştuğu koşullarda ortadan kaldırılabilecek bir yöntemdir.
18. Parti Kongresi kararı ile bu yönteme son verilmesi partinin yüksek özgüven duygu ve bilincini ifade ediyor. Sosyo-ekonomik ve politik tablodaki köklü devrimci sosyalist değişimler olgusu, partinin tartışılmaz önderliğinin işçi sınıfı, köylülük ve aydınlar tarafından onaylanmış olması olgusu, olguları temelinde böyle bir tüzük değişikliği onaylanmıştır. Kanımızca yaklaşan ya da fiilen başlamış olan İkinci Emperyalist Dünya Savaşı gerçeği de bu kararın alınmasında temel faktörlerden birisidir.
Son kitlesel temizlik pratiği (Kirov’un öldürülmesiyle açılan süreç), bir hayli derin ve kapsamlı gerçekleşmiş, Stalin’in de açıkladığı gibi önemli sayıda komünist de haksızlığa uğramış, kurunun yanında yaş da yanmıştır. Bu kitlesel temizlik kampanyası ile esas olarak parti arınıp sağlamlaşırken, öte yandan da ciddi güvensizlikler yaratılmış, bu güvensizlik duygusu gerek parti içinde, gerekse de parti dışında ciddi tepkilere özelde de gizli (açıklanmayan) tepkilere yol açmıştır.
Stalin ve Parti bunun farkındadır. Dolayısı ile bu yönteme son verilerek söz konusu güven eksiklikleri de aşılmaya, bu doğrultuda güven tazelenmeye çalışılmıştır. Aynı zamanda bu adımla, böylece, parti ve kitlelerin birliği daha da sağlamlaştırılarak, II. Dünya Savaşı daha etkin karşılanmak istenmiştir. Bu o koşullarda doğruydu da.
Bizce yanlış olan şey, 1945-53 arası dönemde tam da kitlesel temizlik yönteminin araçlardan biri olarak kullanılmasının açık bir gereksinim olduğu koşullarda, bu gerçeğin kavranmamış ve pratikleştirilmemiş olmasıdır…
Parti üye sayısının aşırı şiştiği, parti MK’sının kararına rağmen şişmeye devam ettiği ve derin bir bürokratlaşma sürecinin geliştiği koşullarda, parti ve toplumda yeni bir devrimci çıkışa gereksinim vardı. Bu çıkış kitlelerin, işçi sınıfının, partinin taban örgüt ve kadrolarının enerjik bir tarzda seferberliğine dayanmalıydı. Kapsamlı bir devrimci başkaldırı hattına dayanacak tarzda kitlesel arınma politikası uygulanmalıydı; ama bu yapılamadı.
SBKP(B) 18. Parti Kongresi’nde (1939) “aday üyeler arasında toplumsal kökene bağlı” farklı değerlendirmeler yapılması uygulamasına da son verildi. 1941’de yayımlanan rakamlar da yeni politikanın sonuçlarını ortaya koyuyordu. Buna göre üyelerin %70’i ‘entelejansia’ kökenliydi. Stalin öldüğü yıllarda ise parti içindeki işçilerin oranı %35’lere düşmüş bulunuyordu.
“1952’de 19. Parti Kongresi toplandığında komünist partinin aday üyeler dâhil üye sayısı 6.9 milyona ulaşmış durumdaydı. Bu 1941’in 3.9 milyonluk üye sayısına göre çok önemli bir artışı temsil ediyordu. Yalnızca 1942’de partiye 2 milyon yeni üyenin alınmış olması, bu artışın savaş döneminde kitlesel destek sağlama amacıyla ilgili olduğunu ortaya koyuyordu.” (Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 3, s. 989)
1922 yılında yapılan 10. Parti Kongresi’nde alınan karara bağlı olarak partiye giriş dört ayrı kategoriye (girmek isteyenlerin sosyal durumuna bakılarak belirlenen ölçütlere) göre gerçekleşiyordu.
1939 yılında gerçekleşen 18. Parti Kongresi’ne kadar bu uygulama sürdü. Söz konusu uygulama partinin sosyal bileşiminde işçi ağırlığını korumak, küçük burjuvaziden ve aydın tabakalardan gelenleri sınırlamak amacını taşıyordu.
10. Kongre’nin koyduğu sınırlamalar, kitlesel temizlik yöntemine son vermenin gerekçelerine dayanılarak kaldırıldı. Böylece bütün sosyal kesimlerden insanların partiye daha rahat girişi ve hızlı akışının önü açıldı ve teşvik edildi.
Somut tarihi koşullara ve dönemeçlere bağlı olarak partinin sınıfsal, sosyal bileşimini düzenlemek, partiye girişi zorlaştıran ya da kolaylaştıran ölçütler vb. koymak tümüyle doğru ve mümkündür. Hele de geri ve köylü bir ülkede devrim zafer kazanmışsa ve emperyalist kuşatma altında sosyalist inşa yolunda ilerleniyorsa bu konuda daha da dikkatli olmak gerekmektedir.
SSCB’de sosyalizmin zafer kazandığı ve İkinci Dünya Savaşı gibi bir tehdidin kuşatması ve saldırısı altındayken 18. Parti Kongresi’nde bu değişikliklerin yapılması daha da anlaşılırdır.
Ancak yapılan değişiklikler aşırıya varmıştır. Yapılması gereken şey, 10. Parti Kongresi’nin söz konusu kararlarını tümüyle ortadan kaldırmak değil, yumuşatarak ama partinin bileşiminde işçi sınıfı ağırlığını gözeten, güvenceye alan bir çerçevede yeni düzenlemeyi yapmak olmalıydı. Tarihsel deneyden çıkan ders budur. Ama bu yapılmadığı gibi, 1945-53 arası dönemde yapılması gereken şey de, yani partideki aydın, uzman ve bürokrat ağırlığını sınırlama, derin ve güçlü ideolojik eğitimin eşliğinde işçi kökenli ağırlığı yeniden tesis ederek partiyi sağlamlaştırma politikası da geliştirilerek pratikleştirilemedi. Kuşkusuz, bu ikincisi daha önemliydi. Bu bağlamda, öteki şeylerin yanı sıra, kitlesel arınmaya son veren ve kapının aydınlara açılmasını kolaylaştıran düzenlemeler gerçekte partinin bürokratlaşmasında son derece olumsuz bir etken olmuştur.
Bir de soruna parti kongrelerinin sınıfsal/toplumsal bileşimi açısından bakmakta yarar vardır. Aşağıdaki tablo konuyla ilgili fikir vermektedir:

Kongre

İşçiler

Köylüler       

Aydınlar
1924

63.2

5.4

31.4
1927

71.0

5.7

23.3
1930

71.2

6.7

22.1
1934

60.0

8.0

32.0
1956

18.5

13.8

67.7
(D. Perinçek, Stalin’den Gorbaçova, s. 59)
Görüldüğü gibi 1934 öncesi % 60-70’lerde olan işçi üyelerin temsiliyet oranı 1956’ya gelindiğinde % 18’lere düşerken, % 20-30 olan aydınların temsiliyet oranları ise % 68’lere sıçramıştır.
Yukarıdaki iki tablo, SBKP’nin giderek nasıl da bir aydınlar partisi haline gelerek işçi ve emekçilerden büyük bir oranda koptuğunu çarpıcı bir tarzda göstermektedir.
Açık ki, bu süreçte, bürokratik deformasyondan bürokratik çürümeye açılan süreçte, SBKP (B) gitgide artan oranda, toplumdaki aristokratik, bürokratik, teknokratik yönetici tabakaya dayanarak emekçilerden kopmaya başlamış; yeni tip bürokrat burjuvazi hegemonyayı adım adım ele geçirmiştir. Aşağıdaki şu alıntı da, tabloyu tamamlayan bir diğer unsurdur:
“1919’dan 1921’e kadar ayda iki kez, 1921’den sonraysa ayda bir kez toplanması öngörülen MK, 1939’daki tüzük değişikliği uyarınca yılda ancak üç kez toplanır hale geldi. Ne var ki, Şubat 1941’de toplanan Merkez Komitesi, ikinci dünya savaşı boyunca hiç toplanmadı, yeni bir toplantı ancak savaş bittikten sonra 1946’da gerçekleştirildi. Önceleri her yıl toplanan parti konferansı 1926’dan 1932’ye kadar üç yılda bir yapıldı, 1941’deki 18. Parti Konferansı’ndan sonra bu toplantı hiç gerçekleştirilmedi. 1939 tüzüğüne göre 5 yılda bir toplanması gereken parti kongresi ise, 1952’ye kadar tam 13 yıl toplantıya çağrılmadı.” (Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 3, s. 981)
“Parti organlarına seçilenler ‘kooptasyon’, yeni bir organa seçilecek kişilerin yine o organda görev yapan partililer tarafından belirlenmesi biçimini almıştı. Kaldı ki, parti kurallarına göre parti yönetim organlarının seçimlerinin geçerli olabilmesi için bir üst organ tarafından onaylanması gerekmekteydi. Böylece parti yönetiminin ‘aşağıdan yukarıya doğru’ seçimle oluşturulmasını öngören ‘demokratik merkeziyetçilik’ ilkesi, tam tersine her düzey parti yöneticisinin bir üst kademe tarafından belirlenmesi biçiminde uygulanır olmuştu. Bununla ilişkili olarak merkez organlarının ve genel olarak üst organların alt kademe parti yönetimleri seçimlerinde aday göstermeleri genel uygulama halini aldı. 1937’de ‘parti içinde demokrasiyi güçlendirmek’ amacıyla seçimlerden önce adaylar üzerine tartışma yapılması ve oylamanın gizli olmasını öngören düzenlemeler yapılıyordu. Ancak bu kez de parti basınında yöneticilerin parti seçimlerinde ‘yol gösterme’ ve ‘uygun olmayan adayları engelleme’ görevinin aksadığı yönünde eleştiriler yükselince 1938’de ‘açık oy’ uygulamasına geri dönüldü. Aynı yıl yayımlanan bir genelgeyle parti örgütünde görev yapacak tüm birinci, ikinci ve üçüncü sekreter adaylarının Merkez Komitesinin onayına sunulması zorunluluğu getirildi. Bu görevi yerine getirmek üzere de 1939’da MK sekretaryasına bağlı bir ‘kadrolar yönetimi’ oluşturuldu.”(Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 3, s. 990)
Yukarıdaki tablo, bürokratikleşme sürecinin 1930’ların ikinci yarısından ve sonlarından itibaren daha da hızlandığını gösteriyor.
SBKP (B)’nin Bolşevik yapı ve işlerliğe, demokratik merkeziyetçiliğe, kolektivizme vb. aykırı bir bürokratik partiye dönüştüğünün bir verisini de Molotov’dan aktaralım.
“-Peki XIX. Kongre’nin hemen ertesinde (Ekim 1952) Politbüro’dan neden atıldım?
-Ama bütün gazetelerde Merkez Komitesi Prezidyumu’nda yer aldığınız yazılıydı.
-Prezidumu’un 25 üyesi vardı. Kanunun öngördüğü gibi, Merkez Komitesi toplandı, bir Başkanlık Divanı seçmek gerekiyordu, seçildi: Ancak içinde ne Mikoyan ne de Molotov vardı. Ben Preziyudum üyesiydim, yani 25’lerden, ne var ki hiçbir zaman toplanmıyorduk. Bakanlar Kurulu’nda 10 üye vardı, Beria ve Hruşçov de içinde olmak üzere, ama bu yayınlanmamıştı.” (Molotov Anlatıyor, s. 498-99, Yordam Yay.)
19. Parti Kongresi yapılmış. Sorunların köklerine saldıramasa da ciddi eleştiri-özeleştiriler yapılmış. Yıl 1952. Ama  MK Preziyudumu “hiçbir zaman” toplanmıyor!!! Kâğıt üstünde başka şey, pratikte yapılan ise bambaşka bir şey. Çarpıcı bir bürokratizm!
Yukarıda inceleye geldiğimiz konu hakkında Stalin’in kızı, anılarında (yıl 1941!), şunları anlatır:
“Ekim sonlarında Moskova’ya babamı görmeye gittim….
“28 Ekimde Moskova’ya vardım, o gün Bolşoy  Tiyatrosuna, Mokhovaya Sokağındaki üniversite binasına, Stara Ploşçad’daki Merkez Komite binasına bombalar düşmüştü. Babam Kremlin sığınığındaydı. Ben de buluşmaya oraya gittim…
“Babam, önünde durduğum halde beni fark etmiyordu. Masalarda, bütün duvarlarda haritalar vardı ve cepheden gelen raporları alıyordu.
“Sonunda beni gördü, bir şey demesi gerekti. ‘Orada işler nasıl, Kuybişev’de arkadaş bulabildin mi?’ diye kayıtsızca sordu.
“ ‘Hayır’ dedim, ‘oraya gönderilen çocuklar için özel bir okul kurmuşlar ve o çocuklardan çok var.’ Bunun özel bir tepki doğuracağını hiç düşünmemiştim.
“Babam birden kendisini çıldırtan bir şey olduğunda hep yaptığı gibi ok gibi gözlerini bana dikti. ‘Ne? Özel okul mu?’ Her an sinirinin arttığını görüyordum. ‘Ah, sen…’, çok uygunsuz olmayan bir sözcük arıyordu, ‘Ah sen lanetli kast! Bir düşün! Moskova’dan hükümetin ve halkın adamları geliyor ve onlara kendi okullarını veriyorlar. Şu alçak Vlasik, yemin ederim bu işin arkasında o vardır.’ Çıldırmıştı fakat onu zorlayan nedenler ve odada başkaları olduğu için yatıştı.
“Gerçekten haklıydı. Başkentten Kuybişev’e gelen bir kasttı. Kodamanlar kastı. Halkın yarısının bütün bu ailelere yer açmak için boşaltılması gerekmişti, çünkü onlar rahata alışmışlardı ve sade taşra dairelerinde rahatsız oluyorlardı.
“Bir şey yapmak için çok geçti. Kast çoktan var olmuştu ve kendi kurallarıyla yaşıyordu.” (Svetlana Alliluyeva’nın Mektupları, s. 174-175, Düşün Yay.)
Yukarıdaki bilgi ve değerlendirmeler SBKP ve devletteki yeni tip küçük burjuva bürokratik, aristokratik, teknokratik kastlaşma olgusunu güzel dile getiriyor. Bu mide bulandırıcı tablo, Enver Hoca’nın yeni tip kastın daha Stalin hayattayken oluştuğu değerlendirmesinin haklılığını gösteriyor. Stalin’in bu bürokratik kast tarafından kuşatılmış olduğu da açıktır. Stalin’in bu kastın oluşmasını, gelişmesini, bir ejderhaya dönüşmesini önleyemediği de bir o kadar açıktır.
Benediktov’un şu açıklamasını da hep birlikte okuyalım:
“O yıllarda (30’ların orta ya da sonlarına doğru olmalı-bn.) üst düzey parti ve devlet yöneticilerini izleyen özel bir servis olması boşuna değildi. Bu servis gayet etkili bir biçimde çalışıyordu. Parti disiplininin ihlali, işine gelmeyen insanların işini bitirme girişimleri acımasızca bastırılıyordu ve bunu yaparken yüksek mevkilere ve geçmiş hizmetlere hiç dikkat edilmiyordu. Zaman aşımı da söz konusu değildi, çok eski suçlar bile er ya da geç açığa çıkarılıyordu. Ve herkes bunu iyi biliyordu.” (Stalin Ve Hruşçov Hakkında, s. 97-98)
Molotov ve Benediktov’un açıklama ve yorumları eleştirel bir dikkatle okunduğunda SSCB ve SBKP’nin yaşantısı ve gelişmesi hakkında çok önemli sonuçlar elde etmek mümkün. Ki, bu ikiliyle yapılmış röportajlardan oluşan kitapların okunmamasının büyük eksiklik olacağını da okura hatırlatmak isteriz.
Kanımızca, tüm mücadele ve örgüt biçimlerini yöneten proletaryanın en yüksek örgüt biçimi olan proletarya partisinin bir güvenlik ve istihbarat örgütünün denetimine, takibine girmesi yanlıştır. Hem de büyük bir yanlış. Partiyi bir istihbarat örgütünün kontrolüne altına alarak yönetmek tarzı Bolşevik önderlik ve çalışma tarzının gereklerine tümüyle aykırıdır. Parti çalışmasının niteliği ve niceliği Marksizm-Leninizm’in, Bolşevizm’in teori ve pratiğini temsil eden bir çizgide geliştirilebilir, yetkinleştirilebilir. Demokratik merkeziyetçiliğe, kolektivizme, kolektif önderlik ve işlerliğe, parti içi demokrasiye, eleştiri, özeleştiriye, açıklık ilkesine vb. vb. dayanmalıdır. Parti çizgisine, tüzüğüne ve kitlelere dayanan ve sürekli yeni deneyimlerin ışığında yetkinleştirilen bir işlerlik ve gelişme çizgisinde hata ve zaaflar, eksiklikler, disiplinsizlikler, suçlar, savurganlıklar, sızmalar zamanında açığa çıkarılabilir ve sorunlar ilkeli ve devrimci bir tarzda çözülebilir. Parti ve devlet yaşantısı sosyalist kitle demokrasisi temelinde yükselmelidir. Denetimin parti-devlet-kitleler bağıntısında aşağıdan yukarı, yukarıdan aşağı etkin işlediği, kolektif akıl ve işlerliğe, sosyalist demokrasiye dayandığı ve işlediği koşullarda sorunlar, kusurlar, suçlar vb. daha erken ve sağlıklı görülebilir ve çözülebilir.
Sosyalist devlet yaşantısında bir istihbarat örgütünün varlığı kaçınılmazdır çağımızda. Kuşkusuz ki bu örgüt de diğer örgüt biçimleri gibi partinin yönetiminde olmalıdır ve olacaktır. Ama devleti ve devlet istihbaratını da yönetecek ve yönetmesi kaçınılmaz olan proletaryanın genelkurmayının bir istihbarat örgütünün denetimine girmesi, farklı bir şeydir ve bu, kabul edilemez. Bilindiği gibi, SSCB’de sosyalizmin inşası olağanüstü zor koşullarda ilerlemiştir. Bu zor koşullar, Stalin ve Partiyi, hızlı çözüm adına sağlıksız bir dizi yöntemi kullanmaya zorlamıştır. Lidere ve dar çevresine bağlı özel bir istihbarat örgütünün kurulması ve partinin bu araç aracılığıyla da kontrol edilmeye çalışılması söz konusu zorlukların bir zorlaması olsa gerek. İlk saik ne olursa olsun, kuşkusuz bu durum, temelde, parti ve devletin bürokratikleşmesinin bir yansımasıdır. Yani, bürokratikleşmenin dışa vurum biçimlerinden birisidir. Söz konusu olağanüstü zorluklar burada bir neden olarak görülebilir sadece.
Benediktov’un ve Molotov’un açıklamalarından çıkarılabileceği gibi, bu durum bir yandan işe yararken, öte yandan da partideki ve devletteki çürümeyi geliştiren önemli faktörlerden birisi haline gelmiştir. Gerçekte partinin Bolşevik işlerlikten uzaklaşmasına hizmet etmiştir. Küçük burjuva tabakanın ve bürokratik çürümenin gelişmesi sürecinde söz konusu özel istihbarat örgütü değişik klikler tarafından iktidar çekişmesinde kullanılmış, çürümenin teşvik edilmesinin aracı haline getirilmiş, adeta bir entrika merkezine dönüşme süreci yaşamıştır. Anlaşılıyor ki Stalin gibi güçlü ve güvenilir bir lider bile giderek onun kurbanı haline gelebilmiştir. Stalin gibi güçlü bir liderin sürekli izlendiği endişesi taşıması, zehirlenerek öldürülebileceğini düşünmesi bunun yansıma biçimleridir. Stalin’in öldürülmesi de (en geçerli olasılık bu bizce) söz konusu özel istihbarat örgütü aracılığıyla gerçekleştirilmiştir.
II. Dünya Savaşı’ndan sonraki süreçte, SBKP’nin daha hızlı çürümeye, devrimci ruhunu kaybetmeye başladığı, Stalin’in çevresinin de yeni tip küçük bürokratik kast tarafından kuşatıldığı, (bir sonuç olarak) parti yöneticisi katmanın ve bunlar içerisinde stratejik yönetim ve önderlik görevlerine doğru yükselen kadroların gerçek düşünce ve duygularını gizleyerek çalıştıkları anlaşılıyor. Nitekim Stalin’in ölümü ile bastırılmış düşünce ve duygular yer üstüne çıkarak iktidarını hızla ve kısa sürede ilan etmesini bilmiştir. Pek çok şeyin yanı sıra, açıklık ilkesinin, kolektivizm ilkesinin, demokrasi ilkesinin, eleştiri ve tartışma özgürlüğünün, bağımsız komünist kişilik ve eleştiri gücünün herhangi bir komünist partisinde bitmesi demek, o partinin ölümü demektir. Bu gerçeklerin de asla unutulmaması gerekir. Bu da tarihin yaman bir dersidir. Komünistlerin bu ve bunun gibi durumların ortaya çıkamamasına özel bir önem vermesi, çıkmışsa eğer ilkeli bir mücadele yürütmesi, sürecin tümden bir çürümeye varmadan özeleştirel düzeltilmesi gerekir. Komünistlerin öteki şeylerin yanı sıra bir de bu bakımdan kendilerini ilkeli ve radikal bir eleştiri-özeleştiriden geçirmesi gerektiği bizce açıktır.
Parti, devlet yaşantısında, bir bütün olarak toplumsal yaşamda bürokratlaşma, bürokratik çürüme, doğal ve kaçınılmaz olarak, doğallaşmış bu olgu temelinde, her düzeydeki kadrolaşmanın bürokratik esaslar üzerinde kendisini üretmesini; gerek doruktaki kadroların gerekse de tabanda çalışarak doruklara doğru tırmanan kadroların bu esaslar, işlerlik, değerler temelinde biçimlenerek yükselmesini; tüm bunların kendini yeniden ve yeniden ama genişletilmiş bir temel ve kapsamda üreterek gelişmesini sağlamıştır; hem sağlamış, hem de güvenceye almıştır. Böylece yeni tip küçük burjuva tabaka, yeni tip bürokrasi, bürokratik aygıtlar ve değerler aracılığıyla inatçı bir tarzda kendisini örgütlemiş ve gerçekleştirmiştir. Zaten iş bu noktaya kadar gelmişse, bu saatten sonra istediğin kadar insan at, tutukla, “kelle kopar” vb., bunların hiçbirisi sorunu çözmeyecektir. SSCB ve SBKP (B) deneyiminden bunu açıklıkla görüyoruz. Bu duruma ancak köklü ve bütünlüklü bir devrimci çözüm çizgisiyle son verilebilir.
Bu alt başlığı bitirmeden önce birkaç noktayı eklemek istiyoruz.
Kitlesel temizlik yöntemi kitlelere açık gerçekleştiriliyordu. Konu hakkında burjuva demokrat bir tarihçi olan Jukov, şunları yazıyor:
“Ta 1933’te başlatılan, en uzun süreli üçüncü parti genel tasfiyesi devam etmekteydi. Tasfiye açık bir şekilde yapılıyordu; parti üyesi olmayanların da konuşma hakkı vardı. Tasfiye süreci, parti üye ve aday üyelerinin geçmişleri ve şimdiki durumlarına yönelik yargılama, denetleme ve tartışma şeklinde yürütülen bir tür ayin gibi işliyordu.” (Yuriy Jukov, Öteki Stalin, s. 198-199, Lena Yayınları)
Şu “ayin” nitelemesini bir yana koyarak söyleyecek olursak, bu yöntem son derece değerli ve sosyalist demokrasinin biçimlerinden birisi olarak önemsenmelidir.
Yukarıda üzerinde durduğumuz gibi, 18. Parti Kongresi ile 19. Kongre arasında 13 yıl bulunmaktadır. Ortaya çıkan yeni veriler Stalin’in 19. Parti Kongresi’ni daha erken toplama girişiminde bulunduğunu gösteriyor. Hep birlikte okuyalım:
“Aleksandr Pıyjikov, A.A. Jdanov’un 1947 yılı sonunda ya da 1948 yılında olağan parti kongresinin toplanması önerisi hakkında şunları yazıyor:
“ ‘A. Jdanov MK Şubat (1947) Genel Toplantısında XIX. Olağan SBKP (B) Kongresinin 1947 yılı sonunda ya da 1948 yılı içinde toplanmasını önerdi. Ayrıca parti içindeki yaşamın canlanması için, her yıl Merkez Komitesi üyelerinin en az altıda birinin katılacağı parti konferansları düzenlenmesini önerdi.’” (Grover Furr, Hruşçov’un Yalanları, SBKP (B) XX. Kongresinde Yapılan Suçlamalar Hakkında, s. 335, Yordam Yay.)
Kruşçev, 20: Parti Kongresi’nde savaş yıllarında SBKP (B) MK’nın bir kez olsun bile toplanmadığı yalanını da antiStalinist kampanyasının bir parçası olarak öne sürer. Ayrıca yukarıda Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’nden aktardığımız alıntıdaki bilgi eksikliği ve yanlışını da dikkate alarak aşağıdaki değerlendirmeyi hep birlikte okuyalım:
“ ‘Kapalı oturum’da yapılan konuşmanın bilimsel baskısındaki dipnotlardan biri Hruşçov’un ‘büyük Vatanseverlik Savaşı yıllarında tek bir MK Genel Toplantısı yapılmadığı’ iddiasını yalanlıyor:
“ ‘SBKP (B) MK Politbürosunun 2 Ekim 1941 tarihinde aldığı kararla, SBKP (B) MK Genel Toplantısı 10 Ekim 1941 tarihinde şu gündemle yapılacaktır: ‘1-Ülkemizin askeri durumu 2- Parti ve devletin ülke savunması için yaptığı çalışmalar.’
“ SBKP (B) MK Politbürosunun 9 Ekim 1941 tarihinde aldığı kararla, ‘Son dönemde cephelerde gelişen kaygı verici durum ve yönetici yoldaşların dikkatini cephelerden başka bir yöne çekilmemesi göz önüne alınarak’ Genel Toplantı ertelendi. Savaş yıllarında MK Genel Toplantısı sadece 27 Ocak 1944 tarihinde yapıldı.” (age., s. 335, 336, Yordam Yay.)
DEVAM EDECEK


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder