9)Bürokratik Dejenarasyon Tüm Toplumsal Yapıyı Sararak
Gelişir
“Aydınlanmış küçük burjuvazi her zaman
ilkesiz siyasetçilerin dayanağı idi. Hem geçmişte hem bugün, hem Batı’da hem de
ne acıdır ki sosyalist toplumda.” (Benediktov)
Güzel bir
atasözü var: “Balık baştan kokar.” Bir diğer atasözünde dile geldiği gibi, “Kurt meyvenin içindedir.” Bunu, kendi
deneyimlerimizden de çok iyi biliyoruz.
SSCB’deki
bürokratik yozlaşma sorunu, sosyalist inşanın önderi SBKP(B) gerçeğinin daha
derinlemesine incelenmesini gerekli kılmaktadır. Çünkü bürokratik deformasyon,
giderek çürüme öncelikle partiden,
partinin yönetici tabakasından başlamıştır.
Proletarya
devriminin asıl içeriğini proletarya
diktatörlüğü oluşturur ve proletarya diktatörlüğünün temel yönetici/önder çekirdeği ise proletarya partisidir. Sosyalist inşayı, tüm örgüt ve
mücadele biçimlerini yöneten en yüksek sınıf ilkesi ve örgüt biçimi komünist
partidir. Eğer SSCB’de bürokratik revizyonist bir karşı devrim iktidarı gasp
ediyorsa, proletaryanın öncü politik kurmayı yeni tip burjuva karşı devrimin
aleti ve öncü aracı haline geliyorsa, o halde SBKP yaşantısını ve evrimini
incelemek, çözümlemek zorundayız demektir.
SBKP(B)
yaşantısında parti kongrelerinin yapılış tarihlerini incelemek, bizlere, bu
bakımdan ilginç ve çarpı bir tablo sunacaktır.
Aşağıdaki
tablo, bu konuda, bizlere, somut veriler sunmaktadır:
Parti Kongreleri Tarihleri
|
|
6
. 1917
(26 Temmuz)
|
7
. 1918
(6 Mart)
|
8
. 1919
(Mart)
|
9
. 1920
|
10
. 1921
|
11
. 1922
|
12
. 1923
|
13
. 1924
|
14
. 1925
|
15
. 1927
|
16
. 1930
|
17
. 1934
|
18
. 1939
|
19
. 1952
(Stalin’in katıldığı son kongre)
|
20
. 1956
|
Tabloda
dikkat çeken şey, 1917 yılından 1925’e kadar parti kongrelerinin düzenli, yılda
bir toplanıyor olmasıdır. Bu tarihten sonra ise parti kongrelerinin düzensiz ve
giderek uzun aralıklarla toplandığını görüyoruz.
Örneğin, 15.
Parti Kongresi 1926 yılında değil de 1927 yılında toplanır. Yılda bir toplanan
parti kongresi, ilk kez bir yıl gecikmeyle yapılır. Örneğin, 15. Kongre ile 16.
Kongre arasında 3 yıl var. Gecikme bu kez üç yıla çıkar. Örneğin, 16. Kongre
ile 17. Parti Kongresi arasında dört yıl var. Örneğin 17. Kongre ile 18. Kongre
arasında beş yıl var. 18. Kongre ile 19. Kongre arasında arasındaki zaman
dilimi ise, tam 13 yıla çıkıyor!!! 19. Parti Kongresi (Stalin’in katıldığı son
kongre) ile Kruşçevci ihanetin Stalin düşmanlığı ile iktidarı ele geçirdiği 20.
Kongre arasında ise 4 yıl var.
Bu tablo ve
veriler SBKP(B) yaşantısı hakkında, partinin bürokratlaşma ve paslanma süreci
hakkında çok çarpıcı bir panorama çizmektedir.
Hitler faşizminin
sosyalist anavatanı işgalinden 2. Dünya Savaşı’nın bittiği 1945 yılları arası
hariç, bu tabloya hoşgörü gösterilemez. SBKP (B), iktidarda olan bir partidir.
Sosyalist inşa yolunda başarıyla yürüyen bir partidir. Böyle bir partinin yılda
bir veya iki yılda bir parti kongrelerini düzenli toplamaması için hiçbir haklı
neden gösterilemez. Bir yıllık sarkmadan başlayarak sürekli artan oranda
kongreler arası zaman diliminin uzaması bürokratikleşmenin, bürokratik
merkeziyetçiliğin gelişmesinin ve giderek yerleşiklik kazanmasının kanıtıdır. Hele de 1939’da toplanan 18. Parti
Kongresi ile 1952’de toplanan 19. Parti Kongresi arasında geçen sürenin 13 yılı
bulması daha da ürkütücü ve vahimdir. Tek başına bu olgu bile bürokratizm denen
siyasal hastalığın nasıl da tüm parti aygıtını esir aldığını kanıtlıyor.
Stalin’in
katıldığı son kongre olan “19. Parti Kongresi Raporu” incelendiğinde 13 yıldan
beri, üstelik parti tüzüğüne rağmen, Kongrenin toplanmamış olması hakkında tek bir cümlenin bile geçmemiş, kongreye
hesap verilmemiş olması göz çıkaran
bir olgudur.
Peki, bu olgu
ve olgular nasıl izah edilebilir? Tek cümleyle, bürokratik deformasyondan
bürokratik yozlaşmaya uzanan evrimle izah edilebilir. Parti bu hale gelmişse
varın gerisini siz düşünün…
Bu tablo, bir
zafer sarhoşluğunu ve gelişen kibiri, bir önderler kültünü, parti içi demokrasi
ve kolektif aklın, tabanın söz ve karar sahibi olma hakkının, hesap verme ve
hesap sorma, öz denetim, eleştiri ve özeleştirinin, kolektif önderlik, işlevli
parti örgütleri, demokratik merkeziyetçilik ilkesinin nasıl da giderek ayaklar
altına alındığını kanıtlamaktadır.
Bu tablo,
ekonomik ve politik bakımdan ayrıcalıklı bir tabakanın giderek kastlaştığını,
bu kastın yerleşik bir bürokratik kasta
dönüştüğünü, milyonların alkışları arasında, milyonların hareketi ve atılımları
arasında, büyük zaferlerin ve zafer çığlıklarının gölgesinde her türlü kitle ve
taban denetiminin dışına çıkıldığını gösterir.
Açık ki, bu
tablo, olağanüstü koşullarla izah
edilemez, haklı gösterilemez.
Önderliğin, önderlerin, partinin
görevi olağanüstü koşullarda bile Marksizm-Leninizm’e bağlı kalmak ve devrimci
militan çözümler bulmaktır.
Sovyet
halkları anti-faşist, sosyalist anavatanı savunma savaşında 20-25 milyon
evladını kaybetti. SBKP (B) dört milyon üye, aday üyesinden 1.600 binini 2.
Dünya Savaşı yıllarında şehit verdi.
Açık ki bu
kayıplar, parti ve sosyalist toplum için niteliksel
bir kayıptı. Bu nitelik yitiminin, nesnel olarak, revizyonist karşı-devrimin
zaferinde lehte bir faktör, zemini çok daha elverişli hale getiren bir faktör
rolü oynadığından kuşku duyulamaz.
Evet,
başarılar görkemlidir. Bedeller de ağır.
Bir de soruna
Parti’nin üye sayısı ve bu sayı içerinde işçilerin, köylülerin ve aydınların
tuttuğu oranlar açısından bakmakta yarar vardır.
Yıl Üye İşçi
Köylü Aydın (%)
|
1918 270 bin 56.9 14.5 28.6
|
1930 1.270 bin 65.3 20.2 14.5
|
1934 1.874 bin 64.5 27.8 7.7
|
1956 7.215
bin 32.0 17.1 50.9
|
(Doğu
Perinçek, Stalin’den Gorbaçova, s. 58, Kaynak Yay.)
Kısaltarak
yukarıya aktardığımız tablo1934’lere kadar toplam üye sayısı içerisindeki
oranıyla işçi sınıfının partiye damgasını bastığını gösteriyor. Yanı sıra
oransal olarak emekçi köylülüğün artışını, aydınların ise göreli ağırlığının
giderek epeyce gerilediğini gösteriyor.
1956 yılına
gelindiğinde, yani Kruşçevci modern revizyonist burjuva karşı devrimin iktidar
tekelini ele geçirdiği yıla gelindiğinde, partinin sosyal/sınıfsal bileşiminin
ne denli köklü değiştiğini görüyoruz. Açık ki, aydınlar, bürokratik yönetici
tabaka partiye damgasını basmaktadır. Oysa işçiler ile emekçi köylülüğün
oranları ise oldukça düşüyor. Bu düşüş oranı işçilerde %50, kolhozcu köylülükte
ise % 10.7’dir. Yukarıdaki tablonun muhtemelen bilinçli olarak yansıtmadığı bir
olguya dikkat çekmek isteriz: Partinin
sosyal bileşimindeki en önemli değişikliğin ilk öncü adımı 1940’larda atılır;
çünkü bu yıllarda, SBKP(B)’ye, aydın tabakanın çok yoğun bir yönelişi ve üyelik
oranları içerisinde sayısal ve oransal ağırlığının arttırışı söz konusudur.
Bunu, 19. Parti Kongresi Raporu’nda yapılan
açıklama ve değerlendirmelerden görebiliyoruz.
1933-36
yılları arasında, 17. Parti Kongresi ile kıyaslandığında 18. Parti Kongresi’ne
yaklaşık 1.600.000 üye ile gidilir. Yani temizlik sırasında 270 bin üye ihraç
edilmiştir. (Bkz. 18. Parti Kongre Raporu’na)
1 Ekim 1952
günü itibariyle 6.882.145 kişi parti mensubudur; bunların 6.013.259’u üye,
868.886’sı aday üyedir. 18. Parti Kongresi sırasında ise parti mensubu sayısı
2.477.666 kişi, bunların 1.600.000’i üye, 888.814’ü aday üyedir; “savaştan sonra
Parti MK’sı partiye üye alımını frenlemeyi kararlaştırdı, fakat buna rağmen üye
alımı hızlı bir tempoyla sürdü” (19. Parti Kongresi Raporu, s. 86); yani 18.
Kongre’yle 19. Kongre arası toplam üye sayısında %400’den fazla bir artış var.
Savaştan sonra MK kararına rağmen parti üye saflarının hızla şişmesi oldukça dikkat çekicidir.
1920’li ve
30’lu yıllarda partinin niteliksel sağlamlaştırılması amacıyla partide kitlesel
temizlik yöntemi uygulanmıştır. Bu uygulamalar SBKP(B)’yi sağlamlaştırır. Bu
yöntemle Parti, pek çok küçük burjuva, antiMarksist-Leninist, kariyerist,
hizipçi ve hainden, bürokrat ve sağlıksız öğeden arınır.
Kitlesel
arınma yöntemine, 18. Parti Kongresi’nde yapılan tüzük değişikliğiyle son
verilir. Partinin niteliksel sağlamlaşması ve kapitalizmin tasfiye edilmiş
olması kitlesel temizlik yöntemine son verilmiş olmasının gerekçeleri olarak
ortaya konulur.
Kuşkusuz ki
kitlesel arınma yöntemi, ilke
düzeyine çıkarılamaz. İlke, partinin niteliksel sağlamlığının korunması,
kesintisiz yetkinleştirilmesi ve kitlelerin öncünün düzeyine çıkarılmasıdır.
Kitlesel temizlik sadece yöntemlerden biridir,
sıkça değil belli tarihsel dönemeçlerde kullanılabilecek
ve genelleştirilmemesi gereken bir
yöntemdir. Bu bağlamda özellikle de kapitalist restorasyon tehlikesine karşı
temel güvencelerin oluştuğu koşullarda ortadan kaldırılabilecek bir yöntemdir.
18. Parti
Kongresi kararı ile bu yönteme son verilmesi partinin yüksek özgüven duygu ve
bilincini ifade ediyor. Sosyo-ekonomik ve politik tablodaki köklü devrimci sosyalist
değişimler olgusu, partinin tartışılmaz önderliğinin işçi sınıfı, köylülük ve
aydınlar tarafından onaylanmış olması olgusu, olguları temelinde böyle bir
tüzük değişikliği onaylanmıştır. Kanımızca yaklaşan ya da fiilen başlamış olan
İkinci Emperyalist Dünya Savaşı gerçeği de bu kararın alınmasında temel
faktörlerden birisidir.
Son kitlesel
temizlik pratiği (Kirov’un öldürülmesiyle açılan süreç), bir hayli derin ve
kapsamlı gerçekleşmiş, Stalin’in de açıkladığı gibi önemli sayıda komünist de haksızlığa uğramış, kurunun yanında yaş
da yanmıştır. Bu kitlesel temizlik kampanyası ile esas olarak parti arınıp
sağlamlaşırken, öte yandan da ciddi
güvensizlikler yaratılmış, bu güvensizlik duygusu gerek parti içinde, gerekse de
parti dışında ciddi tepkilere özelde de
gizli (açıklanmayan) tepkilere yol
açmıştır.
Stalin ve
Parti bunun farkındadır. Dolayısı ile bu yönteme son verilerek söz konusu güven
eksiklikleri de aşılmaya, bu doğrultuda güven tazelenmeye çalışılmıştır. Aynı
zamanda bu adımla, böylece, parti ve kitlelerin birliği daha da
sağlamlaştırılarak, II. Dünya Savaşı daha etkin karşılanmak istenmiştir. Bu o
koşullarda doğruydu da.
Bizce yanlış
olan şey, 1945-53 arası dönemde tam da kitlesel temizlik yönteminin araçlardan biri
olarak kullanılmasının açık bir
gereksinim olduğu koşullarda, bu gerçeğin kavranmamış ve
pratikleştirilmemiş olmasıdır…
Parti üye
sayısının aşırı şiştiği, parti
MK’sının kararına rağmen şişmeye devam ettiği ve derin bir
bürokratlaşma sürecinin geliştiği koşullarda, parti ve toplumda yeni bir devrimci çıkışa gereksinim vardı.
Bu çıkış kitlelerin, işçi sınıfının, partinin taban örgüt ve kadrolarının
enerjik bir tarzda seferberliğine dayanmalıydı. Kapsamlı bir devrimci
başkaldırı hattına dayanacak tarzda kitlesel arınma politikası uygulanmalıydı;
ama bu yapılamadı.
SBKP(B) 18.
Parti Kongresi’nde (1939) “aday üyeler arasında toplumsal kökene bağlı” farklı
değerlendirmeler yapılması uygulamasına da son verildi. 1941’de yayımlanan
rakamlar da yeni politikanın sonuçlarını ortaya koyuyordu. Buna göre üyelerin
%70’i ‘entelejansia’ kökenliydi. Stalin öldüğü yıllarda ise parti içindeki
işçilerin oranı %35’lere düşmüş bulunuyordu.
“1952’de 19.
Parti Kongresi toplandığında komünist partinin aday üyeler dâhil üye sayısı 6.9
milyona ulaşmış durumdaydı. Bu 1941’in 3.9 milyonluk üye sayısına göre çok
önemli bir artışı temsil ediyordu. Yalnızca 1942’de partiye 2 milyon yeni
üyenin alınmış olması, bu artışın savaş döneminde kitlesel destek sağlama
amacıyla ilgili olduğunu ortaya koyuyordu.” (Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler
Ansiklopedisi, Cilt 3, s. 989)
1922 yılında
yapılan 10. Parti Kongresi’nde alınan karara bağlı olarak partiye giriş dört
ayrı kategoriye (girmek isteyenlerin sosyal durumuna bakılarak belirlenen
ölçütlere) göre gerçekleşiyordu.
1939 yılında
gerçekleşen 18. Parti Kongresi’ne kadar bu uygulama sürdü. Söz konusu uygulama
partinin sosyal bileşiminde işçi ağırlığını korumak, küçük burjuvaziden ve
aydın tabakalardan gelenleri sınırlamak amacını taşıyordu.
10.
Kongre’nin koyduğu sınırlamalar, kitlesel temizlik yöntemine son vermenin
gerekçelerine dayanılarak kaldırıldı. Böylece bütün sosyal kesimlerden
insanların partiye daha rahat girişi ve hızlı akışının önü açıldı ve teşvik
edildi.
Somut tarihi
koşullara ve dönemeçlere bağlı olarak partinin sınıfsal, sosyal bileşimini
düzenlemek, partiye girişi zorlaştıran ya da kolaylaştıran ölçütler vb. koymak
tümüyle doğru ve mümkündür. Hele de geri ve köylü bir ülkede devrim zafer
kazanmışsa ve emperyalist kuşatma altında sosyalist inşa yolunda ilerleniyorsa
bu konuda daha da dikkatli olmak gerekmektedir.
SSCB’de
sosyalizmin zafer kazandığı ve İkinci Dünya Savaşı gibi bir tehdidin kuşatması
ve saldırısı altındayken 18. Parti Kongresi’nde bu değişikliklerin yapılması
daha da anlaşılırdır.
Ancak yapılan
değişiklikler aşırıya varmıştır.
Yapılması gereken şey, 10. Parti Kongresi’nin söz konusu kararlarını tümüyle
ortadan kaldırmak değil, yumuşatarak ama partinin bileşiminde işçi sınıfı ağırlığını gözeten, güvenceye alan bir çerçevede yeni
düzenlemeyi yapmak olmalıydı. Tarihsel deneyden çıkan ders budur. Ama bu
yapılmadığı gibi, 1945-53 arası dönemde yapılması gereken şey de, yani
partideki aydın, uzman ve bürokrat ağırlığını sınırlama, derin ve güçlü
ideolojik eğitimin eşliğinde işçi kökenli ağırlığı yeniden tesis ederek partiyi
sağlamlaştırma politikası da geliştirilerek pratikleştirilemedi. Kuşkusuz, bu
ikincisi daha önemliydi. Bu bağlamda, öteki şeylerin yanı sıra, kitlesel
arınmaya son veren ve kapının aydınlara açılmasını kolaylaştıran düzenlemeler
gerçekte partinin bürokratlaşmasında son derece olumsuz bir etken olmuştur.
Bir de soruna
parti kongrelerinin
sınıfsal/toplumsal bileşimi açısından bakmakta yarar vardır. Aşağıdaki tablo
konuyla ilgili fikir vermektedir:
Kongre
|
|
İşçiler
|
|
Köylüler
|
|
Aydınlar
|
1924
|
|
63.2
|
|
5.4
|
|
31.4
|
1927
|
|
71.0
|
|
5.7
|
|
23.3
|
1930
|
|
71.2
|
|
6.7
|
|
22.1
|
1934
|
|
60.0
|
|
8.0
|
|
32.0
|
1956
|
|
18.5
|
|
13.8
|
|
67.7
|
(D. Perinçek,
Stalin’den Gorbaçova, s. 59)
Görüldüğü
gibi 1934 öncesi % 60-70’lerde olan işçi üyelerin temsiliyet oranı 1956’ya
gelindiğinde % 18’lere düşerken, % 20-30 olan aydınların temsiliyet oranları
ise % 68’lere sıçramıştır.
Yukarıdaki
iki tablo, SBKP’nin giderek nasıl da bir aydınlar partisi haline gelerek işçi
ve emekçilerden büyük bir oranda koptuğunu çarpıcı bir tarzda göstermektedir.
Açık ki, bu
süreçte, bürokratik deformasyondan bürokratik çürümeye açılan süreçte, SBKP (B)
gitgide artan oranda, toplumdaki aristokratik, bürokratik, teknokratik yönetici
tabakaya dayanarak emekçilerden kopmaya başlamış; yeni tip bürokrat burjuvazi
hegemonyayı adım adım ele geçirmiştir. Aşağıdaki şu alıntı da, tabloyu
tamamlayan bir diğer unsurdur:
“1919’dan
1921’e kadar ayda iki kez, 1921’den sonraysa ayda bir kez toplanması öngörülen
MK, 1939’daki tüzük değişikliği uyarınca yılda ancak üç kez toplanır hale
geldi. Ne var ki, Şubat 1941’de toplanan Merkez Komitesi, ikinci dünya savaşı
boyunca hiç toplanmadı, yeni bir toplantı ancak savaş bittikten sonra 1946’da
gerçekleştirildi. Önceleri her yıl toplanan parti konferansı 1926’dan 1932’ye
kadar üç yılda bir yapıldı, 1941’deki 18. Parti Konferansı’ndan sonra bu
toplantı hiç gerçekleştirilmedi. 1939 tüzüğüne göre 5 yılda bir toplanması
gereken parti kongresi ise, 1952’ye kadar tam 13 yıl toplantıya çağrılmadı.”
(Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 3, s. 981)
“Parti
organlarına seçilenler ‘kooptasyon’, yeni bir organa seçilecek kişilerin yine o
organda görev yapan partililer tarafından belirlenmesi biçimini almıştı. Kaldı
ki, parti kurallarına göre parti yönetim organlarının seçimlerinin geçerli
olabilmesi için bir üst organ tarafından onaylanması gerekmekteydi. Böylece
parti yönetiminin ‘aşağıdan yukarıya doğru’ seçimle oluşturulmasını öngören
‘demokratik merkeziyetçilik’ ilkesi, tam tersine her düzey parti yöneticisinin
bir üst kademe tarafından belirlenmesi biçiminde uygulanır olmuştu. Bununla
ilişkili olarak merkez organlarının ve genel olarak üst organların alt kademe
parti yönetimleri seçimlerinde aday göstermeleri genel uygulama halini aldı.
1937’de ‘parti içinde demokrasiyi güçlendirmek’ amacıyla seçimlerden önce
adaylar üzerine tartışma yapılması ve oylamanın gizli olmasını öngören
düzenlemeler yapılıyordu. Ancak bu kez de parti basınında yöneticilerin parti
seçimlerinde ‘yol gösterme’ ve ‘uygun olmayan adayları engelleme’ görevinin
aksadığı yönünde eleştiriler yükselince 1938’de ‘açık oy’ uygulamasına geri
dönüldü. Aynı yıl yayımlanan bir genelgeyle parti örgütünde görev yapacak tüm
birinci, ikinci ve üçüncü sekreter adaylarının Merkez Komitesinin onayına
sunulması zorunluluğu getirildi. Bu görevi yerine getirmek üzere de 1939’da MK
sekretaryasına bağlı bir ‘kadrolar yönetimi’ oluşturuldu.”(Sosyalizm ve
Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 3, s. 990)
Yukarıdaki
tablo, bürokratikleşme sürecinin 1930’ların ikinci yarısından ve sonlarından
itibaren daha da hızlandığını gösteriyor.
SBKP (B)’nin
Bolşevik yapı ve işlerliğe, demokratik merkeziyetçiliğe, kolektivizme vb.
aykırı bir bürokratik partiye dönüştüğünün bir verisini de Molotov’dan
aktaralım.
“-Peki XIX.
Kongre’nin hemen ertesinde (Ekim 1952) Politbüro’dan neden atıldım?
-Ama bütün
gazetelerde Merkez Komitesi Prezidyumu’nda yer aldığınız yazılıydı.
-Prezidumu’un
25 üyesi vardı. Kanunun öngördüğü gibi, Merkez Komitesi toplandı, bir Başkanlık
Divanı seçmek gerekiyordu, seçildi: Ancak içinde ne Mikoyan ne de Molotov
vardı. Ben Preziyudum üyesiydim, yani 25’lerden, ne var ki hiçbir zaman
toplanmıyorduk. Bakanlar Kurulu’nda 10 üye vardı, Beria ve Hruşçov de içinde
olmak üzere, ama bu yayınlanmamıştı.” (Molotov Anlatıyor, s. 498-99, Yordam
Yay.)
19. Parti
Kongresi yapılmış. Sorunların köklerine saldıramasa da ciddi
eleştiri-özeleştiriler yapılmış. Yıl 1952. Ama
MK Preziyudumu “hiçbir zaman” toplanmıyor!!! Kâğıt üstünde başka şey,
pratikte yapılan ise bambaşka bir şey. Çarpıcı bir bürokratizm!
Yukarıda
inceleye geldiğimiz konu hakkında
Stalin’in kızı, anılarında (yıl 1941!), şunları anlatır:
“Ekim
sonlarında Moskova’ya babamı görmeye gittim….
“28 Ekimde
Moskova’ya vardım, o gün Bolşoy
Tiyatrosuna, Mokhovaya Sokağındaki üniversite binasına, Stara
Ploşçad’daki Merkez Komite binasına bombalar düşmüştü. Babam Kremlin
sığınığındaydı. Ben de buluşmaya oraya gittim…
“Babam,
önünde durduğum halde beni fark etmiyordu. Masalarda, bütün duvarlarda
haritalar vardı ve cepheden gelen raporları alıyordu.
“Sonunda beni
gördü, bir şey demesi gerekti. ‘Orada işler nasıl, Kuybişev’de arkadaş
bulabildin mi?’ diye kayıtsızca sordu.
“ ‘Hayır’
dedim, ‘oraya gönderilen çocuklar için özel bir okul kurmuşlar ve o çocuklardan
çok var.’ Bunun özel bir tepki doğuracağını hiç düşünmemiştim.
“Babam birden
kendisini çıldırtan bir şey olduğunda hep yaptığı gibi ok gibi gözlerini bana
dikti. ‘Ne? Özel okul mu?’ Her an sinirinin arttığını görüyordum. ‘Ah, sen…’,
çok uygunsuz olmayan bir sözcük arıyordu, ‘Ah sen lanetli kast! Bir düşün!
Moskova’dan hükümetin ve halkın adamları geliyor ve onlara kendi okullarını
veriyorlar. Şu alçak Vlasik, yemin ederim bu işin arkasında o vardır.’
Çıldırmıştı fakat onu zorlayan nedenler ve odada başkaları olduğu için yatıştı.
“Gerçekten
haklıydı. Başkentten Kuybişev’e gelen bir kasttı. Kodamanlar kastı. Halkın
yarısının bütün bu ailelere yer açmak için boşaltılması gerekmişti, çünkü onlar
rahata alışmışlardı ve sade taşra dairelerinde rahatsız oluyorlardı.
“Bir şey
yapmak için çok geçti. Kast çoktan var olmuştu ve kendi kurallarıyla
yaşıyordu.” (Svetlana Alliluyeva’nın Mektupları, s. 174-175, Düşün Yay.)
Yukarıdaki
bilgi ve değerlendirmeler SBKP ve devletteki yeni tip küçük burjuva bürokratik,
aristokratik, teknokratik kastlaşma olgusunu güzel dile getiriyor. Bu mide
bulandırıcı tablo, Enver Hoca’nın yeni
tip kastın daha Stalin hayattayken oluştuğu değerlendirmesinin haklılığını
gösteriyor. Stalin’in bu bürokratik kast tarafından kuşatılmış olduğu da
açıktır. Stalin’in bu kastın oluşmasını, gelişmesini, bir ejderhaya dönüşmesini
önleyemediği de bir o kadar açıktır.
Benediktov’un
şu açıklamasını da hep birlikte okuyalım:
“O yıllarda
(30’ların orta ya da sonlarına doğru olmalı-bn.) üst düzey parti ve devlet
yöneticilerini izleyen özel bir servis olması boşuna değildi. Bu servis gayet
etkili bir biçimde çalışıyordu. Parti disiplininin ihlali, işine gelmeyen
insanların işini bitirme girişimleri acımasızca bastırılıyordu ve bunu yaparken
yüksek mevkilere ve geçmiş hizmetlere hiç dikkat edilmiyordu. Zaman aşımı da
söz konusu değildi, çok eski suçlar bile er ya da geç açığa çıkarılıyordu. Ve
herkes bunu iyi biliyordu.” (Stalin Ve Hruşçov Hakkında, s. 97-98)
Molotov ve
Benediktov’un açıklama ve yorumları eleştirel
bir dikkatle okunduğunda SSCB ve SBKP’nin yaşantısı ve gelişmesi hakkında çok
önemli sonuçlar elde etmek mümkün. Ki, bu ikiliyle yapılmış röportajlardan
oluşan kitapların okunmamasının büyük eksiklik olacağını da okura hatırlatmak
isteriz.
Kanımızca,
tüm mücadele ve örgüt biçimlerini yöneten proletaryanın en yüksek örgüt biçimi
olan proletarya partisinin bir güvenlik ve istihbarat örgütünün denetimine,
takibine girmesi yanlıştır. Hem de büyük bir yanlış. Partiyi bir istihbarat
örgütünün kontrolüne altına alarak yönetmek tarzı Bolşevik önderlik ve çalışma
tarzının gereklerine tümüyle aykırıdır. Parti çalışmasının niteliği ve niceliği
Marksizm-Leninizm’in, Bolşevizm’in teori ve pratiğini temsil eden bir çizgide
geliştirilebilir, yetkinleştirilebilir. Demokratik merkeziyetçiliğe, kolektivizme,
kolektif önderlik ve işlerliğe, parti içi demokrasiye, eleştiri, özeleştiriye,
açıklık ilkesine vb. vb. dayanmalıdır. Parti çizgisine, tüzüğüne ve kitlelere
dayanan ve sürekli yeni deneyimlerin ışığında yetkinleştirilen bir işlerlik ve
gelişme çizgisinde hata ve zaaflar, eksiklikler, disiplinsizlikler, suçlar,
savurganlıklar, sızmalar zamanında açığa çıkarılabilir ve sorunlar ilkeli ve
devrimci bir tarzda çözülebilir. Parti ve devlet yaşantısı sosyalist kitle
demokrasisi temelinde yükselmelidir. Denetimin parti-devlet-kitleler
bağıntısında aşağıdan yukarı, yukarıdan aşağı etkin işlediği, kolektif akıl ve
işlerliğe, sosyalist demokrasiye dayandığı ve işlediği koşullarda sorunlar,
kusurlar, suçlar vb. daha erken ve sağlıklı görülebilir ve çözülebilir.
Sosyalist
devlet yaşantısında bir istihbarat örgütünün varlığı kaçınılmazdır çağımızda.
Kuşkusuz ki bu örgüt de diğer örgüt biçimleri gibi partinin yönetiminde
olmalıdır ve olacaktır. Ama devleti ve devlet istihbaratını da yönetecek ve
yönetmesi kaçınılmaz olan proletaryanın genelkurmayının bir istihbarat
örgütünün denetimine girmesi, farklı bir şeydir ve bu, kabul edilemez.
Bilindiği gibi, SSCB’de sosyalizmin inşası olağanüstü zor koşullarda
ilerlemiştir. Bu zor koşullar, Stalin ve Partiyi, hızlı çözüm adına sağlıksız
bir dizi yöntemi kullanmaya zorlamıştır. Lidere ve dar çevresine bağlı özel bir
istihbarat örgütünün kurulması ve partinin bu araç aracılığıyla da kontrol
edilmeye çalışılması söz konusu zorlukların bir zorlaması olsa gerek. İlk saik
ne olursa olsun, kuşkusuz bu durum, temelde, parti ve devletin
bürokratikleşmesinin bir yansımasıdır. Yani, bürokratikleşmenin dışa vurum
biçimlerinden birisidir. Söz konusu olağanüstü zorluklar burada bir neden
olarak görülebilir sadece.
Benediktov’un
ve Molotov’un açıklamalarından çıkarılabileceği gibi, bu durum bir yandan işe
yararken, öte yandan da partideki ve devletteki çürümeyi geliştiren önemli
faktörlerden birisi haline gelmiştir. Gerçekte partinin Bolşevik işlerlikten
uzaklaşmasına hizmet etmiştir. Küçük burjuva tabakanın ve bürokratik çürümenin
gelişmesi sürecinde söz konusu özel istihbarat örgütü değişik klikler
tarafından iktidar çekişmesinde kullanılmış, çürümenin teşvik edilmesinin aracı
haline getirilmiş, adeta bir entrika merkezine dönüşme süreci yaşamıştır.
Anlaşılıyor ki Stalin gibi güçlü ve güvenilir bir lider bile giderek onun
kurbanı haline gelebilmiştir. Stalin gibi güçlü bir liderin sürekli izlendiği
endişesi taşıması, zehirlenerek öldürülebileceğini düşünmesi bunun yansıma
biçimleridir. Stalin’in öldürülmesi de (en geçerli olasılık bu bizce) söz
konusu özel istihbarat örgütü aracılığıyla gerçekleştirilmiştir.
II. Dünya
Savaşı’ndan sonraki süreçte, SBKP’nin daha hızlı çürümeye, devrimci ruhunu
kaybetmeye başladığı, Stalin’in çevresinin de yeni tip küçük bürokratik kast
tarafından kuşatıldığı, (bir sonuç olarak) parti yöneticisi katmanın ve bunlar
içerisinde stratejik yönetim ve önderlik görevlerine doğru yükselen kadroların
gerçek düşünce ve duygularını gizleyerek çalıştıkları anlaşılıyor. Nitekim
Stalin’in ölümü ile bastırılmış düşünce ve duygular yer üstüne çıkarak
iktidarını hızla ve kısa sürede ilan etmesini bilmiştir. Pek çok şeyin yanı
sıra, açıklık ilkesinin, kolektivizm
ilkesinin, demokrasi ilkesinin, eleştiri ve tartışma özgürlüğünün, bağımsız komünist kişilik ve eleştiri gücünün herhangi bir komünist
partisinde bitmesi demek, o partinin ölümü demektir. Bu gerçeklerin de asla
unutulmaması gerekir. Bu da tarihin yaman bir dersidir. Komünistlerin bu ve
bunun gibi durumların ortaya çıkamamasına özel bir önem vermesi, çıkmışsa eğer
ilkeli bir mücadele yürütmesi, sürecin tümden bir çürümeye varmadan özeleştirel
düzeltilmesi gerekir. Komünistlerin öteki şeylerin yanı sıra bir de bu bakımdan
kendilerini ilkeli ve radikal bir eleştiri-özeleştiriden geçirmesi gerektiği
bizce açıktır.
Parti, devlet
yaşantısında, bir bütün olarak toplumsal yaşamda bürokratlaşma, bürokratik
çürüme, doğal ve kaçınılmaz olarak, doğallaşmış bu olgu temelinde, her
düzeydeki kadrolaşmanın bürokratik esaslar üzerinde kendisini üretmesini; gerek
doruktaki kadroların gerekse de tabanda çalışarak doruklara doğru tırmanan
kadroların bu esaslar, işlerlik, değerler temelinde biçimlenerek yükselmesini;
tüm bunların kendini yeniden ve yeniden ama genişletilmiş bir temel ve kapsamda
üreterek gelişmesini sağlamıştır; hem sağlamış, hem de güvenceye almıştır.
Böylece yeni tip küçük burjuva tabaka, yeni tip bürokrasi, bürokratik aygıtlar
ve değerler aracılığıyla inatçı bir tarzda kendisini örgütlemiş ve
gerçekleştirmiştir. Zaten iş bu noktaya kadar gelmişse, bu saatten sonra
istediğin kadar insan at, tutukla, “kelle kopar” vb., bunların hiçbirisi sorunu
çözmeyecektir. SSCB ve SBKP (B) deneyiminden bunu açıklıkla görüyoruz. Bu
duruma ancak köklü ve bütünlüklü bir devrimci çözüm çizgisiyle son verilebilir.
Bu alt
başlığı bitirmeden önce birkaç noktayı eklemek istiyoruz.
Kitlesel
temizlik yöntemi kitlelere açık gerçekleştiriliyordu. Konu hakkında burjuva
demokrat bir tarihçi olan Jukov, şunları yazıyor:
“Ta 1933’te
başlatılan, en uzun süreli üçüncü parti genel tasfiyesi devam etmekteydi.
Tasfiye açık bir şekilde yapılıyordu; parti üyesi olmayanların da konuşma hakkı
vardı. Tasfiye süreci, parti üye ve aday üyelerinin geçmişleri ve şimdiki
durumlarına yönelik yargılama, denetleme ve tartışma şeklinde yürütülen bir tür
ayin gibi işliyordu.” (Yuriy Jukov, Öteki Stalin, s. 198-199, Lena Yayınları)
Şu “ayin”
nitelemesini bir yana koyarak söyleyecek olursak, bu yöntem son derece değerli
ve sosyalist demokrasinin biçimlerinden birisi olarak önemsenmelidir.
Yukarıda
üzerinde durduğumuz gibi, 18. Parti Kongresi ile 19. Kongre arasında 13 yıl
bulunmaktadır. Ortaya çıkan yeni veriler Stalin’in 19. Parti Kongresi’ni daha
erken toplama girişiminde bulunduğunu gösteriyor. Hep birlikte okuyalım:
“Aleksandr Pıyjikov,
A.A. Jdanov’un 1947 yılı sonunda ya da 1948 yılında olağan parti kongresinin
toplanması önerisi hakkında şunları yazıyor:
“ ‘A. Jdanov
MK Şubat (1947) Genel Toplantısında XIX. Olağan SBKP (B) Kongresinin 1947 yılı
sonunda ya da 1948 yılı içinde toplanmasını önerdi. Ayrıca parti içindeki
yaşamın canlanması için, her yıl Merkez Komitesi üyelerinin en az altıda
birinin katılacağı parti konferansları düzenlenmesini önerdi.’” (Grover Furr,
Hruşçov’un Yalanları, SBKP (B) XX. Kongresinde Yapılan Suçlamalar Hakkında, s.
335, Yordam Yay.)
Kruşçev, 20:
Parti Kongresi’nde savaş yıllarında SBKP (B) MK’nın bir kez olsun bile
toplanmadığı yalanını da antiStalinist kampanyasının bir parçası olarak öne
sürer. Ayrıca yukarıda Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’nden
aktardığımız alıntıdaki bilgi eksikliği ve yanlışını da dikkate alarak
aşağıdaki değerlendirmeyi hep birlikte okuyalım:
“ ‘Kapalı
oturum’da yapılan konuşmanın bilimsel baskısındaki dipnotlardan biri Hruşçov’un
‘büyük Vatanseverlik Savaşı yıllarında tek bir MK Genel Toplantısı yapılmadığı’
iddiasını yalanlıyor:
“ ‘SBKP (B)
MK Politbürosunun 2 Ekim 1941 tarihinde aldığı kararla, SBKP (B) MK Genel
Toplantısı 10 Ekim 1941 tarihinde şu gündemle yapılacaktır: ‘1-Ülkemizin askeri
durumu 2- Parti ve devletin ülke savunması için yaptığı çalışmalar.’
“ SBKP (B) MK
Politbürosunun 9 Ekim 1941 tarihinde aldığı kararla, ‘Son dönemde cephelerde
gelişen kaygı verici durum ve yönetici yoldaşların dikkatini cephelerden başka
bir yöne çekilmemesi göz önüne alınarak’ Genel Toplantı ertelendi. Savaş
yıllarında MK Genel Toplantısı sadece 27 Ocak 1944 tarihinde yapıldı.” (age., s.
335, 336, Yordam Yay.)
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder