8)Mujikle Beslenen Yeni İşçi Sınıfı ve Bürokratik
Dejenarasyon Süreci
Olgular,
kendi varlık koşulları, sürekli hareketi, değişmesi ve gelişmesi içerisinde ele
alınmalıdır. Parça bütün ilişkisi, bütün parça ilişkisi karşılıklı etkileşimi
içerisinde incelenmelidir. Modern revizyonist karşı devrim olgusunu incelerken,
1956’da politik iktidarı ele geçiren kızıl maskeli ihanetin öncüllerini aydınlatırken, yeni türden
bürokratik dejenerasyonun köklerine inerken, o arada, Rusya/SSCB
proletaryasının yaşadığı yapısal değişimi ve bu yapısal değişimin sürece etkisi
üzerinde de durmak kaçınılmaz bir görevdir.
Bir Çin
atasözünün belirttiği gibi; “Tek yanlılık insanı karanlıkta bırakır, çift
yönlülük ise aydınlatır.” Tablonun iki yüzünü birden görmeliyiz. Kuşkusuz ki,
mekanik materyalizme, pozitivizme ve sübjektif idealizme düşmeden, diyalektik
materyalist bir yöntem ve bakış açısıyla sorunu incelemeliyiz.
Tablonun bir
yüzünde şunları görüyoruz: 1905 ve 1917 Şubat burjuva demokratik devrimleri ve
Ekim 1917 Sosyalist Devrim’i deneyimlerinden geçmiş bir proletaryadır çeşitli
milliyetlerden Rusya proletaryası. Tarihte ilk kez sosyalizmi, yepyeni bir
yaşamı kurmuş bir işçi sınıfıdır. Kapitalizm döneminin proletaryası olmaktan
çıkmış, egemen sınıf olarak örgütlenmiş, iktidarlaşmış bir sınıftır. Sosyalist
sanayileşmeyle proletarya diktatörlüğünün sınıfsal temeli genişlemiş ve
güçlenmiştir. Yani engin bir deneyime sahip, niteliksel bakımdan güçlü, uluslararası proleter devrimin öncü gücü olan
bir sınıftır Rusya/SSCB işçi sınıfı. Başında Lenin’in, Stalin’in bulunduğu ve
tarihin tanık olduğu en kudretli parti, SBKP (B), Sovyet işçi sınıfına önderlik
ediyor.
Bu tablo,
gerçekten de muhteşemdir.
Ama evrensel
hareketin, değişme ve gelişmenin kaynağı çelişkidir. Çelişki yasası (zıtların birliği
ve mücadelesi), doğada, toplumda, düşüncedeki hareketin temel yasasıdır. Doğal
olarak çelişki yasası, sosyalizmde de sınıf mücadelesine ve sosyalist inşa
süreçlerine damgasını basmakta ve
süreci belirlemektedir.
Evet, bir yanda yerküremizin en nitelikli sınıfıydı
SSCB işçi sınıfı. Öte yandan da Stalin önderliğinde sosyalizmi kuran işçi
sınıfı derin yapısal değişimler geçiriyordu. Bir yandan
yeni niteliklerle kuşanırken öte yanda da ciddi niteliksel kayıplara uğruyordu.
Şimdi de
tablonun öteki yüzünü çizmeye çalışalım.
Üç devrim
sürecinde, iç savaş ve emperyalist müdahale döneminde, proletaryanın en militan
ve nitelikli kesiminin en önemli bölüğü bedel olarak kaybedilmiştir. 2. Dünya
Savaşı yıllarında proletaryanın (ve öteki emekçi kesimlerin) en nitelikli
bölümü büyük bir oranda yitirilmiştir.
Söz konusu
kayıplar sınıf savaşımının, sosyalist inşa sürecinin, dünya devriminin bedeli
olarak verildi. Yani bu bedeller kaçınılmazdı. Hele tek ve geri bir ülkede
emperyalist kuşatma ve müdahale koşullarında bu haydi haydi kaçınılmazdı.
Militan SSCB proletaryası ve halkları, komünistler bu bedeli üstlendikleri
tarihi/politik misyonun bir gereği olarak ödemekten de asla kaçınmadılar.
Bedel, dünya proletarya devrimi adına ödendi. Dünya proletaryası ve ezilen halklar
bunu, ne dün ne de bugün unuttular. Yarın da unutmayacaklardır.
Bu büyük ve
niteliksel kayıpların gerek bürokratikleşme süreci üzerinde, gerekse de daha
sonraki bürokratik burjuva karşı-devrim süreci üzerinde derin etkiler
yaratmadığını sanmak, düşünmek olsa olsa, en hafif deyimiyle safdillik olur.
Ayrıca şu
olgunun da altı çizilmelidir: Hızlı sosyalist sanayileşmenin gereksindiği iş
gücü açığı doğal ve kaçınılmaz olarak köylülükten karşılandı. 1950’lere
varıldığında muazzam bir güç ve kudrete ulaşan sosyalist sanayi ile birlikte
proletarya diktatörlüğünün sosyal, sınıfsal tabanı olabildiğine genişlemiş ve
güçlenmişti.
Teoride
Doğrultu dergisinin verdiği bilgilerden de görülebileceği gibi, 1928’de 3.124
milyon olan işçi sayısı 1955’te 14.281 milyona ulaşmıştır. Bu verilerden
görülebileceği gibi, kuşaktan kuşağa geçen, geçmişten gelen, sınıfı sınıf yapan
işçi zihniyeti kazanmış olan sınıf, sosyalist inşa sürecinde, yerini ezici bir
oranda yeni bir işçi sınıfına bırakmıştır. Yani, üç devrimin, iç savaşın, emperyalist
işgale karşı mücadelenin deneyinden geçerek silahlanmış işçi sınıfı, ezici bir oranda, yerini yeni
dönemin, sosyalizm döneminin eseri olan bir işçi sınıfına bırakmıştır.
Bu, bir
yandan yeni dönemin, sosyalist inşanın gücünün, canlılığının, dinamizminin,
üretkenliğinin, yenilenme kudretinin çok çarpıcı bir ifadesidir. Ancak öte
yandan aynı olgu, safları mujikle
(köylülükle) şişen, yapısal değişim geçiren bir sınıf gerçeğine de işaret eder.
Ve vurgulanmalıdır ki, işçi olan mujik, sırf işçi oldu diye mujiklikten, onun
değerlerinden, zihniyetinden, alışkanlıklarından hemen ve doğrudan kopmuş
olamazdı. Dolayısıyla mujik işçileşerek sınıfın bir parçası olurken kaçınılmaz olarak kendi sınıfsal/tarihsel
zihniyet ve alışkanlıklarını da
sınıfa taşımıştır.
Bu şu
demektir: İşçileşen mujik; köyünü terk ederek kente, fabrikaya, sanayi
havzalarına, SSCB’nin dört bir yana yayılan sanayi merkezlerine gelen yeni işçi
mujik, özellikle de 20’li, 30’lu yıllarda, kendi değerlerini de sınıfa taşıdı.
Bu değerler, eskinin değerleriydi. Bu değerler sınıfın saflarında devrimcilik
üretmekten çok özel mülkiyetçi, bireyci değerler üreten bir zihniyet, tarih,
alışkanlık taşınması biçiminde gerçekleşen bir gelişmeydi. Lenin’in dediği gibi, “Yineliyorum, … çünkü küçük çiftçinin
değişmesi onun tüm psikolojisinin ve alışkanlıklarının dönüştürülmesi, kuşaklar gerektiren bir iştir” (S. E.
Cilt 9, s. 136, iba.)
Rus işçi
sınıfı ile ilgili Benediktov’un şu sözleri de açıklayıcıdır:
“Lenin’in Rus
insanı hakkındaki sözlerini hatırlayınız: Batılı ülkelerin işçilerine kıyasla
kötü işçidir dememiş miydi? Gizlemeye gerek yok: Gevşeklik, sorumsuzluk,
Oblomovculuk hepimizin kanına işlemiş; işçiden bakana, birçoğumuzda emek
kültürü düşük, eğer ilkel demezsek. Bütün bu ‘geçmişin lekeleri’ni silmek için
daha çok zamana ve çabaya gereksinim var.” (Stalin ve Hruşçov Hakkında İvan
Aleksandroviç Benediktov İle Söyleşi, s. 37, Yazılama Yay.)
Evet, bunlar
köylü Rusya’nın hastalıklarıydı. Devrimden önce oluşmuş işçi sınıfının bile
“kadim Rus hastalıkları” ile şekillenmiş olduğu ve bu sınıfın mücadeleler
süresince verdiği kayıplarla ciddi bir şekilde zayıflamış olduğu koşullarda
mujikle beslenerek katlanan, devleşen SB işçi sınıfının köylü
özelliklerle/hastalıklarla derinden şekillendiği de bir gerçekti. Tabii ki bu
özellikler, gerek bir dizi teşvik tedbirinin kullanılmasında olsun, gerekse de
eskinin yeni içinde tutunarak yeni bir biçimde dirilmesinde, hem de şevkle
dirilmesinde olsun nesnel bir tarihsel temeli ve güncel bir olguyu
oluşturmaktaydı.
Elbette ki,
Rusya köylülüğü, denebilir ki, bazı kesitler hariç, Rusya/SB proletaryasını
izledi. Ne kazandıysa Rusya ve SSCB proletaryası önderliğinde kazandı. O da
Rusya proletaryasının içinden geçtiği tarihsel aşamalardan yürüyerek, o
deneyleri kendi sınıfsal zemininde yaşadı, edindi, şekillendi. Sorunun bu yanı
unutularak elbette ki süreci, olguları inceleyemeyiz. Ama bu olgulara karşın
yukarıdaki gerçekleri de unutamayız.
Peki, sınıfın
yapısındaki söz konusu köklü değişim, bir yandan proletarya diktatörlüğünün
sınıfsal ve siyasal temelini güçlendirirken, yeni koşullarda yeni tipten bir
işçi sınıfı üretip geliştirirken, öte yandan da yeni tipten bürokratik yönetici
tabakanın gelişmesinde, parça başına ücret, yüksek primler, maddi teşvikler,
zafer sarhoşluğuna kapılma, önderler, yetkililer kültünün, parti ve devlet
kültünün, yeni tipten bir bireyciliğin vs. gelişmesinde çok özel bir rolü
olmadı mı?
Bizim soruya
yanıtımız olumludur. Evet, söz konusu zaafların gelişip kökleşmesinde bu durum
olumsuz bir rol oynadı.
Sosyalizmin
başarısının açık kanıtlarından biri olan yeni dönemdeki bu dev yeni işçi sınıfı
olgusu, proletarya ve emekçilerden yetişme yeni yönetici tabaka, sosyalist
yaşamın her alanına damgasını basmaya başlamıştır. Ama bu, aynı zamanda
iktisadi ve siyasi bakımdan ayrıcalıklı bir tabakalaşmanın gelişmesinde çok
güçlü bir etken, bir iç dinamik, yeni bir dinamik olmuştur.
Bu tabloda, henüz mujiklikten kurtulamamış bir işçi
sınıfı gerçeği vardır karşımızda. Bu zafiyetin/niteliksel zayıflığın aşılması uzun bir süreç, bu süreçte başta da ideolojik-kültürel devrim alanı olmak
üzere derin bir devrimci dönüşüm sürecini
gerektiriyordu. Lenin’in yukarıdaki vurgusu, SSCB deneyimi tarafından
çarpıcı bir tarzda kanıtlanmıştır. Ki bu sorunu incelerken Lenin’in analiz ve
vurgusu bir an için bile unutulmamalıdır. İşçi sınıfı mujiklikle hastalanmış
bir işçi sınıfıydı. SSCB’de yeni tip küçük burjuva tabakanın doğup
yükselmesinde, bürokratik yıpranmadan bürokratik çürümeye uzanan evrim sürecinde,
bu olgunun çok temel nedenlerden biri olduğu açıktır. Bu tarihsel deneyimin
gösterdiği gibi, SSCB’de komünizme geçiş süreci hafifsenmiştir. Mujiklikten
kurtulma süreç ve görevi hafife alınmıştır. Sorun yeterli bir derinlik ve
kapsamda ele alınamamıştır.
Açıktır ki
SSCB’de sosyalist inşa dinamiği ve yürüyüşü önce bürokratik paslanmayla
tavsamış, yeni tip küçük bürokratik bir tabakalaşmayla çürümeye başlamıştır.
Bürokratik çürüme ve kastlaşma, giderek 1956 dönemeciyle, yeni tipten
bürokratik bir burjuva karşı devrime dönüşerek sosyalizmin adım adım
tasfiyesine götürmüştür.
Öte yandan
Stalin’in pek çok kez dikkat çektiği gibi, partinin düşen ideolojik-siyasi
seviyesi ile sınıf mücadelesinin istediği düzey arasında önemli çelişkiler
olagelmiştir. Onun önderliğinde bu zafiyeti aşmak için az şey yapılmadı, ama ne
yazık ki, eleştire geldiğimiz ve eleştirmeye devam edeceğimiz zaaflardan
dolayı, 40’lı yıllarda bu açı farkı daha fazla büyüdü. Ancak eski kayıplar bir
yana, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı yıllarındaki çok ağır kayıplar bir bütün
olarak partide, devlette, işçi ve emekçiler ve gençlik arasında donanım ve
niteliği ciddi bir şekilde düşürdü. Partiye de, yeni dönemde yetişen ama
donanımı da düşük geniş çaplı yeni katılımlar oldu. 19. Parti Kongresi Raporu’ndan
da bunu görmek mümkün.
Şimdi
tablonun bu yanını şöyle tamamlamaya çalışalım: Sınıfın, kitlelerin, partinin
en nitelikli kesiminde ağır kayıplar ve doğan boşluk. Henüz mujiklikten
kurtulamamış bir işçi sınıfı. Kırlarda ikinci bir Ekim Devrimi’nden, sert bir
sınıf mücadelesinden geçerek oluşan kolhozcu köylülük. Ama eski zihniyet, hala
bin canlı. 30’lu yılların bir kesitinde tümüyle meşru olan ama her devrimde
olduğu gibi aşırıya kaçan devrimci terör dönemi. Bu dönemde yaklaşan yeni bir
emperyalist dünya savaşı tehlikesinden ve dış gericiliğin derin sızmaları ve
parti içi muhalefetle organik olarak birleşmesinin açığa çıkarılışı (Kirov
suikastıyla başlayan süreç); güvenlik örgütlerinin sert bir biçimde öne çıkışı;
yeni tipten bürokratik dejenerasyonun yükselişi, aygıtların öne çıkışı, parti
içi mücadelenin bu koşullarda iç dinamizminin büyük oranda gerilemesi ya da
bastırılması, partinin teorik atılımlarının adeta son bulması, bürokratik
paslanmanın gelişmesiyle biçimselleşen (yeni tip yabancılaşmanın unsuru olarak)
sovyetik işlerlik…
Bu tablo,
incelediğimiz öteki olgularla birlikte ele alındığında görülmektedir ki, SSCB
dev bir sosyalist sanayi ülkesi olmasına karşın hala mujikliğin, eskinin
kalıntılarının, yeni içinde tutunmaya çalışan ve yeni biçimlerde kök salan,
filiz süren eskinin güçlü etkisi altında. Bu tabloda mujikliğin derin etkisini
taşıyan SSCB işçi sınıfı (ve kolhozcu köylülüğü) kendi bağrından çıkıp gelen
yönetici tabakanın bürokratlaşarak dejenere olmasını önleyememiş, dahası artan
oranda sürecin bir parçası olmuştur.
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder