13)Büyük Temizlik Operasyonu ve Çarpıtılan Tarihsel
Gerçekler
Burada, 30’lu
yıllarda örgütlenen büyük “temizlik kampanyası” üzerinde bazı bakımlardan
durmak istiyoruz.
Bilindiği
gibi uluslararası sermayenin sözcüleri, burjuva tarihçileri ve yandaşı her renkten
revizyonist akım 30’lu yılları değerlendirirken, bu tarih kesitini “Stalinci
terör dönemi”, bir “zorbalık, barbarlık, kan içicilik, işkence, işkenceyle
itiraflara zorlama, on milyonları yok etme, kişisel çekişmeler, komplolar” vs.
dönemi olarak anmak ve propagandasını yapmaktan özel bir haz duyarlar. Buna,
Marksizm-Leninizm’in, devrim ve komünizmin tescilli düşmanı Troçkizm de dâhildir.
Dahası Troçki ve Troçkist propaganda, demagoji ve manipülasyon dünya
burjuvazisinin ve yedeğindeki her tür akımın en önemli iftira kaynaklarından
biri olmuştur ve olagelmiştir. Aynı alçakça rolü Titoizm ve Kruşçev’le açılan
tarihsel dönemle birlikte başta Sovyet modern revizyonizmi olmak üzere modern
revizyonist cenah da oynamış; üstelik kendi özgün pozisyonundan aynı oyunu daha
etkin ve sistemli bir şekilde sürdürmüştür.
Kuşkusuz ki
bu kirli propaganda ve doludizgin gerici
psikolojik savaş burjuvazinin sınıf çıkarları eksenine ve amaçlarına
dayanmaktadır. Bu gerici savaş, dünya sermayesinin ve yıkılmış gericiliğin ve
yedeğindeki her türden oportünist vb. akımın proletarya ve sosyalizme duyduğu
dizginsiz sınıf kinini ve Makyavelist saldırganlığını ifade etmektedir. Söz
konusu kin ve saldırının temelinde, sosyalizmin SSCB’de zafer kazanması;
sosyalizmin NEPMAN’ları ve sonra da kulakları (kır burjuvazisini) ikinci bir
Ekim Devrimi ile yok etmesi; özel mülkiyetçi üretim ilişkilerinin son biçimi
olan küçük çaplı mülkiyetin, küçük burjuvazinin iktisadi ve sınıfsal temelinin
ikna, örnekleme ve kendi öz deneyimlerine dayalı bir şekilde emekçi köylülüğün
sosyalist kolhozcu köylülüğe dönüştürülmesiyle tasfiye edilmiş ve böylece
tarihte ilk defa özel mülkiyetin ortadan başarıyla kaldırılmış olması
yatmaktadır.
Bu tarihsel
ve toplumsal devrimci dönüşümle, sosyalizmin insana, insanın karakterine aykırı
olduğu; özel mülkiyetin, sömürünün önsüz olduğu kadar sonsuz olduğu burjuva
demagojisinin maskesi de yırtılmıştır. Ezilen dünyaya, işçi ve emekçilere yeni
bir dünyanın, sosyalist bir dünyanın tümüyle mümkün olduğu gösterilmiştir. “Ayaktakımı”nın böyle bir dünyayı devrimci
komünist iradeyle kazanabileceği ve kurabileceği berrak bir şekilde, söz
götürmez bir şekilde kanıtlanmıştır. Böylece SBKP, SSCB, Stalin tüm dünya işçi
ve emekçilerinin eline yepyeni bir silah verirken doğal olarak sınıf düşmanının
sınırsız nefretini kazanmıştır.
İşte
uluslararası burjuvazinin, yeni tip burjuvazinin ve bağlaşığı akımların
sınırsız nefretinin, bilinçli kirli propagandasının nedeni bu tarihsel ve
toplumsal gerçekte yatmaktadır.
30’lu
yıllarda kazanan tek ülkede sosyalizmin zaferiydi. Kaybedenler ise, burjuvazi
ve yedeğindeki sosyal demokrat akım, Troçkizm vbg. akımlardı. Doğal olarak,
sosyalizmin kent ve kırda iktisadi temelinin yaratılıp sağlamlaştırılması, tek
ülkede, SSCB’de sosyalizmin kuruluşunu imkânsız gören ve gösteren her türden
engelin (özel mülkiyetin, devrilmiş gericiliğin, kır burjuvazisinin, küçük
burjuva eğilimlerin, SBKP içerisinde ortaya çıkan antiMarksist-Leninist eğilim,
akım, hizip ve önderlerin) yenilgisini
ve tasfiyesini getirdi. Yani burada
yaşanan şey, 1917 Ekim Devrimi’nden sonra
da süregelen proletarya ile burjuvazi, kapitalizm ile sosyalizm, oportünizm ile Bolşevizm arasındaki
mücadelenin pratik-politik bir sorun olarak çözümü; bir tarihsel aşamanın sonuçlanması,
yerini, sınıf mücadelesinin yeni bir
düzeyine bırakması/sıçramasıdır. Dolayısıyla, 30’lu yılların dünyasının iç
ve dış koşullarının bütünlüğü içinde değerlendirilmesi gereken ve sınıf mücadelesi ekseninde açıklanması gereken bir
olguyla (“Temizlik Kampanyası”, “Terör dönemi”) karşı karşıya olunduğunun
bilince çıkarılması gerekir.
Eğer bu temel
eksen ve temel eksen etrafında doğan, büyüyen ve sonuçlanan
o aşamanın somut gerçekleri kavranmazsa, olan biten bütün gelişmeler bu
temelde analiz edilmezse, doğal olarak, o zaman sorunlar ve olaylar kişisel
ihtiraslarla, komplolarla, terörizmle vb. izah edilmeye çalışılır ve burjuva
gericiliğin kuyruğuna takılmak kaçınılmaz hale gelir. Soruna biraz daha
yakından bakalım hep birlikte.
Sahte ve
amaçlı burjuva, Troçkist, burjuva revizyonist, sosyal-demokrat propaganda ve
ajitasyona göre, 30’lu yıllarda, SSCB’de, “Stalinci terör rejimi” milyonlarca,
on milyonlarca köylüyü yok etmiştir. SSCB’de öylesine kanlı bir “Stalinci diktatörlük” var ki, faşist ülkeler,
SSCB karşısında nerdeyse melek gibi
kalır!
“Stalinci
terör” dönemi üzerine demagoji ve manipülasyon yapan akım ve aydınlar özellikle
1930’lu yılları öne çıkarmaktadırlar. 30’lu yılların kırda sosyalist devrimin
(“İkinci Ekim Devrimi”) zafer kazandığı yıllar olduğunu biliyoruz. Hatırlatmak isteriz: 30’larda SSCB’nin nüfusu 180 milyondur. Oysa
toplam kulak sayısı toplam nüfusun küçük bir bölümünü oluşturmaktaydı.
Anna Strong,
30’lu yıllarda gerçekleştirilen kulakların (kır burjuvazisinin) tasfiyesi
sosyalist eyleminden etkilenenlerin sayısının 600 bin olduğu bilgisini verir.
Stalin’in
Dimitrov’la yaptığı bir görüşmede ise söylenen şey şudur:
“Biz
kulakların ve burjuvazinin seçimlere katılma hakkını elinden aldık. Bizde
yalnız emekçilerin seçme ve seçilme hakkı vardı. İki milyon kulağın kuzeye
göçürülmesi gerekti ve kulaklar sınıf olarak ortadan kaldırıldıktan sonra,
herkese seçme ve seçilme hakkı verdik…” (G. Dimitrov GÜNLÜK-3, 6 Mayıs 1945-6
Şubat 1949, s. 248-249, TÜSTAV Yay.)
Stalin bu
açıklamayı proletarya diktatörlüğünün biçimleri ve halk demokrasisi sorununu
Dimitrov’a anlatırken yapar.
Molotov’un
açıklamaları ise şöyledir:
“-Kolektifleştirmeyi
pek fena yapmadık. Kolektifleştirme başarısını Büyük Anayurt Savaşı’ında
kazanılmış önemli bir zafer olarak görüyorum. Ama eğer kolektifleştirme işini
gerçekleştirmeseydik savaşı kazanamazdık. Savaş başlamadan önce ekonomisi,
sanayisiyle güçlü sosyalist devletimiz vardı artık…
“Kulakların
tehcir bölgelerini bizzat ben belirledim…
“400 bin
kulak tehcir edildi. Komisyonum çalışıyordu…” (Molotov Anlatıyor, s. 412)
“-Stalin 10
milyon kulakı sürgün ettiğimizi söyledi. Aslında 20 milyonunu sürgün etmiştik.
Benim kanımca gerçekleştirmiş olduğumuz kolektifleştirme çok büyük bir
başarıydı.” (age., s. 422)
Örneğin
Gorbaçov’un baş danışmanı, çıplak kapitalizmden yana olan ve Stalin’in kanını
içse bile doymayacak denli azgın bir karşı-devrimci olan A. Yakovlev ise,
şunları yazıyor:
“Stalin,
kendi halkının bir bölümüne karşı
savaş açtı, bu bir olgu… Ülke o dönemde büyük ölçüde köylülerden oluşuyordu.
Oysa hızla sanayileşmek gerekiyordu. O zaman ahlaki ve siyasi açıdan kabul
edilemez bir iş yapıldı: Köylüler zorla göç ettirildi; beşyüz bin kişi bundan etkilendi. Sibirya, Urallar vb. gibi, sanayi
merkezi kurulması düşünülen bölgelere sürüldüler. Bu, zoraki kolektifleştirmenin
hem öncesinde hem sonrasında yapıldı. Kulaklarla mücadeleye gelince, o da aynı
davaya hizmet ediyor sayıldı. Bir
kulak’ın yani çoğu zaman iki ineğinden başka bir şeyi olmayan köylünün, bitkin
düşürülünceye kadar kovalanması buradan kaynaklandı.” (Sovyetler Birliği’nde Ne
Yapmak İstiyoruz?, s. 37, iba., AFA 21.Yüzyıla Doğru Dizisi 14)
Yukarıda
aktardığımız alıntılarda kolektivizasyondan etkilenen kulak sayısı ile ilgili
değişik rakamlar verilmektedir. Bunu sadece hatırlatarak geçiyoruz.
Yakovlev’in
çarpıtma ve demagojisine rağmen birinci olarak, Stalin kendi halkının bir
bölümüne değil halk içerisinde yer
almayan (ki bu Yakovlev’in “bir bölüm” saptaması önemlidir) kırların
sömürücü sınıfı olan kapitalist sınıfa karşı bu savaşı verdi.
İkincisi,
kulaklar Yakovlev’in adi bir demagog olarak ileri sürdüğü gibi, “iki ineğinden
başka bir şeyi olmayan” yoksul ya da emekçi köylü değil aksine kırların kapitalist sömürücü gücüydü; yoksul, küçük ve orta köylülüğü sömüren, ezen zengin
köylülüktü. Kırda sosyalizmin iktisadi dönüşümüne bağlı olarak zengin köylülük
iktisadi olarak proletarya diktatörlüğünün, partinin, proletaryanın önderliği
ve desteğinde emekçi köylülerin devrimci başkaldırı ve devrimci terörüyle
tasfiye edilmiş, sınıfsal bakımdan varlığına son verilmiştir.
Üçüncü
olarak, konumuzla bağlı olarak, burjuva ve Troçkist propagandistlerin on
milyonlarca emekçi köylünün zorla kolektifleştirmeyle imha edildiği
demagojisinin (ki emperyalist dünya öyle akıl almaz rakamlar veriyor ki,
inanacak olursak Stalin o yıllarda nerdeyse SSCB nüfusunun üçte ikisini yok
etmiş!!!) tabii ki aslı ve astarı yoktur. Buradaki Makyavelist Göbelsçi faşist
mantık belli: Bir yalanı on kez söylersen yalan olarak kalır ama bir yalanı yüz
kez, bin kez, milyon kez söylersen o yalan gerçek kabul edilir. (Zat-ı
muhteremin verdiği 500 bin rakamı da emperyalizm ve burjuvazinin yalanlarını
açığa çıkarıyor.) Burada asıl önemli olan rakamlar değildir, asıl önemli olanın
toplumun onda dokuzunun toplumun küçücük bir azınlığını oluşturan, diyelim ki
onda birine karşı, tümüyle meşru olan devrimci şiddeti ve eylemidir. Ayrıca imha edilen kulaklar, kulak
sınıfının çok ama çok küçük bir parçasıdır. Sosyalizm, kulakların elindeki
ekonomik güce el koyma yoluyla sınıf olarak varlığına son vermiştir. Burjuva
propaganda aygıtı bilinçli olarak, kulakların sınıf olarak tasfiyesini
kulakların topyekûn öldürülüp çukurlara gömülmesi olarak lanse etmektedir. Oysa
kurşuna dizilenler sadece karşı-devrimci ayaklanmalara vs. girişen kulak
elebaşları ve kanlı katilleri olmuştur.
Bu sınıf
mücadelesidir. Bu, çatışan devrimle karşı devrimin hesaplaşmasıdır. Bu kavgada
proletaryanın döktüğü kan, sömürücü sınıfların kanıdır ve tarihte burjuvazi ve
kapitalizmin döktüğü kanın yanında sözü bile edilemez. Kaldı ki proletaryanın
dökmek zorunda kaldığı kanın sorumlusu da
burjuvazidir. Çünkü kendi sınıf egemenliğini yeniden kurmak için her türlü
yıkıcı ve yok edici savaşı başlatıp geliştiren, sömürünün ortadan kalkmaması
için her türlü gerici beyaz teröre vb. başvuran, böylece proletaryanın demir
yumruğunun tepelerine inmesine açık davetiye çıkaran yine emperyalistler, burjuvazi,
kulaklar vs. olmuştur. Bu temel tarihsel ve politik gerçeği aklımızdan asla
çıkarmamalı ve bu halkanın elimizden kaçmasına izin vermemeliyiz.
30’lu yıllarda
tarımı kolektifleştirmek ve aygıtlarda da “temizlik” kaçınılmazdı. Bu iki görev
de iç içe geçmişti. Sosyalizmin inşasının ve sınıf mücadelesinin ulaştığı
gelişme aşamasında ilerleyebilmek için bu görevlerin çözümü kaçınılmaz bir
tarihsel ve politik zorunluluktu. Üstelik bu görevlerin çözümü olağanüstü somut
tarihsel koşullar, zorluklar ve kuşatılmışlık altında gerçekleştirilmek
zorundaydı. Pek çok önemli ve sınıf mücadelesine zarar veren hata ve zaaflar,
bu koşularla da bağlıydı…
Bu gerçekleri
ifade ederken şu olguları bir kez daha vurgulamak isteriz: Sosyalizmin tarihte
ilk defa inşa edildiği, tek başına, emperyalist kuşatma altında inşa edildiği;
iç ve dış gericiliğin sosyalizmi yıkmak için her türlü kirli savaşı yürüttüğü;
parti ve devlete geniş çaplı sızmaların yaşandığı, sızmaların ÇEKA (GPU/NKDV)
ve Genelkurmaya kadar uzandığı* kır
burjuvazisinin ortadan kaldırıldığı; dünya devrim dalgasının göreli olarak geri
çekilmeye başladığı; faşist kampın yükseldiği, emperyalist bir genel savaşın
patlak vereceğinin belli olduğu ve hızla yaklaştığı, emperyalizm ve faşizmin bu
ortamdan ve patlak verecek savaştan da yararlanarak SSCB’yi yıkma
faaliyetlerinin doruğu ulaştığı koşullarda parti ve devlette örgütlenen
“temizlik operasyonu” kaçınılmaz bir hesaplaşmaydı. Sosyalizm, iç cepheyi temizleyerek sağlamlaştırmak zorundaydı. “Temizlik
harekâtı”, önlememiş olan aşırılıkların eleştirilmesini ve dersler
çıkarılmasını unutmadan, tümüyle
yasal ve meşruydu. Bundan kaçınmak demek, sosyalizmin yıkılışına davetiye
çıkarmak demekti. Elbette ki Stalin ve Parti, buna asla izin veremezdi. Ve
nitekim verilmedi de!
Tuhaçevskiy’in
yargılanıp kurşuna dizilmesiyle ve Kızıl Ordu’daki temizlikle ilgili Litov’un
sorularına yanıt veren Benediktov II. Emperyalist Dünya Savaşı’nın hızla yaklaşmakta
olduğunu, “işin özünde sosyalizmin ve halkın kaderinin masaya” yatırılmış
olduğunu söyler ve haklı olarak, şöyle devam eder: “Savaşın en kritik
anlarında, ülkesine ihanet etmiş bir general-Vlasov- (Hitler’in saflarına geçen
general-bn.) yerine onlarca general olsaydı, hem de öylesine etkili mevkilerde
olsalardı olayların nasıl gelişeceğini tahmin etmek mümkündür! Bu insanların
‘Stalinist rejimi’, ‘ideolojik sebepler’ uğruna arkadan vurmaları neyi
değiştirirdi ki! Sonuç aynı olurdu.” (agk., s. 46-47)
Kuşkusuz ki
faşist ve emperyalist savaşa karşı, iç
cephesini sağlamca düzenlememiş/yapılandırmamış bir ordu daima kaybetmeye mahkûmdur. Stalin ve
SBKP (B) bunun tam olarak bilincindeydiler.
Gerek tarımın kolektifleştirilmesi olsun gerekse de parti ve devletteki
kitlesel temizlik ve “beşinci kol”un tasfiyesi olsun, aynı zamanda savaş öncesi
“iç cephe”nin sağlamlaştırılmasından başka bir şey değildi.
Ortaya çıkan
yeni arşiv belgeleri, inşa sürecinde yapılan sorgulamalarla ilgili yeni
çalışmalar gittikçe Troçkist, faşist, emperyalist, modern revizyonist
demagojisinin örtülerini yırtmaya, gerçeklerin aydınlanmasına daha fazla katkı
yapıyor. Bu vb. yeni çalışmaların da artacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Sosyalizmin,
SSCB’nin, Stalin’in sınıf bilinçli düşmanı Amerikan emperyalizmin SSCB’deki
elçisi Davies’in aşağıya aktaracağımız değerlendirmeleri de konu hakkında oldukça aydınlatıcıdır.
“Amerika
elçisi Davies, yabancı diplomatlarla mahkemelerle ilgili yaptığı görüşmeler
üzerine yazdığı mektubunda şunları yazmaktadır:
“ ‘Ben
buradaki diplomatik çevrelerin hepsiyle de olmasa çoğuyla konuştum, bir istisna
dışında hepsi siyasi komplonun, devlet düşmanı bir komplonun açıkça var olduğu
düşüncesinde birleşmektedir.’” (Aktaran, Stalin Üzerine Gerçekler, Almanya
Komünist Partisi-ML, s. 52)
Aynı elçiye,
bir üniversite kulübünde konuşurken, bir soru sorulur. Elçi Davies’i
dinleyelim:
“Bu,
Hitler’in Rusya’ya saldırısının üçüncü günüydü: Dinleyicilerden biri ‘
Rusya’daki Beşinci Kolun durumu nedir?’ diye sordu. Düşünmeden cevapladım:
Böyle bir ‘Kol’ yoktur. Hepsi öldürüldü.
“Bugün
trende, bu düşünce kafama takıldı. Bu konu üzerine, düşünmek için biraz çaba
sarf edildiğinde, Nazilerin yeni olan istilasında, Sovyet sınırlarının
arkasında hiçbir saldırıdan bahsedilmemesi oldukça tuhaftı.
“Rusya’nın
içlerinde, Alman Genelkurmay’ın emriyle bağlantılı olarak, adı geçen böyle bir
saldırı yoktu. 1939’da Çekoslavakya’ya yapılan ilerleme, faşist Henlein
örgütünün aktif askeri yardımıyla yapılıyordu. Aynı durum, Almanların Norveç’e
ilerlemeleri için de geçerliydi.
“Ama, şu anki
Rusya tablosunda, diğer ülkelerin içlerinde olduğu gibi, Südetli Henleinler,
Slovak Tisos’ları, Belçika Degres’leri ve Norveç Quislingleri yoktur.” (aktaran
age., s. 53-54)
Stalin’in
30’lu yıllarda on milyonları öldürdüğü, parti ve devletin, ordunun en seçme
kesimlerini tasfiye ederek ülkeyi zayıf düşürdüğü, böylece Hitler’e yardım
ettiği çarpıtma ve manipülasyonu tümüyle kötü niyetlidir. Birlikte okumaya
devam edelim:
“Oysa Mareşal Mikhail N. Tuhaçevski’nin gerici ve
anti-sosyalist eğilimi ve onun bilimsel sosyalizmi ve Bolşevizmi bir Yahudi
komplosu olarak değerlendirdiği gerçeği, daha 1928’de kendisinin kısa bir
biyografisini yazmış olan ünlü Fransız gazeteci Remy Roure’ın (Le Chef de
Larmée Rouge: Mikhail Toukatchevski, Paris, Fasquelle, 1928) kitabında açıkça
dile getirilmişti. Daha da önemlisi, Tuhaçevski ve kafadarlarını savunan
emperyalist propaganda odakları onun bu özelliklerini, pro-Nazi duygularını ve
bir askerî darbe tezgâhlama planlarını VE Alman Genelkurmayının, Kızılordu
Genelkurmayı ile ilişkilerini kullanarak Sovyet iktidarını devirme planları
yaptığını daha o günlerde biliyorlardı. (1)
Şunu da ekleyeyim: Tanınmış Marksist araştırmacı Prof. Grover Furr’ın 1986’da kaleme aldığı “New Light On Old Stories About Marshall Tukhachevskii: Some Documents Reconsidered” (=“Mareşal Tuhaçevski’ye İlişkin Eski Öykülere Yeni Bir Bakış: Bazı Belgelerin Yeniden Değerlendirilmesi”) başlıklı yazısında aktardığına göre Hitler’in en yakın çalışma arkadaşlarından ve kötü ünlü SS örgütünün şefi Heinrich Himmler 4 Ekim 1943’te Posen’de yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu:
“Moskova’da, sanırım 1937 ya da 1938’de o büyük göstermelik yargılamalar olduğu ve sonradan Bolşevik bir general olan eski Çar ordusu askerî öğrencisi Tuhaçevski ve diğer generaller idam edildiği zaman, biz (Nazi) Partisi ve SS’dekiler de içinde olmak üzere Avrupa’da herkes, Bolşevik sistemin ve Stalin’in, en büyük hatalarından birini işlediği kanısına varmıştık. Biz durumu böyle değerlendirmekle kendimizi adamakıllı aldatmış olduk. Bunu içtenlik ve güvenle söyleyebiliriz. Bence, eski Çarlık yanlısı generallerini muhafaza etmiş olması halinde –şimdi savaşın üçüncü yılında bulunan- Rusya asla iki yıldan fazla dayanamazdı.” (Trial of the Major War Criminals before the International Military Tribunal [Nuremberg, 1949], Cilt. 29, s. 111)
Hitler’in bir başka yakın çalışma arkadaşı ve Nazi Almanyası’nın Propaganda Bakanı Goebbels, güncesine 8 Mayıs 1943’te düştüğü bir notta Führer’in de Himmler’in değerlendirmesini paylaştığını belirtiyordu:
“Führer Tuhaçevski olayını anımsadı ve Kızılorduya o şekilde davranmak suretiyle Stalin’in onu mahvettiğine inanmakta tamamen hatalı olduğumuz yolunda görüş belirtti. Oysa, bunun tersi doğruydu: Stalin Kızılordu içindeki bütün muhalefetin kökünü kazıdı böylelikle yenilgiciliğe son verdi.” (Joseph Goebbels, The Goebbels Diaries: 1942-1943, editör & çevirmen Louis P. Lochner (Garden City, New York, Doubleday, 1948), s. 355)” (J. Stalin: Söylence ve Gerçek adlı kitaba Önsöz, Garbis Altınoğlu)
Şunu da ekleyeyim: Tanınmış Marksist araştırmacı Prof. Grover Furr’ın 1986’da kaleme aldığı “New Light On Old Stories About Marshall Tukhachevskii: Some Documents Reconsidered” (=“Mareşal Tuhaçevski’ye İlişkin Eski Öykülere Yeni Bir Bakış: Bazı Belgelerin Yeniden Değerlendirilmesi”) başlıklı yazısında aktardığına göre Hitler’in en yakın çalışma arkadaşlarından ve kötü ünlü SS örgütünün şefi Heinrich Himmler 4 Ekim 1943’te Posen’de yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu:
“Moskova’da, sanırım 1937 ya da 1938’de o büyük göstermelik yargılamalar olduğu ve sonradan Bolşevik bir general olan eski Çar ordusu askerî öğrencisi Tuhaçevski ve diğer generaller idam edildiği zaman, biz (Nazi) Partisi ve SS’dekiler de içinde olmak üzere Avrupa’da herkes, Bolşevik sistemin ve Stalin’in, en büyük hatalarından birini işlediği kanısına varmıştık. Biz durumu böyle değerlendirmekle kendimizi adamakıllı aldatmış olduk. Bunu içtenlik ve güvenle söyleyebiliriz. Bence, eski Çarlık yanlısı generallerini muhafaza etmiş olması halinde –şimdi savaşın üçüncü yılında bulunan- Rusya asla iki yıldan fazla dayanamazdı.” (Trial of the Major War Criminals before the International Military Tribunal [Nuremberg, 1949], Cilt. 29, s. 111)
Hitler’in bir başka yakın çalışma arkadaşı ve Nazi Almanyası’nın Propaganda Bakanı Goebbels, güncesine 8 Mayıs 1943’te düştüğü bir notta Führer’in de Himmler’in değerlendirmesini paylaştığını belirtiyordu:
“Führer Tuhaçevski olayını anımsadı ve Kızılorduya o şekilde davranmak suretiyle Stalin’in onu mahvettiğine inanmakta tamamen hatalı olduğumuz yolunda görüş belirtti. Oysa, bunun tersi doğruydu: Stalin Kızılordu içindeki bütün muhalefetin kökünü kazıdı böylelikle yenilgiciliğe son verdi.” (Joseph Goebbels, The Goebbels Diaries: 1942-1943, editör & çevirmen Louis P. Lochner (Garden City, New York, Doubleday, 1948), s. 355)” (J. Stalin: Söylence ve Gerçek adlı kitaba Önsöz, Garbis Altınoğlu)
Açık ki
Stalin, Parti ve proletarya devleti, iç cepheyi arınma yoluyla
sağlamlaştırmıştır. Bunu, sınıf düşmanı da itiraf etmektedir. Yine açık ki,
Stalin’in, SBKP (B)’nin, sosyalist devletin, sosyalist inşanın tarihini zulme,
kitlesel katliamlara, halka karşı teröre, entrikaya indirgeyen ve bu algıyı
oluşturmayla biçimlenen ideolojik ve psikolojik kirli savaşla “toplumsal algı
inşa” eden cephe, kuşkusuz ki gericilik cephesidir. “Ben, gerçekte, Stalinizmi
kötü bir nitelik olarak kabul ediyorum.” (Kruşçev’in Anıları, s. 22, Milliyet
Yayınları Tarih Dizisi, Birinci Baskı, Şubat 1971), Stalin “halkın en iyi
evlatlarını ortadan kaldır”dı, “bir kitle katili”dir (s. 28-29), “İşçi
sınıfına, köylülere, aydınlara, Sovyetler Birliği’nin ve diğer sosyalist ülkelerin
emekçilerine yaptığı kötülüğün tekrarlanmasını önlemek için onun suçlarını
açıklıyorum.” (s.26) diyen; “Stalin’in kurbanlarının hepsinin yeniden
‘itibarlarını iade etme’”nin dışında “başka çare yoktur” (s. 27), bunlar “şehit
olarak ilan edilmelidir.” (s. 117 ) diyen; “kesin olan… Stalin tipi
kolektifleştirme bize üzüntü ve vahşetten başka bir şey getirmemiştir.” (s. 98),
“Bugün bile Stalin yolunun sosyalizmi kurmak için tek doğru yol olduğunu
düşünen insanlara rastlayabilirsiniz. Bana kalırsa bu, halkın başlarında eli
kamçılı biri olmadıkça çalışamayacaklarını sanan ilkel köle düşüncesini
yansıtıyor.” (s. 100) diyen; “1930’ların sonunda Hitler saldırısını hazırlıyor
ve askeri liderliğimizi altüst etmek için gereken her şeyi yapıyordu. Yönetici
kadrolarımızın, Parti liderliğinin, bilim adamlarımızın en kaymak tabakasını
yok ederek biz de ona her türlü yardımda bulunuyorduk.” (s. 100), “Kızılordu’nun üst tabakası tasfiye
edilmemiş olsaydı faşist istilasını çok daha kolay püskürteceğimiz şüphesizdi.”
(s. 206), Stalin’in “bir dünya yuvarlağı üzerinde parmağı ile cephelerdeki
askeri birliklerin harekatını” izliyordu (s. 232) diyerek demagoji yapan; mareşal
unvanını almak için film çeviren ama tüm Sovyet generallerinin karşı çıkmasıyla
bu isteğine ulaşamayan; toplu temizlik sürecinde işledikleri suçlardan dolayı
Stalin MK tarafından suçları açığa çıkarılarak cezalandırılan, başta güvenlik
bürokrasisinin bütün şeflerini, devlet ve parti yöneticilerini iyi adam ilan
eden; “temizliğin” bütün olumsuz yükünü Stalin’e fatura eden Kruşçev’in durduğu
yer bellidir. Üstelik kendisi Stalin
kültü yaratmada en önde koşanlardan birisidir. Üstelik ortaya çıkan arşiv
belgelerinden de artık net bir biçimde görüldüğü gibi, “Temizlik”in en ateşli
taraftarıdır. “Temizlik” sürecinde, en zalim, en fazla ileri giden iki kişiden
birisidir sahtekâr Kruşçev. “Moskova’da ve Ukrayna’da-Hruşçov burada, halk
arasında ‘terörün mimarı’ ünvanını kazanmıştı.-“ (G. Furr, age., s. 205)
Ancak, bu
temizlik harekâtının aşırıya kaçtığını,
kurunun yanında yaşın da yandığını bilmeliyiz. Bunun parti yaşantısını, devlet
yaşantısını, kitlelerin önemli bir bölümüyle parti arasındaki bağı önemli derecede olumsuz yönde
etkilediğine de inanıyoruz. Stalin de bunu (örneğin “Leninizmin Sorunları” adlı
yapıtında özeleştiri eşliğinde) kabul eder. Ki bu durumun parti içi eleştiri ve
tartışma özgürlüğünü baskı altına aldığını, bürokratikleşme sürecini ivmelemede
nesnel olarak önemli bir rol
oynadığını da kabul etmek gerekir.
Burjuva
emperyalist, burjuva revizyonist ve Troçkist propagandaya inanacak olursak SSCB
işçi ve halkları “Temizlik operasyonu” ile birlikte korku içinde tir tir
titriyormuş, her an yok edilme korku ve yılgınlığı ile yaşıyormuş! Bilinçli bir
kapitalizm savunucusu ve Stalin düşmanı olan Yakovlev’in anlatımları bile tek
başına bu propagandanın sahteliğini kanıtlamaktadır.
Burada, bir
de Stalin döneminde Tarım Bakanlığı yapmış olan Benediktov’a kulak kabartmak
yararlı olacaktır ki Benediktov, tıpkı Molotov gibi zamanın tanığı olarak
konuşmaktadır ve döneminin de önemli devlet yöneticilerinden birisidir.
“O dönem
hakkında ne derse desinler, o zamanki atmosferi, düzeni belirleyen şey korku,
baskı ve terör değildi. Aksine, uzun yüzyıllardan beri ilk kez kendilerini
hayatın efendileri olarak hisseden, ülkeleri, partileriyle samimi olarak gurur
duyan, yöneticilerine derin bir inanç besleyen halk kitlelerinin devrimci
coşkusunun güçlü dalgasıydı.” (Stalin ve Hruşçov Hakkında- İvan Aleksandroviç
Benediktov İle Söyleşi, s. 26)
Ana gerçek,
üstü ısrarla örtülmek istenen temel gerçek de budur zaten.
Aynı
karşı-devrimci propaganda aygıtının yürüttüğü psikolojik harbe göre Stalin kan
dökmekten zevk alan bir despottu!
30’lu
yıllardaki “Temizlik kampanyası” sürecinde Stalin’in durumu hakkında Benediktov
bizlere şu bilgileri verir:
“Sabotajcılıkla
suçlanan insanların kaderi konusunda Stalin
o zamanki Politbüro’da liberal olarak ün yapmıştı. Kural olarak,
suçlananların tarafında olur ve aklanmalarını sağlamaya çalışırdı, ancak tabii
ki istisnalar da olurdu. Stalingrad parti oblast komitesi eski birinci
sekreteri Çuyanov anılarında bütün bunları çok güzel yazdı. Ayrıca bizzat ben
de birkaç kez Stalin’in bu konuda “şahin” sayılan Kaganoviç ve Andreyev ile
çatışmalarına tanık oldum. Stalin bu konudaki sözlerinin özeti, halk düşmanları
ile mücadelede bile yasallık
zemininden çıkmamak gerektiği idi.” (age., s. 32, iba.)
Benediktov’la
röportajı yapan gazeteci Litov şu soruyu sorar:
“Affedersiniz
ama Stalin’in dürüst insanlara yapılan haksızlıklarda parmağının olmadığı
yolundaki sözleriniz ikna edici değil. Eğer öyle olsaydı bile, bu durumda
birincisi, bütün halkın önünde dürüstçe ve açıkça işlenen kanunsuzlukları
itiraf etmeliydi; ikincisi, adaletsizce cezalandırılanları rehabilite etmeli ve
üçüncü olarak, bundan sonra benzer kanunsuzlukların olmaması için önlem
almalıydı. Fakat bunlar hiç yapılmadı…”
Benediktov,
Litov’u şöyle yanıtlar:
“Siz herhalde
konuya pek vakıf değilsiniz. Birincisi ve ikincisi hakkında, VKP (b)-SBKP’in o
zamanki adı- MK Ocak 1938 plenumu dürüst komünistlere ve partisizlere karşı
işlenen kanunsuz eylemleri açıkça kabul etti ve bu konuda bütün merkezi
gazetelerde yayınlanan özel bir karar aldı. 1939 yılında yapılan VKP (b) 18.
kongresinde de yine aynı şekilde, bütün ülkenin önünde temelsiz baskıların
verdiği zarardan açıkça söz edildi.
“Ocak 1938 MK
plenumundan hemen sonra, suçsuz yere baskı görmüş binlerce insan ve bunların
arasında bulunan önde gelen komutanlar hapis yerlerinden geri dönmeye
başladılar. Hepsine resmen itibarları iade edildi, bazılarından ise Stalin
şahsen özür diledi.” (age., s. 40-41)
Litov’un bir başka sorusunu yanıtlayan
Benediktov’un şu yanıtı da Stalin’in kitlesel arınma kampanyasındaki duruşuna
ışık tutmaktadır:
“Yaygın kanıya rağmen, o yıllarda bütün
sorunlar, bunların içinde önde gelen parti, devlet ve ordu görevlilerinin
atanmaları ve görevden alınmaları da, Politbüro’da kolektif tarzda
kararlaştırılıyordu. Bizzat Politbüro toplantılarında sık sık tartışmalar,
kavgalar ateşleniyor, temel parti sorunları çerçevesinde farklı, çoğu zaman birbirine
tamamen ters görüşler ifade ediliyordu. Sessiz ve itirazsız hemfikirlilik
yoktu, Stalin ve yanındakilerin buna tahammülü yoktu. Bunu söylemeye tam hakkım
var çünkü Politbüro toplantılarında birçok kez bulundum.
“Evet, kural olarak Stalin’in görüşü kazanıyordu.
Ama bunun sebebi onun sorunları daha nesnel, daha çok yönlü olarak düşünmesi,
başkalarından daha uzağı ve derini görmesiydi. İnsan doğası; yavaş yavaş buna
alıştılar ve en az direnç çizgisini izleyerek görüşlerini sonuna dek
savunmaktan vazgeçtiler. Stalin burada ortaya çıkan tehlikenin
farkındaydı….30’lu yılların sonlarında Politbüro’nun çalışmasındaki kolektiflik
yeterince net bir biçimde kendini gösteriyordu: Doğrusu nadir olarak Stalin’in oylamada azınlıkta kaldığı durumlar
oluyordu. Bu özellikle temizlikle ilgili durumlardı, bu noktada Stalin, daha
önce söylediğim gibi, Politbüro’nun bir dizi öteki üyelerine göre daha
‘yumuşak’ konumlar alıyordu.” (age.,
s. 44-45, iba.)
Benediktov, “Temizlik kampanyası”nda binlerce, on
binlerce insanın haksızlığa uğradığını açıkça belirtir. İkinci bir kampanyanın
da birincisini takip ettiğini, bu ikinci kampanyanın ise “kanunsuzluk yapan ve
görevini kötüye kullananlara karşı” olduğunu vurgular. Benediktov’un şu
açıklaması da tabloyu anlamamıza hizmet etmektedir:
“Kuşkusuz
Stalin’in temizlikler esnasında meydana gelen keyfilik ve kanunsuzluklardan
haberi vardı ve işlenen aşırılıkların düzeltilmesi, dürüst insanların hapisten
kurtulması için somut önlemler aldı. Bu arada o zamanlar iftiracı ve
ihbarcılara nazik davranılmıyordu. Bunların çoğu birçoğu açığa çıkarılıp
kendileri de kurbanlarını gönderdikleri kampları boyladılar. Paradoks şurada
ki, bunlardan Hruşçovcu ‘buzların çözülmesi’ döneminde serbest bırakılan
birçoğu herkesten daha gürültülü bir biçimde Stalin’in kanunsuzluklarından dem
vurmaya başladı ve hatta bu konuda anılar yayınlamayı bile akıl ettiler.”
(age., s. 40)
Litov’un
üçüncü sorusunu da yanıtlayan Benediktov, SBKP’nin 1939 yılında yapılan 18.
Parti Kongresi’in artık kitlesel
arınma yöntemini terk ettiğini söyler. Ki Benediktov, “Şahsen ben, bunun yanlış
bir karar olduğunu düşünüyorum.” der ve “kitlesel baskıların partiye verdiği
zarardan kaygılanan Stalin”in “öteki uca kaydığı”nı ve bunun için “bariz bir
şekilde acele” ettiğini vurgular ve partinin kitlesel temizlik yöntemini terk
etmesinin partiye ve devlete pahalıya mal olduğunu belirtir.
Burjuva,
Troçkist ve revizyonist propagandaya göre “Temizlik hareketi” kamuoyundan gizlenerek gerçekleştirilmiştir. Bu yalan rüzgârı dili kafasından daha çok çalışanlar
da dâhil olmak üzere geniş bir kesimi etkileyebilmiştir. Zamanın tanığı olarak
Benediktov bunu yalanlar ve mahkemelerin halka ve dünyaya açık yapıldığını
söyler. “ ‘Despotik’ 30’lu yıllarda
siyasal davaların stenografları açıkça yayınlanıyordu ve bunlarda resmi görüşler ve versiyonlara ters
giden sözler olmasına rağmen herkes
bunlara gerçekten ulaşabiliyordu. ‘Açıklık’,
ve ‘glastnos’ yanlısı Hruşçov
zamanında ise bütün bunlar hizmet içi ve
gizli fonlara kondu. Acaba bunlar resmi olarak sunulan ve yorumlanan
‘olguların’ ‘barizliği’ne ters düştüğü için olmasın?” (age., s. 48, iba.)
vurgusuyla da Kruşçev modern revizyonizmi etrafında kenetlenen uluslararası
sermayenin, Troçkistlerin vb. maskesinin düşmesine katkıda bulunur.
Konu hakkında
Molotov da şunları söyler:
“-Doğru dedi Molotov. Bizde her şey halka açık
olmuştu. Sadece askerlerin davası kapalı yürütüldü. Savunma sırları nedeniyle.
Sovyet rejimi düşmanlarının olayları anlatmadaki hayal gücü de çok geniş. Halka
açık bir duruşma dünya gazetecilerinin önünde 12 gün sürer, hepsi de çok
tanınmış olan yirmi bir kişi yargılanır. Düşmanlarımız da salondadır.” (Molotov
Anlatıyor, s. 435)
“…Bugün o davaları ayaklar altına almaya
uğraşıyorlar, tutanakları yayınlamıyorlar. Oysa hepsi yayımlanmıştı. Salonda
yabancı gazeteciler, burjuva basını-sol ve Hitlerci- diplomatlar, hatta büyük
elçiler vardı…” (age., s. 433)
Benediktov,
ilerici bilim insanlarının, sanatçıların, aydınların emperyalizm ve faşizmin
sahte propagandasına boyun eğmediklerini, “Stalin ve arkadaşlarının çizgisini
destekledikleri”ni, “Siyasette ‘güce dayanan yöntemlere’ pek itibar etmeyen
Einstein’in bile temizlikleri mahkûm eden çağrıya imza etmeyi reddet”iğini
söyler. Devamla, “Batılı entelijensiyanın ilerici ve hümanist ideallere
sadakatini kanıtlamış olan en iyi kesiminin ‘Stalin’in caniliklerin”nin ifşası
yönündeki çığırtkan kampanyadan uzak durduğu, bir olgudur. Tersinden bakınca
da, bu ideallere ihanet etmiş, faşizm ve gericilikle işbirliğine kadar alçalmış ikiyüzlüler ve çığırtkanlar ‘Stalinist terör’ hakkında
herkesten daha çok gırtlak paraladılar. Bu da üzerinde düşünmek için iyi
bir sebeptir…” (age., s. 48, iba.) der
çok haklı olarak.
Fransız
Komünist Partisi’nde uzun yıllar yöneticilik yapmış olan Garaudy ise (ki bir
revizyonisttir), şunları yazar:
“ Kruşçev’in
XX. Kongre’ye verdiği gizli rapor ile Stalinciliğin kınanmasını izleyen ilk
aylarda yayınlanan ve fizikçi Saharov tarafından toplanan raporlardaki
belirtilere bakılacak olursa, 1936’dan 1939’a kadar bir buçuk milyondan fazla
parti üyesi;-yaklaşık olarak bütün üyelerin yarıya yakın bir kısmı-
hapsedilmiş, 1936 yılından itibaren de on milyondan fazla, Sovyet vatandaşı
hapishanelerde ya da kamplarda ölmüştür.” (Sosyalizmin Büyük Dönemeci, s. 90,
Milliyet Yay.)
Kimdir bu
Saharov? Kısacası, emperyalist dünyanın bir uzantısı, bir Hitler-Nazi
sempatizanı, Franco faşizminin destekçisi, bir CIA devşirmesi… Garaudy gibilere
emperyalistlerin, Troçkistlerin, Kruşçevcilerin demagoji ve manipülasyonu yön
veriyor ve yön vermektedir. 36-39 arası SBKP’nin üyelerinin yarısına yakınının
hapsedildiği açık bir yalan olduğu gibi on milyon insanın toplama kamplarında
öldüğü de bir diğer aşağılık yalandır. Konu hakkında düşünebilmek için, II.
Dünya Savaşı yıllarında SSCB’nin verdiği toplam şehit sayısının 20 milyon
olduğunu hatırlamakta yarar var… Benediktov da “Sovyet iktidarının
düşmanlar”nın “toplamı herhalde birkaç milyondu, elbette halkın içinde bariz
bir azınlığı oluşturuyordu” sözleriyle gerçeğe işaret eder. Ve çok iyi
biliniyor ki proletarya diktatörlüğünün hedefi, halk değil söz konusu karşı
devrimci gericilikti.
Benediktov
haklı olarak sözlerine şöyle devam eder: “Ancak işgal ettikleri makamların
önemi, daha yüksek entelektüel, eğitim, bilgi düzeylerini dikkate alınca,
bunları sosyalizme potansiyel tehdit olarak hesaba katmamak suç işlemek olurdu,
ciddi bir siyasetçi için affedilemez bir düşüncesizlik olurdu. Düşmanlığını
gizlemeyen kapitalist kuşatma ve yaklaşan faşizmle ölümüne kapışma
koşullarında, ülkenin önderliği, ülkeyi içerden gelmesi olası darbelerden
korumak, potansiyel ‘beşinci kolu’ silahsızlandırmak ve parti, devlet, ordu
yönetim saflarında maksimum birliği sağlamak için kararlı, büyük ölçekli
önlemler almak zorundaydı tabii.” (age., s. 35-36)
Vurgulamak
gerekir ki, proletarya diktatörlüğü söz konusu karşı-devrimci gericiliğin organik, aktif kesimlerini hedef alarak yargılamış, sadece somut suçları
işlemiş olan kesiminin bir bölümünü yargılayarak ya kurşuna dizmiş ya da daha
geniş kesimlerine de hapis cezası vermekle yetinmiştir. Sosyalizme ve sosyalist
demokrasi rejimine boyun eğen ve eğmek zorunda kalan daha geniş bir kesimi ise,
sosyalizm sağlamlaştığı için, Stalin anayasasıyla birlikte eşit yurttaşlık haklarından yararlanmıştır. “Stalinci anayasa” ile
geçmişte oy kullanmaktan mahrum edilmiş eski sömürücü sınıfların bireylerine de
seçimlerde oy kullanma hakkı tanınarak, eski kısıtlamaya da son verilmiştir.
Bu bağlamda,
sosyalist demokrasiyi geliştirme bağlamında, parti ve devlet bürokrasisinden
gelen aşırı baskıya karşı Stalin önderliğindeki çekirdeğin mücadelesini, kimi
kez azınlıkta kalışını, hatta dahası, çok önemli sorunlarda Stalin’in azınlıkta
kalışının öyküsünü, eleştirel bakışı yitirmeden ve yazarının burjuva demokratik
kimliğini ve kendince yorumlarını atlamadan “Öteki Stalin” kitabından
inceleyebiliriz. Şu bilgi ve verileri de aşağı aktarmayı yararlı görüyoruz:
“… 01.03.1936
tarihi itibariyle, çoğu bütün ülkede Üç Başak Yasası diye bilinen 07.08.1932
tarihli yasaya göre ceza almış 768.989 kişinin mahkumiyetleri ve ek olarak, 5
yıl süreyle seçimlere katılmalarını
engelleyen hak mahrumiyetleri de kaldırılmıştı. “ ( s. 187)
Vurgulamak
gerekir ki, Beria dönemi, aşırıya kaçan baskıları düzeltmenin, yasaların
ihlaline karşı etkili mücadele vermenin dönemidir. Bu durum Stalin
önderliğindeki çekirdeğin etkin ve güçlü müdahalesinin ürünüydü. Jukov’un
kitabı da bunu doğruluyor. Kruşçev haini, tüm “Stalinizm” düşmanlığına ve her
şeyi çarpıtmasına karşın, Anılar kitabında, dolaylı ama açıkça, hem “Temizlik”
sürecinde en ılımlı olanın, aşırılıkların üstüne gidenin Stalin olduğunu, hem
de baskıların Beria ile azaldığını itiraf etmek durumunda kalıyor. Keza
Kruşçev’in kurulmasına önderlik ettiği (ve sunduğu raporu da “Stalinizme karşı
mücadele” silahına çevirdiği) “Pospelov Komisyonu raporuna” göre de
“tutuklanmalar önemli ölçüde azaldı; 1939-1940 yıllarındaki tutuklanma sayısı
1937-1938 yıllarına oranla yüzde 90 azaldı. 1939-1940 yıllarındaki idam sayısı
1937-1938 yıllarındakinin %1’i kadardı.” (Grover Furr, Hruşçov’un Yalanları, s.
87)
Devam edelim.
“1956’da
Hruşçov, Stalin’in, parti önderleri üzerinde baskı kurmuş olduğu iddiasına
odaklandı ve 17. Parti Kongresi’nin delegelerinin yarısı ile Merkez
Komitesi’nin yüzde 70’inin öldürülmüş olduğunu iddia etti. Stalin biyografisini
yazan Ken Cameron ‘Hruşçov’un verdiği rakamların doğru olduğuna inanmanın zor’
olduğu sonucuna ulaştı. (Yakın zamanda açılan Sovyet arşivlerini kullanan araştırmacılar
1921 ile 1953 yılları arasında toplam 799. 455 kişinin idam edildiğini
belirledi. Bu sayı Robert Canpuest, Roy Medveyev ve diğer antisovyetik
araştırmacıların iddia ettiği milyonların çok altındadır.)” (Roger Keeran,
Thomas Kenny, İhanete Uğrayan Sosyalizm Sovyetler Birliği’nin Çöküşünün Arka Planı,
s. 50, Yazılama Yay.)
Yukarıdaki
yazarların belirttiği bu; ancak yukarıdaki alıntıyı okurken, ifade edilen
rakamların 1921-53 arası kesitte, iç savaşlar, emperyalist-faşist işgal süreci
ile birlikte “okunması”nda yarar vardır. Ayrıca eklemek ve vurgulamak isteriz
ki, bu rakamların ne ölçüde objektif rakamlar olduğunu denetlemek de zordur.
SSCB’ye ve SBKP’ye ait orijinal arşivlere ulaşmadan da nihai, denetlenebilir verilere ulaşmak pek olanaklı olmayacaktır.
Ancak her halükarda emperyalist, faşist, Troçkist, modern revizyonist vb.
kuvvet ve akımların açıklamalarına inanmak için hiç ama hiçbir neden
bulunmamaktadır. Bunu unutmamakta yarar vardır. Ancak bu konu gittikçe daha çok
aydınlanmaya başlamıştır. Arşiv bilgilerine ulaşıldıkça Troçkist, emperyalist,
modern revizyonist demagojinin gerçek yüzü daha fazla aydınlanmaya başlamıştır.
Kısacası, Troçkist,
emperyalist, Nazist vb. gerici psikolojik savaş makinesinin yalanlarının
aksine, ne milyonlar katledilmiştir ne de on milyonlar toplama kamplarında
toplanmıştır. Kapitalizmin ve burjuvazinin tasfiyesi
tarihsel eylemi, uluslararası sermaye ve yandaşları tarafından bir insanlık
suçu ve kırımı olarak lanse edilerek sosyalizm, Marksizm-Leninizm, Stalin, SSCB
alçakça gözden düşürülmek istenmiştir. Mesele bundan ibarettir.
SBKP (B) MK,
1933 yılında, partiye üyelik alımlarını dondurur. Çünkü partinin üye kitlesi
aşırı derecede şişmiştir. Partinin oportünist, kariyerist, bürokrat, hain,
çıkarcı küçük burjuva unsurlardan arınması gerekmektedir. 1 Aralık 1934’te
Kirov Leningrad’da Smolny’de, çalışma odasında tabancayla alçakça katledilir.
Bu cinayet parti için yüksek alarm işlevini görür. “Bu dönemin çok önemli
olaylarından biri de, 1933’ten itibaren Parti saflarının tesadüfî ve yabancı
unsurlardan temizlenmesi, özellikle Kirov yoldaşın alçakça katlinden sonra
Parti üye kayıtlarının dikkatle tahkiki ve eski Parti kartlarının
yenilenmesiydi.” (Bkz Stalin ESERLER, C. 15, s. 372) Partinin niteliğinin düşmesine, sağlıksız unsurlarla şişmesine yol
açan ve iç ve dış düşmanların daha kolay sızmasına hizmet eden bu duruma son
vermek için parti, arınmaya karar verir. “Arkasından 1937 yılına kadar tüm
üyelerin yüzde 25’ini oluşturan 800 bin üye partiden atılır, bu adım partinin
tam bir temizliğine kadar devam ettirildi.”
30’lu yıllar
son sömürücü sınıf olan kulakların sınıf olarak tasfiye edildiği, küçük meta
ekonomisinin yerini kolektif tarıma bıraktığı, dışarıda emperyalist savaş
tehlikesinin ve SSCB etrafında faşist kuşatmanın da yoğunlaştığı bir tarih
kesitiydi. Stalin önderliğindeki parti ve proletarya diktatörlüğünün ve
sosyalizmin devasa atılımlarına karşı devrilmiş gericiliğin kalıntıları ve
kulaklar ve parti içerisindeki oportünist kliklerin direnişinin uluslararası gericiliğin
organik aktif destek ve yönlendirilmesiyle birleşerek ölümüne bir karşı
saldırıya geçtiği ve canhıraş direndiği bir tarih kesitiydi. Karşı-devrimci
terörün devrimci terörle ezilmesi gerekiyordu. Bu, doğal ve kaçınılmazdı.
Nitekim ezildi de; bir yanda kulaklar sınıf olarak tasfiye edildi, öte yandan
da parti sağlıksız unsurlardan büyük bir oranda arındı. Ve tedbirlerden biri de
“yeni üyelerin Partiye toptan alınmaması”ydı.
Kirov’un
katledilmesinden sonra Politbüro üyesi V.V. Kuibşev, ardından MK üyesi, NKVD
Başkanı I. Menzhinski katledilir.
“1935 yılında
şiddetli bir mücadele başladı. Mahkeme dosyalarında yüzden fazla üst düzeyde
devlet ve parti yöneticisinin suikastlar ve diğer terör olayları aracılığıyla
öldürüldükleri ve binin üzerinde sabotaj eylemi kayıtlara geçmiştir.” Parti ve
devlet karşı saldırıya geçer ve büyük bir temizlik kampanyası örgütlenir.
“Sovyetler Birliği’nde, 1935-38 yılları arasında 140 bin insan mahkemeye
çıkartılmıştır. Bunların 40 bini Parti üyesiydi. Diğer bir anlatımla, partiden
atılan 800 bin üye içinde her 20 kişiden biri mahkemeye çıkartılmıştır.
“ ‘Stalinist
terör dalgasının’ ne kadar yalan olduğunun anlaşılması için, o zamanlar SSCB’de
180 milyon insanın yaşadığını bilmek gerekir. Mahkemeye çıkartılanların nüfusa
oranı ancak yüzde 0,6’dır. Öte yandan daha önceleri, sömürücü sınıfın halkın
yüzde 3’ünü oluşturduğu, göz önüne alındığı zaman-ki bu yaklaşık 6 milyondur;
bu duruşmaların o dönem komploları organize eden, eski sömürücü sınıfa ve
onların temsilcilerine karşı yöneldiği, kolayca anlaşılabilir.
“Mahkemeye
çıkartılanların yaklaşık yüzde 80’i üst düzeyde parti, devlet ve Kızıl Ordu
yöneticileriydi, yine 2 bini Sovyet Cumhuriyetleri’nde üst düzey yetkililerdi.”
(Stalin Üzerine Gerçekler, Hazırlayan: Alman Komünist Partisi
(Marksist-Leninist), s. 40, Yediveren Yay.)
36-38 arası üç büyük davadan ve bir de Kızıl Ordu’nun başında olan ve
yargılanan Tuhaçevsky’i olmak üzere (Tuhaçevsky’in davası askeri mahkemede
görülmüş ve kamuoyuna kapalı yapılan tek dava olmuştur) dört büyük mahkemede
alınan karar gereği, “66 sanıktan 50’si kurşuna dizilmeye mahkum edilmiş,
diğerleri ise ömür boyu hapis cezasına çarptırılmışlar”dır. (age., s. 41)
Bir de Y.
Jukov’u dinleyelim:
“Hatırlayalım,
Yejov’un Haziran plenumunda açıkladığı verilere göre, Mayıs 1936 itibariyle,
sadece dört yıllık tasfiyeler ve parti üyelik kartı değiştirme sürecinde
partiden 200 bin kişi ihraç edilmişti. Malenkov ise, MK değerlendirme
toplantısında farklı bir rakam vermişti. 306 bin. Başka bir deyişle, 2 milyonun
biraz üzerinde ye ve aday üyeden oluşan parti, yüzde 10-15 düzeyinde
‘temizlenmişti’ ve ihraçların çoğu, tüzük ihlali gibi salt formalite
sayılabilecek nedenlerle ilgiliydi; üyelik aidatlarının zamanında ödenmeyişi,
‘pasiflik’, yani toplantılara ve etkinliklere katılmama. Burada asıl ilginç
olan rakam, ihraç edilmiş 306 bin kişi arasında yer alan ve sıradan nedenlerle
partiden atılmış ilçe düzeyindeki sekreter sayısıydı: 1.610
“İhraç edilen
306 bin kişi içinde, ciddi, yani açıkça siyasi nedenlerle ‘temizlenmiş’ olanlarla
ilgili veriler şöyledir: ‘casuslar ve yardakçıları’: 50 kişi; ‘Troçkistler ve
Zinovyevciler: 306 kişi; ‘düzenbazlar ve sahtekarlar’: 723 kişi; kökenlerini
veya geçmişlerini gizli tutan eski Beyaz Ordu mensupları ve kulaklar: 1.666
kişi. Fakat bu gayet doğal oranlar, Haziran plenumunun hemen ardından, yani
yeni anayasa tasarısı yayınlandıktan sonra, açıkça fark edilir şekilde
değişmeye başladı. Sonraki iki buçuk ay içinde, partiden atılan ‘sol’cuların
sayısı aniden yirmi misli arttı ve 6.844’e yükseldi. Lakin bu ani artış bununla
da bitmedi. Eylül sonu itibari ile, ‘talimat’ onaylandığı sırada, ihraç edilen
Trotskiyciler ve Zinovyevcilerin sayısı artık 9.602’ye yükselmişti.” ( age., s.
265-66)
Konu babında
bir-iki veri ve değerlendirme daha aktarmak yararlı olacaktır.
“Sovyetler
Birliği’nin Dağılmasının En Temel Nedeni” hakkında yaptığı değerlendirmede Çin
Sosyal Bilimler Akademisi Başkan Yardımcısı Li Shenming şunları söyler:
“Karşı devrimcilerin bertaraf edilmesi kampanyasının
çapının genişletilmesi son derece talihsiz bir trajediydi. Öte yandan bu
kampanyanın kendisi zorunluydu. Batı’da ve eski Sovyetler Birliği’nde Stalin’in
dönemde öldürülen kurbanların sayısının 20 milyon, 25 milyon ve hatta 45 milyon
olduğunu iddia eden bazı kişilerin kasıtlı abartmalarına karşı uyanık
olmalıyız. Zira Kruşçev tarafından hazırlattırılan ve İçişleri Bakanlığı
tarafından düzenlenen rapor taslağına göre 1921 ila 1938 arasında
karşı-devrimci suçlar nedeniyle ölüm cezasına çarptırılan toplam sayısı 640.000
idi. (Wu 2007, 120)
“KGB’nin 1990 yılında yayınladığı istatistiklere göre
3.77 milyon kişi siyasi nedenlerle mahkum olmuş, bunlardan 780.000’i ölüm
cezasına çarptırılmıştı (Wu 2007, 117-21). Yeltsin tarafından imzalanan
‘Politik Baskıların Kurbanlarının İtibarlarının İadesi” Yasasının kriterlerine
göre dahi bunların önemli bir bölümü haksız değildi, dolayısıyla itibarlarının
iadesi yapılmamıştır. (Wu 2007,
176).” (Çevirisi Cem Kızıler tarafından yapılmış kitabın tanıtımı amacıyla bize
gönderilmiş olan bölümden)
SBKP eski başkanı Oleg Shenin’in, Brüksel’de 2-4 Mayıs
2007 tarihinde yapılan uluslar arası bir toplantıya sunduğu metin/yaptığı
konuşmadan ilgili bölümü aşağıya aktarıyoruz:
“VII.3
Kruşcevden başlayıp Gorbaceve kadar giden afaki anti-Sovyet propagandada ‘baskı ve
yıldırmalar’ temaları kullanılmaktaydı. Bu propaganda gerçekte
1920ler ve 30’
larda parti içinde faal olan anti-Leninist
grupların aklanmasına yol açtı; bu gruplar
sonunda terör yöntemleri kullanmaktan vazgeçmiş ve ideolojik mücadele
yöntemleri ile sistemi aşındırma yolunu
seçmişlerdi . Bu propaganda aynı zamanda
Devrimden Hemen sonra Beyaz teröre karışmış insanların aklanmasına da yol
açmıştı. Bu sözde eleştiri kampanyası sadece resmen belgelenen rakamlar gore
1918-21 arasında 17 kat daha fazla
kurbanlar verilmesine yol açmış olan beyaz terör ile kızıl terörü
aynı kefeye koyuyordu .Doğrular ile yanlışlar bilinçli olarak birbirine
karışıtırılıyordu .
“Çok iyi
bilinen olgular genel kamuoyundan gizleniyordu: 1921 ila 1954
arasında Alman faşist saldırısında ve
beyaz terör ve dış müdahale güçleri
dahil olmak üzere tüm yargı cezasına
çarptırılanlar 3.8 milyon idi. 1917 ila
1990 arasında yaklaşık 828.000 kişi ölüm cezasına çarptırılmıştı. Ve bu olaylar
50 yıl içinde üç devrim iki dünya savaşı ;1 iç savaş ve birkaç bölgesel savaş
yaşamış olan bir ülkede cereyan etmişti! İki
nesil Sovyet halkına bu gerçekler anlatılmak yerine onlara GULAG korkusu
bilinçli olarak verildi.” (SBKP Dosyası, Çeviren Cem Kızıler, bize
gönderilmiş metinden)
Yukarıdaki
veriler gerçek durumu anlamamıza ışık tutmaktadır.
Vurgulamak
gerekir ki, parti ve Sovyet devleti, parti içi muhalefete,
fikirlerinden ve bu fikirlerini
partili sınırlar ve sosyalist
yasallık içerisinde kalarak mücadele ettikleri sürece herhangi bir biçimde
yargılamamış, cezalandırmamıştır. “Muhalefet”
sayısız kez partiyi tartışmaya zorlamış ve her seferinde de ağır yenilgiler almıştır. Proletarya,
daha önce değil, aksine “Muhalefet”in illegaliteye, hizipçiliğe geçmesinden,
sosyalizmin temellerini yıkma ve tasfiye etmek amacıyla harekete geçmesinden,
terörist eylemlere girişmesinden, sosyalist yasallığı bilerek ve isteyerek
çiğnemesinden sonra, işte o zaman harekete geçerek proletarya diktatörlüğünün
demir yumruğunu “muhalefet”in tepesine indirmiştir. Örneğin, SBKP (B) Tarihi’ni
ve Sovyet kaynaklarını güven verici bulmayan okur, SBKP (B) Tarihi’ni inceleyerek ve hemen
ardından Isaac Deutscher’in Stalin
üzerine yazmış olduğu iki ciltlik eseri okuyarak karşılaştırdığında sözünü
ettiğimiz gerçekleri görecektir. I. Deutscher’in ünlü bir Troçkist aydın
olduğunu da geçerken hatırlatmak isteriz…
Enver
Hoca’nın vurguladığı gibi “Tüm hainler halka açık olarak yargılandılar.
Suçlulukları o zaman da çürütülemez kanıtlarla ve en inandırıcı bir biçimde
kanıtlandı.” (Enver Hoca Stalin’i Anlatıyor,
s. 12, Yurt Yay.)
Anti-Stalinist
bakış açısına, emperyalist ve Troçkist iftiralara dayanmasına karşın Georg
Fülberth de temizlik harekâtının “halka açık mahkemeler”de yapıldığını ifade
etmek zorunda kalmıştır. (Büyük Deneme Komünist Hareketin ve Sosyalist
Devletlerin Tarihi, s. 105, Doruk Yay.)
Ayrıca sıcak
bir dost sesi olan “Stalin” kitabının yazarı J.T. Murphy’in, açıklamalarından da bu görülebilir.
Büyük
temizlik operasyonu döneminde eskiden Bolşevik olan, Bolşevik Parti’nin
kurucuları ve önderleri durumunda olan, Ekim Devrimi ve sosyalizmin kurulması
döneminde yer alan şahsiyetlerin (Zinoviev, Buharin, Radek, Rikov, Piyatakov
vb.) ve bir kısım parti ileri gelenlerinin yargılandığı davalar (1936, 1937),
ayrıca bir dizi ihanet şebekesinin ortaya çıkarılması vb.** tüm bunların parti
yaşantısında güçlü bir sarsıntıya da yol açtığını düşünüyoruz.
SBKP (B) MK
Plenumu’nun, Ocak 1938 tarihli “Olağanüstü Plenum Duyurusu”nda, partinin
kitlesel arınma sürecinde işlenen hatalar ve zaaflarla ilgili kararları ilan
edilir. Duyuruda, “SBKP (B) MK Plenumu, sağcı ve faşist Troçki yanlısı
ajanların temizlenmesinde yürütülen çalışmalarda, birtakım hata ve tahriklerin
partinin asalak, ikiyüzlü ve casuslardan arındırılmasını engellediğini, parti
örgüt ve yöneticilerinin bunları dikkate almaları gerektiğini düşünmektedir.
SBKP (B) MK’nın tüm emir ve uyarılarına rağmen, parti örgütleri pek çok
durumda, özellikle komünistlerin partiden çıkartılmalarında, son derece hatalı,
acımasız ve düşüncesizce davranmıştır.”, denmektedir.
Plenum, 5
Mart 1937 tarihli MK Plenum kararına dikkat çeker ve söz konusu kararı yeni
“duyuru”ya ekler. 5 Mart tarihli kararda şunlar yer almaktadır:
“Parti
yöneticilerimiz insanlara, parti
üyelerine ve çalışanlara gereken önemi vermemektedir. İşçileri tanımaya
çalışmayarak, onların nasıl yaşadıklarına, nasıl yetiştirildiklerine kayıtsız
kalıyorlar ve kısacası kendi kadrolarını tanımamazlıktan geliyorlar. Parti
üyelerine ve parti çalışanlarına farklı biçimlerde davranılmamaktadır. Örgüt
çalışmalarımızda kişilere ayrıcalıklı davranmak çok önemli bir meseledir. Parti
üyelerini ve parti çalışanlarını değerlendirirken de farklı bir tavır yoktur,
genelde düşüncesizce davranılarak onları ya rastgele övüyorlar ya da
yıpratıyorlar ve belli bir neden olmaksızın binlerce, hatta on binlerce insanı
partiden çıkartıyorlar. Parti yöneticilerimiz on binlerce insanı teker teker
düşünmeyip, onların kaderini göz önüne almadan, hepsini aynı kefeye koyuyorlar.
‘Bizim partimiz büyük, on binlerce insanın partiden çıkarılması partiyi
etkilemez’ düşüncesiyle binlerce, hatta on binlerce insanı partiden atabilmenin
kolay olduğunu zannediyorlar. Aslında parti üyelerine böyle davranan kişiler
son derece parti karşıtı insanlardır.
“İnsanlara,
parti üyeleri ve parti çalışanlarına böylesine insafsızca davranmak, doğal
olarak partinin bazı kesimlerinde hoşnutsuzluğa ve kızgınlığa yol açmaktadır.
“Troçkizm
yanlısı ikiyüzlülerin, partiye küskün yoldaşları büyük bir ustalıkla kendi
saflarına çekerek, onları Troçkist sabotajın bataklığına sürükledikleri
anlaşılmaktadır.” (SBKP (B) 18. Kongresinde Tüzük Değişiklikleri, A. Jdanov, s.
10-11, Evrensel Yay.)
Ocak 1938
tarihli “duyuru”da Plenum şu kararları alır:
“1) Bölge, il komiteleri, birlik
komünist partileri MK’leri ve tüm parti örgütleri bir gerekçe olmadan partiden
kitlelerin çıkartılmalarını kararlı bir şekilde durdurmalıdır. Partiden ihraç
edilenlerin, haklarını geri verme meseleleri görüşülürken bireysel ve müsamahakâr
davranılmalıdır.
2) Bölge, il
komiteleri ve birlik komünist partileri MK’leri, SBKP (B) MK emirlerini yerine
getirmeyen, parti üyelerine keyfi davranan ve tüm belgeleri yeterince
incelemeden SBKP (B) adaylarını ve üyelerini partiden ihraç eden parti
yöneticilerini görevden alıp haklarında soruşturma açmalıdır.
3) SBKP (B)
MK KPK parti kurulları, bölge, il komiteleri ve birlik komünist partileri
MK’leri, partiden ihraç edilenlerin bir üst mahkemeye başvurulan dava
dosyalarının incelenmesini üç ay içinde bitirmelidir.
4) Tüm parti
komiteleri, komünistlerin partiden ihraç edilmesine yol açan gerekçeleri ve
alınan kararları, parti üst organlarının tam ve açık bir şekilde
inceleyebilmesi için açıklamalıdır. İl, şehir, bölge komiteleri ya da birlik
komünist partileri MK’leri her kararı yazılı olarak yayınlamak zorundadır.
5) Parti
organları, yerel parti organları tarafından haksızca partiden ihraç edilen
parti üyelerinin haklarını geri vermeyi sağlayarak, verecekleri kararlarda SBKP
(B)’ye bağlı hangi il ve bölge komitelerinin, yeniden partiye alınanlara, parti
belgelerini dağıtması gerektiğini belirtmelidirler.
6) Parti il
ve bölge komiteleri, partiye yeniden alınanlara parti belgelerini hemen teslim
edip, onların parti çalışmalarına katılımını sağlayarak, parti taban
örgütlerinin tüm üyelerine, SBKP (B) saflarında partiye yeniden alınanların
Bolşevik eğitiminden sorumlu olduklarını anlatmalıdır.
7) Parti
örgütleri, parti üyelerine iftira eden suçlu kişiler hakkında soruşturma
açarak, iftiraya uğramış parti üyelerini tamamen temize çıkarmalıdır. Önceden
basında çıkan ve parti üyelerinin itibarını düşüren belgeler hakkında kararlar
alıp, bunları yayınlamalıdırlar.
8) Bir
komünistin bir üst mahkemede davasına bakılmadan ve kesin olarak partiden
ihracına karar verilmeden partiden atılması olayının listeye kaydedilmesi parti
örgütlerine yasaklanmıştır.
9) SBKP
(B)’den atıldıktan sonra görevinden ya da işinden alınan kişilerin hatalı ve
zararlı çalışmalar yapmaları yasaklanmıştır.
SBKP (B)’den
atılması gerekli görülen kişilere başka bir iş sağlandığı takdirde görevlerinden
hemen uzaklaştırılmalıdır.
10) Bölge, il
komiteleri ve birlik komünist partileri MK’leri 15 Şubat 1938 tarihine kadar
gerekli Sovyet ve ekonomik organların aracılığı ile SBKP (B)’den
çıkartılanların işe alınmasını sağlayarak SBKP (B)’den atılanların işsiz
kalmalarına izin verilmemelidir.” (age., s. 21-22)
Bu kitabın
incelenmesini okura özellikle öneriyoruz. Bu kaynakta, konu bağlamında, parti
ve önderliğinin tavrını birçok açıdan görmek tümüyle olanaklı. Partinin
hassasiyeti bakımından şu açıklamalar da oldukça önemli:
“Tüm bunlar,
bölge, il komiteleri ve birlik komünist partileri MK’lerinin aslında yerel
parti örgütlerinin yönetimine dikkat etmedikleri, özellikle parti üyelerinin
kaderini ilgilendiren önemli ve titiz konularda işlerin oluruna bırakılarak,
keyfi hareket edildiği anlamına gelmektedir.
“Bölge, il
komiteleri ve birlik komünist partileri MK’leri, bir gerekçeye dayanmadan
partiden atılmalara göz yummuş ve komünistlere keyfi davranmaya izin veren
parti yöneticilerini saf dışı bırakmamışlardır.
“Şunu
kavramak gerekir;
“ ‘Parti,
parti üyesi için çok ciddi ve bir büyük meseledir, partide üyelik ya da
partiden atılma insanın hayatında önemli bir dönüm noktasıdır.’
“Şunu
kavramak gerekir;
“ ‘Partide,
parti üyeliği saflarında bulunmak ya da partiden çıkarılmak bir ölüm kalım
meselesidir.’ (Stalin)” (s. 20)
“Temizlik”
döneminde çok ciddi tahribatların ortaya çıktığı kesindir. Jdanov imzalı
kitaptan da bunu çok açık görebiliyoruz.
Temizlik
operasyonlarının parti içerisinde nesnel olarak, tek yanlı bir güvensizlik yaratarak geliştirdiğini, iç demokrasiyi, iç
ideolojik mücadeleyi, teorik üretimi, kolektif aklı, tabanın denetim ve söz
hakkını, Bolşevik eleştiri ve özeleştiriyi, denetimi vb. yaraladığını da
düşünüyoruz. Partide bürokratik
merkeziyetçiliğin gelişimini ivmelediğini, küçük burjuva bürokrat
unsurların, kariyeristlerin, ilkesiz insanların, nabza göre şerbet veren ve
sadakat üzerine fırtınalar koparırken durumdan yararlananların, temizlik
kampanyasının en büyük taraftarı gözükerek prestij kazanmaya çalışan
belkemiksiz oportünist öğelerin vb. vb. çeşitli biçimlerde ve önemli oranda öne
çıktıklarına inanıyoruz. Küçük burjuva bürokratik bir tabakanın gelişmekte
olduğu o koşullarda bu saptamaları bir tarafa atamayız. “Durumun baskısı”
altında kalmanın, sızan bazı önemli şahsiyetlerin sahte ve yanlış
yönlendirmelerinin (örneğin GPU başkanının) ve küçük burjuva bürokrat
kesimlerin yönlendirmelerinin burada söz konusu aşırılıkların oluşmasında başta
gelen nedenleri oluşturduğunu düşünüyoruz.
Ancak her şeye
rağmen, temelde, söz konusu temizlik operasyonlarının sosyalizmi
sağlamlaştırmada önemli katkılar yaptığına inanıyoruz. Parti ve devlet
yaşantısında doğan ciddi güvensizliklerin, negatif etkileri tümden aşılmamış
olsa da, aşıldığına da şahit oluyoruz. Faşist Hitler canavarının SSCB’yi işgal
etmesine karşı verilen mücadele ve gösterilen kahramanlıkların bunun açık
kanıtı olduğunu düşünüyoruz.
Yargılamalar, devrimle karşı devrim arasında
yaşanan keskin bir sınıf mücadelesi, sınıf mücadelesinin bir alanıydı. Kazanan
proletarya olmuştur. Stalin’i sevmeyen ve Stalin’e ve sosyalizme karşı
mücadele yürütenlere ait olan kaynakları incelediğimizde de görüyoruz ki,
gerçekten de, eğer “iç cepheyi sağlamlaştırma” operasyonu başarıyla
örgütlenmemiş olsaydı, SSCB dünya savaşını kaybedebilir veya çok daha ağır
kayıplar vb. verebilirdi.
Kazanımlarının
yanı sıra yarattığı tahribatların da nispeten yüksek olduğu “Temizlik
kampanyası” gibi yöntemlerin bir dizi ülkede sosyalizmin birlikte inşa edildiği
koşullarda, özellikle de emperyalist kuşatmanın yerini sosyalist kuşatmaya
bıraktığı koşullarda görece daha yumuşak biçimler alacağını ve alması
gerektiğini düşünmekteyiz. Bu bir sınıf mücadelesi yöntemidir. Belli tarihsel
koşul ve dönemeçlerde uygulanabilecek bir yöntemdir. Temel ve sürekli bir
yönetim yöntemi olamaz ve olmamalıdır. Sosyalizmin ilk kez, geri bir ülkede ve
üstelik tek başına inşa edilmek zorunda kalınmış olmasının bu bakımdan da
negatif bir etkisi olduğu gerçeğini bilince çıkarmalıyız. Sosyalizmin tarihsel
deneyimlerinin eleştirel incelenmesinden bu bakımdan da çıkarılacak dersler
ışığında, bu yöntem, daha dikkatli ve özenli kullanmalıdır. Bu yöntemin
özellikle de bürokratizme, bürokratik önderlik ve çalışma tarzına, bürokratik
merkeziyetçiliğe, bürokratik kadro politikasına, yeni tip bürokratik bir
tabakanın oluşmasına karşı mücadele temelinde ele alınması da gerektiği ve
bunun da yaşamsal önemde bir sorun olduğunun bilince çıkarılması gerekmektedir.
SSCB’DE Kapitalizmin Restorasyonu, Sosyalizmin Sorunları, Tarihi Dersler kitabımızda da bir ek olarak yayınlanmış olan “Sovyetler Birliği Hakkında Söylenen Yalanlar” başlıklı İsveç Komünist Partisi[eski KPML(r)] üyesi Mario Sousa tarafından 1998 yılında kaleme alınmış belgenin özenle incelenmesini de okura salık veririz.
*Ki bu konuda okuyucunun “Büyük Komplo”, “Moskova Yargılamaları”, keza Molotov ve Benediktov’la yapılan röportajlardan oluşan kitapları, “Öteki Stalin”, “Hruşçov’un Yalanları”, İngiliz komünist Wıllıam B. Bland’ın çalışmalarını, “Stalin: Söylence ve Gerçeklik” yapıtını incelemesi gerektiğine inanıyoruz.
:** Ki, tüm davalar kamuoyuna açık yapılmıştır ve suçlular suçlarını mahkemelerde açıkça dünya kamuoyunun gözleri önünde itiraf etmişlerdir; ancak suçluların bir kısmının burjuva sınıf kininden kaynaklanan “aşırı itiraflar” taktiği ile davalar hakkında kuşku ve güvensizlikler yayma taktiğine de başvurduklarını vurgulamak gerekmektedir.
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder