10) II. Dünya Savaşının Ardından Devrimci Yenilenme
Başarılamadı
Yeni tip
bürokrasinin doğuşu, yükselişi, toplumsal/politik bir kastlaşmaya dönüşmesi,
30’lu, 40’lı, 50’li (Stalin’in ölümü sürecine kadar) yılların bir gerçeğidir.
Gerçeğin bir
yanında 50’lere dek muazzam devrimci ve sosyalist başarılar yatıyor. Faşist
kamp, Sovyet proletaryası ve halklarının, kızıl ordusunun belirleyici darbeleri
altında çökmüş, yenilgiye uğramıştır. Yıkılan ülke hızla ve kısa sürede yeniden
inşa edilmiştir. Yerküremizin 1/3’ü emperyalizmden kurtulmuş, giderek sosyalist
bir kamp doğmuştur. Bu devsel zaferlerin başında Stalin, SBKP(B) ve SSCB durmaktadır.
Gerçeğin
öteki yanın da ise yeni tip bürokrasinin yükselişi/kastlaşması, sosyalist
toplumun kurumlarını pençesine almış olan bürokratik çürüme bulunuyordu.
Zıtların
birliği ve mücadelesi, niceliğin niteliğe sıçraması süreci bu tabloda çok iyi
okunabiliyor. Söz konusu tabloda, çelişkili gerçeği, gerçeğin çelişkisini,
çelişki yoluyla gelişen diyalektik gerçeği çarpıcı bir tarzda görüyoruz.
Enver
Hoca’nın, bu bükülmez komünist önderin vurguladığı gibi, Stalin daha hayattayken SBKP
(B) bürokratlaşmış ve devrimci ruhunu kaybetmeye başlamıştı.
Marks, şöyle
der:
“Devrim,
yalnızca yönetici sınıfı devirmenin başka bir yolu olmadığı için değil, fakat
aynı zamanda onu deviren sınıf ancak ve ancak bir devrim içinde kendisini
geçmişin birikmiş pisliklerinden temizleyebileceği ve böylece toplumu yeniden
kurabileceği için de zorunludur.” (Alman İdeolojisi, s. 122, Sol Yay.)
Tarihsel ve
politik gerçek şudur: Devrimci eylem, arındırır. Kapitalizmden komünizme geçiş
sürecinde alt bir evre olan ve bir politik
geçiş evresi olarak nitelendirilen sosyalizm, ekonomik, politik, ideolojik,
kültürel alanlarda birbirini tamamlayan,
güçlendiren, iç ve uluslararası alanı kapsayan kesintisiz bir devrim
sürecidir. Bu kesintisiz devrimci eylem
demektir. Devrimci eylemin ateşi zayıflarsa, devrimci eylem bürokratik pasla
kaplanmaya başlarsa, pas demiri çürütmeye başlar; eski dünyanın pislikleri bin
bir biçimde proletarya ve sosyalizme sızar, canlanır; siyasal -toplumsal yaşam
devrimci dinamizmini yitirmeye başlar. Eğer önlenemezse, eskiye, yeniden zafer
kazanması için kapılar açılmış, yeninin/sosyalizmin giderek oluşacak yeni bir
bataklıkta boğulması kaçınılmaz olacaktır. SSCB’nin ve Sosyalist Kamp’ın
kapitalist restorasyona yenik düşmesi, bu saptamamızın (bedeli çok yüksek olan
derslerinin) açık ve pek çarpıcı kanıtıdır.
SSCB’de
özellikle de 40’larla birlikte bürokratik paslanma ve çürümenin daha da
geliştiğini, devrimi yaparak sosyalist inşa yolunda başarılı yürüyen sınıfın
öncüsünü ve öteki kurumlarını bozduğunu, kirlettiğini, çürüterek devrimci
dinamizmini tüketmeye başladığını görebiliyoruz.
Bürokratik
paslanma ve giderek bürokratik yozlaşma, doğası gereği tutuculuğu, kolaycılığı,
statükoculuğu, savunma pozisyonunda kalmayı, devrimci imkanları görmemeyi, bu
imkanları realize etmemeyi, yeni koşulları kavrayamamayı, gördüğü oranda da
misyon üstlenmemeyi, geri durmayı vb. koşullar, üretir ve yeniden ama daha
geniş çaplı bir çürümeyle üretir. Sınıf mücadelesinde bu, gerilemektir, geriye
gidiştir, giderek devimci ilerleme ve atılımın karşısına dikilmedir; var olan
duruma boyun eğmenin, teslim olmanın ötesinde onun bir parçası haline gelerek
eski konumlara karşı mücadele etmedir.
Lenin’in vurguladığı gibi, bürokratizm öyle bir hastalıktır ki, yavaşça ve fark edilmeden gelişir ama kendini aniden gösterir. (Bizde de öyle
değil mi! Evet, aynen öyle!!!) Bunu şöyle bir örnekle de anlatabiliriz:
Kaynamış su dolu tencereye atılan bir kurbağa, tehlikeyi derhal anlar ve can
havliyle dışarı sıçrayarak tehlikeden kurtulmuş olur. Ancak, aynı deneyi, bir
de içi soğuk su dolu olan bir tencereye kurbağayı koyarak ve tencereyi yavaş
yavaş ısıtarak deneyecek olursak, göreceğiz ki kurbağa, daha ne olduğunu
anlamadan haşlanmış olacaktır. Bürokratizm hastalığı işte böyle bir
hastalıktır.
2.
Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardından yeni
bir dönem başlamıştı. Yeni koşullar yeni
hedefler koymayı, yeni mücadele ve örgüt biçimleri kullanmayı, yeni devrimci olanakları daha üst düzeyde realize etmeyi gerektiriyordu.
Faşizmin
yenilgisi, sosyalizmin otoritesini gezegenimizin 1/3’ne yayması, dünyanın
tarihte olmadığı kadar devrimci ve kritik bir tarihsel kesite girmiş olması,
odağında emperyalizmin durduğu dünya karşı devrim cephesinin yeni saldırı ve
savunma biçimlerini kullanmaya itmişti.
Gelişen
devrimin daha birleşik ve daha üst düzeyde yeni savunma ve saldırı biçimleri
kullanan bir karşı devrim yaratarak ilerlemesi sınıf mücadelesinin
tarihsel/politik gelişme yasalarından birisidir.
İşte dönem
böyle bir dönemdi. Güçler dengesi devrim ve sosyalizm lehine dönmüştü önemli
ölçüde.
Peki, böyle
bir kritik tarih eşiğinde, tarihin bu kritik evresinin yanıtlanmasını istediği
tarihsel ve politik önderlik misyonunu daha yakıcı ve militan bir şekilde
üstlenmesini beklediği Stalin ve SBKP bu yeni döneme ne kadar hazırlıklıydı? Tarihsel deneyim, bu soruya ne yazık ki
olumlu cevap vermemizi evet ne yazık
ki engelliyor.
Söz konusu
tarihsel-politik önderlik misyonunun oynanabilmesi için öncelikle ve ivedilikle gerekli olan şey, SSCB’de oluşmuş olan bürokratik paslanmaya, çürümeye, kastlaşmaya karşı yeni
ve köklü, kitlesel devrimci ideolojik,
siyasal bir devrimci hareketin örgütlenmesiydi.
Devrimci bir
yenilenme gerekiyordu. Devrimci yenilenme için yeni bir devrimci çıkış gerekiyordu. Yeni bir çıkış için,
bürokratik yozlaşmanın nedenleriyle
birlikte bilince çıkarılması gerekiyordu. Bürokratik yozlaşmaya karşı
mücadelede başarı için işe her şeyden önce partiden
başlamak gerekiyordu. Bürokratik çürümenin iktisadi,
siyasi, ideolojik köklerinden
başlayarak geniş işçi ve emekçi kitlelerin devrimci hareketinin geliştirilmesi,
sert bir sınıf mücadelesinin örgütlenmesi,
tüm toplumsal yaşamı kapsayan ve derinleşen, yeni bir bilinç, donanım,
atılım gerekiyordu. Bunun için öncelikle de yeni bir ideolojik- kültürel
devrimin gerçekleştirilmesi gerekiyordu. Partide, siyasal ve toplumsal yaşamda
sosyalist demokrasinin geniş çaplı yaşama geçirilmesi, demokratik
merkeziyetçiliğin, kolektif aklın, kolektif liderlik ilkesinin, gerçekten
radikal Bolşevik eleştiri-özeleştirinin yeniden bir güneş gibi doğması gerekiyordu. Ama ne yazık ki, acil olan
böylesine yeni bir devrimci Bolşevik atılım, yenilenme, önderlik gereksinimi ne
kavrandı ne de pratikleştirildi.
2. Dünya
Savaşı’nın ardından hemen ve
doğrudan atılacak adımlardan
birisi de, somut koşulların somut tahlili üzerinden yeni bir Komünist Enternasyonal’in kurulmasıydı. Yeni Komünist
Enternasyonal uluslararası komünist hareketi ideolojik ve örgütsel olarak
birleştiren bir merkez, enternasyonal
proletaryanın genelkurmayı, dünya devrimin önder partisi olmalıydı.
3.
Enternasyonal belli gerekçelerle dağıtılmıştı. Bu konuyu ayrıca inceleyeceğiz. Ama Komünist Enternasyonal dağıtılırken daha
sonra yeni bir komünist enternasyonal kurma hedefinden de bahsedilmiyordu.
2. Dünya
Savaşı’nın ardından küresel ölçekte devrim ve karşı devrimin güçler ilişkisi
yeniden şekillenmiş, sınıf mücadelesinin daha üst düzeyde ve daha güçlü bir
temel ve biçimlerde örgütlenmesi kaçınılmaz hale gelmiş, yeni ve sert bir
çatışmalı döneme girilmişti.
Yeni dönemin
yeni devrimci olanaklarına dayanarak, yeni bir hazırlık ve güç biriktirmek
ekseninde yeni taktikler, yeni saldırı biçimleri kullanmak, güçlü ve tarihin
hiçbir döneminde görülmemiş ölçek ve derinlikte ortaya çıkmış olan devrimci imkânları
daha bir üst düzeyde realize ederek emperyalizme, kapitalizme, her türden
gericiliğe karşı güçlü bir enternasyonalist devrimci mücadele örgütlemek
gerekiyordu. Proletarya enternasyonalizminin tarihsel birikimine dayanarak,
eleştirel geliştirerek, yeni koşulları bilince çıkartmış bir enternasyonal
olmalıydı yeni komünist enternasyonal.
İşte yeni
komünist enternasyonal, bu büyük
devrimci görevin en önemli silahlarından birisi olacaktı. Hem sosyalist kampın,
hem emperyalist ülkelerin ve hem de sömürge, yeni sömürge ülkelerin tüm
komünist parti ve örgütlerini birleştiren bir politik genelkurmay
olacaktı/olmalıydı. Ama ne yazık ki, bu büyük devrimci görevler, Stalin ve SBKP
(B) tarafından üstlenilmedi, üstlenilemedi. Yeni bir Komünist Enternasyonal
yerine Eylül 1947’de Enformasyon Bürosu’nun kurulmasıyla yetinildi.
Enformasyon
Bürosu da olumlu bir adımdı kuşkusuz. Örneğin Sosyalist Kamp’ta emperyalizmin
Truva Atı Titoculuğun, iktidarda olan modern
revizyonizmin ilk biçimi olan Titoizm’in teşhiri ve tecridi gibi bazı son
derece önemli stratejik tutum ve pratikler de geliştirdi.
Ancak ne var
ki, yeni koşullarda sınıf mücadelesinin,
uluslararası proleter devrimin gereksinimi bir Enformasyon Bürosu değil öncü
savaşçı birlik olacak bir Komünist Enternasyonal’di.
Enformasyon
Bürosu (EB)’nun sınırlı bir işlevi olacağı açıktır. Enformasyon Bürosu’nun
bileşiminin sadece Sosyalist Kamp komünist partileriyle
Batı Avrupa komünist partilerini kapsayan sınırlı
bir örgüt biçimi olarak örgütlenmesi de ayrıca son derece önemli zaafı ifade ediyordu.
Tam da burada
şu soru sorulmalıdır: Peki gereksinim yeni bir Komünist Enternasyonal iken
neden son derece geri ve sınırlı bir örgüt biçimi ile, bir Enformasyon Bürosu ile
yetinildi? Öyle ya bu bir politik
tercihti ve irade bu tercih temelinde
ortaya koyulmuş ve yeni bir Komünist Enternasyonal örgütlemek gibi bir
görev ve hedef de belirlenmemiştir (dahası yanlış bulunmuştur) üstelik.
Bizim bu
soruya yanıtımız şudur: SSCB’deki bürokratik
çürüme ve kastlaşma olgusu, yeni dönemde yeni uluslararası devrimci görevleri kapsamlı ve militanca üstlenmeyi,
öne çıkarak önderlik misyonunu oynamayı frenlemiş,
sınırlamış, engellemiştir. Çünkü böylesine bir misyon, yeni zorluklarla savaşmayı,
yenmeyi, yeni risk ve bedelleri göze almayı gerektiriyordu. Ayrıca özelde 1.ve
2. emperyalist dünya savaşlarının dehşetini yaşamış, 2. Dünya Savaşı’nda 20-25
milyon evladını toprağa gömmüş SSCB komünistleri, proletaryası, halkları
emperyalizmin yeni bir savaş tehdidi ve nükleer şantaj politikası karşısında, durumun baskısı altında gerilemiş ya da
geri adım atmıştır. Gerçekler bunlardır. Ama bu kazanılacak koskoca bir
dünyanın kaybını da, daha büyük ve acı bedelleri de ne yazık ki, koşullamış ve
üretmiştir…
Enformasyon
Bürosu (“Kominform”), Eylül 1947’de kurulur. Eylül ayında, Polonya’da
“Enformasyon Konferansı” örgütlenir. Toplantının örgütleyicisi SBKP(B)’dir. Bu
konferansa Jdanov, “Uluslararası Durum üzerine”;
Malenkov ise “SBKP(B) MK Çalışma Raporu”nu sunar. Malenkov’un raporundan
şunları okuyoruz:
“Raporumu,
komünist partiler arasındaki ilişkiler sorununa değinerek bitirmek istiyorum.
Bilindiği gibi, Komintern’in 1943 yılında fesh edilmesinin ardından komünist
kardeş partiler arasındaki ilişkiler kesintiye uğradı. Deneylerimiz gösterdi ki
gerek SBKP(B), gerekse diğer komünist partiler, gerekli karşılıklı bilgiyi alma
ve işçi ve komünist hareketin can alıcı sorunları üzerine ortak düşüncelere
varma olanağına bu tecrit nedeniyle sahip değiller.
“Düşüncemize
göre, bu sorunlarda mevcut anormal durumun ortadan kaldırılması amacıyla
belirli tedbirlerin kararlaştırılması gerekiyor. Bu nedenle biz bu
toplantımıza; uluslararası durumun
sorunlarının tartışılmasını ve komünist partiler arası ilişkilerin yeniden
kurulması, karşılıklı dayanışma, deney aktarımı ve gerekli görüldüğü durumlarda
komünist partilerin çalışmalarının karşılıklı onay temelinde koordine edilmesi
amacıyla düzenli bir ilişkinin yaratılmasına ilişkin sorunların görüşülmesini
gerekli gördük.” (Özgürlük Dünyası, Sayı: 84, Mart 1997, s. 98-99)
Jdanov’un
raporunda ise şu saptamaları görüyoruz:
“Komintern’in
dağıtılması işçi hareketindeki gelişmelerin yeni tarihsel ilişkiler sonucu
ortaya çıkardığı ihtiyaçlara denk düşüyordu ve olumlu bir rol oynadı.
Komintern’in dağıtılması, komünizmin ve işçi hareketinin karşıtları tarafından
ileri sürülen, Moskova’nın diğer devletlerin iç işlerine karıştığı ve komünist
partilerin kendi halklarının çıkarları doğrultusunda değil, dışarıdan gelen
emirler doğrultusunda hareket ettiği iddialarına kesin olarak son verdi.”
“… genç
komünist partilerin işçilerin kitlesel partisi haline dönüştürülmesiyle
birlikte bu partilerin bir tek merkezden yönetilmesi de olanaksız, amaca uymaz
hale geldi. Bunun sonucunda, başta komünist partilerin gelişmesini teşvik eden
bir etken olan Komintern’in bu gelişmenin önünde bir engel haline gelmesi
tehlikesi baş gösterdi. Komünist partilerin gelişimindeki yeni aşama partiler
arasındaki ilişkilerde yeni biçimlere geçilmesini gerekli kılıyordu. Bu durum,
Komintern’in dağıtılması ve partiler arasındaki ilişkilerde yeni biçimlerin
yaratılması zorunluluğunu da yarattı.
“Komintern’in
dağılmasından bu yana geçen 4 yılda komünist partiler önemli ölçülerde
sağlamlaşarak hemen hemen bütün Avrupa ve Asya ülkelerinde etkilerini
arttırdılar…
“Ancak
komünist partilerin bugün içinde bulunduğu durumun zararları da var. Bazı
yoldaşlar Komintern’in dağıtılmasını, kardeş komünist partiler arasındaki
ilişkilerin tasfiye edilmesi olarak algıladılar. Tecrübeler komünist partilerin
bu şekilde birbirlerinden tecrit edilmelerinin hatalı, zararlı ve aslında kendi
doğalarına ters olduğunu göstermiştir. Komünist hareket, ulusal çerçevede
gerçekleşti ancak aynı zamanda değişik ülkelerdeki partilerin ortak görev ve
çıkarlarının da olduğunu görmek gerekiyor. Ortaya, oldukça garip bir tablo
çıkıyor: Komünistler, Komintern’in sözüm ona bütün ülkelerden komünistlere
Moskova’nın çizgisini dayatmaya hizmet ettiği iddialarını göz önünde tutarak
toplantılar yapmaktan ve hatta ortak çıkarlarıyla ilgili sorunları görüşmek
için bile toplanmaktan vazgeçerken, bu iddiaları kanıtlamak için kırk takla
atan sosyalistler bugün yeniden enternasyonallerini kurdular…” onlar bunu
gerçekleştirirken “Komünistler birbirleriyle dost olan ülkelerde bile, dostluk
ilişkileri kurmaktan çekiniyor. Bu durumun sürmesinin, kardeş partilerin
çalışmalarının gelişmesi açısından son derece zararlı sonuçlara yol açacağından
kuşku duyulmamalıdır.
“İşçi sınıfı
için bugün asıl tehlike, kendi güçlerini küçümsemesinde ve düşmanın güçlerini
abartmasında yatmaktadır.” (Çeviri belgesidir, yayınlayan Özgürlük Dünyası,
Sayı: 85, s. 95-96)
SBKP(B)
temsilcilerinin konferansa sunduğu raporlardan çıkan sonuçları özetleyerek
yorumlayalım.
Birinci
iddia, 3. Enternasyonalin dağıtılması doğruydu. Böylece burjuva, emperyalist,
faşist devletlerin ve yardakçılarının SSCB’nin, SBKP(B)’nin başka ülkelerin iç
işlerine karıştığı, komünist partilerin Moskova’dan emir komutayla
yönlendirildiği iddialarını boşa çıkararak bu demagojiyi etkisizleştirdik.
Komintern’in
dağıtılmasının, bu dağıtmanın birinci gerekçesi olarak sunulan söz konusu
burjuva demagojinin etkisizleştirilmesinde çok önemli bir rol oynadığını kabul
ediyoruz. Ancak, tersinden bu, her biçimiyle burjuva dünyanın söz konusu
ideolojik ve politik saldırılarının göğüslenemediğinin, tarihsel konjoktürün
ağır bir baskısı altında kalındığının da açık ifadesidir. Aynı zamanda çubuğun
pragmatik bir çerçevede SSCB devlet politikası lehine aşırı büküldüğünü de
ifade etmektedir. Kanımızca, Komintern’in dağıtılması, ilkesel bir hataydı.
Komintern’in
dağıtılmasının nedenlerinden ikincisi olarak ileri sürülen komünist partiler
kitleselleşip geliştiği için, deneyimli partiler haline geldikleri için, bu
partilerin tek merkezden yönetilmesinin “olanaksız, amaca uymaz hale geldiği”
gerekçesi de, kendi içerisinde önemli bir gerçeği dile getirse de, daha
1935’lerde bu gerçeğe işaret edilmiş olsa da, haklı bir gerekçe değildir. Belli
ki, gerekçe bu tarzda formüle edilerek I. Enternasyonal’in dağıtılmasına
gerekçe yapılan karara atıfta bulunuyor aynı zamanda.
Kitleselleşmiş
ve deneyimli güçlü partiler haline gelmiş olmak, onlara, kendi ülkelerinde daha
geniş bir hareket/ inisiyatif alanı tanımakla çözülebilecek bir sorundu; söz
konusu gerekçenin Komintern’in dağıtılmasının payandası yapılması gerçekçi
değildir. Kaldı ki, gerek güçlü partilerin oluşmuş olması, gerekse de 2. Dünya
Savaşı koşulları 3. Enternasyonal’i dağıtmayı değil daha güçlü bir ilişki ve
yönetim tarzının en büyük esneklikle birleştirilerek devamını ve yeniden
şekillendirilmesini gerektiriyordu. Ayrıca Komintern’in dağıtılmasını, geçici
bir olgu olarak, taktik olarak doğru bulmaya kendimizi zorlasak bile yerine,
geçici de olsa, o dönemin gereksinmelerine uygun bir seçeneğin, farklı bir
merkezi yapılanmanın örgütlenmemiş olması ayrıca ciddi bir zaaf oluşturmuştur.
Kaldı ki 1947 gibi geç bir tarihte, gecikilmiş olarak böyle bir toplantının
yapılmış olması da ayrıca devrimci eleştirinin hedefi olmalıdır…
Bu tabloya,
3. Enternasyonal dağıtılırken, ileride yeni bir enternasyonalin kurulacağının
(hedefinin) belirlenerek açıklanmamış olması da başlı başına eleştirilerek
eklenmelidir. Böyle bir açıklama “kamuoyu”na yapılmasa bile “iç kamuoyu”na
yapılabilirdi örneğin. Ama yapılmamıştır.
Jdanov’un
konuşmasında eleştirdiği sağ oportünist, ilkesiz tavrın komünist partilerde
gelişmesinin sadece bir sonuç olduğu gerçeğini görmeliyiz.
Jdanov’un
konuşmasında geçen ve Enformasyon Bürosu’nun kurulmasına karar veren konferansa
katılan partilerin “Uluslararası Durum Üzerine Deklarasyon”da da vurgulanan
“işçi sınıfı açısından bugünkü ana tehlike kendi güçlerini küçümsemek,
emperyalist kampın güçlerini abartmaktır” saptaması o koşullarda temel bir
gerçeği dile getirmektedir.
Faşizme ve
savaşa karşı mücadele yıllarında Uluslararası Komünist Hareket içerisinde sağ oportünist bir sapma gelişmiştir.
Fransa, İtalya, Yunanistan komünist partilerinde bu sağ sapma, daha sonra açığa
çıktığı gibi, doruk noktasına ulaşmıştır.
Bu sağ sapmanın
etkisini, farklı biçim ve koşullarda da olsa, bilakis Enformasyon Bürosu’nun
onaylanan üç temel belgesinde de (
Uluslararası Deklarasyon + Enformasyon Bürosu’nun kuruluşunu açıklayan belge +
“Parti Temsilcilerinin Enformasyon Konferansı Üzerine Bildirgesi”) görüyoruz:
a) Yeni bir enternasyonal yerine Enformasyon Bürosu’yla sınırlı bir adım
atılmış olması; b) uluslararası proleter devrim perspektifinin göz çıkaracak
denli es geçilmiş olması, yerine bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik,
demokrasi, anti- emperyalist demokratik platform vurgusunun geçirilmiş
olmasından bu olguyu net bir şekilde görüyoruz ve görebiliriz.
Enformasyon
Bürosu’nun kurulmasını yasallaştıran belgede, “deneyler, komünist partilerin
birbirinden kopuk oluşlarının yanlış ve zararlı olduğunu göstermiştir” vurgusu
önemlidir. Bu vurgu, kanımızca, 3. Enternasyonalin dağıtılmasını da kapsayan
bir vurgu genişliğine dek açılmalı ve tamamlanmalıdır.
Açık olan bir
şey var, 3. Enternasyonal dağıtılırken daha sonra yeni bir komünist
enternasyonal kurma hedefi de belirlenmemiştir. Stalin hayattayken, 1945-53
arası dönemde de böyle bir hedef belirlenmemiş, bu doğrultuda bir hareket plan
ortaya koyulmamış ve mücadelesi verilmemiştir. Bu tavır, hem perspektif ve hem
de pratik duruş itibari ile sağ bir
sapmadır, proletarya enternasyonalizmi kararlılığının 43’ten öncesine göre
de açık gerilemesidir.
Ayrıca
geçerken hatırlatmak isteriz ki, III. Enternasyonal’in Lenin döneminde ve 1924 yılına kadar aşağı yukarı düzenli toplanan kongreleri Stalin yoldaşın önderliği ele almasından
sonra son bulduğu gibi, kongreler uzun aralıklarla toplanmaya başlar. 1919 ile
1924 arasında toplam beş kongre yapılır. 1924’teki son kongreden sonra, 1924
ile III. Enternasyonalin dağıtıldığı 1943 yılına kadar toplam iki kongre toplanabilmiştir.
Bu kongrenin biri 1928 yılında, ikincisi ise 1935 yılında toplanmıştır. Üstelik
III. Enternasyonal bir kongre kararı ile değil Komünist Enternasyonal Yürütme
Kurulu Prezidyum kararı ile sadece bazı partilere danışılarak dağıtılmıştır. O
koşullarda bir dünya kongresinin toplanması olanaklı değildi kuşkusuz. Keza bir
yıl kadar sorun üzerinde çalışılarak bu karar verilmiştir. Bunları
unutmamalıyız fakat bu tablonun temelinde yatan en önemli şey, bizce
bürokratizmin, bürokratik merkeziyetçiliğin gelişmesi ve egemenlik kurması,
dünya devrimi perspektifinin gerilemesi ve zayıflamasıdır.
Yeni dönemin dev
stratejik kazanımlarından birisi de Sosyalist Kamp’ın doğuşuydu. Bu durum,
SSCB’nin de tecrit koşullarından, yalnızlıktan kurtulması anlamına geliyordu.
Sosyalist Kamp’ın doğuşu, doğal olarak, sosyalist ülkelerin karşılıklı
ilişkilerinin örgütlenmesi sorununu da, pratik-siyasal
bir sorun olarak, gündemleştirdi. Sorun,
hemen çözümünü dayatan bir pratik-siyasal sorundu.
Bu
doğrultudaki en önemli adım Ocak 1949’da COMECON (Karşılıklı Yardımlaşma Konseyi)’un kuruluşuyla atıldı. Kuşkusuz
ki COMECON’un kuruluşu, atılması gereken
devrimci bir adımdı. Ancak yapılması gereken temel şey, somut bir
hareket planına dayalı bir tarzda, önkoşullarını olgunlaştırma çalışmasının
tabi olacağı dünya proletarya
diktatörlükleri federasyonu hedefinin ilan edilerek sürecin her bakımdan
örgütlenmesiydi. Ama bildiğimiz kadarıyla, Stalin ve SSCB, böyle bir
hareket planı açıklamamış, Sosyalist Kamp çapında da böyle bir ortak hedef ve
hareket planı ortaya konulmamıştır.
Balkanlarda,
Bulgaristan, Yugoslavya, Arnavutluk devletleri arasında başlatılan federasyon
girişimi ise başarısızlıkla noktalanmıştır. Bu girişim, revizyonist Titocu
çizgi ve önderliğin sosyal şoven ve yayılmacı, sömürgeci emellerinden dolayı
gerçekleşememiştir. Ki, konu hakkında Dimitrov’un “Günlük”lerinin ikinci ve
üçüncü ciltlerinde önemli bazı bilgi, değerlendirme ve ayrıntılar da yer
almaktadır.
İncelediğimiz
konuyla ilgili, 3. Enternasyonal’in 1928 Programı’nda, şunlar yazılıyor:
“O, yeni
oluşan proleter cumhuriyetlerin daha önceden var olanlarla birleşmesini, bu
federasyonlar ağının… sürekli büyümesini ve bu federasyonların nihayet
insanlığın devlet olarak örgütlenmiş dünya proletaryasının hegemonyası altında
bir araya gelmesini gerçekleştirecek olan Dünya
Sosyalist Cumhuriyetler Şura Birliği haline gelmelerini gerektirir.” (III.
Enternasyonal, 1919-1943, Belgeler, s.152)
1920 yılında
III. Enternasyonalin II. Dünya Kongresi’nde onaylanan tüzüğünde ise şunlar yazılmıştır:
“Komünist
Enternasyonal’in seçtiği hedef: Her türlü aracı kullanarak, gerekirse silah
elde uluslararası burjuvaziyi yıkmak için ve devletin tümden yok oluşuna geçiş
aşaması olarak uluslararası bir Sovyet Cumhuriyeti’ni kurmak için mücadele etmektir.”
(age., s. 24)
Keza yine
aynı kongrede kabul edilen “Milliyetler Ve Sömürge Sorununa İlişkin İlkeler”
başlıklı kararda şunları okuyoruz:
“7-
Federasyon, bütün ulusların emekçilerinin birleşmesine geçiş biçimidir…
“8- Bu açıdan
Komünist Enternasyonal’in görevi, sovyet düzeni ve sovyet hareketi temelinde
oluşan bu federasyonların sadece geliştirilmesi değil, aynı zamanda incelenmesi
ve deneylerinin sınanmasıdır da. Federasyon tümden birleşmeye doğru bir geçiş
biçimi olarak tanınırken, federatif bağların daha sıkılaştırılması yönünde çaba
harcanmalıdır. Burada dikkat edilecek noktalar şunlardır: Birincisi, dünyanın
askeri bakımdan önemli ölçüde üstün emperyalist devletleriyle kuşatılmış olan
sovyet cumhuriyetlerinin, öteki sovyet cumhuriyetleriyle sıkı bağlar içinde
olmaksızın varlıklarını sürdüremeyecekleri; ikincisi, emperyalizmin zarar
verdiği üretici güçleri yeniden inşa etmek ve emekçilerin refahını sağlamak
için sovyet cumhuriyetleri arasında sıkı bir ekonomik birliğin bulunmasının
zorunlu oluşu; bütün ulusların proletaryasının düzenleyeceği, ortak bir plana
göre işleyecek, bütünsel bir dünya ekonomisinin yaratılması için çaba
harcanması.” (age., s. 45)
Lenin’in
önderliğinde alınan karar ve buna göre oluşmuş olan 28 Programı’nın bu
perspektifi yalnızca bugün için değil
gelecek için de dünya ölçeğinde komünizme geçiş sürecinin yol gösterici
tezlerinden biri olarak geçerliliğini ve ağırlığını hep koruyacaktır.
G. Dimitrov,
“Ekim Devrimi ve Balkanlar” başlıklı makalesinde (18 Kasım 1927), I. Dünya
Savaşı’nın ve Ekim Devrimi’nin ardından, eğer sosyal demokrasinin ihaneti
olmasaydı Batı Avrupa’da ve Balkanlarda devrimlerin zafere erişmesinin
kaçınılmaz olduğunu söyler. Böyle bir zaferin ardından ise, Balkanlarda, Sovyet
deneyimine dayanarak ve örnek alarak, Sovyetik, Federal (bir) Balkanlar
Cumhuriyetinin kurulmuş olacağını saptar. (Faşizme Karşı Birleşik Cephe, s.
51-52) Yine, “Balkan Komünist Partilerinin Başlıca Görevleri” üzerine III.
Enternasyonalin 6. Kongresi’nde konuşurken Dimitrov, Balkan Komünist Partilerinin
“İşçi ve Köylü Hükümeti İstiyoruz”, “Balkan İşçi ve Köylü Cumhuriyetleri
Federasyonu istiyoruz” sloganlarının ileri sürülmesi gerektiğini vurgular.
(age, s. 79) Hitler faşizminin mahkeme kürsüsünü, faşizm ve sermayeye, yükselen
emperyalist savaş tehlikesine karşı görkemli bir mücadele kürsüsüne çeviren
Dimitrov, Marksizm-Leninizm’e ve 28 Programı’na sadık kalarak, aynı kürsüden
dünyaya, şöyle seslenir: “Tarihin çarkı, bir Sovyet Avrupa’ya doğru, bir Dünya
Sovyet Cumhuriyetleri Birliğine doğru dönmektedir.”
SBKP (B) ve
SSCB’nin yol göstericiliğinde sosyalist kampı oluşturan ülkelerin izlemesi
gereken yol bir zamanlar Stalin’in denetimi ve önderliği altında hazırlanmış
olan 28 Programı’nda ortaya konulmuş yol olmalıydı. Ki, 28 Programı, Stalin’in
sıkı denetimi ve yol göstericiliğinde hazırlandığını da geçerken hatırlatalım.
Stalin yoldaş, “Komintern’in Sorunları” üzerinde durduğu bir konuşmasında, “Komintern Programı”na ilişkin
fikirlerini belirtir ve eleştirileri yanıtlar ve Program Taslağı’nın temellerini
özetlerken şöyle der: “Taslak, Avrupa Birleşik Devletleri şiarı yerine,
emperyalist sistemden ayrılmış ya da ayrılan gelişmiş ülkelerle sömürgelerin
Sovyet cumhuriyetlerinin federasyonu şiarını atıyor; dünya sosyalizmi için
mücadelesinde, kapitalist dünya sisteminin karşısında duran bir federasyon.”
(Eserler, C. 11, s. 176) Ki, Stalin, III. Enternasyonal’in 6. Kongresi’nde
“Kongre Prezidyumuna, Program Komisyonuna ve uluslararası durum ile Komünist
Enternasyonal’in görevleri üzerine tezleri hazırlamakla görevlendirilen politik
komisyona”seçilir. (age., s, 307) 28 Program Taslağı’nı hazırlayan “Program
Komisyonu”, III. Enternasyonalin V. Kongresi’nde, Haziran-Temmuz 1924,
oluşturulur; Stalin de bu komisyonda görevlendirilmiş ve bu çalışmayı da yönetmektedir.
(age., s. 306)
Yukarıdaki
tablo açık ve net; fakat Sosyalist Kamp’ın doğuşundan sonra, söz konusu
perspektif ve hedefin teorik ve pratik olarak ortaya konulmadığını, bunun
gerçekleşmediğini hepimiz biliyoruz.
Uluslararası
proletarya diktatörlüğünün federatif sovyetik cumhuriyetler birliği projesinin
yol gösterici bir ilke ve eylem planı olarak rehber alınmamış olması
rastlantısal olmasa gerek.
Peki, bu
zafiyet tablosunu nasıl izah etmeliyiz? Bir kez daha ve esas olarak bürokratik
dejenerasyonla; Sosyalist Kamp
ülkelerinde, tarihten gelen milliyetçi
mirasın açık, net, güçlü bir
şekilde mahkûm edilememiş veya bu olumsuz etkene boyun eğilmiş olmasıyla; uluslararası proleter devrim perspektifinden bir sapmayla…
Sosyalist
Kamp’ın doğuşu, 2. Dünya Savaşının ürünü olmuştur. Sosyalist Kamp’ı oluşturan
ülkelerin kurtuluşunda ve sosyalizme geçişinde SSCB proletaryasının ve Kızıl
Ordu’nun aktif, doğrudan katkısı olmuştur. Sosyalist Kampın doğuşu, dev bir
stratejik devrimci kazanımdı. Dünya devriminin gidişi üzerinde pozitif tarihi
stratejik bir etkendi.
Yeni dönemin
dinamik devrimci etkenlerinden birisi de Sosyalist Kampın doğuşu, SSCB’nin
tecrit olmaktan kurtulmasıydı. Teoriye göre bu durum, “sosyalizmin kesin
zaferi”ni ifade ediyordu. Yani, artık, dış emperyalist bir müdahale yoluyla
kapitalizmin restorasyonuna karşı da sosyalizm güvencedeydi.
İçte,
“sosyalizmin zaferi” gerçekleştiği için (yani, kapitalizm ve küçük meta
ekonomisi son bulduğundan) restorasyon yolu kapanmış, dışta ise, sosyalist bir
kampın doğuşuyla (“sosyalizmin kesin zaferi”) emperyalizmin işgaliyle
kapitalizmin restorasyonu yolu da kapanmıştı. Buna göre, artık SSCB’de
kapitalizmin restorasyonu olanaklı değildi! Bu tabloya göre SBKB (B) ve SSCB,
geleceğe daha büyük bir özgüvenle bakıyordu.
Gerçekte sorunun bu tarzda sınırlı konuluşu ve bu tahlile dayanan
özgüven, Partinin iç gözünün körelmesinde
çok önemli bir zaaf oluşturmuştur. Bu durum, yeni tipten restorasyona karşı
yeni bir donanım geliştirilmesini önlemiş ya da önleyen temel faktörlerden birisi
olmuş, yeni tip bürokratik burjuva karşı devrim ve kapitalist restorasyon
tehlikesinin görülmemesine yol açmıştır. Bu tablo, bürokratik kastın söz konusu
sınırlı teorik-politik yaklaşımın arkasına
ve gölgesine güçlü bir şekilde
sığınarak iyice palazlanmasına, bu durumu, yeni tip karşı devrimci girişimler
için hazırlık, güç biriktirme, fırsat kollamanın başarılı bir aracı/silahı
haline getirmesine de yol açmıştır.
İhmal edilen hastalığın en tehlikeli
hastalık olduğu SSCB gerçeğinde de bir kez daha kanıtlanmıştır.
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder