Stalin ve Demokratik Reform Mücadelesi*
İkinci Bölüm
Grover Furr
(Çeviren: S. Yalçın)
”Sovyet Ülkesinin Tanınmış Simaları”
Vasilii Efanov
Vasilii Efanov
Savaş Zamanı
1. İkinci Dünya Savaşı’nın
sonlarına doğru, Stalin ve politbürodaki destekçileri, Bolşevik Partisi’nin Sovyet
yönetimini doğrudan kontrolüne son vermek için bir teşebbüste daha bulundular.
Yuri Zhukov bu gelişmeyi şöyle anlatmaktadır:
“1944 Ocağında… savaş döneminde ilk kez, plenum
[merkez komitesi] ve SSCB Yüksek Sovyeti’nin bir oturumu bir arada yapıldı. Molotov
ve Malenkov, yasal olarak parti ile iktidar arasına mesafe koymaya dönük bir
merkez komitesi karar taslağı hazırladılar. Partinin elinde sadece
ajitasyon-propaganda faaliyetini yönetme yetkisi kalacaktı. Hiç kimse onu bu
normal parti meselelerinden ve yine, tamamen doğal olan, kadro seçimine
katılımdan uzak tutmayacaktı. Buna karşın taslak, açıkça, partinin
ekonomiye ve devlet organlarının işleyişine müdahalesini yasaklıyordu.
Stalin taslağı okudu; sekiz sözcüğünü değiştirdi ve üzerine “Kabul” diye yazdı.
Sonrasında neler olduğu, bir sır olarak kalmıştır…
… Bu, partiyi, ona sadece savaş sırasında
gerçekten yerine getirdiği fonksiyonları bırakarak, devletin ihtiyaçları
doğrultusunda hizmet veren bir kurum olmaya
yöneltme yolunda yeni bir girişimdi. Taslağın altında beş kişinin imzası vardı:
Molotov, Malenkov, Stalin, Khrushchev, Andreev. Ortada bir steno kaydı yoktur
ve biz, diğerlerinin nasıl oy verdiğini sadece tahmin edebiliriz. Maalesef,
dört üyesi de merkez komitesi politbürosunda yer alan tam yetkili Devlet
Savunma Komitesi bile, eski işleyişi kıramamıştır. Bu, bir kez daha,
Stalin’in hiçbir zaman, anti-Stalinistlerin ve Stalinistlerin ona atfettikleri
düzeyde bir güce sahip olmadığını kanıtlamaktadır.” (Zhukov,
Kul’tovaia; vurgular eklenmiştir)[1]
2. Parti ile ekonomik işleyiş ve
devletin arasına “mesafe konması” nasıl gerçekleştirilecekti, bilmiyoruz.
Muhtemelen, devlet organlarında görev yapacak personeli belirlemek için farklı
bir yöntem düşünülüyordu gibi görünüyor. Bu, 1936 Anayasasında belirtilen
seçimlere dönüş anlamına gelebilir miydi?
3. Bu tür soruların cevapları ne
olursa olsun, anlaşıldığı kadarıyla, parti birinci sekreterlerini büyük oranda
bünyesinde barındıran merkez komitesi, Stalin liderliğinin Sovyet sisteminde
kökten bir değişikliğe gitme planlarını bir kez daha geri püskürttü.
Khrushchev, “gizli konuşma”sında, böyle bir plenumun hiçbir zaman yapılmadığını
söyledi! Dinleyiciler arasında bulunan MK üyelerinin çoğunun bunun bir yalan
olduğunu bilmesi gerektiğine göre, bu yalanın hedefi, onlara, sahip oldukları
güce yönelik bu tehlikenin artık resmen “mezara gömüldüğünün” örtük işaretini
vermek olmalıdır.
Savaş Sonrası
4. Görmüş olduğumuz üzere,
Stalin, “ikili iktidar” durumunun hem SSCB, hem de parti için önemli bir problem olduğuna
inanıyordu. Aslında toplumu hükümet değil, parti yönetiyordu. Giderek artan bir
biçimde, parti kadroları, kontrolü, üretimi yönetmekten ziyade, gözetim ya da
teftiş biçiminde sağlıyorlardı.
5. Partinin devleti doğrudan
kontrolüne son vermek, şöyle birtakım amaçlara hizmet edecekti:
■ 1936 Anayasasını
kurumsallaştıracak ve Sovyet halkının Sovyet devletiyle bağlarını
güçlendirecekti
■ Devlet kurumlarının işleyişini
gerçekten kalifiye unsurlara devredecekti
■ Partiyi bir asalak ve bozuk kariyeristler
kastının elinde –üst düzeylere kadar- dejenere olmaktan kurtaracaktı.
6. Savaşa kadar politbüro
haftada en az iki kere toplandı. 1941 Mayısında, Stalin, SSCB yönetiminin resmi
yürütme organı Halk Komiserleri Sovyeti ya da Sovnarkom’un başkanı olarak
Molotov’un yerini alıp Sovyet devletinin başına geçti.
7. Fakat savaş sırasında, SSCB,
gerçekte ne bu organ, ne de parti tarafından yönetildi. Yönetim, Stalin ve üç
en yakın arkadaşından oluşan Devlet Savunma Komitesi’ndeydi. Savaş esnasında
merkez komitesi sadece tek bir plenum yaptı; yalnızca savaş sırasında değil,
savaştan sonra da politbüro nadiren bir araya geldi. Pyzhikov’a göre,
“politbüro, tamamen pratik kaygılarla, devre dışı kaldı”. Sovyet muhalifi
Zhores Medvedev, politbüronun 1950’de sadece 6 kez, 1951’de 5 kez ve 1952’de de
4 kez toplandığına inanmaktadır.[2]
Yani Stalin, politbüroyu devlet işleyişinin dışına taşımıştı. (Pyzhikov, 100;
Medvedev, “Sekretnyi”)
8. Stalin, göründüğü kadarıyla,
partinin başı olarak oynaması gereken rolü pek önemsemiyordu. MK plenumları
nadiren yapılıyordu. 1939’la 1952 arasındaki on üç yıl boyunca hiç parti
kongresi düzenlenmedi. Savaşın ardından, Stalin, parti ve hükümetin ortak
kararlarını sadece Bakanlar Kurulu (Halk Komiserleri Konseyi’nin yeni adı)
başkanı olarak imzalıyor, parti adına imza atmayı diğer parti sekreterlerine,
Zhdanov ve Malenkov’a bırakıyordu. (Pyzhikov, 100)
9. Partinin otoritesi yine
büyüktü. Fakat belki de bu, Stalin’in hâlâ parti genel sekreteri olmasından
kaynaklanıyordu. O, savaştan sonra konumunu koruyan tek Müttefik lideriydi:
Roosevelt ölmüş, seçimleri kaybeden Churchill 1945’te görevinden ayrılmıştı.
Şunu söylemek mübalağa değildir: Emekçi halk arasında, Stalin yeryüzünün en
ünlü ve en saygın kişisiydi. Onun başını çektiği komünist hareket, yüz
milyonlarca insanın umuduydu. Faşizme karşı kazanılan zafer sonucunda,
hareketin genişliği muazzam boyutlara ulaşmıştı. Stalin’in devletin başı olarak
sahip olduğu büyük prestij, parti organlarına da otorite sağlıyordu. (Mukhin, Ubiytsvo,
622; 13. bölüm, çeşitli yerler)
10. Stalin’in davranışları, onun
hâlâ partiyi devlet üzerindeki doğrudan hâkimiyet konumundan uzaklaştırmaya
çalıştığını düşündürmektedir. Eğer niyeti böyle idiyse, bunu temkinli bir
biçimde yapıyordu. Bu temkinliliğin birtakım nedenlerini belki şöyle ifade
edebiliriz:
■ Partiye yönelik yakışıksız bir
güvensizlik görüntüsü yaratmak, komünist partilerinin henüz iktidarı ele
geçiremediği dünyanın diğer ülkeleri için kötü bir örnek yaratacaktı.
■ Merkez Komitesi ve nomenklatura,
savaştan evvel olduğu gibi, bu yaklaşıma karşı çıkacaktı.
Bu nedenle, bu iş, mümkün olduğunca az
rahatsızlığa yol açacak biçimde, sakin bir tarzda yapılmalıydı. (Mukhin, Ubyistvo,
611)
1947 Parti Programı Taslağı
11. Stalin liderliğinin
demokratikleşmeye dair planları, muhtemelen, bugün onun hakkında
bildiklerimizden daha fazlasını kapsıyordu. Tam bir antikomünist ve
anti-Stalinist tarihçi olan Pyzhikov, 1947 program taslağından, SSCB’de
demokrasi ve eşitliğin geliştirilmesi konusuyla ilgili -sadece ağzımıza bir
parmak bal sürüp arkasını getirmediği- seçmeler aktarmaktadır. Bu etkileyici ve
şimdiye dek tam olarak bilinmeyen plan hiç yayımlanmamış ve belli ki, başka
araştırmacıların ona ulaşması da mümkün olmamıştır.
12. Pyzhikov tarafından kelimesi
kelimesine aktarılan bölüm şöyledir:
“Sınıfsız bir sosyalist toplumun kuruluş sürecini
tamamlamayı temel alan sosyalist demokrasinin gelişmesi, proletarya
diktatörlüğünü giderek Sovyet halkının diktatörlüğüne çevirecektir. Tüm
toplumun her bir üyesi, adım adım devlet meselelerinin günlük yönetiminin içine
çekilecek; nüfusun komünist bilincinin ve kültürünün artması ve sosyalist
demokrasinin gelişmesi, Sovyet halkının diktatörlüğündeki zor biçimlerinin
yavaş yavaş ortadan kalkmasına ve yerini gittikçe kamuoyu
baskısının zor araçlarına bırakmasına, devletin politik fonksiyonlarının
adım adım daralmasına ve giderek, genel anlamda, toplumun iktisadi yaşamını
yöneten bir organa dönüşmesine yol açacaktır.”
Pyzhikov’un, bu yayımlanmamış dokümanın diğer
bölümlerinden yaptığı özet ise şu şekildedir:
“[Taslak] özellikle Sovyet düzeninin
demokratikleştirilmesinin daha ileri boyutlara taşınmasıyla ilgiliydi. Bu plan,
kitlelerin kültürel düzeyinde sağlam bir ilerleme kaydetme ve devletin idari
fonksiyonlarını maksimum seviyede basitleştirme temelinde, işçileri, devlet işleyişinin,
günlük mülki ve sosyal etkinliğin içine çekmeye dönük, tümel bir yöntemi esas
alıyordu. O, pratikte, üretim faaliyetinin devlet meselelerinin yönetimine
katılımla, yönetim [devlet] fonksiyonlarının adım adım tüm emekçi halk
tarafından üstlenilmesine yönelik bir dönüşümle birleştirilmesi biçiminde bir
yol benimsenmesini öngörüyordu. O, aynı zamanda, uzun uzun, halkın doğrudan
yasama faaliyetinde bulunması aşamasına geçiş fikrini işliyordu. Bu konuda şu
unsurlar temel alınıyordu:
a) hem iktisadi, hem de sosyal alanda, idari
işleyişin en önemli sorunlarının çoğunun yanı sıra, yaşam koşulları ve kültürel
gelişimle ilgili meselelerde de genel oylama ve karar belirleme yolunun
tutulması;
b) toplumsal örgütlenmelerin Yüksek Sovyet’e yeni
yasa teklifleri sunma hakkını garanti altına alan araçlarla, aşağıdan gelen
yasama inisiyatifinin yaygın biçimde genişletilmesi;
c) yurttaşların ve toplumsal örgütlerin,
uluslararası ve iç politikanın en önemli meseleleri üzerine Yüksek Sovyet’e
doğrudan teklifler sunma hakkının kabul edilmesi.
Yöneticilerin nasıl seçileceğine dair ilkeler de
göz ardı edilmemişti. Parti programının planı, komünizme doğru ilerleyişin
ulaştığı aşamaya göre, devlet organlarının tüm sorumlu üyelerinin seçim
yoluyla belirlenmesi ve bir dizi devlet organının işleyişinde, onları
giderek bütünüyle ekonominin hesap işleri ve denetimiyle görevli kurumlara
dönüştürecek değişikliklerin hayata geçmesi meselelerini öne çıkarıyordu. Bunun
için, bağımsız gönüllü örgütlenmelere maksimum gelişme imkânı sağlanması önemli
görülüyordu. Dikkat, halkın bilincinin komünist dönüşümünün gerçekleşmesine;
geniş halk kitleleri arasında, sosyalist demokrasi temelinde, ‘sosyalist
yurttaşlık’, ‘çalışma kahramanlığı’, ‘Kızıl Ordu yiğitliği’ nosyonlarının
gelişmesinde kamuoyunun etkisinin güçlendirilmesine çevrilmişti.” [vurgular
eklenmiştir –GF]
13. Yine Pyzhikov’a göre,
Zhdanov, Şubat 1947 merkez komitesi plenumuna, planlama komisyonunun
çalışmaları hakkında bir rapor sundu. Zhdanov, 19. Parti Kongresi’nin 1947
sonlarında veya 1948’de toplanmasını teklif etti. Ayrıca, parti
konferanslarının yılda bir kez ve merkez komitesi üyelerinin her yıl en az
altıda birinin “zorunlu değişimi” ile toplanmasına dair basit bir usul önerdi.
Önerinin yürürlüğe girmesinin ve bu “değişim”in, fiilen, MK üyeliğinde daha
dönüşümlü bir kompozisyona yol açması durumunda, bu, birinci sekreterlerin ve
MK’daki diğer parti liderlerinin konumlarının daha sallantılı olması, partinin
yönetim organında taze kan için yer açılması, sıradan üyelerin parti liderlerini
eleştirmelerinin kolaylaşması anlamlarına gelecekti. (Pyzhikov, 96)
14. Bu cüretkâr plan, Lenin’in,
Marx ve Engels’te tespit ettiği birtakım yaklaşımları dönüştürüp geliştirdiği,
yeni ufuklar açan çalışması Devlet ve Devrim’de öngörülen “devletin sönmesi”ne
dair fikirlerin birçoğunu yansıtmaktadır. Tüm önemli kararların alınmasına
Sovyet halkının ve örgütlerinin doğrudan demokratik katılımını ve parti
konferansları aracılığıyla her yıl merkez komitesinde, altıda bir oranının
altında olmamak üzere –en azından bunun sağladığı nöbet devri imkânı
çerçevesinde- “değişim”i önermekle, bu parti planı, hem
devlette, hem de partinin kendisinde, aşağıdan demokrasinin gelişmesini
hedefliyordu.
15. Fakat bu plan da suya düştü.
Daha önce genel hatlarıyla aktarılan, Sovyet devletinin ve partinin
demokratikleştirilmesine yönelik evvelki tekliflerdeki gibi, bunun nasıl
olduğunun ayrıntılarını da bilmiyoruz. Muhtemelen öneri merkez komitesi
plenumunda reddedildi. 19. Parti Kongresi 1952’ye kadar ertelendi. Yine bunun nedeni
de bizim için meçhuldür. Parti plan taslağının yapısı, merkez komitesinin
–birinci sekreterlerin- muhalefetinin, bu sonuca yol açmış olabileceğini akla
getirmektedir.[3]
On Dokuzuncu Parti Kongresi
16. Göründüğü kadarıyla, Stalin
liderliği, 1952’de toplanan parti kongresi ve hemen onu takip eden merkez
komitesi plenumunda, partinin devlet üzerindeki kontrolünü kaldırmak için son
bir çaba daha sarf etti. Khrushchev’le başlayarak, parti nomenklaturası
bu kongreye dair tüm anıları hafızalardan silmeye çalıştı ve orada kotarılan
her şeyi derhal kökünden söküp atmaya yöneldi. Brezhnev döneminde, 18. Kongre
de dâhil olmak üzere tüm parti kongrelerinin tutanakları yayımlandı. Fakat 19.
Kongre’nin tutanakları bugüne kadar hiç yayımlanmadı. Stalin kongrede sadece
kısa bir konuşma yaptı –ki bu yayımlanmıştır. Ama onu takip eden merkez
komitesi plenumunda yaptığı konuşma 90 dakika sürdü. Bu ikinci konuşma, seçme
bölümler hâlinde bile, hiç yayımlanmadı. Bu plenumun tutanakları da hiç
basılmadı.[4]
17. Stalin, kongreye, partinin
konumunda ve örgütsel yapısında değişikliğe gitme çağrısı yaptı. Bu
değişiklikler arasında şunlar vardı:
■ Partinin“Tüm Birlik Komünist Partisi
(Bolşevik)” olan adı resmen “Sovyetler Birliği Komünist Partisi” olarak
değiştirildi. Bu, partiyi ülkeyle ilişkilendiren ve dünyadaki diğer komünist
partilerininkilere benzeyen bir isimdi.[5]
■ Merkez komitesi politbürosunun yerini bir
“prezidyum” aldı. Bu isim, bir diğer temsili organın (MK) temsilcileri anlamına
geliyordu (örneğin Yüksek Sovyet prezidyumu gibi). Böylece bu organ ismindeki
“politik” sıfatından da sıyrılmış oluyordu -sonuçta politik olan partinin
bütünüydü, sadece yönetici organı değil.
18. Hiç şüphesiz, hem partiyi
hem de devleti değil, sadece partiyi yöneten bir organ düşüncesi daha doğruydu.
Politbüro, karışık üye profiline sahip bir organdı. Bakanlar kurulu başkanını
(devletin yürütme organının –yani devletin- başı), Yüksek Sovyet prezidyumu
başkanını (yasama organının başı), parti genel sekreterini (Stalin), başka bir
veya iki parti sekreterini ve bir veya iki bakanı daha bünyesinde
barındırıyordu. Politbüronun aldığı kararlar, hem hükümeti, hem de partiyi
bağlıyordu.
19. Böylece, politbüronun ülkede
gerçekten tartışılmaz hâkimiyete sahip konumuyla karşılaştırıldığında, prezidyumun
rolü büyük oranda sınırlandı. İçinde devlet başkanı ve Yüksek Sovyet başkanına
yer ayrılmadığından, prezidyum sadece komünist partisinin yönetim organı olmak
durumundaydı.
20. Başka değişiklikler de
yapıldı:
■ Genel sekreterlik makamı –Stalin’in yürüttüğü
görev- kaldırıldı. Stalin artık, hepsi 25 üye ve 11 aday üyeden oluşan yeni
prezidyumda yer alan 10 parti sekreterinden yalnızca birisiydi.[6]
Prezidyum, 9-11 üyeden oluşan eski politbürodan daha geniş bir yapıydı. Bu
genişliği onu, rutin ve hızlı bir biçimde yürütme kararları alan bir organdan
ziyade, meselelere daha enine boyuna kafa yoran ve daha az etkili bir organ
yapacaktı.
■ Prezidyum üyelerinin çoğu, anlaşıldığı
kadarıyla, parti liderleri değil, devlet görevlileriydi. Khrushchev ve
Malenkov, daha sonra, Stalin’in, ilk prezidyum için kendi ağzıyla teklif ettiği
kişileri nasıl olup da bu göreve uygun gördüğüne şaşacaklardı; zira bunlar
tanınmış parti üyeleri –yani birinci sekreterler- değildi. Muhtemelen Stalin
onları –parti değil- devlet liderliği çerçevesindeki konumlarından dolayı
önermişti.[7]
21. Stalin, parti genel sekreterliğinden
çekildiği 19. Parti Kongresi’nin hemen ardından toplanan MK plenumunda, kendi
getirdiği teklifle, sadece devlet başkanı (bakanlar kurulu başkanı) olarak
kalmak üzere, merkez komitesinden de istifasını sundu.
22. Stalin merkez komitesinde
yer almayıp sadece devlet başkanı olarak kalırsa, hükümet görevlileri artık
kendilerini prezidyuma –partinin en yüksek organına- hesap vermek zorunda
hissetmeyeceklerdi. Stalin’in bu hamlesi, devlet içindeki “gözetim”leri
gereksiz olan parti görevlilerinin üretim alanındaki otoritesini ortadan
kaldıracaktı. Stalin partinin başında olmadığında, parti liderliği, nomenklatura,
daha düşük bir prestije sahip olacaktı. Alt düzeydeki parti üyeleri,
kendilerini artık, birinci sekreterler ve merkez komitesi tarafından tavsiye
edilen adayları “seçmek” –yani sadece teyit etmek- zorunda hissetmeyeceklerdi.
23. Bu çerçeveden bakıldığında,
Stalin’in merkez komitesinden istifası, nomenklatura için bir felaket
demekti. Onlar, kendilerini sıradan üyelerin acımasız eleştirilerinden
koruyan tek şeyin “Stalin’in gölgesi” olduğunun herhalde farkındaydılar. Bu,
gelecekte, parti nomenklaturasının içinde sadece zeki ve yetenekli
kişilerin kalabileceği anlamına geliyordu -aynen devlet birimlerinde de olacağı
gibi. (Mukhin, Ubiystvo, 618-23)
24. Ortada yayımlanmış
tutanakların olmaması, bu plenumda vuku bulan gelişmelerin ve Stalin’in
konuşmasında dile getirdiği konuların, nomenklaturanın yayımlanmasını
istemeyeceği türden şeyler olduğunu düşündürmektedir. Bu, ayrıca, Stalin’in
“tam yetkili” olmadığını da göstermektedir –ve bunu vurgulamak önemlidir.
Örneğin Stalin’in bu plenumda Molotov ve Mikoian’a yönelttiği ciddi
eleştiriler, ölümünün üzerinden çok uzun bir süre geçene dek yayımlanmamıştır.[8]
25. Ünlü Sovyet yazarı
Konstantin Simonov da bir MK üyesi olarak toplantıdaydı. Simonov, Stalin
kendisinin merkez komitesi sekreterliği görevinden çıkarılmasının oya sunulması
teklifi getirdiğinde, Malenkov’un şok ve panik hâlinde tepki verdiğini
kaydetmiştir. (Simonov, 244-5) Gürültülü bir muhalefetle karşılaşınca, Stalin,
teklifinde ısrarcı olmamıştır.[9]
26. Bunu yapma imkânı bulur
bulmaz, parti liderliği, hemen 19. Parti Kongresi kararlarını iptal etmeye
yöneldi. 2 Mart’ta, Stalin bilinci yerinde olmasa da hâlâ hayattayken,
Stalin’in daçasında dar bir prezidyum (temelde eski politbüro üyelerinden
oluşan) toplantısı yapıldı. Liderlik, prezidyumun 25 üye yerine tekrar 10 üyeye
indirilmesini kararlaştırdı. Bu, özünde, eski politbüroya dönüş demekti. Parti
sekreterlerinin sayısı yine beşe indirildi. Khrushchev, sekreteryanın
“koordinatör”lüğüne getirildi. Ve ardından, beş ay sonra da “birinci sekreter”
yapıldı. Sonuçta, 1966’da, prezidyumun adı tekrar politbüroya çevrildi.
27. SSCB’nin geriye kalan tarihi
boyunca parti, üst kademesi bozulmuş, kendi kendini seçen, kendi kendine
rütbeler veren bir imtiyazlı seçkinler tabakası hâline gelerek, Sovyet
toplumunu yönetmeye devam etti. Gorbachev yönetimi altında, bu yönetici grup,
SSCB’yi feshetti ve kendi kendine iktisadi zenginlik ve yeni kapitalist
toplumun siyasal liderliğini bahşetti. Aynı zamanda, her şeyi emekleriyle
yaratan Sovyet işçi sınıfı ve köylülerinin birikimlerini onlardan çaldı, talan
etti; SSCB’nin halk tarafından yaratılan muazzam zenginliğinin üstüne oturdu.
Bu aynı eski nomenklatura, bugün de, Sovyet sonrası devletleri
yönetmeye devam etmektedir.
Lavrentii Beria[10]
28. Beria, Sovyet tarihindeki en
çok iftiraya uğramış figürdür. Bu yüzden, Beria’nın yaptıklarına dair tarihsel
yargının Sovyetler Birliği’nin sonunun hemen ardından başlayan tersine
dönüşümü, bu makalenin ana konusu olan Stalin’in rolünün bilimsel çerçevede
yeniden değerlendirilmesinden bile daha dramatik olmuştur.
29. Beria’nın “yüz gün”ü
-aslında Stalin’in 5 Mart 1953’teki ölümünden Beria’nın 26 Haziran’da azledilmesine
kadar geçen 112 gün- çok sayıda çarpıcı reforma girişilmesine tanık olmuştur.
Eğer Sovyet liderliği bu reformların tam olarak hayata geçmesine izin verseydi,
Sovyetler Birliği’nin, uluslararası komünist hareketin, Soğuk Savaş’ın
–kısacası 20. yüzyılın ikinci yarısının- tarihi son derece farklı olurdu.
30. Beria’nın reform
girişimleri, en azından, hepsi ciddi öneme sahip ve bir kısmı bugün, Rus
hükümetinin onlar hakkındaki en önemli birinci el kaynakları en güvenilir
araştırmacılara bile kapalı tutmasına rağmen, özel çalışma konusu oluşturan şu
unsurları içermektedir:
■ Almanya’nın sosyalist olmayan, tarafsız bir
devlet olarak yeniden birleştirilmesi (Almanlar arasında haddinden fazla
taraftar bulacak ve ABD de içinde olmak üzere NATO müttefikleri tarafından
şüphesiz sıcak karşılanacak bir adım)
■ Komintern’e karşı Batı’yla yaptığı ilan
edilmemiş ittifaktan vazgeçmeyi taahhüt eden Yugoslavya’yla ilişkilerin
normalleştirilmesi
■ Yakınlarda ilhak edilen Batı Ukrayna bölgeleri
ve Baltık devletlerinde, milliyetçi göçmen gruplarının en azından bir kısmını
etkilemeyi de amaçlayarak, “Ruslaştırma” karşıtı bir uluslar politikası gütme.
Gürcistan ve Beyaz Rusya’yı da kapsamak üzere, diğer Rus olmayan bölgelerde
uygulanan uluslar politikasında da reforma gitme
■ 1930’lar ve 1940’larda özel yargı
organları –troykalar ve NKVD “özel komisyon”ları- tarafından haksız
yere mahkûm edilen kişilerin haklarının iadesi ve uğradıkları haksızlıkların
tazmini (Beria yönetiminde bu süreç, suçlu olduğu kesin birçok kişinin “itibarının
iade edildiği” Khrushchev yönetimindeki süreçten çok farklı bir biçimde
işledi).
31. Beria’nın büyük oranda
yürürlüğe koyduğu diğer reformlardan bazıları ise şunları içeriyordu:
■ Devlete karşı işlenen suçlardan dolayı hapse
atılmış bir milyon kişi için af
■ Eski NKVD şefi Kruglov’un merkez komitesinden
tamamen çıkarılması, NKVD görevlilerinin bulaştığı haksız suçlamalar ve
cezalandırmaların soruşturulmasına izin verilmesi ve öte yandan, “Doktorlar
Komplosu”na yönelik soruşturmanın durdurulması.[11]
■ NKVD “özel komisyon”unun insanlara ölüm ve uzun
süreli hapis cezaları verme yetkisinin kaldırılması.
■ Sadece Stalin “kült”üne değil, genel olarak
lider kültünün tamamına karşı bir tutumla, resmi tatil törenlerinde liderlerin
portrelerinin bulundurulmasının yasaklanması. Bu uygulama, Beria’nın
azledilmesinin kısa bir süre sonrasında parti liderleri tarafından kaldırıldı.
Beria’nın Demokratik Reform
Hareketleri
32. Beria, resmi olarak, 26
Haziran 1953’te politbüro üyesi arkadaşları ve bazı generaller tarafından
tutuklandı. Bu tutuklama faraziyesinin ayrıntıları karanlıkta kalmıştır ve bu
konuda çelişkili anlatımlar söz konusudur.[12]
Öyle ya da böyle, Temmuz 1953 plenumunda Beria’ya çeşitli suçlamalar
yöneltildi. Mikoyan şunları anlatmaktadır:
“O [Beria] Kızıl Meydan’da Stalin’in kabri
başında sunumunu yaptığında, konuşmasının ardından şöyle dedim: ‘Konuşmanda her
yurttaşa anayasanın öngördüğü hakları ve özgürlükleri garanti ettiğin bir bölüm
vardı. Sıradan bir hatibin konuşmasında bile bunlar boş sözler değildir. Hele
de bir içişleri bakanının konuşmasında bu bir eylem programı anlamına gelir;
onu hayata geçirmek zorundasın.’ O da bana cevap verdi: ‘Onu hayata
geçireceğim.’” (Beria, 308-9; Mukhin, 178)
33. Beria, Mikoyan’ı
heyecanlandıran bir şey söylemişti. Açık bir gerçekti ki, bu kritik noktada,
Kızıl Meydan’da yaptığı ve anayasaya atıfta bulunan konuşmasında, Beria,
komünist partisini işin içine hiç katmamış, sadece Sovyet yönetimi hakkında
konuşmuştu. Beria’nın, Malenkov’un ardından ikinci konuşmayı yapması, onun
artık Sovyet devletinde ikinci kişi olduğunun açık bir işaretiydi. Beria şöyle
diyordu:
“Ülkemizin işçileri, kolhoz köylüleri ve
aydınları, Sovyet hükümetinin, Stalin anayasasında yazıldığı üzere, onlara
haklarını sebatla ve yılmadan sağlayacağını bilerek, huzur ve güven içinde
çalışabilirler… Ve bundan böyle, Sovyet hükümetinin dış siyaseti,
Leninist-Stalinist barışı koruma ve güçlendirme politikası doğrultusunda
yürüyecektir… (Beria, “Speech”)
34. Mukhin, bu pasajla ilgili
olarak, aşağıdaki, makul görünen yorumu yapmaktadır:
“Sıradan halk Beria’nın söylediklerinin ne anlama
geldiğini pek fazla anlamadı; lakin parti nomenklaturasına göre, bu,
şiddetli bir saldırıydı. Beria, ülkeyi bundan sonra parti –ya da onlar- olmadan
yönetmeye kalkışıyordu. O, halka, onların haklarını koruma
sözü vermişti; ki bu haklar, parti değil, anayasa tarafından veriliyordu!
(Mukhin, 179)
35. Aynı Haziran 1953 plenumunda
Khrushchev şunları söylüyordu:
“Hatırlayın, sonra Rakosi [Macar komünist lider]
şöyle dedi: Neyin bakanlar kurulunda neyin merkez komitesinde karara bağlandığı
nasıl bilinecek; bu noktada nasıl bir ayrım olacak… Ardından Beria şunu
söyledi: Ne merkez komitesi? Bakanlar kurulu karar alacak; merkez komitesi ise
kadro ve propaganda meseleleriyle ilgilenecek.” (Beria, 91)
36. Daha sonra, aynı plenumda,
Lazar Kaganovich, Khrushchev’in üzerinde durduğu noktayı daha da açtı:
“Parti bizim için en üst unsurdur. Hiç kimsenin o
alçak [Beria] gibi konuşmasına izin verilemez: merkez komitesi, bizim,
bolşeviklerin, kavradığı gibi, politik liderlik, bütün hayatın liderliği değil
de, kadro ve propaganda [içinmiş].” (Beria, 138)
37. Bu adamlar, öyle görünüyor
ki, Beria’nın partiyi ülkenin doğrudan yönetimi işinin dışına taşımaya
yöneldiğine inanıyorlardı. Bu, Stalin ve yakın arkadaşlarının 1935-37’de
anayasa tartışmaları sırasında verdikleri mücadeleye çok benziyordu. Aynı
durum, 1947 parti programı taslağında ve sadece birkaç ay önce gerçekleştirilen
19. Parti Kongresi ile onu takip eden merkez komitesi plenumunda Stalin’in
Bolşevik Partisi’ni yeniden yapılandırmaya yönelik girişiminde de görülebilir.
38. Beria’nın oğlu Sergo,
babasıyla Stalin’in, partinin Sovyet toplumunun doğrudan yönetiminden
uzaklaştırılması ihtiyacı konusunda anlayış birliği içinde olduklarını
söylemektedir.
“Babamın parti organlarıyla ilişkisi
sıkıntılıydı… O, parti organları hakkındaki düşüncelerini hiçbir zaman
gizlememiştir. Örneğin, Khrushchev’le Malenkov’a, doğrudan, parti organlarının
toplumu bozduğunu söylemişti. Söz konusu işleyiş, daha önceki süreçlere, Sovyet
devletinin daha henüz kurulduğu dönemlere tamamen uygun bir işleyişti. Babam
onlara şunu soruyordu: Fakat bugün bu idarecilere kimin ihtiyacı var?
O, aynı dobra dobra konuşmaları, merkez
komitesindeki aylakların doğal olarak umurunda bile olmayan endüstri ve fabrika
yöneticileriyle de yapmıştı.
Babam, Stalin’e karşı da tamamen açık sözlüydü.
Joseph Vissarionovich, parti organlarının somut meselelerde sorumluluk almaktan
uzak durduklarını ve sadece laf üretip hiçbir şey yapmadıklarını kabul
ediyordu. Ölümünden bir yıl önce, Stalin yeni merkez komitesi prezidyumu
önerisini sunduğunda, ana tema olarak, ülkenin yönetimi konusunda yeni biçimler
bulmanın gerekliliği ve eski biçimlerin en yetkin biçimler olmadığı üzerinde
duran bir konuşma yaptığını biliyorum. O sıralar, partinin etkinliği konusunda
ciddi bir tartışma yürütülüyordu.” (Sergo Beria, Moy Otets Lavrentii Beria)
39. Devlet-parti ilişkilerinin
Beria’nın planladığı biçimiyle yeniden yapılandırılması, muhtemelen, sıradan
parti üyelerinin yanı sıra partisiz Sovyet vatandaşlarının çoğunluğu tarafından
da son derece sıcak karşılanacak bir gelişme olacaktı. Nomenklatura
için ise, bu, son derece büyük bir tehlikeydi.
40. Mukhin meseleyi şu şekilde
koymaktadır:
“Beria, halkın zihnine, ülkenin merkezi ve yerel
anlamda, anayasanın belirttiği gibi, Sovyetler tarafından yönetilmesi
gerektiği, partinin ise, propaganda yoluyla, her düzeydeki
Sovyet temsilcilerinin komünist olmasını temin edecek
ideolojik bir organ olması gerektiği fikrini sokmaktan geri durmuyordu. O,
anayasanın bütünüyle hayata geçirilmesi çabasının yeniden canlandırılmasını,
tekrar onun sloganına (“Bütün İktidar Sovyetlere!”) dönülmesini teklif
ediyordu. Beria’nın yaklaşımları yalnızca fikri çerçevede kaldığı sürece, nomenklatura
için bu, belki hoşnutsuzluk verici, ama pek fazla korkutucu da olmayan bir
durum oluşturmaktan öteye gitmeyebilirdi. İktidarın sahibi onlar olduğundan,
Yüksek Sovyet delegelerini seçebilir ve onları, Beria’nın fikirlerinin hayata
geçmesini engelleyecek bir biçimde davranmaya yönlendirebilirlerdi. Lakin
diyelim ki Beria sekreterlerin ve merkez komitesinin seçimleri ve Yüksek Sovyet
oturumlarını yönlendirmelerine izin vermedi, o zaman vekiller ne tür kararlar
alacaktı?” (Ubiystvo, 363-4)
41. Mantıksal olarak, bu durum,
Beria’yı parti nomenklaturasının büyük çoğunluğundan ciddi biçimde
koparmıştı. (Ubiystvo, 380) Bu grubu ya da en azından onun büyük ve
aktif kesimini yönlendiren ve çıkarlarını temsil eden kişi Khrushchev’di. Ve
Khrushchev tamamen farklı bir “demokrasi” anlayışına sahipti. Ünlü film
yönetmeni Mikhail Romm, Khrushchev’in, entelektüellerle yaptığı bir toplantıda
kullandığı ifadeleri kaydetmişti:
“Elbette hepimiz burada sizi dinliyor, sizinle
konuşuyoruz. Fakat kararı kim verecek? Bizim ülkemizde halk karar vermeli. İyi
de, kimdir halk? O, partidir. Parti kimdir? O, biziz. Biz partiyiz. Bu demektir
ki, biz karar vereceğiz. Ben karar vereceğim. Anladınız mı?” (Alikhanov)
42. Mukhin’in söylediği gibi:
“Partinin, milyonlarca komünistin örgütü olması durumu sona erdi. Onun
tepesinde yer alan insan grubu, partinin kendisi oldu.” (Mukhin, Ubiystvo,
494)
Stalin’in ve Beria’nın Ölümleri …
ve de Diğerlerinin?
43. Beria’nın ölümünün etrafını
saran sır perdesine ek olarak, Stalin’in de, aldığı bir darbenin, hatta belki
de zehirlenmesinin ardından, daçasındaki ofisinde, yerde ölüme terk edildiğine
dair güçlü kanıtlar söz konusudur. Bu meseleyi burada özetlemek için yeterli
zamanımız veya yerimiz bulunmamaktadır.
44. Bununla birlikte, şimdiki
amaçlarımız açısından bu gerekli de değildir. Bu öyküler hakkında her türlü
siyasi kamptan Ruslar arasındaki yaygın söylem ve inanç, çok sayıda Rusun,
Stalin ve Beria’nın ölümlerinin nomenklaturanın çıkarlarına son derece
uygun olduğunu düşündüğünü göstermektedir. Beria’nın, aynen Stalin gibi,
komünist bir perestroyka -fakat bu isim altında, 1980’lerin sonundan
itibaren ülkenin aşırı sömürülmesi ve talan edilmesi sürecini başlatan tarzda
iktisadi erkin değil, siyasi erkin “yeniden yapılandırılması”- istediğinin
kanıtlanması meselesi, onların öldürülmüş olabileceğini bir biçimde kanıtlama
meselesinden tamamen bağımsızdır.
45. Stalin’in ve Beria’nın
demokratikleşme konusunda uğradıkları başarısızlıkların dolaysız sonucu,
SSCB’nin kaderinin bütünüyle parti liderliğinin eline kalmasıdır. Sovyetler
Birliği’nde ortaya bir işçi demokrasisi çıkmamıştır. En üstteki parti
liderleri, mülki ve iktisadi çerçevedekiler de dâhil, tüm önemli pozisyonlar
üzerindeki tekellerini sürdürmüşler ve doğrudan kapitalist ülkelerdeki
benzerleriyle ciddi bir koşutluk içinde, tamamen asalak ve sömürücü bir
tabakaya evrilmişlerdir.
46. Bu tabaka, gerçekte, bugün
hâlâ iktidardadır. Gorbachev, Yeltsin, Putin ve Rusya ile Sovyet sonrası
devletlerin diğer liderlerinin hepsi, eski parti liderlik kurumunun içinde yer
almış unsurlardır. Onlar, son derece ayrıcalıklı görevliler olarak, uzun süre
Sovyet yurttaşlarını sömürdüler. Derken, aynı unsurlar, Gorbachev liderliğinde,
sadece işçileri değil, giderek geniş orta sınıfı da
yoksullaştıran, SSCB işçi sınıfına ait, kolektif olarak üretilmiş tüm
zenginliğin özelleştirilmesi sürecini yönettiler. Buna, dünya tarihindeki en
büyük gasp hareketi denmektedir.[13]
Parti nomenklaturası Sovyetler Birliği’ni yok etmiştir.
(Bivens&Bernstein; O’Meara; Williamson)
47. Aynı kesim, 1930’larda
gerçekleştirilen kitlesel idamlardaki kendi rollerini, Stalin’in
demokratikleşme teşebbüslerini boşa çıkarmadaki başarılarını, Stalin’in ve
Beria’nın öngördüğü reformları hayata geçirmeyi reddedişlerini –kısacası
Sovyetler Birliği’nin demokratikleşmesine karşı çıkışlarını- gizlemek için her
şeyden dolayı Stalin’i suçladılar, 1930’larda SSCB’deki ciddi komplolar
hakkında yalanlar söylediler ve gerçekleştirilen kitlesel idamlarda kendi
oynadıkları rolün üstünü örttüler.
48. Khrushchev’in 1956 “gizli
konuşma”sı, tarihte dünya komünist hareketine indirilmiş en büyük ve eşi
benzeri olmayan bir darbedir. O, şimdi artık güvenebilecekleri bir komünist
lider bulduklarına inanan her yerdeki antikomünistlere cesaret vermiştir.
SSCB’nin son bulmasından bu yana gün ışığına çıkan dokümanlar, Khrushchev’in
konuşmasında Stalin’e fiilen yönelttiği tüm suçlamaların yalan olduğunu bariz
bir biçimde ortaya çıkarmıştır. Bu ortaya çıkış da, bizi, Khrushchev’in
Stalin’e yönelik saldırısının ardında yatan gerçek nedenleri araştırmaya
zorlamıştır.[14]
Rus araştırmacılar, Khrushchev ve Sovyet liderliği içindeki korosu tarafından
Beria’ya yöneltilen “resmi” suçlamaların da düzmece ve tamamen kanıttan yoksun
olduğunu şimdiden göstermişlerdir. Beria’nın kanun yoluyla katli, onu
katledenlerin asla dile getirmedikleri nedenlerden dolayıdır. Bu her iki olayın
da etrafını saran “yalanlar koruması” bizi şu soruyu sormak zorunda
bırakmaktadır: Gerçekte olan neydi? Elinizdeki çalışma bu soruya bir cevap
önermektedir.
Sonuçlar ve Gelecek Araştırma
49. Stalin’in, çok adaylı
seçimlere dair planında, açık bir biçimde rekabetçi politik partileri
öngörmemesi, şu soruyu meşru kılmaktadır: Eğer Stalin düşündüğünü yapabilseydi,
ortaya çıkan sonuç ne kadar “demokratik” olacaktı? Demokrasi hakkındaki
soruların cevapları, bir başka soruyla başlar: “’Demokrasi’yle kastedilen
nedir?”
50. Endüstriyel kapitalist
dünyada, o, seçimlerde siyasal partilerin yarıştığı, lakin bu yarıştaki tüm
siyasal partilerin elit, aşırı varlıklı ve otoriter kişi ve gruplar tarafından
kontrol edildiği bir sistem anlamına gelir. Bu “demokrasi”, asla, bizzat
kapitalizmin kendisinin iktidardan “oylama yoluyla düşürülmesi” imkânını
içermez. Bu “demokrasi”, kapitalist sınıfın yönetiminin –kısaca, “demokrasi
yoksunluğu”nun- bir formu ve tekniğidir.
51. SSCB’de, yurttaşlar ve
yurttaş grupları arasında, işçi sınıfı iktidarının kabul edebileceği sınırlar
çerçevesinde yapılacak çok adaylı seçimler işlevsel bir netice verebilir miydi?
Bu tarz seçimler gelecekteki bir sosyalist toplumda işe yarayabilir mi?
Sınıfsızlığı amaçlayan bir toplumda “temsili demokrasi”nin, yani seçimlerin
önemi nedir? 1936 anayasasının öngördüğü bu yöndeki koşullar SSCB’de hiçbir
zaman yürürlüğe girmediğinden, bu önerinin güçlü ve zayıf taraflarının neler
olabileceğini asla bilemeyeceğiz. Marx ve Engels, Paris Komünü pratiği üzerine
yaptıkları çalışmalarla proletarya demokrasisinin yapısı hakkında önemli
çıkarımlarda bulunmuşlardı. Sovyetler Birliği’nde, Stalin döneminde, çok adaylı
seçimler biçiminde paralel bir deneyime sahip olamamamız bir trajedidir. Bu
süreç yaşansaydı, hiç şüphesiz, bu deneyimin hem zayıf, hem de güçlü tarafları
hakkında öğreneceğimiz birçok şey olacaktı.
52. Siyasal olarak antikomünizm
güdülü araştırmacılar, eskimiş ve düzmece olan, ama henüz yeterince itibarını
kaybetmemiş Khrushchevci/Soğuk Savaşçı “anti-Stalin” paradigmaya hayat vermeye
devam edeceklerdir. Buna karşın, Sovyetler Birliği tarihinin, eskiden gizli
olan Sovyet dokümanlarının bir sel gibi gün ışığına çıkmasıyla birlikte yeniden
araştırılması süreci de, Rusya’da uzun zamandır başlamış bulunuyor. Bu akım
yakında başka yerleri de saracaktır. Elinizdeki çalışmanın temel amaçlarından
birisi de, bu gelişmeleri, onlardan haberi olmayan diğer insanlara aktarmaktır.
53. Bir nokta, neredeyse her
okurun dikkatini hemen çekecektir. “Kişi kültü” ve Stalin’i kuşatan aşırı övgü
aracılığıyla, Stalin’i bir “tam yetkili diktatör” olarak görmeye
koşullandırılmaktayız. Soğuk Savaşçı/Khrushchevci, tamamen uydurma ve bu
çalışmada belirtilen araştırmalar tarafından çürütülen bu paradigma, bizim
Sovyet tarihi algımızı ölümcül bir biçimde sakatlamaktadır. Aslında Stalin asla
“tam yetkili” olmamıştır. O, diğer parti liderlerinin ortak çabalarıyla, köşeye
sıkıştırılmıştır. Stalin, hiçbir zaman anayasal reformlar hedefine
ulaşamamıştır. Ayrıca o, ne birinci sekreterleri, ne de yerel NKVD unsurlarını
kontrol edebilmiştir.
54. “Kült” politik mücadeleleri
gizleyen bir örtüdür. Merkez komitesi plenumlarına ait tutanaklar, bolşevik
liderlerin ara sıra Stalin’le doğrudan tartışmaya girmelerine karşın, bunun
nadiren yaşanan bir durum olduğunu göstermektedir. Siyasal anlaşmazlıklar
açıkça ortaya konup çözümlenemiyordu. Bunun yerine, karşıtlıkların başka
zeminlerde halli yoluna gidiliyordu. Bu zeminlerin bir kısmı, birinci
sekreterlerin 1937 Temmuzunda yaptıkları gibi, gayri resmiydi. Bazı meseleler
polisiye metotlarla çözümlenmeye çalışılıyor, siyasal anlaşmazlıklar düşmanca
karşıtlıklara tahvil ediliyordu.
55. Mekanizması ne olursa olsun,
“kült”ün işleyişi otoriter ve son derece antidemokratikti. Stalin, bu durumun
belirli oranda farkına varmış birkaç Sovyet liderinden biri gibi görünmektedir.
Hayatı boyunca, birçok kez “kült”ü kınamıştı.[15]
Buna karşın, açıktır ki, Stalin, onun kaçınılmaz biçimde ne kadar kötü
sonuçlara yol açacağını hiçbir zaman tam olarak anlayamamıştır.
56. Burada ulaşılan ve neredeyse
tamamen diğer araştırmalara dayalı olan sonuçlar, araştırma faaliyetinin
genişletilebileceği birkaç önemli alana işaret etmektedir:
■ Sınıfsız bir topluma doğru ilerleme amacındaki
bir sosyalist toplumda “demokrasi”nin alabileceği biçim nedir? 1936
anayasasının yürürlüğe girmesi, Stalin tarafından öngörüldüğü gibi, hem
Sovyetler Birliği’ni demokratikleştirme, hem de Bolşevik Partisi’ni, temel
görevi ülkeyi komünizme doğru götürmek olan bir kendini adamış devrimciler
örgütü biçimindeki asli rolüne döndürme yönünde olumlu bir netice verebilir
miydi? Yoksa burjuva kapitalist demokrasi konseptinin birçok yönünü daha baştan
bünyesinde barındıran bu model, SSCB’nin kapitalizme doğru evrimini, engellemek
bir yana, daha da hızlandırır mıydı?
■ Bir komünist partisinin böyle bir toplumda
işlevsel rolü nedir? Siyasal liderliğin, işçi sınıfının demokratik erk sahibi
kılınmasına uygun, özgün formları nelerdir? Hangi siyasal –ve iktisadi-
liderlik formları bu toplumun amaçlarıyla çelişir?
57. Seçimler ve “temsili”
yönetimin, devleti işçilerin ve köylülerin çıkarlarını ifade eden devlet hâline
getirmeye yeterli olduğu fikrini bir kez sorgulamaya başladık mı, bu bizi 1936
anayasasının da, yürürlüğe girmiş olsaydı bile, bu amacı gerçekleştiremeyeceği
düşüncesine götürür. Bu durum, “çözüm”ün devleti daha da güçlendirmek, partiyi
ise zayıflatmak olmadığını akla getirebilir –göründüğü kadarıyla Stalin ve Beria’nın
düşündüğü gibi. Marksistlerin inancına göre, devlet şu veya bu sınıf tarafından
yönetilir; o zaman partinin tepe kademesinden veya toplumun diğer kesimlerinden
yeni bir yönetici sınıf türerse, devleti o yönetecek ve devlette bu yönetimi
daha etkin kılacak değişiklikleri yapacaktır. Bu da parti-devlet farkının suni
ve aldatıcı olduğuna ve ortadan kaldırılması gerektiğine delalet eder.
■ “Bürokratizm”/”bürokrasi” terimi bir yandan bir
probleme işaret ederken, öte yandan da diğer problemleri gizlemektedir. Ben,
yukarıda aktarılan iki sorunun (demokrasi ve partinin rolü), sosyalist ya da
komünist toplumun örgütlü ve siyasal bilince sahip kesimi ile daha az örgütlü
ve siyasal bilinci daha düşük, lakin hâlâ iktisadi açıdan üretimin büyük
kısmını gerçekleştiren kesimi arasındaki ilişkide yaşanan problemler hakkında
kafa yorarken daha verimli ve daha materyalist bir yöntemi işaret ettiğini
düşünüyorum.
■ Genel olarak bolşevikler, özel olarak da
Stalin, siyasal ve teknik yetenekler veya eğitim arasına büyük bir mesafe
koyuyorlardı. Fakat hiçbir zaman, “kızıl” ile “uzman” arasındaki çelişkiyi (Çin
Kültür Devrimi sırasında kavramlaştırılan ikilem) layıkıyla ele almadılar.
Fiilen tüm sosyalistler tarafından paylaşılan, siyasal “gözetim” veya
“denetim”in teknik bilgi ve üretimden ayırt edilebileceği fikri, bir ölçüde,
“tekniğin” –bilimin- siyasal açıdan tarafsız olduğu ve eğer randımanlı bir
biçimde gerçekleştirilirse, iktisadi üretimin bizzat kendisinin siyasal açıdan
“sol” ya da “komünist” olacağı yanlış anlayışının bir yansımasıydı.
Devlet-parti ikilemi bu yaklaşımdan çıkıyordu.
■ Bir komünist partisi bağlamında “parti içi
demokrasi” ne anlama gelir? SSCB’de, 1920’lerdeki parti konferansları ve
kongrelerinde görüşleri yenilgiye uğrayan birçok muhalif güç, sonuçta parti
liderlerine dönük suikastları, hükümet darbesini amaçlayan komplolara, düşman
kapitalist güçlerle işbirliğine ve onlar namına casusluğa yöneldi. Aynı
süreçte, yerel parti liderleri de, kendilerini sıradan parti üyelerine –ve
elbette aynı zamanda çok daha yüksek sayıdaki komünist olmayan nüfusa-
yabancılaştıran diktatörce alışkanlıklar geliştirdiler ve bir yandan da
kendilerine maddi ayrıcalıklar sağladılar.
58. Üst düzeyde parti konumunun
getirdiği maddi yararlar, nomenklatura denen tabakanın oluşumunda
önemli, hatta belirleyici bir rol oynamış olmalıdır. Keza Stalin’in partiyi doğrudan
yönetimden uzaklaştırmaya ve onu “ajitasyon ve propaganda” görevine döndürmeye
yönelik aşikar hedefi, Stalin’in -ve belki başkalarının da- bu çelişkili
durumun belirli oranda farkında olduğuna dair bir gösterge olabilir. Büyük
ücret farklılıkları, SSCB’de endüstrileşmeyi teşvik etmede ne ölçüde temel
alınmıştı? Eğer temel alınmışsa, bu, parti üyelerinin maddi
ayrıcalıklara ulaşmasına izin veren bir hata mıydı –yüksek ücret, daha
iyi konut, özel mağazalar, vs.? Bu kararların alındığı 1920’lerde ve 1930’ların
başlarındaki politik koşullara dair daha tam bir araştırma gereklidir.
“Maksimum parti maaşı” etrafında dönen ve bugün ulaşılmazlıklarını koruyan
tartışmalara dair belgeleri bulmaya ve onların üzerinde çalışma yapmaya ihtiyaç
vardır.
59. Zhukov ve Mukhin, tespit
ettikleri ve Stalin’le Beria’ya atfettikleri taktiğin (parti liderlerini
devleti yönetme işinin dışına taşıma) gerçekten de partiyi dejenerasyondan
korumak için en büyük şans olduğuna inanıyor görünmektedirler. Yukarıda işaret
ettiğim gibi, belki de dejenerasyonun gerçek nedeni, parti içindeki
“Kızıl-uzman” karşıtlığından ziyade, parti liderlerinin kendi ayrıcalıklarını
koruma çabasıdır.
60. Elbette başta, maddi
teşviklerin, donanımlı fakat burjuva, antikomünist, işçi sınıfı karşıtı
entelektüelleri SSCB’nin endüstriyel temelinin inşa edilmesine yardımcı olmak
üzere toparlamak için zorunlu olduğu düşünülmüştü. Bundan dolayı, yüksek
ücretlerin teknik açıdan yetkin insanları (yetenekli işçiler de dâhil) Bolşevik
Partisi’ne katılmaya ya da sıklıkla insan sağlığını tehlikeye sokan ve kişileri
aile yaşamlarını feda etmeye zorlayan uygunsuz yaşam ve çalışma koşullarında
sıkı bir biçimde çalışmaya teşvik etmek için gerekli olduğu savunulabilirdi.
Böylece, baştan aşağı kapitalist tarzda eşitsizlikler zırhı kuşanma eğilimi
aklanabilirdi ve aklandı da.
61. Belki de Stalin ve Beria,
sadece partiyi “sırf siyasal” işlevine döndürmenin onu dejenerasyondan
koruyabileceğine inanıyorlardı. Bu plan (eğer onların planı bu idiyse) asla
hayata geçmediği için, bu öngörünün doğru olup olmadığını gerçekten bilemeyiz.
Lakin ben, “maddi teşvik”, yani iktisadi eşitsizliğin temel bir unsur
olduğundan kuşkulanıyorum. Felix Chuev’le yaptığı söyleşide, yaşlı Molotov
giderek artan “eşitsizlik” zarureti karşısında düşüncelidir ve büyüyen
eşitsizliği gördüğü için, SSCB’deki sosyalizmin geleceğinden kaygı duymaktadır.
Molotov bu sürecin temellerinin izini Stalin’in ya da Lenin’in zamanına kadar
sürmemektedir. Aslında Molotov, aynen Stalin gibi, Lenin’in bıraktığı mirasa
eleştirel bir gözle bakamamaktadır; oysa üretimi teşvik etmek için
eşitsizliklerin muhafaza edilmesi ve genişletilmesi zaruretinin izleri, Marx’ın
Gotha Programının Eleştirisi’ne kadar sürülmese bile, en azından
Lenin’e kadar sürülebilir.
62. Kişinin sorduğu sorular,
kaçınılmaz bir biçimde, onun siyasal kaygılarını yansıtır ve gösterir. Ve benim
sorularım da, bu anlamda bir istisna değildir. İnanıyorum ki, Bolşevik
Partisi’nin Stalin dönemi tarihi (antikomünist yalanlar ve şimdiye kadar
yazılanlarla bulandırılmış bir tarih) gelecek kuşaklar için çok sayıda ders
içermektedir. Yol çizebilmek için geçmişe bakan siyasal aktivistlerin ve daha
iyi bir dünyaya ulaşma yönündeki en büyük katkılarını, geçmişteki bu tür
mücadelelerin araştırılması yoluyla yapabileceklerini düşünen, siyasal bilince
sahip araştırmacıların, Sovyetler Birliği’nin bıraktığı mirastan öğrenecekleri
çok şey vardır.
63. Haritaları gerçekten ziyade
tasavvura dayalı ortaçağ denizcileri gibi, biz de, bugüne dek genel kabul
görmüş ve temelde uydurma SSCB tarihleri tarafından yanıltıldık. Dünyanın ilk
sosyalist deneyiminin gerçek tarihini keşfetme süreci, daha yeni yeni başlamış
bulunuyor. Bu çalışmayı okuyan herkes, benim bunun geleceğimiz açısından çok
büyük öneme sahip bir süreç olduğuna inandığımı fark edecektir.
İkinci Bölüm İçin Ek Kaynakça
Chilachava, Raul’, Syn
Lavrentiia Beria rasskazyvaet, Kiev: Inkopress, 1992.
Dobriukha, Nikolai, “Otsy I otchimy ‘ottepeli’.” Argumenty
I Fakty, 18 Haziran 2003. <http://www.aif.ru/online/air/1182/10_01>de.
Koshliakov, Sergei, “Lavrentiia Beria
rasstreliali zadolgo do prigovora”, Vesti Nedeli, 29 Haziran 2003.
Prudnikova, Elena, Beria. Prestupleniia,
kororykh ne bylo, St. Petersburg: Neva, 2005.
Prudnikova, Elena, Stalin. Vtoroe Ubiystvo,
St.Petersburg: Neva, 2003.
Pyzhikov, A. “N.A., Voznesenskii o perspektivakh
poselvoennogo obnovleniia obshchestva”; <http://www.akdi.ru/id/new/ek5.htm>de.
Rubin, Nikolai, Lavrentii Beria. Mif I
Rea’nost’, Moskova: Olimp; Smolensk: Rusich, 1998.
Service, Robert, Stalin. A Biography,
Cambridge, MA: Belknap Press, 2004.
Smirtiukhov, Mikhail, Mülakat, Kommersant-Vlast’,
8 Şubat 2000; <http://www.nns.ru/interv/arch/2000/02/08/int977.html>de.
Sul’ianov, Anatolii, Beria: Arestovat’ v
Kremle, Minsk: Kharvest, 2004.
Toptygin, Aleksei, Lavrentii Beria,
Moskova: Yauza, Eksmo, 2005.
[1]
Kararın tam metni için bkz. Zhukov, Stalin. Ayrıca, metnin yeniden
baskısının da bulunduğu Zhukov’un daha evvelki değerlendirmesi için bkz. Tayny,
270-276.
[2]
Bir başka arşiv çalışması, sayıların 6, 6 ve 5 biçiminde olabileceğini
göstermektedir. BKZ. Khlevniuk O. ve diğerleri, Politburo TsK VKP(b) i
Sovet Ministrov SSSR 1945-1953. Moskova: ROSSPEN, 2002, 428-431.
[3]
Pyzhikov, bu demokratik çabayı Leningradlılara, özellikle de Voznesensky’ye
atfetmektedir. (Bkz. onun “N. A. Voznesenski” başlıklı makalesi, <http://www.akdi.ru/id/new/ek5.htm>te).
Aktarılan gelişmeler, zımnen, Zhdanov’un da teklifi desteklediğine delalet
etmektedir ve bu durum, Pyzhikov’un en kapitalizm yanlısı güçlerin (Voznesensky
ve “Leningradlılar”) en “demokratik” güçler olduğu yolundaki teorisine “uygun”
değildir. Bu yaklaşım, “Leningradlılar” 1947’de hâlâ güçlü oldukları hâlde
taslağın neden benimsenmediğini de açıklamaz. Ayrıca o, Voznesensky’ye ününü
sağlayan, kapitalizm yanlıları ve “tüketim malları” ile siyasal demokrasi
arasında zorunlu olarak bulunduğu savlanan herhangi bir bağlantıyı da pek
kanıtlamaz. Son olarak, o, elbette, Stalin’in teklifi desteklemediğini de
göstermez.
[4]
Zhores Medvedev’e göre, Stalin’in kişisel arşivi, ölümünün hemen ardından yok
edildi. (Medvedev, “Sekretnyi”) Eğer öyleyse, Mukhin’in yaptığı gibi, (Ubiystvo,
612) onun bazı fikirlerinin son derece tehlikeli olması gerektiğini ve bu
tehlikeli fikirler arasında, söz konusu iki toplantıda dile getirilen
düşüncelerin de yer aldığını kabul etmek akla uygundur. Benim burada ve aşağıda
yaptığım değerlendirmeler, Mukhin, 13. Bölüm’de ve Medvedev’in daha önce adı
zikredilen eserinde aktarılanları temel almaktadır.
[5]
Bu elbette birleştirici bir yöntem olarak düşünülmüştü. SSCB’yi meydana getiren
cumhuriyetlerin her biri kendi partisini korudu: Ukrayna Komünist Partisi,
Gürcistan Komünist Partisi vb. Bu durum, birtakım parti liderlerini, Rusya’nın
en büyük cumhuriyet olmasına karşın kendi komünist partisine sahip olmamasının
dezavantajlı bir durum yarattığını düşünmelerine yol açtı. Göründüğü kadarıyla,
savaş sonrası “Leningrad Vakası” çerçevesinde yargılanan ve idam edilen parti
liderlerine yöneltilen en ciddi suçlama, onların bir Rus Partisi kurmayı ve Rus
Cumhuriyeti’nin –SSCB’nin değil- başkentini Leningrad’a taşımayı
planlamalarıydı. Bu, muhtemelen, çeşitli Sovyet uluslarının birbirine iyice
yaklaştırma ihtiyacının söz konusu olduğu bir zamanda, Rusya’yı daha da güçlü
bir hâle getirebilir ve Büyük Rus şovenizmini ateşleyebilirdi. Bkz. David
Brandenberger, “Stalin, the Leningrad Affair, and the Limits of Postwar
Russocentrism”, Russian Review 63 (2004), 241-255.
[6]
“Birinci sekreter” makamı ancak Stalin’in ölümünden sonra, Khrushchev için
oluşturuldu.
[7]
Aktaran Mukhin, Ubiystvo, 617.
[8]
Benim bulduğum ilk baskı, solcu bir gazete olan Sovetskaia Rossiia’nın
13 Ocak 2000 tarihli nüshasındadır; <http://www.kprf.ru/analytics/10828.shtml>de.
İngilizcesi için bkz. <http://www.northstarcompass.org/nsc0004/stal1952.htm>.
[9]
Mukhin bunun ölümcül bir hata olduğuna inanmaktadır. O, Stalin’in -artık “genel
sekreter” olmamasına karşın- henüz merkez komitesinde bir sekreter ve devlet
başkanıyken –başka bir ifadeyle hâlâ partinin ve tüm ülkenin başı olmayı tek
kişide birleştiren bir figürken- ölmesinin parti nomenklaturasının çıkarına
olduğunu savunmaktadır. Ardından yerine geçecek MK sekreteri de, çok büyük
olasılıkla, ülke ve hükümet tarafından devlet başkanı olarak kabul edilecekti.
Eğer bu olursa, parti nomenklaturasını ülkeyi yönetmekten uzaklaştırmaya
yönelik hareket de sona erecekti. (Mukhin, Ubiystvo, 604 ve 13. Bölüm,
çeşitli yerler)
[10]
Beria tarafından teklif edilen ve uygulanan reformlar ve etkileri üzerine
Kokurin ve Pozhalov, Starkov, Knight ve Mukhin’in (Ubiystvo) yaptığı
uzun değerlendirmelerden yararlandım. Beria hakkında son zamanlarda yazılan ve
kaynakçada aktarılan kitaplar da bu reformları ele almaktadır.
[11]
Khrushchev de, “gizli konuşma”sında, “Doktorlar Komplosu”nu bir kumpas olmakla
itham etmiştir. Lakin suçlamada bulunurken yüzsüzlük yapıyordu –Aslında
soruşturmayı durduran kişi Beria’ydı ve Khrushchev konuşmasını yaparken, bu
kumpasın sorumlusu olan, övgüler dizilerek Khrushchev tarafından tekrar merkez
komitesi üyeliğine getirilen NKVD şefi Kruglov da dinleyicilerin arasında
oturuyordu.
[12]
Beria’nın aslında tutuklandığı gün öldürüldüğüne delalet eden çok sayıda kanıt
vardır. Oğlu Sergo Beria, kendi yazdığı anılarında, “dava” sırasında görevliler
tarafından kendisine babasının mahkemede hazır bulunmadığının söylendiğini
belirtmektedir. Mukhin, 1953’teki MK üyelerinden sağ kalan tek kişi olan
Baybakov’un, kendisine, 1953 plenumu sırasında Beria’nın ölmüş olduğunu, fakat
MK üyelerinin o zaman bunu bilmediğini anlattığını söylemektedir. (Sergo Beria;
Mukhin, Ubiystvo, 375) Amy Knight (s. 220) Bizzat
Khrushchev’in, 26 Haziran 1953’te Beria’nın öldürülmüş olduğunu iki kez
belirttiğini aktarmaktadır; fakat daha sonra anlatımını değiştirmiştir. Bu
arada, Beria’nın dava dokümanlarının, bulundukları arşivden “çalındığı”
söylenmektedir; hatta onların varlığı bile kanıtlanamamıştır. (Khinshtein,
2003) Bununla birlikte, bazı araştırmacılar -örneğin Andrei Sukhomlinov (s.
61-2)- Beria’nın öldürülmesi konusundaki resmi söylemin ikna edici olmaktan
uzak olduğunu gösterecek kanıtlar bulmaya devam etmektedirler.
[13]
Bu terim, “tarihteki en büyük hırsızlık”, kolektif olarak yaratılmış ve eskiden
kolektif olarak sahip olunan SSCB devlet mülkünün özelleştirilmesini tarif
etmek için yaygın bir biçimde kullanılmaktadır. Sadece birkaç örnek için bkz.
“The Russian Oligarchy: Welcome to the Real World”, The Russian Journal,
17 Mart 2003, <http://www.russiajournal.com/news/cnews-article.shtml?nd=36013>te;
Raymond Baker,Uluslararası Politika Merkezi, “A Clear and Present Danger,”
Australian Broadcasting Corp, 2003, <http://www.abc.net.au/4corners/stories/s296563.htm>te.
[14]
Kasım 2005 tarihi itibariyle, Khrushchev’in “gizli konuşma”sındaki yalanları
belgeleyen ve 2006 Şubatında, Khrushchev’in konuşmasının 50. yıldönümünde
yayımlanması planlanan bir makale hazırlıyorum.
[15]
Roy Medvedev, Let History Judge: The Origins and Consequences of Stalinism’de
Stalin’in bunu dile getirdiği birtakım pasajlar aktarılır. Bkz. 1971 Knopf
baskısı, s. 150, 507, 512, 538, 547. SSCB’nin sona ermesinden bu yana başka
örnekler de ortaya çıkmıştır. Örneğin bkz. The Diary of Georgi Dimitrov
1933-1949, der. ve giriş Ivo Banac (New Haven, CT: Yale University Pres,
2003), 66-67
* Yazı dizimiz devam ederken arada bu vb. belgeler, yazılar yayınlamaya
devam edeceğiz. Bu yöntemin sorunları inceleyecek okura katkı yapacağını
düşünüyoruz. Bu yöntemi kullanırken ölçütümüz yayınladığımız yazılarla fikir
birliği içinde olma ölçütü değildir ve olmayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder