5 Kasım 2016 Cumartesi

Belge-Çeviri





‘Kişiye Tapınma’ (1934-52)*

Bill Bland tarafından Mayıs 1991’de Stalin Derneği’ne sunulan tebliğ

(Çeviren: Garbis Altınoğlu)

O sıralar SBKP Merkez Komitesi’nin Birinci Sekreteri olan Nikita Hruşçov, 14 Şubat 1956’da Partinin 20. Kongresi’nde Stalin’e kamu önünde, ama üstü örtülü bir biçimde saldırdı:
“Kollektif liderlik Leninist ilkesini yeniden kurmak ve her yola başvurarak güçlendirmek en büyük önemi taşıyor…
“Merkez Komitesi… Marksizm-Leninizmin ruhuna yabancı saydığı kişiye tapınmayı şiddetle kınamaktadır.” (N. S. Khrushchev, Report to the Central Committee, 20th Congress of the CPSU, February 1956/ N. S. Hruşçov, Merkez Komitesi’ne Rapor, SBKP 20. Kongresi, Şubat 1956, Londra, 1956, s. 80-81).

Hruşçov 25 Şubat’ta aynı Kongre’de yaptığı (ve ABD Dışişleri Bakanlığı’na sızdırılan, ancak Sovyetler Birliği’nde yayımlanmayan) ‘gizli konuşma’da Stalin’e daha doğrudan bir biçimde saldırırken şunları ileri sürdü:
“… kişiye tapınma, Stalin’in kendisinin akla gelebilecek bütün yöntemleri kullanarak kendi kişiliğini yüceltmesinden ötürü böylesi akıl almaz boyutlara varmıştır.” (Rus Enstitüsü, Columbia Üniversitesi (Editör), The Anti-Stalin Campaign and International Communism, New York, 1956, s. 69)

Ne var ki pek çok kişi Stalin’in sadeliği ve alçakgönüllülüğüne tanıklık eder.
Fransız yazar Henri Barbusse, Stalin’in sade yaşam tarzını şöyle betimliyor:
“Birinci kata çıkıldığında üç pencerede beyaz perdeler asılı olduğu görülür. Stalin’in evinde üç pencere var. Minik holde bir kepin altında bir çiviye uzun bir askerî pelerin asılıdır. Bu salona ek olarak üç yatak odası ve bir yemek odası vardır. Yatak odaları saygıdeğer ikinci sınıf otellerde olduğu gibi yalın bir biçimde döşenmişlerdir… En yaşlı oğul Jasheka geceleri yemek odasında yatağa çevrilen bir divanda uyur; daha küçük olanı ise minik bir girintinin uzantısı olan bir çeşit oyukta uyur....
“Stalin’in aylık kazancı, Komünist Partisi görevlilerinin aldığı maksimum aylık olan 500 rubleden ibarettir (Britanya parası olarak 20-25 pound)…
“Bu açıksözlü ve son derece zeki insan… yalın bir kişi… Onun Bay Lloyd George gibi 32 değil, sadece bir sekreteri var…
“Stalin, kendi hanesine yazılması gereken çok büyük başarılar kazanmış olmakla birlikte, sistemli bir biçimde bütün ilerlemeleri Lenin’in hanesine yazmaktadır.” (H. Barbusse, Stalin: A New World Seen through One Man, Londra, 1935, s. vii, viii, 291, 294)

Stalin’in bir daça ya da kır evi kullandığı doğrudur; ancak, kızı Svetlana’nın anlattığı gibi onun yaşamı orada da aynı ölçüde yalındı:
“Kuntsevo’daki daça’da durum farklı değildi…
“Babam zemin katta kalıyordu. O bir odada yaşar ve bütün işlerini orada görürdü. O, geceleri yatağa çevrilen bir kanapede uyurdu.” (S. Alliluyeva, Twenty Letters to a Friend/ Bir Dosta Yirmi Mektup, Londra, 1967, s. 28)

Arnavut lider Enver Hoca Stalin’i ‘alçakgönüllü’ ve ‘saygılı’ olarak tanımlıyordu:
“Stalin ne bir zorbaydı, ne de bir despot. O ilkeli bir insandı; o adil ve alçakgönüllüydü ve halka, kadrolara ve çalışma arkadaşlarına karşı çok nazik ve saygılıydı.” (E. Hoxha, With Stalin: Memoirs/ Stalin’le: Anılar, Tirana, 1979, s. 14-15)

İngiliz Fabyanları Sidney ve Beatrice Webb, Soviet Communism: A New Civilisation (=Sovyet Komünizmi : Yeni Bir Uygarlık mı ?) adlı anıtsal kitaplarında Stalin’in diktatörlük iktidarı uyguladığı yolundaki görüşleri şiddetle reddetmekteydiler:
“Bazan,… devletin tümüyle tek bir kişinin, Jozef Stalin’in iradesine bağlı olarak yönetildiği ileri sürülmektedir.
“Öncelikle; Mussolini, Hitler ve diğer çağdaş diktatörlerden farklı olarak yasaların Stalin’e yurttaşları üzerinde herhangi bir otorite kullanma yetkisi vermediğini kaydetmek gerekir. Hatta Stalin, Amerikan Anayasasının dört yılda bir birbirlerini izleyen başkanlara verdiği geniş yetkilere de sahip değildir… Stalin… SSCB’nin Başkanı değildir ve hiçbir zaman da olmamıştır… Hatta o bir Halk Komiseri, yani bir Hükümet üyesi de değildir… O… Parti’nin Genel Sekreteridir…
“Biz, Parti’nin tek bir kişinin iradesine bağlı olarak yönetildiğini ya da Stalin’in böyle bir konuma sahip olmayı iddia edecek ya da isteyecek türden bir insan olduğunu sanmıyoruz. Kendisi, böylesi bir kişisel diktatörlüğü çok açık bir biçimde yadsımıştır; ki bu,… bizim olgulardan edindiğimiz izlenimlerle kesinlikle uyuşmaktadır.
“SSCB’nin Komünist Partisi, kendi örgütlenmesi için betimlemiş olduğumuz örüntüyü benimsemiştir… Bu tarzda kişisel diktatörlüğün yeri yoktur. (Bu örüntüde- G. A.) ayrıntılı önlemlere hedef olan kişisel kararlara güven duyulmaz. Önyargı, öfke, kıskançlık, kibir ve diğer aksiliklerden kaynaklanabilecek hatalardan kaçınabilmek için… bireyin her zaman, konuyu açıkyüreklilikle tartışmış olan ve kendilerini de alınan kararlardan ortaklaşa sorumlu kılan eşit düzeydeki çalışma arkadaşlarının onayını edinme zorunluluğu yoluyla denetim altında tutulması istenir.
“Stalin… sık sık… kendisinin, Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin kararlarını yaşama geçirmekten öte bir şey yapmadığına işaret etmiştir…
“Çıplak gerçek şudur: Son onyılda, sözümona Stalin’in diktatörlüğü altında bulunan SSCB’nin yönetiminin incelenmesi, önemli kararların, genellikle diktatörlüklerin erdemleri sayılan hızlılık, zamanındalık ya da gözükara inat gibi belirtileri sergilemediğini göstermiştir. Tam tersine Parti çoğu zaman o denli uzun ölçüp biçmelerden sonra eyleme geçmiş ve tartışmanın sonuçları bazan o denli hararetli ve kırıcı olmuştur ki, bunların formülasyonu, üzerlerinde duraksama ve güven eksikliğinin izlerini taşımışlardır… Bu politikalar… komite denetiminin işaretlerini sergilerler.” (Sidney & Beatrice Webb, Soviet Communism: A New Civilisation, Londra, 1936, s. 431, 432, 433, 435)

Belki Barbusse, Hoca ve Webb’lerin önyargılı tanıklar olduğu düşünülecektir. Ne var ki, Stalin’e karşı son derece eleştirel konumda olan gözlemciler de bu birincilerin tanıklığını doğrulamaktadırlar.

Amerikan diplomat Joseph Davies, Stalin’in yalın ve nazik tavrı hakkında şu yorumu yapıyor:
“Kapının açılıp… Bay Stalin’in tek başına odaya girdiğini gördüğümde irkildim… Tavrı nazik ve davranış tarzı neredeyse kendini aşağılarcasına yalındı…
“O beni sıcak bir gülümsemeyle ve gerçek bir gururu içeren büyük bir yalınlıkla selamladı… Kahverengi gözleri son derece nazik ve yumuşaktı. Bir çocuk onun kucağında oturmak ve bir köpek ona sokulmak isteyecektir.” (J. E. Davies, Mission to Moscow, New York, 1944, s. 299-300, 311-12)

Stalin üzerine yazdığı düşmanca biyografide Isaac Don Levine şöyle diyor:
“Stalin şan-şöhret peşinde değildir. O debdebeden nefret eder. O kamu önünde gösterişe karşıdır. İsteseydi büyük bir devletin sahip olduğu tüm törensel kıyafet ve rütbeleri edinebilirdi. Ama o arka planda kalmayı tercih eder.” (I. D. Levine, Stalin: A Biography, Londra, 1931, s. 248-49)

Bir başka düşman eleştirmen olan Louis Fischer, Stalin’in ‘dinleme yeteneği’ne tanıklık etmektedir:
“Stalin… irade gücü ve sakinliğiyle Parti’ye esin vermektedir. Onunla görüşen kişiler, Stalin’in dinleme yeteneğine ve onun, çok zeki astlarının öneri ve taslaklarını geliştirme becerisine hayran oluyor.” (L. Fischer, The Nation dergisinde makale, Cilt 137 (9 Ağustos 1933), s. 154)

Eugene Lyons, Stalin: Czar of All the Russias adlı biyografisinde Stalin’in yalın yaşamını şöyle betimliyor:
“Stalin üç odalı alçakgönüllü bir apartman dairesinde kalıyor… Onun günlük yaşamındaki zevkleri, hemen hemen kaba sabalık noktasına yaklaşan bir yalınlık düzeyinde kaldı… Stalin’den gözüdönmüşçesine nefret edenler ve onu sadistçe gaddarlıklardan sorumlu tutanlar bile hiçbir zaman onu özel yaşamında ölçüsüzlük (sergilemek- G. A.)le suçlamadılar…
“ ‘Başarı’yı milyonlarca dolarla, yatlarla, metreslerle ölçenler, sade yaşam koşullarından tad almanın gücünü anlamakta zorluk çekerler…
“Onun görünüşünde ya da davranışında canavarımsı denebilecek hiçbir şey, tavrında hiçbir yapmacıklık yoktu. Yıllardır ilk kez huzuruna kabul ettiği ilk yabancıya dostça davranmak istediği ortada olan sevimli, ciddi ve yaşlanmakta olan bir insan (vardı karşımda- G. A.). Orada otururken ‘O, son derece canayakın bir kişi’ diye düşündüğümü ve buna hayret ettiğimi anımsıyorum.” (E. Lyons, Stalin: Czar of All the Russias, Philadelphia, 1940, s. 196, 200)
Lyons Stalin’e şu soruyu sordu:
“Siz bir diktatör müsünüz?”
“Stalin, sorunun saçma olduğunu ima edercesine gülümsedi:
“ ‘Hayır’ dedi yavaşça. ‘Ben bir diktatör değilim. Bu sözcüğü kullananlar Sovyet hükümet sistemini ve Komünist Partisi’nin yöntemlerini anlamıyorlar. (Bizde- G. A.) herhangi bir kişi ya da kişi grubu kendisini dayatamaz. Kararlar Parti tarafından alınır ve onun organları olan Merkez Komitesi ve Politbüro tarafından yaşama geçirilir.’ ” (E. Lyons, adıgeçen yapıt, s. 203)

Stalin’e şiddetle karşı olan Finli revizyonist Arvo Tuominen, The Bells of the Kremlin adlı kitabında Stalin’in kişi olarak kendini silikleştirmesi konusunda şu yorumu yapıyor:
“Stalin konuşma ve yazılarında her zaman arka plana çekilir, sadece komünizmden, Sovyet iktidarından ve Parti’den söz eder ve kendisinin gerçekte düşüncenin ve örgütün temsilcisi olduğunun altını çizmekle yetinirdi…
“Ben Stalin’de hiçbir zaman bir kibir izine rastlamadım.” (A. Tuominen, The Bells of the Kremlin, Hanover (New Hampshire, ABD), 1983, s. 155, 163)
Tuominen, gerçek Stalin ile propagandanın yaydığı Stalin tablosu arasındaki karşıtlıktan duyduğu şaşkınlığı şöyle dile getiriyordu:
“Moskova’da kaldığım uzun yıllar boyunca bu adamla onun (kamuya sunulan- G. A.) devasa portresi arasındaki karşıtlığa hep hayret etmişimdir. Bir diktatör steorotipinden, bu orta boylu, bir parça çopur ve bıyıklı Kafkasyalı kişi kadar uzak bir kişi düşünülemezdi. Ancak, (sürdürülen- G. A.) propaganda da onun insanüstü yeteneklerini işleyip duruyordu.” (A. Tuominen, adıgeçen yapıt, s. 155)

Sovyet mareşali Georgi Jukov, Stalin’in ‘yapmacıklıktan uzak oluşu’ndan söz eder:
“O (Stalin- Editör) yapmacıklık ve gösterişten uzaktı ve konuştuğu herkesin gönlünü kazanırdı.” (G. K. Zhukov, The Memoirs of Marshal Zhukov/ Mareşal Jukov’un Anıları, Londra, 1971, s. 283)

Stalin’in kızı Svetlana Alliluyeva, babası hakkında yayılan hemen her karalamaya inanacak kadar saftır, ama o bile kişiliğine ‘tapınma’yı, Stalin’in kendisinin tezgâhladığı yolundaki suçlamayı reddetmektedir. Alliluyeva, 1948’de Stalin’le birlikte Moskova’dan Kırım’a yaptıkları bir tren yolculuğunu şöyle betimliyordu:
“Değişik istasyonlarda durduğumuzda peronda yürüyüşe çıkardık. Babam lokomotife kadar yürürken yolda rastladığı demiryolu işçilerine selam verirdi. (Ama- G. A.) tek bir yolcuyla bile karşılaşmazdık. Bu, özel bir trendi ve kimsenin perona girmesine izin verilmezdi… Acaba bunu kim düzenledi? Bu oyunu kim kurdu? Bunu babam yapmadı. Bunu yapan, babamın kendisini de içinde hapseden ve içerisinde tuttuğu O’na yalnızlığın, boşluğun ve insan dostluğu yokluğunun acısını çektiren sistemdi…
“Bugünlerde bir yerlerde, babamın kendisini hemen hemen bir tanrı gibi gördüğüne ilişkin bir şey duyduğumda ya da okuduğumda, onu yakından tanımış olan insanların böyle şeyleri söyleyebilmeleri bile beni hayrete düşürüyor…
“O asla kendisini bir tanrı gibi düşünmedi.” (S. Alliluyeva, Twenty Letters to a Friend, Londra, 1967, s. 202-03, 213)
Alliluyeva, Stalin öldüğünde daça’daki hizmetçilerin duyduğu üzüntüyü şöyle anlatıyor:
“Babamın hizmetçileri olan bu adam ve kadınlar onu seviyorlardı. Onu küçük şeylerle mutlu etmek hiç de zor değildi. Tam tersine, o kibar bir insandı; kendisine hizmet edenlere karşı alçakgönüllü ve içtenlikliydi…
“Erkekler, kadınlar, herkes dört bir yanda yeniden ağlamaya başladılar…
“Hiç kimse sadakat ya da üzüntü gösterisi yapmıyordu. Hepsi de birbirlerini yıllardır tanıyorlardı…
“O odadakilerin hiçbiri onu bir tanrı ya da süpermen, dahi ya da şeytan saymıyordu. Onlar onu en temel insansal özelliklerinden, (insanların- G. A.) en iyi, hizmetçilerin yargılayabileceği özelliklerinden ötürü seviyor ve sayıyorlardı.” (S. Alliluyeva, adıgeçen yapıt, s. 20, 22)

Dahası olgular, Stalin’in kendisinin bir çok kez ‘kişiye tapınma’yı Marksizm-Leninizme aykırı bularak kınadığını ve onunla alay ettiğini göstermektedir. Örneğin,
Haziran 1926:
“Yoldaşlar; hakkımda söylenen övücü sözlerin yarısını bile hak etmediğimi mutlaka söylemem gerek. Söylenenlere bakılırsa ben Ekim Devrimi’nin bir kahramanı, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin lideri, Komünist Enternasyonal’in lideri, efsanevi bir savaşçı-şövalyeyim ve daha neler nelerim. Yoldaşlar; bunlar saçma ve tümüyle gereksiz abartmalar. Bunlar genellikle yaşamını yitiren devrimcilerin mezarlarının başında söylenen şeyler. Ama benim şimdilik ölmeye niyetim yok…
“Ben Tiflis demiryolu atelyelerinin ileri işçilerinin öğrencilerinden biriydim ve hâlâ da öyleyim.” (J. V. Stalin, Works, Cilt 8, Moskova, 1954, s. 182)
Ekim 1927:
“Ya Stalin? Stalin sadece önemsiz bir kişiliktir.” (J. V. Stalin, Works, Cilt 10, Moskova, 1954, s. 177)
Aralık 1929:
“Ben, sizin tebrik ve selamlarınızı, beni doğuran ve kendi suretinde yetiştiren işçi sınıfının büyük Partisinin hanesine yazıyorum. Ve bu tebrik ve selamları şanlı Leninist Partimizin hanesine yazdığım için sizlere Bolşevik teşekkürlerimi sunmaya cüret ediyorum.” (J. V. Stalin, Works, Cilt 12, Moskova, 1955, s. 146)
Nisan 1930:
“Bazıları, ‘Başarıdan Sarhoş’ adlı makalenin Stalin’in inisiyatifiyle yazıldığını sanıyor. Bunun saçma olduğu bellidir. Bir Merkez Komitemiz olduğu gözönüne alındığında, kim olursa olsun hiç kimsenin böyle bir sorunda kişisel inisiyatif koyması usule uygun olamaz.” (J. V. Stalin, Works, adıgeçen yapıt, s. 218)
Ağustos 1930:
“Bana olan bağlılığından sözediyorsun… Sana, kişilere bağlılık ‘ilkesini’ terketmeni salık veriyorum. Bu, Bolşeviklerin tarzı değildir. İşçi sınıfına, onun Partisine, onun devletine bağlılık duy. Bu güzel ve yararlı bir şeydir. Ancak bunu, kıt akıllı entellektüellerin kişilere duyduğu boş ve sahte bağlılıkla karıştırma!” (J. V. Stalin, Works, Cilt 13, Moskova, 1955, s. 20)
Aralık 1931:
“Kendime gelince, ben sadece Lenin’in bir öğrencisiyim ve yaşamımın hedefi Lenin’in, ona layık bir öğrencisi olmaktır…
“Marksizm üstün bireylerin oynadığı rolü ya da tarihi halkın yaptığını hiç de yadsımaz. Fakat… büyük kişilerin, ancak bu koşulları ve onların nasıl değiştirilebileceğini doğru bir biçimde anladıkları ölçüde bir değerleri olur. Eğer onlar bu koşulları anlamayı başaramaz ve onları imgelemlerinin telkinlerine göre değiştirmek isterlerse kendilerini Don Kihote’nin konumunda bulurlar…
“Bireyler karar veremez. Bireylerin kararları her zaman ya da hemen hemen her zaman tekyanlı bir nitelik taşır… Her toplulukta, her kollektif organda düşünceleri hesaba katılması gereken insanlar vardır… Biz, üç devrimin deneyimlerinden, kollektif olarak sınanmayan ve düzeltilmeyen her 100 bireysel karardan yaklaşık 90’ının tekyanlı olacağını öğrendik…
“Artık bizim işçilerimiz hiçbir koşul altında iktidarın tek bir kişinin elinde toplanmasına hoşgörü göstermeyeceklerdir. Bizde, en büyük otoriteye sahip kişiler bile işçi kitleleri kendilerine olan güvenlerini yitirdiklerinde birer sıfıra, birer hiçe indirgeneceklerdir.” (J. V. Stalin, adıgeçen yapıt, s. 107-08, 109, 113)
Şubat 1933:
“Çalışmamın ödülü olarak kendi İkinci Nişanını bana verdiğini belirten mektubunu aldım.
“Sıcak sözlerin ve yoldaşça armağanın için teşekkür ederim. Kendini benim yararıma bu Nişanından yoksun bıraktığını biliyor ve duygularını takdir ediyorum.
“Bununla birlikte, senin İkinci Nişanını kabul edemeyeceğim. Sadece, kendi kazanmış olduğun bu Nişanın ancak sana ait olabileceğinden ötürü değil, yoldaşlar bana özen ve saygı göstermek suretiyle beni fazlasıyla ödüllendirmiş oldukları ve dolayısıyla seni soymaya hakkım olmadığı için de onu kabul edemem ve etmemeliyim.
“Nişan (verme uygulaması- G. A.) zaten tanınmış olanlar için değil, ama asıl pek az tanınan ve herkesçe tanınması gereken kahraman insanlar için oluşturulmuştur.
“Dahası, sana benim daha şimdiden iki Nişanım olduğunu söylemem gerekir. Emin ol, bu insana yeter de artar bile.” (J. V. Stalin, adıgeçen yapıt, s. 241)
Mayıs 1933:
“Robins: Sizi ziyaret etme olanağı bulmuş olmamı büyük bir onur sayıyorum.
“Stalin: Bu çok olağanüstü bir şey değil. Abartıyorsunuz.
“Robins: Benim en ilginç bulduğum şey, Rusya’nın her tarafında Lenin-Stalin isimlerini bir arada görmüş olmam.
“Stalin: Bu da bir abartma. Ben nasıl Lenin’le kıyaslanabilirim?” (J. V. Stalin, adıgeçen yapıt, s. 267)
Şubat 1938:
“Ben, Stalin’in Çocukluğuna İlişkin Öyküler’in yayımlanmasına şiddetle itiraz ediyorum.

“Bu kitap çok sayıda maddi çarpıtmalar, yalanlar, abartmalar ve hakedilmemiş övgülerle dolu...

“Ama... asıl önemli olan, bu kitabın Sovyet halkına (ve genel olarak halka), liderlerin ve yanılmaz kahramanların kişiliklerine tapınma eğilimini aşılamasıdır. Bu, tehlikeli ve zararlıdır. ‘Kahramanlar ve güruh’ teorisi Bolşeviklere değil, Sosyalist-Devrimcilere özgüdür...
“Size bu kitabı çöpe atmanızı tavsiye ederim.” (J. V. Stalin, adıgeçen yapıt, s. 327)

Demek oluyor ki, Stalin’in etrafında inşa edilen ‘kişiye tapınma’ Marksizm-Leninizme aykırı olduğu gibi onun yaşama geçirilmesi de Stalin’in açıkça dile getirmiş olduğu isteklerine aykırıydı.
Bu durum, şu önemli soruyu beraberinde getirir.
Stalin Derneği’nin daha önceki bir toplantısında, 1920’lerin sonlarından itibaren Marksist-Leninistlerin Sovyet liderliği içinde bir azınlık oldukları yolundaki görüşümü dile getirdiğimde bazı üyelerin yüksek sesli itiraz mırıldanmaları duyulmuştu.
Ancak, Stalin’in ‘kişiye tapınma’ya karşı sert muhalefetine rağmen ‘kişiye tapınma’nın sürdüğünü gördük.
Bundan şu itiraz kaldırmaz sonuçlardan biri çıkar:
1) Ya Stalin bunu durduracak güce sahip değildi,
2) Ya da O, bunu durdurmak istemeyen bencil, yalancı ve Marksist-Leninist-olmayan ikiyüzlünün tekiydi.

‘Kişiye Tapınma’nın Mimarları
Ama, eğer Stalin’in etrafındaki ‘kişiye tapınma’ Stalin tarafından oluşturulmadı ve onun isteklerine rağmen inşa edildi ise, bunun mimarları kimdi?
Olgular, Stalin’in etrafındaki ‘kişiye tapınma’nın en ateşli savunucularının Karl Radek, Nikita Hruşçov ve Anastas Mikoyan gibi revizyonistler ve gizli revizyonistler olduğunu göstermektedir.
Roy Medvedev şuna işaret ediyor:
“ ‘Pravda’nın 1934’te yayımlanan birinci sayısında Radek’in, Stalin’i çılgınca bir övgü yağmuruna tutan iki büyük sayfalık makalesi yer alıyordu. Yıllardır Stalin’e karşı muhalefeti yöneten bu eski Trotskist şimdi onu ‘Lenin’in en iyi öğrencisi, Leninist Parti’nin modeli, onun kemiğinin kemiği ve kanının kanı’ biçiminde niteliyordu… (O’nun için- G. A.) ‘Lenin kadar uzakgörüşlü’ vb. diyordu. Bunun basında özel olarak Stalin’i pohpohlamaya adanmış ilk büyük-ölçekli makale olduğu anlaşılıyor; bu makale kısa bir süre sonra tirajı 225,000’i bulan bir broşür biçiminde yeniden basıldı, ki bu, o zamanlar için çok büyük bir rakamdı.” (R. A. Medvedev, Let History Judge: The Origins and Consequences of Stalinism, Londra, 1972, s. 148)

Radek, Ocak 1937’de yapılan kamuya açık yargılanması sırasında terörizm ve ihanet suçlamalarını kabul ederken şunları söylemişti:
“Vişinski: Mraçovski ne yanıt verdi?
“Radek: O, savaşımın artık terörizm evresine girdiğinin kesin olduğunu söyledi…
“Nisan 1933’de Mraçovski bana, Leningrad’da, orada terörist bir grubun örgütlenmesi işini üstlenecek herhangi bir Trotskist tanıyıp tanımadığımı sordu.
“Vişinski: Kime karşı?
“Radek: Tabii ki Kirov’a karşı…
“Vişinski: Sen 1934-35’te, örgütlü ve sistematik bir biçimde terörist eylemler gerçekleştirme konumunda mıydın?
“Radek: Evet…
“Biz kaçınılmaz olarak, SSCB’nin toplumsal yapısını zafere ulaşmış faşist ülkelerin toplumsal yapısıyla uyumlu hale getirmek, bir başka anlatımla kapitalizmi restore etmek zorundaydık...
“Bunun faşizm demek olduğunu… yabancı finans kapitale hizmet etmek demek olduğunu biliyorduk…
“Ukrayna’yı Almanya’ya ve Sahil eyaletini* ve Amur bölgesini Japonya’ya vermeyi planlamıştık.” (Report of Court Proceedings in the Case of the Anti-Soviet Trotskyite Centre, Moskova, 1937, s. 88, 90, 103, 115)

(Almancadaki ‘Führer’ sözcüğüne denk gelen) ‘vojd’ terimini devreye sokan Hruşçov idi. Hruşçov Ocak 1932’deki Moskova Parti Konferansı’nda yaptığı konuşmayı şu sözlerle bitirmişti:
“Her zamankinden daha sıkı bir biçimde Leninist Merkez Komitesi’nin ve Partimizin ‘vojd’u Stalin Yoldaşın etrafında kenetlenen Moskova Bolşevikleri, sevinç ve güven içinde sosyalizm ve dünya proleter devrimi uğruna savaşımda yeni zaferlere doğru yürüyorlar.” (Raboçaya Moskva, 26 Ocak 1932, L. Pistrak, The Grand Tactician: Khrushchev's Rise to Power/ Büyük Taktisyen: Hruşçov’un İktidara Gelişi, Londra, 1961, s. 159)
Ocak 1934’deki 17. Parti Konferansı’nda Stalin’i,
“… bir deha ‘vojd’u.” (XVII S'ezd Vsesoiuznoi Kommunisticheskoi Partii (B.), s. 145, L. Pistrak, adıgeçen yapıt, s. 160) diye anan sadece Hruşçov olmuştu.
O sırada Moskova Parti Sekreteri olan Hruşçov, Ağustos 1936’da Lev Kamenev ve Grigori Zinovyev’in ihanet davalarının duruşması sırasında şöyle diyordu:
“Sefil cüceler! Onlar ellerini insanların en büyüğüne,… bilge ‘vojd’umuz Stalin Yoldaşa karşı kaldırdılar… Sen Stalin Yoldaş, Marksizm-Leninizmin yüce bayrağını bütün dünyanın önünde yükseklere kaldırdın ve onu ileriye taşıdın. Stalin Yoldaş, Stalinist Merkez Komitesi’nin sadık destekçisi olan Moskova Bolşevik örgütü Stalinist uyanıklığını daha da arttıracak, Trotskist-Zinovyevist kalıntıların kökünü kazıyacak ve Partinin saflarını ve Partili-olmayan Bolşevikleri Stalinist Merkez Komitesi ve büyük Stalin’in etrafında daha da sıkı bir biçimde birleştirecektir.” (Pravda, 23 Ağustos 1936, L. Pistrak, adıgeçen yapıt, s. 162)
Kasım 1936’daki Sekizinci Tüm-Birlik Sovyet Kongresi’nde Hruşçov bir kez daha, onay için Kongre’nin önüne getirilmiş olan yeni Sovyet Anayasasının ‘Stalinist Anayasa’ olarak adlandırılmasını önerdi. Çünkü,
“… o başından sonuna kadar Stalin Yoldaşın kendisi tarafından kaleme alınmıştı.” (Pravda, 30 Kasım 1936, L. Pistrak, adıgeçen yapıt, s. 161)
O zaman Başbakan olan Viyaçeslav Molotov’un ve Leningrad Parti Sekreteri olan Andrey Jdanov’un, Anayasa taslağının hazırlanmasında Stalin’e özel bir rol biçmediklerini kaydetmek gerekir.
Hruşçov aynı konuşmasında ‘Stalinizm’ terimini de türetecekti:
“Bizim Anayasamız, dünyanın altıda birinde zafere ulaşmış olan Marksizm-Leninizm-Stalinizmdir.” (aynı yerde)
Hruşçov’un Ocak 1937’de Moskova’da, Grigori Piyatakov ile Karl Radek’in ihanet davasının duruşması sırasında 200,000 kişilik bir dinleyici kitlesi karşısında yaptığı konuşmanın havası da aynıydı:
“Onlar ellerini Stalin yoldaşa kaldırmak suretiyle, ellerini insanlığın sahip olduğu en değerli şeye kaldırmışlardır. Çünkü Stalin umuttur; O beklentidir; O bütün ilerici insanlığa yol gösteren fenerdir. Stalin bizim bayrağımızdır! Stalin bizim irademizdir! Stalin bizim zaferimizdir!” (Pravda, 31 Ocak 1937), L. Pistrak, adıgeçen yapıt, s. 162)
Hruşçov Mart 1939’da Stalin’i,
“… büyük dahimiz, sevgili Stalinimiz,” (Visti VTsVK, 3 Mart 1939, L. Pistrak, adıgeçen yapıt, s. 164) diye tanımlıyor ve Parti’nin Mart 1939’daki 18. Kongresi’nde onun için,
“… insanlığın en büyük dehası, bize Komünizm yolunda önderlik eden öğretmen ve ‘vojd’, bizim Stalinimiz” (XVIII S'ezd Vsesoiuznoi Kommunisticheskoi Partii (B.), s. 174, L. Pistrak, adıgeçen yapıt, s. 164) diyor,
ve Mayıs 1945’de O’nu,
“… Zaferin büyük Mareşali” (Pravda Ukrainy, 13 Mayıs 1945, L. Pistrak, adıgeçen yapıt, s. 164) diye selamlıyordu.

Aralık 1929’da, Stalin’in ellinci yaş günü kutlamaları vesilesiyle Anastas Mikoyan tebriklerini şu istekle tamamlıyordu:
“… kitlelerin haklı taleplerini karşılamalı, yani artık O’nun biyografisi üzerinde çalışmaya başlamalı ve bu biyografiyi Parti’ye ve ülkemizin tüm emekçi halkına sunmalıyız.” (İzvestia, 21 Aralık 1929, L. Pistrak, adıgeçen yapıt, s. 164).
On yıl sonra, yani Aralık 1939’da, Stalin’in altmışıncı yaş gününde Mikoyan hâlâ Stalin’in,
“… bilimsel bir biyografisi”nin (Pravda, 21 Aralık 1939, L. Pistrak, adıgeçen yapıt, s. 158) hazırlanması çağrısında bulunuyordu.
“... G. F. Aleksandrov, M. R. Galaktiyonov, V. S. Krujkov, M. B. Mitin, V. D. Moçalov ve P. N. Pospelov.” (Joseph Stalin: A Short Biography, Moskova, 1947) tarafından derlenen bu biyografi sonunda 1947’de basıldı.
Ancak Hruşçov, SBKP’nin 1956’daki 20. Kongresi’nde yaptığı ‘gizli konuşma’da, kendisinin ve çalışma arkadaşlarının Stalin’in etrafında inşa ettiği ‘kişiye tapınma’yı gerekçe göstererek kitabı, Stalin’in yazdığını ileri sürdü:
“Stalin’in kendini yüceltmesinin ve O’nun en temel alçakgönüllülükten bile yoksun oluşunun en karakteristik örneklerinden biri de Short Biography’nin (=Kısa Biyografi) yayımlanmasıdır.
“Bu kitap en sefih türden bir dalkavukluk örneğidir.” (Rus Enstitüsü, Columbia Üniversitesi (Editör), adıgeçen yapıt, s. 69).

‘Kişiye Tapınma’nın İnşasının Ardında Yatan Nedenler
Elbette pek çok Sovyet yurttaşı Stalin’e hayrandı ve bu hayranlığı dile getiriyordu. Ancak, Stalin’in etrafındaki ‘kişiye tapınma’nın, esas olarak gizli revizyonistler tarafından Stalin’in isteklerine rağmen inşa edildiği açıktır. Bunun nedenleri şunlardı:
Birincisi, Parti’nin ve Komünist Enternasyonal’in gizli revizyonistlerin egemenliği altında olduğu gerçeğini gözlerden saklama ve bu iki kurumun Stalin’in kişisel egemenliği altında olduğu masalını yayma ve böylelikle sosyalist meşruiyet ihlallerinin ve Marksist-Leninist ilkelerden sapmaların sorumluluğunu daha sonra Stalin’e yükleme;
İkincisi, daha geç bir tarihte (gerçekte sosyalizmi yıkmaktan başka bir şey olmayan bir ‘demokratikleşme’ programını uygulama maskesi altında) Stalin’e saldırmak için bir gerekçe oluşturma.
Stalin’in kendisinin, ‘kişiye tapınma’nın arkasındaki esas gücün gizli revizyonistler olduğu olgusunun farkında olduğu, kendi büstlerinin Moskova’nın öndegelen sanat galerisi Tretyakov’da göze çarpan yerlere konulduğunu öğrendiğinde nasıl,
“Bu düpedüz sabotaj!” (A. Tuominen, adıgeçen yapıt, s. 164) diye bağırdığını anlatan Finli revizyonist Tuominen tarafından açıklanmıştı.
Alman yazar Lion Feuchtwanger 1936’da Stalin’in, ‘kişiye tapınma’nın ‘yıkıcılar’ tarafından kendisinin saygınlığını zedelemek amacıyla teşvik edildiğinden kuşkulandığını doğrulamaktadır:
“Stalin, yapılageldiği gibi kendisine tapınılmasından açıkça rahatsızdır ve zaman zaman bununla alay etmektedir…
“Stalin, tanıdığım iktidar sahibi insanların tümü arasında en gösterişsizidir. Ben, kendisi hakkındaki bayağı ve aşırı boyutlardaki tapınmadan sözettiğimde kendisi beni eş düzeyde bir açıksözlülükle yanıtladı...
“O, (‘kişiye tapınma’nın- G. A.) arkasında, kendi saygınlığını zedelemeye çalışan ‘yıkıcılar’ın bulunması olasılığından bile kuşkulanıyor.” (L. Feuchtwanger, Moscow 1937, Londra, 1937, s. 93, 94-95)
Sonuç olarak, Sovyetler Birliği’nde revizyonistlerin ‘kişiye tapınma’ya saldırıları, sadece öndegelen bir Marksist-Leninist, sosyalizmin öndegelen bir savunucusu olması nedeniyle kişisel olarak Stalin’e yönelik bir saldırı olmakla kalmamakta, fakat aynı zamanda Marksizm-Leninizme ve Sovyetler Birliği’ndeki sosyalist sisteme yönelik saldırının ilk evresini oluşturmaktadır.
Belki de ‘kişiye tapınma’ya ilişkin en iyi yorum, Stalin’in 1935’teki Yeni Yıl partisinde yaptığı ve Finli revizyonist Tuominen’in kaydetmiş olduğu iğneleyici kadeh kaldırma önerisidir:
“Yoldaşlar! Ben; aile büyüğümüz, yaşamımız ve güneşimiz, ulusların kurtarıcısı, sosyalizmin mimarı (O, son günlerde kendisi hakkında söylenegelen tüm isimleri ardı ardına sıraladı) Jozef Vissaryonoviç Stalin’in onuruna kadeh kaldırmamızı öneriyor ve bunun bu dahi için bu akşam yapacağımız ilk ve son konuşma olmasını umuyorum.” (A. Tuominen, adıgeçen yapıt, s. 162)

*Sahil Eyaleti ya da Rusça adıyla Primorskaya Oblast, Rusya’nın Doğu Sibirya’daki bir bölgesiydi. Bu eyalet; Kore’den Arktik Okyanusu’na kadar uzanan toprak şeridini kapsıyordu. (G. A.)

* Bu belge, Garbis Altınoğlu’nun bloğundan (Turkishmarxist) alınarak tarafımızdan yayınlanmıştır.
Yazı dizimiz devam ederken arada bu vb. belgeler, yazılar da yayınlamaya devam edeceğiz. Bu yöntemin sorunları inceleyecek okura katkı yapacağını düşünüyoruz. Bu yöntemi kullanırken ölçütümüz yayınladığımız yazılarla fikir birliği içinde olma ölçütü değildir ve olmayacaktır. Biz düşüncelerimizi 2011 yılında yayınlanmış olan kitabımızda ortaya koymuştuk. Keza bloğumuzda yayınlamaya devam ettiğimiz dizide de ortaya koymaya devam edeceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder