18) “Politik Ekonomi Ders Kitabı” ve Bazı Revizyonist
Tahrifatlar
1950 yılının
başlarında, henüz Stalin hayattayken, sosyalizmin ekonomik sorunları ve bir
politik-ekonomi ders kitabının hazırlanması üzerine tartışmalar ve çalışmalar
örgütlenir. Stalin de bu tartışmalara katılır ve önderlik yapar. Bu tartışmalar
sırasında Stalin tarafından kaleme alınan “Sosyalizmin Ekonomik Sorunları”
kitabı, özellikle incelenmesi ve öğrenilmesi gereken değerli bir yapıttır. Ders
kitabı, Stalin’inin ölümünden iki yıl sonra, 1955’te yayınlanır. Oysa bu
çalışmanın bir yıl içerisinde yayınlanması kararlaştırılmıştır. Bu gecikme bir
yana, 1955’te yayınlanan “Politik Ekonomi Ders Kitabı” kuşkusuz ki bir el
kitabı olarak değerlidir; ancak bu kitapta bir kısım revizyonist tez de yer
almaktadır. Kitap her ne kadar Stalin’in eleştiri ve önerileri temelinde
yazılmışsa da, yine de bir kısım
revizyonist kirliliği kendi içerisinde taşımaktadır. Kuşkusuz ki
Stalin’inin ölümü revizyonistleri rahatlatmıştır. Ama yine de bu dönem
revizyonistlerin henüz açık ve doludizgin bir cüretle ortaya çıkmaya cesaret
edemedikleri bir dönemdir hala. Kitap bu
koşullarda yayıma hazır hale getirilirken, bir yandan Marksist-Leninist
doğrular ortaya konulmuş ama öte yandan da bazı revizyonist tahrifatlar yapılmıştır.
Aşağıda
eleştireceğimiz söz konusu revizyonist tezler, 1956 öncesi içerisine girilen
ihanet yolunu sergilemesi, kavranması bakımından önemlidir. Söz konusu tezler
ve Parti MK’sının kararları 56 ile birlikte geliştirilmiş ve sistemli hale
getirilerek pratikleştirilmiştir. Söz konusu revizyonist tezler, Stalin’inin
ölümünden sonra, 1953’te yapılan SBKP MK Toplantısı’nda ve 1954 yılında yine
Parti MK’sı tarafından alınan kararlara dayanmaktadır. Ders Kitabı’nda yer
alan “Barış içerisinde bir arada yaşama” tezinin ünlü Kruşçevci yorumuna sadece
dikkat çekmekle yetiniyoruz. Şimdi, kısaca da olsa, “Ders Kitabı”ndaki bir
kısım revizyonist tahrifatın ele alınmasına geçebiliriz.
“SBKP MK
Eylül Oturumu’nun ( 1953) Kararları ve Komünist Partisi’nin ve Sovyet devleti’nin
bunu izleyen kararları uyarınca, toparlama alanında, Kolhozların ve kolektif
köylülerin üretimin arttırılmasına olan maddi ilgilerini azaltan önder
Kolhozlar için teslim etme normunu yükseltme şeklindeki yanlış pratiğe bir son
verildi. Bunun dışında bir dizi tarımsal ürün için devlete mecburi teslim
normları düşürüldü…” (age., C. II, s. 230)
1953 yılında
(ki, Kruşçev haini, ilk çıkışını tarıma ilişkin politika ve eleştirileriyle
yapmıştır) alınan bu kararlar, Stalin’in yaşamını yitirmesinden sonra alınan kararlardır. Aşağıda gösterileceği gibi, bu kararlar
revizyonist kararlardır; değer yasasının
alanını genişleten, küçük meta üretimini geliştiren, merkezsel planlamanın
alanını daraltan, burjuva bireyciliğini kışkırtan kararlardır.
Söz konusu
kararlarla birinci olarak, “tarımsal üretimi teşvik etmek” iddiasının arkasına
sığınılarak önder kolhozların teslim etme yükümlülükleri azaltılıyor, böylece
kolhozların elinde zorunlu teslim yükümlülükleri dışında kalan ürünlerin çapı
arttırılıyor. Bu şu demektir: Zorunlu teslim yükümlülüğü dışında kalan ürün
(metalar), kolhozların malıdır. Kolhozlar bu metaları istedikleri gibi,
istedikleri yerde satma özgürlüğüne sahiptirler. Kolhozlar esas olarak bu
malları, “örgütsüz pazar”da satmayı tercih etmektedirler. Çünkü bu pazarda
fiyatlar arz ve talebe göre şekillenmekte ve daha pahalı satılabilmektedir.
“Örgütsüz pazarın” alanını genişletmek ise, küçük meta üretiminin alanının
genişletmesini doğurmaktadır. Bu adım, tersinden, “örgütlü pazar”ın alanını
daraltmak anlamına gelmektedir. Devletin “örgütsüz pazar”a doğrudan müdahale
hakkı bulunmamaktadır. “Örgütsüz pazar”da, fiyatlar değer yasasına göre oluşmaktadır.
Kapitalizmden
komünizme geçiş sürecinde ana doğrultu, sistematik
bir tarzda değer yasasının, meta
üretiminin alanını daraltmak ve giderek
ortadan kaldırmaktır. Stalin döneminde gelişmenin yönü bu doğrultuda
şekillenmiş ve yürüyordu. Bu kararların alındığı dönemde, SSCB tarımında
yapılması gereken şey, değer yasasının alanını genişletmek değil giderek adım
adım değer yasasının alanını daraltarak ilerlemekti. Oysa tersi yapılmıştır. Ve
dikkat edilsin, eski dönem, Stalin dönemi eleştiriliyor ve izlenen politika mahkûm ediliyor. Yani bu kararlarla,
Marksist-Leninist politika açıkça “yanlış pratiğe son” verme adı altında iptal
ediliyor.
İkinci
olarak, gerek önder kolhozların teslim yükümlülüklerinin azaltılması, gerekse
de “bunun dışında bir dizi tarımsal ürün için devlete mecburi teslim
normları”nın düşürülmesi, yukarda işaret ettiğimiz şeyler dışında, bir de bu alanda merkezi planın alanının
sınırlandırılmasını, gevşetilmesini, geriletilmesini sağlamaktadır. Nitekim
süreç giderek bu doğrultuda şekillendirilmiştir.
Oysa
kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde merkezi planlamanın önemi azalmaz, aksine
artar. Yanı sıra, 1953’lerin SSCB’si 1920’lerin NEP dönemi Rusya’sı
değildir. Üstüne üstlük, bir de bu kararların alındığı dönem, SSCB’nin
sosyalizmden komünizme, sosyalizm aşaması geride kaldığı için komünizm
aşamasına girildiğinin ilan edildiği bir dönemdir. Hem “Sovyetler Birliği,
sosyalizmi inşa etmiş olan ve şimdi de başarıyla komünizm binasını inşa eden
dünyanın ilk ülkesidir.” (Ders Kitabı, C. II, s. 324) denilirken, öte yandan da
söz konusu kararın alınmış olması ayrıca bir çelişki ve tutarsızlığı dile
getirmektedir. Bu sübjektif yaklaşım bir yana, söz konusu kararların alındığı
tarih kesitinde yapılması gereken şey merkezsel planlamayı zayıflatmak değil,
aksine güçlendirmekti. Merkezi planlamayı bürokratik merkeziyetçi
deformasyondan kurtararak demokratik merkeziyetçiliğe, sosyalist demokrasinin
işlevsel geliştirilmesi eksenine dayalı yetkinleştirmekti. Bu gerçeklere karşın
ilgili kararlar alınabilmiştir.
Üçüncü
olarak, daha ilerde incelediğimizde görülecektir ki, bu kararlar ve kararların
mantığı doğrultusunda daha sonra alınan aynı içerikteki kararlarla, bir yandan sosyalist tarım geriletilmiş, diğer
yandan da 56 dönemecine taşlar döşenmiş ve
56 sonrası kapitalist yeniden inşa süreciyle birlikte SSCB giderek dünyanın en büyük buğday ithalatçısı
pozisyonuna düşürülmüştür.
“…SBKP MK
Eylül Oturumu, bir dizi tarımsal ürün için şimdiye kadarki ürün baş fiyatı ve
toptan alım fiyatlarının Kolhozları ve kolektif köylüleri üretimlerini
yükseltme konusunda teşvik etmediğini saptadı. Bu fiyatları değer yasasının
gereklilikleriyle uyum içinde yükseltme şeklinde bir nesnel zorunluluk doğdu.
“Kolektif
köylülerin tarımı daha fazla gelişmesine olan bireysel maddi ilgisini
yükseltmek amacıyla, SBKP Eylül Oturumu’nun Kararları’yla ürün baş fiyatı ve
toptan alım fiyatları önemli ölçüde yükseltildi, mecburi teslim normları
düşürüldü ve yüksek toptan alım fiyatlarıyla toptan alımların payı yükseltildi;
kolektif köylülerin yan işletmeleri için alınan tarımsal vergi düşürüldü…”
(age., s. 231)
Burada dikkat
çeken şey, kolektif köylülüğün (kolhozlardaki) bireysel/özel işletmelerinden
alınan verginin düşürülmesidir. Maddi teşvik aracılığıyla tarımsal üretimi
arttırmak bu uygulamanın gerekçesini oluşturuyordu.
Bu karar,
diğer kararlar gibi, sosyalist maddi temelin de sürekli yetkinleştirilmesiyle
da bağlı sosyalist bilinç ve eylemi geliştirerek tarımsal üretimi arttırmak
yerine, kolhozların ve tek tek kolhozcu köylülerin para ve mal kazanma hırsını
teşvik ederek sözde tarımsal üretimi arttırma politikası temelinde yükseliyor.
Stalin sonrası alınan kararlarda maddi teşvik artan oranda öne çıkarılmış ve
geliştirilmiştir. Söz konusu vergi oranının düşürülmesi de bu politikanın
araçlarından birisi olmuştur. Teorik ve pratik olarak, bu karar da diğer
kararlar gibi, burjuva ve küçük burjuva ideolojik ve ahlaki değerleri
güçlendirmiş, değer yasasının da alanını genişletmiştir.
Kolhoz
mülkiyeti sosyalist mülkiyetin bir biçimidir; böyle olmakla birlikte, bu
mülkiyet tipi bir grup mülkiyetidir ve henüz tüm halkın mülkiyeti kategorisine de
girmemektedir. Sosyalizmden komünizme geçiş sürecinde çözülmesi gereken
sorunlardan birisi de, grup mülkiyetinin tüm halkın mülkiyeti düzeyine
çıkarılmasıdır. Geçiş sürecinde politika, grup mülkiyetini, adım adım, maddi ve
kültürel olarak ön koşullarını olgunlaştırarak tüm halkın mülkiyeti
düzeyine çıkarmaktır.
Sorunun bu
yanını Stalin, ünlü eseri
“Sosyalizmin Ekonomik Sorunları”nda ortaya koymuştur. Kolhoz mülkiyetinin iki
tipi vardır: Artel ve komün. Artel, kolhozcu mülkiyetin alt biçimi, komün ise bir üst biçimidir.
İkincisini birincisinden ayıran şey, komünde küçük çaplı özel mülkiyetin de
ömrünü tamamlayarak son bulmasıdır. Tarihten, özel mülkiyet dünyasından
devralınmış özel mülkiyetçi köklü kirlilik ve gerilik nedeniyle, tarımda
sosyalist dönüşüm sürecine girilirken, bu olgu dikkate alınarak, işe, hemen ve
doğrudan komün tipi kolhoz örgütlenmesiyle başlanmamakta, bunun yerine, işe, artel tipi kolhozcu iktisadi biçimle başlanmaktadır.
Ama sosyalist inşa süreci ilerledikçe, sağlamlaştıkça, artelden komün tipine
geçişin koşulları olgunlaştıkça, doğal olarak artel yerini, adım adım, komün
tipi kolhoza bırakacaktır. Ama bu süreç kendiliğindenci bir süreç değildir,
aksine, proletaryanın iradi bir
şekilde müdahale ettiği ve yönettiği bir süreçtir. Bu bağlamda, 1950’lerin
SSCB’sinde Partinin görevi, artel tipini daha da yerleşik hale getirecek
kararlar almak ve süreci geri çekecek politikalar ve eylem planları yürütmek değil, aksine komün tipine gidişi
hızlandıran politika ve eylem planı
geliştirmek olmalıydı. Ama, revizyonist bürokratik yeni tip küçük burjuva kast,
doğası gereği, bu görevi bir yana itmiş, dahası mahkum etmiş, özel mülkiyeti,
özel mülkiyetçi eğilim ve uygulamaları geliştirmeye başlamıştır.
“Sovhozların
üretimin gelişmesi karşısında maddi ilgiyi sağlamak için, 1954 yılında, şimdiye
kadar Sovhozlara verilen devlet sübvansiyonları kaldırıldı…” (age., s. 242)
“Bir bütün
olarak Sovhozun ve her Sovhoz çalışanının emeğin sonuçlarına karşı maddi
ilgisi, Sovhozlardaki üretimin kesintisiz büyümesinin ve mükemmelleşmesinin en
önemli koşuludur.” (age., s. 243)
Aynı
revizyonist teorik ve pratik yaklaşımı sovhoz politikasında da görüyoruz. Sovhoz, tarımda sosyalist iktisadi biçimin
en yüksek tipidir. Kolhozlardan farklı olarak, sovhozlar, tüm halkın mülkiyeti olan
sosyalist/toplumsal mülkiyet kategorisine giren bir mülkiyet biçimidir.
Sovhozlar, sosyalist tarımda örnek devlet işletmeleridir. Ama salt örnek ve
önder bir işletme değil, aynı zamanda sosyalist tarımsal üretim verimliliğini
öncelikle geliştiren ve üretimde de önemli bir yer tutan işletme türüdür.
Dolayısıyla Stalin döneminde uygulanan devlet sübvansiyonu politikası doğru bir
politikaydı.
Tarımın önder
kuruluşları olan sovhozları, bilim ve tekniğin en son verilerine dayanarak
kesintisiz bir şekilde en ileri teknikle donatmak ve sürekli yenilemek ve
yetkinleştirmek devletin (proletarya diktatörlüğünün) asli görevlerinden
birisidir. Sovhoz bir devlet işletmesidir ve geliştirilmesi de devletin
görevidir. Sovhozları ihmal etmek, gerçekte sosyalist tarımı ihmal etmek,
proletaryanın tarıma önderlik görevlerini ihmal etmek, onun önderliğini
zayıflatmak demektir. Zaten söz konusu kararla da bu yapılmıştır ve bu,
bilinçli bir tercihin ürünüdür. Aslında MK’nın bu kararı, 56 sonrası yürürlüğe
giren işletmelerin kendi kendisini finanse etmesi (oto finansman) politikasının öncül adımlarından bir diğerini
oluşturmaktadır.
Sovhozların
ve sovhoz çalışanlarının emeklerinin sonuçlarına maddi ilgilerinin,
sovhozlardaki üretimin kesiksiz geliştirilmesinin “en önemli koşulu” olduğu
tezine gelince: Bu bakış açısı ve harekat tarzı, çok çarpıcı bir tarzda, 53’le
başlayan ve 56’da tamamlanan geçiş sürecindeki burjuva revizyonist eğilimin çarpıcı yansımalarından birisidir.
Burada eğer bir “ön koşul” aranacaksa, bu ön koşulun birincisi, üretim
tekniğinin ve üretim verimliliğinin azami geliştirilmesi, ikincisini ise,
komünist bilinç ve eylemin geliştirilmesi, yeni insanın yaratılmasının
gereklerine gösterilecek azami özen ve duruştur. Ama biz, söz konusu kararlarda
bu olgunun zerresini bile göremiyoruz, aksine özel mülkiyetçi tutkular
kışkırtılıp yaygınlaştırılıyor; burjuva revizyonist eğilimin toplumsal
temelleri güçlendiriliyor, ideolojik dokusu sağlamlaştırılıyor, bürokratik
tabakanın siyasal hazırlık ve manevrasına alan açılıyor. Değer yasasının alanı
genişletiliyor.
“Sosyalist iş
bölümü sayesinde, bunun dışında, tek tek ülkeler, sanayinin ve tarımın en
önemli dallarının gelişmesinde çifte çalışmadan ve kesişmelerden kaçınabilecek
duruma getirilmektedirler. Sosyalist kampın tüm sistemi içinde eşit haklara
sahip iktisadi birimler olarak birbirlerini tamamlamakta ve muazzam ölçüde
gücün ve aracın tasarruf edilmesiyle iktisadi gelişmelerini
hızlandırmaktadırlar. Her ülke, güçlerini ve araçlarını kendisi için uygun
doğal ve iktisadi koşulların ve aynı zamanda en iyi üretim deneyiminin ve
uzmanların bulunduğu dalların gelişmesi üzerinde yoğunlaştırabilir. Bununla
birlikte, tek tek ülkeler için, diğer ülkelerden alabileceği ürünlerin
üretilmesinden kaçınma olanakları ortaya çıkmaktadır. Böylelikle sanayide geniş
çaplı uzmanlaşma ve üretimin koordinasyonu ve besin maddeleri ve hammadde
üretiminde amaca uygun iş bölümü sağlanmaktadır.” (age., s. 375-376)
Burada
savunulan perspektif düpedüz büyük devlet
şovenizmidir, revizyonist bürokrat tabakanın burjuva yayılmacı istek ve
beklentilerinin yansımasıdır. Burada, “iş bölümü” adı altında önerilen
politikanın altında, yeni sosyalist ülkelerin kendi ağır sanayilerini kurmasını
önleme ve bu ülkeleri yeni tip burjuvazinin egemenlik kuracağı SB’nin ucuz
hammadde kaynağı, ucuz iş gücü kaynağı, tarıma ve hafif sanayiye dayanan
uzantıları olarak şekillendirme istek ve amacıdır. Nitekim modern revizyonist
karakterdeki 20. Kongre ile bu amaç
açık seçik dile getirilir. Sosyalist kamp çapında en ileri bilimsel-teknik
temel üzerinde yükselen güçlü ve birleşik bir maddi temelin inşası ve
kesintisiz geliştirilmesi, keza bu olguyla birleşik güçlü ve gelişen bir uluslararası
proletarya diktatörlüğü cumhuriyetler birliğinin inşası; bu perspektifle bağlı
uzmanlaşarak ihtisaslaşmış bir uluslararası sosyalist ekonomi ve işleyişi doğru
bir hedeftir. Fakat yukarıda işaret ettiğimiz ve eleştirdiğimiz analizin böyle
bir perspektifle uzaktan yakından bir bağı bulunmamaktadır.
Yukarıdaki
teori ve perspektif, gerçekte, (“Brejnev doktrini” ile daha açık ilan edilen) revizyonist
burjuvazinin, yeni-sömürgeci “sınırlı
egemenlik” doktrininin farklı
bir anlatımı, ön temel taşı ve tamamlayanıdır. Oysa sosyalizmden komünizme
geçiş, komünizmin maddi-teknik temelinin hazırlanması ve sürekli
geliştirilmesi, her sosyalist ülkenin birleşik uluslar arası sosyalist
ekonominin bir bileşeni olarak en yeni tekniğe dayalı bir tarzda üretim
araçları üreten sanayi kurmasına ve geliştirmesine bağlıdır. Sosyalist kampın
ortaya çıkması bundan vazgeçmeyi getirmez, tersine, ağır sanayisini kurmuş ve
başarıyla geliştiren sosyalist ülkenin enternasyonalist desteği ile yeni
sosyalist ülkelerin ağır sanayisinin kuruluşuna her bakımdan katkı yaparak,
böylece sosyalist kamp çapında güçlü bir maddi-teknik temele bağlı olarak
komünizme yürümektir. Bu aynı zamanda, uluslararası sermayeye karşı ulusal
bağımsızlığın korunması, emperyalist kuşatma ve saldırıların
etkisizleştirilmesi vb. için de son derece ivedi ve kaçınılamaz bir görevdir.
Bir de
tarihin sunduğu dersler ışığında şu
noktalara dikkat çekmek isteriz. Birinci nokta, kapitalist restorasyondan sonra
yaşanan tahrip edici sürecin geniş kitleler üzerinde yarattığı derin
güvensizlikler mevcuttur. Bu güvensizliklerin temel unsurlarından birisi şudur:
Diğer sosyalist ülkeler, restorasyonla birlikte süreç içinde Rus sosyal
emperyalizminin yeni sömürgeleri haline geldiler. Uzatmaya gerek yok, bu durum,
gelecekte, sosyalist devrimini daha erken gerçekleştirmiş (tabii bu ülke SSCB
gibi kudretli bir ülkeyse) ülkeye karşı sosyalizme daha sonra ulaşmış olan ülke
ya da ülkelerin işçi ve emekçilerin bir ulusal güvensizlik duygusuyla davranmasına
ya da hiç olmazsa bu çarpık bilincin ciddi etkileri altında tepki vermesine yol
açacaktır ya da açabilecektir. Bu durum, dünya proletarya diktatörlüğü
federasyonuna geçilmesini olumsuz yönde etkileyebilecektir. Dolayısıyla
teoriye, proletarya enternasyonalizmine güçlü bir şekilde asılmak, şovenizme ve
sosyal şovenizme karşı mücadeleyi güçlü bir tarzda geliştirmek ve daha zayıf ve
geri uluslardan emekçi kitleler üzerinde olası burjuva milliyetçi etkilere
karşı savaşmada ve bu uluslar ve ülkeler işçi, emekçilerinde ulusal
güvensizliklere yol açabilecek en küçük tavır ve tutumlardan uzak kalmaya en
büyük özen ve dikkati göstermek bugün geçmişten çok daha fazla bir hassasiyeti
gerektirmektedir. Kuşkusuz ki, geri ve zayıf ulusların işçi ve emekçileri üzerindeki
burjuva milliyetçi etki ve güvensizliklere karşı sadece propaganda ve
ajitasyonun gücüyle savaşılamaz. Bunun kitlelerin kendi öz deneyimleri ile
birleşmesi gerekecektir. Bu noktayı asla unutmamak gerekmektedir.
İkinci nokta,
kapitalist restorasyonun özgün deneyimi, her sosyalist ülke ve ulusun kendi
bağımsız ağır sanayisine sahip olmasının önemini daha da yakıcı kılmıştır.
Uluslararası sosyalist iş bölümü içerisinde olabildiğince birleşik bir
sosyalist pazar geliştirirken, bu noktaya özel bir önem göstermek ve ileride
olan sosyalist ülkenin geride olan sosyalist ülkelere ve uluslara
karşılıksız ( evet, özellikle
vurgulanması gerekir, tamı tamına karşılıksız, yani işin içerisine değer
yasasının hiçbir biçimde bulaşmadığı) enternasyonalist destek ve katkısının
yapılmasına geçmişten daha özenli davranması ve gerekli fedakârlığı yapması
gerekecektir. Kapitalizmin restorasyonu deneyiminden sonra bugün bu çok daha
yakıcı bir sorun ve görev haline gelmiştir.
“Emek
üretkenliğinin kesintisiz büyümesini ve toplumsal zenginliğin önemli ölçüde
çoğalmasını sağlamak için, sosyalizmden komünizme geçiş döneminde halk
iktisadının planlı yürütülmesinin değer yasasına bağlı para, kredi, ticaret ve
iktisadi muhasebe gibi ekonomik aygıtların kullanılması gerekmektedir…” (age.,
s. 322)
Evet, değer
yasası sınırlanmış olsa da sosyalist inşa sürecinde belli bir ölçüde
işlemektedir. Dolayısıyla kaçınılmaz olarak, planlamada, muhasebede vs. dikkate
alınmak zorundadır. Ama sosyalizmden komünizme geçiş döneminde, yani tüm bu
süreçte, emek üretkenliğinin sürekli büyütülmesi, toplumsal zenginliğin önemli
oranda çoğaltılması için değer yasasına bu denli önem verilmesi yanlıştır,
revizyonist bir yaklaşımdır.
Sosyalist
inşa süreci komünizme doğru olgunlaşarak geliştikçe, değer yasasının sosyalist ekonomi üzerindeki etkisi de giderek
zayıflayacak, dahası zaten bilinçli politikalarla ömrünü tüketmesi sağlanmaya çalışılacaktır. Sosyalizmin iktisadi
temellerinin atılmasından sonra bu etki zaten ciddi bir şekilde sınırlanmış
olacak ve nihai amaca doğru devrimci ilerleyiş sürecinde bu rol ve etkisi artan
oranda zayıflayacaktır.
Dolayısıyla
emek üretkenliği ve toplumsal zenginliğin artışında esas olan ve olması gereken
değer yasası değildir ve olamaz. Sosyalizmin temel ekonomik yasası, bu temel
yasaya tabi işleyen planlı (orantılı) gelişme yasasının gittikçe daha etkin
yaşam bulmasının, emek üretkenliğinin ve toplumsal zenginliğin kesintisiz
artışının nedeni zaten değer yasası değildir. Komünizme dek bu yasaya bağlı
kalınmadığında söz konusu kesintisizliğin de sağlanamayacağını söylemek, ima
etmek, gerçekte sosyalist sanayi ve tarımda üretkenlik ve zenginlik artışının
zorunlu ön koşulu veya en önemli koşulunun değer yasası olduğunu savunmak
demektir. Ki bu teorik ve politik yaklaşıma “Ders Kitabı”nda sıkça
rastlamaktayız. Kitapta sık sık vurgulanan maddi teşvik, eşitliğin sosyalizme
derinden düşman (!) olduğu yaklaşımıyla, gelir farklılaşmasını kutsayan kafa
yapısıyla eleştire geldiğimiz tez ve politikalar bir bütün oluşturuyor. Devrimin gerçekleştiği koşullarda bir
Almanya, İngiltere, ABD vb. gibi emperyalist ülkelerde söz konusu
değerlendirmeler ve vurgular daha da sırıtacaktır.
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder