21 Kasım 2016 Pazartesi

I. BÖLÜM



19) Stalin, Marksizm-Leninizm’in Bir Ustası Olarak Değerlendirilebilir mi?
Biliyorum, ölümümden sonra mezarımın üstüne yığınla pislik atacaklar. Ama tarihin rüzgârı onları temizleyecek.” (Stalin)
Tarihte hiçbir devrimci önder Stalin kadar acımasız demagojik saldırılara uğramadı. Hiçbir devrimci öndere bu denli sınırsız kin duyulmadı. Hiçbir ülkenin önderi kendi ülkesinde Stalin kadar aşağılanmaya çalışılmadı. Tarihte hiçbir önder Stalin kadar eşsiz başarıların, zaferlerin ve kazanımların altına da imzasını atamadı.
Stalin’e dönük her renk ve tondan iftiranın, demagojinin, sınırsız kinin kaynağında yatan olgu, onun proletaryanın devrimci ideallerine ve pratiğine olan sarsılmaz bağlılık ve iradesiydi.
Çünkü O, geri bir köylü ülkesinde, emperyalist kuşatma altında, tarihte ilk defa sosyalizmi inşa eden; içte kapitalizmin ve burjuvazinin, özel mülkiyetçi her türden maddi ilişkilerin köküne kibrit suyu döken; emperyalizm ve faşizmin her ablukasını yıkan ve yenen; oportünist, Troçkist vb. her türden akımın hain ve dönek karakterini yalnız teoride değil, daha da önemlisi, pratiğiyle de parlak bir biçimde çırılçıplak ortaya koymayı başaran komünist bir önderdi. Stalin adı yenilmezliğin, proletaryanın fethedemeyeceği kaleler olamayacağının keskin ifadesidir.
“Stalinizm” olarak tanımlanabilecek bir Stalincilik yoktur. Stalin’in de hiçbir zaman böyle bir iddiası olmadı. Bu iddianın kaynağı, burjuvazidir; sosyal-demokrasiden Troçkizm’e, Titoizm’den Kruşçevlere vb. uzanan modern revizyonist cephedir.
Stalin her zaman için Lenin’in sadık bir öğrencisi oldu, olmaya çalıştı. Sadık ve alçak gönüllü fakat gücünün de farkında olan bir komünist devrimci önder olarak yaşadı.
Emperyalizmin, her türden oportünizmin, Troçkizm’in vb. aşağılık kara çalma ve çarpıtmalarına karşın Stalin her şeyden önce yaptıklarıyla tarihteki yerini almıştır. Uluslararası sermayenin ve yedeğindeki ideolojik-siyasi akımların aşağılık ve dizginsiz çarpıtma ve iftiralarına rağmen Stalin bir onur abidesi olarak yaşamaya devam etmektedir ve edecektir de!
Tarihin ve sınıflar mücadelesinin denek taşına vurulduğunda Stalin, ciddi hata, eksiklik ve zaaflarına karşın büyük bir proletarya savaşçısı ve önderi olarak yaşadı, savaştı ve öldü.
Tarihsel gerçek budur.
O, geride bizlere, gerçekte öğrenmede son derece tutuk davrandığımız, yetersiz kaldığımız, zengin bir deneyim ve dersler yığını; güçlü bir teorik ve pratik hazine bıraktı.
Stalin’i belirleyen bir yandan kapitalizm, özel mülkiyet ve her renkten oportünizm karşısındaki yıkıcılığı, öte yandan daha da zor olan büyük bir sosyalist kurucu/yapıcı çalışmasıdır. Hata ve eksiklikleri de içinde olmak üzere Stalin’den öğrenmek eleştirel öğrenmeyle, O’nun “Bolşeviklerin fethedemeyeceği kale yoktur” çağrısına kulak vermekle mümkündür.
İnsanlar, kendi tarihlerini kendileri yaparlar ama keyfi olarak değil, içerisinde bulundukları ekonomik, toplumsal ve somut tarihsel koşullara dayanarak, o koşullar içerisinde.
Aynı diyalektik materyalist değerlendirme Stalin’e bakış açımız için de geçerlidir.
Marksizm Leninizm’in bu sadık savaşçısının, proletaryanın bu büyük devrimci önderinin hata ve eksiklikler hanesine yazılacak şeyler temelde, sosyalizmin tarihte ilk kez (Paris Komünü gibi sınırlı bir deneyimi bir yana koyarak söyleyecek olursak) kurulacak oluşuyla ilgilidir. Geride herhangi bir sosyalist inşa-kuruculuk deneyiminin bulunmadığı koşullarda yeni bir dünyayı, pratik-siyasal bir sorun olarak, kurmak/inşa etmek zorunluluğunun yaşandığı bir tarihsel kesitin ağır mı ağır sorun ve gerçekleriyle ilgilidir.
Bu bağlamda, Stalin’in önderliği dönemine ilişkin yapılacak eleştiri ve değerlendirmeler bu bakış açısıyla ele alınmalı, geri bir köylü ülkesinde ve burjuva kuşatma altında tek başına sosyalizmi kurmak tarihsel zorunluluğunun nesnel dayatmalarını da gözden kaçırmaksızın soruna yaklaşılmalıdır.
Sosyalizmin inşasının önderi Stalin’e bakışımız, geçmişten gelecek için ders çıkarmak, yeni bir donanımla kuşanarak sosyalist/ komünist dünyayı kurmakla ilgilidir
Tarihten ders almasını bilmeyenler, en iyi durumda bile, son tahlilde onu bir biçimde tekrarlarlar. Birincisinde trajedi kabul edilecek şey, ikincisinde bir komediye dönüşür. Ama devrimci proletarya artık ne yeni bir trajedinin, dahası ne de bir komedinin yaşanmasına izin vermeyecektir. Çünkü devrimci enternasyonal proletarya bu niteliğe, yeteneğe, irade gücüne sahiptir. Çünkü devrimci enternasyonal proletarya tarihten ders çıkarma nitelik ve yeteneğine sahip en gelişkin sınıftır. Çünkü o, geleceği elde tutan ve yazacak olan tek sınıftır. Çünkü Marksist-Leninistler ideolojik liberalleşmeyle de, dogmatizmle de hesaplaşma kudretine ve tarihten bilimsel dersler çıkarıp pratikleştirme nitelik ve yeteneğine sahiptirler. Stalin’in dediği gibi, Bolşeviklerin fethedemeyeceği kaleler yoktur!
Bu kez, enternasyonal proletarya ve politik genelkurmayları, sosyalizmin tarihsel-politik-ideolojik deneyimleriyle de kuşanmış olarak 21. yüzyılda sosyalizmin zaferi için, bir kez daha ve daha büyük bir güç ve tutkuyla ileri atılacak ve proletaryanın bayrağını kapitalizm ve özel mülkiyet dünyasının köhnemiş burçlarına dikecektir. Biliyoruz ki, devrimci proletarya, kendi tarihinden gerekli dersleri çıkarıp vurucu bir silaha; zafer ereğiyle öğrenme ve bu uğurda her türlü zorluğu yenme ve kazanma iradesine sahip en devrimci sınıftır.
Proletarya, tarihteki en büyük başarı ve zaferlerini büyük Stalin önderliğinde kazandı ama en büyük yenilgisinin öncülleri de Stalin döneminde oluştu. Bu olgunun vurgulanması gerektiğine de inanıyoruz.
Doğada, toplumda, düşüncede hiçbir şey öncüller oluşmadan doğmaz.
56’da proletaryanın iktidarını gasp eden modern revizyonist ihanetin öncülleri daha Stalin yaşarken oluştu. Bürokratik paslanma, çürüme Stalin sonrası dönemde restorasyona dönüştü. Stalin bir ölçüde gördüğü bu tehlikeyi derinlemesine anlayamadı, köklü bir müdahalede bulunamadı. Eleştire geldiğimiz tablodan Stalin’i azade tutamayız, dahası Stalin’i ilk sorumlu olarak ele almak zorundayız. Bu konuda Enver Hoca gibi davranarak Stalin’i yaşanan olumsuzluklardan adeta soyutlayarak, tek yanlı bir duygusallıkla da sorunu ele alamayız.
Evet, Stalin büyük bir Marksist-Leninist önderdir. Ama Stalin’i dördüncü usta sayamayız. Teorik ve pratik alanlardaki hata, zaaf ve eksiklikleri bu büyük devrimciyi Marks, Engels, Lenin’in yanında dördüncü bir usta olarak koymamıza engel olmaktadır.
Ancak inanıyoruz ki Stalin, Lenin’den sonra yetişmiş, yaşamış en büyük Leninisttir. Eserleri, değerli bir başvuru kaynağıdır. Mekânlarımızda, kurumlarımızda, eylem alanlarında, kitleler içerisinde hep Stalin’in devrimci mirası, fotoğrafları da elde bayrak olmalıdır.
İnanıyoruz ki, Stalin’i reddetmek Marksist-Leninist olmayı reddetmektir. AntiMarksist-Leninist akımların Stalin’i reddetmeleri, bu reddiyeye değişik gerekçeler göstermeleri ya da Stalin’in Marksizm-Leninizm’le bağını koparmak isteyenlerin işe, Stalin’i, “Stalinizm”i redle başlamaları rastlantısal değildir. Vurguluyoruz: Hem Stalin’i reddetmek hem de Marksist-Leninist kalmak mümkün değildir. Stalin’i reddetmek Marksist-Leninist olmayı reddetmek demektir. Kuşkusuz ki tek başına Stalin’i savunmak da hiçbir akıma otomatik olarak Marksist-Leninist olmak hakkını da vermez ama şimdilik konumuz bu değil, geçiyoruz.
Dikkat edilsin, Stalin’i red ve mahkûm edenler cephesi, devrimi reddeden cephedir; reformizm, revizyonizm, Troçkizm gibi sosyalizm maskeli burjuva akımlardır. Stalin’in devrimciliğini yadsıyanların devrimci mücadelede ciddi bir yerlerinin olmaması, burjuvazinin iftiralarını tekrarlamaları, hatta kraldan çok kralcı kesilmeleri rastlantı değildir, aksine, yalnızca Marksizm-Leninizm değil, devrim karşıtı karakterlerinin yansımasıdır.
Stalin’i Marksizm-Leninizm’in bir ustası olarak değerlendirmesek de, Stalin’in ulusal sorun, sosyalizmin inşası, strateji taktik, parti teorisi, askerlik bilimi gibi önemli sorunlarda Marksizm-Leninizm’e katkıları olduğuna da inanıyoruz. Onun bu katkılarının Marks, Engels, Lenin’den bağımsız yaptığı katkılar, onlarla eş değerde yaptığı katkılar olarak görmüyoruz. Ama yine de katkıdır ve bu katkılar ciddi katkılardır. Fakat yine de bu katkıların tek başına Stalin’i, Marksizm-Leninizm’in klasiği/ustası saymamıza yeterli olmadığını düşünüyoruz. Yeni tip bürokratik sınıfsallaşma ve çürüme olgusunu bilince çıkaramaması, teoriyi buradan zenginleştirememesi, pratiğin önünü bu bakımdan açamaması, Stalin’i Marks, Engels, Lenin gibi bir deha saymamızı önleyen en temel nedendir. Bunu yapma şansı olan Stalin’di. Çünkü söz konusu olumsuz deneyime kendisi tanık olmuştu. Bu olguyu, diyalektik materyalizme, Marksizm-Leninizm’e dayanarak eleştirel inceleme, teoriyi (ve pratiği) yenileyerek zenginleştirme, böylece SSCB’ye, Sosyalist Kamp’a, dünya proletaryasına önderlik etme olanağı vardı. Bu görevi çözmeye en yakın yerde olan ve duran ve bunu başarması beklenecek tek kişi, o koşullarda Stalin’di. Ama ne yazık ki Stalin yoldaş bu yaşamsal devrimci görevi, büyük bir Marksist-Leninist önder olmasına karşın yapamadı. Bu görevin yerine getirilememesinin SSCB’yi, Sosyalist Kamp’ı, UKH’yı, dünya proletaryası ve dünya devrimini getirdiği yeri, derin ve kapsamlı yıkımı ise biliyoruz.
Tarihsel materyalizmi, diyalektik materyalizmi bir yana iterek yapılan Stalin değerlendirmeleri nesnel değildir. İçerisinde yetiştiği ve savaştığı somut tarihsel koşullardan soyutlayarak, koparılarak yapılan Stalin değerlendirmeleri bilimsel ve devrimci değildir. Marksizm-Leninizm, tarihte bireyin rolünü reddetmez ama gerek Stalin’i idealize eden, O’nu her türden hata ve zaafın, eksiklerin, eleştirilerin dışında tutan analizler gibi şeytanlaştıran analizler de Marksizm-Leninizm’e aykırıdır. Ki bu şeytanlaştırma operasyonunun dünya burjuvazisinin ve yedeğindeki akımların bilinçli ideolojik-politik-psikolojik saldırısıyla bağlı olduğu gerçeğinin altı özenle çizilmelidir. Stalin haklı olarak gerek SBKP (B) ve gerekse de Uluslararası Komünist Hareket içerisinde daima büyük bir otoriteyi temsil etti. Ortaya çıkan veriler ışığında Stalin’in o büyük otoritesine rağmen kendi partisi içinde çeşitli sorunlarda azınlıkta kaldığı dönemler olduğunu öğreniyoruz. Geçmişte bu bakımdan tek yanlı değerlendirmelerimizin olduğu açıktır. Marksist-Leninist Komünistler burjuva liberal ve küçük burjuva sekter dogmatik yöntemlerle, bakış açısıyla, değerlendirmelerle arasına kalın bir sınır çizgisi çekerek Stalin’den eleştirel öğrenmeye devam etmelidirler. Marx’ın dediği gibi “Mücadeleye, yalnız yanlışsız ve elverişli şans koşulları içerinde başlanabilse, dünya tarihi, elbette ki çok kolay yaratılabilir” ve yazılabilirdi. Fakat öyle olmadığını biliyoruz…
DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder