19) Stalin, Marksizm-Leninizm’in Bir Ustası Olarak
Değerlendirilebilir mi?
“Biliyorum, ölümümden sonra mezarımın üstüne
yığınla pislik atacaklar. Ama tarihin rüzgârı onları temizleyecek.”
(Stalin)
Tarihte
hiçbir devrimci önder Stalin kadar acımasız demagojik saldırılara uğramadı.
Hiçbir devrimci öndere bu denli sınırsız kin duyulmadı. Hiçbir ülkenin önderi
kendi ülkesinde Stalin kadar aşağılanmaya çalışılmadı. Tarihte hiçbir önder
Stalin kadar eşsiz başarıların, zaferlerin ve kazanımların altına da imzasını
atamadı.
Stalin’e
dönük her renk ve tondan iftiranın, demagojinin, sınırsız kinin kaynağında
yatan olgu, onun proletaryanın devrimci ideallerine ve pratiğine olan sarsılmaz
bağlılık ve iradesiydi.
Çünkü O, geri
bir köylü ülkesinde, emperyalist kuşatma altında, tarihte ilk defa sosyalizmi
inşa eden; içte kapitalizmin ve burjuvazinin, özel mülkiyetçi her türden maddi
ilişkilerin köküne kibrit suyu döken; emperyalizm ve faşizmin her ablukasını
yıkan ve yenen; oportünist, Troçkist vb. her türden akımın hain ve dönek
karakterini yalnız teoride değil, daha da önemlisi, pratiğiyle de parlak bir
biçimde çırılçıplak ortaya koymayı başaran komünist bir önderdi. Stalin adı
yenilmezliğin, proletaryanın fethedemeyeceği kaleler olamayacağının keskin
ifadesidir.
“Stalinizm”
olarak tanımlanabilecek bir Stalincilik yoktur. Stalin’in de hiçbir zaman böyle
bir iddiası olmadı. Bu iddianın kaynağı, burjuvazidir; sosyal-demokrasiden
Troçkizm’e, Titoizm’den Kruşçevlere vb. uzanan modern revizyonist cephedir.
Stalin her
zaman için Lenin’in sadık bir öğrencisi oldu, olmaya çalıştı. Sadık ve alçak
gönüllü fakat gücünün de farkında olan bir komünist devrimci önder olarak
yaşadı.
Emperyalizmin,
her türden oportünizmin, Troçkizm’in vb. aşağılık kara çalma ve çarpıtmalarına
karşın Stalin her şeyden önce
yaptıklarıyla tarihteki yerini almıştır. Uluslararası sermayenin ve
yedeğindeki ideolojik-siyasi akımların aşağılık ve dizginsiz çarpıtma ve
iftiralarına rağmen Stalin bir onur abidesi olarak yaşamaya devam etmektedir ve
edecektir de!
Tarihin ve
sınıflar mücadelesinin denek taşına
vurulduğunda Stalin, ciddi hata, eksiklik ve zaaflarına karşın büyük bir proletarya savaşçısı ve
önderi olarak yaşadı, savaştı ve öldü.
Tarihsel
gerçek budur.
O, geride
bizlere, gerçekte öğrenmede son derece tutuk davrandığımız, yetersiz
kaldığımız, zengin bir deneyim ve dersler yığını; güçlü bir teorik ve pratik
hazine bıraktı.
Stalin’i
belirleyen bir yandan kapitalizm, özel mülkiyet ve her renkten oportünizm
karşısındaki yıkıcılığı, öte yandan
daha da zor olan büyük bir sosyalist kurucu/yapıcı
çalışmasıdır. Hata ve eksiklikleri de içinde olmak üzere Stalin’den öğrenmek eleştirel öğrenmeyle, O’nun “Bolşeviklerin fethedemeyeceği kale yoktur” çağrısına
kulak vermekle mümkündür.
İnsanlar,
kendi tarihlerini kendileri yaparlar ama keyfi olarak değil, içerisinde
bulundukları ekonomik, toplumsal ve somut tarihsel koşullara dayanarak, o
koşullar içerisinde.
Aynı
diyalektik materyalist değerlendirme Stalin’e bakış açımız için de geçerlidir.
Marksizm
Leninizm’in bu sadık savaşçısının, proletaryanın bu büyük devrimci önderinin
hata ve eksiklikler hanesine yazılacak şeyler temelde, sosyalizmin tarihte ilk
kez (Paris Komünü gibi sınırlı bir deneyimi bir yana koyarak söyleyecek
olursak) kurulacak oluşuyla ilgilidir. Geride herhangi bir sosyalist
inşa-kuruculuk deneyiminin bulunmadığı koşullarda yeni bir dünyayı,
pratik-siyasal bir sorun olarak, kurmak/inşa etmek zorunluluğunun yaşandığı bir
tarihsel kesitin ağır mı ağır sorun ve gerçekleriyle ilgilidir.
Bu bağlamda,
Stalin’in önderliği dönemine ilişkin yapılacak eleştiri ve değerlendirmeler bu
bakış açısıyla ele alınmalı, geri bir köylü ülkesinde ve burjuva kuşatma
altında tek başına sosyalizmi kurmak tarihsel zorunluluğunun nesnel dayatmalarını da gözden kaçırmaksızın soruna yaklaşılmalıdır.
Sosyalizmin
inşasının önderi Stalin’e bakışımız, geçmişten
gelecek için ders çıkarmak, yeni bir donanımla kuşanarak sosyalist/ komünist
dünyayı kurmakla ilgilidir
Tarihten ders
almasını bilmeyenler, en iyi durumda bile, son tahlilde onu bir biçimde
tekrarlarlar. Birincisinde trajedi kabul edilecek şey, ikincisinde bir komediye
dönüşür. Ama devrimci proletarya artık ne yeni bir trajedinin, dahası ne de bir
komedinin yaşanmasına izin vermeyecektir. Çünkü devrimci enternasyonal
proletarya bu niteliğe, yeteneğe, irade gücüne sahiptir. Çünkü devrimci
enternasyonal proletarya tarihten ders çıkarma nitelik ve yeteneğine sahip en
gelişkin sınıftır. Çünkü o, geleceği elde tutan ve yazacak olan tek sınıftır.
Çünkü Marksist-Leninistler ideolojik liberalleşmeyle de, dogmatizmle de
hesaplaşma kudretine ve tarihten bilimsel dersler çıkarıp pratikleştirme
nitelik ve yeteneğine sahiptirler. Stalin’in dediği gibi, Bolşeviklerin
fethedemeyeceği kaleler yoktur!
Bu kez,
enternasyonal proletarya ve politik genelkurmayları, sosyalizmin tarihsel-politik-ideolojik deneyimleriyle de
kuşanmış olarak 21. yüzyılda
sosyalizmin zaferi için, bir kez daha ve daha büyük bir güç ve tutkuyla
ileri atılacak ve proletaryanın bayrağını kapitalizm ve özel mülkiyet
dünyasının köhnemiş burçlarına dikecektir. Biliyoruz ki, devrimci proletarya,
kendi tarihinden gerekli dersleri çıkarıp vurucu bir silaha; zafer ereğiyle
öğrenme ve bu uğurda her türlü zorluğu yenme ve kazanma iradesine sahip en
devrimci sınıftır.
Proletarya,
tarihteki en büyük başarı ve zaferlerini büyük Stalin önderliğinde kazandı ama
en büyük yenilgisinin öncülleri de
Stalin döneminde oluştu. Bu olgunun vurgulanması gerektiğine de inanıyoruz.
Doğada,
toplumda, düşüncede hiçbir şey öncüller
oluşmadan doğmaz.
56’da
proletaryanın iktidarını gasp eden modern
revizyonist ihanetin öncülleri daha Stalin yaşarken oluştu. Bürokratik paslanma, çürüme Stalin
sonrası dönemde restorasyona dönüştü. Stalin bir ölçüde gördüğü bu tehlikeyi derinlemesine anlayamadı, köklü bir müdahalede bulunamadı. Eleştire geldiğimiz tablodan Stalin’i
azade tutamayız, dahası Stalin’i ilk
sorumlu olarak ele almak zorundayız. Bu konuda Enver Hoca gibi davranarak Stalin’i yaşanan olumsuzluklardan adeta
soyutlayarak, tek yanlı bir duygusallıkla da sorunu ele alamayız.
Evet, Stalin
büyük bir Marksist-Leninist önderdir. Ama Stalin’i dördüncü usta sayamayız.
Teorik ve pratik alanlardaki hata, zaaf ve eksiklikleri bu büyük devrimciyi
Marks, Engels, Lenin’in yanında dördüncü bir usta olarak koymamıza engel olmaktadır.
Ancak
inanıyoruz ki Stalin, Lenin’den sonra yetişmiş, yaşamış en büyük Leninisttir. Eserleri, değerli bir başvuru kaynağıdır. Mekânlarımızda, kurumlarımızda, eylem
alanlarında, kitleler içerisinde hep Stalin’in devrimci mirası, fotoğrafları da
elde bayrak olmalıdır.
İnanıyoruz
ki, Stalin’i reddetmek Marksist-Leninist olmayı
reddetmektir. AntiMarksist-Leninist akımların Stalin’i reddetmeleri, bu
reddiyeye değişik gerekçeler göstermeleri ya da Stalin’in Marksizm-Leninizm’le
bağını koparmak isteyenlerin işe, Stalin’i, “Stalinizm”i redle başlamaları rastlantısal değildir. Vurguluyoruz: Hem
Stalin’i reddetmek hem de Marksist-Leninist kalmak mümkün değildir. Stalin’i
reddetmek Marksist-Leninist olmayı reddetmek demektir. Kuşkusuz ki tek başına
Stalin’i savunmak da hiçbir akıma otomatik olarak Marksist-Leninist olmak hakkını da vermez ama şimdilik konumuz
bu değil, geçiyoruz.
Dikkat
edilsin, Stalin’i red ve mahkûm edenler cephesi, devrimi reddeden cephedir;
reformizm, revizyonizm, Troçkizm gibi sosyalizm maskeli burjuva akımlardır.
Stalin’in devrimciliğini yadsıyanların devrimci mücadelede ciddi bir yerlerinin
olmaması, burjuvazinin iftiralarını tekrarlamaları, hatta kraldan çok kralcı
kesilmeleri rastlantı değildir, aksine, yalnızca Marksizm-Leninizm değil,
devrim karşıtı karakterlerinin yansımasıdır.
Stalin’i
Marksizm-Leninizm’in bir ustası olarak değerlendirmesek de, Stalin’in ulusal
sorun, sosyalizmin inşası, strateji taktik, parti teorisi, askerlik bilimi gibi
önemli sorunlarda Marksizm-Leninizm’e katkıları olduğuna da inanıyoruz. Onun bu
katkılarının Marks, Engels, Lenin’den bağımsız yaptığı katkılar, onlarla eş
değerde yaptığı katkılar olarak görmüyoruz. Ama yine de katkıdır ve bu katkılar
ciddi katkılardır. Fakat yine de bu katkıların tek başına Stalin’i,
Marksizm-Leninizm’in klasiği/ustası saymamıza yeterli olmadığını düşünüyoruz.
Yeni tip bürokratik sınıfsallaşma ve çürüme olgusunu bilince çıkaramaması,
teoriyi buradan zenginleştirememesi, pratiğin önünü bu bakımdan açamaması,
Stalin’i Marks, Engels, Lenin gibi bir deha saymamızı önleyen en temel
nedendir. Bunu yapma şansı olan Stalin’di. Çünkü söz konusu olumsuz deneyime
kendisi tanık olmuştu. Bu olguyu, diyalektik materyalizme, Marksizm-Leninizm’e
dayanarak eleştirel inceleme, teoriyi (ve pratiği) yenileyerek zenginleştirme,
böylece SSCB’ye, Sosyalist Kamp’a, dünya proletaryasına önderlik etme olanağı
vardı. Bu görevi çözmeye en yakın yerde olan ve duran ve bunu başarması
beklenecek tek kişi, o koşullarda Stalin’di. Ama ne yazık ki Stalin yoldaş bu yaşamsal
devrimci görevi, büyük bir Marksist-Leninist önder olmasına karşın yapamadı. Bu
görevin yerine getirilememesinin SSCB’yi, Sosyalist Kamp’ı, UKH’yı, dünya
proletaryası ve dünya devrimini getirdiği yeri, derin ve kapsamlı yıkımı ise
biliyoruz.
Tarihsel
materyalizmi, diyalektik materyalizmi bir yana iterek yapılan Stalin
değerlendirmeleri nesnel değildir. İçerisinde yetiştiği ve savaştığı somut
tarihsel koşullardan soyutlayarak, koparılarak yapılan Stalin değerlendirmeleri
bilimsel ve devrimci değildir. Marksizm-Leninizm, tarihte bireyin rolünü
reddetmez ama gerek Stalin’i idealize eden, O’nu her türden hata ve zaafın,
eksiklerin, eleştirilerin dışında tutan analizler gibi şeytanlaştıran analizler
de Marksizm-Leninizm’e aykırıdır. Ki bu şeytanlaştırma operasyonunun dünya
burjuvazisinin ve yedeğindeki akımların bilinçli ideolojik-politik-psikolojik
saldırısıyla bağlı olduğu gerçeğinin altı özenle çizilmelidir. Stalin haklı
olarak gerek SBKP (B) ve gerekse de Uluslararası Komünist Hareket içerisinde
daima büyük bir otoriteyi temsil etti. Ortaya çıkan veriler ışığında Stalin’in
o büyük otoritesine rağmen kendi partisi içinde çeşitli sorunlarda azınlıkta
kaldığı dönemler olduğunu öğreniyoruz. Geçmişte bu bakımdan tek yanlı
değerlendirmelerimizin olduğu açıktır. Marksist-Leninist Komünistler burjuva
liberal ve küçük burjuva sekter dogmatik yöntemlerle, bakış açısıyla,
değerlendirmelerle arasına kalın bir sınır çizgisi çekerek Stalin’den eleştirel
öğrenmeye devam etmelidirler. Marx’ın dediği gibi “Mücadeleye, yalnız yanlışsız
ve elverişli şans koşulları içerinde başlanabilse, dünya tarihi, elbette ki çok
kolay yaratılabilir” ve yazılabilirdi. Fakat öyle olmadığını biliyoruz…
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder