“Partideki tartışmalı ve baş
ağrısı verici sorunları bizzat
incelemek, bu sorunlar üzerinde bizzat
karar vermek isteyen her işçi, her şeyden önce kendi başına bir araştırma
yaparak…gerçeği özümsemelidir. Sadece ve sadece sorunları ve kendi partilerinin
kaderi üzerine düşünen, bunları
dikkatle araştırıp inceleyenler parti üyesi kimliğine ve işçi partisinin
kurucuları olmaya hak kazanırlar.” (Lenin,
Tasfiyecilik Üzerine, s. 258, İla.)
16) 1953-1956 Arası: Revizyonizmin Hazırlık ve Güç
Biriktirme Dönemi
Yeni tipten
küçük burjuva bürokratik dejenerasyon Stalin
döneminde oluştu. Buna rağmen bürokrasiye karşı en önemli devrimci mücadele de
Stalin döneminde örgütlendi ve geliştirildi. Bu bir olgu olmakla birlikte, ne
yazık ki bu mücadele köklü ve bütüncül tarzda örgütlenemedi; sorunun ana kaynaklarına
inilemediği, bilince çıkarılamadığı için başarısızlıkla sonuçlandı. Stalin’in ölümünden
sonraki gelişmeler bu analizimizi doğrulamaktadır.
Stalin’in
ölümü ya da öldürülmesi, aristokratik, bürokratik kastın önündeki en büyük ve
en son engelin aşılması demekti. Nitekim küçük burjuva bürokratik tabakaya gün
doğdu. 1953-56 arası dönem, yeni tip küçük burjuva tabakanın sosyalist
iktidarı gasp etmeye hızla hazırlandığı, güç biriktirdiği, manevralar yaptığı
bir geçiş süreci oldu.
Stalin’in
ölümünün ardından “sosyalist yasallığa bağlı kalma”, “kolektif önderlik” ve
“demokratik merkeziyetçilik”in ihlaline, “kişi putlaşmasına karşı uyanıklık ve
mücadele” sloganları da, giderek artan oranda, piyasaya sürüldü. Kuşkusuz bu
slogan ve söylemler, giderek daha açık biçimler alacak revizyonist karşı
devrimin, bir takım köklü zaafları da
kullanarak daha o günden bilinçli olarak
öne çıkardığı sloganlar ve
söylemlerdi.
Revizyonist
bürokratik güruh, başlangıçta, açıktan Stalin karşıtı bir saldırıya geçmedi,
anti-Stalinist kampanyaya geçiş tedricen
örgütlendi. Başlangıçta, anti-Stalinist saldırılar, dolaylı biçimlerde
geliştirildi. Çünkü işçi sınıfının, emekçilerin ve komünistlerin devrimci tepki ve öfkesinden korkuluyordu.
Yeni dönem, yeni biçim ve yöntemlerle örgütleniyordu. Başlangıçtaki dolaylı
yöntemlerin yerini giderek dolaysız, açık ve daha aşağılık bir saldırı dönemine bırakması kaçınılmazdı.
Hatırlatmak
ve vurgulamak gerekir: Revizyonist bürokrat burjuvalar bir tüm olarak sosyalist
inşa ve proletarya diktatörlüğünün tarihsel deneyine hakimdiler. Onlar, Stalin
döneminde, açık burjuva ve oportünist bir kimlikle açığa çıkmanın ne denli
tehlikeli ve sonu hüsran ve hezimetle bitecek bir serüven olduğunu çok iyi
biliyorlardı. Revizyonist bürokratlar, tam bir ikiyüzlülükle sosyalizm,
Marksizm-Leninizm, Stalin bayrağını herkesten daha ateşli sallamışlardı.
Herkesten daha çok Stalin sever gözükmüşlerdi. Stalin sonrası Stalin’e ve
sosyalizme alçakça saldırabilmek için Stalin putlaştırılmıştı. Bunu Benediktov’un,
Kaganoviç’in, Molotov’un, G. Furr’un, Y. Jukov’un, W. B. Bland’ın
incelemelerinden (ve başka bir dizi anı ve açıklamalardan) çarpıcı bir şekilde
de görebilmekteyiz.
Bir kez daha
şu olguları hatırlatmak yararlı olacaktır:
Stalin,
ömrünün son yıllarında yaşlılık ve hastalığın etkisiyle aktif çalışamamaktadır.
Stalin’in dördüncü istifa girişimi de MK tarafından engellenmiştir.* “Bilgi kaynakları Stalin’in 1950
yılında 73, 1951 yılında sadece 48 ve 1952 yılında 45 gün çalıştığını
gösteriyor.” (Grover Furr, age., s. 140) Bu durumun Stalin’i tasfiye etmek
isteyen yeni tip burjuvaziye olağanüstü bir hareket serbestliği sağladığı;
Stalin sonrası döneme hazırlık yapan kliklerin elini güçlendirdiği kesindir.
Kruşçev’in Anıları’nı okuyacak her okurun görebileceği gibi, parti ve devlet
içinde, doğal olarak öncelikle de MK içerisinde, farklı gruplaşmalar mevcuttur
ve değişik klikler kendi amaç ve hedefleriyle bağlı olarak değişik hesaplar
içerisindedir… Stalin’in vefatıyla söz konusu gruplaşmalar ve iç çatışması
hemen açığa çıkar.
Palazlanan
revizyonist bürokrat burjuvalar, Stalin daha hayattayken onu öldürerek tasfiye
etmek istemişlerdi. Eğer, 53’lerde Stalin’in beklenmeyen ölümü politik bir cinayet değilse bunu yapamadılar.
Hainlerin
başı Kruşçev’in sağ kolu Mikoyan’ın konuyla ilgili Enver Hoca’ya söylediklerini
Hoca, şöyle dile getirir:
“Bu madrabaz
Kruşçevle birlikte Stalin’e karşı komplo düzenlemişler, Stalin’i öldürmeyi
kararlaştırmışlardı; bunu bize kendisi, kendi ağzıyla 1960 Şubatında söyledi.”
(Kruşçevciler, s. 35, Yurt Kitap-Yayın)
Enver Hoca,
1956 yılında SBKP Merkez Komitesi’yle yaptığı görüşmeler sırasında Kruşçev ve
Voroşilov’la aralarında geçen bir konuşmayı da şöyle aktarır:
“Kruşçev,
Klim Voroşilova: ‘Enver’e Stalin’in hataları hakkında bir şeyler söyle’ dedi.
“… Voroşilov
iftiralarını bitirince sordum: ‘Nasıl olur da Stalin böyle hatalar yapabilir?’.
Kruşçev, yüzü kıpkırmızı, bana dönüp cevap verdi: ‘Yapar, yapar Enver yoldaş.
Stalin bunları yaptı.’. ‘Stalin yaşarken bunları görmüşsünüz. Ama nasıl oluyor
da yaptığını söylediğiniz bu hatalardan kaçınması için ona yardım etmediniz?’
diye sordum Kruşçev’e. ‘Bu soruyu sorman doğaldır Enver yoldaş, ama şu kapusta
(lahana)yı görüyor musun? Bahçıvan bu kapustayı nasıl koparıverirse Stalin de
kafanı öyle keserdi,’ dedi Kruşçev ve değneği ile lahanaya vurdu.” (age., s.
31-32)
Burada durup
konu bağlamında “Molotov Anlatıyor” kitabında ifade edilen bir olayı aktarmak
istiyoruz.
Kostantin
Rokossovski, 30’lu yılların “Büyük Temizlik Operasyonu” sürecinde tutuklanmış
generalden birisidir. Stalin 1949 yılında onu daçasına davet ederek Polonya’da
görevlendirmek istediğini söyler. Hikâyesi bir yana, general görevi kabul eder.
Stalin ölmüştür artık ve “Rossokovsk Polonya’dan SSCB’ye döndüğünde Hruşçov
tarafından kabul edilir ve SSCB Savun, ma Bakanlığı’nda bakan yardımcılığı
makamına atandığını öğrenir.” Rossokovski ile Kruşçev arasında geçen diyalogda
Kruşçev onu aşağılar. F. Çuyev anlatmaya devam eder: “Daha beter bir yüze
tükürme olayı da Hruşçov, Stalin karşıtı bir kampanya başlattığı sırada
yaşanır. Rokossovski’den Stalin için, o sırada ve daha sonraki yıllarda da bir
sürü insanın yaptığı gibi, kin dolu bir şeyler yazmasını ister. Bir halk
kahramanı, orduda sevilen kişi, kendisi de 1937’deki tasfiyelerin kurbanı olmuş
Rokossovski’den böyle yazı gelmesi çok iyi olurdu. Mareşal kesin olarak
reddeder ve Hruşçov’a: ‘Benim için Stalin yoldaş kutsaldır,’ der. Ertesi gün
Rokossovskiy ofisine geldiğinde, masasında kendisine görevden alındığı
tebliğini uzatan Moskalenko’yu bulur. İşte olayların seyri.” (s. 106)
Yine Enver
Hoca, anılarında, “Kruşçev, Mikoyan, Beria gibi unsurlar”ı kast ederek “Stalin
onlara güvenmiyordu onun için de yüzlerine karşı ‘benden sonra Sovyetler
Birliğini satarsınız’ demişti. Kruşçevin kendisi bunu doğruladı. Ve tam da
Stalin’in öngördüğü gibi oldu.” (Kruşçevciler, s.13) der.
Molotov da
Stalin’in çevresindekilere güvenmediğini, çevresinde sağlam ve güvenilir bir
Bolşevik görmediğini vurgular. Kuşkusuz ki bu tablo eleştirel ele alınmalı ve asla
normal bir durum olarak kabul edilmemelidir…
“Molotov
Anlatıyor” kitabından hep birlikte okumaya devam edelim:
“-Doğru,
diyor Molotov. Golovanov her şeyi bilemezdi ama bu doğru. (Olağanüstü ve tam
yetkili büyükelçi V. Semyon’un bana anlattığına göre, Kremlin’deki bir
toplantıda Hruşçov şöyle demiş: ‘Genelkurmay Başkanı Sokolovskiy aramızda
bulunuyor ve o, Stalin’in askeri işlerden anlamadığını ileri sürüyor.
Söylediklerim doğru mu?’ Sovyetler Birliği Mareşali V. Sokolovskiy ‘Kesinlikle
doğru değil, Nikita Sergeyeviç,’ diye yanıtlamış.- F.Ç.)18.02.1977) ” (s. 306)
Yukarıdaki
aşağılık tavırları sergileyen bay Kruşçev’in kendisini mareşal ilan etmek için
bir hayli uğraştığını ama bunu başaramadığını da “Molotov Anlatıyor” kitabından
öğrenmiş oluyoruz. Ayrıca yukarıdaki anlatımlardan da görülebileceği gibi Enver
Hoca da aynı Kruşçevci yönteme tanık olmuştur.
Burada durup
Benediktov’un bazı değerlendirmelerini aşağıya aktarmak istiyoruz:
“Stalin’in
çalışma arkadaşları arasında küçük burjuva mayalı epeyce kişi olduğu bir sır
değildir. Örneğin Hruşçov ilk başta Troçkist idi, Malenkov, Mikoyan ve Beriya
ideolojik ve ahlaki yönelimlerine göre sağ sosyal demokrasiye meyilliydiler.
Stalin bunu pekâlâ biliyordu ve onlara hiçbir zaman politikada karar verici
konumda olma fırsatı vermedi…” (age., s. 97)
SSCB’de ve
SBKP (B)’de en önemli karar verici merkez olan Politbüro’nun yüzden fazla toplantısına katılmış olan
Benediktov, Litov’un bir sorusunu
yanıtlarken şunları söyler:
“Bunda bir
hata olduğunu sanmıyorum. Lenin gibi Stalin de siyasal olarak şüpheli ya da
gayri-Bolşevik gördüğü insanları kullanmayı beceriyordu. İş yapma becerisi,
yüksek çalışma nitelikleri herhalde yüzde 100 Marksist-Leninistlerin tekelinde
değil… Hem Vışinskiy, hem de Mehlis ve Beriya Menşevik bir geçmişe,
biyografilerinde ‘karanlık noktalara’ sahipti. Fakat onların profesyonel
‘olumlulukları’ bariz bir biçimde ağır basıyordu, ayrıca siyasal stratejinin
oluşturulmasına onları karıştırmıyorlardı. Lenin de gerçek Bolşevikler ve
gerçek Marksist teorisyenler saymadığı Trotsky’in, Zinovyev’in, Kamenev’in,
Buharin’in yüksek mevkileri işgal etmesine izin verdi ya.” (age., s. 85)
Enver
Hoca’nın yukarıdaki sözleri ile Benediktov’un sözlerini ve değerlendirmesini
birlikte eleştirel okuduğumuzda, Hoca’nın sözlerinin doğruluğunu daha açık
görmekteyiz…
Molotov da
gerek Lenin’in, gerekse de Stalin’in “Bolşevik mayalı olmayan” çok sayıda
kadroyla birlikte çalışmak zorunda kaldığını, bu koşullarda Lenin ve Stalin’in
bu unsurları politik bakımdan karar verici konumlardan uzak tutarak
yeteneklerinden yararlandığını anlatır. Kuşkusuz bu, bir yöntem olarak
reddedilemez, dahası böylesine güçlü bir yönetme yeteneğine de sahip olmak
gerekir. Ancak, bu denli kuşkulu, ilkelere bağlı olmayan çok sayıda kadroyla
birlikte çalışmak zorunda kalınmış olması, tersinden bakıldığında, açık bir zaafı ifade etmektedir. Sorulması
gereken soru şudur: Peki ama neden? Neden sağlam Bolşevik önderler yetişmemiş
ve yetiştirilememiştir? Evet, neden??? Bu noktanın daha derin analizi gerektiği
açıktır. (Bu bakımdan kendi özgün deneyimlerimizi de eleştirel incelememiz
gerektiğine inanıyoruz.) Bu durumun sosyalist inşa sürecinde yol açtığı derin
tahribatları ve giderek sosyalizmin çürümesinde ve tasfiyesinde yol açtığı
yıkımı düşündüğümüzde, ortada eleştirel
yaklaşılması gereken, derin ve kapsamlı eleştirel derslerin çıkarılması gereken
bir durumun olduğu açık olsa gerek.
Burada,
Jdanov’un ölümüyle ilgili bazı değerlendirmelere girmekte yarar var.
Jdanov,
Stalin önderliğindeki stratejik çekirdeğin militan kadrolarındandır. 1945
sonrası yıllarda özellikle de sanat, edebiyat, kültür cephesinde Leninist
çizgide burjuva ve bürokratik revizyonist burjuva eğilimlere karşı mücadelede
öne çıkan önder bir savaşçıdır.
1945-53 arası
tarihsel kesit SSCB’de canlanan, yayılan, güç kazanan, güç kazanmaya çalışan
açık burjuva ideolojisine ve revizyonist burjuva ideolojisine, bürokratik
dejenerasyona karşı, yetersiz kalmakla birlikte, gerçekten de güçlü ideolojik
saldırının örgütlendiği, buna koşut olarak, ciddi tasfiyelerin gerçekleştirildiği
yıllardı.
Jdanov, 1948
yılında ölümüne dek, bu savaşımın önde gelen kurmaylarından birisidir. Stalin
sonrası öne çıkacak dinamik önder kadrolardan birisi olarak da görünüyordu.
Stalin,
Jdanov’un öldürülmüş olabileceğini
düşünüyor, ortaya çıkan somut bulgulara dayanarak, ünlü “Suikastçı Doktorlar
Davası” yargılamasını başlatıyor. 1953 yılında, Stalin’in ölümünden kısa bir
süre sonra bir saray darbesiyle
tasfiye edilecek olan Beria’nın ve revizyonistlerin ilk yaptığı işlerden biri de, Stalin’in ölümünün hemen arkasından Jdanov’un ölümünden
sorumlu tutulan doktorların serbest
bırakılması, aklanması, görevlerinin iade edilmesi ve iddiaların üstünün
örtülmesi oluyor.
Yalçın Küçük,
“2. Dünya Savaşı sona erdiğinde artık Stalin düzeni Stalin’e yabancı
düşüyor”du, der. (Sovyetler Birliğinde Sosyalizmin Çözülüşü, s. 324) Küçük,
“1946-56 dönemini Sovyet tarihinde sınırlı bir iç savaş sayma eğilimindeyim”
(age., s. 299) saptamasını da yapar.
Küçük’ün
birinci saptaması, bürokratik çürümenin hızlanması bağlamında ve bu ölçüde
doğrudur. Küçük’ün ikinci saptaması, kapitalist yol ile sosyalist yol
arasındaki sınıf mücadelesi bağlamında doğru kabul edilebilir.
Jdanov’un
öldürülmesi rastlantısal, istisnai, örgütsüz, plansız bir eylem değil, aksine,
revizyonist küçük burjuvazinin, revizyonist küçük burjuva eğilimin en azgın
kliklerinin planlı, merkezi, örgütlü, stratejik bir karşı devrimci atağı
olduğunu düşünüyoruz.
1945-53 arası
dönemde, Stalin önderliğinde ideoloji, politika, felsefe, sanat- kültür,
ekonomi- politik, bürokratizme karşı mücadele alanlarında sürdürülen, derinlik
ve genişliği tüm bir toplumsal yaşamı kapsayan Marksist -Leninist mücadele, güç
kazanan revizyonist bürokratik tabakalaşmaya ve eğilime karşı, Stalin sonrası
döneme hazırlık yapan, ama kendini tüm yüzüyle henüz ortaya koyamayan modern
revizyonist çizgiye karşı açık devrimci konumlardan bir saldırıyı ifade
ediyordu. Tabii bu kadar değil, bu tabloya, o yıllardaki bir dizi tasfiye
operasyonunu da bu mücadelenin tamamlayıcı bileşeni olduğu gerçeğini
eklemeliyiz.
Burada,
Beriya hakkında bazı dikkat çeken olguların altını çizmek yararlı olacaktır.
Benediktov,
Stalin’in çalışma arkadaşları içerisinde küçük burjuva mayalı epeyce kişi
olduğunu saptar. Mayası sosyal demokrasi olan, sağ sosyal demokratik bir
yönelime sahipti dediği kişiler arasında Beriya’yı da sayar ve Stalin’in de
bunun farkında olduğunu ifade eder.
Bir kez daha
hatırlatmak gerekiyor: Yeni tip küçük burjuva bir tabakanın yükseldiği
koşullarda, bu durum, küçük burjuva mayalı pek çok unsurun stratejik yönetici
görevlerde oluşu, sosyalizm için büyük bir tehlikeydi. Hem de çok büyük bir
tehlike. Tecrübe, Stalin’in bu tehlikeyi esasen küçümsediğini gösteriyor. Ya da bu tehlikenin farkında olduğu halde
bu sorunu çözme iradesi gösteremediğini gösteriyor. Bu, bir başka açıdan,
bürokratik çürüme sürecinin derinlik ve kapsamının, kudretinin Stalin’i açıkça
aşmış olduğunu gösteriyor. Ayrıca, SBKP (B) gibi güçlü bir partinin, Lenin ve
Stalin gibi güçlü önderlere sahip bir partinin, hep ve oldukça uzun süre “küçük
burjuva mayalı” unsurlarla çalışmak zorunda kalmış olması, işlerin bu noktaya
kadar gelmiş olması da ayrıca eleştirilmesi ve incelenmesi gereken bir tutum
olduğu açık olsa gerek… İşin bu yanını geçiyoruz.
Benediktov,
NKVD’nin de (eski adıyla Çeka’nın) temizlik kampanyası sürecinden çok acı
çektiğini, NKVD’nin başında olan Yagoda ve Yejov gibi hainlerin operasyonları
yanlış yönlendirdiklerini (ki, ikisi de emperyalizm ve Troçkist karşı devrimci
merkezle bağlı düşman unsurlardır) ve kendilerinden, yardakçılarıyla birlikte
hesap sorulduğunu ( kurşuna dizilirler) anlatır. (Ki Kruşçev, bu iki unsurun
da, “kesinlikle dürüst” insanlar olduğunu savunur.) Devamla şunları söyler:
“ Onların
yerine gelen Beriya, ‘liberal’ olarak ün yapmıştı. Ve ilk başlarda gerçektende
de baskıların alanını keskin bir biçimde daralttı. Fakat iktidar sınavını
geçemeyerek o da görevini kötüye kullanmalarına izin vermeye başladı, ahlaki
planda tamamen bozuldu. Stalin’in ölümünden bir yıl önce onu halk komiseri
görevinden aldılar, yakın adamları tutuklandı ve haklarında soruşturma açıldı.
Beriya’nın etrafındaki halka gitgide daralıyordu, Beriya Stalin’in hayatındaki
son aylarında boşuna hummalı bir faaliyet içine girmedi, Stalin’in ölümünden hemen sonra da onu karalama kampanyasını ilk o
başlattı.” (age., s. 41, iba.)
Menşevik bir
geçmişe sahip Beriya, Stalin döneminde göreve getirilmiş ve yine aynı süreçte bazı
görevlerinden alınmıştır.
Burada,
NKVD’nin başına getirilenlerin peş peşe tasfiyesi oldukça ilginç bir durum.
Kanımızca sorun, temel olarak bürokratik çürüme süreciyle bağlı bir olgudur. Bu
artık nesnel bir durumdur ve kendini üretmektedir; “palyatif” tedbirlerle bu
duruma son vermek artık olanaklı değildir. Stalin sonrasına hazırlık yapan
değişik revizyonist kliklerin iktidar dalaşıdır söz konusu olan. En azından bu
klikler dalaşından Stalin’in az-çok bilgisi vardır diye düşünmek gerekir.
Stalin’in son yıllardaki aşırı kuşkuculuğu ve yeni bir tasfiyeye hazırlandığı
üzerine vurgulardan da bu çıkmaktadır**.
Stalin’in ölümü
ya da öldürülmesiyle “ilk karalama kampanyasını” Beriya’nın başlatması da
ilginç ve dikkat çeken bir unsur olarak bir tarafa not edilmelidir…
Benediktov’un “Nasıl olduysa, Stalin 1952 yılında devlet güvenliği bakanlığı
görevinden aldığı Beriya, onun ölümünden sonra yeniden başı dik bir biçimde
yükseldi: SSCB Bakanlar Kurulu Başkanı başkan yardımcısı oldu, içişleri
bakanlığını da içeren iç güvenlik bakanlığının başına geçti. Başka bir deyişle,
Stalin zamanında hayal bile edemeyeceği bir güce kavuştu.” (age., s. 86),
saptaması da önemli ve dikkatle not edilmelidir.
Beriya’nın Stalin tarafından 1952 yılında
görevden alınması ve yakın çevresiyle birlikte soruşturmaya tutulması vb.
dikkate alınırsa, Stalin’in kısa bir süre sonra ölümüyle (1953) birlikte, gözden
düşmüş Beriya’nın yeniden hızla yükselerek olağanüstü bir şekilde güçlenmesi tesadüfî
olmasa gerek! Acaba Stalin’in beklenmeyen ölümünü yeni tip burjuvazi Beriya
eliyle mi örgütledi? Benediktov’un böyle bir iddiası yok ama Benediktov durup
dururken de söz konusu değerlendirmeleri yapmıyordur herhalde… Beria’nın
Kruşçev’in öne çıkışıyla birlikte görevden alınarak kurşuna dizilmesi de kuşku
yok ki yine rastlantılarla izah edilemez. Enver Hoca, Stalin’in ölümünün doğal
bir ölüm değil bir cinayet olduğunu düşünür ve “Ölümünün ayrıntıları zaten pek
açık değildir.” (Enver Hoca Stalin’i Anlatıyor, s. 24) der.
Geçmeden,
Stalin’in kızı Svetlana Alliyeva’nın Beriya hakkındaki değerlendirmelerinin de
son derece olumsuz olduğunu belirtmek isteriz. Alliyeva’nın Kruşçev’den
etkilendiğini de gösteren veriler olmakla birlikte, değerlendirmelerinin esasen
kendi gözlem ve deneylerine dayandığını düşünmek daha sağlıklı görünüyor bize.
Kruşçev’in
anılarında Beriya’dan duyulan korkuyu açık-seçik görmekteyiz. Anlaşılan Beriya,
elindeki güvenlik organizasyonları nedeniyle Stalin’den sonra yapılan iktidar
hesaplarında en tehlikeli rakip olarak görülüyor. Bu sadece Kruşçev için değil,
MK içi değişik gruplaşma ve bağlaşmalar tarafından da paylaşılan bir tehlike
olarak görülüyor. Kruşçev, “Stalin öldüğü zaman Beria’nın Parti içinde lider
durumuna gelmemesi için elimizden geleni yapmak gerektiğini ta 1940’lardan bu
yana düşünüyordum. Yoksa bu Parti’nin sonu demekti. Beria’nın başarısı,
Devrim’in kazançlarını kaybetmektir diye düşünüyordum. Benim düşünceme göre,
Beria, ülkenin gidişini sosyalizmden kapitalizme çevirebilirdi.” (Anılar
Birinci Kitap, s. 388-89) diyor. Yani hesap-kitap eskiye dayanıyor… Yılan gibi
sinsi biri olan entrikacı Kruşçev, Beriya’nın kendisini tasfiye etmek istediğini
ama kendisinin Beriya “karşısında daima tetikde” durduğunun da altını çizer. Stalin’in
komada olduğu ama henüz son nefesini vermediği kesitte olan biteni anlatan
Kruşçev’in ilk işinin Beriya’nın önünü kesme ve etkisizleştirme operasyonunu
örgütlemek olduğunu görüyoruz anılarında… Kruşçev anılarında Beriya’yı
“ideolojik bakımdan da komünist olarak gör”mediğini (age., s. 401) vurgular.
Beriya’yı tasfiye ettiği gibi SSCB’yi ve Sosyalist Kampı kapitalizme götüren de
yukarıdaki değerlendirmeleri yapan Kruşçev-Kruşçevizm olmuştur… Ki Beriya da
darbeci, komplocu bir tarzda tasfiye edilir.
1953-56 arası dönem, 56 yılında iktidarı gasp
eden revizyonist burjuvazinin son
hazırlıklarını yaptığı, etkin bir şekilde yolu düzlediği, o arada, revizyonist klikler arası dalaşın, tasfiye
ve karşı tasfiye eylemlerinin de
pratikleştiği bir geçiş dönemi oldu.
Enver
Hoca’nın vurguladığı, daha Stalin’in naaşı yerindeyken bir günde koltukları
paylaştılar, bir dizi önemli değişiklikler yaptılar, saptaması da bu bakımdan
çarpıcı bir uyarıdır bizlere. Ki Kruşçev’in Anıları’nda da bu saptamanın,
ayrıntılı anlatımların eşliğinde, çarpıcı bir şekilde doğrulandığını görüyoruz.
Revizyonizm
ve modern revizyonizm bir burjuva ideolojisidir, onun biçimleridir.
Revizyonizm, doğası gereği, burjuva sınıfı gibi ikiyüzlüdür. Her zaman kendi
komploculuklarının, pisliklerinin, alçaklıklarının faturasını da proletaryaya,
devrime, sosyalizme keser.
Jdanov’un
öldürülmesi olayında da bu böyle olmuştur. Emperyalist ve revizyonist
propaganda, Kruşçev gibi aşağılık burjuva entrikacısı ve
katiller şürekası, Jdanov’un Stalin emriyle öldürüldüğü iftirasını hep
tekrarlamışlardır. Bu onların sınıf karakteri, ahlakı ve mücadele yöntemidir.
Jdanov’u katledenler, cinayete alkış çalanlar elbirliğiyle iftira silahına sarılırlar. Tarihte bu hep
böyle olmuştur, olmaya da devam etmektedir.
1934 yılında
Kirov alçakça bir suikastla
katledilir.(Ki Kirov’u katleden bir Troçkisttir; Troçki’nin deyişiyle, bir
“genç komünist”tir.) Gelecek vadeden
bu parlak ve yetenekli komünist önder, Troçkist-Zinovyevist-Buharinist
karşı-devrimci çete tarafından katledilir. Cinayetin ardından onu katleden
merkezin önderleri, onun arkasından ikiyüzlü gözyaşları döker, övücü makaleler
yazarlar. Jdanov’un öldürülmesi sırasında da aynı rezil senaryo tekrarlanır.
Kirov’u
katledenler, SBKP(B)’nin ve sosyalist devletin önde gelen önderlerini, Stalin’i
katletmeyi, darbeyle iktidarı ele geçirmeyi planlarlar.
Jdanov’un
katledilmesi döneminde de aynı oyun, bir kez daha sergilenir. Emperyalist dünya
ve aşağılık yardakçıları tıpkı Kirov cinayeti örneğinde olduğu gibi, Jdanov’un
katledilmesi olayında da alçakça Stalin’i suçladılar.
Beria’nın
tutuklanıp kurşuna dizilmesinden sonra, Jdanov cinayetinden Beriya’yı sorumlu
tutanlar, gerçekte ikinci adımda açıkça Stalin’e saldırmak için hazırlık yapıyorlardı. Nitekim Kruşçev haini,
bu narsist demagog ve çapsız revizyonist iktidarı ele geçirdikten sonra bu
temelde davranır. Bu konuda sözü, azılı anti-komünist, anti-Stalinist
“prestroika’nın mimarı” olarak anılan ve Gorbaçov’un en yakın adamlarından biri olan Aleksandr Yakovlev’e bırakalım:
“Kruşçev,
suikastın Stalin’in emriyle Yagoda tarafından düzenlendiğini iddia etti. O
zaman elinde yeni veriler olduğunu sanmıştık. Ne var ki Kruşçev’in atadığı
komisyonun hazırladığı raporda, NKVD’nin suikasta katıldığı kabul edilmiyor.
Nikolayev’in arkasında kim olduğunu açığa çıkarmak için hiçbir şey yapılmadı.”
(Sovyetler Birliğinde Ne Yapmak İstiyoruz, s. 36)
“Kirov
olayına gelince, işler daha çok karmaşık… Ama mevcut belgelere göre Stalin’in
cinayete ortak olduğunu gösteren hiçbir kanıt yok.” (age., s. 34-35)
Azılı
karşı-devrimci Kruşçev, Kirov cinayetinin suçunu (ki kendisi gibi alçak ve
hainler bu cinayeti gerçekleştirmişti) Stalin’e yıkar. Doğal olarak kanıtsız;
ki, bu alçakların böyle bir derdi de yok…
Konu hakkında
bir de Molotov’u dinleyelim.
“Hruşçov’un
Stalin’i Kirov’u öldürtme suçlamasıyla lekelemek istemesi bir namusuzluktur.”
“Stalin onu severdi. Hatta kesinlikle söyleyebilirim ki Stalin’in en sevdiği
kişiydi.” “Kirov ile arkadaştık. Hatırladığım kadarıyla Stalin, Jdanov’a karşı
da aynı arkadaşlığı besliyordu. Kirov’dan sonra en sevdiği Jdanov’du.” (Molotov
Anlatıyor, s. 336)
“-Hruşçov
Stalin’in Kirovu öldürttüğünü ileri sürdü. Bugün hala buna inanlar var. Tohum
toprağa ekildi. 1956’da bir komisyon kuruldu. Bir düzine insan bütün belgeleri
karıştırdı ama Stalin’e karşı bir şey bulamadılar. Bu araştırmanın sonuçları
yayınlanmadı.”
“Komisyon
Kirov’un katline Stalin’in karışmadığı sonucuna vardı. Hruşçov bu sonucu
yayınlamayı reddetti: Kendi işine gelen sonuç değildi.” (agk., s. 380-381)
Yakovlev
Kruşçev’den daha koyu bir karşı devrimci ama Kruşçev’in maskesini düşürmek
zorunda kalır. Üstelik kendisi, karşıdevrim içinde karşıdevrimi (açık
kapitalizme geçişi) hazırlamakla görevli
biri; bu misyonuna uygun olarak da yeni dönemin yeni gereksinimlerine bağlı
olarak tarihi yeniden bir kez daha çarpıtarak yazmakla görevli ve üstelik “Stalincilik Kurbanlarının İtibarını İade
Komisyonu Başkanı” pozisyonunda biri.
Burjuva
revizyonist ideolojik canlanmanın başlaması, başını kaldırarak Marksizm-
Leninizm’e, başında Stalin’in bulunduğu Parti ve proletarya diktatörlüğüne
karşı mücadeleye cüret etmesinin tipik örneklerinden bir tanesi de “Varga Olayı”dır.
1947 yılında,
ünlü ekonomist Varga, tipik burjuva revizyonist görüşleri savunur. Varga, 2.
Dünya Savaşı’nın ardından sözde ortaya çıkan derin değişikler nedenleriyle
kapitalizmi ve ABD’yi yüceltir. Kapitalist emperyalizmin artık SSCB’yi savaşla
tasfiye etmeye gereksinim duymayacağı, iki sistemin barış içinde bir arada
yaşayabileceği, kapitalist ekonominin barışçıl ve kendiliğinden sosyalizme
dönüşebileceğini, kapitalizmden sosyalizme barışçıl geçişin mümkün olduğunu,
Lenin’in de bunu ifade ettiği gibi düşünceler savunur ve propagandasını yapar.
Varga’nın
görüşleri, 1947 yılında mahkûm edilir. Varga, partiden tasfiye edilir. Başında
bulunduğu “Dünya Ekonomisi Enstitüsü” kapatılır.
Varga’nın
savunduğu revizyonist burjuva çizgi, gerçekte
o gün bürokratik-aristokratik- aydın küçük burjuva tabakanın/kastın çizgisidir.
Bu çizgi Stalin önderliğinde Parti tarafından mahkûm edilerek tasfiye
edilmiştir.
Politbüro
üyesi ve Gosplan’ın (Devlet Planlama Komitesi) Başkanı Voznesensky, 1949
yılında, önce görevinden alınır, sonra kurşuna dizilir ya da Bendiktov’un
açıkladığı gibi “yolda, tutuklu vagonun içinde donarak” ölür. Voznasensky, SSCB
ekonomisini kapitalist yola sokacak görüşler savunur. Değer yasasının tüm
Sovyet ekonomisini yönlendirdiği ve yönlendirmesi gerektiğini savunur.
Ekonomi-
politik alanında ortaya çıkan bu çizgi, revizyonist burjuva karakterdeydi.
Gelecekte iktidar tekelini ele geçirecek olan yeni tip burjuvazinin çıkarlarını erken bir tarihte formüle eden Varga ve Voznesensky gibiler, kapitalist yolun
yolcusuydular. Stalin tarafından açığa çıkarıldılar, mahkûm edildiler ve
tarihin teşhir tahtasına çivilendiler.
1945’ler
sonrası dünyanın yeni jandarması ABD emperyalizmidir. ABD, II. Dünya Savaşı’nın
ardından oluşan yeni güçler dengesi
içerisinde güçlenen devrim ve sosyalizm davasına karşı yeni tarzda bir saldırı dalgası örgütler. Sosyalist Kamp’ın
emperyalist kuşatmayla içten
çürütülmesini de hedeflerinden biri olarak belirleyen ABD, ABD
önderliğindeki uluslararası sermayenin topyekün seferberliğine dayanarak, Soğuk Savaş Stratejisi’ni geliştirir.
Soğuk Savaş
Stratejisi aracılığıyla emperyalizmin Sovyetler Birliği üzerindeki azgın
baskısı, ülke içerisinde de etkisini
gösterir. Küçük burjuva revizyonist tabaka, Stalin’in ölümünden sonra, bu
baskıya hızlı bir tarzda teslim olur. Daha da önemlisi, emperyalizmin bu
baskısı, hem revizyonist bürokrat güruhun hızla
silahlanıp 1956’da iktidarı gasp etmesi ve yeni tipten kapitalizmin inşasına
girme sürecini hızlandırdı, hem de modern revizyonist karşıdevrim, en büyük müttefiklerini ve
destekçilerini bu uluslararası güçlerde buldu.
1953’ten
sonra Lenin ve Stalin’le ve sosyalist inşa tarihiyle hesaplaşmanın temel
adımlarından biri Beriya ve kliğinin tasfiyesiyle atılır. Beriya’nın 1953’te
tasfiyesiyle siyasi polisin
dizginleri Kruşçevciler tarafından ele geçirilir. Yalçın Küçük’e göre Beriya
“erken doğmuş Gorbaçov”culuktur. Enver Hoca’ya göre Beriya, Stalin’in yerine
geçmeye hazırlanan bir revizyonisttir.
Beriya
kliğinin komplocu ve silahlı tarzda tasfiyesinin politik değeri yüksekti yeni tip burjuva katman için.
Birincisi,
siyasi polise hükmettiği için elindeki verilere de dayanarak yeni dönemde
liderliğe oturabilecek muhtemel ve güçlü rakip olan Beria engeli, böylece
aşılmış oldu.
İkincisi,
siyasi polis aygıtı Kruşçevci revizyonist kliğin tekeline geçmiş oldu. Böylece
siyasi polis, yeni dönemde Kruşçev-Mikoyan’ın başını çektiği açık ihaneti
örgütleme mücadelesinin güçlü bir aracı haline getirilmiş oldu.
Üçüncüsü,
Beriya şahsında, dolaylı bir biçimde de olsa, gerçekte, Stalin mahkûm edildi.
Stalin’e
dönük ilk temel saldırı Beriya’nın tasfiyesiyle gerçekleşti. Stalin hakkında
kamuoyu önünde tek bir olumsuz laf edilmeksizin, Stalin yaşarken, siyasi
polisin başında uzun yıllardan beri bulunan Beriya politik cinayetlerle, komplo
kurmakla, haksız tasfiyeler örgütlemekle ve insanları cezaevlerine doldurmakla
vb. suçlanır.
Bürokratik
dejenerasyon süreci, SBKP’yi gitgide bürokratik çürümenin pençesine alırken,
doğal ve kaçınılmaz olarak, gizli
klikleşmelere, komplo ve tasfiyelere de yol açıyordu.
Görünürde
hesaplaşan parti ile parti düşmanı Beriya kliğiydi. Oysa hesaplaşmanın merkezinde iki revizyonist kliğin
(Beriya+Kruşçev-Mikoyan) iktidar dalaşı yapıyordu. Hesaplaşmanın kısa erimli hedefini, iktidarın hangi revizyonist klik tarafından ele
geçirileceği sorununun çözümü oluşturuyordu. Hesaplaşmanın uzun vadeli hedefini, en
stratejik yanını ise, sosyalizmin tasfiyesi
oluşturuyordu. Ki, kendi aralarında hesaplaşan modern revizyonist klikler, işin
stratejik yanı (proletarya diktatörlüğünün ve sosyalizmin tasfiyesi, kapitalizmin
restorasyonu) üzerinde birleşen kliklerdi.
Kruşçevciler,
operasyonun ilk adımıyla (Beriya’nın tasfiye edilmesi ve suçlanması operasyonu
ile) Stalin ve dönemiyle ilgili kuşku,
güvensizlik ve kargaşa geliştirmeye çalıştılar. Böylece ikinci adımı da hazırladılar. Nitekim
başlangıçta, Beria tasfiye edilirken sözde Stalin’e toz kondurmayan hainler
yeterince güçlenip iktidarı gasp edince azgın bir Stalin karşıtı açık
kampanyayla Beriya-Stalin ittifakından, Beriya’dan çok Stalin’in suçlu olduğu
demagojisini yapmaya başladılar. Öte yandan Beriya’nın mahkûm edilmesi ve
haksızlıkların (!) düzeltilmesi operasyonu ile 30’lu, 40’lı yıllarda mahkûm edilmiş bir çok “siyasi”
mahkum ve adli suçlu aklandı, serbest bırakıldı.
Stalin’in
ölümünden sonra sözde haksızlıkları düzeltmek
amacıyla bir komisyon
oluşturulur. Bu komisyon özellikle 1935-38
yargılamaları da dahil 1945-53 arası dönemindeki yargılamaları da kapsayacak
tarzda, süreci yeniden inceler. Bu arada “adalet reformu” adı altında yapılan
manevralarla Stalin önderliği döneminde cezalandırılan 10.000 suçlu serbest
bırakılır.
Bu durumu
Deutscher, şöyle yorumlar:
“1930’ların
Büyük Temizlik Hareketi’nden sağ çıkan ve itibarları iade edilenler sürgün
yerlerinden döndüler…” “Rusya’nın
kitlesel sürgün kâbusunu yaşamasına geçici ya da nihai olarak son verildi.”
“Ulusun zihni yeni bir aktivite kazandı. Bütün Sovyetler Birliği’nin Lider (siz
Stalin olarak okuyun-bn.) önünde diz çöktüğü, aynı zehirli efsunları monoton
bir makamla okumak, aynı garip efsanelere inanmak ve düşüncelerini kuşku ve
eleştirine sıkıca kapalı tutmak zorunda kaldığı günler geride kalmıştır.” (
Isaac Deutscher, Tarihin İronileri, s. 39, Belge Yay.)
Açık ki,
modern revizyonizm ve yeni tip burjuvazi söz konusu manevralar ve girişimlerle yeni bağlaşıklar yaratma peşindedir.
Onlar, sosyalizmi ve proletarya diktatörlüğünü mahkûm etmek için de bu tip
karşı-devrimci manevralar yapmak gereksinimi duymaktadır. Böylece revizyonist
bürokratlar yeni dönemde anti-Sovyet ve toplumun deklase unsurları içerisinde
kitlesel toplumsal müttefikler de yaratmaya ve kazanmaya yönelmiş oldular.
Kuşkusuz ki, söz konusu manevralar ve siyasal, toplumsal dayanaklar yaratma,
bağlaşma cephesini genişletme çabaları salt ülke içi ile de sınırlı değildi,
zaten bu, olanaklı da değildi. Çünkü sosyalizmin tasfiyesi, devrim ve
sosyalizmin gözden düşürülmesi yeni burjuvazinin ve uluslararası sermayenin ve
yedeğindeki her türden revizyonist, oportünist, Troçkist vb. akımların yaşamsal
temel müştereği idi. Dolayısıyla Kruşçevci burjuvazinin manevra ve saldırıları,
tasfiye operasyonları iç ve uluslar arası alanı kapsıyordu.
Konuyla
ilgili Enver Hoca şunları belirtir:
“J.V.
Stalin’in 1953 Martında ölmesinden sonra SBKP de dahil olmak üzere komünist ve
işçi partileri içindeki revizyonist unsurlar yeniden canlanmaya, kendi
partilerinin temellerini kemirmeye ve uluslararası komünist hareketin birliğini
baltalamaya çalıştılar.
“Stalin’in
ölümünü izleyen ilk yıllarda bu unsurlar durumlarını güçlendirmeye ve
iftiralar, entrikalar ve komplolar yoluyla komünistleri önderlik mevkilerinden
uzaklaştırarak partinin dizginlerini ele almaya çalıştılar.” (AEP Tarihi, Cilt
2, s. 150)
Konu
bağlamında ortaya çıkan durum hakkında Deutscher de şunları saptar:
“Moskova’ya
tam itaat ve bağımlılık nasıl Stalin yönetimi altında komünist hareketin yasası
idiyse, Moskova’ya karşı koymak ve genel isyan da Kruşçev yönetimi altında
kural haline gelmiş gibiydi…” (Tarihin İronileri, s. 102)
Kendine özgü
yanlar da taşıyan ünlü Troçkist ve Sovyetolog İ. Deutscher, Stalin’in 1953’de ölümünden
sonra Kruşçev haini önderliğindeki hareketi, sınırlı da olsa, “ilerici
refomlar” “yukarıdan ilerici reformlar” olarak görür. Stalinsizleşmenin
SB’yi “Stalinizm’in prangalarından”
kurtararak özgürleşme yoluna, “eşitlik ve sosyalist demokrasi” yoluna soktuğunu
savunur. Ve “ideolojik monolitin dağılmasından kaynaklanan bu bölünme (UKH’nın
ve sosyalist ülkelerin sağ, sol, merkez olarak bölünmesini-bn.) potansiyel
olarak en ilerici gelişme” (age., s. 93) olarak görür.
Belçikalı
gazeteci Jean-Marie Chauvir de bu adımı, binlerce suçlunun aklanarak
bırakılmasını, “Stalin’in ölümünden ve polis şefi Beria’nın tasfiyesinden hemen
sonra 1953’te başarısız yada tamamlanmamış Stalinci yöntemlere son verme”
(Sovyetler Birliği: Ekonomik ve Siyasi Gelişmeler, 1917-1988, s. 54) girişimi
olarak yorumlar.
Kruşçevciler,
proletarya diktatörlüğüne ve sosyalist inşaya, sosyalist kamp ve proletarya
enternasyonalizmine karşı düşmanca bir adım daha atarlar. Girişimin günah
keçisi sözde, evet gerçekten de sözde, bir kez daha Beriya’dır.
Kruşçev ve
hempaları, 1955 yılında, Beriya’yı günah keçisi göstererek Yugoslav
revizyonizmine, Tito ve YKB’ye itibarını iade ederek ilişkilerini “normalleştirme” kararını alır. Yugoslav revizyonizmi
ile ilgili Marksist-Leninist tavrın takınılmasını ve ilişkilerin bozulmasını,
sözde Beriya’nın verdiği yanlış bilgilere bağlarlar.
UKH ve
Sosyalist Kamp içerisinde İngiliz ve Amerikan emperyalizmin Truva Atı ve iktidardaki modern revizyonizmin ilk biçimi
olan Titoizm, SSCB’deki yeni tabloyu
doğru okumuştur. Azgın bir anti-Stalinist ve Marksizm-Leninizm düşmanı ve
Kruşçev’in de ilham kaynağı olan Tito, yeni revizyonist bürokrat burjuvaziden
ve önderi Kruşçev’den bedel olarak nedamet bekler. Kruşçev, Enformasyon
Bürosu’nun 1948 ve 1949 kararlarını iptal eder. Ayrıca Kruşçev,
Yugoslavya’yı ziyaret ederek Tito önünde diz çöker, aman diler. O, Anılar’ında Tito
ve partisiyle ortaya çıkan sorunların ve kopan ilişkilerin sorumlusunun Stalin
(ve Beria) olduğunu, Yugoslavya ve Tito’ya iftira attıklarını ( “masal uydurduk”
), sonra da buna inandıklarını; Yugoslavya’nın sosyalist bir ülke olduğunu, “Yugoslavya’nın
Sosyalizm yoluna sıkı sıkıya bağlı bir ülke” ve “gerek halk, gerekse de
Parti”nin, “Marksizm-Leninizm’e sağlam bir şekilde bağlı” olduğunu, Tito’nun
“daima iyi bir komünist ve bir prensip adamı” olduğunu (Kruşçev’in Anıları, C.
2, s. 42); Yugoslav modelinin önemli olduğunu, sosyalist ülkelerin bu modelden
öğrenmesi gerektiği ( age., s. 47-48) çeşitli ayrıntıların eşliğinde anlatır. Kruşçev,
“Yugoslavya’ya yaptığım ziyaretler ve Tito ile konuşmalarım sırasında, hayal
gücü kuvvetli ve teşebbüs sahibi bir lider olarak kendisine karşı güvenim daha
da arttı.” diyor; “Tekrar ediyorum, 1956’ya kadar Stalin’e uşaklık etmekten
kurtulamadık.” diyen bu kızıl maskeli anti-komünist, “Durumumuzun ne kadar
sahte olduğunu 1955 yılında Yugoslavya’ya gidip Yoldaş Tito ile konuşunca
anladım.” ( age., C. 1, s. 426) derken de Titoculuk önünde rezilce diz çöküşünü
de itiraf etmiş oluyor.
Titoizm’in
önünde utanç verici bir biçimde diz çöken Kruşçevci revizyonizm bu tavrıyla,
hem başını ABD’nin çektiği emperyalist kampa ve yedeğinde her renk ve tondan
anti-Sovyet akıma (Brenstein ve Kautsky izleyicilerinden Troçkizm ve sosyal
demokrasiye, Browderizm’e dek) en
güvenceli yoldan ihanetini tescillemiş ve hem de iktidarı ele geçirme
hazırlığında kendisini desteklemeleri talebini de iletmiş olmaktaydı.
Bilindiği
gibi YKP, 1947’de kurulan Enformasyon Bürosu’nun kurucu üyelerinden birisiydi.
Enformasyon Bürosu’nun çıkaracağı derginin de Belgrad’da yayınlanmasına karar
verilmişti. 48 ve 49 belgeleri ise Stalin önderliğinde Titoizm’i mahkûm eden ve
Uluslararası Komünist Hareket’in kolektif
kararlarıyla onaylanmış belge ve kararlardı. Titoculuk Stalin’in güçlü tokadı
ile UKH’dan atılmıştı.
Bu bağlamda,
Kruşçevci kızıl maskeli beyaz ihanet bu rezil tutumuyla, hem proletarya ve UKH
içinde kuşku ve güvensizliği, kargaşayı kışkırtırken, hem de doğrudan
denebilecek tarzda Stalin’i ve sosyalizmi mahkûm ediyordu. Kruşçevizm, Titoizm
(Yugoslav modern revizyonizmi) tarafından boşuna desteklenmiyordu. Titoizm’in
en önemli teorisyeni Edvard Kardelj,
1960 yılında yayınlanan “ Sosyalizm ve Savaş- Çin İdeolojisi ve Çin Gerçeği”
başlıklı makalesinde, Kruşçev’i, Titocu-Kruşçevci “barış içerisinde yarış”,
“barış içerisinde bir arada yaşama” tezlerini savunur, aşağılık bir demagoji
tufanı içerisinde Leninist emperyalizm teorisini, her devrimin temel ve genel
yasası olan devrimci şiddete dayanan devrim ve devrim yoluyla kapitalizmden
sosyalizme geçme teorisini tasfiye edip mahkum ederken, Kruşçevci yeni tip
burjuva karşı-devrimi şu sözlerle kutsuyordu:
“Bunları
(yukarda ifade edilen tezleri mahkûm eden savunular kastediliyor-bn.) ileri
sürenler istesin veya istemesin, bir fetih savaşına yol açacak olan bu aşırı radikal
eğilimleri sosyalizmin gem altına alacağı kuşkusuzdur. Bu eğilimlerin bugün
yeşerecek bir ortam bulamamalarının en başta gelen göstergesi, Sovyetler
Birliği’nin en büyük sosyalist güç olarak gelişmesi ve oynadığı roldür. Burada
önemli olan yalnızca Sovyetler Birliği’nin dış politika eylemleri değil, fakat
herşeyden önce, son yıllarda iyice belirgin bir duruma gelmiş bulunan
günümüzdeki Sovyet iç politika gelişmelerinin anlamlı maddi ve
toplumsal-siyasal sonuçlarıdır. Bunlar öyle sonuçlardır ki, kendi başlarına,
yani büyük bir ölçüde kişisel öğelerden bağımsız olarak sosyalist toplumsal
ilişkilerin gelişmesini hızlandırmakta ve böylece sözünü ettiğim maceraperest
gidişin ilerlemesini olanaksız kılmaktadır.” (Sosyalist Siyasal Düşünüş Tarihi,
C. II, s. 1009)
Tito ise,
YKB’nin VII. Kurultayı’nda (yıl,1958) okuduğu raporunda şunları söyler:
“…çünkü kimi
partiler dogmatizm ile mezhepçilikten kurtulup günden güne daha çok kendi
çalışma biçimleri ile savaşım yöntemlerini aramaktadır….
“…Bugün,
parçalanmaları ve uluslararası çatışkıları aşmak ereğiyle yapılan uluslararası
deviniminin daha büyük bağlanma döneminde bulunuyoruz. Sayısı çok olan
ideolojik sorunları çözümlemeliyiz, yaşam ileri gittiğinden onların
aydınlatılmasını kaçınılmaz kılıyor. Yaratıcı düşüncenin gelişmesini şimdiye
dek önleyen dogmatizm; karşıt eğilimler, anarşizm ile revizyonizmi yaratmıştır,
böylece gelişmeyi yıkıcı bir biçimde etkileyip önlemektedir. Ancak, çağdaş
sorunlar karşısında dogmatik görüşlerin zincirleri kopmaya başlamış, dolayısıyla
yeni, daha güçlü yaratıcı düşüncenin gelişmesi koşulları yaratılmıştır…
“Stalin
döneminin son yılları, dünyada işçi devinimine, özellikle onun öncü bölümüne
çok çileler getirmiştir; o, bu dönemde yalnız duraksamamış gerilemiştir de.
“Bunun
nedenleri, önce, kimi partilerin bağımsız olmayan siyasetlerindedir, geçmişte
onların yöneticileri dıştan gelen direktifleri kabul edip gerçekleştirmeye
alışmışlardı…Bu, Sovyetler Birliği Komünist Partisinin 20. Kurultayına dek
özellikle vardı….
“SBKP’nin 20.
Kurultayı bu bakımdan büyük olumlu rolü ile bir dönüm noktasını
oluşturmaktadır, çünkü burada Stalin dönemindeki yanlışlar daha sert bir
biçimde eleştirildi, bu dönem, Sovyetler Birliği’nin iç yaşamı ile gelişmesini
olduğu gibi; dış siyasetini de olumsuz yönde etkilemişti…Sovyet yöneticilerinin
yeni akımı sosyalizmin daha başarılı kuruluşu yolunda en büyük rollerden birini
oynamaktadır. Bu yeni akım, Belgrat ve Moskova deklarasyonunda da deyimini
bulup dünyada sosyalist güçlerin yeniden güçlenmesi ile gitgide aralarında
güvenin sağlanması yolunda katkısı olmuştur…” (Özyönetimli Sosyalizm, s.
162-163-164, Koza Yayınları)
Titoizm,
kapitalist yolun yolcusuydu. Kruşçev de kapitalist yolun yolcusu olduğunu söz
konusu karar ve duruşu ile tüm dünyaya adice ilan etmiş oluyordu; ayrıca
Kruşçev ve hempaları bu kararı alırken UKH’ya da danışma gereği bile
duymamış, açıkça darbeci davranmışlardı.
Enver Hoca
şöyle der:
“1954-55
yıllarında revizyonistlerin Marksizm Leninizm’e karşı genel saldırı
hazırlıkları büyük boyutlara ulaştı. Onlar faaliyetlerini esas olarak şu 3
yönde geliştiriyorlardı: Sınıf mücadelesinin ortadan kalktığı görüşünü yaymak;
Titocu klikle anlaşmak ve onun itibarını iade etmek; halkların barışın
savunması uğrunda verdikleri mücadelenin yerine, emperyalist şeflerle
işbirliğini geliştirmek.
“Bu
faaliyetlerin bir sonucu olarak, Macaristan’da ve Avrupa’nın diğer halk
demokrasisi ülkelerinin bazılarında bir yandan burjuva ideolojisi ve kültürü
tamamen serbest bırakılırken, öte yandan da şehirlerdeki ve özellikle kırlardaki
kapitalist unsurlara hatırı sayılır tavizler verildi.” (AEP Tarihi Cilt 2, s.
151)
Konu
bağlamında Molotov’un şu çarpıcı açıklamaları da aydınlatıcıdır SBKP
önderliğinin geldiği ve durduğu yeri görebilmek bakımından:
“-1953-1954
yıllarında Yugoslavya ve Tito konusunda Politbüro’ya müdahalede bulundum. Kimse
beni desteklemedi, ne Malenkov ne de sıkı Stalinci olmasına rağmen Kaganoviç!
Hruşçov tek başına değildi. Yüzlerce, binlerce kişi daha vardı yoksa tek başına
bir şey yapamazdı…” (Molotov Anlatıyor, s.142)
Marksizm
Leninizm, proletarya diktatörlüğü ve Stalin düşmanı adımlardan biri de anti- Sovyet, anti-Stalinist eserlerin,
bilakis doğrudan Kruşçev eliyle
basımı ve dağıtımının örgütlenmesidir. 45-53 arası burjuva ideoloji ve
kültürünü ifade eden, Stalin- Jdanov ve Parti tarafından mahkum edilen ve
etkisizleştirilen burjuva ve revizyonist yazarlar ve yapıtlar yeni dönemde
itibar buldu. Örneğin, Rıza Yürükoğlu, konuyla ilgili şunları yazar:
“ Hruşçov
döneminin özelliklerinden birisi, bilim ve sanat üzerindeki denetimin önemli
oranda azaltılmasıydı. İlya Ehrenburg’un 1954 romanı Buzların Çözülüşü, 1956’daki ünlü konuşmanın ardından geleceklerin
habercisi oldu. Vlidamir Dudintsef gibi sanatçıların çalışmaları, Yalnız Ekmekle Değil, sosyalist
gerçekçiliğin aşılmaz sınırlarını parçaladı. Yasaklanmış pek çok yazarın
’itibarı iade edildi’ .Yeni bir Sovyet sanatçı kuşağı, anti-Semitizm, evlilik
dışı seks, emek kampları, yoksulluk ve resmi suistimaller gibi daha önceleri
yasak olan pek çok temayı işlemeye başladı. Soljenitsin’in Ivan Denisovich’in Bir Günü gibi yapıtlar gün ışığı gördü.
“ Ne var ki
bu açıklık, Sovyet toplumunu demokratikleştirmekten çok, Stalin’i gözden
düşürerek Stalincilerin elinden iktidarı alma amaçlıydı.” (Sosyalizm- İkinci
Kitap, Sovyetler Birliği Deneyinin Dersleri, Ütopik ve Bilim- Dışı Sosyalizm,
s. 154-155)
“Stalinsizleştirme
bürokrasinin kendi kaderini tayin etme hareketi idi. İlk yararlananlar kamu
görevlisi ve menacer idi: Lider’in despotik vesayetinden kurtulup rahat nefes
almaya başladılar.” ( I.D., Tarihin İronileri, s. 45)
“Stalin
sonrası dönemin entelektüel mayalanmasını daha fazla tartışmanın yeri burası
değil. Başlangıç aşamalarında Stalinsizleştirmenin entelijansiyanın işi
olduğunu ya da öncelikle onun işi olduğunu belirtmek yeterlidir.” (age., s. 41)
“…Ancak, on
yıllardır bilinmeyen fikir farklılığı kendini şaşmaz biçimde ve pek çok alanda
göstermeye başladı. Konferans salonlarında ve üniversite seminerlerinde yeni
bir rüzgâr esiyor. Öğretmenler ve öğrenciler, engizitör denetim ve dogmatik
yasaklamadan göreli özgürlük içinde kendi sorunlarını nihayet tartışıyorlar…Bu
nedenle bilimcilerin yeniden özgürlük kazanmaları şaşırtıcı değildir.” (age.,
s. 39)
Böylece
revizyonist bürokrat burjuvazi ve Kruşçevcilik bir yandan geniş aydınlar
tabakası içinde güç kazanmaya, toplumsal desteğini pekiştirmeye çalışırken,
diğer yandan komünistleri, proletarya ve halkı ideolojik ve kültürel bakımdan silahsızlandırarak, eski ve yeni tip
burjuva ideolojisini ve yaşam tarzını kışkırtıp yayıyor, öte yandan da
uluslararası sermayeye ve yedeğindeki oportünist, revizyonist, reformist,
Troçkist dostlarına çok somut destek ve dostluk mesajlarını iletmiş
oluyorlardı.
“Yazarın
Notu” başlığı altında, Svetlana’nın açıkladığına göre, Mektuplarını “1963
yazında Moskova dışında bir köyde Zhukovka’da” yazmış. Ama artık Svetlana
ABD’ye yerleşmiştir. Mektuplar’ını orada, 1967’de New York’ta bir kitap olarak
bastırır. 1963 tarihinde Kruşçev hala iktidardadır. Bakın Svetlana, SSCB
gençliğinin tablosunu nasıl çizmektedir, hep birlikte okuyalım:
“Bu arada
çevremizde yaşam heyecan içinde. Ne Stalin adının, ne de onunla ilgili iyi kötü
birçok şeyin bir anlam ifade etmediği yepyeni bir kuşak yetişiyor. Bu kuşak
bizim hiç bilmediğimiz yeni bir yaşam kuracak. Nasıl bir şey olduğunu
göreceğiz. İnsanlar mutlu olmak istiyor. Parlak renkler, şenlik fişekleri, ses,
heyecan istiyorlar. Kültür ve bilgi de
istiyorlar. Avrupa’nın uzun zamandır yaşadığı yaşamın, sonunda Rusya’ya
gelmesini istiyorlar. Bütün dilleri konuşmak ve dünyadaki her ülkeyi görmek
istiyorlar. Bütün bunlara açlar ve bekleyemiyorlar. Konfor, güzel elbiseler,
temiz eşya istiyorlar. Dış ülkelerdeki şeyleri heyecanla uyguluyorlar, elbise,
saç biçimi, düşünceler, sanat, felsefede yeni akımlar ve kendi kazanımlarımızı,
bizim Rus geleneklerimizi merhametsizce dıştalıyorlar. Onları kim suçlayabilir?
Bu kadar yıl tutumlu, sade, katı bir yaşam sürdürdükten ve dünyanın geri kalan
bölümünden duvarla ayrıldıktan sonra oldukça doğal.” (age., s. 23)
Dünyayı,
kültürü, bilimi vb. istemek! Evet, bu gerekli, kaçınılmaz ve güzel bir istek.
Ama Batı kapitalizmine öykünerek, taklit ederek ya da düpedüz kapitalizmi inşa
ederek değil… Mektupların yazarının
kısmen de olsa özetlediği negatif yönelim Kruşçevci modern revizyonizmin
eseridir. Eğer SSCB gençliği Stalin’i bilmeden yetişiyorsa, Batı kültürüne
hayran ve yatkın hale gelmişse, bu Lenin ve Stalin’in suçu değildir. Evet,
kökleri Stalin dönemine ve SSCB’nin içerisinde geçtiği olağanüstü koşullara dek
uzanmaktadır vb. vb. Ama SSCB’de canlanan ve hegemonyasını kuran Batı
kapitalizmi ideolojisi ve kültürüne hayranlığın nedeni doğrudan doğruya 56
dönemeci ile başlayan kapitalizmin restorasyonudur. 63’teki tablonun, örneğin
70’ler, 80’ler dünyası bakımından daha yıkıcı, derin ve kapsamlı olduğu açık
olsa gerek. Geçerken de hatırlatalım: Svetlana bir Marksist-Leninist değildir.
Hayatını özetlediği Mektuplar’dan bunu herkes kolayca görebilir.
1955 yılında merkezi planlamanın tasfiyesinde atılan
adımlar, sözde “bakir topraklar”ı açarak Stalin döneminin tarım politikalarının
eleştirilmesi çabaları da aynı yönde, yeni tip burjuvazinin iktidar hazırlığı
yönünde atılan adımlardı.
Kruşçev,
tarım ürünlerini yüksek fiyatlarla satın alma, perakende fiyatlarını düşürme
manevrasıyla da kitle temeli
oluşturmaya çabalar. Stalin döneminin tarım politikası sözde eleştirilerek
“bakir toprakların” tarıma açılması yoluyla büyük ilerlemeler sağlanacağı
propagandası, gürültülü bir şekilde yapılır ama bu girişim fiyaskoyla sonuçlanır, tarımsal üretim geriler.
Revizyonist
burjuvazinin iktidarı ele geçirme operasyonuna hızlandırılmış bir hazırlık ve
manevra kesiti olan 1953-56 arası dönemde sosyalizmin tasfiyesi doğrultusunda sistemli bir çalışma yürütüldü.
“Malenkov’un
hükümeti Stalinist çalışma yasasının eskidiğini ilan etti.” (Tarihin İronileri, s. 45),
“eski terörist iş disiplini” (age., s. 54) kaldırıldı.
Merkezi
planlamanın tasfiyesi, değer yasasının etki alanını genişletme, maddi teşvik
gibi bir dizi konuda da ilk adımlar
bu dönemde atılır.
Konuyla
ilgili olarak Gorbaçov, şöyle der:
“İktisadi
kalkınmada öncelikleri değiştirme isteği, yapılan işin sonuçlarının kişiyi
ilgilendirmesi için teşvik tedbirlerinin ortaya çıkarılması, Eylül 1953 (ki
Stalin ölmüştür-bn.) ve Temmuz 1955 parti MK plenum oturumları kararlarının temel
ilkesi oldu.” (Ekim ve Perestryoika sürüyor, s.
41)
Roger Kreeran
ve Thomas Keeny’in, çalışmalarından yararlandıkları antisovyetik karaktere sahip Roy A. Medvedev ve Jores Medvedev’lere atfen “Medvedeyler’e göre, 1953-54 yıllarında ‘Batı etkisi ekonominin
pek çok alanına sızmaya başlamıştı.’” (İhanete
Uğrayan Sosyalizm, s. 55) vurgusu da
rastlantısal olmadığı gibi anlaşılırdır da.
SBKP(B)
MK’sının önde gelen üyelerinden Lazar Kaganoviç anılarında 1955’te merkezi
planlamadan “koordine edilmiş planlamaya”
geçildiğini açıklar.
1956 yılında,
20. Kongre’den bir ay önce, başta
partinin alt ve orta kademeleri olmak üzere partide geniş çaplı tasfiye operasyonu
örgütlenir. Tasfiye edilenler Stalin’e ve çizgisine bağlı olan kadrolardır.
Gazeteci Jean Marian’ın şu sözleri de bunu kanıtlar: .
“ … 1956
Şubatına kadar, kongreden bir ay önce, Stalin’in adı merkez basında gizliden
gizliye kutlanıyordu ve bu durum bölgesel gazetelerde de kongrenin açılışına
kadar da sürdü. Tapınma’ yı
eleştirmenin ilk belirtileri partinin orta kadroları arasında önemli bir
direnmeye yol açtı. O kadar ki kongreden bir ay önce bir temizlik zorunlu
olmuştu. Kaldı ki Kruşçev politbüro içerisindeki kendi ekibinin çekinceli
davranışlarıyla karşılaşıyordu. Buna karşılık askeri aşamanın büyük desteğine
sahip görünmekteydi… Mareşal Jukov bunlardan biriydi. Dışarıdan yapılan
baskıların da payı vardı: Örneğin Tito ısrarla 1948-1952 davaları kurbanlarının
resmen itibarlarının iadesini talep ediyordu. … Karşı Stalincilik dönüm noktası
aygıtın doruğundaki güçler dengesinin bir sonuydu. Denge ancak kongreden birkaç
hafta önce istikrara kavuşmuştu ve gizli raporun okunmasına kadar kuşkusuz hep
kararsız kaldı.” (Sovyetler Birliği: Ekonomik ve Siyasi gelişmeler (1917-1988),
s. 57)
Özellikle
Stalin’in ölümünden sonra, üçüncü bir dünya savaşı tehlikesi aşırı abartılır.
Bu abartma, revizyonist burjuvazinin bir yandan emperyalizmin nükleer savaş
şantajı ve soğuk savaş politikası karşısında gerileme ve teslimiyetini ifade
ederken, öte yandan da, daha da önemlisi bilinçli bir tarzda revizyonist karşıdevrimin
güçlenmesinin, yeni revizyonist tezler üretmeye meşruiyet yaratmanın bir
olanağı olarak değerlendirildi.
Modern
revizyonizm ve revizyonist bürokrat burjuvazi, emperyalizmle uzlaşma ve
işbirliği politikasının bir aracı ve ifadesi olarak “detant” politikasını 1955
temmuzunda İngiltere, Fransa, ve ABD ile görüşmeler başlatarak yaşama geçirmeye
başladı.
İç politikada sosyalizme yüz çevirmenin,
dış politikada uluslararası devrim ve
proletarya enternasyonalizmi politikasından tümüyle vazgeçmenin dile gelişi
olan Cenevre görüşmeleri ve “detant” ruhu, güçlenen, iktidarı tümüyle ele
geçirmek için hazırlanan modern revizyonizmin aşırı çürümesinin somut yansıma
biçimlerinden biriydi.
Stalin’in
ölümünün hemen ardından, 53-56 arası dönem, revizyonist karşıdevrimin güç
topladığı dönemdir. Bu geçiş süreci, 56 ile tarihsel bir dönemeç noktasını oluşturur. 1956’da yapılan SBKP 20. Kongresi’yle yeni tip burjuva
karşı-devrim politik iktidar tekelini açıkça gasp ederek modern revizyonist
politik programını ilan eder.
SSCB’nin ve
Sosyalist Kamp’ın, son olarak da ASCH’nin tarihsel deneyiminin çok çarpıcı
ortaya koyduğu bir olgu daha var: Modern revizyonist ihanet ve kapitalizmin
restorasyonu sürecinde, hadi diğer ülkeleri geçtik, özellikle ve öncelikle
SSCB’de, ardından da ASCH’de nitelikli,
yetenekli, sadık önderler ortaya çıkarak bu gerici sürecinin karşısına ilkeli
bir tarzda dikilmezler. Bu doğrultuda bir kısım önemsenmesi gereken ama son
derece yetersiz kalan girişimler elbette ki olmuştur; ama kapitalizmin
restorasyonu gibi dev bir girişim karşısında ne yazık ki, söz konusu girişimler
devede kulak gibi girişimler olarak kalmıştır.
Tarihin tanık
olmadığı ölçekte bedeller ödeyen, devasa başarıların altına imza atan, sınıf
mücadelesinin zengin deneyimlerinden geçerek donanan Lenin-Stalin’in
partisinde, yeni tip karşı-devrim sürecinin karşısına militanca dikilen
(eskiden gelme deneyimli önder kadrolar da dâhil) tek bir önder çıkmaz.
Bu bir rastlantı olamaz!
Bu olgu, akıntıya
karşı yüzmeyi bilen, fırtınalar yaratacak, bağımsız kişilik sahibi,
Marksizm-Leninizm ve sosyalizm davası
uğruna her an her şeyini feda edecek çaplı devrimci önderlerin
yetiştirilmesinde başarısız kalındığının da kanıtıdır. Bu, aynı zamanda bürokratik çürümenin ne yaman bir zehir olduğunu kanıtlamaktadır. Hiçbir
komünist tarihin bu dersini bir saniye bile unutmamalıdır. Tabii ki komünistse,
tabii ki komünist olarak kalmak istiyorsa!
Bu olgu,
bürokratik dejenerasyon tehlikesinin daha baştan engellenemezse, komünistler,
devrimci önderler, proletarya ve kitleler bu tehlike ve yozlaşma karşısında
güçlü bir donanımla silahlanmazsa ne yaman bir çürümeye yol açtığının kanıtıdır. Bu olgu, sözde bürokrasiye, idare-i
maslahatçılığa karşı yaman savaşçılar olarak ortaya çıkanların her zaman için
doğru insanlar olmadığını, dahası ne yaman ikiyüzlü bürokratlar olabileceğinin
de kanıtıdır. Biz bunu, sosyalizmin devasa tarihsel deneyimi karşısında sınırlı
ama sosyalizm tarihinin bir parçası olan komünist hareketin deneylerinden de
çok iyi bilmekteyiz. Küçük burjuva oportünist amaçları ve dar klik çıkarları,
kariyerist hırs ve hedefleri için hareketin hata, zaaf ve eksikliklerini
amansızca sömüren; tasfiyeci yönelim ve duruşlarını harekete dayatan; kişi,
etkin birey, etkin sekreter, etkin önder, etkin önderler kültünü kışkırtan,
fütursuzca önder ilan edilme isteğini vurgulayıp, önder ilan edilmeyi harekete
dayatan ve kışkırtan; hareketin bütün başarı ve kazanımlarını kendine, bütün
hata ve zaafları kadrolara, örgütlere, “taktik önderlikler”e fatura eden;
bürokratik merkeziyetçiliği yaşam kaynağı haline getiren, iç demokrasiyi ağır
bir şekilde yıkıma uğratan, kolektif aklı darbeleyen, bağımsız eleştiri gücüne
ve kişiliğine sahip kadroları ezen ve tasfiyeyi dayatan, kadro politikasında
tasfiyeci çifte standardı yaşam tarzına dönüştüren, biat kültürünü dayatan vb.
ilkesiz zihniyetin bürokratizme, idar-i maslahatçılığa karşı mücadele zırhına
sığınmasından da bunu iyi biliyoruz. Bu bakımdan Türkiye devrimci hareketinin
deneyiminin de son derece negatif olduğunu vurgulamak isteriz.
Bu olgu,
sosyalist inşa sürecinde, yeni insan
tipinin yaratılmasının nasıl kesintiye uğrayarak yeni insanın yetiştirilmesinde
başarısız kalınabildiğinin, yeni insan tipini yetiştirmenin ne denli zor bir
tarihsel görev olduğunun göz çıkarıcı, çarpıcı kanıtıdır.
Kuşkusuz ki,
modern revizyonist bürokratik burjuva karşı-devrim ve kapitalist restorasyon
sürecinde sayısız komünistin, işçi ve emekçinin yüreği yanmış, bir biçimde
direnmişlerdir. Ama tarihin böylesine kritik
an ve dönemeçlerinde donanımsız oldukları için, güçlü devrimci önderler ortaya çıkamadığı için
son tahlilde karşı-devrim sürecine boyun eğmişlerdir.
Lenin,
SSCB’nin mujiklikten kurtulabilmesi için birçok kuşağın geçmesi gerektiğini
vurgulamıştır. Unutmamak gerekir ki Rusya geri kalmış bir küçük burjuvalar, bir
köylüler ülkesiydi. Sovyet proletaryası böyle bir ülkede, emperyalist kuşatma
altında tek başına sosyalizmi inşa etmek zorunda kalmıştır. Sosyalist devrim,
sosyalizmin inşası mujikliğe ağır darbeler vurmuş olmakla birlikte hala eski
dünyanın, özel mülkiyet dünyasının, mujikliğin ağır baskısından,
alışkanlıklarında kurtulabilmiş değildi. Tarihten devalınmış fiili
eşitsizlikler güçlü bir tarzda sürmekte ve sosyalist inşanın önüne sayısız
biçimde engel çıkartmaya devam etmekte ve yeni tarihi koşullar içerisinde eski,
yeninin içerisinde yeni bir tarzda tutunarak ortaya çıkmakta ve sosyalizmi,
sosyalist demokrasi ve proletarya diktatörlüğünü kemirmeye devam etmekteydi.
SSCB’de
kapitalizmin restorasyonu deneyiminin kanıtladığı gibi, herhangi bir küçük
burjuvalar ülkesinde küçük çaplı mülkiyet tasfiye edilse bile sosyalizmden kapitalizme geri dönüşün olanağı, yeni tipten bir
küçük burjuvazinin oluşup gelişmesiyle, yeni tipte bürokratik yozlaşma ve
karşı-devrim yoluyla sosyalizmin tasfiyesi
tümüyle olanaklıdır. Ve bu tehlike restorasyona yol açan en büyük tehlike olarak gündemde kalmaya devam edebilmektedir. Yeni
tip küçük burjuvazi ve yeni tip bürokratik çürüme ve karşı-devrim tehlike ve
tehdidi, genel olarak emperyalist kuşatma veya emperyalizmin baskısını,
tarihten devralınan fiili eşitsizliklerin, eski dünyanın, özel mülkiyet
dünyasının beyinlerde ve yüreklerde yaşayan, kalıntı ve alışkanlıklarının
baskısını arkalamış olsa da, özelde bir köylüler ülkesi, bir küçük burjuvalar
ülkesi olmaktan kaynaklanan sayısız biçim alan mujikliğin baskı ve
deformasyonundan özel olarak beslenir. Komünizmin bir alt evresi, olgunlaşmamış
komünizmden olgunlaşmış, kendi öz bağımsız tarihsel temelleri üzerine oturmuş
komünist topluma geçiş toplumu olması karakteri itibari ile, bir geçiş
toplumunun bütün zaaf ve eksiklerini de bağrında taşır sosyalizm. Örneğin bir
ABD, bir Almanya gibi ülkelerden farklı olarak geri bir küçük burjuva ülkede
geçiş toplumunun hastalıkları, çok daha derin ve kapsamlıdır, kapsamlı
olacaktır. Bunun böyle olması da kaçınılmazdır. Çünkü bu, nesnel bir durumdur
ve bu kategorideki ülkelerin somut tarihsel gerçekleriyle bağlıdır. Dilek ve
temennilerle, masa üstü karalarla, yüksek emirnamelerle de bu tablo kısa sürede
ortadan kaldırılamaz.
Konu
bağlamında Molotov’un bazı değerlendirmelerini aktarmaya devam ediyoruz. Her ne
kadar Molotov, SSCB’de ve Sosyalist Kamp’ta 56 ile içerisine girilen süreci
bilimsel devrimci, Marksist-Leninist bir bakış açısına dayanarak tahlil etmeyi
başaramamış ve bundan oldukça uzak olmakla birlikte, bazı saptamaları,
Kruşçevci modern revizyonist karşı-devriminin zaferini anlamamıza katkı
yapmaktadır. Ne de olsa O, bir tarihtir, tarihe tanıklık yapan biridir, tarihin
dışında değil içerisinde, tarihi, tarihin bir öznesi olarak yaşamış bir
tarihsel kişiliktir. Molotov’un değerlendirmeleri aynı zamanda köylü bir ülkede
sosyalizmi kurma sürecinin köylü, küçük burjuva bir ülke olmaktan kaynaklanan
derin zorluklarını da, kapitalizmin yeniden inşasına götürecek tehlike ve
tehditleri de vurgulamakta ve komünistler bakımından ayrıca uyarıcı nitelikler
taşımaktadır. Şimdi Molotov’u hep birlikte dinlemeye başlayabiliriz:
“…Çünkü
herkes soluk almak, daha rahat yaşamak istiyordu. (Bu küçük burjuva zaafın ve
psikolojinin SBKP 19. Parti Kongresi’nde eleştirildiğini anımsatmak
istiyoruz-bn.) Oysa Stalin’e göre, ilerde de direksiyonu sıkı tutmak gerekirdi.
“-Elbette,
insanlar yaşamak istiyorlardı, savaş vardı.
“-Savaştan
sonra insanlar biraz nefes almak istediler. Şu ya da bu insan özelinde değil
ama esas kadrolardaki insanlar, büyük kitlelerden çok daha haklıydılar bunu
istemekte. Yorgunluktan bitmişlerdi ve en tepede olunca herkes dönemeci almayı
başaramayabilir. Çünkü bu çok zordu. Yazılı olarak söylenmemiştir ama Brejnev
XXIV. Kongre’yi şu sözlerle kapatmıştı: ‘Daha özgürce nefes alıyoruz, iyi
çalışıyoruz, sakin yaşıyoruz.’ Bir Bolşevik için ne biçim bir ifade tarzı:
‘Sakin yaşıyoruz!’ Bunlar gerçek Bolşevik sözleri değil. Daima ileri gitmek,
zorlukların üstesinden gelmek isteyen Bolşevikler eğer sakin sakin
yaşayacaklarsa kesinlikle bir işe yaramazlar. Sakin bir hayatta Bolşevik neye
yarar? Sosyal demokrat olsun daha iyi. Bu tamamen yeterli olur. Sosyal
demokratlar kapitalizmin bu doğal eğilimini izlerler hep. (Ama zaten
Kruşçevler, Brejnevler iktidarı ele geçirmiş, kapitalizmi yeniden kurmaya
girişmiş yeni burjuvaziyi temsil ediyorlardı-bn.)
“-Hruşçov
yönetiminde ekmek vardı, yiyecek vardı, her şey iyi gidiyordu. Buna oynadılar.
(Eh, Kruşçevler Stalin döneminin mirasını tüketiyorlardı hovardaca…-bn.)
“-Kendisi
değil aslında, etrafındakiler onu kullandılar. Herkes bir soluklanma, bir
gerilim düşmesi arzu ediyordu. (Bu yeni tip küçük bürokratik burjuvazinin doğal
eğilimiydi ve yeni tip bürokrat burjuvazinin karşı-devrimi de bu eğilime ve
toplumsal psikolojiye dayandı aynı zamanda-bn.)” (age., s. 336-37)
“-Genelde de
çok iyi teorisyenler pek yoktu.
“-Bolşevik
olarak gerçek teorisyenler çok nadirdi. (Peki neden? Bu bir sonuç değil mi, hem
de çok çarpıcı bir olgu olan kadın komünist önderlerin yetiştirilememiş olması
olgusunda olduğu gibi!!!-bn.)” (age., s. 342)
“Hruşçov,
Stalin’e ve Leninist politikalara karşı savaş açtı. Stalin’in uygulamaya
koyduğu, Stalin’le birlikte desteklemiş olduğumuz Leninist politikayı değiştirmek
istiyordu…” (age., s. 380)
“-Hruşçov
başa geçti çünkü yandaşları sayıca kalabalıktı. Stalin’de ise bilek gücü vardı,
herkes bu güce baş eğiyordu. Bilek gücü zayıflayınca herkes kendi oyununu
oynamaya başladı.” (age., s. 381)
“-Hruşçov’un
o kadar inanmış bir komünist olduğu kanaatinde değilim. Şüphesiz yetenekleri
olan bir adamdı, gel gör ki zihni fazla karışıktı. İdeolojiyi hiçbir zaman
ciddiye almadı. Eğer bizden -Malenkov, Kaganoviç ve ben- bu kadar kolay
kurtulabildiyse bu o dönemde artık Bolşevik kararlılıktan eser kalmadığı
içindir. (Peki neden?!!! Tam da burada Enver Hoca’nın, SBKP Stalin daha
hayattayken devrimci ruhunu kaybetmişti, bürokratlaşmıştı değerlendirmesini
okuyucuya hatırlatmak istiyoruz-bn.)” (age., s. 384)
Molotov,
Kaganoviç, Malenkov 1957’de
Kruşçevciler tarafından anti-parti hizip olarak mahkûm edilir ve atılırlar.
Konuyla ilgili ayrıntılar “Molotov Anlatıyor” kitabında yer almaktadır. Hikâyesine
girmiyoruz. Dileyen okur, söz konusu kitabı okuyup inceleyebilir. Bu üçlü
“57’de, Hruşçov’u uzaklaştırmaya karar” verirler. Kruşçev’i üç günlüğüne
Politbüro oturum başkanlığından alırlar. Ama bir tür darbeyle Molotovlar
tasfiye edilir ve Kruşçev koltuğunu sağlamlaştırır. Zaten Molotovların
Kruşçev’i “devirme” operasyonu bir programa oturtulmamıştır. Molotov “Hiçbir
programımız yoktu; Hruşçov’un görevden alınıp Tarım Bakanı yapılması dışında.”
sözleriyle ve “Ne var ki grubumuzda ne bağlılık ne de program vardı. Onu
azletmek konusunda anlaşmıştık ama iktidarı ele almak için hazır değildik.” sözleriyle
durumu dillendirir.
Molotov’un
sorulara yanıtı önemlidir:
“-Sizi
partiden dışladıklarında bütün baskı politikaları size mi yüklendi?
“-Evet. Sözde
parti karşıtı grup teşhir edilmekten korkuyordu. Bu konuda esas Hruşçov’un
korkusu vardı. Yine de darbesini iyi hesapladı…
“-Politbüro’nun
toplantısında Hruşçov’u görevden aldığınızda neden halka, parti organlarına
çağrı yapmadınız?
“-Parti
organları bizim elimizde değildi.
“-Yine de
durumdan istifade etmediniz.
“-Yapamazdım.
Anlamanız gerekir ki bu şekilde bir karşılaşmaya hazırlıklı değildik. (Peki
neden? Yeni tipte bir küçük burjuva bürokratik kast doğarsa, komünistler
bürokratik yasallığın tutsağı olursa, Stalin’den sonra suç ortaklığı yaparsa,
atı alan Üsküdar’ı geçerse...-bn.) Hruşçov da buna oynadı: Stalin’in
yönetiminde her şey zordu, ama şimdi daha iyi olacak. Bu da işe yaradı. MK
genel toplantısında ezici bir çoğunluk bana karşı oy verdi. Çok fazla çaresiz
insan vardı.
“-Tepede mi?
“-Hayır,
parti kadrosunda da.
“-Ama işçi
sınıfı sizin tarafınızdaydı öyle mi?
“-İşçi sınıfı
da satın alınmıştı; şimdi barış içinde yaşayacaksınız, denmişti onlara.” (age.,
s. 385)
Yani
Kruşçevci yeni tip burjuva karşı-devrim köksüz
değildir. Onu bir tarihsel süreç ön koşullarını yaratarak üretmiş ve politik
iktidara taşımıştır… Molotov’un değerlendirmeleri bunun bir biçimde ifadesi ve
itirafıdır.
“-Sıklıkla şu
soruyu soruyorlar: Neden XX: Kongre’de siz ve grubunuz Hruşçov’a müdahale
etmediniz?
“-Düşünceme
göre benim görevim bu konuda partiye bilgi vermekti. O zaman çok düşündüm,
konuyu bütün yönleriyle inceledim. Ama parti hazır değildi. Bizi sadece kapı
dışarı ederlerdi o kadar. (Ne hazin bir durum!!! Parti nerelere gelmiş!!!-bn.)
Benim ümidim partide kalarak hasarı yavaş yavaş tamir etmeyi başarabilmekti.
Ama o anda müdahale etseydik kimse bize arka çıkmazdı. Hayır, gerçekten de
kimseyi bulmazdık. Bir hazırlık çalışması gerekliydi.” (age., s. 377)
“-Bu rapor
(20 Kongre’ye sunulan Stalin’i suçlayan rapor-bn.) siyaseti altüst etti. Her
şey bununla başladı” diyerek araya giren Çuyev’i Molotov şöyle yanıtlıyor:
“-Altüst
etmedi yardımcı oldu. Ve hepsi de bununla başlamış değil. Düşünün. Her şey
bundan çok önce başlamıştı….” (age., s. 378)
Evet, her şey
20. Kongre ile başlamamıştı; 20. Kongre’yi hazırlayan küçük burjuva bürokratik
çürüme, devrimci-Bolşevik ruhun yitimi, yeni tip küçük burjuva kastın
hegemonyayı fiilen, büyük bir oranda adım adım ele geçirmiş olması, toplumsal
psikolojinin şekillenmiş olması, işte Stalin’in ölümü ile açılan yolda, yeni
burjuvazi bunlara basarak 56’da politik iktidar tekelini kurmayı başardı. Bir
kez daha vurgulamak gerekiyor: Pirincin içindeki siyah taştan korkma, beyaz
olanından kork! Ve ağaç köksüz değildi(r)! Evet, “Hruşçov’un kökleri
derinlerdeydi”…
“Hruşçov’un
yükselişi nasıl oldu? En aşağıdan. Nasıl Merkez Komitesi’ne geldi? Çok yandaşı
vardı. Pek çok insan güvenilir bir lider arıyordu; Hruşçov ise zirvede daha
sakin bir hayat vaat ediyordu, herkes bu fırsatın üstüne atladı. Tabandakilere
de çeşitli sözler veriyordu. Çok hoşa giden şeylerdi ama hepsi balondu. Ama bu
balon pek çoklarına rahat yaşama olanağı verdi. Çok tehlikeli işti. Stalin bu
bakımdan da çok sıkıntılı bir insandı. Hruşçov böyle bir hayat vaat ediyordu
ama bu işte bir aldatmaca vardı, birçok kişi yine de bu işten faydalandı. Maalesef
işe yaradı.” (age., s. 387)
“…Stalin
yandaşları sağlam bir politika izliyorlardı, Hruşçov da Stalin’in çizgisine
büyük bir uyum gösterdi. Yetenekli bir adam olduğunu da dikkate alın Hruşçov
Buharinci de olabilirdi; tepeden tırnağa öyleydi de ama Stalin yönetimi
altındayken değil…
“… Stalin
yönetiminde, resmi olarak, herkes Stalin’i izledi. Ama kendi gerçek fikirlerini
ilan etme olanağını bulunca çoğunluk ona muhalif oldu. İnsanlar, o kadar büyük
ve Stalin özelinde, o kadar güçlü etkisi olan bir yöneticinin karşısında
seslerini kesip homurdanarak da olsa ardından gidiyorlar. Hruşçov bile,
‘Babamız Stalin! Çok sevgili babamız Stalin!’ demedi mi? Daha neler duyduk! Ama
yürekten değildi bunlar. Sonrasında da başkalarını Stalincilikle itham etti.”
(age., s. 388)
“…İş tipik
bir Lenin düşmanı olan Hruşçov’la bitmiyor, bu bir akımdır, eğilimler üzerine
oynan bir oyun.” (age., s. 393)
“-Teori
alanında Hruşçov berbattı, bir Marksizm-Leninizm düşmanı, komünist devrim
düşmanı, gizlenmiş ve kurnaz, iyi kamufle edilmiş bir düşman. Hayır, aptal
değildi. Neden bir aptalın peşinden gitsin insanlar? Büyük çoğunluğun ruh
halini dile getirmişti. Farkı hissediyordu, hem de iyi hissediyordu. Bu yüzden
o da gitmedi.” (age., s. 395)
Molotov, Kruşçev’i bir Marksist-Leninist olarak
görmez, aksine bir Buharinci olarak niteler. Ama onu yine de bir karşı-devrimci
olarak görmez. O, şöyle diyor:
“Ne var ki
özünde devrimci değildi, işte en derininde doğası buydu. Bence Stalin’in adına
bağlı her şeyi lekelemeye çalışması onun karşıdevrimci değil, daha çok devrimci
olmadığını gösteriyor. Yabancı bir ideolojiden geliyor. Stalin ise
devrimciydi.” (age., s. 397)
Sorunu böyle
ortaya koyan Molotov’un modern revizyonist karşı-devrimi ve kapitalizmin
restorasyonunu anlamaması da
anlaşılırdır.
Molotov,
Troçkizm yenilgiye uğratılmakla birlikte parti ve devlette, merkezi kurumlarda
“tüm Troçkist unsurları-n- ihraç etmediği”ni, 30’lu yıllar kastedilerek,
devamla şunları söyler:
“Bu dönemde
en önemli mücadele sağcılarla yapılan mücadeleydi. Sağcılar partiye en esnek
bir biçimde katılırlar. O zaman parti bunu en önemli tehlike sayıyordu.
Kulaklığın yıkılmasından, sağcıların (tarımın olmalı-bn.)tam olarak
kolektifleştirilmesinden sonra öngörülenlerden çok daha fazlası ortaya çıktı.
En büyük tehlike buydu.” (age., s. 497)
Molotov,
görünüşte partide artık muhalefetin kalmadığı, herkesin parti ve Stalin
etrafında sağlamca birliğin kurulduğu kongre olarak da bilinen XVII. Parti
Kongresi’ne dair sorulan soruları yanıtlarken, “-Açık olan şeyleri Politbüro
biliyordu. Ama her şeyi bilmek olanaksızdı, daha doğrusu bir neden ortaya
çıkmadıkça bilmek olanaksızdı. Bu meseleyi biraz daha aydınlatmak için size
şunları söyleyeceğim: Hruşçov’u nasıl biri olarak görürsünüz, sağcı mı, solcu
mu, Leninist mi, hangisi? Hruşçov, Stalin döneminde, bütün 40’lı yıllar boyunca
ve 50’lerin başında Politbüro’daydı. Mikoyan da. Atıyorlar, atıyorlar, ama bir
bakıyorlar sağcılar hala Politbüro’da! İşte bu kadar zor bir işti! Bunu
rakamlara ve birtakım biçimsel işaretlere göre anlamak mümkün değildir
diyebilirim. Anlaşılamaz. Ülkede ve partide öyle derin değişikler olmuştu
ki, Stalin tüm uyanıklığına rağmen
Troçkistlerden ve sağcılardan gözden kaçan olmuştu. Özellikle duruma göre en
esnek şekilde davranabilme yeteneği gösteren sağcılar Stalin zamanında da
Politbüro’da sürekli kaldılar. O kadar esnektiler, köylü yurdumuza o kadar sıkı
bağlarla bağlıydılar, ve bu köylü yurttaşımız, her türlü eğilip bükülmeyi iyi
bilen ideologları aracılığıyla o kadar esnek davranabiliyordu ki, Troçkizmin nerede
başladığını, özellikle de sağcıların nerede başladığını anlamak son derece
zordur.” (age., s. 498)
Evet, bir
küçük burjuvalar ülkesinde, kent ve kır burjuvazisinin tasfiyesinden, küçük
ölçekli dağınık mülkiyetten büyük ölçekli sosyalist kolhoz mülkiyetine
geçildikten sonra da “sağ sapma” tehlikesi en büyük tehlike olmaya, köylü,
küçük burjuva ideoloji ve psikolojinin yeni koşullar içerisinde kendini
üretmesi tümüyle mümkündür ve bu, en büyük tehlikeyi oluşturmaktadır. Doğrudan
açığa çıksın ya da henüz su yüzüne çıkmamış olsun, partideki en büyük tehlike
partideki küçük burjuvazidir. Dahası, somut tarihsel koşullar içerisinde
geçiş toplumunun bağrında taşıdığı nesnel zaaflarla birlikte, kuşatma
koşullarının baskısıyla birlikte yeni tipte bir küçük burjuvazinin oluşup
gelişmesi, önlenemediği koşullarda politik karşı-devrimi örgütlemesi ve politik
iktidar tekelini ele geçirerek kapitalist restorasyonu örgütlemesi tümüyle
olanaklıdır. Tarihsel tecrübe, bu gerçeği açıkça kanıtlamıştır. “Sosyalizmin
zaferi” ve “kesin zaferi” aynı zamanda bu tehlikeyi kavrayacak, bu tehlikenin
somut bir tehdide dönüşmesini daha baştan engelleyecek bir teorik ve politik
bir bakış açısı ve pratik duruşu gerektirmektedir ve gerektirecektir. Kaldı ki
yeni tipte bürokratik yozlaşma salt geri küçük burjuvalar ülkesiyle, ülkeler
kategorisi ile de sınırlanamaz. Bu tehlike ve tehdit gelişmiş kapitalist ve
emperyalist ülkeler kategorisi için de tümüyle geçerlidir. Bu ülkeler
kategorisi de kendine özgü koşulları içerisinde aynı temel tehlike ve tehditle
yüz yüze kalacaktır…
Molotov’un
analizleri büyük bir dikkat ve özenle eleştirel incelenmeli, komünist
hareketimiz bakımından da gerekli derslerin çıkarılmasıyla birleştirilmelidir.
Kendi deneyimlerimiz de bundan kaçınamayacağımızı ve kesin olarak kaçınmamız
gerektiğini açıkça göstermektedir.
DEVAM EDECEK
* Bkz. Hasan
Ozan Makaleler, “Genel Sekreter” ve
Stalin, 19 Haziran 2016.
** SBKP’nin
arşivleri henüz açılmış değildir ya da bu “açma” oldukça sınırlı düzeydedir ve
açıldığı kadarıyla da özel kişilere, o bile sınırlı olarak açılmıştır. Stalin’in
bu dönemde, yaşamının diyelim ki son yıllarında, sosyalizmin deneyimleri bağlamında
ulaştığı yeni değerlendirmeler varsa eğer, bir gün gelir de gün ışığına çıkar.
Elbette bu sözlerimiz somut verilere dayanmıyor ve belirleyici olan da tarihsel
pratiktir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder