İşsizlik Olgusunun Ortaya Çıkışı, İş Gücü
Dalgalanmasının Boyutları
İşletme
bağımsızlığının geliştirilmesi, maliyetlerin düşürülmesi, verimliliğin
yükseltilmesi, ekonomi ve işletmelerin azami kar yasasına bağlı olarak
işlemesi, “işin, üretimin rasyonalizasyonu” politikası ile üretim tekniğindeki
yenilenme sonucu, işsizlik olgusu ortaya çıkar ve yaygınlaşır. Sosyalizmde,
üretim tekniğinin ilerleyişi, işsizlik üretmek yerine emek verimliliğini
yükselterek, hem emekçilerin yaşam standardını yükseltmenin ve hem de çalışma
süresinin düşürülmesinin, yeni sektörler geliştirmenin, kültürel faaliyetlere
daha fazla zaman ayırmanın bir aracı olduğunu yalnız teorik olarak değil,
sosyalist inşanın tarihsel deneyiminden de biliyoruz. Ama devir değişmişti
artık; inşa edilen kapitalizmdi ve kapitalizmin yasaları nesnel doğasına uygun
işliyor ve yolu düzlüyordu.
“
‘İşletmeler, iş verimliliklerini azami yükseltmek için mücadele etmek
zorundadırlar.’(Liberman) ”
“ ‘Kara
sosyalist bakış, bir işletmenin, üretim maliyetlerini düşürerek, daha yüksek
verimlilik için çalışmak zorunda olduğu şeklindedir.’ ”
“ ‘İşin
verimliliğinin artışını yansıtan artmış üretim ve azalmış üretim maliyetleri,
ulusal ekonominin yararınadır ve karları yükseltir.’ ”
“
‘Kolektifler, işin verimliliğini yükseltecek… üretim maliyetlerini düşürecek,
verimliliğin seviyesini yükseltecek ve daha yüksek toplam karlar elde edecek
durumdadır.’ ” (Aktaran age., s. 153)
Bunlar, yeni
dönem politikasını yansıtan bazı değerlendirmelerdir sadece.
Teknolojik
yenilenme eğiliminin artışı ile ücretlerin 1965’de % 18 olan maliyet payı
1971’de % 15.5’e düşer. Ama bundan işçi sınıfı değil yeni burjuvazi yararlanır.
Sermayenin organik bileşiminin yükselmesine bağlı olarak “artı iş gücü” doğar.
“Yeni İktisadi Politika”ya bağlı olarak “planlanmış
işsizlik” teşvik edilir. İşe, pilot
bölgelerden başlanır ve uygulama giderek genelleştirilir. 1967 yılında cumhuriyetler seviyesinde iş gücünün
kullanımı için acenteler kurulur.
SB’de, yeni
kapitalist inşa programının bir gereği ve tamamlayanı olarak, işletme
bağımsızlığının geliştirilmesi, oto finansman sistemine geçilmesi, karın
azamileştirebilmesi için fabrika müdürlerine tanınan geniş çaplı yetkilerin
içinde, işçiyi işten çıkarma yetkisi
de verilmiştir. İşletme bağımsızlığı politikasına bağlı olarak, işletme
müdürüne ve yönetimine iş gücü mevcudunu belirleme hakkı da tanınmıştır. Oysa
işçiyi işten çıkarmak sosyalizm döneminde ağır suçtu ve eğer işçi ağır bir suç
işlemişse işçinin işten atılmasına İşletme Sendika Komitesi karar verirdi. Oysa
yeni dönemle birlikte, işsizlik kırbacı işçi sınıfının sırtında şaklamaya
başlamıştı. Bu kırbaç, dağılışa dek sosyalizm adına, komünizm adına işçilerin
sırtında bir an olsun bile eksik olmayacaktı. SB’de işsizlik olgusu kendisini
salt açık işsizlik olarak göstermemekte, gizli işsizlik biçiminde de
yansıtmaktaydı.
“ ‘Artık
bundan sonra işletmelere, kaç kişi çalıştıracakları konusunda direktif
verilmiyordu. Kapsamlı bir masraf hesaplaması…bazı işletmelerdeki fazlalık iş
gücünün kendiliğinden açığa çıkaracaktır.’(Gatovski) ”
“ ‘Müdür,
personeli ise işe alır ve işten atar.’(Tüzük) ”
“ ‘İşletme
yöneticileri, işe alma ve işten atma hakkına sahiptir.’(Kamenitzer) ” (Aktaran
age., s. 70)
“…1981-85’te
10 ile 12 milyon genç iş arıyordu. 1986-90 arasında artık sadece 5 milyon genç
iş aramaktadır. Dolayısıyla geriye sadece verimliliği yükseltmek kalır.
Sermayelerin, yatırımların ve makinelerin… Oysa verimleri devamlı düşer.
İşçilerin de. Çünkü her zamankinden daha fazla hevessizdirler.” (Jean Marie
Chauvıer, Sovyetler Birliği: Ekonomik ve Siyasi Gelişmeler -1917/1988-, s. 191)
Konuyla
ilgili A. Carlo’nun bazı değerlendirmelerini de aşağıya aktarıyoruz.
“Bununla
birlikte reformlar (1965 reformları-bn.) önemli ve köklü değişikliği ifade
ederler. İşletme yöneticilerine, özellikle işletmede çalışanların tümünün
sayısını belirlemek, çalışma temposunu saptamak ve ücretlerin işletme içi
bölüşümü ile kademelendirilmesi gibi dikkat çekici yeni iktidar yetkileri
verildi. Böylece bir emek piyasası eğilimi içerisine girildi. İşletme
yöneticisi yeni atamaların tür ve sayısı konusunda serbestçe tasarrufta
bulunursa ve emeğin işletme içi örgütlenmesini bizzat belirlerse, o zaman
eğilim olarak ancak işe istekli olan ‘en verimli’ denen işçilerin bir işyeri
bulmaları mümkün olur ve böylece işsizlik probleminin doğmasından kaçınılamaz.
Gerçi ücretler çoğunlukla hala merkezi planın talimatı altındadır; fakat tek
tek her işletme yöneticisi, kendi işletmesine ait üretim hedefine daha çabuk
ulaşmayı deneyebilir. İşten çıkarmalar yoluyla ücretlerden tasarruf edebilir,
aynı zamanda çalışma temposunu hızlandırabilir ve farklı primler ve ücret
kademelendirmesi sistemiyle verim üzerindeki baskıyı yükseltebilir…” (age, s. 160-161)
Yazar,
“18”inci dipnotunda, A. Levi’nin “1967’de işyeri yaratma komiteleri
kurulduğunu” bildirdiğini, Tula ili
Şenekino Kimya Fabrikasındaki 870 işçinin işten atılmasının “arızi” olduğu
açıklamasına atıfta bulunduktan sonra, biraz ilerde şunları yazar:
“…Bu
bütünüyle dikkat çekici bir saptamadır: Eskiden SSCB’de yalnız geçici olarak
işsiz kalınırdı (eski işyerindeki işi sona eren işçinin, genel işgücü
yetersizliği şartlarında mutlaka daha iyi bir yer bulacağından emin olarak yeni
bir iş ararken geçirdiği süreden oluşur). Böyle bir işsizlik türü, işgücüne
olan ihtiyacı ifade eder. Oysa bugün işçi, işten çıkarıldıktan sonra tekrar
yeni bir iş edinme konusunda daha şimdiden ‘zorluklarla’ karşılaşıyor. İşsizlik
yapısal bir karakter kazanma eğilimindedir ve bu durum, çekirdek halinde
şimdiden oluşan ve işyeri yetersizliği tipik olan kapitalist piyasa ekonomisine
işaret eder.” (s.160-161)
Kapitalizmin
yeniden inşasına bağlı olarak proletaryanın yeniden ücretli köle sınıfı
durumuna getirilmiş olması olgusu, işçilerin çalışmaya karşı isteksizliğini de
üretmiştir. Konuyla ilgili Sosyalizm
ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’nde, Brejnev dönemi değerlendirilirken,
şunlar yazılıyor:
“Üretim
sürecinde karşılaşılan bir diğer sorunu da çalışma disiplininin ihlali
oluşturuyordu. Erkek işçiler arasında daha da yaygın olan çalışma disiplini
ihlallerinden başlıcaları arasında özürsüz olarak işyerinde bulunmama, işe
gecikme, işyerini zamanından önce terk etme, işyerindeki talimatlara uymama ve
alkol alma alışkanlığı ve işi aksatma sayılabilirdi. İşçi sınıfının
şekilsizleşmiş ve parçalanmış olarak grev hakkını kullanamaması işbaşında grev
biçimini doğurdu. Aldatma kültürü olarak da adlandırılabilecek olan, yavaş ve ihmalkâr
bir tarzda çalışma, hayali planlama verileriyle çalışma ve nihayet prim
alabilmek amacıyla merkez tarafından belirlenen normları sahteleriyle
değiştirme gibi, yönetici ve işçilerin merkezi mercilere karşı birbirini
kollayarak gerçekleştirdikleri uygulamalar da yine üretim sürecinde ortaya
çıkan sorunların başında geliyorlardı. İş başında grev uygulamasıyla bilinçli
olarak gerçekleştirilen üretkenliğin düşürülmesi ya da durdurulması aynı
zamanda toplumsal sorunlara müdahale edebilecek araçlardan yoksun olan doğrudan
üreticilerin bu ihtilaflara vermeye çalıştıkları bir yanıt oldu.” (C. 5, s.
1677 ve 1680)
Sınıfın
üretime ve üretkenliğe karşı bu ilgisizliği ve direnme biçimi, Kruşçev,
Brejnev’den başlayarak Gorbaçov’a kadar uzanan tarih kesitinde, bütün parti
raporlarında, kongre kararlarında sürekli önemli bir yer bulur ve sözde
çözümlerle de bu sorun aşılamaz. Çünkü zaten inşa edilen kapitalizmin tabanı
üzerinde yaşam bulan bir sorun olduğu için onulmaz bir hastalık olarak kalmaya
devam eder. Ama sosyalizm döneminde insanlar mutluydu, çalışmaya ve emek
üretkenliğini yükseltmeye karşı yeni bir ilgi ve sevgi, bilinçlenme doğmuş ve
gelişiyordu. Tarihte ilk kez, çalışma bir kahramanlık olarak SSCB’de
yüceltiliyor, işçiler ve emekçiler tarafından bir onur kabul ediliyordu. Ama
kapitalist restorasyonla bu tablo, tam tersine döndü…
Sorunla
ilgili, Willi Dickhut’tan bazı somut verileri aktarmak yararlı olacaktır.
“ ‘Sçokino
Deneyi’, yeni burjuvazinin saflarında özellikle büyük bir dikkat ve hayranlık
sağladı. Bu deney, 1967’de Sçokino Kimya Kombinası’nda başlamış ve şimdiye
değin yüzlerce işletmeye yayılmıştır. Mesele son derece basittir. Sovyet
yasaları, devletçe kurulmuş ücret fonlarının, işten çıkarma durumunda otomatik
olarak uygun oranda azaltılacağını öngörürken, Sçokino Deneyine göre işleyen
işletmelere, ücret fonlarını işten çıkarmadan sonra da değişmemiş olarak
koruyabilme ve bu fazladan parayı, maddi teşvik için kullanma izni
verilmektedir.
“Bu yeni
zenginleşme kaynağına göz diken işletme yönetimleri, ücretleri kendilerine
alıkoymak için işçileri, çok kısa zaman içinde kitleler halinde işten çıkarmaya
başladılar. Geri kalan işçiler bu durumda, verimlerini buna uygun olarak
yükseltmek için, birçok halde yeni meslek öğrenmek veya diğer bir şekilde
kendilerini ilaveten kalifiye etmek zorunda kaldılar… Kapitalist işletme
yöneticileri işten atma tehdidi veya teşvik fonundan verilecek ücret zammı
vaadi yoluyla işçileri daha büyük verime ‘teşvik etme’yi öylesine kurnazca
kavradılar ki, söz konusu işletmelerde üretim, işten çıkarmalara rağmen güçlü
bir şekilde yükseldi.
“Sözü, kendi
kapitalist sömürü deneyi hakkında, ‘Sçokino Kimya-Kombinası Yöneticisi P.
Şarov’a verelim. P. Şarov, 30 Kasım 1968 tarihli ‘Pravda’da şöyle yazıyordu:
“
‘Kombina’da, üretimin plana uygun bir şekilde % 70 yükselmesiyle, Beş Yıllık
Plan sonuna değin yaklaşık olarak 800 işçi, 230 mühendis ve teknisyenin işten
çıkarılabileceği anlaşılmıştır. Bu, ücret ve aylıklardan yaklaşık olarak bir
milyon Rublelik bir yıllık-tasarruf demektir Ancak, deneyin koşulları neticesi
olarak fonlar, Beş Yıllık Plan’ın sonuna değin aynen kalacağı için, işletmede
çalışanların tümü, hatırı sayılır bir kazanca sahip olacaklardır.’” (age., s.
54-55)
Tabii
işletmeye kalan ve sözde tüm işçi ve çalışanların cebine girdiği demagojisi
yapılan “hatırı sayılır” gelir esas olarak işletme yöneticilerin cebine
girmektedir. “…16 Aralık 1969 tarihli ‘Günümüzde Sovyetler Birliği’ne göre
hüküm verecek olursak…1 Ocak 1969’a değin Sçokino’da üretim, 1966 yılına oranla
% 73.3 ve aynı zamanda emek verimliliği % 87 artmıştır. Ücretler ve aylıklar
ise, aynı zaman aralığında, ortalama olarak yalnızca % 24.5 yükselmiştir. Bu
arada, bir yıldan biraz fazla bir sürede 800 arkadaş işten çıkarılmıştır. Demek
ki işçiler için ‘teşvik’, artan kızıştırma ve iş gücünün yıpratılması ile
uyumlu değildir.” (age., s. 55) Şarov, aynı makalesinde, “…’işten çıkarılmış’
her işçi, başka bir işletmeye alınamıyordu” açıklamasını da yapar. Örneğin,
“Sibirya’da yarım milyon nüfuslu bir endüstri şehri olan Novokuznesk’te
(20.11.69 tarihli ‘Komsomolskaya Pravda’ya göre), yetişkin halkın % 5’i sürekli
olarak bir iş yeri aramaktadır.” (age., s. 57)
Çarpıcı
kapitalist bir uygulama olan “Soçkino
deneyi” SBKP’nin XXIV. Parti Kongresi’nde Brejnev tarafından özel olarak
vurgulanır. Hep birlikte okuyalım:
“Kongre
delegeleri, Merkez Komitesinin Eylül 1965’teki ‘Endüstriyel Üretimdeki Ekonomik
Hareketin Artması, Planlamanın ve Endüstriyel İdarenin Gelişmesi Üzerine’ adlı
Genel Kurul Toplantısında alınan kararlar doğrultusunda bazı tedbirler
alındığını biliyorlar. Geçmiş yılların deneyleri, ekonomi reformun uygulamaya
başlarken, Partinin koşulları iyi değerlendirdiğini ve ulusal ekonominin
yöneticiliğini geliştirmede doğru hareket ettiğini bildirmemizi olanaklı
kılıyor. Buna rağmen, daha halledilecek birçok sorunlarımız var.
“Kar zarar
temeli üzerinde yapılacak çalışma ilkelerinin sürekli uygulanması,
endüstriyel girişimlerde, kolektif ve
devlet çiftliklerinde ve yüksek ekonomik düzeylerde ivedilikle yerine
getirilmesi gereken bir görevdir….
“Üretimin
etkinliğinin büyük ölçüde bağlı olduğu ekonomik faaliyetin başlıca hedefi,
emeğin bedelini ödeme sisteminin geliştirilmesidir. Bilinçli ve yüksek ölçüde
üretici çalışmalar, desteklenmeli ve mükâfatlandırılmalıdırlar. Shcekino Kimya
İşletmelerindeki deneylerin de gösterdiği gibi, üretimin gelişmesine en fazla
katkıda bulunan, ticarette birleşmeler oluşturan, ve sosyal refah karşısında
kendine hâkim ve tutumlu bir tavır koyan işçilere ve işçi kolektiflerine ödül
verebilmeleri için, girişimlere daha geniş olanaklar sağlanması uygun
olacaktır. Maddi teşvik unsurlarında artma, çalışmaya teşvik edici manevi
unsurlar da ilerleme ile el ele yürütülmelidir.” (SBKP 24. ve 25. Kongre Raporları İle Parti Programı, Belgeler 1,
s. 90-91-92, iba.)
Kar ve zarara
göre çalışan bir ekonomi, Liberman reforumlarına göre çalışan bir ekonomi,
Sçokino Kimya Fabrikası deneyine göre çalışan ve yönetilen bir ekonomi, başında
yeni çarların yer aldığı kapitalist-revizyonist bir ekonomi olduğu açık değil
mi? Şimdi bu işin başında olan yeni burjuvazi ve en yetkili temsilcileri
içeriksel olarak bunu ifade ettikleri halde, hala, bugün bile, kalkıp
kapitalist/revizyonist dönemi sosyalist göstermeye, sosyalizmin tasfiyesi ve
kapitalizme geçişin dağılışla birlikte tamamlandığını ileri sürülmeye
çalışılması son derece garip bir durum oluşturmuyor mu? Bizce doğru olan söz
konusu düşünceler değil yeni çarların, onların parti ve devlet aygıtının
itirafları, açıklamaları, belgeleri ve eylemleridir. En sağlam kaynak
revizyonist burjuvazinin teori ve pratiğidir; eyleminin içeriğidir. Tüm
bunların Marksizm-Leninizm’in ışığında çözümlenmesidir. Kraldan çok kralcı davranmak, tasfiyeciliğin, orta yolculuğun,
Troçkizm’in, postMarksizmin teorisini yapmak komünistlerin işi değildir ve olmamalı da!
Kar için
üretim yapan kapitalist/revizyonist işletmeler öyle bir noktaya kadar sermaye birikimi
elde ederler ki, bu firmaların çoğu “ ‘…Gosbank’a, hükümet tarafından tespit
edilmiş faiz fiyatı üzerinden borç verme yetkisine sahiptiler.’ ” (Aktaran
W.B.Bland, age., s. 176) Yani firmalar devlet bankasına faizle borç verecek
kadar güçlenmiştir. Bu firmalar, dev tekelci birlikler düzeyinde
örgütlenmiştir. Burada söz konusu olan olgu, Lenin’in emperyalizm tahlilindeki
“sermaye fazlalığı” nın ortaya
çıkışıdır. Ve burjuvazi ile proletarya arasındaki uçurum öylesine büyümüştür
ki, Bland yoldaşa göre, Sovyet sanayisinin önder güçleri sıradan işçiye göre
100 (yüz) misli daha yüksek aldıkları primleri ceplerine indirmekteydiler.
Suyun başını tutanların egemen sınıf olmalarından kaynaklanan sayısız
ayrıcalığı da bu tabloya ayrıca eklemeli ve hesaba katmalıyız.
SSCB’de
kapitalizmin yeni tipte restorasyonuna bağlı olarak işçi sınıfı, yeniden modern
ücretli köle sınıfı durumuna getirilmiştir. İş gücü bir metadır artık. SB
proletaryası, iş gücünden başka bir şeye sahip olmayan ve iş gücünü bürokratik kolektif
kapitalist sınıfa ve devlete satan, ürettiği artı değerine el koyulan bir sınıf
konumundadır. Artı değerin başlıca el koyucusu olan sınıf, yeni burjuvazidir
(bürokrat, teknokrat burjuvazi). Artık kapitalist-sosyal emperyalist SB’de temel çelişki, üretimin toplumsal
niteliği ile mülk edinmenin kolektif kapitalist karakteri arasındaki çelişkidir
(emek sermaye çelişkisi). Bu sistemde Batı kapitalizminde olduğu gibi, özgür
bir işçi piyasası bulunmamaktadır. İşçi, iş gücünü istediği işverene
satamamaktadır. İş gücü piyasası devlet tekeli altındadır ve doğası gereği,
devlet, iş gücünün başlıca alıcısı durumundadır. Ama kapitalizmin inşası olgusu
iş gücü piyasasının esnekleştirilmesini de getirmekteydi. Bu doğrultuda ilk
önemli adım, işçinin işletmesiyle olan zorunlu bağının kaldırılmasıyla 1956’da
atıldı. İkinci önemli ve temel adım, iş güvencesine son verilmesiyle “Liberman
reformları” ile 1965 yılında atıldı. Böylece aşırı bir iş gücü dalgalanmasına
yollar döşendi. Arz talep çerçevesinde ücretler dalgalanmaya başladı.
“ ‘Koşullar,
yeni işletmelerin eski işletmelerden personel, ama özellikle kalifiye olanları
ayartmalarına sebebiyet vermiştir. Böyle bir pratik oldukça
yaygındır.’(Antosenkov) ”
“ ‘…1967
yılında 5.5 milyon insan bir şehirden diğerine taşınmıştır; 3.1 milyon
köylerden şehirlere ve 1.5 milyon da şehirlerden köylere taşınmıştır. Bunun
ötesinde bir milyon, bir köyden diğerine taşınmıştır.’(Prevedentsev) ” (Aktaran age., s. 78)
“Sanayi
üretimindeki sürekli düşüşü, 50, 60, 70’lerin sorunları olan dalgalanma
hareketleri, çalışma disiplini ihlalleri, işbaşında grev, alkolizm gibi
eğilimler de geniş ölçüde etkiledi. 1950’lerde işyeri seçiminin eskisine göre
liberalleşmesiyle gündeme gelen işyeri değiştirmenin oluşturduğu dalgalanma,
sektörden sektöre ve bölgeden bölgeye önemli farklılıklar gösteriyordu.
Dalgalanma hareketleri, 1960’lara gelindiğinde tüm Sovyet sanayisinde yüzde
19’u buluyor ve bu düzeyi 1972’ye kadar koruyordu. Çalışma ve yaşam koşullarına
ilişkin hoşnutsuzluk ve işçilerin karşılaştığı zorluklar karşısında bireysel
çözüm arayışı içerisine girmeleri, dalgalanma hareketlerinin temel nedenleri
arasındaydı.” (S. ve T. M. A., C. 5, s. 1677)
Bu
dalgalanma, bir yandan işsizlik nedeniyledir, diğer yandan ise daha iyi bir iş
bulma, yaşam standardını yükseltmeye çalışma umudu nedeniyledir. İnşa edilen
kapitalizm, kendine has tüm toplumsal kötülükleri de yaratmış, toplumsal bir
yaraya dönüştürmüştür.
Komünizmi
inşa programı demagojisi altında uygulanan yeni kapitalist program ile birlikte
sosyalizm tasfiye edilmiş, kapitalist sistem yeniden kurulmuştur. 61
Programı’nda “Yüksek ve nispeten düşük ücretler arasındaki eşitsizlik düzenli
olarak azaltılmalıdır” (SBKP 24. ve 25. Kongre Raporları İle Parti Programı,
Belgeler 1, s. 348) ilanı işçilerin sokaklara atılmasıyla sonuçlanmıştır. Aynı
belgede, “d) Ücretli Parti görevlerini sürekli azaltmak, Komünistleri daha
yaygın bir biçimde gönüllü ücretsiz işçiler olarak alma”(s. 394) demagojisi
altında, sıradan işçi ile bir parti bürokratı arasındaki ücret eşitsizliği (öteki
ayrıcalıklar bir yana) onlarca kez daha büyütülerek sistematize edilmiştir.
DEVAM EDECEK