31 Mart 2017 Cuma

II. BÖLÜM... İşsizlik Olgusunun Ortaya Çıkışı, İş Gücü Dalgalanmasının Boyutları



İşsizlik Olgusunun Ortaya Çıkışı, İş Gücü Dalgalanmasının Boyutları
İşletme bağımsızlığının geliştirilmesi, maliyetlerin düşürülmesi, verimliliğin yükseltilmesi, ekonomi ve işletmelerin azami kar yasasına bağlı olarak işlemesi, “işin, üretimin rasyonalizasyonu” politikası ile üretim tekniğindeki yenilenme sonucu, işsizlik olgusu ortaya çıkar ve yaygınlaşır. Sosyalizmde, üretim tekniğinin ilerleyişi, işsizlik üretmek yerine emek verimliliğini yükselterek, hem emekçilerin yaşam standardını yükseltmenin ve hem de çalışma süresinin düşürülmesinin, yeni sektörler geliştirmenin, kültürel faaliyetlere daha fazla zaman ayırmanın bir aracı olduğunu yalnız teorik olarak değil, sosyalist inşanın tarihsel deneyiminden de biliyoruz. Ama devir değişmişti artık; inşa edilen kapitalizmdi ve kapitalizmin yasaları nesnel doğasına uygun işliyor ve yolu düzlüyordu.
“ ‘İşletmeler, iş verimliliklerini azami yükseltmek için mücadele etmek zorundadırlar.’(Liberman) ”
“ ‘Kara sosyalist bakış, bir işletmenin, üretim maliyetlerini düşürerek, daha yüksek verimlilik için çalışmak zorunda olduğu şeklindedir.’ ”
“ ‘İşin verimliliğinin artışını yansıtan artmış üretim ve azalmış üretim maliyetleri, ulusal ekonominin yararınadır ve karları yükseltir.’ ”
“ ‘Kolektifler, işin verimliliğini yükseltecek… üretim maliyetlerini düşürecek, verimliliğin seviyesini yükseltecek ve daha yüksek toplam karlar elde edecek durumdadır.’ ” (Aktaran age., s. 153)
Bunlar, yeni dönem politikasını yansıtan bazı değerlendirmelerdir sadece.
Teknolojik yenilenme eğiliminin artışı ile ücretlerin 1965’de % 18 olan maliyet payı 1971’de % 15.5’e düşer. Ama bundan işçi sınıfı değil yeni burjuvazi yararlanır. Sermayenin organik bileşiminin yükselmesine bağlı olarak “artı iş gücü” doğar. “Yeni İktisadi Politika”ya bağlı olarak “planlanmış işsizlik” teşvik edilir. İşe, pilot bölgelerden başlanır ve uygulama giderek genelleştirilir. 1967 yılında cumhuriyetler seviyesinde iş gücünün kullanımı için acenteler kurulur.
SB’de, yeni kapitalist inşa programının bir gereği ve tamamlayanı olarak, işletme bağımsızlığının geliştirilmesi, oto finansman sistemine geçilmesi, karın azamileştirebilmesi için fabrika müdürlerine tanınan geniş çaplı yetkilerin içinde, işçiyi işten çıkarma yetkisi de verilmiştir. İşletme bağımsızlığı politikasına bağlı olarak, işletme müdürüne ve yönetimine iş gücü mevcudunu belirleme hakkı da tanınmıştır. Oysa işçiyi işten çıkarmak sosyalizm döneminde ağır suçtu ve eğer işçi ağır bir suç işlemişse işçinin işten atılmasına İşletme Sendika Komitesi karar verirdi. Oysa yeni dönemle birlikte, işsizlik kırbacı işçi sınıfının sırtında şaklamaya başlamıştı. Bu kırbaç, dağılışa dek sosyalizm adına, komünizm adına işçilerin sırtında bir an olsun bile eksik olmayacaktı. SB’de işsizlik olgusu kendisini salt açık işsizlik olarak göstermemekte, gizli işsizlik biçiminde de yansıtmaktaydı.
“ ‘Artık bundan sonra işletmelere, kaç kişi çalıştıracakları konusunda direktif verilmiyordu. Kapsamlı bir masraf hesaplaması…bazı işletmelerdeki fazlalık iş gücünün kendiliğinden açığa çıkaracaktır.’(Gatovski) ” 
“ ‘Müdür, personeli ise işe alır ve işten atar.’(Tüzük) ”
“ ‘İşletme yöneticileri, işe alma ve işten atma hakkına sahiptir.’(Kamenitzer) ” (Aktaran age., s. 70)
“…1981-85’te 10 ile 12 milyon genç iş arıyordu. 1986-90 arasında artık sadece 5 milyon genç iş aramaktadır. Dolayısıyla geriye sadece verimliliği yükseltmek kalır. Sermayelerin, yatırımların ve makinelerin… Oysa verimleri devamlı düşer. İşçilerin de. Çünkü her zamankinden daha fazla hevessizdirler.” (Jean Marie Chauvıer, Sovyetler Birliği: Ekonomik ve Siyasi Gelişmeler -1917/1988-, s. 191)
Konuyla ilgili A. Carlo’nun bazı değerlendirmelerini de aşağıya aktarıyoruz.
“Bununla birlikte reformlar (1965 reformları-bn.) önemli ve köklü değişikliği ifade ederler. İşletme yöneticilerine, özellikle işletmede çalışanların tümünün sayısını belirlemek, çalışma temposunu saptamak ve ücretlerin işletme içi bölüşümü ile kademelendirilmesi gibi dikkat çekici yeni iktidar yetkileri verildi. Böylece bir emek piyasası eğilimi içerisine girildi. İşletme yöneticisi yeni atamaların tür ve sayısı konusunda serbestçe tasarrufta bulunursa ve emeğin işletme içi örgütlenmesini bizzat belirlerse, o zaman eğilim olarak ancak işe istekli olan ‘en verimli’ denen işçilerin bir işyeri bulmaları mümkün olur ve böylece işsizlik probleminin doğmasından kaçınılamaz. Gerçi ücretler çoğunlukla hala merkezi planın talimatı altındadır; fakat tek tek her işletme yöneticisi, kendi işletmesine ait üretim hedefine daha çabuk ulaşmayı deneyebilir. İşten çıkarmalar yoluyla ücretlerden tasarruf edebilir, aynı zamanda çalışma temposunu hızlandırabilir ve farklı primler ve ücret kademelendirmesi sistemiyle verim üzerindeki baskıyı yükseltebilir…” (age, s. 160-161)
Yazar, “18”inci dipnotunda, A. Levi’nin  “1967’de işyeri yaratma komiteleri kurulduğunu”  bildirdiğini, Tula ili Şenekino Kimya Fabrikasındaki 870 işçinin işten atılmasının “arızi” olduğu açıklamasına atıfta bulunduktan sonra, biraz ilerde şunları yazar:
“…Bu bütünüyle dikkat çekici bir saptamadır: Eskiden SSCB’de yalnız geçici olarak işsiz kalınırdı (eski işyerindeki işi sona eren işçinin, genel işgücü yetersizliği şartlarında mutlaka daha iyi bir yer bulacağından emin olarak yeni bir iş ararken geçirdiği süreden oluşur). Böyle bir işsizlik türü, işgücüne olan ihtiyacı ifade eder. Oysa bugün işçi, işten çıkarıldıktan sonra tekrar yeni bir iş edinme konusunda daha şimdiden ‘zorluklarla’ karşılaşıyor. İşsizlik yapısal bir karakter kazanma eğilimindedir ve bu durum, çekirdek halinde şimdiden oluşan ve işyeri yetersizliği tipik olan kapitalist piyasa ekonomisine işaret eder.” (s.160-161)
Kapitalizmin yeniden inşasına bağlı olarak proletaryanın yeniden ücretli köle sınıfı durumuna getirilmiş olması olgusu, işçilerin çalışmaya karşı isteksizliğini de üretmiştir. Konuyla ilgili Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’nde, Brejnev dönemi değerlendirilirken, şunlar yazılıyor:
“Üretim sürecinde karşılaşılan bir diğer sorunu da çalışma disiplininin ihlali oluşturuyordu. Erkek işçiler arasında daha da yaygın olan çalışma disiplini ihlallerinden başlıcaları arasında özürsüz olarak işyerinde bulunmama, işe gecikme, işyerini zamanından önce terk etme, işyerindeki talimatlara uymama ve alkol alma alışkanlığı ve işi aksatma sayılabilirdi. İşçi sınıfının şekilsizleşmiş ve parçalanmış olarak grev hakkını kullanamaması işbaşında grev biçimini doğurdu. Aldatma kültürü olarak da adlandırılabilecek olan, yavaş ve ihmalkâr bir tarzda çalışma, hayali planlama verileriyle çalışma ve nihayet prim alabilmek amacıyla merkez tarafından belirlenen normları sahteleriyle değiştirme gibi, yönetici ve işçilerin merkezi mercilere karşı birbirini kollayarak gerçekleştirdikleri uygulamalar da yine üretim sürecinde ortaya çıkan sorunların başında geliyorlardı. İş başında grev uygulamasıyla bilinçli olarak gerçekleştirilen üretkenliğin düşürülmesi ya da durdurulması aynı zamanda toplumsal sorunlara müdahale edebilecek araçlardan yoksun olan doğrudan üreticilerin bu ihtilaflara vermeye çalıştıkları bir yanıt oldu.” (C. 5, s. 1677 ve 1680)
Sınıfın üretime ve üretkenliğe karşı bu ilgisizliği ve direnme biçimi, Kruşçev, Brejnev’den başlayarak Gorbaçov’a kadar uzanan tarih kesitinde, bütün parti raporlarında, kongre kararlarında sürekli önemli bir yer bulur ve sözde çözümlerle de bu sorun aşılamaz. Çünkü zaten inşa edilen kapitalizmin tabanı üzerinde yaşam bulan bir sorun olduğu için onulmaz bir hastalık olarak kalmaya devam eder. Ama sosyalizm döneminde insanlar mutluydu, çalışmaya ve emek üretkenliğini yükseltmeye karşı yeni bir ilgi ve sevgi, bilinçlenme doğmuş ve gelişiyordu. Tarihte ilk kez, çalışma bir kahramanlık olarak SSCB’de yüceltiliyor, işçiler ve emekçiler tarafından bir onur kabul ediliyordu. Ama kapitalist restorasyonla bu tablo, tam tersine döndü…
Sorunla ilgili, Willi Dickhut’tan bazı somut verileri aktarmak yararlı olacaktır.
“ ‘Sçokino Deneyi’, yeni burjuvazinin saflarında özellikle büyük bir dikkat ve hayranlık sağladı. Bu deney, 1967’de Sçokino Kimya Kombinası’nda başlamış ve şimdiye değin yüzlerce işletmeye yayılmıştır. Mesele son derece basittir. Sovyet yasaları, devletçe kurulmuş ücret fonlarının, işten çıkarma durumunda otomatik olarak uygun oranda azaltılacağını öngörürken, Sçokino Deneyine göre işleyen işletmelere, ücret fonlarını işten çıkarmadan sonra da değişmemiş olarak koruyabilme ve bu fazladan parayı, maddi teşvik için kullanma izni verilmektedir.
“Bu yeni zenginleşme kaynağına göz diken işletme yönetimleri, ücretleri kendilerine alıkoymak için işçileri, çok kısa zaman içinde kitleler halinde işten çıkarmaya başladılar. Geri kalan işçiler bu durumda, verimlerini buna uygun olarak yükseltmek için, birçok halde yeni meslek öğrenmek veya diğer bir şekilde kendilerini ilaveten kalifiye etmek zorunda kaldılar… Kapitalist işletme yöneticileri işten atma tehdidi veya teşvik fonundan verilecek ücret zammı vaadi yoluyla işçileri daha büyük verime ‘teşvik etme’yi öylesine kurnazca kavradılar ki, söz konusu işletmelerde üretim, işten çıkarmalara rağmen güçlü bir şekilde yükseldi.
“Sözü, kendi kapitalist sömürü deneyi hakkında, ‘Sçokino Kimya-Kombinası Yöneticisi P. Şarov’a verelim. P. Şarov, 30 Kasım 1968 tarihli ‘Pravda’da şöyle yazıyordu:
“ ‘Kombina’da, üretimin plana uygun bir şekilde % 70 yükselmesiyle, Beş Yıllık Plan sonuna değin yaklaşık olarak 800 işçi, 230 mühendis ve teknisyenin işten çıkarılabileceği anlaşılmıştır. Bu, ücret ve aylıklardan yaklaşık olarak bir milyon Rublelik bir yıllık-tasarruf demektir Ancak, deneyin koşulları neticesi olarak fonlar, Beş Yıllık Plan’ın sonuna değin aynen kalacağı için, işletmede çalışanların tümü, hatırı sayılır bir kazanca sahip olacaklardır.’” (age., s. 54-55)
Tabii işletmeye kalan ve sözde tüm işçi ve çalışanların cebine girdiği demagojisi yapılan “hatırı sayılır” gelir esas olarak işletme yöneticilerin cebine girmektedir. “…16 Aralık 1969 tarihli ‘Günümüzde Sovyetler Birliği’ne göre hüküm verecek olursak…1 Ocak 1969’a değin Sçokino’da üretim, 1966 yılına oranla % 73.3 ve aynı zamanda emek verimliliği % 87 artmıştır. Ücretler ve aylıklar ise, aynı zaman aralığında, ortalama olarak yalnızca % 24.5 yükselmiştir. Bu arada, bir yıldan biraz fazla bir sürede 800 arkadaş işten çıkarılmıştır. Demek ki işçiler için ‘teşvik’, artan kızıştırma ve iş gücünün yıpratılması ile uyumlu değildir.” (age., s. 55) Şarov, aynı makalesinde, “…’işten çıkarılmış’ her işçi, başka bir işletmeye alınamıyordu” açıklamasını da yapar. Örneğin, “Sibirya’da yarım milyon nüfuslu bir endüstri şehri olan Novokuznesk’te (20.11.69 tarihli ‘Komsomolskaya Pravda’ya göre), yetişkin halkın % 5’i sürekli olarak bir iş yeri aramaktadır.” (age., s. 57)
Çarpıcı kapitalist bir uygulama olan “Soçkino deneyi” SBKP’nin XXIV. Parti Kongresi’nde Brejnev tarafından özel olarak vurgulanır. Hep birlikte okuyalım:
“Kongre delegeleri, Merkez Komitesinin Eylül 1965’teki ‘Endüstriyel Üretimdeki Ekonomik Hareketin Artması, Planlamanın ve Endüstriyel İdarenin Gelişmesi Üzerine’ adlı Genel Kurul Toplantısında alınan kararlar doğrultusunda bazı tedbirler alındığını biliyorlar. Geçmiş yılların deneyleri, ekonomi reformun uygulamaya başlarken, Partinin koşulları iyi değerlendirdiğini ve ulusal ekonominin yöneticiliğini geliştirmede doğru hareket ettiğini bildirmemizi olanaklı kılıyor. Buna rağmen, daha halledilecek birçok sorunlarımız var.
Kar zarar temeli üzerinde yapılacak çalışma ilkelerinin sürekli uygulanması, endüstriyel girişimlerde, kolektif  ve devlet çiftliklerinde ve yüksek ekonomik düzeylerde ivedilikle yerine getirilmesi gereken bir görevdir….
“Üretimin etkinliğinin büyük ölçüde bağlı olduğu ekonomik faaliyetin başlıca hedefi, emeğin bedelini ödeme sisteminin geliştirilmesidir. Bilinçli ve yüksek ölçüde üretici çalışmalar, desteklenmeli ve mükâfatlandırılmalıdırlar. Shcekino Kimya İşletmelerindeki deneylerin de gösterdiği gibi, üretimin gelişmesine en fazla katkıda bulunan, ticarette birleşmeler oluşturan, ve sosyal refah karşısında kendine hâkim ve tutumlu bir tavır koyan işçilere ve işçi kolektiflerine ödül verebilmeleri için, girişimlere daha geniş olanaklar sağlanması uygun olacaktır. Maddi teşvik unsurlarında artma, çalışmaya teşvik edici manevi unsurlar da ilerleme ile el ele yürütülmelidir.” (SBKP 24. ve 25. Kongre Raporları İle Parti Programı, Belgeler 1, s. 90-91-92, iba.)
Kar ve zarara göre çalışan bir ekonomi, Liberman reforumlarına göre çalışan bir ekonomi, Sçokino Kimya Fabrikası deneyine göre çalışan ve yönetilen bir ekonomi, başında yeni çarların yer aldığı kapitalist-revizyonist bir ekonomi olduğu açık değil mi? Şimdi bu işin başında olan yeni burjuvazi ve en yetkili temsilcileri içeriksel olarak bunu ifade ettikleri halde, hala, bugün bile, kalkıp kapitalist/revizyonist dönemi sosyalist göstermeye, sosyalizmin tasfiyesi ve kapitalizme geçişin dağılışla birlikte tamamlandığını ileri sürülmeye çalışılması son derece garip bir durum oluşturmuyor mu? Bizce doğru olan söz konusu düşünceler değil yeni çarların, onların parti ve devlet aygıtının itirafları, açıklamaları, belgeleri ve eylemleridir. En sağlam kaynak revizyonist burjuvazinin teori ve pratiğidir; eyleminin içeriğidir. Tüm bunların Marksizm-Leninizm’in ışığında çözümlenmesidir. Kraldan çok kralcı davranmak, tasfiyeciliğin, orta yolculuğun, Troçkizm’in, postMarksizmin teorisini yapmak komünistlerin işi değildir ve olmamalı da!
Kar için üretim yapan kapitalist/revizyonist işletmeler öyle bir noktaya kadar sermaye birikimi elde ederler ki, bu firmaların çoğu “ ‘…Gosbank’a, hükümet tarafından tespit edilmiş faiz fiyatı üzerinden borç verme yetkisine sahiptiler.’ ” (Aktaran W.B.Bland, age., s. 176) Yani firmalar devlet bankasına faizle borç verecek kadar güçlenmiştir. Bu firmalar, dev tekelci birlikler düzeyinde örgütlenmiştir. Burada söz konusu olan olgu, Lenin’in emperyalizm tahlilindeki “sermaye fazlalığı” nın ortaya çıkışıdır. Ve burjuvazi ile proletarya arasındaki uçurum öylesine büyümüştür ki, Bland yoldaşa göre, Sovyet sanayisinin önder güçleri sıradan işçiye göre 100 (yüz) misli daha yüksek aldıkları primleri ceplerine indirmekteydiler. Suyun başını tutanların egemen sınıf olmalarından kaynaklanan sayısız ayrıcalığı da bu tabloya ayrıca eklemeli ve hesaba katmalıyız.
SSCB’de kapitalizmin yeni tipte restorasyonuna bağlı olarak işçi sınıfı, yeniden modern ücretli köle sınıfı durumuna getirilmiştir. İş gücü bir metadır artık. SB proletaryası, iş gücünden başka bir şeye sahip olmayan ve iş gücünü bürokratik kolektif kapitalist sınıfa ve devlete satan, ürettiği artı değerine el koyulan bir sınıf konumundadır. Artı değerin başlıca el koyucusu olan sınıf, yeni burjuvazidir (bürokrat, teknokrat burjuvazi). Artık kapitalist-sosyal emperyalist SB’de temel çelişki, üretimin toplumsal niteliği ile mülk edinmenin kolektif kapitalist karakteri arasındaki çelişkidir (emek sermaye çelişkisi). Bu sistemde Batı kapitalizminde olduğu gibi, özgür bir işçi piyasası bulunmamaktadır. İşçi, iş gücünü istediği işverene satamamaktadır. İş gücü piyasası devlet tekeli altındadır ve doğası gereği, devlet, iş gücünün başlıca alıcısı durumundadır. Ama kapitalizmin inşası olgusu iş gücü piyasasının esnekleştirilmesini de getirmekteydi. Bu doğrultuda ilk önemli adım, işçinin işletmesiyle olan zorunlu bağının kaldırılmasıyla 1956’da atıldı. İkinci önemli ve temel adım, iş güvencesine son verilmesiyle “Liberman reformları” ile 1965 yılında atıldı. Böylece aşırı bir iş gücü dalgalanmasına yollar döşendi. Arz talep çerçevesinde ücretler dalgalanmaya başladı.
“ ‘Koşullar, yeni işletmelerin eski işletmelerden personel, ama özellikle kalifiye olanları ayartmalarına sebebiyet vermiştir. Böyle bir pratik oldukça yaygındır.’(Antosenkov) ”
“ ‘…1967 yılında 5.5 milyon insan bir şehirden diğerine taşınmıştır; 3.1 milyon köylerden şehirlere ve 1.5 milyon da şehirlerden köylere taşınmıştır. Bunun ötesinde bir milyon, bir köyden diğerine taşınmıştır.’(Prevedentsev)  ” (Aktaran age., s. 78)
“Sanayi üretimindeki sürekli düşüşü, 50, 60, 70’lerin sorunları olan dalgalanma hareketleri, çalışma disiplini ihlalleri, işbaşında grev, alkolizm gibi eğilimler de geniş ölçüde etkiledi. 1950’lerde işyeri seçiminin eskisine göre liberalleşmesiyle gündeme gelen işyeri değiştirmenin oluşturduğu dalgalanma, sektörden sektöre ve bölgeden bölgeye önemli farklılıklar gösteriyordu. Dalgalanma hareketleri, 1960’lara gelindiğinde tüm Sovyet sanayisinde yüzde 19’u buluyor ve bu düzeyi 1972’ye kadar koruyordu. Çalışma ve yaşam koşullarına ilişkin hoşnutsuzluk ve işçilerin karşılaştığı zorluklar karşısında bireysel çözüm arayışı içerisine girmeleri, dalgalanma hareketlerinin temel nedenleri arasındaydı.” (S. ve T. M. A., C. 5, s. 1677)
Bu dalgalanma, bir yandan işsizlik nedeniyledir, diğer yandan ise daha iyi bir iş bulma, yaşam standardını yükseltmeye çalışma umudu nedeniyledir. İnşa edilen kapitalizm, kendine has tüm toplumsal kötülükleri de yaratmış, toplumsal bir yaraya dönüştürmüştür.
Komünizmi inşa programı demagojisi altında uygulanan yeni kapitalist program ile birlikte sosyalizm tasfiye edilmiş, kapitalist sistem yeniden kurulmuştur. 61 Programı’nda “Yüksek ve nispeten düşük ücretler arasındaki eşitsizlik düzenli olarak azaltılmalıdır” (SBKP 24. ve 25. Kongre Raporları İle Parti Programı, Belgeler 1, s. 348) ilanı işçilerin sokaklara atılmasıyla sonuçlanmıştır. Aynı belgede, “d) Ücretli Parti görevlerini sürekli azaltmak, Komünistleri daha yaygın bir biçimde gönüllü ücretsiz işçiler olarak alma”(s. 394) demagojisi altında, sıradan işçi ile bir parti bürokratı arasındaki ücret eşitsizliği (öteki ayrıcalıklar bir yana) onlarca kez daha büyütülerek sistematize edilmiştir.
DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder