26 Mart 2017 Pazar

İKİNCİ BÖLÜM DEVAM EDİYOR- İşletme Sermayesinin Merkezi Devlete Ödenmesi: Sosyalist İşletmelerin Özelleştirilmesinin Bir Biçimi



İşletme Sermayesinin Merkezi Devlete Ödenmesi: Sosyalist İşletmelerin Özelleştirilmesinin Bir Biçimi
Eylül 1965 tarihinde SBKP MK, işletmelerin kullandıkları sermayenin bedelini ödemeleri gerektiğini ilkesel olarak karar altına alır. Sadece ödenecek tutar ve ödeme biçimi alınacak yeni kararlara bırakılır. Aslında bu uygulamayla, kâğıt üstünde, sermayesi işletmeler tarafından ödenen işletmelerin hukuki olarak sosyalist devlet işletmesi olduğu iddia edilse de, gerçekte bir tür özelleştirme ve mülk devrini ifade etmekteydi. Bu uygulamayla, işletmeler fiili ve yarı-resmi olarak, işletme, müdür ve çevresine devredilmiş oluyordu.
“ ‘Toplum tarafından herhangi bir üretim birimine tahsis edilen sabit varlıkların bedava kullanımına bırakılması durumuna son vermenin zorunlu olduğu zamanı artık gelmiştir.’(Nemçinov) ” (Aktaran W.B.Bland, age., s. 49), diye bas bas bağırır yeni burjuvazi. Nitekim yeni politika ve uygulama bu temelde yükselmiştir.
Oysa sosyalizmdeki uygulama şöyleydi:
“Devlet sektöründe üretilen üretim araçları-makineler, tezgâhlar, metaller, kömür, petrol vs.- devlet işletmelerine dağıtılır. Halk iktisadi planlarında, her işletmeye üretim programına denk düşen maddi fonlar verilmektedir. Bu fonlar, aralarında vardıkları anlaşma temelinde, üretici işletmeler tarafından tüketici işletmelere teslim edilmektedir. Sosyalist devlet, üretim araçlarının bir işletmeye devri sırasında, bu üretim araçları üzerindeki tüm mülkiyet hakkını korur. Sosyalist devletten üretim aracı elde eden işletmelerin müdürleri, kesinlikle bunların sahibi olmazlar; tam tersine onlar, devletin temsilcileridirler ve bu üretim araçlarını devlet planına göre kullanmakla yükümlüdürler….”( PEDK, C. II, s.166-167)
“…devlet işletmeleri-üretim tesisleri fonlarıyla (üretim aygıtları, binalar, donanımlar vs.) birlikte işletmeler, fabrikalar, maden ocakları, santraller- ne satılabilir ne de satın alınabilir, yalnızca devlet örgütlerinden birinin özel tasarrufuyla bir diğerine verilebilir; çünkü bunlar meta, alım-satım nesnesi değildirler.” (age., s. 166)
İşletmelere devlet tarafından bedava olarak dağıtılan üretim araçları, üretim araçlarının meta olmamasıyla bağlıydı. İşletmeler dolaysız devlet mülkiydi. Bu mülkiyet ve ürünleri tüm halkın mülkiyetiydi. Üretim araçları ve devlet işletmeleri meta olmadıkları için, üretim araçları pazarı kurarak alım satımın konusu değildi. İşletmelerin öz sermayesini ödeyerek işletmelere sahip olmak mümkün değildi. Oysa yeni burjuvazi, tam tersini uyguladı ve ülke çapında tüm bunları yasallaştırdı.
“ ‘Bir işletmenin iktisadi değerliliği için ölçü olarak karın kullanılması, üretim varlıkları için ödenme yapılması sorunun doğru çözümünü koşullar…
“ ‘Üretken varlıklar için ödenme yapılması gerektiği ilkesinin uygulamaya konması, bu varlıkların daha iyi kullanımı için güçlü bir teşvik olacaktır.’ (Leontiev) ” (Aktaran age., s. 50)
Birinci alıntıda, her işletmenin değeri karlılığıyla belirleniyor ve devlete ödenerek satın alınacak işletmenin değeri de buna göre belirleniyor. İkinci alıntıda, devlete geri ödemenin her işletmenin üretken sermayesinin daha karlı kullanmalarını teşvik edeceği açıklanıyor.
“İşletmelerin karından devlet bütçesi için, kendilerine tahsis edilen sabit ve dolaşan üretim varlıkların değerine orantılı olarak kesintilerin yapılması zorunludur, bu kesintiler, üretken sermaye için ödemeler olarak görülmelidir.
“Bu ödemeler, işletmelerin şimdi, devlet bütçesine ödedikleri meblağı aşan ek vergiler olarak görülmemelidir. Bilakis, düşüncemiz, yapılan ödemelerin önemli bir bölümünün yeni bir kanaldan iletilmesinden ibarettir. Gelecekte üretken varlıklar için ödemeler, devlet için en önemli gelir kaynağı olacak, muamele vergisi de dâhil diğer ödemelerin önemi buna uygun olarak azalacaktır. ‘(Kosigin)” (Aktaran age., s. 50)
İşletme sermayesinin ödenmesi ve işletmelere “bağımsız işletme” statüsünün verilmesi, kendi planını yapma, işten çıkarma vb. yetkilerin ve hakların verilmesiyle ve bu yönelimin sürekli geliştirilip sistematize edilmesiyle, yeni kapitalist sistemin işletme temsilcilerine dayanan bir bölüğü oluştu ve gelişti. Başta müdürler olmak üzere işletme yöneticileri işletmenin fiili sahibi oldu.
“İşletmenin kendi üretimine ve ekonomik faaliyetlerine ilişkin hakları, kendi müdürü tarafından uygulanır.(Tüzük)
“ ‘Sanayi yöneticileri, devlet tarafından kendilerine emanet edilen üretim sektörleri için tam sorumluluk taşırlar. Bu sorumluluk, tek kişilik yönetimin üretimdeki rolü, şimdi bilhassa önemli hale gelmektedir.’(Kosigin) ” (Aktaran age., s. 66)
Müdürün asli işlevi kar için üretimi garantilemek ve en yüksek karlılığa ulaşmaktır. İşletme bağımsızlığı bu amaca tabidir. ABD iktisat gazetesi “Harvard Busines Reviev”in bir yazarı bu olguyu şöyle değerlendirir:
“Bir çok Sovyet işletme yöneticileri, Birleşik Devletler’deki her şirket hiyeyarşisine dâhil olabilirler ve orada olağanüstü başarılı olurlar.’ (Goldman) ” (Aktaran age., s. 66-67)
Kapitalizmin inşasına bağlı olarak kapitalist yasalar işlemeye başlar. Kapitalist yönetici tipi de bu restorasyonun ürünüdür. Öyle ki, yukarıdaki alıntıdan da görülebileceği gibi, yeni burjuvazinin bir bölüğünü oluşturan Sovyet menajerleri ABD’nin hayranlığını kazanır. Yeni burjuvazi kapitalist dünyanın deneyimlerinden her bakımdan yararlanır. Bu, kapitalist işletme yöneticileri yetiştirme gereksinimi bakımından da geçerlidir. ABD’nin ünlü Harvard Üniversitesi, tekellerin gereksinimi için kadroların yetiştirildiği en önemli üniversitelerden birisidir. SB’de yeni burjuvazi bu modeli örnek alır ve 1971 yılında Moskova’da “İktisat ve Teknoloji İçin Devlet Komitesi”ne bağlı “Yöneticilik ve Ulusal Ekonomi Enstitüsi”ni ilk iktisat okulu olarak açar. Aynı gazeteci şöyle yazar:
“ ‘Ruslar, tekrardan komünist olmayan dünyaya döndüler, ticaret okullarından oluşan bir ağ oluşturuyorlar.’ ” (Aktaran age., s. 67)
Bu alıntıları okurken, Kosigin’in, kar, yalnızca yerel işletmelerin değil, aynı zamanda devlet merkezi bütçesinin de ana kaynağıdır açıklamasını hatırlayalım. Bu açıklamaları okurken, aynı zamanda sosyalizm döneminde merkezi devlet bütçesinin ana kaynağı olan “muamele vergisi”nin nasıl giderek adım adım büyük oranda tasfiye edilerek yerine, karlardan beslenen yeni bir yapıya geçildiğini de hatırlayalım. Üretim araçlarının meta olduğu ve azami karın üretimin-ekonominin temel itici gücü olduğunu hatırlayalım. Değer yasasının üretimin düzenleyicisi olduğunu unutmayalım. Merkezi sosyalist planlamanın nasıl tasfiye edildiğini anımsayalım. İşletmelerin özerkliğini/bağımsızlığını geliştirmenin yeni ekonomi politikanın temel taşlarından birisi olduğu gerçeği dikkate alındığında,  bu durumda, işletme sermayelerinin devlete geri ödenmesi politikası ile “işletme bağımsızlığı”, “işletmelerin oto finansmanı”, “işletmelerin karlı hale getirilmesi”, “zararla çalışan ekonomi anlayışına son verilmesi” politikası arasında temel bir bağ olduğunu, aynı resmin bir parçası olduğunu görebilmeliyiz. Dolayısıyla, işletme sermayesinin devlete geri ödenmesinin toplam tabloyu tamamlayan temel önemdeki belirleyici adımlardan birisini oluşturduğunu kolayca kavrayabiliriz. Açık ki, bu adım da kapitalist karakterde olan bir program ve eylemin ifadesi ve yansıma biçimlerinden birisidir.
İşletme özerkliğinin geliştirilmesi adına, işletmeler, “…kendi operasyonel kontrolü altında bulunan mülk üzerinde tasarruf hakkını uygular. İşletme, o yerelde saptanan kira miktarı karşılığında binaları ve tesisleri, üretimi, meta depolarını ve kendisine verilen başka tesisleri başka işletmelere ve örgütlere kiralayabilir… Kullanılmayan tesisler… işletme tarafından diğer işletmelere veya kuruluşlara satılabilir…Sabit varlıkları temsil eden maddi değerlerin satımı ile elde edilen meblağlar, işletmenin tasarrufundadır.’ (Sosyalist üretim işletmeleri tüzüğünden) ” (Aktaran age., s. 63)
Bu haklara sahip olan işletme ve yöneticileri, açık ki, üretim sermayesinin ödenmesiyle bağlı olarak, mülkün de sahibidir ve adeta dilediğince mülkü ve ürünleri üzerinde yetki sahibidir. Hukuki bakımdan, yani biçimsel bakımdan, bu işletmelerin “sosyalist devlet mülkü “ sayılması bu fiili ve resmi gerçeği değiştirmiyor. Açık ki işletmeler pazar için üretim yapıyor, pazardan üretim araçları alıyor ya da satıyor, işletme mülkiyetindeki tesisleri, aletleri vs. kiraya verebiliyor vb. Bu uygulamalara sosyalizmde yer yoktur. Bakın sosyalizm dönemindeki uygulama ve perspektif nasıldı:
“ Meta üretimi, sosyalist toplumda, kapitalizmde olduğu gibi sınırsız ve kapsamlı bir yaygınlığa sahip değildir.  Meta üretimi ve meta dolaşımı alanı, öncelikle kişisel gereksinim eşyaları ile sınırlıdır. Sosyalist toplumda iş gücü meta değildir. Toprak ve toprak zenginlikleri devletin mülkiyetidir. Ve alım-satımın ya da kiraya verilmenin nesnesi olamazlar. Devlet işletmeleri-üretim tesisleri fonlarıyla (üretim aygıtları, binalar, donanımlar vs.) birlikte işletmeler, fabrikalar, maden ocakları, santraller- ne satılabilir ne de satın alınabilir, yalnızca devlet örgütlerinden birinin özel tasarrufuyla bir diğerine verilebilir; çünkü bunlar meta, alım-satım nesnesi değildirler. ” (PEDK C. II, s.166)
Ama kapitalizmin inşası sürecine bağlı olarak bu uygulama ve perspektifler tasfiye edilir. “Üretim sermayesi”nin ödenmesi ile fiili olarak işletmeler, işletme yöneticilerine devredilir; kuşkusuz, merkezi siyasi bürokrasi işletme yöneticileri üzerindeki inisiyatifi elde tutmaya özen göstermeye de devam eder.
1965 yılında, merkezi devlete işletmeler tarafından yapılan yıllık ödemeler ortalama olarak, işletmeler tarafından kullanılan “üretim sermayesi”nin değerinin % 15’ini buluyordu. Bu oran, 1971 yılına gelindiğinde işletme karlarının ortalama olarak, % 17’sini buluyordu.
DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder