Kuşkusuz ki ABD'de gelişen, güç kazanan faşist hareket, siyasal ve toplumsal karaktere sahip bir harekettir ve gücünü özellikle neo-liberal emperyalist politikalardan, neo-liberal devletten, almaktadır. Bunlar olmaksızın tekellerin saldırısının yarattığı ekonomik, siyasi, toplumsal yıkımdan kaynaklanan işçi ve emekçilerin büyüyen tepkisi de yedeklenemez(di). Neo-liberal emperyalist devlet, neo-faşist emperyalist devlete gidişte bir basamaktır ve en yakın basamaktır. Kuşkusuz ki bu gidiş, otomatik bir geçiş, mutlak zorunluluk olarak neo-faşist diktatörlüğe bir geçiş olarak bir tarif edilemez. Yakın dönemin olmasa da sermayenin gelecek seçeneklerinden birisi olarak, neo-faşist bir diktatörlük kurulabilir ABD'de; bu gelişmeyi önleyecek temel faktör, proletarya ve halkların karşı direniş ve saldırısı olabilir ancak.
Faşist hareket, dünya çapında güç kazanarak gelişmektedir. Neo-faşist hareketin merkezi ABD'dir denebilir. Amerikan emperyalizmi, hala dünyanın bir numaralı emperyalist süper devletidir. Amerikan emperyalizminin küresel çapta faşist hareketle sıkı bağları mevcuttur. Bu bağlar, özellikle de istihbarat örgütleri aracılığıyla, keza ABD stratejileriyle bağlı bir dizi ''sivil toplum'' kuruluşu aracılığıyla sürdürülmektedir. ABD, Avrupa'da faşist hareketin gelişiminde de öncü kuvvettir. Bu öncülük, ''Soğuk savaş'' döneminden bu yana süregelen sistematik ilişkiler bütününe dayanan bir öncülüktür ve faşist hareketin kendi devletleriyle bağları ile iç içe geçmiş, koordine edilmiş bağlardır. Burjuva demokrasisinin aşırı çürümesi, temsili burjuva demokrasisinin çöküşü ve neo-liberalizmle birlikte neo-faşizme doğru artan ölçüde kayış bir rastlantı olarak okunamaz.
''Neo-liberalizm'' olarak olarak tanımlanan emperyalist politika, uluslararası tekellerin saldırı politikasıdır. Emperyalizm siyasi gericiliktir, her alanda yoğunlaşan siyasi gericiliktir. 'Neo-liberal'' devlet ve politikalar, emperyalist siyasal gericilik eğilimini her alanda daha da derinleştirip geliştirdi. Faşizm burjuva siyasal gericiliğin en yoğun, en yalın, en saldırgan biçimidir. Faşizmi diğer burjuva devlet biçimlerinden ayıran olgu, budur. ''Neo-liberal paradigma'' ile dünya, uluslararası tekellerin dünyası olarak her cephede yeniden yapılandı. Her alanda yeniden yapılanan emperyalist dünya ekonomik ve politik sistemi, burjuva devlet aygıtının da yeniden yapılandırılma süreci oldu. Bu yeniden yapılanma süreciyle birlikte ayak bağına dönüşmüş ''sosyal devlet'', ''ulusal kalkınmacı devlet'' tasfiye edildi. Proletarya ve halkların bütün kazanımları geniş çaplı gaspedildi. İnşa edilen ''neo-liberal devlet'', tekellerle burjuva devletin daha çıplak iç içe geçtiği, ''Ben burjuvazinin devletiyim!'' diye bas bas bağırdığı bir devlettir. (Şu Trump'un kabinesinde yer almış almış dolar milyarderleri gerçeği de bu olguyu yansıtan deneyimlerden birisidir.) ''Doğu bloku''nun çöküşü, dünya devriminin geçici ama oldukça ağır yenilgisi, yakın bir devrim tehlikesi de görmeyen tekelleri ve burjuva devletleri politikalarını her cephede daha saldırganca uygulamalarına oldukça elverişli imkanlar sundu.
''Neo-liberal çağ''la birlikte gerek tek tek ülkelerde gerekse de küresel çapta, sömürü, zulüm, toplumsal adaletsizlik çığırından çıktı. Sınıflar arası uçurum hızlı büyüdü. İşsizlik, açlık, yoksulluk küreselleşerek süreklileşti. İnsanlık ve gezegenimiz, eko-sistemin görülmemiş ölçülerde hızlanan yıkımıyla varlık ve yokluk sorunuyla sert bir şekilde karşı karşıya kaldı. Üretimin önemli bir kesimi ''merkez ülkelerden çevreye'' taşındı. Düşen kar oranları sonucu para sermaye üretken yatırımlardan kaçarak mali piyasalara yığıldı (''ekonomilerin malileşmesi''). Kapitalist ekonomiler kronik durgunluğa saplandı. Patlak veren kapitalizmin genel ekonomik krizleri; ekonomilerin militarizasyonu, ''demokrasinin krizi'' vbg. sorunlar, emperyalizmin keskinleşerek gelişen sorunları oldu. Kapitalizmin tarihsel ve yapısal sorunları küreselleşerek daha açık kronikleşti. Bu süreç, dünya çapında küçük ve orta ölçekli mülk sahibi sınıfların hızlı bir tarzda mülksüzleşmesi, proleterleşmesi süreci olarak da gelişti. Eski ayrıcalıklarını ve göreli refahlarını hızla yitirip yoksullaşan, ezici bir kesimi proletarya saflarına atılan ''orta sınıflar'' gerçeği sözkonusu toplumsal gelişmenin göz çıkaran olgularındandır. Ayrılacaklarını yitiren ''beyaz işçi sınıfı'' ve ''beyaz orta sınıflar'' ve çıkışsızlık girdabında kıvranan geniş beyaz emekçi yoksul kitlelerin sisteme karşı büyüyen tepkileri, devrimci alternatifin olmadığı koşullarda burjuva milliyetçiliğin, ırkçı gericiliğin, faşist hareketin tuzağına düşebilmektedir. Sınır tanımaz faşist demagoji, hayal kırıklığına uğrayan, öfkesi büyüyen, gelecek umudunu kaybetmiş, her bakımdan korku ve güvensizlik içerisinde yaşayan geniş kitlelerin ruh halini yedeklemede ve kullanmada ustalaşmıştır. Faşist hareket, toplumsal güvensizliği kışkırtarak, diri tutarak, her yerde ''vatan haini'', ''terörist'' vb. düşmanlar görecek tarzda kitleleri motive ederek güç kazanmaya devam edecektir. Yardımcısı ve sadık adamı Pence'nin Trump'un seçimi zorla, hileyle kendisine maletmesi için yaptığı baskıyı reddetmek zorunda kalınca Trump tarafından kolayca ''vatan haini'' ilan edebilmesi gibi tutumlar boşuna itibar kazanmıyor. Faşizm ve gericilik, tüm tatlı vaatlerine, demokrasi söylemine karşın Biden yönetimi döneminde de söz konusu toplumsal psikolojiyi örgütlemeye, manipüle etmeye, artan oranda kullanmaya devam edecektir.
Faşizm,
tekelci sermayenin (finans kapital) damgasını bastığı bir
hareket ve diktatörlük olmakla birlikte, kitlesel-toplumsal tabanı
geniş küçük burjuva yığınlara, yoksullaşan kitlelere,
gelecek umudunu kaybeden kesimlere ve lümpen proletaryaya dayanır.
Bu bağlamda, faşizm ve neo-faşizmin sınıfsal karakteri ile
toplumsal tabanı arasında ayrım yapmasını da bilmek gerekir. Bu
olgu, ABD koşullarında da geçerlidir. Beyaz, beyaz erkek, kır ve
kentlerde yoksullaşan, işini-aşını kaybeden beyaz ağırlıklı
toplumsal kesimler, gerek Cumhuriyetçi partinin gerekse de
neo-faşist eğilimin ve hareketlerin toplumsal tabanını
oluşturmaktadır*. Bu olguyu, rastlantılarla izah edemeyeceğimiz
açıktır.
Proletarya ve halkların emperyalist kapitalizme karşı gitgide yükselen toplumsal tepkisi, gerek ''merkez''de gerekse de ''çevre''de devrimci ve komünist önderliklerden yoksun olarak geliştiği için, böl, parçala, yönet strateji ve taktiği izleyen burjuva devletler ve devletlere bağımlı aygıtların, partilerin, çevrelerin işini olağanüstü kolaylaştırdı. Bu tablo esasen değişmiş değil...
Toplam tablo ve gelişmeler içerisinde özellikle 2008 ekonomik krizi ile birlikte neo-liberal politikalar ağır darbeler yemeye, meşruiyetini kaybetmeye başladı. Sürecin üzerine binen C-19 Pandemisi ve yeniden patlak veren kapitalizmin yeni ekonomik kriziyle (2020) birlikte, kapitalist dünya sisteminin ve burjuva devletlerin acizliği daha sefil biçimlerde ortaya çıktı; bu gerçekler ''neo-liberal paradigma''nın ''dökülmesi''ne neden oldu. Pandemi gerçeğinde de servet ve sefalet arasındaki çelişkiler alabildiğine keskinleşerek büyürken, yoksulların, işsizlerin, herhangi bir güvenceden yoksun olanların, kadınların ve çocukların, yaşlıların pandeminin ağzına nasıl atıldığını da çırılçıplak gösterdi. Tek başına pandemi olgusu bile, kapitalizmin ''% 1'in dünyası'' olduğunu çarpıcı bir tarzda gözlere soktu. Örneğin, '' 'Bloomberg Milyarderler Endeksi'ne göre dünyanın en zengin 500 kişisi Covid-19 salgınıyla geçen 2020 yılında servetlerine 1,8 trilyon dolar kattı ve toplam servetleri 7,6 trilyon dolara ulaştı. Böylelikle 2020, 8 yıldır tutulan endeks tarihinde 500 milyarderin servetlerini en hızlı artırdığı yıl olarak kayıtlara geçti.''
Yukarıda kabaca atıfta bulunduğumuz tablo, ''küreselleşme karşıtı'', ''milli ve yerli'' propaganda ve ajitasyon yapan gerici, ırkçı, milliyetçi, şoven, neo-faşist parti ve hareketlerin güç kazanmasına yol açtı. Başta Avrupa olmak üzere ''Merkez ülkeler''de, ''merkez sağ'' ve ''merkez sol'' burjuva partilerin gerileme ve erime süreci, ciddiye alınabilecek çekim merkezi olabilecek devrimci ve komünist bir partilerin olmadığı koşullarda, göreli olarak gelişen ''yeşil partiler''i dışta tutarsak eski ve yeni biçimleriyle ırkçı faşist hareketlerin güç kazanmasına yol açtı (ABD, Almanya, Fransa, Hollanda, Avusturya, Belçika, Ukrayna, İskandinav ülkeleri, Macaristan vb.).
Yerküremizin bir numaralı patronu ABD'nin dünya hegemonyası sarsılmış ve gerilemektedir. Amerikan emperyalizminin hegemonya krizi bir olgudur. Çok kutuplu dünya gerçeğinin keskinleşerek gelişmesi sürecinde ABD'nin gerilemesi devam edecektir. Bu bakımdan özellikle Çin sosyal emperyalizminin gelişmesi ve yükselişine dikkat çekmek gerekir. Amerikan emperyalizmi özellikle askeri, teknolojik, mali üstünlüğüne karşın gerilemekte olan bir güçtür. ABD, 1950-60'larda tek başına toplam dünya üretiminin % 50'sini gerçekleştirirken bugün ancak % 20'sini gerçekleştirebilmektedir. Üretim temeli zayıflayan bir emperyalist ekonominin gerilemesi, gelişen genç emperyalist güçlerin yükselerek ona yetişmesi ve geçmesi kaçınılmazdır; bu sürecin gitgide sertleşen, keskinleşen, kapsamlılaşan emperyalist rekabete yol açması, bugünden görüleceği gibi, emperyalist genel savaş tehlikesinin yükseltmesi, eğer devrimlerle önlenemezse emperyalist genel paylaşım savaşına dönüşmesi kaçınılmazdır. Bu gelişme, kapitalizmin mutlak yasası olan eşitsiz ve sıçramalı gelişme yasasının kaçınılmaz sonucudur. Dünya çapında emperyalist rekabetin, faşizmin, militarizmin, savaş tehlikesinin yükselişi aynı zamanda bu gerçekle bağlıdır. Değişik eğilimlerden pek çok yazarın giderek artan oranda, günümüzü ve gelişmenin yönünü 1930'lar dünyasına benzetmesi de rastlantısal değildir.
Bugün ABD'de, öncelikle devletin faşistleşmesi eğilimininde anlamını bulan gelişme, faşist kitle hareketinin önünün açılmasında, faşist para-militer güçlerin yükselişinde, bu hareketin arenaya daha açık biçimler alarak çıkışında da somutlaşmaktadır. Gerek geniş kitlelerin yoksullaşması, artan işsizlik, gelecek güvencesinden yoksun emekçiler gerçeği, gerekse de % 1'in gitgide artan zenginleşmesi, ABD tekellerinin damgasını bastığı neo-liberal sermaye devletiyle, uygulana gelen neo-liberal emperyalist politikalarla bağlıdır. Gerek beyaz ırkın mutlak üstünlüğü biçiminde gerekse beyaz ırkın kültürel üstünlüğü biçimine bürünen ırkçılık ve neo-faşizm, ''Afro-Amerikan'' ve ''Hispanik'' kökenli yurttaşlara ve genel olarak göçmenlere karşı milliyetçi, şöven düşmanlık; kadın ve LGBT+ düşmanlığı; ''terörizme karşı mücadele'', ''cihatçı radikal İslama karşı savaş'' vs. adına İslam düşmanlığı; dinsel gericiliğin her bakımda kışkırtılması Amerikancı resmi ve gayri-resmi faşist ve neo-faşist hareketin karakteristikleridir. ''Küresel iklim değişikliğinin yalan'', çevreci hareketin "modern dünyada özgürlük ve refaha en büyük tehdit" olduğu vurgusu, ''Önce Vatan!'', ''ABD'yi yeniden güçlü yapacağız!'', ''Tanrı krallığı ABD!'', ''Tanrının koruduğu ABD!'' sloganları ''Önce ABD''', ''önce ABD tekelleri'' demektir. ABD sermayesinin, devletinin, faşist ve neo-faşist hareketin ırkçı, milliyetçi, militarist, özgürlük düşmanlığı temelinde birleşmesi, bir olgudur ve sermayenin ortak çıkarlarını vurgulamaktadır. Amerikancı faşizm ise bu politikaların en yüksek ve en saldırgan biçimidir.
Faşist hareketin kendisini ''özgürlük hareketi'' olarak lanse etmesi, demagoji ve manipülasyonda sınır tanımayan faşizmin üstüne çekmeye çalıştığı kaba bir şaldır. C-19 Pandemisi'nin yalan, alınan önlemlerin demokrasi düşmanı olduğu kamuflajıyla bazı gerçekleri de içeren propaganda etrafında Avrupa'da, İngiltere'de, ABD'de, Latin Amerikanın çeşitli ülkelerinde sokağa çıkartılan faşist hareket örneğinde de görüldüğü gibi, anti-kapitalist, anti-küreselci, milliyetçi, sözde özgürlükçü sloganlar manipülasyon amacıyla kullanılabilmektedir.
ABD örneğinde de görülebileceği gibi, neo-liberal sermaye devleti, neo-faşizme, neo-faşist sermaye devletine giden sürecin temelini oluşturmaktadır. Şu ünlü ''Vatanseverlik Yasası''nı burada hatırlatmaya bile gerek yoktur. Burjuva demokrasisinin sürekli budanması, emekçi sınıf ve tabakaların ekonomik-siyasal, toplumsal haklarının gaspı; sınıflar mücadelesi tarihinde yer alan bütün gerici ve karşı-devrimci değerlerin ve bağnazlığın saldırganca propagandası; proletarya ve halkların, yerli toplulukların direnişine çok yanlı saldırı; yurttaş değil, müşteri politikası ile yurttaşlık hakkının tasfiyesi vb. neo-liberal sermaye devletinin saldırgan siyasal gericilik eğiliminin derinleşerek gelişimine işaret ettiği gibi, neo-faşist eğilimlerle iç içe geçen/geçmiş neo-liberal devlet gerçeğine de işaret etmektedir. ABD örneğinde ortaya çıkan ve ABD tarihinde bir ilk olan ''kanun ve düzen''i temsil eden bir ABD başkanının kışkırtması ve öncülüğüyle ''Demokrasinin mabedi'' olarak kabul edilen bir ''kutsanmış mekan''ın silahlı baskına ve işgale uğraması, neo-liberal sermaye devleti içerisindeki neo-faşist eğilimin gelişimini kanıtlamaktadır. ''Küreselleşme'' karşıtı, komünizm karşıtı, özgürlük/demokrasi karşıtı, ırkçı, soykırım isteyen, Hitler'e sevgilerini dile getiren, ''6 milyon yetmez!'' diyen sloganlar ve simgeler, gerçekte, bütün dünyanın gözleri önünde Kongre sarayında göndere çekilen bayrak olmuştur. Bu eylem, dünya çapında faşist harekete kan ve moral taşıdığı gibi, dinamizm de kazandıracaktır. Bu hareket, Trump'un azledilmesi ve Bidenci çizginin Trumpçu çizgiyle göreli bir hesaplaşmasının aracı olacaksa da, gerçekte ABD'de faşist hareketi güçlendireceği gibi, ''önünüz açıktır, ilerleyin'' mesajı da ver(il)miştir.
DEVAM EDECEK
Hasan OZAN İLTEMUR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder